Abdülaziz Bayındır: Bugün hepinizin gayet iyi tanıdığı Ali Rıza Demircan Hocamızı dinleyeceğiz. Ama gençler belki tanımayabilirler. Onun için kısaca hocamızı tanıtalım. Hocamız 1945 doğumlu. 1970’de Süleymaniye Camiine 26 yaşında bir delikanlı olarak imam ve hatip oldu. Uzunca yıllar burada hutbeleriyle insanları aydınlattı. O zaman da çok kitap, makale ve hutbe yazdı şimdi de gayet güzel makale, kitap ve hutbeler yazıyor. Biliyorsunuz televizyon ekranlarında da sık sık görünür. Son olarak cariyelik konusunda çok güzel bir çalışma yaptı. Ben ona şunu söyledim: ‘Hocam, tarihe geçtiğinin farkında mısın?’ dedim. Dinlediğiniz zaman da bunu aynen göreceksiniz. Bu konuşmayı ilk defa size burada yapıyor. Kitap halinde de basıldı. Mustafa Çavdar yeteri kadar kitap getirdi buraya ve gerçekten cariye konusunda ne kadar yanlış bilgilere sahip olduğumuzu bu akşam hocamızdan öğreneceğiz. Kendisini konuşmaya davet ediyorum. Buyrun hocam.
Ali Rıza Demircan: Bismillahirrahmanirrahim.
Yüce Mevla’mıza hamd-ü senalar ederim. Aziz Peygamberimiz, biricik hayat önderimiz Hz. Muhammed’e salat ve selam ederim. Bu sohbetimizin hayırlara vesile olmasını Yüce Mevlamızdan niyaz ediyor, cümlenizi saygıyla selamlıyorum. Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatü.
Öteden beri alıştım İslam’a göre cinsel hayatı yazdığımda muhataplarım bana niçin böyle bir kitap yazdığımı sorarlardı. Hala da sormaktalar. Bunu için biliyorum ‘hocam nereden çıktı bu cariyeler ve sömürülen cinsellikleri?’ diye soru yöneltebilirsiniz. Hocamız Allah kendisinden razı olsun bazı konularda gerektiği şekilde duyarlıdırlar. Müsamahalarına sığınıyorum. Bu kitap bana yazdırıldı desem mubalağa etmiş olmam. Birden çıktı. İlk çalışmaları yaptığımda hocamıza ve ekibine arz ettim. Allah razı olsun bana bu çalışma devrim niteliğindedir. Tarihe adını yazdıracaksın denildi. Teşvik edildim. Yaptığım çalışmalar üzerinde görüş aldım, katkı aldım, destek aldım. Gerçekten hocamız ve ekibi olmasaydı bu çalışma size bir kitap şeklinde sunulamazdı. Niçin bu kitap yazıldı? Bütün ilahiyatçılar gibi bu konu benim sancımdı. Yaşadığımız şu şartlar içinde konuya biraz olsu eğilip de ızdırap duymayan, sancı çekmeyen bir ilim adamı düşünemiyorum. Sözün özüne gelirsek bu çalışmayı yapmamın bence üç sebebi var.
Bu üç birbirinden önemli sebepler bu çalışmayı yapmamıza neden oluşturdu. Sevgili kardeşlerim, aslında ben asıl yoğunlaştığımız alana yalnızca değineceğim. Ayrıntılara girersem sabahı buluruz. Ben sizin sorularınızla konuyu daha bir açabileceğimi zannediyorum. Ama bu cariyeler gçkten zembille inmedi, dolayısıyla konuyu evvela idrakimize yaklaştırabilmek için gerekli ön bilgilerin sunulmasında zaruret görüyorum.
Cariye nedir?
