El hamdû lillâhi rabbil âlemin
Vel âkibutil lil muttakin ves salâtu ves selâmu ala Rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Bakara Suresi’nin 87. Ayeti’nden itibaren okumaya devam ediyoruz. Burada Allah’u Teala şöyle buyuruyor:
Bakara Suresi 2:87 Ayet “Ve le kad âteynâ mûselkitâbe ve kaffeynâ mim ba’dihi bir rusûli ve âteynâ iysebne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhıl kudus, e fe kullemâ câekum rasûlum bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbartum, fe ferikan kezzebtum ve ferikan taktulûn.
“Ve le kad âteynâ mûselkitâb – Musa’ya o kitabı verdik”
“ve kaffeynâ mim ba’dihi bir rusûl – ondan sonra arka arkaya, birbirini takip eden elçiler getirdik”
“ve âteynâ iysebne meryemel beyyinât – Meryemoğlu İsa’ya, o açık ayetleri verdik”
“ve eyyednâhu bi rûhıl kudus – ve onu Ruhul Kudus ile destekledik”
“e fe kullemâ câekum rasûlum bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbartum – yani şimdi size hoşunuza gitmeyen bir elçi geldiği zaman, her defasında büyüklük mü taslayacaksınız”?
“fe ferikan kezzebtum – bir kısmını yalanladınız”
“ve ferikan taktulûn – bir kısmını da öldürüyordunuz”.
Şimdi burada, bu Ayet-i Kerime’de öğreneceğimiz çok şey var. “Musa’ya o kitabı verdik” sık sık tekrarladığımız bir şey var; Musa (a.s.) hangi kitap indirilmişti?
2.28 dk. izleyicilerle kısa bir konuşma var. Anlaşılmıyor.
Hayır Tevrat Musa (a.s.) indirilmedi! Peki ne indirildi? hah, Kur’an’ı Kerim’in hiç bir Ayeti’nde Musa (a.s.)’ya Tevrat’ın indirildiğinden bahsedilmez. Musa (a.s.)’a, bak ne diyor burda: “ve âteynâ mûselkitâbe – Musa’ya o Kitabı verdik” şimdi Musa (a.s.)’a indirilen Kitap, Davud (a.s.)’a indirilen Kitap, Süleyman (a.s.)’a ve diğer Peygamberlere indirilen kitapların hepsinin toplamına “Tevrat” deniyor. Onun için “İsrailoğullarına Tevrat’ı verdik” deniyor ama “Musa (a.s.)’a Tevratı indirdik” ifadesi kullanılmıyor Kur’an’ı Kerim’de. Bu çok önemli bir ayrıntıdır.
Biliyorsunuz, yine sık sık söylediğimiz bir şey var; Kur’an’ı Kerim’in çok sayıda Ayeti’nde Nebi’lere Kitap verildiğinden bahsedilir. Dolayısıyla bütün Nebi’lere Allah (c.c.) kitap vermiştir. “Nebi, yüksekçe bir yerden haber alan” anlamında, Kur’an’ı Kerim’de yalnızca Peygamberler için kullanılmış bir kelimedir. Peygamberler dışında hiçkimse için Nebi denmiyor. Dolayısıyla Nebi, kendisine kitap verilen, Nebi’lerin sayısı ne kadardı? Bazıları Yüzyirmidörtbin diye söylüyor, bazıları İkiyüzyirmidörtbin söylüyor. Dolayısıyla bunların tamamına Allah’u Teala kitap vermiştir. O zaman indirilen kitapların sayısı Dört değil, ne kadar Nebi varsa o kadar kitap inmiştir. Bu çok ilginçtir. Kur’an’ı Kerim’de bunlar çok açık ve net olmasına rağmen, bizim müslümanlara “Akaid – İnanç” ile ilgili kitaplarda Dört büyük kitaptan bahsedilir. Ondan sonra da hakkında sahih tek bir rivayet olmamasına rağmen “Yüz Suhuf”tan bahsedilir. O da Dört tane Peygambere indirildiği söylenen Yüz Suhuf ve bunu hakkında delil olmamasına rağmen Akaid Kitabına koyarlar Yüz Suhuf’u.
