Bugün, Bakara suresinin 83. ayetindeyiz. Elimizdeki Kur’an-ı Kerim’in on birinci sayfası. Burada Allah’a kulluk, anaya babaya iyilik ve ikramla ilgili hükümler var. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:
Estaizubillah
Ve iz ehaznâ mîsâka benî isrâîle lâ ta’budûne illâllâhe ve bil vâlideyni ihsânen ve zil kurbâvel yetâmâ vel mesâkîni ve kûlû lin nâsi husnen ve ekîmûs salâte ve âtûz zekât,
“israiloğullarından söz aldık, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, anaya babaya da iyilikte bulunacaksınız, yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere (bunlara da iyilikte bulunacaksınız) ve insanlara güzel konuşun, namazı tam ve sürekli olarak kılın ve zekâtı verin”…” (Bakara, 2/83)
Bu şekilde, Allah-u Teâlâ israiloğullarından kesin söz aldığını bize bildiriyor. Peki, söz aldı da ne oldu:
summe tevelleytum illâ kalîlen minkum ve entum mu’ridûn
“sonra yüz çevirdiniz, içinizden çok azı hariç. Siz yüz çeviriyordunuz/sırtınızı dönüp kaçınıyordunuz.” (Bakara, 2/83)
Yani o şekilde bir yüz çevirmeniz oldu.
Şimdi “misak”; kesin söz.
“israiloğullarından kesin söz aldık, Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz diye” (Bakara, 2/83)
Şimdi, herkesin çok iyi bildiği kesin bir şeydir, Allah’tan başkasına kul olunmaz. ‘ben Allah’tan başkasından korkmam, Allah’tan başkasına boyun eğmem’, şeklindeki sözleri hep duyarsınız. Bu sözleri söylemek kolaydır da bu sözlerin arkasında durmak kolay değildir. Çünkü bu sözlerin doğru olduğunu herkes gayet iyi bilir. Ama herkes gayet iyi bir şekilde yerine getirmez.
O Aracılık ve Şirk kitabından bir tane getiri misiniz oradan.
Şimdi, ibadet ne demek? İbadet derken ne anlarsınız? Allah’tan başkasına ibadet etmemekten ne anlarsınız? Onun karşısına rükûya eğilmek, secde etmek gibi şeyler anlaşılıyor dimi, tamam. Bunu hiç kimse yapmaz. “Biz Allah’tan başkasına ibadet etmiyoruz ki!, biz insanlara gelin bize ibadet edin demiyoruz ki.” Mesela bir şeyh efendiyle konuştuğumuz sıra onu söyledi; “Biz insanlara gelin de bize ibadet edin demiyoruz ki.”
Peki, siz diyorsunuz ki; “şeyhin önünde mürit, ölü yıkayanın önündeki meyyit gibi, ölü gibidir “ diyorsunuz dimi. Yani kendisini tamamen şeyhe teslim edecek, şeyh ne derse o.
İbadet ne demek? Mesela günde beş vakit namaz kılıyorsunuz dimi, niye kılıyorsunuz? Allah emrettiği için. Sabah namazı iki rekat, öğle namazı dört rekat, ikindi dört, akşam üç, yatsı dört rekat. “E canım şimdi yatsı namazı iki rekat yeter” diyebiliyor musunuz, “hepsini bir arada kılsam ne olacak” diyebiliyor musunuz, “ya ne olur yani kılsam ne olur, kılmasam ne olur” diyebiliyor musunuz? Bu kulluk gereği yapılan şeydir. Niye bunu yapıyoruz? Bunun tek sebebi vardır, Allah emrettiği için, o kadar. Efendim işte, günde beş vakit abdest alıyoruz, Cenab-ı Hakk’a yöneliyoruz, şöyle psikolojik sebebi var… bir sürü şeyler anlatılabilir de; işin asıl sebebi, Allah’ın emretmesidir. Allah emretmeyecek olsa, onu başka şekilde de yapabilirdik.
Şimdi, kulluk demek, sorgulamadan boyun eğmek demektir. Diyelim ki savaştasınız, tabancayı dayamışsınız, “teslim ol yoksa öldürürüm” diyorsunuz adama, adam da diyor ki: “teslim olurum ama bir şartım var”, ne şartı kardeşim, tak diye öldürür adamı. İbadet kayıtsız şartsız teslim olmaktır. Bu manada insan sadece Allah’a teslim olur. Allah’ın dışındakilerde mutlaka sorgulama olur, niçin! Niçin der.
Şimdi, Kur’an-ı Kerim’de “resule itaat Allaha itaattir” diye ayetler var. Yani, ibadet kayıtsız şartsız itaattir. Resule itaat Allah’a itaattır.
