Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün ki dersimizin konusu “Çokluk hakikatin ölçüsü müdür?” İnsanlar, nutuk bakımından güçlü, çevresi daha kuvvetli, daha zengin, daha fazla destekçisi olanlar diye birbirleriyle övünüyorlar. Mesela adam benim sosyal medyada şu kadar destekçim var diyor. Yani insanlarda böyle çoklukla övünme hastalığı var. Bugün üzerinde duracağımız ayet Maide Suresinin 100. Ayetidir. Allahu Teala burada şöyle diyor. “Gul lâ yestevil habîsu vet tayyibu” “De ki habisten değersiz olan ile iyi ve güzel olan, Tayyib ve değerli olan birbirine eşit olmaz.” (Maide 100) Yani şöyle düşünün. Sıfırın altın ve üstünde sayılar var. Sıfırın altındaki sayılar arttıkça ne olur? Değer artar mı? Değer düşer. Hiçbir zaman sıfır değerine ulaşamaz. Ama sıfırın üzerindeki bütün sayılar mutlaka değer artışını gösterir. Sıfırın altındakileri habis olarak düşünün. Yani onlar konulmuş olan kuralın altına inmiş oluyor. Sıfırın üzerindekilerde bir değer olarak kabul edilir. Yani o habis olanın, değersiz olanın çok olması senin hoşuna gitse de bir anlamı yok. Bakarsınız bir anda elinizden çıkıp gitmişler. Mesela bu dünyada çok zengin olabilirsiniz. Çok itibarlı da olabilirsiniz. Ama öldüğünüz an ne olacak? Belki burada birkaç kere anlatmış olabilirim. Büyük Larousse Ansiklopedisinin hazırlanmasında benim de payım vardı. Türkçe basımında… 1980’lerin başında… 1985’e kadar basılmıştı. O zaman 12 Eylül İhtilali olmuş… Basından hatırlayanlar vardır. Bir dinsizlik yarışı oluyordu. Ateistlik yarışı oluyordu. Ben ölürsem cenaze namazımı kılmayın, şöyle yapın, böyle yapın diyenleri… Hatırlarsınız. Onun basıldığı yerde o tür düşüncelerin merkeziydi. O başındaki şahıs öldü. İsmini söylemeyeyim. Bence iyi bir insandı da nasıl öldüğünü bilmiyorum. Mesela bana söylediği şeye bakın. O zaman ben oraya sakallı bir şekilde gidiyordum. Haftada bir kere yazılarımı teslim ediyorum. Herkesin dikkatini çekiyor. Onun için aramızda çok konuşmalar geçmişti. Kendisini ateist olarak tanımlıyor. Ateist diye birisi yeryüzünde yoktur. O zamanın medyasında çok etkili isimlerle beraber oturup konuşuyorduk. O dediğim kişi hepsinin başındaydı. Hoca hiç kendini yorma ben dinsiz bir adamım. Ben öyle Allah’a falan inanmam dedi. Az önce iyi dememin sebebi bu anlattığım hali açısından değildi. Sonraki halini kast ettim. Onun etrafında da o zamanın gazetelerinin en meşhur köşe yazarları vardı. Hemen ayağa kalkıp masaya bir yumruk vurdum. Bana bak, sen yalan söylüyorsun dedim. Bende senin Allah’a inanmadığına inanmam deyince titreyerek tabi inanıyoruz Hoca deyip koltuğunu geriye doğru itti. Bu adam her Pazartesi oraya gittiğimde mutlaka benim yanıma gelip bir şey konuşuyordu. Hiç unutamadığım sözlerinden bir tanesi şuydu. Hoca düşünüyorum da ahiret varsa her şeyi bırakıp ömrü ibadetle geçirmeye değer dedi. Şurada kaç sene ömrümüz var ki dedi. 40 sene, 50 sene, hadi 100 sene, 150 sene yaşayan pek kimse yok. Hoca bırak Allah’ını seversen 150 milyon sene olsa ne olacak dedi. Bir gün bitmeyecek mi? Matematikte bir kural vardır. Sonsuz karşısında sonlu olan değerin her şeyi sıfırdır. Onun için ahiret karşısında dünyanın hiçbir değeri olmaz. Bu öyle bir kumardır ki bundan daha büyük kazanç olmaz dedi. Şu kumarı bir oyna da göreyim dedim. Yanımdan kalkıp gitti. Ama orada bana güzel bir şey söylemiş oldu. Bir tespitini söylemiş oldu. Bu dünyanın tamamı sizin olsun. Geçenlerde uzun süre gitmediğim Topkapı Sarayının çevresini dolaştım. Orada bir sürü tarihi şahsiyetlerin isimleriyle ilgili bir takım şeyler var. Nerede bunlar? Bunlar dünyadayken neler düşünüyorlardı? Bir müddet sonra da biz olmayacağız. Şu anda ayağımızı bastığımız bir ayakkabı kadar bir yerin dili olsa dünya kurulduğu günden bu güne kadar neler olduğunu anlatsa ne olur? Ciltler dolusu kitap olmaz mı? Bir müddet sonra bizimde ismimiz kaybolup gidecek. Hiç bizi tanıyan kimse çıkmayacak. Dolayısıyla burada esas olan doğru olmaktır. Çokluk bizi aldatabilir. Ona aldanmamak gerekir. Biz kendi değerlendirmemize değil, Allahu Tealanın değerlendirmesine bakmalıyız. Mesela Firavun ne oldu? Gitti. Bugün ondan kalan piramitleri millet hala çözemiyor. Kuranı Kerim’de de orada ciddi bir bilgi birikimi olduğuna işaretler var.
