Abdulaziz Bayındır: Eûzubillahi mineşşeytanirracim bismillâhir rahmânir rahîm. Elhamdulillahi rabbil alemin vessalâtu vesselâmu alarasulina muhammedin ve ala alihi vesahbihi ecmain.
Bugünkü dersimiz Beled Sûresi. Kur’an-ı Kerim’in 90. sûresi olan bu Sûre Mekke’de inmiştir. Allah’u Teala şöyle buyuruyor;
Lâ ugsimu bihâzel beled: ”Hayır! Bu beldeye yemin ederim.”
Ve ente hıllum bihâzel beled: ”Sen bu beldede korumasız olduğun zaman bile bu beldeye yemin ederim.”
Yani şimdi sana hertaraftan dokunuyorlar, rahatsız ediyorlar, ama bu belde yine önemini devam ettiriyor.
Ve vâlidiv ve mâ veled: ”Valide ve onun veledine de yemin olsun.”
Valid kelimesi daha çok ‘baba’ anlamında kullanılır ama anne anlamına da gelir. Burada hem anne hem baba anlamı daha uygu oluyor. ”Valide ve veledine yemin olsun” anaya, babaya ve çocuklarına yemin olsun. Şimdi herbirimiz ya ana babayız ya da çocuğuz. Dolayısıyla hepimiz bir ana babanın çocuklarıyız. Dolayısıyla bu ayet tüm insanları içerisine alan bir ifade taşıyor.
Legad halagnel insâne fî kebed: ”Şurası bir gerçek ki insanı kebed içerisinde yarattık.”
‘Kebed’ insanın ciğeri manasına geliyor. Ciğerde meydana gelen hastalık ki insanı fazlaca sıkınıtya sokan şey. İnsanoğlu kendisini fazlaca sıkıntıya sokan şartlar içerisinde yaratılmıştır. Ana rahmindeki durumu bir sıkıntıdır, doğumu bir sıkıntıdır, doğduktan sonraki durumlar bir sıkıntıdır.
Şimdi uyku çok güzel bir nimet olarak gözüküyor ama gündüz akşama kadar çektiğiniz sıkıntıların giderilip, ertesi günki sıkıntılara vücudun hazırlanması içindir. Kaldı ki uyku içerisinde de sıkıntılar içerisinde olur insan yine de. elinize bir nimet geçtiği zaman şımarmamanız gerekir şükretmeniz gerekir. Başınıza bi sıkıntı geldiği zaman sızlanmamanız gerekir sabretmeniz gerekir. Dolayısıyla kişinin kendini koruması gerekir. Eğer kişiler kendilerini korumasız bırakırlarsa, bütün sıkıntılar üzerine fazlasıyla gelir. Hayat baştan sonra bir sıkıntıdır. Fakat insanoğlu bu sıkıntıların üstesinden gelecek şekilde yaratılmıştır. Onun için Allahu Teala Bakara Sûresi 286.Ayetinde;
Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ: ”Allah hiçbir nefsi gücünün üzerinde birşey ile sorumlu tutmaz”
buyrulmuştur. Sıkıntılar ne kadar olursa olsun, insanlar onun üstesinden gelecek şekilde yaratılmıştır. Dolayısıyla bu Ayeti Kerime’ye şu anlamı vermek daha uygundur.
Legad halagnel insâne fî kebed: ”İnsanı sıkıntıların üzerinden gelecek güçte ve kuvvette yaratmışızdır.”
İnsanlar içerisinde bulundukları sıkıntıların- sıkıntı ne olursa olsun- üstesinden gelebilecek bir güçtedir. Bu sebeple canını dişine takması ve sıkıntıları yenmeye çalışması gerekmektedir. Sıkıntıların üstesinden gelen yılmayanlar gayet başarılı olurlar. Ama bunların bir kısmı şımarır, şımarık hale gelir.
Eyahsebu el ley yagdira aleyhi ehad: ”İnsan ne hesap ediyor? hiç kimse onun hayatını dar etmeyecek mi? Öyle mi düşünüyor?”
