Abdülaziz Bayındır: Elhamdülillâhi Rabbil âlemin. Vel akıbeti lil müttekîn. Vessalâtü vesselêmü alê rasûlüne Muhammed’in ve alâ êlihî ve eshâbihi ecmaîn.
Bu hafta yarım saat erken başlıyoruz. Önümüzdeki iki haftada inşallah öyle yapacağız. Daha sonra tekrar saat:7.00’ye alacağız. Ramazan dolayısıyla işte iftar programları devreye giriyor biliyorsunuz.
Bugün inşallah Müslümanların genel bir hatası ile ilgili ayetleri okuyacağız. Bir de haberiniz oldu mu bilmiyorum, bugün gündeme Süleymaniye Vakfının “Kırk dakika fazla oruç tutuyoruz” şeklindeki, sitesinde yayınlanan yazı oturdu. Ve birçok haber siteleri şuan da yayınlıyor. Bizim internet sitemizde birkaç kere çöktü değil mi? Fazla girişten dolayı birkaç kere çöktü, sonra hizmet veren kuruluş onu ayarladı galiba şuan da yayında. Fazla girişler olunca da, ya zaten şeyde bu sene Ramazanın ilk iki günü siteyi oradan oraya taşımakla meşguldük. Çünkü girişlerden çökmüştü sonra güçlü bir siteye aldık, şimdi o da şeyini (kotasını) yükseltmek zorunda kaldı. Verdiği ne diyordunuz ona mega bit mi diyorsunuz ona pek anlamıyorum teknik terimlerden ya. Ondan da kısaca bahsedeceğiz bugün ama önce Bakara Suresinin yetmiş dokuzuncu, (ikinci şahıs: -Yetmiş sekiz ’inci) yetmiş sekiz, yetmiş sekizi okumamış mıydık? (İkinci şahıs: -anlaşılmayan metin(02.20 saniye ile 02.22 saniye arası) ha yetmiş sekizinci ve yetmiş dokuzuncu ayetlerini okuyalım o zaman.
Burada esas geçen hafta okuduğumuz yerde zihnime takılan küçük bir mesele vardı, onu geçen hafta halledememiştik. İşte bu hafta biraz düşündük. Onu kısaca size tekrar anlattıktan sonra öbür ayetlere geçelim. (Bakara Suresi) 75 ve 76. Ayetleri tekrar okuyalım:
Euzübillehimineşşeytanirracim
E fe tatmeûne en yu’minû lekum ve kad kâne ferîkun minhum yesmeûne kelâmallâhi summe yuharrifûnehu min ba’di mâ akalûhu ve hum ya’lemûn(ya’lemûne). (Bakara Suresi 2/75)
E fe tatmeûne en yu’minû lekum: Bu Yahudilerin size inanmalarını mı bekliyorsunuz?
ve kad kâne ferîkun minhum yesmeûne kelâmallâhi summe yuharrifûnehu min ba’di mâ akalûhu: Onlardan bir grup Allah’ın kelamını işitiyor sonra da onları anladıktan sonra anlamını sağa sola çekiyorlar, başka tarafa çekiyorlar.
ve hum ya’lemûn: Bunu bile bile yapıyorlar. Yani ayeti gayet güzel anlıyorlar, ama bile bile yapıyorlar.
Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ, ve izâ halâ ba’duhum ilâ ba’din kâlû e tuhaddisûnehum bi mâ fetehallâhu aleykum li yuhâccûkum bihî inde rabbikum e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).(Bakara Suresi 2/76)
Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ: Mü’minlerle karşılaştıkları zaman “Âmennâ!” diyorlar, yani inandık diyorlar.
