Euzubillahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim.
Bu akşamki konumuz başörtüsü ve laiklik. Tekvir Suresine bu hafta ara vermiş oluyoruz. İnşaallah önümüzdeki hafta devam ederiz. Geçen hafta, evvelki hafta ve hala Türkiye’de cereyan eden olayları görüyorsunuz. İnsanların Allah’ın bir emrini yerine getirmeleri bir çoklarını fena halde rahatsız ediyor. Emri verene karşı çıkmaya cesaretleri olmadığı için emri uygulayanlara karşı çıkıyorlar. Aslında bu bir ilahlık iddiasıdır. Yani Allah’ın emri olmasın bizim dediğimiz olsun mücadelesidir. Tabii böyle bir mücadele, bu kelimelerle bir mücadeleye girmek herkesin karı değildir. Bu sebeple kelimeleri değiştirmek gerekiyor. Burada bulunabilen ve sıklıkla kullanılan kelime laikliktir. Dersimizin içerisinde laikliğin ne demek olduğunu inşaallah sizlere anlatacağız.
Bu arada bir de şunu yapıyorlar, efendim işte hocalara söyledik, televizyona çıkmadılar, hiç kimse cesaret edip gelmiyor. Bu yüzde yüz yalan! Bundan emin olun böyle bir olay yok! O gelmiyor diyenlere biz telefon ettik, böyle bir olay yok. Nasıl olsa hiç kimse arka planda ne olduğunu bilmeyecek böylece söyleyip gidecekler. Yalan söylemeye ne gerek var, gerçeği söyleyin.
Şimdi neyse bu tür mücadeleler olacak, geçen hafta da anlatmıştık, bunların tartışılıyor olması çok güzel. Tartışma sırasında dozu kaçıranlar var. Bu da olacak, ister istemez olacak. Dozu kaçıran birisinin dinine saldıran, bunların hepsi olacak. Yani bu dünyada yaşıyorsak buradaki hayatımız bir engebeli koşudur. Dolayısıyla, her şeyle karşılaşabiliriz. Yani imtihan edildiğimiz için. Musa (a.s.)’ın karşısına çıkanlar, Muhammed (s.a.v.)’in karşısına çıkanlar, her müslümanın karşısına çıkacaktır, bir şekilde bir başka kimlikle çıkacaktır. Dolayısıyla kimin gerçek mü’min, kimin de işte başkaları inandığı için ben de inandım diyerek, uydum kalabalığa türünden mü’min olup olmadığı ortaya çıkacaktır. Burası imtihan dünyası olduğu için Cenabı Hak o şartları yaratacaktır.
Şimdi burada öncelikle başörtüsünün, Allah’ın emri olup olmadığına bakmak lazım. İşte deniyor ki, başörtüsü Yahudiler’de de var. E bundan tabii ne var? Tabii ki olacak, olmaması yanlış olur. E rahip kıyafeti, elbette rahip kıyafeti olacak. Çünkü Cenabı Hak, “Şeraa lekum mineddini ma vessabihi Nuhen” buyuruyor. “Allah Nuh’a neyi emretmişse, sizin için de bu dinin şeriatı kılmıştır” (Şura 42/13) diyor. Onun için bu dinin emirleri bütün diğer dinlerde tekrarlanıp gelmiştir. Yani Muhammed (s.a.v.) yeni bir din getirmiş değil ki. Allahu Teala Nuh (a.s.)’a neyi emretmişse Muhammed (s.a.v.)’e de onu emretmiştir. “Vema umuru illa liya’budullahe muhlisine lehud din, İnsanlara verilen emir sadece şudur. Allah’a kul olsunlar samimiyetle ve dini yalnız Allah’ın dini olarak tanımak suretiyle kul olsunlar.” (Beyine 98/5). Şimdi insanlar muhakkak bir şeye kul olurlar. Bazıları kendi nefislerine kul olur, canı nasıl istiyorsa öyle yapar, dinin bir takım emirleri hoşuna giderse onu da kabul eder. Allah emrettiği için değil kendisi güzel gördüğü için kabul eder. Hatta bazen hesabına geldiği için kabul eder. Mesela, miraslarda bunu hep görürüz. Dinle imanla alakası olmayan bir kişi, abdestli namazlı kız kardeşine göre daha fazla mal almak için birden bire müslüman olur miras sırasında. Hemen gelir fetva almaya çalışır. Yani insanların hesabına geldiği zaman Allah’ın emri de olsa kabul eder. Ama Allah emrettiği için değil hesabına geldiği için. Allah emrettiği için yaparsa Allah’a kulluk yapmış olur, hesabına geldiği için yaparsa Allah’a kulluk yapmış olmaz, kendi nefsini ilahlaştırmış olur. “Muhlisine lehud din, dini Allah’a has kılarak,” samimi olarak Allah’a kulluk etsinler diyor. Dini Allah’a has kılmak ne demek, yani Allah’ın dinine uymak demektir. Hiç kimse kendisini dinsiz görmez. Ben dinsizim diyenler diğer dinleri beğenmiyorum demek isterler. Çünkü kendi kafasına göre bir hayat tarzı vardır, o onun dinidir. Ve kendi hayat tarzında da mutlaka bir Allah inancı vardır. Ateist de olsa bir Allah inancı vardır orada. Allahu Teala’nın istediği dini Allah’a has kılmaktır, yani Allah ne diyorsa o olsun. Allah ne diyorsa o olsun diyemezseniz bu defa başkalarının dediği olur. İşte o başkalarının dedikleri de farklı şeyler olur.
