Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülilllahi Rabbilalemin velakıbetü lil muttakin esselatü vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain
Sübhaneke lailmelena illa ma allemtena inneke entel alimül hakim
Cin Suresinin 18. ayetindeyiz. Kuran-ı Kerim’in 72. suresi ve elimdeki mealin 574. sayfası. Buradaki cümle buradaki cümle yapı itibarıyla yukarıdakine bağlı ama anlam itibarıyla farklı olduğu için 18. ayetten başlıyoruz. “Ve ennelmesacide lillahi fela ted’u ma’allahi ehade” Mescidler, Allah içindir. Secde yapılan yerler, namaz kılınan yerler Allah içindir. Allah’la beraber bir başkasını çağırma. Allah’la beraber bir başkasına yalvarma. Şimdi dua kelimesi geçiyor burada. Dua kelimesi, dua kökünden dilimizde kullanılan kelimeler vardır. Mesela davet. Düğünümüze şunu şunu davet ettik, deriz. Onun yerine çağırdık, kelimesi de kullanılır. Dua yerine, davet yârine dilimizde çağrı kelimesi de kullanılır. Şunu çağırdım, bunu çağırdım. İşte, düğüne falan falanları çağırdık da denir, şunu şunu davet ettik de denir. İşte dua da çağrıda bulunmaktır. Allah’tan başkasına çağrıda bulunma. Bu, insanların olağanüstü yollardan yardım istedikleri zaman başvuracakları şeydir. Yani olağanüstü dediğim, işte birisini düğününe davet ettiğin zaman bunda bir şey yok. Ya da birisini oğlum şuraya gel, Ahmet Bey şuraya git, falan dediğiniz zaman bir şey olmaz. Şunu getir, bunu getir dediğiniz zaman bir şey olmaz. Buradaki yasaklanan çağrı Allah’la beraber bir başkasını Allah’ın özelliklerine sahip kabul ederek çağırılmasıdır.
Şimdi şöyle düşünün: Eyüp Sultan’a gidiyor insanlar. Eyüp Sultan’dan bir şeyler istiyorlar. Kendilerine yardımcı olsun diye çağrıda bulunuyorlar. Şimdi ölmüş bir insan sizi nasıl duyar? Ölen duyar mı? Kulağı yok, kulağı çürümüş. Peki, duyduğunu farz etseniz size cevap verebilir mi? Sonra orada kuyruğa girmiş, akşama kadar binlerce insan gidip isteklerini sunuyorlar. Gerçekten böyle bir kişinin çağrılara cevap verdiğini düşünseniz orada binlerce insanı çalıştırması lazım. Sonra her dilden yalvarmalar var. Arabistan’dan gelmiş olan bir kişi Türkçe bilmez. Zaten ölmüş. Yaşayan insandan istiyorsunuz. Size bir şey vermiyor. Ölen kişiden ne istersiniz? İşte, şimdi insanlar kendi hayallerinde bir kısım özellikler veriyorlar. E, bu zatın Allah’ın yanında büyük değeri var. E, tamam varsa var, sana ne? Uğraş, senin de olsun. E, ne olacak? Bu zatın Allah’ın yanında büyük değeri var. Bu zat eğer Allah’la benim aramda aracılık yaparsa Allah bunu kırmaz. Peki, bu zat orada olsa, sen yanına gitsen, gerçekten de farz et ki Cenab-ı Hak onu kırmaz bir talepte bulunduğu zaman, Şimdi yanına gitsen, “Benimle ilgili olarak Cenab-ı Hakk’a şunu söyle.” desen –faraza yani, farz-ı muhal olmaz ya yani böyle bir şey- o, ne diyecek? “Ya, kardeşim ben seni hiç tanımam ki!” Başlayacaksın ben falanlardanım, işte biliyorsun ya, falan yerde şu vardı ya işte ben onlardanım diye tanıtmaya başlayacaksın. “Haa, e, iyi, tamam. Ne diyeceğim?” Ya, sende hiç akıl yok mu? Seni yoktan var eden, bu bahsettiğin kişileri de yaratan, beni de yaratan ve senin kalbini de her şeyini bilen Allahu Teala dururken sen gelmişsin bana. Ben Allah’a ne diyeceğim? Ben Allah’tan daha mı merhametliyim? Sana daha mı yakınım? Daha mı güçlüyüm? Şimdi düşünürseniz bunların tamamı mantıksızlıktır. Allahu Teala ile ilgili olarak insanlar sayısız delil bulabilirler. Ama Allah’tan başkasının olağanüstü güçlere sahip olabileceğine dair hiçbir delil yoktur. Bu sadece Cenab-ı Hakk’ın kudretiyle delillendirilen bir şeydir. “Efendim, Allah’ın gücü yetmez mi bu kişiye duyurmaya?” E, yeter. “E, peki bu şahıs benim isteklerimi Allah’a sunduğu zaman Allah kabul edemez mi?” Edebilir. Güzel de Cenab-ı Hak Ben böyle bir şeyi kabul etmem, diyor. O zaman sen zorla mı kabul ettireceksin? Ve Allahu Teala şunu söylüyor: “Ve men adallu min men yed’u mindunillahi men layestecibu lehu ila yeymil