Halbuki Kur’an’ı Kerim bütün Peygamberlere indirilen bütün Nebilere indirilen Kitap’tan bahsediyor. Şimdi burada da onunla alakala bir bilgi var.
Şimdi “Rasul, Nebi’ye inmiş olan kitabı tebliğ eden”dir. Onun için her Nebi, aynı zamanda Rasul’dur. Çünkü kendine indirileni mutlaka tebliğ etmesi lazım yoksa boşuna niye indirilsin? Ama o Nebi’ye indirileni tebliğ eden başka Rasul’ler de vardır. Yani Kur’an’ı Kerim’de olanı, ilave yapmadan çıkarma yapmadan gidipte başka bir insana gidip anlatan kişi Rasul olur. Ama kendisine Ayet inmez, Allah (c.c.)’ın indirdiği Ayetleri anlatır. İşte “Ayetlerin inişini gösteren kelime Nebi’dir, tebliğini de gösteren kelime de Rasul’dur”. Onun için her Nebi Rasul’dur ama her Rasul Nebi olmayabilir.
Ama bizim kitaplarımızda tam bunun tersi yazılıdır. Tam tersi! “Rasul, kendisine kitap ve şeriat verilendir, Nebi önceki Peygamberin kitabı ve şeriatı ile amel edendir” derler. Ben gerçekten bu ne biçim bir ilim anlayışıdır, bu ne biçim bir Din anlayışıdır? Bunu çözmek mümkün değil. Ben şahsen çözemiyorum! Bu insanlar yıllarca ne ile uğraşmışlar ilim diye? O kitaplara bu yalan-yanlış şeylerle doldurmuşlar. Ve bu Ummet-i Muhammed’in önününe de bu sizin dininizin kitabıdır okuyun demişler. Gerçekten anlamakta büyük güçlük çekiyorum. Hakikaten mümkün olmuyor.
Şimdi, inşaallah belki önümüzdeki hafta Kurban’a ayırırız. Önce Hac sonra Kurban, orada da göreceksiniz ki, Kur’an’ı Kerim Kurban ile ilgili tüm ayrıntılı bilgileri vermiştir, hiçbir ayrıntıyı bırakmamıştır. Ama bizim Mezheplerin tamamı söylediği şudur; “Kur’an’da Kurban ile ilgili açık bir ifade yok” derler. E tabi görmezsen olmaz! Hakikaten ben hayret ediyorum. Bu nasıl oluyor, bugüne kadar nasıl gelmiş bu? Ve şimdi de tabi o kitaplara yapışanlar, acaip bir şekilde yapışıyorlar, bilgilerinin doğru olduğunu ispatlayamıyorlar bırakamıyorlar da.
Birşey anlatırlar;
Çocuk: Baba bir hırsız yakaladım.
Baba: Oğlum getir.
Çocuk: Baba gelmiyor.
Baba: Bırak gitsin!
Çocuk: Gitmiyor! demiş.
Aynen onun gibi birşey!
Şimdi diyor ki bakın;
Bakara Suresi 87. Ayet “Ve le kad âteynâ mûselkitâb – Musa’ya o kitabı verdik”.
“ve kaffeynâ mim ba’dihi bir rusûl – onun arkasından da Rasulleri peşpeşe getirdik” Rasuller! Şimdi bizim geleneğe, gelenekteki duruma göre Musa (a.s.) Rasul, Davud (a.s.) Rasul, İsa (a.s.) Rasul, Muhammed (a.s.) Rasul, Dört Rasul, başka Rasul yok bizim kitaplarda yazılanlara göre!
Şimdi bu Ayetten Muhammed (a.s.) kasdedilmiyor. Musa (a.s.)’dan sonra en fazla olsa olsa iki tane olur bizim geleneğe göre. “Arkasından Rasulleri getirdik” diyor. Rasullerin de en az üç tane olması lazım,
“ve âteynâ iysebne meryemel beyyinât – Bu rasullerin içerisinde Meryemoğlu İsa’ya, o açık ayetleri verdik” ki başka yerde de belirtiliyor İncil indirildiği.