Şimdi örtünmeyle ilgili, daha fazla şey yapmadan, biraz hızlıca geçelim çünkü okuyacağım çok sayıda ayet var. Araf Suresinin 26. ve 27. ayetlerini lütfen açın. Kur’an’ı Kerim’in 7. Suresidir, 154. sayfa. Şimdi burada Allahu Teala diyor ki: “Ya beni ademe gad enzelna aleykum libasen yuverisev atikum, sizin için bir elbise indirdik” bu indirdik denmesi elbisenin oluşmasının gökten inen suyla ilgisini göstermek içindir. Çünkü pamuk da, keten de, yün de gökten su inmezse oluşmaz. “Gad enzelna aleykum libasen yuverisev atikum, size bir elbise indirdik ki sizin çirkinliklerinizi kapatır.” Bunlar kişinin edep yeri dediğimiz ön ve arka kısımlarıdır. “Verişen, bir de süs olsun diye indirdik.” Yani süslenme elbisesi. Yani insanların bir örtünmek için bir de güzel gözükmek için giyindiği elbiseler vardır. “Ve libasut takva zalike hayrun. Takva elbisesi bu ikisinden hayırlı olandır.” Takva kelimesi korunma demektir. Yani buradan o her zaman anladığımız takva anlamını almayın lütfen! Ayrıca bir de dini elbise yok yani. Bazıları dini kisve falan diyor, değil! Allah’ın emirlerine uymak zorundasınız. Bir müslümanın dini olan, olmayan elbisesi olmaz yani dinin emrettiği bütün elbiseler uygunsa dine dini elbisedir. Çünkü dini elbise dediğiniz zaman, işte papaz kıyafeti gibi özel kıyafetler akla gelir. Takva elbisesi demek kişiyi koruyan elbise demektir. Koruma da sıcağa soğuğa karşı olduğu gibi kişiliğinizi koruyucu elbise manasına da gelir. Yani sizin itibarınızı koruyacak, gittiğiniz yerde sizin hak ettiğiniz değerin verilmesini sağlayacak olan bir elbisedir. Dolayısıyla elbisede iki şey vardır. Demek ki bu ayeti kerimeye göre iki gaye var; birincisi kişiyi sıcaktan soğuktan koruması, ikincisi de kişiyi bulunduğu yerde dikkate alınacak bir şekilde saygın bir konumda göstermesidir. İşte o saygın konumda gösteren elbise süstür. Yani güzel elbisedir. Güzel elbise giymeyi Cenabı Hak asla yasak etmiş değil, işte bakın burada Allahu Teala öyle bildiriyor. “Zalike min ayatillahi leallehum yezzekkerun. Bu onların ayetlerindendir, belki onlar düşünürler.” Yani düşünürseniz bu gerçekleri kavrarsınız. “Ya beni adem, ey ademoğulları, la yeftinennekumuş şeytanu kema ehrace ebeveykum minel cenneti yenziu anhuma libasehuma, ey ademoğulları şeytan sakın sizi sıkıntıya sokmasın, anne babanızı cennetten çıkardığı gibi, o bahçeden çıkardığı gibi, ikisinin elbisesini soyuyordu ki bu elbise onların çirkin yerlerini örten elbiseydi. Kendilerine çirkinliklerini göstersin diye.” Şimdi burada öyle anlaşılıyor ki karı kocanın birbirine karşı da o edep yerlerini örtmesi tavsiye edilen bir şey oluyor bu. Emir değil de daha iyi olduğu anlaşılıyor buradan. Çünkü karı koca birbirini her zaman güzel görmeli. Çirkin görürse o zaman hoş olmaz. “İnnehu yerakum huve ve kabiluhu min haysu la teravnehum, o ve onun gibiler sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler. İnna cealneş şeyatıne evliyae lillezine la yu’minun, biz şeytanları inanmayanların dostları yaptık.”
Aynı sure hemen bir kaç ayet sonrasına bakın lütfen, 31. ayet. “Ya beni adem, ey ademoğulları, huzu zinetekum inde kulli mescid, süsünüzü her secde yerinde takınınız, üzerinize alın.” Süs neydi şimdi az önce okuduğumuzda süs? Edep yerlerini kapatan elbisenin dışındaki elbise. Demek ki insanın bir edep yerlerini kapatan, bir de onu güzel gösteren elbisesi oluyor. Yani kişiyi güzel gösteren elbise. Şimdi siz bu elbiseyi dersiniz ki, tamam başkalarına karşı yani dışarı çıktığımız zaman benim kişiliğimi ortaya koyacak bir elbise giyineyim dersiniz. Ama namaz kılarken Allah’a ibadet ediyorum niye giyineceğim ki dersiniz. Mesela oruç tutarken elbiseli miyiz? Zekat verirken elbise giymemiz gerekiyor mu? Ya da Hac sırasında işte tamam bir ihram giyiniyorsunuz ama onu çıkarıp banyo yapabiliyorsunuz. Yani örtülü olma şartı yok. Orada örtü başkalarına karşı, E ben Allah’a ibadet ediyorum, ibadette niye örtüneyim ki diyebilirsiniz. Ama Allah öyle demiyor. Diyor ki: “Huzu zinetekum inde kulli mescid, her secde yerinde ziynetinizi takınınız.” Yani elbiselerinizi giyininiz. Yani güzel elbiseler. Şimdi kirli elbiseye güzel denir mi? O zaman temiz ve güzel, temiz ve güzel elbiselerinizi giyininiz. Her secde yerinde. “Ve kulu veşrebu, yiyiniz içiniz, vela tusrifu, israf etmeyiniz, innehu la yuhibbul musrifin, Allah israf edenleri sevmez.” Tabii bu israf yeme içmede de olur, giyim kuşamda da olur. Mesela birisi için israf sayılan bir elbise ya da yeme içme bir başkası için ihtiyaç olabilir. Çünkü herkesin kendi imkanlarına konumuna göredir bunlar. Şimdi burada ayetleri okuyayım tekrar geri döneceğiz. Ama burada bir takım kavramlar var onlara lütfen dikkat edin. Mesela burada ziynet kelimesi geçti, kadın için de erkek için de elbise. Demek ki namaza durduğumuz zaman öyle düzgün ve güzel şeyler giyinmemiz lazım çünkü Allah’ın huzuruna çıkıyorsunuz. Yani değer verdiğinizi göstermektir bu yaptığınız ibadete. O zaman daha dikkatli ibadet yaparsınız.