ve izâ halâ ba’duhum ilâ ba’din kâlû e tuhaddisûnehum bi mâ fetehallâhu aleykum: Kendi yakınlarıyla baş başa kaldıkları zaman yani diğer Yahudilerle baş başa kaldıkları zaman diyorlar ki: “Allah’ın size açtığı bir gerçeği niye onlara söylüyorsunuz?” O gerçek nedir? Düşünün bakalım. Bakın Müslümanlarla karşılaştıkları zaman diyorlar ki, “İnandık!” diyorlar. Tamam, Muhammed Allah’ın peygamberi, Kur’an Allah’ın kitabı “İnandık” diyorlar. Ama bir araya geldikleri zaman “Allah’ın size açtığı gerçeği niye onlara söylüyorsunuz? ” Yani Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğu, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğu gerçeğini niye söylüyorsunuz? Bakın demiyorlar ki “Biz inanmıyoruz!” demiyorlar. Yani “Muhammed Allah’ın peygamberi değildir” demiyorlar, “Kur’an Allah’ın kitabı değildir” demiyorlar. “Tamam bu doğru bu böyle ama onlara niye söylüyorsunuz?””
li yuhâccûkum bihî inde rabbikum: Söyleyin de diyorlar Rabbinizin yanında gelsin size bununla delil getirsinler, yani yarın Allah’ın huzurunda diyecekler ki “Ya Rabbi bunlar Muhammed’in (sav) Allah’ın peygamberi olduğunu, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunu biliyorlardı. Bizim aleyhimize delil getirecekler. E bizde dinimizi değiştirmeyeceğimize göre cenabı hak bizi cezalandıracak. Şimdi bu mantığa bakın. Bu insanlar Yahudi. Bunlar Tevrat’a inandıklarını söylüyorlar. Tevrat Peygamber (sav) ile ilgili birçok detaylı bilgi veriyorlar. O bilgiye bakarak Muhammed (as)ın Allah’ın Peygamberi olduğunu kesin olarak anlamışlar mı? İyi de buradaki hataları neler? Bakın Tevrat’a inanıyorlar, ahiret gününe inanıyorlar. Değil mi? Çünkü “Allah’ın huzurunda böyle diyecekler” diyorlar. Muhammed sav Allah’ın Peygamberi olduğunu inkâr ediyorlar mı? Kur’an Allah’ın kitabıdır diyorlar mı? Ne oluyor şimdi burada? Kendilerini mümin saymıyorlar mı? Peki, hataları ne? Yaptıkları ne?
(Kur’an-ı Kerîm’den) 74. Sayfayı açın. Oradaki ilk ayeti okuyalım. Burada Allah ü Teâlâ diyor ki Esteûzübillah
Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâbe le tubeyyinunnehu lin nâsi ve lâ tektumûnehu, fe nebezûhu verâe zuhûrihim veşterav bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe bi’se mâ yeşterûn(yeşterûne). (Ali İmran Suresi 3/187)
Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâb: Allah kendilerine kitap verilerinden kesin söz aldığı zaman. Ayet numarası:187. Evet Ali İmran Suresi 187. Ayet. Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâb Kendilerine kitap verilmiş olanlardan kesin söz aldığında ne dedi onlara
le tubeyyinunnehu lin nâsi ve lâ tektumûneh: Bunu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ama gizlemeyeceksiniz. Şimdi bunların itirazı ne? Tevrattaki bir gerçeği niye bu insanlara açıklıyorsunuz? Şimdi Allah’a verdikleri sözü ne yapmış oluyorlar? Yerine getirmemiş oluyorlar. Ve getirmemenin cezası ne?
fe nebezûhu verâe zuhûrihim: Bunu sırtlarının arkasına attılar.
veşterav bihî semenen kalîlâ: Buna karşılık geçici bir menfaat elde ettiler. O anı kurtarıyorlar. İşte şeyini düzenlerini bozmuyorlar. Şimdi insanları en çok rahatsız eden düzenin bozulmasıdır. Boş ver karıştırma, söyleme.
fe bi’se mâ yeşterûn: Satın aldıkları ne kadar kötüdür.
Benzeri sözü Allah’ü Teâlâ bizden almıştır.