Şimdi sıkıntıların üstesinden geldikçe kendini daha güçlü hissediyor, sonra kuralları ben koyarım kimse karışamaz, hiç kimseyi ilgilendirmez demeye başlıyor. ‘İnsan ne zannediyor?’ Kendisine hiç kimse karışmaacak mı?
‘yagdira aleyhi’ şu anlama geliyor. Kişinin sınırlarını çizmek ölçülerini belirlemek. Yani sen şu şartlar altında çalışabilirisin. Bu ne oluyor? Helal haram, sevap, farz,vacip koyuyor, sünnet koyuyor vs..bir takım kurallar koyuyor. O da diyor ki hayat benim, istediğim gibi yaşararım, bana kimse karışamaz diyor. Yani sıkıtıların üstesinden gelince bu defa da yaratana da başkaldırmaya başlıyor.
Yegûlu ehlektu mâlel lubedâ: ”Der ki deste deste para harcamışım, yığınla mal harcamışım.”
yani şunu derler;
-Ben bu duruma gelene kadar ne paralar harcadım! Sen ne konuşuyorsun?
Kendi düzenini bozmamak için elinde gelen gayreti gösterir. Mesela;
-Ben yatırım yapmışım kardeşim!
Adama diyorsunuz ki;
-İçki haramdır.
diyor ki;
-Sen ne konuşuyorsun ben bunun için bir ömür verdim, bir servet harcadım. Ben bu seviyeye gelinceye kadar çok uğraştım.
Yahut bir insana diyorsun ki;
-Bak Allahu Teala şöyle bir takım şeyleri yapmanı istiyor.
O da;
-Bırak kardeşim ya, sen Allah’ı neden işin içine karıştırıyorsun? Bu benim işim, bu benim mesleğim ben bunu bırakamam diyor. Ben buna neler harcamışım, ne yatırımlar yapmışım, bırakılır mı? diyor.
Eyahsebu el lem yerahû ehad: ”O ne hesap ediyor? onu hiç kimse görmedi mi?”
Yani içki haramdır diyen Allah, içki için bu yatırımların yapılmış olabileceğini, faiz haramdır diyen Allah, faiz için bir takım işler yapılmaya çaılışıldığını bilmiyor mu? İlgisizce mi verilmiş bu ayetler ne zannediyor insan kendini? Tabi bu ayetler Mekke’de inmiş olan ayetlerdir. Peygamber (sav)’e karşı çıkanlar, Mekke’nin başasrılı insanlarıdır. Ebu Cehil; belli bi noktaya gelmiş. Peygamber (sav)’e karşı çıkması, onu sadece kıskanmasından dolayıdır. düşüncesi şöyledir;
-Olur mu haşimoğulları bir peygamber çıkardı, onun karşılığında bizde bir peygamber çıkarmalıyız ama gücümüz yok böle birşeyi yapamıyoruz. Biz şimdi haşimoğullarının emrine mi gireceğiz?
Yani Allah’ın emrine gireceğini düşünmüyor. Biz bu noktaya gelinceye kadar neler yaptık? Ne yatırımlar yaptık? Bütün bunları bırakacağız öyle mi? İşte kaybedecek şeyleri olanlar karşı çıkarlar. Şimdi de siz insanlara Allah’ın kitabına uyun dediğiniz zaman onlar eğer başka kitap oluşturmuşlarsa, Allah’ın emrine direnirler. Bu arada;
-Peki bizim kitap ne olacak? Bizim ekmek teknesi ne olacak? Felancanın filancanın kitabı ne olacak demeye başlarlar. Çünkü yatırım ypmışlar ornlara. Orada belli bir makam gösterinceye kadar gayret göstermişler, işte onun kaybolmasını istemiyorlar. Yoksa doğruyu anlamadıklarından değil.
Eyahsebu el lem yerahû ehad: ”Bunlar ne hesap ediyor? Onları hiç kimse görmüyor mu?”