Nur Suresinin 58. ayeti, 358. sayfa: “Ya eyyühellezine amenu liyeste’zinkumullezine meleket eymanukum vellezine lem yebluğul hulume minkum selase merrat.” Şimdi “elinizin altındaki köle ve cariyeler,” eskiden hizmet yapan köle cariyeler vardı biliyorsunuz “ve henüz büluğa ermemiş olan çocuklar üç zamanda, üç vakitte sizden izin alsınlar. Min kabli salatil fecri, sabah namazından önce, ve hıne tezaune siyabekum minezzahirati, öğlende elbiselerinizi çıkardığınız zaman, ve min ba’di salatil işa’, yatsı namazından sonra, selasu avratin lekum, bu üç vakittir ki o vakitte sizi başkalarının o kıyafetinizle görmesini istemezsiniz.” Yani öğleyin öğle uykusuna çekilmişsiniz, rahat şeyler giyersiniz, işte akşam yatsıdan sonra uykuya çekilirsiniz, sabah namazından önce uykuda olursunuz, uyuyacak olursunuz yani o zaman kendi odanızda farklı giyinirsiniz. Çocuk da olsa içeri girerken izin alsın ki ona göre toparlanasınız. Bu ne demektir? Çocuklara karşı da örtmemiz gereken yerlerimiz olacak demektir, değil mi? Öyle değil mi? Yani çocuklara karşı da örtülü olması gereken yerlerimizin olması lazım. İşte bunu Peygamber (s.a.v.) dizkapağı ile göbek arası şeklinde belirtmiş. Tamam olur. Bir de Peygamber (s.a.v.)’in bir yerde, işte bir kuyu başında otururken dizinin açıldığı, Ebubekir ve Ömer girdiği zaman demini bozmadığı, Osman girdiği zaman dizini örttüğü, niçin örttün diye sorulduğu zaman da işte Osman’dan melekler bile haya ediyor ben etmeyeyim mi, dediği şeklinde bir rivayet de var. Şimdi bu rivayete dayanan Şafi’ler diyorlar ki: İşte bugün bizim şort dediğimiz yani dizin bir kısmı örtülürse yeter. Yani bir ön ve arkayı örten bir elbise bir de dizin bir kısmını örten bir şort tabii ikisi bir de olabilir. Bu yeterlidir derler. Yani bunlar en az, işte o çocuklar o kısmı bile yani ondan daha aşağısını görmemeliler. “Leyse aleykum vela aleyhim cunahun ba’dehunne, bu üç vakit dışında” yatsıdan sonra, sabah namazından önce, öğlen vakti dışında “size de onlara da bir günah yoktur” çocuklara ve hizmet eden köle ve cariyelere. Yani kapıyı çalmadan girebilirler. “Tavvafune aleykum ba’zukum ala ba’z, sizin etrafınızda bunlar dönüp dolaşırlar, siz onların yanına girmek ihtiyacında olursunuz, onlar sizin yanınıza girmek ihtiyacında olur, odalarına girerken bu üç vakit dışında izin almaya gerek yok. Kezalike yubeyyinullahu lekumul ayati vallahu alimun hakim. Allah size ayetleri böylece açıklıyor, Allah bilir doğru karar verir. (Nur 24/58). Şimdi demek ki çocuklara karşı da, küçük çocuklara karşı da örtünmemiz gereken yerlerimiz var. Sonra devam ediyor ayet, “Ve iza belağal etfalu minkumul hulume, İçinizden çocuklar bulüğa erdikleri zaman, bülüğ çağına vardıkları zaman, felyeste’zinu, izin isteyerek odanıza girsinler. Kemeste’ze nellezine min kablihim, onlardan öncekileri izin aldığı gibi.” Yani daha önce bulüğa erenler nasıl birbirlerinden izin alarak giriyorsa artık onlar da izinsiz girmesinler. Yani ne baba oğlunun kızının odasına ne anne oğlunun kızının odasına ne kardeşler birbirinin odasına izin almadan girmesinler bulüğa erdikten sonra. Tak tak vurursunuz, izin verilirse girersiniz. Hangi vakit olursa olsun. Çocuklar için üç vakit ama bulüğa erenler için yirmidört saat izinsiz girmek yok odalarına. “Kezalike yubeyyinullahu lekumul ayatihi vallahu alimun hakim. İşte Allah ayetlerini size böyle açıklar, Allah bilir ve doğru karar verir.”
Şimdi o zaman demek ki mutlaka örtülmesi gereken yerler var. Şimdi o yatak odası denen odada karı koca birlikte olabiliyor. Karı kocanın birbirine karşı yasak olan bir tarafı yok. Ama Adem (a.s.) olayında olduğu gibi yine edep yerlerini örtmelerinin daha iyi olduğu anlaşılıyor. Çünkü bu her zaman birbirlerini güzel görmelerini de sağlar. Yani ayetten anlaşılan o. Sonra tekrar o Nur Suresinin 27. ayetine dönüyoruz, 353. sayfa “Ya eyyühellezine amenu, mü’minler, la tedhulu buyuten ğayra buyutikum hatta teste’ nisu” az önceki olayı tekrarlıyor, “Sizin beytinizden başka bir beyte girmeyin.” Şimdi beyt ne demek biliyor musunuz? Beyt içerisinde gece kalınabilecek olan bir yapı demektir. Mesela Beytullah dediğimiz Kabe, dört duvarın üzeri bir tavanla örtülmüş. Dolayısıyla buradaki beyt bizim ev dediğimiz zaman anladığımız şey değil bizim odamız. Herkesin içinde gecelediği yer. O zaman sizin odanızdan başkasının odasına kendinizi tanıtmadan hatta başkasının evi de aynı şekilde söz konusu tabii. Başkasının evine kendinizi tanıtmadan, kapıyı vuruyorsunuz, kim o, ben. Tamam da herkes bu ben kelimesini kullanır da sen kim? Tanıt ben falanca filanca diye. “Vetusellimu ala ehliha, ve orda oturanlara da selam vermeden içeri girmeyin.” diyor. “Zalikum hayrun lekum leallekum tezekkerun. Bu sizin için hayırlı olandır, belki aklınızı başınıza toplar düşünürsünüz. Feinlem tecidu fiha ehaden fela tedhuluha, kimse yoksa girmeyin, hatta yu’zene lekum, size izin verilinceye kadar, ve ingıle lekumurciu, müsait değiliz geri dön denirse geri dönersiniz, ferciu huve ezkalekum, sizin için en temiz olan budur.” Dönün denirse, müsait değiliz denirse dönersiniz. İşte geldik de içeri almadı da falan gibi dedikoduya gerek yok. “Vallahu bima ta’melune alim. Leyse aleykum cunahun en tedhulu buyuten ğayra meskunetin fiha metaun lekum. İçinde oturulmayan evlere ya da odalara” oturan birisi yok, mesela yatak odası değil ya da işte bir ambar. Yani bütün binalar için bu söz konusu olur. “Oralara eğer içinde size ait bir meta varsa girebilirsiniz.” diyor. “Vallahu ya’lemuma tubdune vema tektumun. Neyi açığa vurduğunuz, içinizde ne olduğunu Allah bilir.” Başka niyetle de girmiş olabilirsiniz ama sizin malınızla ilgilenmek için girmeniz gerekir, esas girmenizi meşru kılan odur. Şimdi bakın görüyor musunuz? Bak! Konut dokunulmazlığı var, kişisel dokunulmazlıklar var, hepsi var bu şeylerde.