kıyame” Kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek birini yardıma çağırandan daha sapık kimdir? Şimdi mesela Eyüp Sultan’ın kapısında binlerce insan, milyonlarca insan gelmiş, kuyruğa dizilmiş, ondan bir şeyler istemiş. Şimdiye kadar hiç duydunuz mu? Bu okuduğum ayet Ahkaf Suresinin 5. ayetidir ve 503. sayfada. Hiç bu güne kadar duydunuz mu Eyüp Sultan kalkmış orada birisine cevap vermiş diye. Yani gidenler birçok şeyler iddia ediyorlar. Bu şahıs bizi duyabilir, bilmem ne yapabilir. Hepsini söylüyorlar. Ama Allahu Teala öyle bir yerden insanlara yaklaşıyor ki orada hiç kimsenin aksini söylemesi mümkün değil. Bugüne kadar herhangi bir kişi kalkıp da “Eyüp Sultan’a gittim, bir istekte bulundum.” “Tamam, senin isteğin oldu.” diye cevap verdiğini… Bir iddia var mı, böyle bir iddia? Kalktı bana cevap verdi diye. İşte Allahu Teala diyor ki: “Ve men adallu” Daha sapık kimdir? “min mey yed’u mindunillah” Allah’ın berisinden, ya da Allah’a yakın sayılanlardan bir kişiyi yardıma çağırandan. Allah’ın berisinden ya da Allah’a yakın sayılanlardan bir kişi… Bu kişi ister İsa(as) olsun, ister Muhammed(as) olsun, ister melek olsun, kim olursa olsun Allah’ın dışında hiç fark etmez. Çünkü “mindunihi” diyor. O “dun” kelimesinin manası hemen en yakınında, biraz aşağısında, şöyle elimi kabul edin. Üstteki el, şöyle aşağıdaki o alttaki parmağım bu üstteki elimin dunundadır. Yani diğer her şeyden daha yakındır elime. Şimdi Allah’a çok yakın bildiklerini insanlar yardıma çağırırlar. Hıristiyanlar kimi çağırır? İsa(as)’ı. Ne derler İsa(as)’a? Allah’ın oğlu derler, değil mi? Çünkü oğlu artık yani. Oğul ne demek? Babanın halefi demektir, değil mi? Baba emekli olduğu zaman ya da öldüğü zaman kim onun yerine geçer? Oğlu geçer. Ve dolayısıyla bugün Hıristiyanlık alemi, Allah’ı emekli etmiştir, dikkat edin. Hep oğulla ilgilenirler. Ama istekleri kabul eden oğul değildir. Allah’tır. Onu da söylerler. Derler ki: “İsa aracılığıyla Allah’a ulaşan bütün istekler kabul edilir, kesin.” Peki, deliliniz ne? İşte o Tamki’ye sorduk. Hatırlarsın Mustafa Bey sen de tercümanlık yapıyordun. “Deliliniz ne?” dedim. “Delil yok.” dedi. “Ancak hissedilir.” dedi. “Sevgi, hah, sevgi” dedi. “Ya hu!” dedim. “Buna aklınız eriyor mu?” “Ne yazık ki akıl işi değil bu” dedi. “E!” dedim. “Ne yazık ki insanlar akıllı… Keşke akıllı olmasaydılar.” Hiçbir delilleri, dayanakları, tutamakları yok. İşte Allah da diyor ki: “ve men adallu” Daha sapık olan kim? “ min men” o kişiden ki “yed’u” çağırır. “min dunillahi” Allah’ın yakınından. Çünkü herkes istekleri kabul edecek olanın yalnız Allah olduğunu bilir. Mekkeli müşriği de, Hıristiyanı da, Budisti de, herkes… Onun için hep ona yakınlar düşünülür. “men la yestecibu lehu ila yevmil kıyame” Öyle bir kişiyi çağırıyor ki kıyamet gününe kadar ona cevap veremiyor. Kıyamet gününe kadar ona cevap vermeyecek bir kişiyi yardıma çağırandan daha sapık kimdir? Bunu söyleyen Allah. En sapık bu işte, diyor. “ve hüm an düaihim ğafilun” Zaten onlar, bunların çağrısından da habersizdirler. Şimdi Eyüp Sultan’ı çağırıyorsun. Haberi yok ki! Hiçbir haberi yok Eyüp Sultan’ın çağrıdan. Ölmüş birisi. Gidiyorsunuz ona, diyorsunuz ki Eyüp Sultan! İşte oğlum imtihana girecek de falan filan. Yani hakikaten çok komik bir şey. Son derece komik bir şey. İşte akıllı olan insanlar, akıllarını işlevsiz hale getirdiği için böyle noktalarda Allahu Teala bunlar hayvan gibidir, diyor. Hayvan derken de her hayvan değil. Koyun, keçi, deve, sığır bu tür hayvanlar gibidir. Çünkü bunlar son derece uysaldır. Evcil hayvanlar, diyoruz. Hiç seslerini çıkarmazlar. Bakarsınız, başına bir köpek koyarsınız. Bir sürü koyun orada öyle yumak halinde kalır. Hiçbir tarafa da gitmezler. İşte Allah’ın verdiği aklı kullanmayan, Allah’ın verdiği düşünceyi kullanmayan, Allah’ın verdiği görüşü, basireti kullanmayanlar işte böyle hayvanlar gibi olur. Ve diyor ki Allah: “bel hüm adall” Onlardan da daha kötü durumdadırlar, diyor.