“ve eyyednâhu bi rûhıl kudus – İsa’yı Ruhul Kudus ile destekledik”. Ruhul Kudus yani Cebrail (a.s.) ile destekledik. Allah’u Teala Peygamberimiz (a.s.)’da Cebrail (a.s.) ile desteklemiştir. Mesela Cebrail (a.s.) O’na Kur’an’ı Kerim’i öğretmiştir. O’na namazı öğretmiştir, O’na bir çok şey öğretmiştir.
Peki Allah’u Teala bizi de destekler mi? Destekler. Ona gelmeden şu meseleyi bitirelim.
Şimdi Musa (a.s.)’dan sonra Rasuller gelmiş, burada diyor ki Allah’u Teala;
“e fe kullemâ câekum rasûlum bimâ lâ tehvâ enfusukum – sizin canınızın çekmediği hoşlanmadığınız şey getirdiği zaman her bir Rasul” burada bu Rasullerin, Nebi olan Rasul olduğu anlaşılıyor. Çünkü getirdiği zaman diyor.
“istekbartum – kibirli mi davranmanız gerekiyordu, büyüklük mü taslamalıydınız”?
“fe ferikan kezzebtum – O rasullerden bir kısmını yalanladınız”
“ve ferikan taktulûn – bir kısmını da öldürüyordunuz”.
Şimdi iki grup; Bir grubu yalanladınız, bir grubu öldürüyordunuz. Üç tane olsa, iki gruba ayrılır mı? Üç Peygamber olsa, bir taneden grup olmaz ki, o zaman Musa (a.s.)’dan sonra gelen Rasuller çok muş demek ki ve onlara da Allah (c.c.) Ayetler vermiş. Kitaplar vermiş. Burada bir kere daha bu hatayı tekrarlamak için, tamam üzerinde çalışanlar ilgili olanlar bunu anlarlar, daha fazla detaya gerek yok.
Şimdi Cenab-ı Hakk bizi de Ruh ile destekleyeceğini bildiriyor. Mesela Mücadele Suresi 58: 22. Ayette Bizi de bir Ruh ile destekleyeceğini bildiriyor.
Mücadele Suresi 58:22 Ayet: “Lâ tecidu kavmey yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddellâhe ve rasûlehû ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ıhvânehum ev aşiratehum, ulâike ketebe fi kulûbihimul imâne ve eyyedehum bi ruhım minh, ve yudhıluhum cennâtin tecri min tahtihel enhâru hâlidine fihâ, radıyellâhu anhum ve radû anh, ulâike hızbullâh, elâ inne hızbellâhı humul muflihûn”
“Lâ tecidu kavmey yu’minûne billâhi vel yevmil âhır – Allah ve ahiret gününe inanan bir kavmi bulamayacaksın”
“yuvâddûne men hâddellâhe ve rasûlehû – Allah ve Rasulune bir çizgi çizen kişilere karşı sevgi beslediklerini göremeyeceksin” Ne demek Allah ve Rasulunun önüne bir çizgi çizmek? Kralın hakkı krala, sezarın hakkı sezara, gibi diyenler, neyse! Allah ve Rasulunun sınırı burasıdır, bizimki de burasıdır, yani seküler anlayışlar var ya bunlar Allah’ın hakkı, bunlar da bizim, Allah şuraya kadar karışır, şuraya kadar karışmaz diye çizgi çizenler yok mu? Yani Allah’u Teala’nın, Allah ve Rasulune çizgi çizenler, onun şeyi şuraya kadar ondan sonrasına onlar karışamaz diyenler var ya, işte Allah’u Teala diyor ki, “Allah ve ahiret gününe inanan hiç kimsenin, böyle Allah ve Rasulune kendine göre rol biçen kimseleri sevdiğini göremiyeceksin”, sevmezler onlar!
“ve lev kânû âbâehum – isterse bunlar babaları olsun”
“ev ebnâehum – isterse oğulları olsun”
“ev ıhvânehum – kardeşleri”
“ev aşiratehum – ya da oymakları olsun, kendi aşiretleri kendi çevreleri olsun” işte bu bunlara karşı kesin tavır takınanlar, onlara karşı onu sevmeyenler kesin tavır takınanlar var ya
“ulâike ketebe fi kulûbihimul imâne – Allah bunların kalplerine imanı yazar” demek ki kesin tavır koymadan bu olmuyor, Allah kalplerine imanı yazar
“ve eyyedehum bi ruhım minh – kendinden bir ruh ile onları destekler” Bu Ruh, bir melek olabilir, bu Ruh Cebrail (a.s.) de olabilir hiç bir manisi yok, ya da bu Ruh, Kur’an da olabilir ama Allah’u Teala destekler birşeyle bunları.