Men yutiır resûle fe kad atâallâh
“Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa, 4/80)
Resul nedir? Elçi.
Elçi ne yapar? Kendini gönderenin sözünü söyler.
Kendi sözünü söylemiş olsa elçi olur mu? O sözü Allah’a ait olduğuna göre, resule itaat ne olur, mecburen Allah’a itaat olur. Kendi şahsına değil o. O söylediği söz, Allah’ın sözü olduğu için itaat ediliyor. Dolayısıyla rasul ayrı bir itaat kaynağı değil. Allah-u Teâlâ ayetinde rasulleri nasıl tarif ediyor:
Mâ aler resûli illel belâg
“resule tebliğden başka bir görev düşmez”(Maide 5/99)
Şimdi, resulü ayrı bir kaynak, Allah’ı ayrı bir kaynak yaptığınız zaman ne oluyor?
Şimdi, bakın, bizde oluşan gelenek nedir, Müslümanlarda oluşan gelenek; Kur’an Allah-u Teâlâ’nın kitabı, sünnet Resulullah (s.a.v.)’in uygulaması. Güzel. Şimdi burada, resul ayrı bir itaat kaynağı olarak alınır. Yani “Allah’a itaat eden resule itaat etmiştir” ayet-i kerimede resulün ne olduğu üzerinde durulmaz. Yani Muhammed (a.s.) olarak alınır. Dolayısıyla ayetle hadis arasında uyuşmazlık görürlerse neye uyarlar biliyor musunuz?
Salon: Ayete
Abdülaziz BAYINDIR: Ayete uymazlar hadise uyarlar. Bizim fıkıh geleneğimiz öyledir. Ayete uymazlar, hadise uyarlar. Hâlbuki resulün görevi tebliğ olduğuna göre, resul Allah’ın emretmediği bir şeyi söyler mi? Bunu da bildikleri için bu defa derler ki; “hadisler peygamber efendimize gelen bir başka vahiydir” derler.”tıpkı Kur’an gibi peygambere indirilmiş olandır” derler.
Peki, Kur’an-ı Kerim’i Allah-u Teâlâ korumuş buraya(hadislere) bir sürü sözler karışmış. Mesela birinci asırda hadis sayısını çıkara çıkara bine çıkarıyorlar, ama ondan sonra yüz binleri milyonları buluyor. Yeni bir peygamber geldi de o mu söyledi onları? Ondan sonra mı vahiy olarak geldi?
Dolayısıyla, şimdi ben bunu biraz daha açık örneklerle şey yapsam içinizden bazıları sert bir şekilde çıkar kapıyı çarpar gider. Ama isim vermeden konuşacağım. Çünkü bunu o kadar büyük büyük büyük âlimler söylüyor ki…
Mesela size daha önce örnek olarak vermiştik burada, ayeti kerimede Allah-u Teâlâ diyor ki:
Estaizubillah
safâ vel mervete min şeâirillâhfe men haccel beyte evı’temera fe lâ cunâha aleyhi en yettavvefe bi himâ
“Safa ile Merve, Allah’a ibadetin simgelerindendir(Kabe’nin yanındaki). Kim hac ve umre yaparsa bunların arasında sa’y etmesinde bir günah yoktur” (Bakara, 2/158)
Şimdi Allah-u Teâlâ böyle diyor. Yani, “Safa ile Merve arasında sa’y etmesinde bir günah yoktur” diyor.
“bir günah yoktur” ne demek, ne anlarsınız?
Salon: Yapılabilir
Abzülaziz BAYINDIR: Yapmazsa ne olur?
Salon Hiçbirşey olmaz
Abzülaziz BAYINDIR: Hiçbir günahı yok. Yapsa ne olur, Sevap alabiliyor mu?”sevap alır” diyor mu? Bak Safa ile Merve, Bakara 158. ayet
“Safa ile Merve, Allah’a kulluğun simgelerindendir. Kim hac ya da umre yaparsa bunların arasında sa’y etmesinde bir günah yoktur” (Bakara, 2/158)
Bu ayetten ne anlıyorsunuz, mesele o.
Salondan bir kişi: Hocam, caiz olduğunu ifade ediyor, farz vacip veya sünnet değil.
Abzülaziz BAYINDIR: ‘Bu ayetten ne anlıyorsunuz’ soru o. Sonra başka şeylere geçeceğiz, soru o. Ne anlıyorsunuz bu ayetten? Bu ayetten ‘bir adam sa’y ederse sevap alır’ diye anlar mısınız? ‘sa’y etmezse günah işler’ diye bir şey anlar mısınız? Sa’y etse de olur, etmese de olur, anlarsınız. Ama sa’y ederse günah değildir. Buradan ne anlarsınız demek ki sa’y etmeyi günah sayıyorlarmış. Bunu anlarsınız değil mi? Demek ki sa’y etmeyi günah sayıyorlarmış, Allah-u Teâlâ diyor ki, “günah değildir”. Ama günah saydıklarını anlıyoruz.