Diyor ki: “Yetiş, Ya Abdülkadir Geylani!” diyor. Birisi diyor ki: Efendim, ben Asya’da sürgün halindeyken, sürgündeyken Abdülkadir Geylani, beni her tarafta korudu bu müridini şöyle yaptı, böyle yaptı falan, anlatıyor. Demek ki Allah’tan daha güçlü. Allah’tan daha güçlü. Allah’tan daha bilgili öyleyse. Allah’tan daha merhametli. Sonra hayatında Rusya’nın, Asya’nın içlerine hiç gitmemiş olan bir kişi, hemen senin bulunduğun noktaya gelip yardım yetiştiriyorsa müthiş bir organizasyonu var. Çünkü aynı anda senin gibi binlerce kişi de yetiş dediğini söylüyor. O zaman Allah’a ne ihtiyaç var ki… Her çağırdığında geliyor. İyi valla, ne güzel! O zaman kim Cenab-ı Hakk’a ibadet eder ki? Onun için İslam’ın dışına çıktığınız andan itibaren akıl, mantık, her şey durur. Her şey durur. Ondan dolayı hep derler ki bu akıl işi değil. İşte o papazın “Sevgi, efendim” diyor. “Hissedilir” diyor. “Anlaşılmaz” Ama Allahu Teala aklını kullan, diyor. “ve men adallu”
Bir televizyon programındaydık. Ramazan’dı. Oruç Baba Türbesi ile ilgili sordular. Hocam, sen ne diyorsun? Diye. Dedim, benim bir şey dememin ne anlamı var ki? Benim dememin hiçbir ifadesi yok. Önemli olan Cenab-ı Hakk’ın ne dediğidir. Ben kendi kafama göre söyleyeceğim. Tutar mı tutmaz mı? Yok, yok sen ne diyorsun? Bir dakika, dedim. Hemen şu ayeti okudum. Şimdi ne gidiyorlar. Bir kere tesadüf etmiştim. Zeytinburnu’nda bir camiye vaaza gidiyordum Fatih’ten. Arabayla kestirme olsun diye Oruç Baba’nın oradan geçeyim, dedim. Hiç yanaşmak mümkün değil. Ya, şaşırdım, kaldım. Burada yangın mı oldu acaba, diye. Yoksa büyük bir olay mı oldu? Bu saatte, iftar vakti bu kadar insan burada ne arıyor? Ellerinde sirkeler var, bir şeyler var. Sordum, dediler, bilmiyor musun burada Oruç Baba var. İlk orucunu burada açana şu, şu, şu olur falan. Oruç Baba’dan bir şeyler arıyorlar. Neyse şimdi orada şu ayeti okudum. “ve men adallu” yani şu anda okuduğum “ve men adallu min mey yed’u mindunillahi men la yestecibu lehu illa yevmil kıyame” Allah’ın yakınından bilip de yardıma çağırandan öyle bir kişiyi ki kıyamet gününe kadar ona cevap veremez. Kıyamet gününe kadar kendine cevap veremeyecek birini yardıma çağırandan daha sapık kimdir? “ve hüm an düaihim ğafilun” Onalr zaten bu çağrıdan habersizdirler. Orada o spiker dedi ki: Hocam, tamam tam cevap oturdu, dedi yerli yerine. Fakat katılanlardan birisi dedi ki: “Mealden oku, mealden. Yanlış anlam veriyorsun” dedi. “Allah, Allah! Nasıl yanlış anlam?” Hiç de bakmamıştım yani ayetin mealine. Bir de baktım ki şöyle meal vermişler, bu elimizdeki meal fena değil. Oradaki meal şöyleydi. Yok tam ters değil, biraz yakın. Biraz yakın bu. Ama oradaki meal şuydu yani şu anda elinizde falan varsa görürsünüz: “Allah’tan başkasına, putlara, diyor parantez içerisinde putlara, kendilerine kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olan putlara tapandan daha sapık kimdir?” Onlar, bunların taptıklarından habersizdirler. Şimdi