Ittekullâhu ve yuhumullah (gerçi Vav var orada ama)
14.40 dk. söylenen ayeti bulamadım malesef, anlayabildiğim kadarıyla yazıyorum. kaynak veremiyorum. üzgünüm
Ittetekullâhu yecealekum furkanen ve yukeffir ankum seyyi atikum – eğer Allah’tan korkarsanız, Allah sizin önünüze hak ile batıl’ı ayıracak bir kabiliyet verir ve kötülüklerinizin üstünü örter” diyor. Yani siz Allah’tan korktuğunuz zaman günahsız olacaksınız değil ya, insansın yine hatan olur, kusurun olur ama onun üstünü örter Allah (c.c.). Burada asıl mesele, kesin tavır takınacaksın! Öyle bu Allah’ın payı bu falancanın payı olmaz. Allah ve Rasulu ne demişse O.
“ve yudhıluhum cennâtin tecri min tahtihel enhâru hâlidine fihâ – Allah bunları içinden ırmaklar akan cennetlere, sürekli kalmak üzere ölümsüz olarak sokacaktır”
“radıyellâhu anhum ve radû anh – Allah onlardan razı, onlar Allah’tan razı”
“ulâike hızbullâh – işte bunlar Allah’ın partisinden olanlardır, yani Allah taraftarıdır”
“elâ inne hızbellâhı humul muflihûn – şunu iyice bilin ki, Allah’tan yana olanlar umduklarına kavuşacaklardır”
Şimdi burada demek ki, Cenab-ı Hakk’ın bir Ruh ile desteklemesi, sadece peygamberlere mahsus değil, Allah (c.c)’a bir rol biçen, şu işe Allah karışmaz, şu işe din karışmaz diyenlere karşı kesin tavrı gösteren herkesi, Cenab-ı Hakk kendinden bir Ruh ile destekliyor.
Şimdi burdan sonraki Ayeti okuyalım.
Bakara Suresi 2:88 “Ve kâlu kulûbunâ ğulfun, bel leanehumullâhu bi kufrihim fe kalilem mâ yu’minûn”
“Ve kâlu kulûbunâ ğulfun – Peygamberimiz (s.a.v.)’e karşı diyorlar ki; Bizim kalbimiz tok” Peygamberimiz (s.a.v.) bunları Yahudileri Allah (c.c.)’ın dinine çağırınca, Peygamberimize demiş oluyorlar ki: “Ya Muhammed bizi niye çağırıyorsun, biz zaten bunları bilen insanlarız. Yani sen bizim kalbimize yeni bir şey koymana gerek yok ki, biz bunları zaten biliyoruz”. Şimdi kendilerini Peygamberin tebliğinden mustağni görüyorlar, “ihtiyacımız yok” demeye getiriyorlar ama açıkça öyle söylemiyorlar.
“bel leanehumullâhu bi kufrihim – Hayır Allah aslında onları rahmetinden uzaklaştırmıştır. Niye kafirlikleri sebebiyle”! “Kafirlik” ne demek oluyor burada, kalplerinde o iman var gerçekten de, onu örtmüşler. Örtmüşler onu.