Tekrar ayeti okuyorum. “lâ yestevil habîsu vet tayyibu” “Habisle Tayyib yani pisle iyi bir olmaz.” Yani pis dediğimiz değersiz diyelim. Az değerli… Pek öyle önem vermediğiniz şeyler… “Yâ eyyuhellezîne âmenû enfigû min tayyibâti mâ kesebtum” “Müminler kazançlarınızın temiz olanlarından harcayın.” Öylesinden harcayın ki… Onu çok seviyorsan Allah rızası için ver ki müthiş bir birikim olsun. “ve mimmâ ahracnâ lekum minel ard” “Ve yerden sizin için çıkardığımız şeylerden…” “ve lâ teyemmemul habîse minhu tunfigûne” “Değersiz, önemsiz gördüğünüz şeye yönelmeyin.” (Bakara 267) Onu vermek için… Al şunu götür, şunu götür değil. Değer verdiğin… Çünkü Allah rızası için veriyorsun. O adam için vermiyorsun ki. “ve lestum biâhızîhi illâ en tuğmidû fîh” “Ya at, at gitsin diyeceğin şeyleri verme.” (Bakara 267) Ne güzelmiş bu kalsın değil. Ne güzelmiş de, bunu Allah rızası için ver. Bu habis denen şeyin kendine göre değişik anlamları var. Bu konuda Yahya’nın yaptığı bir çalışma var. Önce onu dinleyelim. Kuranı Kerim’de Cenabı Hak neye habis diyor. Çünkü Arap dili açısından burada el habis kelimesi var. Bir de et Tayyib kelimesi var. El habis dediğimiz zaman Kuranı Kerim’de anlatılan bütün habisler, bütün değersiz şeyler, et Tayyib dendiği zamanda Kuranı Kerim’de anlatılmış olan bütün güzel ve değerli şeyler…
Yahya ŞENOL: Ayette Tayyib ve habis diye iki kavram geçiyor. Zaten Hocam ifade etti. Bakara Suresinin 267. Ayetini okudu ki zannedersem tam olarak Cenabı Hak tarafından yapılmış bir tarifidir. Ama önce Arap dili sözlüklerinde ne anlama geliyor. Ona bir söylemeye çalışayım. Sonra ayetlerde hangi anlamlarda kullanılmış onları görelim. Habis kelimesi bizim dilimize de geçmiş. Habis ur falan diye kullanılır. Bazı hastalıklarda falan… Habis, kötü… Ödemler için kötü huylu ur tespit edildi falan denir. Kötü, pis, iğrenç anlamında bir sıfat manasına gelen bir kelimedir. Hangi kelimeye sıfat olarak kullanılırsa on niteleyen bir manaya geliyor. Bir bardak için kullanılacaksa habis yani pis, kötü, değersiz, iğrenç… Bir mikrofon için kullanılacaksa başka bir şey… Bir örtü için kullanılacaksa… Neye kullanılacaksa onu niteleyen bir manaya geliyor. Bunun zıttı da hemen ayette geçen Tayyib kelimesidir. O da temiz, değerli… Yiyecekler, içecekler için kullanıldığında lezzetli, zararsız… Yani hep böyle ikisini birbirinin zıttı olarak düşünelim. Tayyib iyi, habis kötü… Tayyib zararsız, habis zararlı… Hep zıt anlamlı olarak Cenabı Hak bunu kullanmış. Bakara Suresi 267. Ayette bunun sözlük manası sanki Allahu Teala tarafından verilmiş. Cenabı Hak burada ne dedi? “Yâ eyyuhellezîne âmenû” “Ey iman edenler” “enfigû min tayyibâti mâ kesebtum” “kazançlarınızın, kazandığınız şeylerin iyi ve temiz olan, güzel olanlarından infak edin, harcayın.” Yani elde ettiğiniz şeyin sizce evet, bu çok güzel dediğiniz… Beğendiğiniz, sevdiğiniz, güzel bulduğunuz, değerli bulduğunuz olan kısımlarını harcayın. “ve mimmâ ahracnâ lekum minel ard” “ve sizin için yerden çıkardığımız” meyveler, bitkiler, onlarında “güzel, iyi olanlarından infak edin.” Harcayın. Yani ne yapmayın? İnfak edecekseniz, Allah rızası için harcayacaksanız yapmanız gereken bu ya, yapmamız gereken ne? “ve lâ teyemmemu” “sakın şuna yönelmeyin.” Ne? “el habîse minhu” “Onlardan habis olanlara yönelmeyin.” Habis aynen bu manada söyleyelim. Tercümesine bakalım, ne? “tunfigûne ve lestum biâhızîhi illâ en tuğmidû fîh” “size verilse gözünüzü kapamadan almayacağınız o habisleri kimseye vermeyin sakın.” (Bakara 267) O zaman habis ne manaya geldi? Gördüğümüzde tiksindiğimiz, ııyy falan yapacağımız… Tam manasıyla o işte… Cenabı Hak kendin görsen aman ya, ıyy bu da ne diyeceğin şeyi kalkıp hayır olsun diye insanlara sakın vermeyesin diyor. Vereceksen, çalıştığının, kazandığının iyi ve güzel olanlarından vereceksin. Allah bu ayette de ne demiş oldu? “Gul lâ yestevil habîsu vet tayyibu” İşte bu şekilde değerli olan bir şeyle, iyi ve güzel olan bir şeyle, değersiz, kötü, çirkin, zararlı, pis olan bir şey hiçbir olabilir mi? Olmaz. Peki, bu pis olan şey çok olsa bir değer ifade eder mi? “ve lev ağcebeke kesratul habîs” “Bu habisin, pis olan şeyin çokluğu da sakın seni aldatmasın.” (Maide 100) Ne zaman çok olursa olsun kötü her zaman kötüdür. Çoğaldıkça aksine kötülüğü artar. Hiçbir zaman iyi olmaz. İşte bakın. Cenabı Hak burada nicelikten ziyade niteliğe dikkat çekiyor. Bir tane olsun. Adam gibi olsun. Herhangi bir şeyden 10 tane olup hiçbir şeye benzemeyeceğine 1 tane olsun. Cenabı Hak için bu yeterlidir. Habis ve Tayyib kelimeleri başka hangi ayetlerde kullanılıyor. Kısaca onları bir görmeye çalışalım.
Nisa Suresi 2. Ayette de Cenabı Hak bu iki kavramı birlikte kullanıyor. Zıt manada demiştik. Habis varsa Tayyib büyük orandan hemen yanında oluyor. “Ve âtul yetâmâ emvâlehum” Bakmakla yükümlü olduğunuz yetimler varsa yanınızda… Hani onların mallarını siz idare ediyorsunuz. Ne zamana kadar? Büyüyüp kendisi malını teslim alıp idare edinceye kadar onun vasisi kimse o, ona bakıyor. Bu yetimler büyüyüp de mallarını idare edebilecek çağa geldiklerinde kendi babalarından, dedelerinden, annelerinden kalan malı onlara teslim edin. “ve lâ tetebeddelul habîse bit tayyib” Habis, Tayyib… İkisi yine aynı ayette kullanıldı. “Sakın habis, pis, değersiz olan bir şeyle temiz malınızı karıştırmayın.” (Nisa 2) Yani size ait olmayan bir başkasına ait olan bir malı sakın ola sahiplenerek kendi güzel malınızı da çirkinleştirmeyin. Çünkü başkasının malını haksız yere aldığınız zaman o helal, güzelim mal ne hale geliyor? Haram oluyor. Habis oluyor. O yüzden başkasına ait olan bir mal onun izni olduğu sürece tayyibtir. Onun izni olmadan ben onu elinden aldığım an ne olur? Habis, değersiz… Cenabı Hakkın yasakladığı bir eylem manasına geliyor. Tayyib, benim kendi çalışıp kazandığım, elimin emeği, alnımın teri… Tertemiz. İşte Allahu Teala sakın haramı helale karıştırmayın. Zamanı geldiğinde yetimin malını teslim et. Onun malı onda, senin malın sende kalsın.