Ondan sonra, “Gul lil mu’minine yeğuzzu min ebsarihim, mü’min erkeklere söyle gözlerini kıssınlar,” gadtaksıra manasındaki, eksiltmek manasına. Simdi bazıları böyle gözünü diker bakar. Öyle değil, ihtiyacın kadar bakar şey yaparsın. Bakmasınlar demiyor bak dikkat ederseniz. Yani şöyle gözünü dikip de karşı tarafı, zaten insan rahatsız olur böyle şeylerden. Normal bakışlar tamam. Ama gözünüzü dikip de bakmayın diyor Cenabı Hak erkekler için. “Ve yehfezu furucehum, ve namuslarını korusunlar, zalike ezka lehum, onlar için en temiz olan budur. İnnellahe habirun bima yesneun, ne yaptıklarını Allah çok iyi bilir.” (Nur 24/30). “Vallahu ya’lemu hainetel a’yuni vema tuhfissudur. Allah gözlerin hainliğini ve insanların içinin ne gizlediğini gayet iyi bilir.” (Mü’min 40/19).
“Ve kul lil mü’minati yağdudne min ebsarihinne, mü’min kadınlara da söyle onlar da öyle bakıp durmasınlar yani bakışlarını eksiltsinler.” Yani öyle fazlaca değil ihtiyaç kadar bakıp hemen gözlerini çeksinler. “Ve yahfazne fürucehünne, ve namuslarını korusunlar. Ve la yübdıne zınetehünne” şimdi asıl konu bu “Zinetlerini açmasınlar.” Şimdi zinet kelimesi neydi? Araf Suresinin 31. ayetindeki zinet neydi? “Huzu zinetekum inde kulli mescidin, her secde yerinde her namazda zinetinizi üzerinize alın,” ayetindeki zinet neydi? Elbise, güzel ve temiz elbise değil mi? Ha zinet kelimesi süs manasına da gelir, tabii ki güzel elbise süstür. Yani insanın süsüdür. Yani sizi güzel gösteren, itibarlı gösteren bir elbise sizin süsünüzdür. Şimdi kadın için özellikle Cenabı Hak burada diyor ki: “Ve la yübdıne zınetehünne, Zinetlerini açmasınlar.” Şimdi burada da kadın için farklı bir durum var. Allah kadının bütün vücudunu da süs kabul ediyor. Şimdi, “Huzu zinetekum inde kulli mescidin, bütün secde yerinde elbisenizi giyinin.” Hangi elbise? Edep yerlerini kapatanın dışındaki elbise değil mi? Çünkü süs olan elbise dedi Araf Suresinde. Bundan tepeden tırnağa örtünmek gerektiği anlaşılır. Ama bu ayet biraz kolaylık tanıyor. Diyor ki: “Ve kul lil mü’minati yağdudne min ebsarihinne, ve yahfazne fürucehünne, ve la yübdıne zınetehünne. Mü’min kadınlara söyle.” Bu sadece mü’min kadınlar için, başkaları için değil. Şimdi mesela bügün diyorlar ki: Efendim işte bunlar başlarını örterler yarın başkalarını başını örtmeye mecbur ederler diyor. Böyle bir olay yok, bu emirler sadece mü’min kadınlarla ilgilidir. Ya bu imanı gerektiren bir olaydır. Kişi inanıyorsa, Allah’ın emirlerini yerine getirmek istiyorsa örtünür. Tamamen kendisine kalmış bir olaydır. İman da kalp işidir. Mü’min olmayan kadınların örtünmesi gerekmiyor ki. Hz. Ömer (r.a.) bir kadının başını açmış, mü’minlere benzemek mi istiyorsunuz falan demiş. Mü’min kadınlara benzemek mi istiyorsunuz. Yani Allah’ın emrettiği örtünme mü’minlerle ilgili, mü’min olmayanlarla ilgili değil. Bak dikkat ediyor musunuz, mü’min kadınlara söyle diyor burada. “Gul lil mü’minati.” “Zinetlerini açmasınlar, gözüken hariç.” Şimdi elbise de zinet değil mi öbür ayeti kerimeye göre? Şimdi elbiselerini açmasınlar, göstermesinler derseniz valla bin kat da giyinse en sonuncusu gene onun elbisesidir. O zaman hiç dışarı çıkamaması gerekir. İşte o bir kere gözüken kısım zaten elbisenin gözüken tarafıdır. O müsaade edilmiş taraftır. Şimdi yani güzel zinet kelimesinin geçmesi de güzel olması gerektiğini de gösteriyor zaten.