Peki şimdi bir hadiste de peygamberimiz diyor ki:
“Allah size sa’yı yazdı (sa’yı farz kıldı), sa’y edin” [Ahmed b. Hanbel, C. 6, s. 421; İbn Huzeyme, 2765.]
Şimdi, ayetle hadis arasında bir bağlantı kurabiliyor musunuz? Söylemeyeceğim dedim ama söylemeden de olmuyor mecburen söyleyeceğiz iş bu noktaya geldi, Şafii ve Maliki mezhepleri diyor ki; ‘bu ayetten’ diyor ‘bir şey anlaşılmaz, ama bu hadis sa’yın farz olduğunu gösteriyor, dolayısıyla hac yapan kişi sa’y yapmak zorundadır, sa’yı yapmazsa hac ve umre olmaz”. Peki, neye dayanıyorsunuz? Peygamberin sözüne dayanıyorsunuz. ‘bu konuda ayet yoktur’ diyor. Nasıl oluyor. İki ayrı kaynağa itaat etmiş olmuyorlar mı? Burada bir inanç problemi ortaya çıkıyor. İşte o ortaya çıkmasın diye diyorlar ki işte bu da vahyedilmiştir peygamberimize ayrıca.
Peki, bunu Hanefiler de söylüyor ‘sünnetin peygamberimize vahiy olduğunu’. Hanefiler ne diyor, Hanefiler diyor ki: ‘bu ayeti kerimeden (az önce sizin söylediğiniz gibi) sa’y etmenin sevap olduğuna dair… Mubahtır. Böyle bir şey anlaşılır, sa’y etsen de olu etmesen de. Sadece sa’y etmenin günah olmadığı anlaşılır’
E peki, hadis var.
Bu hadisten de, diyor ki, ‘evet böyle bir hadis var ama buna da yer veremiyoruz’ diyor, şeyimizde. Ayeti de almıyor, hadisi de almıyor Hanefiler. Ayeti de almıyorlar hadisi de almıyorlar. Diyorlar ki ‘bu konuda icma vardır’ diyorlar. İcmaya dayanarak ‘sa’y etmek vaciptir’ diyorlar.
Peki, Hanefilerin dediği vacibi söyleyen başka kimse var mı? Hanefilerin dışına çıktığınız zaman farz ve sünnet vardır, vacip yoktur arada. Onlar vacip derlerse farz kastederler. Hanefilerin anladığı manada sünnetle farz arasında bir vacip kavramı diğer mezheplerde yok. E sahabeden beri Hanefilerin söylediğini söyleyen bir tek kişi yok. Bu icma nereden çıktı? Ayete dayanmadınız, hadise dayanmadınız, bir başka kaynak ortaya çıkardınız. Bu ne oldu? Bunlara dayanarak farz koyuyorsunuz, vacip koyuyorsunuz, hükümler koyuyorsunuz, ondan sonra da diyorsunuz ki “ibadet konusu ancak Kur’an-ı Kerim’de ve peygamberimizin uygulamasıyla ortaya konur”. Tamam, o söylediğiniz doğru. Onun için en başta dedim ya lafını etmek kolay, uygulamaya geldiğiniz zaman problem çıkıyor.
Şimdi, bizim geleneğimizde hâşâ sanki Allah bir başka telden, peygamber başka telden çalıyormuş gibi, hâşâ. Kardeşim ‘resul’ ne demek siz Arapça bilmeyen insanlar mısınız? Resul, Allah’ın sözünü söyleyen kişidir. Peygamber efendimize iki şey indirilmiştir, nedir o iki şey; Kitap ve Hikmet.
Hikmet neydi? Kitaptan çıkarılan hükümdü değil mi. Hikmet, bir bardak çay gibi bir şeydi. Ya da şöyle diyelim işte şu kalem hikmettir. Nedir bu kalemin hikmet olması? Tabiatta böyle bir kalem var mı? Yok. Mesela falan yerde kalem ağacı var gidip toplayalım, var mı öyle bir şey? Peki, bu kalemin bütün maddeleri tabiatta var mı? Var. Bu kalemin olması için birilerinin bu konuda bilgi sahibi olması lazım, çok büyük bir sanayi gerekiyor buna değil mi? Bu kalemin bu hale gelmesi için belki on bin kişi çalışmış olabilir, belki daha fazla di mi. İşte onlar bütün bilgilerini maharetlerini toplamışlar, tabiatta olmayan ama insanların bir ihtiyacını gideren bir kalem icat etmişler, işte bu hikmettir. Hikmet ne demek: doğru bir sonuca varmışlar demektir.