Bir başka ayeti kerime… Enfal Suresinin 37. Ayetinde bu iki kavram birlikte kullanılıyor. Ama 37. Ayeti anlayabilmek için bir geriden bahsedeceğiz. “İnnellezîne keferû yunfigûne emvâlehum” “Kâfirlerde mallarını infak ederler.” Sadece müminler değil. Herkes malını harcar. Ama amaçları farklı olur. Onlar niye mal harcarlar? “liyesuddû an sebîlillâh” “İnsanları Allah yolundan alıkoysunlar diye” Aman insanlar hakkı bilmesinler, hakikate yönelmesinler diye onlarda mallarını harcarlar. “feseyunfigûnehâ” “Bundan önce harcadılar. Bundan sonrada harcayacaklar.” Hep böyle olacak. Yani onlarda kendi davalarını gerçekleştirmek için kendi ideallerini gerçekleştirmek için mallarıyla (kendi açılarından tırnak içerisinde söylüyorum) cihad edecekler bizim gibi… Biz hak için, onlar batıl için… Harcayacaklar ama netice… “summe tekûnu aleyhim hasraten summe yuğlebûn” “Sonra o harcadıkları mallar bir yürek acısı olarak ortaya çıkacak ve mağlup olacaklar.” Yenilecekler çaresi yok. Çünkü Hakkın karşısında batıl her zaman yok olmaya mahkumdur. Ve sonra ne olacak? “vellezîne keferû ilâ cehenneme yuhşerûn” “ve o kâfirler cehennemde bir araya getirilecekler.” (Enfal 36) Niçin? İşte şimdi… “Liyemîzallâhul habîse minet tayyibi” “Böyle olacak ki Allah habis insanla Tayyib insanı” kötü, pis, sürekli çirkin işler yapan insanlarla tertemiz insanları net bir şekilde “ayırt etsin diye bu böyle olacak.” Neye göre insanları ayırt edeceksiniz başka türlü? Yaptıklarına bakarak değil mi? Kötü, pis, çirkin, değersiz işleri yapan insan da otomatikman habis vasfını kazanıyor. Aynı o yaptığı eylemden bir sıfatta Allah ona veriyor. Sen bu işleri yaparsan sen de habissin. Ve Tayyib olan insanlardan yani daima iyi, güzel, temiz, değerli iş yapan insanlardan ayırt etsin diye Allah bunu yapacak diyor. Ve ne olacak? “ve yec’alel habîse bağdahû alâ bağdın” “bütün pis insanları Allah bir araya toplayacak.” “feyerkumehû cemîan feyec’alehû fî cehennem” “Allah hepsini bir araya toplayıp hepsini cehenneme tıkacak.” (Enfal 37) Bu dünyada yaptıkları değerli ve değersiz işlere göre… İyi iş yapan Tayyib vasfını kazanacak. Pis iş yapan habis vasfını kazanacak. Ve maalesef cehennemi boylayacak.
Bir başka ayeti kerime söyleyelim. Yine bakın Allah habis ve Tayyib insanlardan bahsedecek.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Birkaç bir şey ilave edelim de… Kuranı Kerim’de zina edenlerde habis sayılır. İşte zina evleri açılır. Kumarhaneler açılır. Faizli kurumlar açılır. Ne bileyim yani insanlara tuzak olacak… Mesela yiyecekler satılıyor içerisinde şey olan… İnsanları hasta ederek arkasından ilaç satabilmek… Bir sürü şeyler… Yani hedefleri iyilik değil kötülük olan kişiler… Nedir? Niyetleri bu dünyayı kazanmak…
Yahya ŞENOL: Nur Suresinin 26. Ayeti… çok ilginç… Cenabı Hak buyuruyor ki… “Elhabîsâtu lilhabîsîne vel habîsûne lilhabîsât” Habis kelimesini 4 kez peş peşe kullanıyor. Devamında da “vet tayyibâtu littayyibîne vet tayyibûne littayyibât” 4 kere de Tayyib kullanılıyor. Ne demek? “Elhabîsâtu” “Kötü kadınlar” Kötü işler yapa yapa bu vasfı kazanmış kadınlar… “lilhabîsîne” “Tıpkı kendileri gibi kötü, pis, çirkin işleri yapan erkeklere layıktırlar.” (Nur 26)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kötü kadın dediğiniz zaman ne anlarsınız? Zina eden değil mi? Bu ada o manadadır. Kötü erkekte aynı manadadır.
Yahya ŞENOL: “vel habîsûne lilhabîsât” Aynı şekilde “kötü erkeklerde kötü kadınlara layıktırlar.” İyi kadınları arayıp durmasınlar. Zina edip duran ancak kendisi gibi zina edip duran birine layıktır. “vet tayyibâtu littayyibîne” “Temiz kadınlar temiz erkeklere” “vet tayyibûne littayyibât” “temiz erkeklerde temiz kadınlara layıktırlar.” (Nur 26) Şimdi ne dedik? Allah, Tayyib ve habis vasfını bizzat kişilere verdi. Bu kişiler ne yapmışlardı?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 21:54 21:57 sn. arası anlaşılmıyor.