“Vel yadribne bi humurihinne ala cüyubihinne, hımarlarını da yakalarının üzerine vursunlar.” Şimdi hımar kelimesi arapçada kadının baş örtüsü manasına gelir. Dil olarak anlamı odur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e ipekli kumaşlar getirilmişti bir parça Ömer’e bir parça Usame Bin Zeyd’e gönderdi. Bir parça da Ali Bin Ebutalip’e verdi dedi ki: Onu kadınlar arasında hımar olacak şekilde böl. Yani kumaşları her birisi kadınların hımarı olacak şekilde bölün ve dağıtın dedi. Yani kadınların baş örtüsü olacak şekilde bölün. Abdurrahman’ın kızı Hafsa ince bir hımar başörtüsüyle Peygamberimiz’in eşi Aişe’nin yanına geldi. Aişe onu parçaladı ve başına kalın bir hımar örttü. Aişe validemiz Peygamber (s.a.v.)’in şöyle dediğini bildirmiştir: Allah adet gören bir kadının namazını başı hımarlı olmadan kabul etmez. Şimdi bu aslında az önce “hudu zinetekum inde kulli mescid, her secde yerinde elbisenizi giyininiz,” ayeti kerimesinin bir ifadesinden ibarettir. Bunu Peygamber Efendimiz emretmiş değil, Allah’ın emrini bize bu şekilde ifade etmiş oluyor. Şimdi hımar kelimesinin, kadının baş örtüsü olduğu konusunda şu birkaç sene öncesine kadar kimsenin aklından başka bir şey geçmiyordu. Bir kaç sene önce, efendim hımar örtüdür. E tabii ki örtü, elbette örtü. Ama kadının baş örtüsü. Erkeğin baş örtüsü de değil, kadının baş örtüsü. Arapça’da böyle, manası böyle. Kur’an’ı Kerim’de bir de hamr kelimesi var, hamr. Hamr ne demek, içki demek, içki. Kelime manası, ya da şöyle söyliyeyim, içki içen adam ne yapar? Aklı örtülmez mi? Onun da başını örtüyor. Yani içki içtiği zaman sarhoş olması ne demek? Aklını kullanamaması demektir. Yani kelimenin manası bu. Bunları saptırmanın bir anlamı yok ki. Allah böyle emretmiş isteyen inanır isteyen inanmaz.
Yahya Şenol: Burada raas kelimesi yok diyorlar.
Burada raas kelimesi yok diyorlarmış, baş kelimesi yok. Allah Allah yav. Şimdi şapka diyoruz değil mi şapka? Şapkaya baş şapkası diyen hiç duydunuz mu hiç şimdiye kadar? Ya da Türkçe’de eşarp var, yazma var, baş eşarbı diye bir kelime duydunuz mu? Çorap var mesela, ayak çorabı denir mi? Pantolon var, ayak pantolonu, ceket var, insanın üst tarafının ceketi denir mi? Şimdi insanlar şeytana uymak istedikleri zaman mutlaka bir bahane bulabiliyorlar.
Şimdi bir de Ahzab Suresinin 59. ayeti var. 33. Sure 59. Ayet 427. sayfa. Burada da Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Ya eyyuhennebiyyu, ey Peygamber, gul liezvacik, eşlerine söyle, vebenatike, kızlarına, ve nisail mu’minine, ve mü’minlerin kadınlarına söyle, yudnine aleyhinne min celabibihinne.” Yudnine, idna yaklaştırmak demek. Üstlerine yaklaştırsınlar. “Cilbablarını üstlerine yaklaştırsınlar.” Şimdi öbür ayette ne dedi? “Vel yadribne bi humurihinne ala cüyubihinne, Hımarlarını yakalarını örtecek şekilde vursunlar.” Şimdi “darabe ala” bir çatı gibi yapmak manasına geliyor birşeyi Arapça’da. Şimdi başörtüsü bir çatı gibi, bir çadır gibi oluyor, orta direği de kafası oluyor hanımın. O şekilde örtüyor, öyle örtüyor ki yakalarını da kapatacak şekilde örtüyor. İşte bu da bu cilbab da o. Cilbab hımarın bir başka şeyi, çarşaf deniyor. Tamam çarşaf, geçen hafta da bir soru üzerine söylemiştik, çarşaf dört köşeli bir kumaş parçası demektir. Yatak çarşaflarını hatırlayın. Bütün baş örtüleri dört köşeli bir kumaş parçasıdır. İşte onu yakalarını örtecek şekilde başlarına vurdukları zaman çarşaf giyinmiş olurlar. Bugün insanların çarşaf dediği 19. asrın sonlarında ortaya çıkmıştır ve Malta’dan gelmiş bir giysidir. Giyilebilir mi, giyilir, ne olacak? Yeter ki Allah’ın emrettiği şekil yerine gelmiş olsun. Bir de şu var: Ne Kur’an’ı Kerim’de ne de hadisi şeriflerde kadın ve erkek için herhangi bir model öngörülmemiştir. Kumaş rengi de yok. Hanefiler işte sarıyı ve kırmızıyı erkekler giyemez falan diyorlar ama sağlam bir delilleri yok. Mekruhtur diyorlar. Erkekler için ipekli kumaş haram, Peygamber (s.a.v.) öyle buyurmuş. Onun Kur’an delili de var. Daha önce burada onu anlatmıştık size. Altının ve ipeğin erkeklere haram olmasının Kur’an’dan delili var. Ama kısaca hatırlatayım, uzun uzun geçemeyeceğim. Çünkü şu anda ona geçersek konumuz tamamen dağılır.
“Evemen yuneşşeu fil hilyeti ve huve filhisami ğayru mubin.” (Zuhruf 43/18), diye bir ayeti kerime var. Hani Allah’ın kızları diyorlar meleklere, onlar kendilerine yakıştıramıyorlar kızları, Allah’a yakıştırıyorlar. Şimdi süsler içerisinde büyütülen ve tartışmada öne çıkamayan birisini mi Allah’a yakıştırıyorlar diye ayette belirtiliyor. Şimdi buradan şu ortaya çıkıyor: Kadınlar kızlar süsler içerisinde büyütülür. Onlar süsler içerisinde büyütülüyorsa aynı süslü elbiseleri erkek giyerse bu ayetin bir anlamı kalır mı? Kalmaz. Aynı süslü elbiseleri erkek giyerse bu ayetin hiç bir anlamı kalmaz. O zaman kadının kendisine mahsus bir süsü olmalı ki erkekten farklılaşsın. Bunda diğer ayetlere baktığınız zaman, ayetler arası ilişkiye baktığınız zaman ayetlerden altın ve ipek çıkıyor. Peygamberimiz’in söylediği de o. Yok diyorlar ki efendim, Hz. Peygamber’in haram kılma yetkisi var mı? Peygamberimiz haram kılmıyor da Peygamberimiz Kur’an’da olanı bize anlatıyor. Biz Kur’an üzerine çalışmadığımız için zannediyoruz ki Peygamber Efendimiz haram kılmış. O Allah’ın Peygamberi Kur’an’da olanı bize tebliğ ediyor. Hepimizin bunu bilmesi gerekmez ki. Şimdi biraz önce burada etli pilav ikram edildi. Onun içerisinde neler olduğunu bilmeden yemem diyeniniz çıkabilir. Yeme! Öğreninceye kadar yeme! Yeme kardeşim! Ben şimdi bir elbise giyiniyorum ama kumaşı neyden yapılmış, hangi tezgahlarda dokunmuş, bunu öğrenmeden giymem. Tamam giyme! Yani sen bilmiyorsun diye ne yapayım? Peygamber (s.a.v.) bir söz söylemişse o sözün Kur’an’daki dayanağı kesinlikle vardır. Ama bizim gelenekte bunu ortaya çıkarma diye bir alışkanlık olmadığı için bugün insanlar zannediyorlar ki Hz.Peygamber helal ve haram koymuştur.