bu manadan Müslüman ne anlar? Mekke’ye gitti bu ayet. Bu ayet öldü, gitti. Öldü, gitti. Burada tam altı tane temel hata yapılmış. O zaman bizim kitaplarda görürsünüz. Bir ayetin mealinde altı kabul edilmez hata yapılmış. Kabul edilmez hata yapılmış ve ayetin manası tamamen öldürülmüş. Kimse yerine şey diyor. Allah kimse diyor, şey diyor. Yardıma çağırmayı, tapmaya çeviriyor. Ve Arapça bakımından birçok temel hatalar var. Ondan sonra da ayetin anlamı tamamen devre dışı bırakılıyor. Ayet-i kerimeyi öldürmek gibi bir şey. Sonra onlardan birisi dedi ki: “Kardeşim, ayete bu manayı verirsek o zaman dedi Şia ile tarikatları müşrik saymış oluruz.” Ben dedim ki: “Yani biz başka mana versek onlar kurtuluyor mu?” Yani Allah bize bakarak mı kararını verecek yoksa indirdiği ayete bakarak mı? Şimdi ne halde olduğumuza bakın.
Şimdi burada bir soru geldi: Bazı mescitlerin içinde veya bahçesinde türbe veya salih kişilerin konması Cin Suresinin 18. ayetine zıt değil mi? Evet, mescit o zat orada var diye mi oraya yapıldı yoksa Allah’a kulluk için mi yapıldı? O zat orada var diye orada bereketlenelim diye yapıldıysa şirk olur. Orada namaz kılınması da ibadetleri bozmuyor mu?
Şimdi, tabii o insanların ne maksatla yaptıklarını bilmiyoruz. Yani bir kimsenin kabri bir yerde olabilir. Kabirleri ziyaret ederiz ama kabirleri ziyaret sadece ibret almak içindir. Başka bir şey için değil. Yani biz de öleceğiz. Eğer diyelim ki Eyüp Sultan’ın kabrine gideriz ve bu zat ne kadar iyi bir insanmış diye hayatını düşünür, ibret alırız. İleri yaşına rağmen taa nereden kalkmış, gelmiş, burada şehit düşmüş. O zaman biz de yaş falan diye herhangi bir sınır tanımadan Allah’ın yolunda mücadele etmeliyiz, diye ibret alırız. E, biz de öleceğiz. Ama bu işi tersine çevirdiğiniz zaman ibret alma yerine ölüden yardım istemeye dönüştüğü zaman zaten akılsızlık ve mantıksızlık olur ve şirke dönüşür. Ha, bu insanlar orada yanlış yapıyorlar diye o camide namaz kılmanın bir zararı olmaz. Yani orada zarar o yanlışlığı yapanlaradır. Camide namaz kılmaya değil. Tekrar Cin Suresine dönüyorum.
“Ve ennelmesacide lillahi” Bu ayette zaten o soruya cevaptır. Mescitler Allah içindir. “fela ted’u ma’allahi ehade” Allah’la birlikte bir başkasına yalvarmayın. Mekkeli müşriklerle Hıristiyanlar, İsa(as)’a Allah’ın oğlu diyorlar. Mekkeli müşrikler de putlarına melek adı vererek Allah’ın kızı diyorlardı. Bir kısmı da Allah’ın velisi diyorlar, dostu diyorlar. Çünkü herkes biliyor ki Allah’ın kabul etmeyeceği bir şeyi hiç kimse kabul etmez. Dolayısıyla herkes işi Allah’a dayandırdığı için doğru yolda zanneder. Yani aslında ben Allah’tan istiyorum, ondan istemiyorum ki, der. Peki, ondan istemiyorsun da o neci? Sen onunla Allah’a baskı kurmak mı istiyorsun? Hani şimdi sizden birisi bir şey ister vermezseniz bu defa gider, eşinizi devreye sokar, oğlunuzu devreye sokar, amcanızı devreye sokar. Ondan sonra ne yaparsınız? İyice tepeniz atar.