Cariye, meşru harp esiresidir. Meşru olmayan savaşın neticesinde alınabilecek esirler hürlerin esirleştirmesi anlamına zulümdür ve Allah’a düşmanlıktır bir hadis-i kutsiye göre. O halde meşru savaş… Bunun anlaşılması lazım. Toprak işgali veya tabii kaynaklar edinme ya da egemenlik, ırk hakimiyeti gibi nedenlerle yapılacak savaş islamda gayrimeşrudur. Bu savaşın bizim kitabımızda yeri yoktur. Kutsallığı da yoktur. Bir özet çıkararak ifadelendirirsek Mümtehine suresinin 8 ve 9. Ayetlerine göre;
Bu üç kırmızıçizginin ihlali savaş nedenidir İslam’da. Pek çok ayet var. Bir ayetle özetlersek
(Arapçası) ‘Sizinle savaşanlarla siz de Allah’ın koyduğu ölçüler içinde savaşın. Konulan bu ölçüleri çiğnemeyin. Allah koyduğu ölçüleri çiğneyenleri sevmez.’ Bakara 191
Savaşların sonuçları olacaktır. Kaçınılmaz olarak. İşte bu sonuçlardan biri de esir alınmasıdır. Soru olarak gelirse üzerinde dururuz. Mütecaviz savaşçılardan ve onların kadınları ve çocuklarından esirler alınabilir. Sorunuzu daha sonra bekleyeceğim. Normaldir açıklanma istenmesi. İslam devleti orduları düşmanın stratejik hedeflerini çökerttiğinde, onları savaşamaz hale getirdiğinde, galebe çaldığında esir alabilir. Ondan önce, çökertmeden önce ganimet amacıyla esir alınması haramdır. Şimdi bu esir alınması ile ve esir alındıktan sonra yapılması gerekenlerle ilgili olarak bizi yönlendiren ilahi ölçü Muhammed suresinin 4. Ayetidir. Şimdi inşallah haddi aşmamış olurum, bugünkü kabullerin zıttına bir ifadede bulunacağım. Bu ayet İslam’da köleliği aslında onaylamadığı, hazır bulduğu köleliği noktalayan, donduran, yepyeni bir sistemi ikame eden, İslami esirlik sistemi, düzeni dediğimiz yapıyı oluşturan ayettir.
(Arapçası) ‘mütecaviz saldırganlarla savaştığınızda onların boyunlarını vurun. Onlara iyice galebe çaldığınızda bağı sıkı tutun. Öz anlamıyla esir alın. Ve sonra ya karşılıksız olarak salıverin ya da belirlediğiniz fidyeleri alarak salıverin.’
Kuranın getirdiği bu. Savaş olabilir. Fakat savaşın akabinde alınan esirler insandır. Allah’ın kullarıdır. Hür doğmuşlardır. Esirlik geçici bir statüdür. Bu esirleri köleleştiremezsiniz. Köleleştirme anlamına istiğbat veya istirkak sözcüğü veya bu anlamı içeren bir ölçü yoktur Kuranda. Sünnette de yoktur. Ya karşılıksız veya karşılıklı. Üçüncü bir alternatif yok. Şartlar gereği bu karşılıksız salıverme veya karşılıklı özgürleştirme şartlara göre bir süre alabilir. Ama yapılabilecek olan ya o ya budur.
Şimdi sevgili kardeşlerim. Bu alınan esirler Enfal suresinin 41. Ayetine göre 5’te 1’i devletin tasarrufuna girer. 5’te 4’ü canını ortaya koyarak savaşmış olan mücahitlere tevzih edilir. Ancak İslami yönetimler içinde yaşanılan şartlara göre kararlar alabilir. Benim tespit edebildiğim kadarıyla mücahitlerin savaşı veren mücahitlerin hakları şöyle veya böyle garanti altına alınarak ki bunun peygamberimizin tatbikatında örneği var devlet bütün esirleri kendi tek eline alabilir ve tutabilir. Ancak tarihi dönemlerde devletin İslami yapının esirleri barındıracağı kamplar, istihdam edeceği ekonomik imkanlar olmadığı, onların yiyecekleri, giyecekleri, sağlık problemleri karşılanacağı için mücahitlere tevzi zarureti vardı. Bugün de olabilir ancak devlet asıl üzerinde duracağımız konu bakımından fark etmez bu esirleri kendi yönetiminde tutabilir. Şimdi bu kadar bilgi verdikten sonra şu noktaya geçelim. İslamın temel edeplerinden biri ‘Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker’ göreviyle insanların islamla tanışması ve İslamlaştırılmasıdır. Karşılıksız bırakılabilir ama fidye almada ısrar da edilebilir. Burada yönetimler özgürdür, karar almada. Şimdi fidyeyi kim verecek? Fidyeyi esirin kendisi verebilir, ailesi devreye girebilir, ödeyebilir, vatandaşı bulunduğu devlet de ödeyebilir. Fakat bu üç kaynaktan hiçbirinden bir hareket görülmezse ne olur? Ana soru bu. Kimse sahip çıkmıyor. Elde 10.000 tane esir var. Tekrar bir noktaya gelelim. Bunlar kul olarak yaratılmış olan, Ahsen-i takvim olarak yaratılmış olan, göklerin ve yerin kendileri için yaratıldığı insandır. Bunları ilelebet ne köleleştirebilirisiniz ki böyle bir uygulama yok, ne de uzun dönemler esir edebilirsiniz. E ne olacak hocaefendi? Olacağı şu: Yaradanın koyduğu iç mekanizmalar devreye girecek. Nedir onlar? 