Yahya ŞENOL: Ayeti bu şekilde anlamamızı gerektiren iki ayet var. Biri aynı surede… Nur suresinin 3. Ayetidir. Burada Cenabı Hak “Ezzânî lâ yenkihu illâ zâniyeten ev muşrikeh” “Zina edip duran bir erkek tıpkı kendisi gibi zina edip duran bir kadınla veya müşrik bir kadınla evlenebilir.” “vez zâniyetu” “bu şekilde zina edip duran bir kadında” “lâ yenkihuhâ illâ zânin ev muşrik” “Bunu da ancak kendisi gibi zina edip duran bir erkek veya müşrik bir erkek nikâhlayabilir.” Ayetin sonuna dikkat edelim. “ve hurrime zâlike alel mué’minîn” “Bu özellikteki insanlar diğer müminlere haram kılınmıştır.” (Nisa 3)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu tabi son derece önemli bir husustur. Burada dikkat edin. “Zina eden erkek zina eden bir kadınla ya da müşrik bir kadınla” dedi. Şimdi zina eden erkeğin Müslüman olduğu anlaşılıyor değil mi? O zina eden kadında Müslüman. Ya da müşrikle. Derslerimizde çok anlattık. Bir kişinin müşrik bir hanımla evlenmesi haram değil. Ama Allahu Teala tavsiye etmiyor. Maide Suresinin 5. Ayetinde Allahu Teala ne diyor? Bu konuda çok sayıda ayet var da bu hepsini bir araya getirdiği için bu ayeti okuyorum. “Elyevme uhılle lekumut tayyibât” “Bugün temiz ve lezzetli yiyecekler size helal kılınmıştır.” “ve taâmullezîne ûtul kitâbe hıllul lekum ve taâmukum hıllul lehum” “Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helal, sizinkisi onlara helal.” Yani siz onların kini yiyebilirsiniz. Siz onlara verebilirsiniz. Hiçbir mani yok. Tabi ki domuz eti ayrı bir konudur. Aslında domuz eti ehli kitaba haramdır ama… Mesela Hıristiyanların bir kısmı domuz eti kesinlikle yemez. Yahudilerde yemezler. Ama esas konumuzla ilgili olan “vel muhsanâtu” “kendini kale gibi korumuş olan kadınlar” Kale gibi korunmuş kadın… Neden korunur? Zinadan… Ahlaksızlıktan… Kimden oluyor? “minel mué’minâti” “müminlerden” “vel muhsanâtu minellezîne ûtul kitâbe” “kitap verilenlerin gene kendisini kale gibi korumuş kadınları” Yani bir müşrik kadınla bir mümin evlenebilir ama olmazsa olmaz şart o kadının zina ediyor olmamasıdır. Yani Müslümanda olsa zina etmemesi gerekiyor. Kâfirde olsa zina etmemesi gerekiyor. Peki, bu sadece kadınlarla ilgili bir şart mı? Allahu Teala zaten devam ediyor. “min gablikum izâ âteytumûhunne ucûrahunne” Tabi onların mehirlerini verdiğiniz takdirde… İster Müslüman ister gayri müslim olsun namuslu olmaları şartıyla aynı şartlarla evlenme şey yapılıyor. Mehirleri verilecek. Peki, sen ne olacaksın? “muhsınîne” “sizde kendinizi zinadan korumuş olacaksınız.” (Maide 5)
Yahya ŞENOL: Şimdi anlaşılıyor işte… “vet tayyibâtu littayyibîne” (Nur 26) Yani kendilerini zinadan koruduğu için tertemiz olanlarda birbirine layıktırlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Birbirine layık olacak. Ondan sonra bak “muhsınîne” “zinadan korumuş olacaksınız.” “ğayra musâfihîne” “ne açıkça” “ve lâ muttehızî ahdân” “ne de böyle gizli dostlar tutarak.” (Maide 5) Gizli açık değil. Yani tamamen. Kadın içinde aynı şey geçiyor. “muhsanâtin ğayra musâfihâtiv ve lâ muttehızâti ahdân” “Onlarda namuslu olacaklar. Açık ya da gizli zina etmeyecekler.” (Nisa 25) Demek ki evliliğin olmazsa olmaz şartı budur. Ama tabi maalesef bu şartları gören bir tek mezhep bulamazsınız. Bunlar hangi dinin mezhebidir. Her defasında soruyorum. Az önce Nur Suresinin 3. Ayetini okudu. Bunlar namuslu müminlere haramdır dedi. Tefsirlerden okyun bakın ki o ayete ne mana vermişler?
Yahya ŞENOL: nur suresi 26. Ayette geçen Kötü erkekler kötü kadınlara, kötü kadınlar kötü erkeklere layıktır. Temizlerde birbirine… İşte bir numaralı olmazsa olmazı bu işin evlilik konusudur. Evlilikte de zinadan kaçınmak esastır. Nur Suresinin 3. Ayeti bunu gösteriyor. Bir de Enbiya Suresinin 74. Ayetinde habis ve habais kelimesi geçiyor. O da zaten hangi kavim olduğunu anlayınca yaptıkları pisliğin ne olduğunu çok iyi anlayacaksınız. “Ve lûtan” Lut’tan (a.s) bahsediyor. “Ve lûtan âteynâhu hukmev ve ılmev” “Biz lut’a da ilim ve hikmet verdik.” “ve necceynâhu minel garyeh” “ve onu bir şehirden, bir kentten kurtardık ki” Nasıl bir kentti orası? “elletî kânet tağmelul habâis” Habis kelimesinin çoğulu geldi. “Lut’u pis işler yapan o kentten kurtardık.” (Enbiya 74) O kentte ne yapıyorlardı? Eşcinsellik kabahatini işliyorlardı. Çoğul çeşitlerinden bir tanesi bu. Yani hem gayri meşru ilişki kadın erkek arasında, hem erkek erkeğe, hem kadın kadına… Gayri meşru olduğu için Allah böyle üç şeyi de bir arada çoğul olarak kullanmış oldu. İşte bakın habais. Bu tür fiilleri yapan, habis fiilleri yapanlara da Allah habis vasfını veriyor. Sen de habissin o zaman. Evleneceğin zamanda kendin gibi birini bulacaksın. Öyle temiz kadınlara leke sürmek yok.