(Salondan bir kişinin sözleri üzerine) Evet ayet orada yazıyor ama okuyan olmadıktan sonra ne işte… Yalnız işte insanlar böyle yani şeyler, şirk ve hurafeler bulaşıcı hastalık gibidir. Sürekli mücadele etmeyi gerektirir. Bir an için mücadeleyi bırakın. Mesela Türkiye’de yıllarca Verem Savaş Dispanserleri ciddi mücadele verdiler. Bir ara bıraktılar. Tekrar verem patladı. Şu anda durum ne, bilmiyorum. Aynen onun gibi şirkle mücadelede süreklilik esastır. Zaten Kuran ayetlerine bakın. Hemen her sayfada bununla ilgili hükümler vardır. Niye? Çünkü süreklilik gerektiriyor. Küçücük serbest bırakmaya gelmez, hemen devreye girer. Yani tamam onu oraya asarsınız ama okuyan olmadıktan sonra neye yarar? Yani okuyup da kavrayan olmadıktan sonra. Siz o ayetin mealini –mealler de zaten değiştirilmiş- okusa da bir işe yaramıyor.
“Ve enne hu lemma kame ‘abdullahi yed’uhu” Şimdi bu Cin Suresinde cinlerle ilgili yani Cinlerin Peygamber (sav)’i dinlemeleri ile ilgili olaylar anlatılıyor. Peygamberimiz cinleri görmemiş ama cinlerin kendisini dinlediğini ve sözlerini Allah Peygamber Efendimize bu surede vahiy suretiyle bildirmiş. “Ve enne hu lemma kame ‘abdullahi yed’uhu” Allah’ın kulu ne zaman ona dua için kalktıysa, duaya kalkmak namaza kalkmak demektir. Çünkü namaz zaten baştan aşağı duadır. “kadu yekunune ‘aleyhi libeda” Neredeyse onun üzerine keçeleştiler. Yani acaba ne diyecek? Ne okuyacak? Yani dikkatle takip ediyorlar ve Peygamber Efendimiz, o cinler onun etrafında keçeleşmişler. “Kul innema ed’u rabbiy ve la uşriku bihi ehada” Ya, Muhammed! Sen şunu söyle: Ben yalnızca Rabbime dua ederim. Yani Rabbimden yardım isterim. Bu konuda ona hiçbir şeyi katmam. Şimdi öyle deyince diyorlar ki yani birisinden bir bardak su istemek de şirk mi, diyorlar. Şimdi saptırmak isterseniz her şey olur. Yani insanlar eğer saptırmak isterlerse her şey olur. Burada ne denmek istendiği açık. Şimdi Allahu Teala’nın mesela Allah’a itiraz edemiyorlar, size itiraz ediyorlar. İşte bir Şeyh’le görüşmemizde şu olmuştu: Yani dedim ki ya bu işte Arafat’tan inerken adam dedi ki şeyhimin himmetiyle şöyle şöyle rahat indim falan. Ya dedim bu insanlara sohbet yaparken çok dikkatli olun. Bakın, yanlış anlıyorlar sizi. Ben çünkü o zaman zannediyordum ki bunlar doğru söylüyorlar da müritler yanlış anlıyor, zannediyordum. Gerçekten, yani! Dedim ki bak yanlış anlıyorlar. Konuşurken dikkatli konuşun, dedim. Dedi ki Allah müsaade ederse işitemez mi, yardım edemez mi? Dedim ama bak Fatiha Suresini okuyorsunuz her gün beş vakit namazda: “iyyake na’büdü ve iyyake nesta’in” diyoruz. Ya Rabbi! Yalnız sana kulluk eder, yardımı yalnız senden isteriz. Dedi ki sen ne dersen de. Biz inanıyoruz ki Allah’la bizim aramızda evliya-yı kiram ve meşayıh-ı izam hazeratının ervahı vardır. Yani büyük evliyaların ve büyük şeyhlerin ruhları aramızdadır. Allah’la bizim aramıza girmiştir. Biz onlardan istimdat eder, istianede bulunuruz. Yani onlardan yardım isteriz, onların bizim imdadımıza yetişmesini isteriz. Dedim bu benim sözüm değil ki sen ne dersen de diyorsun. Bu Allah’ın sözü, ben Allah’ın ayetini okudum, yani ben bir şey söylemedim ki… O zaman size ben şunu tavsiye edeyim, dedim. Namaz kılıyorsunuz ya, Fatiha’yı okurken “iyyake na’büdü ve iyyake nesta’in” i atlayın bundan sonra. O iki ayeti okumayın, dedim. Ama bunu kitaba yazmadım. Bu cümle orada yazılı değil. Çünkü çok ağır kaçardı. Bunu atlayın, dedim. Hiç olmazsa sözünüzle fiiliniz birbirine uysun. İşte Allahu Teala Peygambere emrediyor: “Kul innema ed’u rabbiy” De ki ben yalnız Rabbimi çağırırım; ona dua eder, yalvarırım. Başkasına değil. “ve la uşriku bihi” Ona ortak koşmam. Bak başkasına dua etmek ortak koşmak “ehada” hiç kimseyi.