Bu kainata bir düzen veren yok mu? Sizi yaratan, besleyip, büyüten size emir vermeyecek mi?
Elem nec’al lehû ayneyn: ”Biz bu insan için iki tane göz oluşturmadık mı? İyice görsün diye.”
Ve lisânen ve şefeteyn: ”İki tane dudak ve bir dil vermedik mi?”
İki kere dinlesin bir kere konuşsun, gerçekleri görsün.
Ve hedeynâhun necdeyn: ”İki tane yol göstermedik mi?”
Felagtehamel agabeh: ”Ama o dağ geçidine tahammül edemedi. Dağ geçidinin yolu ona sarp geldi”
Göze alamadı o geçidi geçmeyi. halbuki o geçitleri geçmeden ovalara ulaşmak mümkün değil.
Ve mâ edrâke mel agabeh: ”Dağ geçidinin sana ne olduğunu kim söyledi? Nereden biliyorsun?”
Fekku ragabeh: ”Bu bir boynu sıkıntıdan kurtarmaktır.”
Adam köledir, hürriyetini kaybetmiştir ya da ağır borç altında ezilmektedir,hpse atılmıştır, baskı altındadır gibi..İşte bunları bu sıkıntıardan kurtarmak. İşte dağ geçidi bu. Bu sıkıntılardan kurtarmak. Banane kardeşim! Banane yapasaydı! demeyeceksin. Ne yapmışsa yapsın. Sen Allah rızası için onu o sıkıntıdan kurtarmaya çalışacaksın. Böylelerini kurtarmayacaksın! demesinler. İnsanın yapması gereken budur. Diğeri şeytan vesevesesidir. Allahın senden istediği birşeyi yapabilinicek ise onu yapmaktır.
Ev ıt’âmun fî yevmin zî mesğabeh: ”Ya da açlık günün de,herkesin aç olduğubir gündebirisini doyurmaktır.”
Tokluk varken birisini doyurmak kolay ama aç olduğu zaman insanları doyurmak önemlidir.
Yetîmen zâ magrabeh: ”Akrabadan bir yetimi.”
Çünkü en iyi yakınları bilir o durumu.
Ev miskînen zâ metrabeh: ”Ya da toza toprağa belenmiş, çaresiz kalmış bir kişiyi doyurmaktır.”
Büsbütün çaresiz kalmış ne yapacağını şaşırmış birini doyurmaktır.
Summe kâne minellezîne âmenû ve tevâsav bis sabri ve tevâsav bil merhameh: ”Sonra inanmış kişilerden olmaktır. Birbirine sabrı tavsiye eden ve birbirlerine merhametli olmayı tavsiye edenlerden olmaktır.”
Birbirlerine sabrı tavsye etmeliler çünkü insanoğlu sürekli bir meşakket içerisindedir. Bu tıpkı dağa çıkmak gibidir. Bakarsınız önünüzde bir tepe var. Bu tepeyi çıktımmı tamam. Bakarsınız ki önünüzde daha büyük tepe var. Onu da çıkarın arkasından daha büyük bir tepe, onu da çıkarsın tekrardan arkasında daha büyük bir tepe, ardından bir dere iniş yaşarsınız ve tekrardan çıkış yaparsınız. İniş de sıkınıtı, çıkmak da sıkıntı. Düzlür bir yer vardır birkaç adım atarsınız, bakarsınız ki bitmiş düzlük yer. Hayat hep öyledir, sürekli sıkıntılarla..Çıkışta sıkıntılı, iniş de sıkınıtlıdır. Dolayısıyla hep sabretmek gerekir. Sabrederseniz, yani şartlar ne olursa olsun başaracağını bileceksin. Çünkü Allahu Teala sana başaramayacağın bir yükü altından kalkamayacağın yükü sana yüklemez. Hiçbir zaman gevşeklik göstermeyeceksin, başarıya yürüyeceksin herşeye rağmen. Onun için de birbirimize sabrı tavsiye etmemiz gerekir.
Ulâike ashâbul meymeneh: ”Onlar meymenet ashabıdır.”