Hani defalarca burda tekrarlamıştık ya, Yahudi kabileleri, zaten bugün kü Tevrat’ta bile var, son Peygamberin Mekke’ye gelip sonra Medine’ye yerleşeceğini gayet iyi Tevrat’tan biliyorlardı. Ondan dolayı Peygamberin asıl yerleşecek yeri olan Medine’ye gelip, o Peygamberi beklemek üzere yerleşmişlerdi, gelme sebepleri oydu. Onları Medine’ye getiren de şu; Allah’u Teala bu son Peygamber sebebiyle onlara “Dünya Hakimiyeti”ni vaad etmişti. Bugün dikkat ederseniz, Yahudiler hep o Dünya Hakimiyeti peşinde koşuyorlar. Aynı vaad Hristiyanlar için de geçerli. Çünkü onlar da Tevrat ve İncil’e inandıkları için. Mesela onlar da İsa gelecek dünyaya hakim olacağız diye bir sürü şey yaparlar. Aynı vaad, bütün dinler için geçerli olduğu için, bunlar bunu, bir grubu Mehdi beklentisine çevirmiş, bir grubu İsa beklentisine çevirmiş, bir grubu da Mesih beklentisine! Mesela Yahudiler Mesih beklentisinde, Hristiyanlar İsa beklentisinde, diğerleri de Mehdi beklentisinde. Bizimkiler de “benim babam senin babanı döver” hesabı, onlar da bekliyorlar, ne bekliyorlarsa bilmiyorum artık! Ha olmuşken hepsi olsun, hem Mesih’i hem Mehdi’yi bekliyorlar daha çok beklerler. Çok beklerler çok! Nasıl olsa birgün gidip ahirette gerçeği göreceksiniz!
Şimdi bunlar, o gelecek Peygamberle dünya hakimiyetini kuracakları için, oraya geliyorlar ki bu parsa’dan pay alsınlar. Yani oraya gelmeleri, o dünyalık için geliyorlar, hayr için değil! Fakat sonra pabuç pahalı oluyor; bu Peygamber’e uymaları gerekiyor, halbuki o bize uymalı! Peygambere uymaya sıra gelince, bu defa kendi dükkanını kapatacaksın, onun mahallesine dükkan açacaksın. İşte bu dükkanı kapatmak zor geliyor onlara, yani kendi şeylerini bırakmak o tarafa gitmek!
Mesela Beş vakit namaz kıldıklarını Kur’an’ı Kerim’den anlıyoruz, bugün de halen Beş vakit namaz kılan yahudiler varmış. Kudus’e dönüyorlar, nasıl ki Kıble Kabe’ye dönüyorsa bütün hesapları ters dönüyor. Kabe’ye dönemezler ki, müslümanlar da Kudüs’e dönerek namaz kılarken hiç bir problem yok, ama müslümanlar Kabe’ye dönünce onlar açıkta kaldı, olmuyor yani. “Mâ vellâhum an kıbletihim ulleti kânu aleyhâ – ya neleri vardı tuttular bu Kıbleden döndüler” (Bakara Suresi 2:142) diye itiraz ediyorlar.
Şimdi bunlar burada diyorlar ki Peygamberimiz (s.a.v.)’e “kulûbunâ ğulf – Ya Muhammed biz bunları biliyoruz, sen bize niye bunları söylüyorsun ki”, biliyorsun tamam ama yapmıyorsun. Ondan sonraki Ayet bilmiyorsun demiyor onlara, ne diyor?
“bel leanehumullâhu bi kufrihim – kafirlikleri sebebiyle Allah onları rahmetinden uzaklaştırmıştır” Niye? Üstünü örtüyorlar bu bilgilerin, teslim olamıyorlar. Zaten problem bilmemekte değil, teslim olamamaktadır.
Aynı şekilde, doğruları herkes bilir hayatta değil mi? Bir kimseyi kötü yapan, doğruları bilmemesi midir yapmaması mıdır? Yapmamasıdır! Yoksa doğruları herkes bilir. İnanç ta öyledir. Onlar da gayet iyi biliyorlardı ama yapmak istemiyorlar. İşte o zaman kalbimizde kılıf var dediği, o kılıf gerçekten onların kalplenin üstünü örtüyordu, doğruyu söylüyordu aslında bunlar. Peygamberimize (s.a.v.) karşı, “yani bizim ihtiyacamız yok, biz bu konuları biliyoruz ya Muhammed, niye bize söylüyorsun! Git sen başkalarına söyle” diye sanki saygılı bir ifade kullanıyormuş gibi kullanıyorlar ama öyle değil! Ne diyor Allah (c.c.)