Şimdi devam ediyorum. “Cilbablarının bir kısmını üzerlerine alsınlar” üzerlerinin ne demek olduğu da zaten öbür ayette belirtiliyor, yakalarını kapatacak şekilde başlarını örtecekler. Şimdi burada diyor ki: “Zalike edna enyu’rafna, bu o kadınların tanınmalarına en uygun olandır.” Tanınmamalarına değil! Şimdi diyorlar ki: Bir simgedir diyorlar başörtüsü. Elbette ki simgedir. Üniforma taşıyorlar, elbette ki üniforma taşıyorlar. İşte bu ayet ne diyor? Tanınmaları diyor. Şimdi benim şu yakamda bir rozet var. İstanbul Üniversitesi’nin rozeti, ben bunu niye taşıyorum? Tanınmak için, yani birisi görüp bakacak, ha sen İstanbul Üniversitesi’nden misin diyecek? Evet diyeceğim. Diyor ki orada cami var mı diye soruyor. Şimdi sakallı görüyor ya. Şimdi tabii ki tanınacak, ama nasıl tanınacak? Nasıl tanınacağını söylüyor: “Fela yu’zeyne, eziyet edilmesin.” Yani bu kadından bu kızdan sana ümit yok ey ahlaksız adam. Çünkü sokaklarda düşük ahlaklı insanlar eksik olmaz. Kadınların peşine takılırlar, onlardan birşeyler elde etmeye gayret ederler. Örtülü olduğu zaman bunların fazla umutları olmaz. Bu ayet demek değildir ki açıklar kötü niyetlidir falan demiyor. Daha uygun diyor sadece. Eziyet edilmemeleri için daha uygun. Tanınırlar, nasıl tanınırlar? Yav bunların boşuna arkasına gitmeyelim, bunlardan bize ümit yok düşüncesini kendi içlerine getirir ve rahat bırakırlar. Eziyet etmezler. Bir umut beslemezler. Eziyet edilmemeleri için daha uygundur. İşte bu bir üniformadır. Ben müslümanım. Şimdi bu sakalı taşıyoruz, e bir üniforma bu. Şimdi ben doçent iken çok geliyorlardı işte sakalımı kestirmek için, diyorlardı ki ya sakalın ne şeyi var yani şimdi hoca. Tamam sakalın hiç bir şeyi yoksa niye karışıyorsunuz ki diyordum. Madem sakal önemli değil niye üzerinde duruyorsunuz deyince, cevap verecek şeyleri kayboluyordu. Bir kaç ay kurtuluyordum. Ondan sonra tekrar başlıyorlardı. İşte sen sakallı olarak biraz zor profesör olursun. Valla hiç öyle bir derdim yok yani onu siz düşünün diyordum. Pekiyi niye şey yapıyorsunuz, tamam madem bu beni bir müslüman kişilik olarak gösteriyor, ben de bunu şerefle taşırım burada. Her gittiğim yerde bu adam müslümandır densin. İşte bir hanım da başı örtülü olduğu zaman, başı açık olduğu zaman bu kafirdir diyecek halleri yok elbette o başka da. Ama başı örtülü olduğu zaman ha bu bir müslüman bir hanım. Kötü ahlaklıların umudu falan kalmaz. Bu hiç bir zaman için başı açıkların ahlaksız oldukları anlamına gelmez. Zaten ayetten onu anlamak da mümkün değil. Ayet ne diyor, daha uygundur diyor bu. Öbürü yanlıştır demiyor. Ama kötü ahlaklı insanları nasıl engelleyeceksiniz? İnsanlar arasında bunlar eksik olmuyor maalesef.
Katılımcı: Hocam, …….. Suresinin 60. ayetine bir bakar mısınız lütfen?
Şimdi ona girmeyeceğim çünkü o farklı izahlar gerektiriyor. “Vekanellahu ğafuran rahima, Allah ğafur ve rahimdir.” Şimdi burada, şimdi şöyle bir iki tane bizim Yahya’nın bulduğu resimler var. Mesela şimdi şurada bir başörtüsü resmi var. Başını örtmüş ve yakalarının üzerini de kapatmış. Tamam şimdi bu bir örtü şeklidir. Başka şekillerde de insan örtünebilir. Şimdi ayeti kerimede diyor ki: “Vela yubdine zinetehunne, kadınlar zinetlerini göstermesinler, illa mazahera min ha, gözüken kısım başka.” İşte nefes almak için, konuşmak için ağza, nefes almak için burna, görmek için göze ihtiyacı var. Tutmak için ele, yürümek için ayağa. Tamam bunlar ihtiyaçtan dolayı açılabilir. Bölgenin gelenekleri de bu konuda etkilidir, insanların anlayışı şusu busu. İşte burada da bir giyim örneği var. Yani yakalarını kapatmış oluyor. Şimdi evin içerisinde hanım bu baş örtüsü olmadan oturur. Yani kendisini rahat hissedeceği giyecekle oturur. Ama az önce de orada şey yaptığımız gibi kendi yatak odasında iken, uyku zamanlarında, uyuması gereken zamanlarda çocuklar bile izinsiz içeri giremezler. Bu ne demektir, öyle çocukların yanında falan çıplak dolaşmak diye birşey yok. Böyle bir olay yok. Onların psikolojisini de tabii zaten bu bozar.