İşte nasıl tabiatta kalem olmamış, insanlar kalem icat etmişler bu hikmetse, Kur’an-ı Kerim’de de peygamberimizin sözlerini bulamazsınız, yoktur. Aynen tabiatta kalemin olmadığı gibi. Ama peygamberimizin sözleri o tabiattan alınma. Yani, mutfağa gidiyorsunuz, şurada et var, şurada sebze var, şurada tuz var ama yemek yok. Onu yemek haline getirmek bir hikmettir, yani o işi doğru malzemeleri doğru biçimde kullanıp sonuç almaktır. İşte, peygamberimizi yaptığı Kur’an-ı Kerim’deki ayetleri aynı şekilde büyük bir bilgiyle birleştirip bir sonuç elde etmektir. Ve gerçekten bu Kur’an-ı Kerim’in içinden çıkarılan bir şeydir.
Şimdi tekrar başa dönelim.
“Safa ile Merve Allah’a ibadetin simgelerindendir. Kim hac veya umre yaparsa, bunların arasında sa’y etmesinde bir günah yoktur.” (Bakara, 2/158)
Günah olmadığını anladık mı? Buradan anladık mı Müslümanların Safa ile Merve’de sa’y etmeyi günah saydıklarını anladık mı? Allah ne diyor; “burada bir günah yoktur” diyor. Peki, günah sayıyorsa hac ve umre yapan kişi günah saydığı şeyi yapar mı? O zaman hac ve umre yapan bu ayet inene kadar sa’y ediyor muymuş? Buradan anlıyor muyuz bunu net olarak? Etmiyormuş ve günah sayarak etmiyormuş. Allah-u Teâlâ diyor ki; “burada bir günah yoktur”.
Şimdi, umreye gidenleriniz bilir, umrede yapılan kaç tane işlem var? İki. Birisi tavaf, birisi sa’y, başka üçüncüsü yok. Bir başka ayette diyor ki Allah:
Estaizbillah
Veetimmu-lhacce vel’umrate lillâh
“Allah için haccı ve umreyi tamamlayın” (Bakara 2/196)
Umre yapan ne yapıyordu? Tavaf yapıyordu. Eksiği neydi? Sa’y. “tamamlayın” diye emir verdiği zaman, eksiğin ne olduğunu öbür ayetten öğrendik mi? “tamamlayın” emri neyi ifade eder? Neyi ifade eder Necati abi? Farz değil mi? “Tamamlayın”, emir veriyor. E peki, peygamberimiz ne dedi?
“Allah size sa’yı yazdı (sa’yı farz kıldı), sa’y edin” [Ahmed b. Hanbel, C. 6, s. 421; İbn Huzeyme, 2765.]
E kardeşim sizin vazifeniz bir ayeti diğer ayetle açıklamak değil mi, Allah bu emretmiyor mu? Sanki peygamberimiz başka bir şey söylüyormuş gibi, Kur’an’da bu yoktur diyorsunuz, dört mezhebin dördü de bunu söylüyor. “Kur’an’da sa’y ile ilgili bir hüküm çıkmaz” diyor. Hanefiler Kur’an’ı da sünneti de bir kenara bırakıyor, icma diyorlar ki böyle bir şey asla olmuş değildir. Onların dedikleri şekilde bir icma asla yok. Zaten onların ifade ettikleri gibi vacip kavramı da yok. Orada bir ibadet koyuyorlar. Öbürü de farzdır diyor ama altını dolduramıyorlar. Bu ne biçim bir mantıktır? Siz kime itaat ediyorsunuz?
Şimdi, bana diyorlar ki, şey yapıyorlar hani karşınıza çıkıp da cevap veremeyenler ne yapar, dedikodu yapar. Karşıdan kaş göz işaretiyle hareket ediyorlar. Diyorlar ki; “bu ne biçim fıkıh profesörü kardeşim? Birde İslam Hukuku anabilim dalı başkanı, mezheplerin hiçbirini kabul etmiyor. O büyük büyük kitapları kabul etmiyor, falan filan.”