“bel leanehumullâhu bi kufrihim – Hayır kafirlikleri sebebiyle” yani o kalplerinde olan o imanı örttükleri için, o imanın hiçbir görüntüsü yok. Herzaman burada tekrarlıyoruz ya; şimdi burada bir bardak su var, şimdi ben bu kitap ile suyun önünü örtebilirim, bu bir bardak suyu görebiliyor musunuz? Peki şurda neyi örtüyorum? Kendimi örtüyorum. Bir şey olmazsa örtebilir misiniz? Olmayan şey örtülmez! Onun için Kafir mutlaka örteceği gizleyeceği bir şeyi olandır, gizleyeceği bir imanı olmayan niye kafir olsun ki, neyi örtüyor ki kafir olsun? Ondan dolayı kafirler, zaman zaman bu örtüden rahatsız olurlar, “keşke biz de teslim olsak” derler.
” fe kalilem mâ yu’minûn – bunlardan ne kadar azı inanıyor” ne kadar azı inanıyor! Evet bilmek ile inanmak arasında büyük fark var.
İşte birçoğu zannediyor ki, o bilgi beni kurtaracak. Bizim müslümanlar da çanak tutuyor, Efendim kim Allah’a inanırsa o mümin, inanmayan kafir! Kardeşim sen inanırsın, inanmayan kelimesini “Allah diye bir varlık yok” manasına kullanıyoruz. Adam bakıyor ki, “Ben Allah’ın varlığını birliğini biliyorum, var olduğuna da inanıyorum ama Allah’ın dediklerine teslim olmuyorum”. O zaman kendisini Müslüman kabul ediyor. Halbuki İman demek, Allah (c.c.)’a güvenmek demektir, Allah (c.c.)’ı birinci sıraya almak demektir, “Allah ne diyorsa O” diyendir Mümin. Onu yapsa da yapmasa da günahkarlığını da Allah (c.c.)’a göre tespit eder. Yani Allah’ın yasakladığını yaptığı için kendisini günahkar sayar, Allah (c.c.)’ın emrettiğini yaptığı için sevap kazandığını düşünür. Yani herşeyi Allah (c.c.)’a göre değerlendirir mümin.
Yok ne kadar az kişi inanacak olacak orada
NOT: 25 dk. burada yandaki kişi ile konuşuyor ama duyulmuyor ve görülmüyor. Ne kadar az inanıyorlar değil.
Bakara Suresi 2:89 “Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi musaddikul limâ meahum ve kânû min kablu yesteftihûne alellezine keferû, fe lemmâ câehum mâ arafû keferû bihi fe la’netullâhi alel kâfirin”
“Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi – onlara Allah’tan bir kitap gelince” o bekledikleri Muhammed (a.s.) ve Kitap
“Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi musaddikul limâ meahum – onlara Allah katından bir kitap geldiği zaman, kendileriyle beraber olan tasdik eden kitap geldiği zaman”
Biliyorsunuz Al-i İmran Suresi 3:81. Ayet’te Allah’u Teala şöyle buyuruyor.
“Ve iz ehazellâhu misâken nebiyyine lemâ âteltukum min kitâbiv ve hıkmetin summe câekum rasûlum musaddikul limâ meakum le tu’minunne bihi ve le tensurunneh, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrı, kâlû akramâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidin”.
“Ve iz ehazellâhu misâken nebiyyin – Allah Nebi’lerden misâk aldığı zaman şöyle demişti onlara”
“lemâ âteltukum min kitâbiv ve hıkmeh – size bir kitap ve hikmet veririm de” mesela Tevrat, kitaptır ve onun içindeki hükümlerde hikmettir. İncil kitaptır ve içindeki hükümler de hikmettir. “
“summe câekum rasûlum musaddikul limâ meakum – sizinle beraber olan, tastik eden bir rasul gelirse”
“le tu’minunne bihi – ona mutlaka inanacaksınız”
“ve le tensurunneh – ona yardımcı olacaksınız”
Onun için bugün mesela Yahudilerde ve Hristiyanlarda gelecek Peygambere inanma vardır. Hristiyanlar onu Muhammed (a.s.) yerine İsa’dır diyorlar. Mesela geçtiğimiz Cuma günü, Almanya Gothingen ? Üniversitesi’nden bir Hoca, 30’a yakın Doktora Öğrencisi, bazıları doktorasını bitirmiş papaz da var içlerinde, Protestan ilkesinden, geldiler Süleymaniye Vakfı’na ve bu defa talebeler hocalarını zorlamış Vakfa gelmek için. Bu da tabii hoş bir şey gerçekten, hele bugün Almanya ile ilgili bir takım şeyler söyleniyor, o bakımdan da önemli hoş birşey. Saat 2’de geldiler 4’te bitti, sonra Süleymaniye Camii’sini görmeye gittiler. Saat 4’e kadar Kur’an’ı Kerim, İnanç ile ilgili sorular sordular ve en sonun da şeyi okuduk, “Tevrat’ı İncil’i ve size indirilen Kur’an’ı Kerim’i uygulamazsanız hiç bir temeliniz olmaz” (Maide Suresi 5:48 ?) Ayeti Kerime’yi okuduk. Herhalde onunla bitti sohbet ve son derece memnun olarak ayrıldılar.