‘meymenet’ kolaylık demektir. Yani hep insanlara kolaylığı gösterirler. Hep önlerinin yumuşak olacağını söylerler. Yani şimdi sen bu tepeyi çık önün iniş olacak. İşte şöyle rahat edersin, burada bu olur, şurada şu olur devamlı insanları iyiye teşvik etmek kolaylığa rahatlığa teşvik etmek. işte bunlar ‘ashabı meymeneh’tir.
Vellezîne keferû biâyâtinâ hum ashâbul meş’emeh: ”Ama ayetlerimiz karşısında nankörlük eden, görmeyenler, şom ağızlılardır.”
Şimdi o dağa çıkmanın sıkıntısı vardır ama herbir konaklama yerinde çeşme başında felanca yerde uyuklamada da bir rahatlık vardır. Yani Cenabı Hakk rahatlıkla sıkıntıyı hep içiçe yerleştirmiştir. Siz o sıkıntılar önemsemesseniz hep o rahatlığa adapte olursanız, o sıkıntılar da rahatlamaların işareti olduğu için size zevk vermeye başlar. Niye önemsemiyorsunuz bu dünyada yaşamanın şartları bunlar bu dünyada yaşıyorsan bunları göreceksin.
Şimdi bazen böyle rastlıyorum; birisi başkasına bir sıkıntısını anlattığı zaman;
O da;
-Allah bunu bir daha göstermesin, Allah bir daha böyle acı vermesin.
Diye dua ediyor. Bu bir dua mı? Yaşıyorsan ağır acıyı da göreceksin hafifi de göreceksin. Bir de acıyı kim görmez ölen insan görmez. O zaman acıyı göreceksin. Peki bu halde söylenmesi gereken nedir? ‘Allah sabırlar versin, Cenabı Hakk mükafatını versin, Allahu Teala bu kaybettiğinin yerine daha hayırlısını versin.’ Denebilir ama Allah bir daha böyle acı göstermesin demek böyle birşey olmaz. Olmayacak duaya da amin denmez.
hum ashâbul meş’emeh: ”Şom ağızlılardır.”
Bunlardan can sıkıcı, rahatsız edici, insanın umudunu kırıcı şeyler duyarsınız. ‘Kardeşim çıkçık bitmiyor!’ gibi işin hep olumsuz taraflarını görürler. Sen işin iyi yanına bakmalısın. Aynı şeydir ama iyi tarafına baktığın zaman, kendine güç kuvvet bulursun, kötü tarafına baktığın zaman, kaybedersin. Yani insanoğlu kendisini neye göre şartlandırırsa vücut onun karşılığını tepkisini verir. Şöyle düşünün, gündüzün akşama kadar açlık ve susuzluğa dayanaayan insanlar, kesin karar verince ramazan günü ne acıkıyorar ne susuyorlar. Çünkü vücuda o komutu verdiğinde vücut o performansı yakalıyor ama kesin komutla. Bir de desen ki akşamdan, yarın bir bakayım eğer dayabanilirsem oruç tutacağım, kesinlikle dayanamazsın. Şimdi mesela sigara tiyakileri; bazıları diyor ki bırakabilirsem bırakacağım, bırakamassın hiç boşuna uğraşma. Öyle yarım yamalak niyetle hiçbir şeyin sahibi olmassın. Ama kesin olarak niyet edersen ve Cenabı Hakk’tan yardım dilersen, tıpkı oruçta olduğu gibi, şartlar ne olursa olsun bırakırsın. Dağa çıkıyosun, dağın tepesinin Allahın izniyle aşarım dersen, aşarsın. Biz kiiim dağa çıkmak kim. dersen bir iki adım sonra kesilirsin. İşte sana hep böyle yaparsın başarırsın diyen insanlar ‘ashabı meymenet’tir. Yani ağızları hayıra açılanlardır, ama öbürleri ağızları şerre açılan kimselerdir. Bunlar Cenabı Hakk’ın verdiği nimetleri görmezlikten gelirler.