Şimdi gelelim hadisenin laiklik konusuna, laiklik tarafına: Şimdi laiklik Fransa’da doğmuştur biliyorsunuz. Yaklaşık dört asır kiliseyle savaşmışlardır. Şimdi bazıları kiliseyi cami gibi düşünür. Kiliseyle cami arasında ikisinde de ibadet yapılması açısından bir benzerlik vardır. Yani kilisede ibadet yapılıyor ama kilise bizim cami gibi değildir. Kilise kendini Allah’ın yerine koymuş olan bir kuruluştur. Şimdi bakın İtalya’da bir Vatikan var değil mi? Vatikan’da kim var? Papa var. Papa’nın anlamı ne? Baba demek. baba. Pekiyi bunlar Katolik. Katolikler Allah’a ne diyorlar? O da Papa. Allah da Papa, Papa da Papa. Niye aynı kelimeyi kullanıyorlar? Çünkü Papa yeryüzünde Allah’ı temsil eder. Onun için Papa gider bir yere şurası kutsaldır derse, artık orası sürekli kutsaldır. Çünkü o Allah’ın emridir. Asla hata yapmaz, yanılmaz, bir takım şeyleri vardır. İştediğini cennete sokar istemediğini çıkarır cehenneme sokar, istediğinin günahını affeder, istediğininkini affetmez. Allah’a ait yetkileri kullanır. İşte kilise odur.
Bakın, mesela Petrus’un birinci mektubu, yani İncil’de yer alıyor. Size okuyayım: “İnsanlar tarafından kurulan her düzene Rab için bağımlı olun. Gerek başta bulunan kişi olması nedeniyle krala, gerekse valilere boyun eğin. Çünkü onlar onun tarafından şuçluları cezalandırsınlar ve iyi iş yapanları öğsünler diye gönderilmişlerdir. Zira Allah’ın istediği şudur: Hür kişiler gibi yaşayın ama hürriyetinizi şerre alet yapmayın. Ancak Allah’ın kulları gibi olup iyilik yaparak cahil kişilerin cahilliğini susturun. Herkese saygı gösterin, kardeşleri sevin, Tanrı’dan korkun, Kral’a saygı gösterin.” Şimdi Jean Calvin bunu nasıl açıklıyor? “Petrus Kral’a saygı gösterin ve Süleyman da oğlum Tanrı’dan va Kral’dan kork dediği zaman bizden birşey istiyor. Birincisi, saygı terimi ardında içten ve gerçek bir hürmeti kasdediyor. İkincisi, Kral’ı Tanrı ile birlikte anarak Kral’ın bir çeşit kutsal yücelik ve değerle donatılmış olduğunu gösteriyor. Yalnız korkudan değil gönülden bir bağlılıkla da ona, Kral’a bağımlı olmak gerekir. Herkes emri altında bulunduğu hükümetlere boyun eğsin. Prenslere ve yöneticilere olan itaat sadece korkulan değil, aynı zamanda Tanrı’ya itaat olduğunu bilerek yapılması gerekir.” Yani Prenslere itaat, Krallara itaat, Tanrı’ya itaattır. Çünkü onları Tanrı tayin etmiştir. O Tanrı kim? Papadır, ya da papazdır. Onlara yemin ettirerek onları göreve getirir. Dolayısıyla iyilik yaparsa Allah’ın bir lütfu, kötülük yaparsa Allah’ın cezası. Kralların hiç bir suçu yok. Şimdi bizde de bunu bu hale getirmişlerdir. Mesela Nisa Suresi 59. ayet olacak, Allahu Teala diyor ki: “Etıullahe ve etıurrasule ve ululemri minkum, Allah’a itaat edin, elçiye itaat edin ve sizden olan yetkililere.” Orada bırakırlar, büyük bir nokta koyarlar. Dolayısıyla yetkiliye itaat Allah’a itaat gibi kabul edilir. Halbuki onun devamı var. “Fein tenaze’tum fi şeyin feruddehu ilallahi verrasul. Her hangi bir konuda nizaya girerseniz,” kiminle, Allah’la nizaya girilir mi? Peygamber’le? Kiminle girersin? Yetkiliyle. Demek ki yetkiliyle nizaya girme hakkını veriyor Allah. “Fein tenaze’tum fi şeyin feruddehu ilallahi verrasul, işi Allah’a ve elçisine götürün.” Yani yetkililerle bir anlaşmazlığınız olursa yetkilinin emrini tutun demiyor. Böyle bir olay yok. İkinizin de bağlı olduğu Allah’ın ve Resulunün emrine gideceksiniz. Ama bizde de Teokrasiye benzeyen bir şekil ortaya çıkmıştır gerçekten. İşte Kral yeryüzünde Allah’ın gölgesi olarak sayılmıştır, padişahlar. Ve yetkililere itaat farz sayılmıştır. Siz bakın ilgili kitaplara “Etıullahe ve etıurrasule ve ululemri minkum,” de çok büyük bir nokta konur. Ondan ilerisini kimse görmesin diye. Yönetilenlerin yönetenlerle nizaya girme hakları olduğu için ikisi arasındaki anlaşmazlıkları çözen ama Kur’an ve Sünnet’e göre çözen -ulemanın görüşüne yorumuna göre değil- çözen özel mahkemeler olması gerekirken ben şahsen böyle bir şey hiç duymadım.