Şimdi burda, Kur’an’ı Kerim onlardaki, onlarda olanı tasdik ediyor, red etmiyor ve tasdik edince bu defa kendilerini Kur’an içerisinde buluyorlar. Sonra Başkanları olan Hoca dedi ki; “Bakın dedi, demek ki biz İncil’i okursak yolumuz açıktır” demektir gibi ucu açık bir cümle kullandı. Yani İncil’i okuyalım falan diye ordakilere davette bulunmuş oldu.
Zaten İncil’i okuduğunuz zaman da Muhammed (a.s.)’in geleceğini oradan çok net bir şekilde çıkarırsınız herşeye rağmen! Mesela Paragrid ? kelimesini “Muhammed” manasına geleni değiştirmişler “Öğütçü” diye söylüyorlar.
Ama ne olursa olsun bunlar gayet iyi biliyorlar ki, Son Peygamber Muhammed (a.s)’dır. Mesela geçen sene, orada şöyle bir ifade kullandım; Kur’an’ı Kerim’den örnek verdim, bazı Ayetlerin anlamlarının nasıl değiştirildiğini, o “şae fiili”nin ayetlerin anlamlarını nasıl değiştirdiğini, Kur’an’ı Kerim’in içerisinde çelişki varmış gibi ortaya koyduğunu gösterdim onlara, ondan sonra dedim ki “Metni korunmuş olan bir kitapta bu kadar anlam kayması var. Eğer elimde bu orijinal metin olmasaydı, ben şimdi size bu konuşmayı yapamazdım. Çünkü orijinal metinden hataları tespit ediyoruz. Şimdi dedim, bakın, Tevrat’ın ve İncil’in orijinal metni yok. O zaman siz meydana gelen değişiklikleri nasıl tespit edeceksiniz”?
Yani gerçekten, mesela biz burada elimizde Kur’an’ı Kerim’in metni var da hataları ortaya koyuyoruz değil mi Meal hatalarını? Kur’an metni olmasa, nasıl ortaya koyacağız? Onların elindeki, işte en fazla bir meal niteliğindedir, orijinal metin yok. Orada bir talebe dedi ki; “Siz orijinal ile neyi kasdediyorsunuz? Biz manasının korunduğuna inanıyoruz” dedi. Dedim ki, bak burada Kur’an’ın indirildiği gibi metinleri korunmuştur. Geçen sene gelenlerden birisi, şunu sormuştu; “Biz Tevrat üzerinde İncil üzerinde çalışmalar yaptık, tenkitli çalışmalar yaptık. Doğru mudur yanlış mıdır diye. Siz de Kur’an’ın üzerinde yaptınız mı?” Yok bizim bir şüphemiz yok dedi. Ama işte Berlin’de yapanlar var, o konuda ne yaparsınız” diye sormuştu. Yine aynı Hocanın başka talebeleriydi, o soran geçen sene de, bu sene de gelmişti, hatta bu 4.ncü geliş. Dördünde de vardı. “Bu konuda ne dersiniz dedi, Berlin’de Kur’an’ın hatasını aramaya çalışan, orijinal olup olmadığını aramaya çalışan bir grup var” dedi. Dedim ki; “Biz ona destek vermek isteriz! Biz öyle yanlış bir şeye inanmak istemeyiz” dedim. Yanlışı var ise niye inanalım. Şimdi öyle deyince, bir daha soru sorma imkanı olmadı. Bu sene de dedim ona “Bak geçen sene Gabriel böyle söylüyordu” Bu sene şimdi ortaya çıktı ve onlar hiç bir hata bulamadılar o ekip. Yemen’de bir binanın tavanın üstünden çıkarılan çok eski Kur’an Metinleri üzerinde 5 yıl bir çalışma yaptılar ki, acaba bir kelime hatası bulabilir miyiz diye, kelime hatası bile bulamadılar! Olur gayet normaldir el ile yazılmış, bir insan yazarken hata etmez mi? Dedim, bak onu da bulamadılar, tabi herkes sustu.