Aleyhim nârum mué’sadeh: ”Onların üzerinde, kendilerini çepeçere kuşatan bir ateş bulunur.”
Yani herşey onlar için kötüdür. Sen ne kadar işin iyi tarafından bahsedersen bahset, o kötü tarafını bulur ve kötü şey, aslında kendisini yakar bitirir. Kendini bir ateş çemberi oluşturmuştur. İşte bu ayetler insaların hayatını kısaca özetliyor. Hayıra, güzelliğe, iyiliğe karşı çıkanlar; o konuda sadece kendi çıkarları için yatırımı olan insanlardır. Kaybedecek birşeyleri olmayan insalar için hiçbir problem yoktur ama kaybedecek birşeyleri varsa, karşı çıkarlar. İşte peygamberimize karşı çıkanlar da hep onlar olmuştur. Evet bir soru geldi;
Kuran’da ‘sabret’ten çok ‘sabrı tavsiye et’ deniyor. Bunun hikmeti hakkında bilgi verir misiniz?
Abdülaziz Bayındır: ‘Sabret’ de var. ‘Hasbir’ diye Kuran’ın birçok yerinde geçmektedir.
Vasbir alâ mâ yegûlûne: ”Onların sözlerine karşı sabret. Onlar ne derse desinler sen katlan.”
Şimdi hem sabretmek bize emrediliyor hem de sabrı tavsiye etmek bize emrediliyor. Biz birbirimizle yani sosyal olarak yaşadığımız için, ister istemez birbirimizden etkileniriz. Şimdi bakın burada bu salonu dolduran insanlarız, hepimizi bir diğerimiz etkiliyor, oturmamızı, kalkmamızı, dinlememizi, konuşmamızı vs..herşeyimizi etkiliyor. İki kişi birlikte olduğumuzda tavırlarımız farklı olur, tek başına olduğumuzda da tavırlarımız farklı olur. Dolayısıyla birbirimizi etkilememiz, birbirimize sabrı tavsiye etmemiz ve birbirimize hakkı öğütlememiz gerekir. İki türlü görevimiz var; hem sabretme görevi, hem de sabrı tavsiye etme görevi var. Sabrı tavsiye et iki yerde var. Birisi Asr Sûresinde karşılıklı sabrı tavsiye etme şeklinde, bir de burada. Yunus Sûresinin109. Ayetinde geçen;
vasbir hattâ yahkumallâh: ”Sabredin Allahın hükmü gelinceye kadar.”
A’raf Sûresinin 128. ayetinede de geçtiği gibi;
Gâle mûsâ: ”Musa kavmine demişti ki”
ligavmihisteînû billâhi vasbirû: ”Allah’tan yardım isteyin ve sabırlı olun.”
Yani sabırlı olun emri çok var. Ama birbirine sabrı tavsiye etmek iki yerde var ama farketmiyor. Cenabı Hakk bize sabretmemizi emrediyor ama birbirimize karşı sabrı tavsiye etmek de görevimizdir, çünkü bu dünya imtihan yeridir. Burası rahat etme yeri değildir, gevşeme yok, olmamalı. Bu dünyada kendimizi mutlaka korumak zorundayız, günahlara karşı korumak zorundayız. Dünyanın çeşitli etkilerinden yani sıcağa karşı, ya da soğuğa karşı korunmak zorundayız. Dünyanın çeşitli yerlerindeki insanların kötü bakışlarına karşı konrunmak zorundayız. Her bakımdan kendimizi korumak zorundayız. Korumak da ciddi bir gayret ister, her zaman önümüze yeni bir yokuş ve yeni bir sıkıntı çıkacağı için de, sabretmemiz ve birbirimize sabrı tavsiye etmemiz gerekir. Sabretmeyen bir kişinin başarı şansı yoktur. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.
innellahe meassabirin: ”Allah sabredenlerle beraberdir.”