(Kur’an-ı Kerîm’den) 23. Sayfa. Bakara Suresi 159. Ayet. Diyor ki;
İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne). (Bakara Suresi 2/159)
İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ: İndirdiğimiz açıklayıcı ayetleri ve doğruyu gösteren hükümleri gizleyenler
min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi: İnsanlar için bu kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler.
ulâike yel’anuhumullâh: Allah onlara lanet edecektir. Yani Allah onları dışlayacaktır.
ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne): Ve lanet edecek olanlarda lanet edecektir.
İllellezîne tâbû ve aslahû ve beyyenû fe ulâike etûbu aleyhim, ve enet tevvâbur rahîm(rahîmu). (Bakara Suresi 2/160. Ayet)
İllellezîne tâbû ve aslahû ve beyyenû: Tevbe eden, durumunu düzelten ve açıklayanlar başka.
fe ulâike etûbu aleyhim, ve enet tevvâbur rahîm: Ben onların tövbelerini kabul ederim, ben tövbeleri kabul edenim ve merhametli olanım. Şimdi böyle insanlara ne diyor Allah bakın.
İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffârun ulâike aleyhim la’netullâhi vel melâiketi ven nâsi ecmaîn(ecmaîne). (Bakara Suresi 2/161. Ayet)
İnnellezîne keferû: Buna kâfirlik diyor dikkat edin! Allah’ın ayetini açıklamamaya kâfirlik diyor. Şimdi bana çok itiraz etmişlerdi. Hem çok dindar olduğunu söyleyen –size de mutlaka- “Canım şimdi bu ayeti okumanın zamanı mıydı?” “Sen tutuyorsun müşriklerle ilgili ayeti bize okuyorsun.” “İşte şu, bu, falan, filan” Kardeşim bu ayetler Kur’an’da inmiş mi? Kur’an’da varsa zamanı gelmiştir. O okunacaktır. Okunmazsa neymiş cezası:
İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffâr: Kâfirlik eden ve kafirlik ederek ölenler
ulâike aleyhim la’netullâh: Allah’ın laneti bunların üzerinde kalır.
vel melâiketi: Meleklerin.
ven nâsi ecmaîn: Tüm insanların. Çünkü açıklamamakla insanlara en büyük kötülüğü yapmış oluyoruz. Onun için bizim asıl görevimiz insanlara Allah’ın kitabını götürmektir. Bunu da asla gizlemeye hakkımız yok. Onlar cehennemliktir diyor.
Hâlidîne fîhâ, lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne). (Bakara Suresi 2/162. Ayet)
Hâlidîne fîhâ: Orada sürekli, ölümsüz olarak kalırlar.
lâ yuhaffefu anhumul azâbu: O azap onlardan hafifletilmez.
ve lâ hum yunzarûn: Gözetilmezler de. O kadar.
Peki, bunlar niye açıklıyorsunuz diyorlar? Ondan sonra da, bir de Allah’ın yanında size delil getirirler derken de (haşa) Cenabı Hak bunların söylediklerini bilmiyormuş gibi de davranış içerisinde oluyorlar. Şimdi Müslümanlıkla kâfirlik arasında bu ince çizgi var. Müslüman Allah’ın dinine uyan kimsedir. Kâfir de dini kendisine uydurandır. Hiç kimse dinsiz olmak istemez. Şimdi burada insanlar kendilerini öne alıyorlar, Allah’ın emirlerine kendi kafalarına göre şekil veriyorlar. Şimdi bunun yeri mi, zamanı mı? Niye yaptın? Niye ettin falan. Evet. Şimdi bugün mesela, haber7 de bizimle ilgili yapılan yorumların büyük bir bölümü aynen bu kapsama giriyor. İnsanlar hiç bakmıyor acaba hangi ayete, hangi hadise, neye dayanılmış. Gayet duygusal bir şekilde hareket ediyorlar. Ondan sonra diyorlar ki:
(Bakara Suresi 2/76. Ayet sonu)
e fe lâ ta’kılûn: Aklınızı kullanmıyor musunuz? Akıl böyle mi kullanılır? Kendilerini akıllı kabul ediyorlar. Kurnazlık bu. Akıllık değil.