1) Zekat. Biliyorsunuz zekat bir devlet vergisidir. Zekatı İslami yönetimler alır ve Kuranı Kerim’in Tevbe Suresinin 60. Ayetinde belirlenen 8 mahalline verir. Bunlardan bir tanesi hatırlayın, nedir? Ve firrikap fonudur. Yani esirlerin azat edilmesi fonu. Yani İslami toplum yaratanın bir emri olarak bütçesinden belli bir bölümü sahip olduğu bu esirlerin azat edilmesi için ya elindeki esirlerin azadı için veya Müslümanlardan düşmanların eline geçen esirlerin kurtarılması için ayrılır. Ve firrikap bir. Başka? Şimdi bunlar toplumda bir problem. Bunlar yiyecek bunlar içecek bunlar yatacak kalkacak , bunların hastalıklarında tedavileri yapılacak, devlet veya şahıslar şu yola gidebilirler Allah’ın emri olarak veya esirlerden talep gelmesi halinde Nur suresi ayet 33
(Arapçası) Mesela esirlere devlet fideye olarak kişi başı 30 milyar der. Ya devletin kendisi veya esirlerin kendisi der ki beni özgürleştirmen için bir sözleşme yapalım. Devlete veya tevzi edilen mücahit savaşçılara, kendilerine esirlerin tevzi edildiği kişilere. Esir de teklif edebilir, devlet veya kendisine tevdi edilen mücahit savaşçı da teklif getirebilir. Her iki teklifin de makul olması koşuluyla kabul edilmesi zarureti vardır. Kabul etmeme diye bir durum yok. Çünkü ‘fe kazibihum’ emirdir. Karidelerden soyutlanmış emirler vücub ifade ederler. ???? yani arkadaş, sen esirsin. İlim adamı mısın, marangoz musun, terzi misin, motorcu musun, her ne isen 30 milyar fidyeni ödeyeceksin. Anlaşma yapılır, esir kendi başına bırakılır İslam toplumu içinde. Parasını getirdiğinde özgürlüğüne kavuşur. Ne oldu? Bir zekat o esirin dışında, iki sözleşme akti. Buna kitabet diyoruz. Buharide ve diğer kaynaklarda özel bir bab’ı vardır bunun. ‘ifk’ denilen özgürleştirme bölümü ve sözleşme yapma bölümü. Bu ikinci ifk mekanızmadır. Bir taraftan zekat bir taraftan da bu kitabet akti birkaç yıl içinde bu problemi çözer. Ama daha güçlüleri de var bir yönüyle. İslam toplumunda hata ile adam öldürmede hata ile insan öldürülmesine neden olunduğunda ölümüne neden olan kişinin varislerine bir diyet ödenmesi gerektiği gibi bir de Müslüman esirin azadını Kuran ilkeleştirmiştir. Nisa suresi ayet 92. (Arapçası) ‘… Münin bir esirin azad edilmesi.’ Bu yasa. Kuran yasası. Bir de kişilerin yeminlerini bozduklarında kefaret olarak yapabileceklerinden biri de esir azadıdır. Bir de zıhar var. Hadi onu da görev olarak yükleyelim. Mücadele suresi ayet 3-4. Zıhar nedir, ne değildir? Ve yemin kefaretiyle alakalı olarak da bak Maide 89. Bunların dışında bana göre çok daha etkili bir teşvik var. O da Belet suresinde insanlara aşamayacağı baş erdem, her ferdin üstlenip yapamayacağı insani ameller sunulurken Allh-u zül celal ‘…..’ der. ‘Esiri azad etme’ ve esiri azad etmenin cennete girme nedeni olacağı devamında belirtilir. Hz. Peygamberin (a.s) daha bir müjdeli ki beni en fazla o etkiliyor. ‘Kim bir esiri azadtederse onun her bir organına mukabil azad eden kişinin organı cehennem azabından azat edilir.’ Şimdi yazarken çizerken düşünmüşümdür. Hz. Peygamber efendimizin örnekleri var. Bazı sahabelere duymadıkları bu hadisler aktarıldığında hayretler içinde kalıyorlar. Gerçekten Allah’ın peygamberi böyle buyurdu mu? Diye soruyorlar. Evet buyurdu denilince anında devreye giriyorlar. 