Sonra Peygamber(sav)’le ilgili olarak Allahu Teala diyor ki: “Kul inniy la emliku lekum darran ve la reşeda” Ya Muhammed! Bir de onlara şunu söyle: Ben sizin için ne zarar vermeye güç yetirebilirim ne de sizi olgunlaştırmaya… Bakın Peygamber… Birisi diyor ki benden el aldı mı tamam, diyor. Gerek yok, diyor. Fotoğrafını görsem yeter. O sepete girmiş demektir, diyor. Televizyonda bütün Türkiye’ye hitaben konuşuyor birkaç sene evvel. Peygamber Efendimiz o kadar başarılı olamadı yani. Gördüğü müşriklerden hiç birisi Müslüman olmadı. Çok azı hariç. O, resmini görse oluyormuş. Bak Allahu Teala ne diyor? Kul ya Muhammed, sen şunu söyle: “Kul inniy la emliku lekum darran la reşeda” Ben size ne bir zarar vermeye güç yetirebilirim ne de sizi olgunlaştırmaya… Yani siz olgunlaşmak istemezseniz yapacak bir şeyim yok. E, birisi de diyor ki benim şeyhim kalplere tasarruf eder. Yani insanın kalbini çeker, çevirir. Batıldan Hakk’a çevirir. Ama Peygamberimiz yapamaz onu tabii.
“Kul inniy len yuciyreniy minallahi ehadun ve len ecide min dunihi multehada” De ki hiç kimse beni Cenab-ı Hak’tan kurtaramaz. Yani Allah bana bir zarar verecek olsa buna kimse engel olamaz. Bu Peygamber’e verilen emir. Ve ondan başka da sığınak bulamam.
“İlla belağan minallahi ve risalatihi” Benim yaptığım sadece şu: Allah’tan bana gelen vahiyleri insanlara tebliğ. Allah’ın bana indirdiği şeyleri insanlara anlatırım, o kadar. Benim yaptığım bu. Peygamberimizin sözü. Ben Allah’ın bana indirdiklerini insanlara anlatırım. İnsanlar kabul eder, etmez. Bu yağmur gibidir, yağan yağmur gibidir. Yağmur yağıyor. Mesela işte burada yağmur yağdı, asfaltın üzerine yağdı. Asfaltta bir şey bitiyor mu? Asfalttan kayıp gidiyor. Kaldırımlarda da bir şey olmuyor. Ama kaldırımların arasından bir toprağa sızarsa oradan bir bitki çıkıyor. Buradan süzülüp gidiyor, bakıyorsun şurada bir km. ötede bir tarlayı sulamış. Siz o yağmuru yağdırın. Yağdığı yerde bitmeyebilir ama başka yerde etkisini gösterir. Hiç ummadığınız yerde bakarsınız ki bu yağmurlar buradan süzülmüş gitmiş km.lerce ötede bir bahçeyi yeşertmiş olabilir. İşte Peygamber Efendimizin tebliği, o. Ben sizi olgunlaştıramam, ama benim yaptığım sadece tebliğden ibarettir, diyor. Allah bana neyi indirmişse onu size anlatırım, o kadar.
“Ve men ya’sıllahe ve resulehu feinne lehu nare cehennemehalidiyne fiyha ebeden” Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse, şey isyan ederse karşı gelirse gelsin, yani serbest, itaat da serbest isyan da serbest. Yapacaksan yap ama sonucuna katlanırsın. Onun payına cehennem ateşi düşer. Böyleleri sürekli kalmak üzere, ebediyen kalmak üzere cehenneme girerler.