E ve lâ ya’lemûne ennallâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(yu’linûne). (Bakara Suresi 2/77. Ayet)
E ve lâ ya’lemûne ennallâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn: Bilmiyorlar mı ki Allah onların gizlediğini de bilir açığa vurduklarını da. O zaman demek ki dini kendimize uydurmaya asla uğraşmayalım, aklımızın köşesinden bile geçmesin. Mutlaka kendimiz dine uymaya çalışalım.
Şimdi burada Cenabı Hak Yahudilerle ilgili bir şey daha söylüyor. Diyor ki:
Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(yezunnûne). (Bakara Suresi 2/78. Ayet)
Ve minhum ummiyyûn: Onların içlerinde ümmiler vardır. Ümmi ne demek? Anasından doğduğu gibi kalmış kişi demek. Yani mektep, medrese görmemiş. Şimdi, peki okuyoruz. Hepimiz bir şeyler okuduk. İşte ben mesela üniversite de profesör olmuş bir kişiyim. Peki, benim bildiğim şeyler mi çok bilmediğim şeyler mi? (Anlaşılmayan konuşma 13.38) O zaman ilimlerin çok büyük bir bölümüne karşı ben de ümmi değil miyim? O zaman herkesin ümmi olduğu bir taraf vardır, olmadığı taraf vardır. Yani mesela şöyle bir söz doğru olur. Herkes âlimdir, bildiği şeyler farklıdır. Herkes cahildir bilmediği şeyler farklıdır. Değil mi? Onun için kimsenin kimseye karşı bu konuda övünmeye hakkı yok. Ama burada konu Allah’ın kitabı. Allah’ın kitabı konu olduğu zaman, tabi belli bir konu olduğu zaman fark ediyor. Diyor ki “Onların içlerinde ümmiler vardır”. Ve tarif ediyor:
lâ ya’lemûnel kitâbe: O kitabı bilmezler. Yani Tevrat’ı bilmezler.
illâ emâniyye: Bildikleri bir takım kuruntulardır. Ne Tevrat’ın şu bölümünü okursan kızın evlenir, şu bölümünü okursan şuna iyi gelir, şu bölümünü okursan şu kadar sevap kazanırsın. Peki, neye dayanarak söylüyorsun? Tahmin yürütüyorlar. Emani, Ummiyye bu işte. Türkiye’de de öyle değil mi? Ramazan geldi ah bir hatim bile okutamadık? Hatim okutmanın sevap olduğunu nereden biliyorsun? İşte bu “emâni” kelimesine değişik anlamlar da veriliyor. Anlamadan okuma manası da veriliyor. Kur’an-ı Kerimi, Tevratı okuyorsunuz ama anlamıyorsunuz. Anlamıyorsunuz, diyorsunuz ki, onu anlamasam da bana şu kadar sevap gelir. Tamam, da o sevabı nerden garanti ediyorsunuz. Bizde de öyle. Kur’an-ı Kerimi anlamadan okur bu kadar sevap elde edeceğim. Kardeşim Kur’an-ı Kerim (bir kere şunu kafamıza iyice yerleştirelim Kuran) sevap kazanmak için okunacak bir kitap değildir. Tekrar ediyorum: “Kur’an sevap kazanmak için okunacak bir kitap değildir, Kur’an anlayıp, uygulamak için okunacak bir kitaptır.” Onun içinde anlayacaksın. Sevap kazanmak için okursan senin için önemli olan ne olur? Ne olur? Bugün üç sayfa okudum, beş sayfa okudum, bir cüz okudum. Önemli olan o olur değil mi? Peki ne kaldı sana? Ama anlamak için okursan sayfa hesabı yapmazsın. Hatta bir ayeti kerimeyi anlamak için belki bir ay, iki ay uğraşırsın. Ama anlarsın bir işe yarar. Asıl sevabı da o zaman kazanırsın. Zaten senden istenen odur. Öbürü bir takım kuruntular, hayaller. E canım işte umulur ki Allah sevap verir, umulur ki falan. Tamam, da bu din delile dayalı bir dindir. Delilsiz konuşulmaz bu dinde.