Bir iki ayet daha var. Mesela Araf suresinin 157. Ayeti var. Tayyibat ve habais kavramları burada da kullanılıyor. Resulün özelliklerini anlatırken… Önceki ehli kitap yani Yahudiler ve Hıristiyanlardan bahsederken “Ellezîne yettebiûner rasûl” “Onlar o resule tabi olurlar.” Nasıl bir resule? “en nebiyyel ummiy” “ümmi, nebi olan o resule uyarlar ki” “ellezî yecidûnehû mektûben ındehum fit tevrâti vel incîl” “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de onu bulurlar.” Bütün özellikleriyle o buldukları bu ümmi, nebi resule uyarlar. Peki, bu resul onlara ne görev icra eder? “yeé’muruhum bil mağrûfi” “İyi, güzel olan şeyleri onlara emreder.” “ve yenhâhum anil munkeri” “Münkeri, kötülükleri de onlara yasaklar.” Yani ne demek resulün bir şeyi emretmesi veya yasaklaması? Ey insanlar Allah size şunu emrediyor. Ey insanlar Allah size şunu yasaklıyor der. “ve yuhıllu lehumut tayyibâti” “Ve onlara Tayyib olan şeylerin helal olduğunu” “ve yuharrimu aleyhimul habâise” “ve habis olan, pis olan, değersiz olan şeylerinde haram olduğunu belirtir.” (Araf 157) Resulün helal ve haram kılması Allah’ın ona söylediği… Git onlara söyle şu helal, git onlara söyle şu haramdır dediklerinden ibarettir. Yoksa kendi başına helal ve haram koymasından bahsetmiyor. Çünkü resul Allah’ın elçisidir. Elçisi olması hasebiyle resul, Allah ne demişse aynen onu ulaştıran kişidir. Burada da tayyibat ve habais kavramları kullanıldı. Bizde yasak olan eylemler hangileridir? Gıdalar bakımından bakarsak 4 tane haram var. İçeceklerde sarhoş edici olanlar var. Uyuşturucu olanlar var. Eylemlerden baktığımız zaman zina var, hırsızlık var, adam öldürmek var. Bunların hepsi habais yani kimisinin maddi açıdan pisliği var. Zararlı oluşu var. Kimi manevi açıdan toplumu ifsad ediyor. Aileyi yok ediyor. Yani zararlı olan tüm eylemler habais kapsamındadır. Yararlı, temiz, yiyecek olduğu zaman leziz, faydalı olan tüm şeylerde tayyibat kapsamında ele alınmış.
Bir ayet daha var. Mesela bir söz… Allah ağızdan çıkan sözün bile Tayyib ve habis olabileceğinden bahsediyor. Nerde geçiyor o? İbrahim suresinin 24, 25, 26. Ayetlerinde geçiyor. “Elem tera keyfe daraballâhu meselen” “Bakın Allah size nasıl bir örnek verdi?” “kelimeten tayyibeten” Tayyib bir kelime… “Çok güzel bir söz…” Değerli bir söz. Yani konuşulduğunda kişiye, ortama, muhataba değer katan bir sözdür. O nasıl bir sözdür? “keşeceratin tayyibetin” “O da tertemiz bir ağaç gibidir.” Allah bir ağaca benzetiyor. “asluhâ sâbituv ve fer’uhâ fis semâé’” “Kökü sağlam, dalları göğe doğru uzamış bir ağaç.” (İbrahim 24) Çevresine faydalı bir ağaç mıdır? Son derece faydalı bir ağaçtır. Allah sözde böyle olmalı diyor. Aksi mümkün mü? Tabi mümkün. Bir ayet atlıyorum.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 31:44 31:47 sn. arası anlaşılmıyor. Hiç unutmam yani şöyle bir şey demişti. Ne kadar güzel… Yani onun her defasında meyvesini toplarsınız. İçinize yatar. Kafanıza yatar. Ah ne güzeldi dersiniz.
Yahya ŞENOL: Bir ayet atladım. 26. Ayette de “Ve meselu kelimetin habîsetin” Allah bu seferde habis bir sözden bahsediyor. Ağızdan çıktığı zaman söyleyeni de, dinleyeni de, ortamı da değersizleştiren, pisleten söz. Yani hiç konuşmasa bin kat daha iyiydi. Böyle bir söz neye benzer? “keşeceratin habîsetinictusset min fevgıl ardı mâ lehâ min garâr” “O da toprağın üst tarafından çekilip koparılmış, toprağa tutunacak yeri kalmamış bir ağaç gibi” (İbrahim 26) diyor. Kime faydası olur? Hiçbir şeye faydası olmaz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ancak yakarsın başka bir şey olmaz.
Yahya ŞENOL: Yani Tayyib, habis… Hep böyle iki zıt kavram olarak genelde aynı ayette kullanıldığı şeye göre… Kelimeye izafe edilebiliyor. Yiyeceklere izafe edilebiliyor. Eylemlere izafe edilebiliyor. Kişilere de izafe edilebiliyor. Ayetlere baktığımızda, kötü işlerle uğraşanlara Allah habis, iyi işlerle uğraşanlara da Tayyib vasfını veriyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir de çoklukla övünme meselesi var. İşte bakın bizim takipçimiz ne kadar… Birkaç kere anlatmıştım. İmam Hatip okulunun 5. Sınıftaydım. Müftülükten bizlere vaaz etme yetkisi alınmıştı. Yani öğrencileri yetiştiriyorlar. Erzurum’da İbrahim paşa camisi var. Valiliğin hemen bitişiğindedir. O camide ikindi namazlarından sonra vaaz edeceğim. İmam Hatibin 5. Sınıf talebesiyim. Bir şey bildiğimiz yok. Ne kadar hikâye kitapları varsa aldım. Durretul Vaizin falan vardı. Onların içerisindekileri anlatmak için ezberledim ama hiç içime yatmıyor. Az önce ayette okunduğu gibi… Pis söz temelsiz bir şey… İkindiden sonra camide vaaz ediyorum. Millet o kadar geliyor ki… Ayakta dinliyorlar. Oturacak yer yok. Bizim eve de çok yakın… Bizim evde Erzurum’da tam merkezde idi. Tabi Erzurum’dan ayrılalı çok zaman oldu. Rahmetli annem de beni dinlemeye geliyor. Bir gün anneme mahfilde kadınlar “Bu kim ya? Bu yaşta bu ilim” diyorlar. Annem, oğlum bana böyle dediler, benim oğlumdur diyemedim dedi. Anne bu çok kötü bir haber dedim. Ben bir daha böyle bir vaaz yapmayacağım dedim. Ben şimdi bir de kendimi bir şey zannetsem bittim. Bir daha yapmayacağım dedim. Ondan sonra sadece ayet okumaya başladım. Hiç kimse kalmadı. O gün bugün kimse yok. Ondan sonra babamın rahmetli amcası gelip bana “yazık, yazık bütün bildiklerini unutmuşsun” dedi. Bende hiç… Çokluk insanı gerçekten öldürür. Çokluk çok kötü yani… Şimdi bu konuda Fatih’i dinleyelim.