“Hatta iza reev ma yu’adune feseya’lemune men ed’afu nasıren ve ekallu ‘adeden” Bunlar kendileri için yapılan tehdidi kıyamette nasıl olsa görecekler. O gördükleri zaman iyice öğrenecekler, kim daha zayıfmış. Yani kendilerini güçlü görüyorlardı Peygamber Efendimizin karşısında. Kim daha zayıfmış, kimin yardımcısı daha zayıfmış ve kimin etrafında insanlar daha azmış, görecekler. O az önce söylediğim olaya katılanlardan bir tanesi birkaç yıl sonra bana haber göndermiş. Abdülaziz Hoca’ya sorun, onun vaazını dinleyenlerin sayısı ona çıktı mı? İkinci bir şahıs bile olmayabilir. Bu benim yanlış yolda olduğumun delili olur mu? Etrafında topu topu kaç kişi var kardeşim? Ya, ben bir siyasi parti olsam gücüm oy oranıyla tespit edilir. E, bu böyle değil ki bu Allah’ın kelamını anlatırsın. Buradaki güç Allah’ın kelamını doğru anlatmakla biter. Orada o iş biter. Bütün gücümüzü orada sarf ederiz. Ondan sonra etkisi ne olacak? O bizim gücümüzün dışındaki bir olaydır. İsa(as.)’a on iki tane havariden birisi de yerini haber vererek ancak on bir tanesi samimi kalmıştı İsa(as.) başarısız bir kişi olarak mı değerlendiriliyor Kuran-ı Kerim’de? Yunus(as)’a da hiç kimse inanmamış, sonra dönüşte insanlar inanmışlar.
“Kul in edriy ekariybun ma tu’adune em yec’alu lehu rabbiy emeden” Ya Muhammed onlara şunu söyle de ki ben bilmiyorum. Size yapılan tehdit yakında mı başınıza gelecek yoksa Allah ona belli bir süre tanıdı mı? Yani yarın mı başınıza bu felaket gelir bir süre sonra mı gelir, ben bilmem. Yani ben geleceği bilmem, diyor. Şimdi birisi kalkıp şu anda çok yaygın olan bir kitapta şunu söylüyor. Diyor ki efendim, işte evliya geçmişi ve geleceği çok iyi bilir. Yani böyle teker teker bilir. Kıyamete kadar olacak olanları da bilir, geçmişte olanları da gayet iyi bilir. Ama neden geçmişi detaylı olarak anlatıyorlar da gelecekte birtakım rumuzlarla konuşuyorlar, birtakım simgelerle konuşuyorlar? Niye böyle yapıyorlar acaba? Cevap: Allahu Teala, ben gaybı kimseye bildirmedim, dedi ya… Allah’ı kötü duruma düşürmesin diye böyle yapıyorlar. Çünkü aşağı vururlarsa Ya Rabbi, sen kimseye bildirmedim, dedin ama el altından bunlara bildirmişsin. Aynen böyle… Bugün peşinden kimler gidiyor, kimler… Allah akıl versin akıl… Sıra dine geldiği zaman akıllarını cebe koymayı marifet sayıyorlar, ahrette görüşürüz bunlarla. Ya akıllı olurlar ya da gidecekleri yer bellidir. Bizim şu kadar şuyumuz var, bu kadar buyumuz var. Ahrette bunların hiç birisinin beş paralık değeri olmaz.
“Alimul gayb” Allah gaybı bilendir. “fela ala gaybihi ahada” Allah gaybı kimseye bildirmez. İşte orada bu ayeti yazmış. Allah böyle dedi ya… Yani Allah’ı kötü duruma düşürmesin diye gelecekle ilgili açık konuşmuyorlar. Birtakım işaretler, haşa… haşa… Bunlar ne yani? Bunlar kendilerini Cenab-ı Allah’tan güçlü sayan kişiler değil mi? Açıkça öyle işte. Ama git, binlercesine sor, en iyi dindar bunlardır. Yani en iyi Müslüman. O manada yani. Senin benim söylemem değil, Allah’ın demesi esastır. “Alimul gayb” Allah gaybı bilendir. Bu konuda çok daha açık bilgi öğrenmek isteyenler bizim internet sitelerinde bununla detaylı olarak sayfasıyla, numarasıyla, her şeyiyle bulabilirler. Ben şimdi burada bu şekilde konuşuyorum.