Şimdi gerçi bizde hiç bir zaman batıdaki gibi bir dini kurum oluşmamıştır. Batıda kilise tam bir dini kurumdur. Bizde bunu birazcık tarikatlar yapıyor, dini kurum olarak. Ama Şia da tam bir dini kurum mantığı vardır. Yani insanları Allah adına yöneten kişiler oluşmuştur. İşte batıdaki laiklik mücadelesi Kilisenin insanlar üzerindeki etkisini ortadan kaldırmak için verilmiş olan bir mücadeledir. Ama bunun sonucunda o mücadele dine karşı verilmediği için kiliseye karşı verildi. Gerçi batıdaki din demek kilise demektir ama dine karşı verilen bir mücadele olmadığı için Fransız İhtilali gerçekleştikten sonra din özgürlüğünü ortadan kaldırmamıştır. Bakın insan ve yurttaş hakları bildirgesinin 10 ve 11. maddeleri şöyle: Hiç kimse dinsel inançları dahil inançlarından dolayı rahatsız edilemez diyor. 10. madde öyle. Hiç kimse inancından dolayı rahatsız edilemez diyor. Pekiyi, dine karşı mücadele verilmiş olsaydı derdi ki, hiç kimse herhangi bir dine mensup olduğunu söyleyemez derdi. Zaten başka inanca fırsat vermez Katolik Kilisesi ve diğer kiliseler. Ama bu laiklik mücadelesinde bütün inançlara fırsat verildiği için batıda gelişme sağlanmıştır. Düşünce ve inançların başkalarına özgürce iletilmesi insanın en önemli haklarından birisidir. Yani siz inancınızı başkasına özgürce anlatacaksınız. Onun için bugün mesela baş örtüsüne karşı olanlar açıkça söylesinler karşı olduklarını önemli değil. Siz de doğru olanı söyleyeceksiniz. Şimdi burada laiklik kelimesinin kullanılması yanlış. Fransızca’da laik dediğiniz zaman, dini bir kuruluşun hakimiyetinde olmayan kuruluş anlamına gelir. İşte oradaki dini kuruluş kilisedir. Kilisenin hakimiyetinde olmayan kuruluş anlamına gelir ki kilise her şeye hakimdi. Laiklik mücadelesinden sonra kilise kendi sınırları içerisine alındı ve yönetim sahası, halkın sahası boş bırakıldı. O zaman bütün dinlerin bütün inançların batı toplumlarına girmesine müsaade edilmiş oldu.
Bizler için böyle birşey söz konusu değil. İşte İstanbul’da yaşıyoruz hepimiz. Asırlarca İstanbul, Osmanlı’nın başkenti olarak bulunmuş olan bir şehir. İşte burada bakıyorsunuz adım başı kiliseler ayakta duruyor. Hala duruyor. Bir gün İstanbul Müftülüğünde çalışırken doktora yapan bir amerikalı bana bir belge getirdi. Dedi ki şurada bir yanlışlık var dedi. Nedir dedim. Dedi ki: Kanuni Sultan Süleyman devri dedi, bir gayri müslüm vatandaşa meyhane açma ruhsatı verilmiş, ruhsatı da bizzat padişah vermiş. bu nasıl olur dedi. Kanuni dönemi Osmanlı’nın en güçlü dönemi, herhangi bir dış baskı olmasına ihtimal yok. Kendi öz vatandaşına içki üretim ve satışını yasaklıyor ama bir azınlığa içki satması için ruhsat veriyor. Böyle şey olur mu dedi, bu belge yanlış, böyle bir şey olamaz dedi. Dedim ki, o belge yanlış değil. İslam’da hep öyledir. Şimdi bu hıristiyanlar madem içkinin kendilerine helal olduğuna inanıyorlar o zaman kendi içecekleri kadar içki üretip kendi mahallelerinde bunu satmalarına tabii ki müsaade etmek her müslüman devletin görevidir. Peygamberimiz böyle bir görev vermiş ve öteden bu görev beri uygulanır. Domuz yemeği helal gördükleri için kendilerine yetecek kadar domuz üretimine her zaman müsaade edilmiştir. İşte burada, biraz vakti geçirdik, neyse konunun önemine binaen. Burada müslümanlar hiç bir zaman için şunu düşünmemişlerdir, Hıristiyanlar Tevrat’a uymak zorundadırlar, zaten ondan dolayı hıristiyanlar Kitabı Mukaddes diye Tevrat ve İncil’i birleştirip bir kitap haline getirmişler. Kur’an’ı Kerim de onu söylüyor. İncil de söylüyor. Tevrat’ta içki de yasaktır, domuz eti de yasaktır. Aslında Pavlus ortaya çıkana kadar Hıristiyanlar buna uyuyorlardı. Hiç bir müslüman dememiştir ki sizin dininizde aslında içki ve domuz haramdır, onun için de bunları da içmeyin, yemeyin dememiştir. Ne yapmıştır? Madem sen bunun helal olduğuna inanıyorsun o zaman yap demiştir.
Şimdi kalkıp diyorlar ki, işte hocalığa soyunuyorlar, efendim diyorlar Kur’an’ı Kerim’deki baş örtüsü tavsiyedir. E tavsiye, kimin tavsiyesi? Allah’ın tavsiyesi iyi tamam. Sana ne senin tavsiyeni mi tutacağım ben şimdi? (01:05:12 ile 01:05:17 arası ses kesilmiş anlaşılmıyor) Bir kere başörtüsü konusunu laiklikle ilgilendirmek kadar yanlış bir şey olamaz. (01:05:23 ile 01:05:29 arası ses kesilmiş anlaşılmıyor) evrensel beyannamesine yani anayasa insan haklarına saygılı olduğunu kaç tane maddesinde belirtiyor. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 18. maddesi aynen şöyledir bakın 1948’deki: “Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Herkes için yalnızca yada topluca, gerek kamu önünde, gerekse özel olarak öğretimle, uygulamayla, tapınmayla yada dinsel yükümlülükler yerine getirerek, dinini yada inancını ortaya koymak özgürlüğünü bu özgürlük içerir” diyor. Bak yani dinini yaşama özgürlüğü vardır diyor. Şimdi diyor ki ben sana inanç hürriyeti tanırım ama inancın kalbinde kalırsa. Kardeşim sen yani onu tanımana gerek yok ki. Ben sana inanç hürriyeti tanımıyorum desen de o kalbimdeki inanç devam edecek. Sen ona hiç bir şekilde müdahale edemiyeceksin. İnanç hürriyeti ancak inandığı gibi yaşama hürriyeti olursa vardır. Ve laiklik bir devletin bir dini kurumun emrinde olmamasıdır. Onun dışında bir laiklik anlayışı yoktur. Ama bizim Türkiye’de maalesef bazı kimseler laikliği din karşıtı yani İslam Dininin alternatifi olarak göstermeyi tercih ediyorlar. Ondan dolayı da sürekli kaybediyorlar. Çünkü yanlış yapanın kaybetmekten başka şansı yoktur.
Pekiyi böylece bu akşamki dersimizi de bitirdik. İkinci bölümde soru cevaba geçeceğiz.