Sabır herşeye rağmen o şeyi yapmaya devam etmektir. Yani gevşetmemek ve vazgeçmemektir. Yani oturup beklemek değildir sabır. Herşeye ragmen hedefe yürümeye devam etmektir sabır. Şartlar ne olursa olsun. Dikkat edin atletlerin yatığı koşu yarışlarına bakın, bazen birisinin adımı diğerinden bir saniye yere indiği için o kazanır, diğeri kaybeder. Yani burun farkıyla kazanıldı denir. ‘Dolayısıyla başaran ben olacağım’ diyeceksiniz. Bunu kafanıza koyarsanız kesinlikle başarırsınız. Ama baştan işi gevşek tutarsanız, başarmanız mümkün olmaz, çok ciddi çalışmak zorundayız. Her konuda. Biliyorsunuz Allahu Teala’nın bize verdiği emir var. Enam Sûresinin 162. Ayetinde şöyle buyruluyor;
estaizübillah
Gul inne salâtî ve nusukî ve mahyâye ve memâtî lillâhi rabbil âlemîn: ”Şöyle de; benim namazım, ibadetlerim, yaşamam ve ölmem varlıkların sahibi Allah içindir.”
O halde herşeyimizi ona borçluysak, herşeyimizi onun için yapmalıyız.
Enam Sûresini 163. Ayetiyle devamında;
Lâ şerîke leh: ”Onun hiçbir ortağı yoktur.”
ve bizâlike umirtu: ”Ben böyle emir aldım.”
ve ene evvelul muslimîn: ”Ben müslümanların en önde olanıyım.”
Dolayısıyla mutlaka bir numara olmaya çalışıcaz. Dolayısıyla bu emir doksan yaşındaki biri için geçerli mi? Evet. O zaman, o adam artık bizden geçti deme hakkına sahip mi? Değil. Eğitimsiz bir insan için geçerli mi? Benle nerden alakası var diyebilir mi? Kadın için geçerli mi? Erkek için geçerli mi? Evet. Kesinlikle. Öyleyse Allahu Teala hiç kimseyi gücünün yetmeyeceği ile sorumlu tutmayacağına göre; demek ki her birimizin bir numara olabildiği bir saha vardır. Onu biz buluruz, bulmalıyız. Eğitim onun için yapılır zaten. Siz onun için gayret gösterirseniz Cenabı Hakk önünüzü açar. Müslümanların bir numarası olmamız lazım. Bir de şunu da hiç unutmayalım arada sırada da terkrarlıyoruz Necm Sûresinin 39. Ayetinde buyrulduğu gibi;
Ve el leyse lil insâni illâ mâ seâ: ”Kişinin kendi yaptuğından başlkası kendinin değildir.”
Yani yaratılıştan gelen kabiliyetler senden değil ki, insan şöyel der;
-Çok zekiyim.
-Çok zekisin de bu zekayı sen mi yarattın? haşa.
Ya daşöyle der;
-Çok güçlüyüm.
-Ama o gücü sen vermedin ki.
Ancak bu zekayı doğruya kullanırsan işte o senin içindir. Bu gücü doğruya kullanırsan işte bu sana aittir. Dolayısıyla başkasının başarısıyla övünmenin bi anlamı yok. Benim bir arkadaşım var şöyle iyi böyle iyi gibi şeyler diyenler vardır toplumda. Bir çokları oturur işi gücü başkasının başarısını anlatmaktır. Güzel de bunun sana bi faydası yok. O başarı senin olursa sana faydası vardır. Çünkü sen yarın Allah’ın huzunda sen, senin yaptıklarından hesaba çekileceksin. Öyleyse bir şeyden bahsedeceksek, biz yapmak durumundayız. Allah’ın emirlerini ben tutmadıktan sonra, etrafındakiler yüzdeyüz tutuyormuş benim için önemli değil. Benim bununla övünmeye hakkım yok ki. O onların fiili senin değil. Bunlara da son derece dikkat etmemiz lazım.
Ve el leyse lil insâni illâ mâ seâ: ”İnsan için çalışıp gayret gösterdiğinden başkası kendisinin değildir.”
Bugün sure kısa olduğu için burada btirelim.