1 esir, 2 esir, 3 esir… Elinde esir bulunan azat ediyor. Ahiret hayatı, ebedi hayat… Hz. Peygamberin dilinden yapılan vaatler urfedilmeyeceğine göre.. Bu saydıklarımızı zekat, sözleşme akti, hataen adam öldürme cezası, zıhar ve yemin kefareti ve azat etmeye yönlendiren cennetle müjdelenip cehennemden kurtuluş amaçları sunulup yapılan teşvikler. Bir yol daha var. O da İslam toplumundaki erkek veya kadın esirlerin evlendirilmesi ve onlarla evlenilmesi. Bu da bir özgürleştirme yoludur. Geleneksel fıkhımızda alan kapalı. Ancak kişi kendi öz cariyesiyle ancak nikahlanabilir. Kendi cariyesiyle nikahlandığı an cariye hür olur. Bir başkasının yönetimi altındaki cariyeyle evlendiğinde mehri cariye alır. Malik değil. Mehri alan cariye kendisini hürleştirecek ilk çekirdek sermayeyi oluşturmuş olur. Bu da bir alan. İşin yalnızca bu özgürleştirme boyutu yok. Bunlar mağdur insanlar. Bunlar İslam toplumuna kazandırılabilecek acılı insanlar. Bunlar bedenen ve ruhen eşlere ihtiyacı olan insanlar. Bunları kendi bünyemizde eritilmesi gibi bir amaç da var. Şimdi mesele bu cariyelerle erkek esirlerle hür kadınlarımızın evlenmesi ve hür erkeklerimizle cariyelerin evlenmesi konusu. Burada verilen sadece bu evlendirme ve evlenme ve nikah altında olması. Ama gelgelelim öyle bir yapı oluşturulmuş ki önce Allah’ın karşılıksız veya karşılıklı salıverme alternatifi ile yapılacakları belirlemesine rağmen tarih boyunca bu insanlar köleleştirilmiş.
Konumuz cariyeler. Cariyelerin cinselliğini sömürmek için ne yapılması gerekiyorsa Kuranla sünnetle irtibatlandırılarak bir sömürü yapısı oluşturulmuş. Nedir bu sömürü? Şimdi bunu kısaca vereyim. Hazırlanın sıra size gelecek. Çünkü buranın usulü de öyle. Ne olmuş?
Evli olan veya hür Müslüman kadınlarla evlenebilecek durumda olan kişilerin nikahlayabileceği 4 kadın yanı sıra dilediği kadar cariye edinmek… Evli olan veya hür bir kadınla evlenebilecek olan Müslüman erkek cariyeyle nikahlayamaz. Kuran hükmüdür bu. Ama bu dörde kadar hür, parasal gücünüze göre sınırsız cariye.
İki nikah yapılmaksızın cariyelerle mülkiyet yoluyla cinsel ilişkiye girebilme… İstanbul’da benim tespit edebildiğim birkaç yerde avrat pazarları var. Yüzlercesi geliyor. Zaten güzelleri pazara düşmeden pazarlanıyor. Bu pazara getirilenler pazardan alınıyor, bir adet döneminden sonra nikah yok, odalık olarak değerlendiriliyor. Üç ay sonra vatandaş bıkıyor, tekrar bu esiri avrat pazarına döndürüyor. Yeni gelen vatandaş alıyor, o da bir adet döneminden sonra o da odalık olarak devam ettiriyor. Ben bu çalışmanın içinde dehşetler içinde kaldım. Yani şeraitin gölgesinde fuhuş meşrulaştırılmış. Göreceğiz, iddiamızın boş olmadığı anlaşılacak. Oysa ki nikah yapılmaksızın asla bir ilişki söz konusu olamaz. Şimdi bunu tamamlayıcı bir unsur. ..Kişi kendi cariyesiyle evlenemez. Çünkü kendi cariyesiyle evlense, nikah akti olsa sınırlanacak. Parasal gücüne göre sınırsız cariye alamayacak. Mülkiyet yoluyla alınan cariyeler direk olarak satılabilecek, satsın alınan cariyeler önceki kocalarından boşanmış olacaklar. Yani bir cariye satın alınıyorsa, evliyse o satın alma boşama hükmündedir. Evlendirilirken zaten cariyelerinin rızalarının alınmasına hiçbir gerek yok. Malikleri, yani üzerlerinde hukuken tasarruf sahibi olanlar, cariyelerinin istisnasız bütün vücutlarına bakabilirler. Yabancılara göre cariyelerin örtünmesi gereken yerler göbekle diz kapakları arası. Kendileri maldır. Mal sahibi olamazlar.
Kuran’a aykırı. Her biri… onlara karşı işlenen suçların hür kadınlara karşı işlenen suçlar gibi cezalandırılamayacağı, onların hemen hemen her yerde vücut ve eda ehliyeti bakımından eksik oldukları gibi Kuran’ a da sahih sünnete de asla meşru görülemeyecek bir yapı. Şimdi bu yapının ana fıkıh kitaplarımızda ve tefsirlerimizde köşe taşlarını veririsem.
Şimdi ara veriyoruz.