Beyler, buyurun hodri meydan. Ne kadar ilahiyat fakültesi varsa buyurun gelin, ne kadar bu din sahasında dünyanın neresinde bu sahada yetişmiş elemanınız varsa getirin. Bütün kitaplar da sizden yana, sizden daha güçlüsü var mı? Dedikodu edeceğinize kalkın iki kelime söyleyin. Ne dedikodu yapıyorsunuz sağda solda? Kalkın iki kelime söyleyin, bu böyle değildir deyin bakayım. Sağda solda niye dedikodu yapıyorsunuz? Bu anlayışta olan Müslümanların iki yakası bir araya gelir mi? Allah’ı peygamberinden ayır, Allah-u Teâlâ onların ifadesine göre…
Bak gördünüz mü, peygamberimizin ifadesi Kur’an’da var mıymış, var mıymış? Çünkü “tamamlayın” demiyor mu? Eksik olan tamamlanır. Öbür ayet eksiği gösteriyor, bu ayette onu yapmanın farz olduğunu gösteriyor. İkisini birleştirirseniz, işte çay otuyla suyu birleştiriyorsunuz, bir çay yapıyorsunuz. İşte bu hikmet.
Bakın ne kadar güzel ortaya çıkıyor değil mi mesele. Şimdi bunu birlikte okusalardı bu mezheplerin hepsi sa’y için ne derlerdi? Farz demek zorundaydılar, başka bir şey diyebilirler miydi? Bir sürü lüzumsuz ihtilaflar, insanların zihnini karıştıran sözler söylerler miydi?
Salonda Bir Kişi: Hocam biraz karıştı.
Abdülaziz BAYINDIR: Ney karıştı?
Salonda Bir Kişi: Muallakta kaldı.
Abdülaziz BAYINDIR: Hangisi muallakta kaldı?
Salonda Bir Kişi: Farz mı değil mi?
Abdülaziz BAYINDIR: Farz mı değil mi, sana soruyorum. Hadi söyle bakayım Mustafa KARTAL.
Salonda Bir Kişi:……………………….
Abdülaziz BAYINDIR: peki, şimdi tekrar izah edip sana soracağım, dikkatle dinle bur bakayım, öyle şey yok. Yoksa bak defterine not düşük gelir bak karışmam.
Şimdi bak; ayette Allah-u Teâlâ diyor ki, “Safa ile Merve arasında sa’y etmekte bir günah yoktur.” Bu neyi gösteriyor, Müslümanların onu günah saydıklarını göstermiyor mu? Çünkü zaten birisinde İsaf, birisinde Naile adında iki put varmış, onu arasında gidip geliyorlarmış, cahiliye döneminde. Müslümanlar zannetmiş ki; bu sa’y bu iki puttan dolayı, yapmamışlar, sa’yı bırakmışlar. Allah da ne demiş; “ya bunlar Allah’a ibadetin simgeleridir, putlara ne bakıyorsunuz? Hac ve umre yaptığınız zaman burada bir günah yok”. onlar günah saymışlar, iki put arasında gidip gelme olduğu için. Tamam mı.
Peki şimdi, umreye çok gittin sen, Kabe’yi tavaftan sonra yaptığın ikinci iş ne? Sa’y. Üçüncüsü var mı, yok.
Salonda Bir Kişi: Tıraş olmak
Abdülaziz BAYINDIR: Sayılmaz o, tıraş burada da oluyor. O tıraş namazda selam vermek gibi bir şeydir, o işin bittiğini ifade eder.
Şimdi, öbür ayette diyor ki Allah;
“haccı ve umreyi tamamlayın” (Bakara, 2/196)
Diyor. Eksik ne? Sa’y. İkisinde de sa’y eksik, “tamamlatın” diyor dimi. o zaman eksiğin ne olduğunu öbür ayetten öğrendik mi, burada “tamamlayın” emri o zaman sa’y etmeyi ne hale getiriyor? Ne hale getiriyor Mustafa Bey? Farz hale getiriyor mu? Ha bitti.
(Mustafa beyin cevabı anlaşılmıyor)
Dur bir dakika mezheplere geçme yavaş yavaş. Peygamberimiz ne demiş? Demiş ki
“Allah size sa’yı yazdı (sa’yı farz kıldı)”
Farz kılan Allah değil mi? Peygamberimiz de bunu göstermiş. Ama Kur’an’da “Allah sa’yı farz kıldı” diye bir ifade yok. Bu ifadeyi ayetleri birleştirdiğin zaman ortaya çıkarıyorsun. Tıpkı tabiatta bir bardak çay olmaması gibi. Çayı suyla çay otunu belli şartlarda birleştirdiğin zaman yapıyorsun. Dolayısıyla peygamberimizin o sözü Kur’an’da var mı? Mana olarak var mı? Var. Lafız olarak yok. Yani tıpkı bir bardak çayın bütün maddeleri tabiatta var ama çay yok, o da öyle.