ve in hum illâ yezunnûn: Onlar sadece tahmin yürütürler diyor. Şimdi bir grup böyle. Yahudilerden bir grup böyle.
Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(yeksibûne) (Bakara Suresi 2/79. Ayet)
Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim: Yazık o kimselere ki, o kitabı kendi elleriyle yazarlar ya da kendi elleriyle bir kitap yazarlar.
summe yekûlûne hâzâ min indillâh: Derler ki bu Allah katındandır. Niye böyle yaparlar?
li yeşterû bihî semenen kalîlâ: Onunla geçici bir menfaat elde etmek için. Bu menfaat ne? Para olabilir bazısı onun için yapar, mevki, makam olabilir, itibar olabilir, bana saygı duysunlar, beni işte büyük adam, büyük veli, büyük din adamı görsünler diye. Yani dünya ile ilgili çeşitli itibar şekilleri olabilir. Ama bunların hepsi bir gün biteceği için az bir bedeldir. Ondan sonra ahiret başlar.
fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim: Elleriyle yazdıklarından dolayı yazıklar olsun onlara,
ve veylun lehum mimmâ yeksibûn: Kazançlarından dolayı yazıklar olsun onlara. Yani, ya da daha Türkçesi elleriyle yazdıklarından dolayı çekecekleri var, kazandıkları şeyden dolayı çekecekleri var.
Peki, Müslümanlar içerisinde böyleleri var mı? Zaten öyle olmayanlar az. Mevlana’nın şeyini açın Mesnevisini en başı, en baş ilk cümlesi şu: “Bu dini anlamada dinin asıllarının, asıllarının, asıllarıdır.” Diyor.
Abdülaziz Bayındır: Bu dinin aslı nedir?
(Cemaat): Kur’an.
Abdülaziz Bayındır: Onun aslı
(Cemaat): Levhi mahfuz.
Abdülaziz Bayındır: Onun aslı Allah’ü Teala’nın kendisi.
Anlaşılmamıştır diye diyor ki: “Allah’ın en yüksek fıkhıdır” diyor. Öyle de devam edip gidiyor. İşte birisi gidiyor bilmem Ravza-i Mudahhara da oturuyor Peygamber Efendimiz “Sen bir tefsir yaz diyor” gelip yazıyor falan. Kendilerini kutsamak için bir sürü şeyler. Şimdi mesela Risale-i Nurlarda bunu çok fazla görüyoruz. Am bu Said Nursi’ye mahsus bir olay değil. Bu Gazali ile başlayan ve devam eden. Hatta Gazali ile başlayan değil daha önceden başlıyor da Gazali ile iyice yerleşmiş. Mesela Münkizü Mined-Dalâl’e bakın orada diyor ki “Peygamberler bilgilerini meleklerden alır, biz doğrudan Allah’tan alırız.” Ne alçak gönüllülük değil mi? Şimdi bakın Risale-i Nurlarda Said Nursi neler söylüyor? Şimdi ben bunu neden söylüyorum? Müslümanları uyarmamız lazım da onun için. Milyonlar gidiyor arkasından. Ama bilsinler kabul edip etmemeleri bizim işimiz değil ki. Biz yarın Cenabı Hakka, “Ya Rabbi biz bunu yaptık” diyeceğiz. Evet, yazdık bu kitapta. Şimdi bana diyorlar ki yazdın, konuşma. Çok sevdiğim bir abim durumunda olan zat vardır. Bir gün bana geldi dedi ki “Abdülaziz Bey dedi işte. Otuz senedir abi kardeş gibi birbirimizle gayet iyi geçindik evet. Hiç birbirimizi üzmedik. “-Gerçekten öyle, hakikaten beyefendi bir insan kendisinden rica edilmiş işte o da bana çekinerek söyledi.” Ya işte yazmışsın ne olursun bir yerde konuşma”. Bir yerde konuşma. E peki ne olacak, kime ne faydası var bak şimdi gizleme şeyi meselesi var ya işte.