Fatih ORUM: Hocamın bahsettiği gibi insanın en büyük zaaflarından bir tanesidir. Hepimizin zihninde bir takım çoğunluğa dair zaaflar vardır. İşte günümüzde takipçi sayısı olarak çok telaffuz ediyoruz. Veya sülalesinin çokluğu… Malının, fabrikalarının çokluğu… Arkadaş grubunun çokluğu… Dolaptaki elbiselerinin, ayakkabılarının çokluğu… Bunların hepsi insanda var olan kesret duygusunu, çokluk duygusunu ön plana çıkartan şeylerdir. Oysa biraz önce burada çokluktan ziyade yani kemiyetten ziyade keyfiyet önemli denildi. Nitekim kuranı Kerim’de burada çeşitli vesilelerle okuduğumuz bir ayet vardır. Enfal Suresinin 65.ayetinde Allahu Teala şöyle diyor. “İçinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelir.” (Enfal 65) Savaş meydanında yüz kişi, iki yüz kişiyi alt edebilir. Ama burada tam tersi durumlarda olabilir. Fazlasınızdır ama yenilirsiniz. Mesela bununla ilgili yine müminlerle alakalı Tevbe Suresinde Allahu Teala şöyle diyor. “Legad nasarakumullâhu fî mevâtıne kesîrativ ve yevme huneynin” “Allah size pek çok yerlerde yardım etmişti. Huneyn günü de yardım etti” diyor. Yani Huneyn Savaşında… “iz ağcebetkum kesratukum” “Sayınız çoktu ve şımardınız.” (Tevbe 25)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hem de Resulullah var. Mekke’nin fethinden sonra…
Fatih ORUM: Biraz önce yüz kişi iki yüz kişiyi… Yani sizin iki katınızda olsa siz onları halledersiniz deniliyor. Ama ondan belki birkaç yıl sonra bir savaşta sayıları fazla Muhammed (a.s) başlarında ve demek ki bir kısmında bir şımarmışlık var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Silah güçleri de var orada… Hem askeri açıdan… Hem silah açısından… Mekke’den geliyorlar. Mekke’de o bölgenin en şeyi… Yani Müslümanlar tamam işte bitti.
Fatih ORUM: “felem tuğni ankum şey’ev” “ve bu sizin için hiçbir fayda sağlamadı.” Sonraki ifade çok ilginç… “ve dâgat aleykumul ardu bimâ rahubet” “Alan çok genişti ama size çok dar geldi.” Yani ne derler? Yani dünyanız karardı. Öylesi bir hal yaşadınız. “summe velleytum mudbirîn” “ve kaçtınız.” (Tevbe 25) İşte eğer amaç sadece sayısal çoğunluk olursa, onun içeriği doldurulamazsa o bir anlam ifade etmiyor. Peki, gelelim şimdi asıl meseleye… İman konusunda çokluk bir anlam ifade eder mi? Ve yine doğru bilgi hususunda çokluk bir anlam ifade eder mi? Dersimizin konusu neydi? Yani hakikatin ölçüsü olarak sayısal çoğunluk bir anlam ifade eder mi? Bu konuda da Kuranı Kerim’e bakıldığında bizzat bunun bir anlam ifade etmeyeceğini açık şekilde söyleyen yüzlerce ayetin yanı sıra bir de yaşanmışlıklar var. Mesela Kuranı Kerim’de Allah’ın göndermiş olduğu bütün nebileri gözden geçirelim. Yaşadıkları toplumda hep ama hep azınlığı teşkil etmişlerdir. Hatta karşı taraf “Ya bir avuç adamsınız. Söylediğiniz şeylerin bir anlamı olsa etrafınızda insanlar olur” diyerek onları reddetmişlerdir. Yani yaşanmış bir insanlık tarihinde yaşanmış bir tecrübe var. Ne zaman müminlerin sayısı çoğalmaya başlıyor? Yine Kuranı Kerim’den hareketle konuşursak… İş menfaate döndüğünde… Yani bakılıyor ki artık rüzgâr karşı yönden, ters yönden esiyor. Reddetmenin bir anlamı yok. Bizde bunlara katılalım dedikten sonra artıyor ama o artışın da bir anlamı olmuyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir şey söyleyeyim de… Hakikaten Ömer’in (r.a) unutamadığım bir sözü var. Hep aklıma gelir. O Resulullah’tan sonra meydana gelen o yanlış tavırları görünce “yokluğa katlandık ama varlığa katlanamadık” diyor. Gerçekten çok zor…
Fatih ORUM: Açıkça gerçekten çoğunluğun her zaman hatta çoğu zaman insanları yanlışa sürükleyebileceğine dair açık ayetler var. Ayet kümeleri var. Bunlardan birkaç tane hatırlatmak istiyorum. Mesela Allahu Teala Enam Suresinin 116. Ayetinde Muhammed (a.s) 40:11 sn. anlaşılmıyor. hepimize “Ve in tutığ eksera men fil ardı yudıllûke an sebîlillâh” “Eğer yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyacak olursan seni Allah’ın yolundan çevirirler” diyor. Saptırırlar. Muhammed’e (a.s) söylüyor. “iy yettebiûne illez zanne” “Çünkü insanların çoğu gerçeklere değil de bir takım kurgulara, kuruntulara uyarlar.” (Enam 116) Yani onlar için bir şeyin gerçekliğinden ziyade o an hoşuna gidiyor, o an menfaatini karşılıyor mu o ona bakar. Hatta Yunus Suresi 36. Ayetinde “Ve mâ yettebiu ekseruhum illâ zannâ” “İnsanların çoğu zannına göre hareket eder” (Yunus 36) diyor. Gerçeklere göre değil. “ve in hum illâ yahrusûn” “Onlar sadece bir takım kurgular peşindedir. Atarlar.” (Enam 116) Yani doğru bir bilgi peşinde gitmezler.
Yine Kuranı Kerim’de pek çok ayette… Yani bunları sıralayacak olursak mesela bu ayetleri okuyabiliriz. Allahu Teala şu tür ifadeler kullanır. “ve lâkinne ekseran nâsi lâ yağlemûn” “İnsanların çoğu bilmiyorlar.” (Rum 30) Neyi bilmiyorlar? Gerçekleri bilmiyorlar. Asıl meseleyi bilmiyorlar.
“ve lâkinne ekseran nâsi lâ yeşkurûn” “İnsanların çoğu üzerlerine düşeni yapmıyorlar.” (Bakara 243) Görevlerini yerine getirmiyorlar.
“Ve mâ ekserun nâsi ve lev haraste bimué’minîn” “Sen ne kadar çaba, hırs göstersen de insanların çoğunluğu inanacak, Allah’a güvenecek değildir.” (Yusuf 103)
Mesela başka bir ayet, “feebâ ekserun nâsi illâ kufûrâ” “İnsanlar gerçeklere direnirler ama nankörlüğe geldiğinde çok rahat davranırlar.” (Furkan 50) Çoğunluğundan bahsediyor.