Dolayısıyla peygamberimiz Allah-u Teâlâ’nın söylemediği hiçbir şeyi söylememiştir. Ama kitap var hikmet var. o hikmet, bir hüküm çıkarmaktır ayetlerden. O zaman Allah başka bir şey, peygamber başka bir şey söylemiyor hâşâ. Ama bizim geleneğimiz böyle olduğu için insanların zihinleri karmakarışık. Onun için bakıyorsunuz ki bir gurup hadis düşmanı kesiliyor. Yanlış. Mesela bana sorarlar bazen; “hadis olmadan din olmaz mı?”. Olur diyorum, niye olmasın, ama tarzanların ormanda yaşadığı gibi yaşamanız şartıyla. Ne demek bu; bir tas çorba içemezsiniz, hadis bir tas çorbadır. Sırtınıza elbise giyemezsiniz, hadis giydiğiniz elbisedir, barınacağınız bir ev olmaz, hadis o evdir. Siz tabiatta elbise yoktur diye elbiselerinizi çıkarıp atıyor musunuz, efendim tabiatta çorba yoktur diye çorba içmiyor musunuz? Hadis odur, ama siz Kur’an’la sünnet arasındaki ilişkiyi kurmadığınız zaman sanki o başka şey söylüyor, o başka şey söylüyor. O zaman da bir inanç problemi ortaya çıkıyor. Ve Müslümanlar iki ayrı şeye itaat ediyorlar, çatışma olduğu zaman peygamberi Allah’a tercih ediyorlar, hâşâ. Böyle şey olur mu?
Efendim arada problem çıkmasın diye peygambere de vahiy gelmiştir diye o hadisler de vahiydir diyorlar. Doğru, vahiyden elde edilmiş hükümdür ama vahiy değildir. Anlaşıldı mı, anlatabildim mi karıştı mı yine?
Salondan bir kişi: Mezheplerin sa’yı farz gösterilmesine delil olarak icmayı göstermelerini eleştiriyorsunuz. Onu anladım
Abdülaziz BAYINDIR: Sa’yın farz olması Kur’an’ın hükmüdür, peygamberimiz de onu bize bildirmiştir. Eğer mezhepler o hadislerle Kur’an arasındaki ilişkiyi kursalardı, bu ihtilaflar olmazdı. Tamam mı? Yani, Allah’ı bir tarafa peygamberi bir tarafa bırakmasalardı bu işler olmazdı. Bu sadece bir konuda değil çok sayıda konuda var ve ortaya büyük bir sıkıntılar yumağı çıkıyor. Ondan sonra da birileri kalkıyor hadis düşmanlığı yapıyor, birileri de bir başka şey yapıyor, Kur’an-ı Kerim’i de bir başka tarafa çekiyorlar, ortada Müslümanlık kalmıyor.
Şimdi onun için en başta “İsrailoğullarından Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz diye emir aldık” (Bakara, 2/83). Tamam güzel. Bu çok basit bir şey gibi gözüküyor değil mi? Ama detaylandırdığın zaman son derece ciddi. “Ben kardeşim yalnız Allah’a kulluk ederim başkasına etmem” diyebilmek kadar zor bir şey yoktur, çünkü etrafınızda sizi kendine kul etmek isteyen binlerce insan var. Birisi siyasi gücüyle, birisi sosyal gücüyle, birisi maddi gücüyle, birisi yumruk gücüyle, birisi başka şeyle sizi kendisine kul etmek ister.
Biz yalnız Allah-u Teâlâ ‘nın kuluyuz, Allah ne demişse odur. Peygamber (s.a.v.) ne yapmıştır; Allah’ın dediğini bize ulaştırmıştır, başka bir şey yapmamıştır. Dolayısıyla peygamber efendimiz çoğu zaman Kur’an-ı Kerim’i okumuştur, ama onun hadisleri nedir, Kur’an’da olan hükümlerdir, başka bir şey değil. İkisini birbirinden ayırmamak lazım. Burada çok ciddi yapısal sıkıntılarımız var, yapısal sıkıntı var.
Dolayısıyla şimdi mesela, Ramazan’da, imsak vakti kardeşim en az 40 dk. erken ilan ediliyor, her Müslümanın, isteyen herkesin gözleriyle, çıkıp tespit edebileceği bir olay bu. Kur’an-ı Kerim onu emrediyor, sünnet onu emrediyor, mezhepler arasında ihtilaf yok her şey ortada, ama bakıyorsunuz ki müthiş bir direnç var. Bu ne oluyor, kime itaat ediyorsunuz siz? Yani “Allah’tan başka ilah yoktur” demek lafta çok kolay, ama fiiliyatta onu hayata geçirmek çok zor. Öyle o kadar kolay olsaydı herkes Müslüman olurdu. Çünkü orada dünyayı dine tercih etmemek var. İnsanları yoldan çıkaran da dünyayı öne almaktır.