Şimdi burada şunu söylemek istiyorum.
Bakara Suresi 2:89 “Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi musaddikul limâ meahum ve kânû min kablu yesteftihûne alellezine keferû, fe lemmâ câehum mâ arafû keferû bihi fe la’netullâhi alel kâfirin”
“Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi musaddikul limâ meahum – işte bak kitap geldi, işte geçen hafta da söyledik, sizinle beraber olanı tasdik eden bir kitap”
“ve kânû min kablu yesteftihûne alellezine keferû” Şimdi Medine’deki duruma dönelim. Aslında bu Medine’deki yahudiler, Medine’deki müşriklere karşı bu kitapla fetih şeyinde bulunuyorlardı. Yani bu Peygamber gelecek bir kitap getirecek, bizim önümüz açılacak dünya hakimiyetini kuracağız diye böyle bir hava atıyorlardı Medine’deki müşriklere karşı. Ama farkında olmadan onları, gelecek Peygambere hazırlıyorlardı. O Peygamber gelince, müşrikler ellerini çabuk tutup, yahudilerden önce inandılar, yahudilerinde büyük bir bölümü inatlarından dolayı sürgün edildiler.
“fe lemmâ câehum mâ arafû keferû bihi – o bildikleri peygamber, çok iyi bildikleri o peygamber gelince, onu görmezlikten geldiler” bu defa kendilerine başka bir yol şey yaptılar.
“fe la’netullâhi alel kâfirin – Allah’ın laneti bu kafirlere olsun”
Bakara Suresi 2:90 “Bi’semeşterav bihi enfusehum ey yekfurû bi mâ enzelellâhu bağyen ey yunezzilellâhu min fadlihi alâ mey yeşâu min ıbâdih, fe bâû bi ğadabin alâ ğadab, ve lil kâfirine azâbum muhin”
“Bi’semeşterav bihi enfusehum – kendilerini ne kötü sattılar” yani dünyayı tercih ederek, kendi dünyalarını da ahiretlerini de satmış oldular.
“ey yekfurû bi mâ enzelellâh – Allah’ın indirdiğini görmezlikten gelmeleri”
“bağyen ey yunezzilellâhu min fadlihi alâ mey yeşâu min ıbâdihi – Allah’ın kullarından belirlediği birisine, ikramıyla Ayetler indirmiş olmasını kıskanarak, görmezlikten gelip kendilerini ne kötü sattılar”
“fe bâû bi ğadabin alâ ğadab – gadap üzerine gadap hakettiler”
“ve lil kâfirine azâbum muhin – bu kafirler için alçaltıcı bir azap vardır”.
Şimdi tekrar açıklayalım. Yatsı namazı kılacağız biraz sonra, Ayet’i Kerime’de Allah’u Teala şöyle buyuruyor;
Isra Suresi 17:78 Ayeti “Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ ğasekıl leyli ve kur’ânel fecr, inne kur’ânel fecri kâne meşhûdâ – Namazı güneşin batıya kaymasından havanın kararmasına kadar kılın”. Yani o Batı ufkunda güneş ışınlarının tamamen çekilinceye kadar Yatsı Namazı’nın kılınması lazım.
Şimdi hiçbir delile dayanmadan, hiçbir delile dayanmadan bizdeki bugün kü uygulama, yatsı namazı vaktinin bitişinde Yatsı Ezanı’nın okunmasıdır. Tüm İslam aleminde öyledir. Dolayısıyla biz ona değil Kur’an’ı Kerim’e uyarak Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in uygulamalarına uyarak Yatsı Namazı’nı vaktinde kılıyoruz. Şimdi Ezan okununca 4-5 dakikalık daha vakit oluyor. Dolayısıyla dersimizi burada bırakıyoruz.