“ve ekseruhum fâsigûn” “Sizin çoğunuz yoldan çıkmış kişilersiniz.” (Tevbe 8)
“ve lâkinne ekserakum lilhaggı kârihûn” “Gerçeğe karşı hoş bakmıyorsunuz.” (Zuhruf 78) Hoş tavır göstermiyorsunuz.
“ve ekseruhum lâ yağgılûn” “Onların çoğu aklını kullanmıyor.” (Maide 103) Bağlantıları kurmuyor.
Bunun gibi pek çok ayette Allahu Teala genel itibariyle insanların çoğunun menfaatlerine göre hareket ettiğini, zanna uyduğunu, gerçeklerle ilgilenmediğini söylüyor. Nitekim işte Kuranı Kerim’e baktığımızda insanlık tecrübesi de bunu gösteriyor. Peki, durum bu. Peki, bizim geleneğimizdeki çoğunluğa bakış nedir? İyi midir, kötü müdür denildiğinde tırnak içerisinde söyleyeyim. Belki bilmiyorum Hocam abartılı olur mu ama aslında çoğunluğa tapan bir geleneğimiz var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 43:16 43:17 sn. arası anlaşılmıyor.
Fatih ORUM: Aynen öyle… Niye böyle? Çünkü bizim geleneğimizde icma diye bir kavram vardır. İcmanın bütün fikri yapısını çoğunluk doldurur. Yani ne demek? İnsanların çoğunluğu bir konuda böyle diyorsa o aslında Allah’ın hükmünün bir nevi ortaya çıkmış halidir. Niye? Sebebi ne? Bakın burası çok önemli. Bizim Hanefi fıkhının en önemli fakihlerinden bir tanesi Serahsi var. Bunun usul eseri var. Serahsi kendi kendine sorular soruyor. Gerçekten çoğunluk bilgi açısından bir değer ifade eder mi, etmez mi? Kuranı Kerim’e bakıp diyor ki… Kuran’a bakıldığında Allah genel itibariyle çoğunluğun hep yanlış yolda olduğu örneklerini bize veriyor, diyor. Peki… O halde çoğunluğun bilgi açısından herhangi bir değeri olmaması gerekir diye düşünmemiz gerekir diyor. Ancak Allah ümmeti Muhammed’i diğer bundan önceki bütün ümmetlerden ayırmıştır diyor. Ne yapmış?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 44:40 44:41 sn. arası anlaşılmıyor.
Fatih ORUM: Orada diyor ki… “Ümmeti Muhammed seçkin bir topluluktur. Ümmeti Muhammed’in çoğunluğu herhangi bir konuda budur diyorsa onun yanlış olma ihtimali yoktur. Dolayısıyla çoğunluğun bilgi değeri açısından bir anlam ifade etmesi ancak ümmeti Muhammed içindir. Yoksa bizden önceki topluluklarda çoğunluk her zaman kötü örnektir” diyor. Verdiği örnekler ne peki? Ümmeti Muhammed’in seçkin bir topluluk olduğunun delili ne? Sonraki bu aşama gelecek. Bunu nasıl temellendirecek. Bunun içinde bir ayet okuyor. Ali İmran Suresi 110. Ayeti ümmeti Muhammed’in seçkin bir topluluk olduğunu gösterir diyor. Bu seçkin topluluk ifadesi çok önemlidir. Yahudiler kendilerini seçkin bir topluluk olduğunu iddia ederler. Mesela Mekkeli müşrikler kendilerini seçkin bir topluluk olduğunu ifade ederler. Yani aslında bu bir yanılsamadır. İnsanlık tarihinde bir yanılsamadır. Seçkin topluluk… Biz onlar gibi değiliz. “Kuntum hayra ummetin uhricet linnâsi” “Siz insanlar için çıkarılmış en iyi topluluksunuz.” Hakikaten buraya kadar okuduğumuzda öyle değil mi? Adam doğru söylüyor. Allahu Teala siz insanlar için çıkarılmış en iyi topluluksunuz diyor. Acaba biz gerçekten diğerlerinden farklı olabilir miyiz? Seçkin olabilir miyiz? Ayeti sadece bu kadar okursanız hakikaten doğru söylüyor. Ama ayeti biraz okumaya devam ederseniz, bu ayetle irtibatlı diğer ayetleri okuduğunuz zaman aslında tam bir hayal kırıklığıdır. Ne diyor? “teé’murûne bil mağrûfi ve tenhevne anil munkerive tué’minûne billâh” “Allah’a inanarak marufa uygun olanı ister, kötülüklere karşı durursunuz.” Peki, emri bil maruf, nehyi anil münker sadece bize has bir şey mi? Allahu Teala bütün topluluklar için bunları yapanları aynı vasıfla şey yapıyor. Mesela devamında şöyle diyor. “ve lev âmene ehlul kitâbi lekâne hayral lehum” “Eğer onlarda bunu yapsalardı onlarda…” (Ali İmran 110) Demek ki onların içerisinde de bunu yapanlar olmuş. Nitekim Ali İmran Suresinin 113 ve 114. Ayetinde ehli kitap için şöyle diyor. “Leysû sevââ” “Onların hepsi bir değil.” “min ehlil kitâbi ummetun gâimeh” “ehli kitap içerisinde dik duruş sergileyen gruplar, topluluklar vardı.” “yetlûne âyâtillâhi ânâel leyli” “gecenin belli vakitlerinde Allah’ın ayetlerini tilavet ederler.” “ve hum yescudûn” “Allah’a secdeye kapanarak…”
(Ali İmran 113) “Yué’minûne billâhi” “Allah’a tam tamına inanırlar, güvenirler.” “vel yevmil âhıri” “hesap gününe” “ve yeé’murûne bil mağrûfi” Bakın aynı ifade… Yani ümmeti Muhammed için geçen ifade onlar içinde geçti. “marufu emreder.” “ve yenhevne anil munkeri” “kötülükten insanları alıkoyarlar.” “ve yusâriûne fil hayrât” “ve iyi olan şeylerde tam bir yarış içerisindedirler.” “ve ulâike mines sâlihîn” “işte bunlar iyi olanlardır.” (Ali İmran 114) Bakın, Serahsi’nin bizim ümmetimiz için dediği şey aslında ehli kitap içinde var, diğer topluluklar içinde var. Dolayısıyla hiçbir zaman çoğunluk hakikatin, doğrunun tek başına mutlak ölçütü olmamıştır. Bir şey eğer doğruysa onu bir kişide savunsa doğrudur, milyonlarca kişi de savunsa doğrudur. İnsanların tamamı onu reddetse yine doğrudur.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Teşekkür ederim. Şimdi tabi bu icmayı… Biliyorsunuz bizde Kuran yoktur. Kuran belki arada sırada böyle… İşte gördünüz. Kuran yerine sünnet diye bir terim ortaya konmuş. Kuranı Kerim’de ki anlamının dışında yeni bir anlam… Ki buna tahrif denir. Anlam kayması yaparak yeni bir kaynak oluşturmuşlar. Ona da kendi kafalarına göre bir sürü anlamlar yüklemişler. Sonra icma diye bir delil uydurmuşlar. Ne diyorlar? Resulullah’a bir şey mal ediyorlar. Sahih olmayan bir söz… Neydi o?