Şimdi biz burada Yahudilerle Hıristiyanlarla ilgili ayetleri okurken o kadar güzel onlara “vay şunlar vay bunlar bu da olur mu” falan diyoruz, bu çok kolay. Peki, ya biz ne yapıyoruz?
Şimdi bakın şuradan bugünkü papanın birkaç kere okuduğum şeyleri var yani şu anda Katolik Kilisesinin yayınlamış olduğu papanın başkanlığında hazırlanmış bir kitap, “Katolik kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri” diye ben onların konsolosluğundan getirtmiştim. Ne diyor bakın, diyor ki:
“Allah birdir”
Bunu söylemeyen hiç kimse yoktur yeryüzünde. Onun için Allah-u Teâlâ iki ayette der ki:
Estaizubillah
ve lâ yegurrennekum billâhil garûr
“o çok aldatan şeytan sizi Allah’la aldatmasın” (Fatır, 35/5) (Lokman 31/33)
Herkes Allah’a inandığını düşünerek kendini doğru yolda sayar. Müslümanlar “kâfir”i nasıl tarif ederler, “Allah’a inanmayan”. Böyle bir adam yok yeryüzünde, böyle bir insan yok. Ama “inanma” kelimesine “güvenme, sözlerini doğru kabul etme” anlamı veriyorsanız doğru. Ama Müslümanlar o manada söylemiyor, “Allah diye bir varlığı kabul etmeyen” böyle bir insan yok. Şeytan “ben Allah’tan korkarım” demiyor mu? Baş kâfir o işte.
“Allah birdir” bugünkü papanın kitabı, sadece onun değil yani orada kardinaller heyetinin hazırladığı kitap. Bak şimdi burada diyor ki: “Joseph Ratzinger başkanlığında kurulan 12 kişilik bir heyetin altı yıllık çalışmasıyla meydana getirilmiş ve Vatikan Kilisesi tarafından kabul edilmiş öğretileri içeren bir kitap” altı yıllık bir sürede hazırlanmış bir kitap. “Allah birdir; ondan başka Tanrı yoktur” lailaheillallah dediler mi? Lafta bunu söylemek yetmiyor bakın, bizde de herkes söyler lailaheillallah ama onu hayata yansıtmak lazım.
“O, gerçeğin kendisidir. Yeri ve göğü tek başına yaratmıştır. Yaratılış düzenini ayarlayan ve dünyayı yöneten odur. O insanlara yakındır ve her şeyi bilir. O her zaman vardır, varlığının başı ve sonu yoktur. Her şey varlığını ona borçludur. Sahip olduğumuz her şey ondan gelmektedir.”yanlış bir şey var mı? “O, kendiliğinden var olandır” peki Allah’a niye baba diyorsunuz? Diyor ki: “Allah’ın Baba olarak adlandırılması, her şeyin başlangıcı ve aşkın otorite sahibi olmasından ve tüm çocuklarının üstüne titreyen sevgi dolu iyiliğinden dolayıdır. Allah ne erkektir, ne kadın;” yani Allah babadır derken sizin anladığınız manada baba demiyoruz diyorlar. Allah erkek ya da kadın değildir diyorlar. “Allah, Allah’tır” diyorlar.
Gördünüz mü?
Salondan bir kişi: Bizimle hiç farkı yok
Abdülaziz BAYINDIR: Hıh. İşte şimdi doğruları söylediğiniz zaman millet hop oturup hop kalkıyor.
Peki, İsa (a.s.)’a ne diyorlar? Mesela bizde “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhu ve resûluh” diyoruz. “Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik ederim” işte bunu söylediler bunlar, bu Hıristiyanlar. “ve eşhedü enne Muhammeden abdûhu ve resûluh” kısmını da onlar ne diyecek “ve eşhedü enne İsa abdûhu ve resûluh” demeleri lazım. Yani “İsa Allah’ın kulu ve resuludur diye şahitlik ederiz” diye demeleri gerekiyor di mi arkasından. Bak ne diyorlar ona, yine aynı kitaptan:
“İsa, Baba’nın elçisidir” ne oldu, Allah’ın elçisi. Biz ne diyoruz, “Allah’ın elçisidir” diyoruz. “Baba onu kutsal ruhla meshetmiş, rahip, peygamber ve kral yapmıştır.” İsa’nın meshedildiğini Kur’an-ı Kerim söylüyor mu? “Mesih” diyor, söylüyor. İşte peygamber yapmıştır diyor, kral ne demek yetkili kişi, peygamberimiz de bu manada Medine’nin kralıdır diyebilirsiniz. “O, kendiliğinden bir şey yapamaz.” yanlış mı? “Her şeyi kendisini gönderen Baba’dan alır.”şimdi “ve enne İsa resûlullah” dediler mi? “isa Allah’ın elçisidir” dediler mi? Ondan sonra ne diyor: “Şimdi o, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır.” Şimdi bizim bazı guruplara peygamberimizin öldüğünü kabul ettirebiliyor musunuz? Gidip de okullarını teftiş etmiyor mu, müfettişlik görevi yapmıyor mu? Hâşâ. Toplantılarına gelmiyor mu, ona yer ayırın falan demiyorlar mı? Şimdi, “Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır. Kendisi aracılığı ile Allah’a yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter .”