Gaybı bilendir Allahu Teala. Gaybını kimseye açmaz. E, Allah bildirirse bilmez mi, diyor. Ya, kardeş Allah bildirmem, diyor. Yani zorla mı Allah’a –haşa- baskı yaparak mı bildirteceksiniz? Bildirmem, diyor işte… Bir tek istisnası var. “illa menirtada min Rasul” Razı olduğu Rasul hariç, elçi. Mesela Muhammed(as.), öyle düşünelim. Peki Rasul’e gaybını nasıl bildiriyor? Kuran-ı Kerim Peygamberimiz zamanında gayb değil miydi? Yani inmeden önce? Ha, nasıl bildiriyormuş? “fe innehu” Allahu Teala “yesluku” şöyle bir kabul edin, mesela Peygamberimiz(sav)’e vahiy geldiği yer düşünün bunu “yesluku min beyni yedeyhi” ön tarafına “ve min halfihi” ve arka tarafına “rasada” gözcüler diker Allah. Peygamber’e vahiy gelirken önüne, arkasına gözcüler diker. Niye çünkü şeytana Allah vesvese yetkisi verdiği için Peygamberleri bundan istisna etmiş değildir. Oraya gözcüler dikerek şeytanların yaklaşmasını engeller oraya. Vahiy sırasında şeytanın gelip Peygamber’i meşgul etmesini engeller. Yani melekler orada tedbir alır. Bir rivayette En’am Suresi inerken elli bin tane melek inerek şeytanları yaklaştırmamışlar. Çünkü orada şirkle ilgili ayetler yoğunlukta. Niçin Cenab-ı Hak bunu yapar? “fe ya’leme” O Peygamber bilsin ki “en kad ebleğu risalati Rabbihim” Bu kendisine gelenler Allah’ın sözlerini getirdiler. Bu gelen sözler Allah’ın sözüdür. Başkasının sözü değil. “ve ahada bima ledeyhim” ve onların yanında o meleklerle beraber getirilen vahiy iyice kavrasın peygamber. Çünkü sağdan soldan birtakım bir şeyler girmediği için tamamen rahat bir ortamda onu iyice kavrasın. “ve ahsa kule şey’in adeda” ve her şeyi tek tek sayabilecek noktaya gelsin. Bu çok iyi bir şekilde gelen vahyi çok iyi bir şekilde kavrasın. Zihnine iyice yerleştirsin. İşte o vahiy peygambere de böyle gelir. “Benim içime doğdu, bilmem ne…” İçine doğan şey doğru da olabilir yanlış da olabilir. Vesvese de olabilir, bir meleğin yaptığı ilham da olabilir. Onu ayıramazsın. Ama Allahu Teala vahiy gönderirken böyle yapıyor. Efendim, diyor, bu kitap bize yazdırıldı. Öyle mi? Ondan sonra da ilham, falan diyorlar. Bak Allah böyle yapıyor. Çevrenizde melekler şey yaptılar demek ki tedbir aldılar, etrafı iyice sağlama aldılar. Ondan sonra size yazdırıldı, öyle mi? Cenab-ı Hak böyleleri için de yine aynı şekilde “Bunlardan daha sapık kimdir?” diye buyuruyor. Neydi o ayet? “feveylün lillezine yektübunel kitabe bi eydihim” Enam, 93 mü? Bakara Suresinde olacak Bakara. Bakara 79. Gerçi Enam’da da var yani. Bir tek yerde olmaz bu tür ayetler. 13. sayfada. “feveylün lillezine yektübunel kitabe bi eydihim” Yazıklar olsun şu kişilere. Kendi elleriyle bir yazı yazarlar. “sümme yekulune haza min indillah” Sonra derler ki bu, Allah’ın katındandır. “liyeşteru bihi semenen kalila” Bununla basit bir karşılık almak için yani kendisine bir itibar edinecek, kendini bir şey zannedecek, ya da bir dünyalık alacak falan. Yani bir karşılık alacak tabii. Boşuna mı bu yalanı söylüyor? “Feveylün lehüm mimma ketebet eydihim” Bunların elleriyle yazdıklarına yazıklar olsun. “ve veylün lehüm mimma yeksibun” ve bununla kazandıklarına yazıklar olsun.
Evet, son derece dikkatli olmamız lazım, uyanık olmamız lazım. Akıllı olmamız lazım, aklımızı çok iyi kullanmamız lazım. Menfaatlerimiz belirleyici olursa bu tip organizasyonlardan çıkamayız. Çünkü bir sürü menfaat ilişkileri içine sokarlar insanları. Ama Allah’ın rızası belirginse o zaman hiç problem değil çok rahat bir şekilde sıyrılır çıkarsınız.
Evet, şimdi… (bir soru üzerine) Mealine bakmadım. Ayetlerin meallerinde maalesef çok ciddi hatalar vardır. Bunları ben zaman zaman söylüyorum sizlere. Asırlar içerisinde meydana gelen erozyonlar işi öyle bir hale getiriyor ki anlaşılmaz oluyor. Hatta birçok ayet de birbirine zıtmış gibi oluyor.
Bu ayetin mealinde ne var? 13. sayfa mıydı? Bir okuyalım da… Ha Cin suresinde ha. Cin suresindekini diyorsanız işte ortada yani yanlışlık ortada. Bu konular öyle enteresandır ki ne meali yazan anlar ne okuyan anlar. Çünkü minareyi çalmaya karar verdiyseniz kılıfını hazırlamanız gerekir. Cevap olarak herhalde bu, yeter. Neyse şimdi bir ara verelim . 15 dakika sonra toplaşırız.