Fatih ORUM: 49:15 49:18 sn. arası anlaşılmıyor. Bu söz aslında doğru da fıkıh kitaplarında böyle nakletmiyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ümmetim sapıklık üzerinde birleşmez. Şimdi yanlış şeyde ümmet birleşir mi, birleşmez mi? Onların dediği manada alalım. Kuranı Kerim’de Enfal Suresinin 67. Ayeti Bedir Savaşıyla ilgilidir. Bedir Savaşından önce Allahu Teala Muhammed Suresinin 4. Ayetini indirdi. Ve “düşmanı tamamen etkisiz hale getirdikten sonra esir alın. O esirleri de karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakın” dedi. Ama Resulullah Bedir Savaşında düşmanı etkisiz hale getirmeden esir aldı. Yani bu ayet indikten sonra… Allah’ın emrine uymadı. Bizde ne derler? Peygamberler günah işlemez derler. Büyük günah hiç işlemez derler. Şimdi bakın ki Muhammed (a.s) ve ashabı büyük günahta ittifak etmiş mi, etmemiş mi? Günahta demiyorum. Dikkat edin. Büyük günahta… Bakın dikkatle dinleyin. Allahu Teala açıkça esir almayı yasakladı. Enfal Suresi 67. Ayette “Mâ kâne linebiyyin ey yekûne lehû esrâ hattâ yushıne fil ard” “Savaş meydanında düşmanı etkisiz hale getirmeden hiçbir nebinin (sadece senin değil) esir almaya hakkı yoktur.” (Enfal 67) O zaman Muhammed (a.s) nebi olarak ne yapmış oluyor? Bedir Savaşında esir almış. Ama hakkın yok diyor. Niye? Çünkü ayette bunu yasaklamış. Muhammed Suresi 4. Ayette yasaklamış. “turîdûne aradad dunyâ” “Hemen elinize geçecek bir şey istiyorsunuz.” “turîdûne” derken Muhammed (a.s) dâhil tüm sahabe… Başta Muhammed (a.s) dedi. Çünkü komutan o… Arkasından ona kimse ses çıkarmamış. Çünkü sahabenin komutan da olsa, devlet başkanı da olsa kim olursa olsun her Müslümanın yapılan yanlışa karşı çıkma görevi vardır. Bunu Resulullah’a söylemeleri gerekirdi. Söylemediler. Mümtehine Suresinin son ayetinde bu karşı çıkma görevi var. “vallâhu yurîdul âhırah” “Allah sonrasını istiyor.” Enfal Suresinin baş tarafında Allah orada Müslümanlar galip gelirse onların Mekke’ye gideceğini vaat etmişti. Eğer bedir’de yanlış yapmasalardı Mekke’ye gireceklerdi. “vallâhu azîzun hakîm” “Allah aziz ve hakimdir.” (Enfal 67) Peki… “Lev lâ kitâbum minallâhi sebega” “Daha önceden Allah’ın bir yazdığı size yazılı bir sözü olmasaydı” Ki Mekke’de inen Rum Suresinde 3 ile 9 yıl arasında Müslümanlara Cenabı Hakkın büyük bir zafer vereceği vaat edilmişti. Eğer o vaat olmasaydı “lemessekum fîmâ ehaztum azâbun azîm” “Aldığınız bu esirlerden dolayı azabı azim sizi yakalayacaktı.” (Enfal 68) Sizi dediği zaman Resulullah dahil mi içerisine? Fatih, Kuranı Kerim’de azabı azim kimler için kullanılıyor?
Fatih ORUM: Büyük günah işleyenler için…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bundan daha büyük günah yok. Hadi buyurun. Bakın, başta Muhammed (a.s) olmak üzere sahabenin tamamı batılda ittifak etmişler mi? Bu Allah’ın ayeti değil mi? Bu savaştan sonra Uhud Savaşında da benzer durum oldu. Ama orada sadece Resulullah onlara katılmadı. Çünkü önce bir galip geldiler. Onu da Allahu Teala Ali İmran Suresinde bize bildiriyor. Önce galip geldiler. Sonra Müslümanların bir grubu gene aynı şekilde ganimetlere heveslendi. Allah galip gelmişken onları mağlup hale getirdi. Gerisin geri kaçtılar. Ve o sırada… Onu anlatan Ali imran Suresi 152. ayette Allahu Teala şöyle diyor. Bakın Resulullah’ın dışında bütün sahabe şeyden kaçıyor. Hâlbuki Allahu Teala “izâ legîtumullezîne keferû zahfen felâ tuvellûhumul edbâr” “Böyle toplu halde kafirlerle karşılaştığınız zaman gerisin geri dönmeyin” (Enfal 15) diyor. Resulullah da orada bu ayeti onlara okuyor. “Dağa tırmanıyordunuz, geri dönüp bakmıyordunuz.” “ver rasûlu yed’ûkum fî uhrâkum” “Bu resulde sizi arkanızdan çağırıyordu.” (Ali İmran 152) Ayetleri okuyordu. Gelin bak Allah böyle diyor. Peki, bize anlatılanlar böyle mi… Bu hayatın bir gerçeği… Peki, kim, çoğunluk mu galip geliyor? Bakın size şunu söyleyeyim. Kuranı Kerim’in anlattığı Medine’yi, Tevbe Suresini dikkatle bir okuyun. En son inen surelerdendir. Bakın ki Resulullah orada adaylığını koysa kazanabilir miydi? Kesinlikle kazanamazdı. Dolayısıyla doğru yolda olmak başka, çoğunluk başkadır. Bizim tek hedefimiz şu olmalıdır. Tek başıma da olsam doğru yolda yürüyeceğim. Etrafına sağına, soluna bakarsan kaybedersin. Allah yardımcımız olsun. Allah rızasından ayırmasın.