“Yetiş ya Muhammed bugün imdat günüdür” diyen yok mu? Kimden kaçıp kime sığınıyorlar, ne farkları kaldı Hrıstiyanlardan? Demek ki “ve eşhedü enne Muhammeden abdûhu ve resûluh” demek laf olarak bunu herkes söylüyor problem değil. İçeriğini doldurabiliyor musun? Ne oldu şimdi, “hepimizi kurtarmaya gücü yeter”. Bu güç kime karşı kullanılıyor, o zaman Allah’tan daha güçlü olması lazım değil mi? Allah’tan peygambere sığındığına göre Allah’tan daha merhametli olması lazım, seni Allah’tan daha çok tanıması lazım. E ne oldu şimdi bu peygamber mi oldu, tanrı mı?
Hıristiyanlar diyor ki “İsa yüzde yüz tanrı, yüzde yüz insandır” diyorlar, bizimkiler bir tek o kelimeyi söylemiyorlar. Bunlardan vazgeçmek lazım, bu işler lafla olmaz, son derece dikkatli olmak lazım. Başkalarını tenkit ettiğimiz güç ve kuvvette kendimizi de tenkit etmemiz lazım. Hıristiyanlara istediğiniz kadar laf söyleyin, ama Müslümanlara yöneldiğiniz zaman herkes hop oturup hop kalkıyor. Kusura bakmayın ya, bizim için yani herkes Allah’ın kulu. Yarın Cenab-ı Hakk’ın huzurunda diyeceksin ki bana niye bunu söylemedin di mi?
Şimdi şu ayet- kerimeyi kısaca bitirelim, dersimiz de bitmiş oluyor, namaz da kılacağız.
Ve iz ehaznâ mîsâka benî isrâîle lâ ta’budûne illâllâhe
“İsarailoğullarından kesin söz aldık: Allah’tan başkasına kul olmayacaksınız” (Bakara 2/83)
Allah’tan başkasına kul olmamak, Allah ne demişse onu yapmak, kayıtsız şartsız teslim olmak, araya ikinci bir şeyi sokmamaktır.
ve bil vâlideyni ihsânen
“anaya babaya da iyi davranacaksınız.” (Bakara 2/83)
Anaya babaya itaat demiyor, iyi davranış diyor. İtaat Allah’a. İhsanın ne demek olduğunu da inşallah haftaya eğer fırsat olursa, ilgili ayetlerden ihsanın ne demek olduğunu anaya babaya, okuruz inşallah.
ve zil kurbâ
“yakınlığı olan kimselere” (Bakara 2/83)
yani akrabaya da iyi davranın diyor.
vel yetâmâ vel mesâkîni
“yetimlere ve miskinlere” (Bakara 2/83)
Miskin, işsiz kalmış kimseler diye tercüme edersek doğru olur. Adam maaş aldığı sürece güzel geçiniyor, kovuldun dedikleri anda her şey biter. Kimseden de isteyemez, işte onları kollamak lazım.
ve kûlû lin nâsi husnen ve ekîmûs salâte ve âtûz zekât,
“insanlara karşı güzel konuşun ve namazı tam kılın” (Bakara 2/83)
Bu Yahudilere söylenen. Demek ki Yahudiler de beş vakit namaz kılıyormuş.
ve âtûz zekât,
“ve zekatı verin” (Bakara 2/83)
Aynı zekat. Bütün bu konularda sizden kesin söz aldık,
summe tevelleytum illâ kalîlen minkum ve entum mu’ridûn
Şimdi siz şöyle diyor yani, duymazlıktan görmezlikten gelerek kendinizi kenara ala ala böyle yan döndünüz” Yoksa yapmam etmem demediniz hiçbiriniz.”ya tamam elbette vazifemiz, muhakkak yapmalıyız falan filan diye diye böyle yavaş yavaş yavaş yavaş kenara çekildiniz. “ve entum mu’ridûn” o demek. Evet, bu konulara dikkat edelim.
Şimdi namaz da kılacağız ara veriyoruz. Namazdan sonra inşallah devam ederiz.