Şimdi bakın, şu bizim aracılık ve şirk kitabının 87. sayfasından okuyorum. Burada diyor ki “Kur’an’ın gizli gerçekleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor.” Kur’an’ın gizli gerçekleri ne demek bu? Kur’an-ı Mübin değil mi yani açık, gizli gerçeği ne demek? Bunu hiç kimse bilmiyor sen nerden biliyorsun. “Bize iniyor diyor iniyor, nüzul ediyor”. Peygamber devrinde Kur’an’ın vahiy suretiyle inmesi gibi (bu nerede Şualar 1. Şua 24. Ayet ve Ayetler 3. Nokta, oradan okuyorum) Kur’an’ın gizli gerçekleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor. Peygamber devrinde Kur’an’ın vahiy suretiyle inmesi gibi her asırda Kur’an’ın arştaki yerinden, Kur’an’dan değil dikkat edin Kur’an’ın arştaki yerinden ve manevi mucizesinden feyiz ve ilham yoluyla onun gizli gerçekleri ve gerçeklerin kesin delilleri iniyor. Kur’an’ın gizli gerçekleri ve gerçeklerin kesin delilleri iniyor. O zaman Kur’an’ın gizli gerçekleri iniyorsa bu kitap Kur’an’dan daha önemli olmaz mı? Risale-i Nur denilen, ha Risale-i Nur’lar (Bu neredeymiş 145, Şualar 1. Şua orada geçiyor) Risale-i Nurlar ne doğunun kültüründen ve ilimlerinden, ne de batının felsefe ve bilimlerinden alınmış ve iktibas edilmiş bir nurdur. Ben tabi sadeleştirdiğim kısımdan okuyorum. Ne doğunun kültüründen ve ilimlerinden, ne de batının felsefe ve bilimlerinden alınmış ve iktibas edilmiş bir nurdur. O gökten inmiş Kur’an’ın, doğunun da, batının da üstünde olan arştaki yerinden alınmıştır. Kur’an’dan mı alınmış. Kur’an’ın arştaki yerinden alınmış. Arşa kim çıkıp da bir şey alabilir? Ne olmuş oluyor? Son kitap oluyor değil mi? Risale-i Nur denilen otuz üç adet söz, otuz üç adet mektup, otuz bir adet lemalar, (Bu da şualardan alınmış) bu zamanda, bu zamanda Kur’an’daki ayetlerin ayetleridir. Ayetin ayeti ne demek? Kur’an’ın ayetini bir şeye delil getirirsiniz değil mi? Şu şöyledir, Allah şöyle buyuruyor dersiniz. Peki, ayetin ayeti ne olur? Kur’an’ın doğruluğuna Risale-i Nur’u delil getirirsiniz. Çünkü o son kitap oluyor. Zaten bu yanlış anlaşılır diye bu benim dediğimi kendisi de söylüyor. Yani onun gerçeklerinin göstergesidir. Anlaşılmamışsa diye tekrar ediyor. Onun hak ve hakikat olduğunun kesin delilleridir. Kur’an’ın doğru olduğunun delili neymiş? Risale-i Nur’muş. Hâlbuki biz, bizim yaptığımızın, yazdığımızın doğru olduğuna Kur’an’ı delil getirmemiz lazım değil mi? Kur’an’ın doğruluğuna delil Risale-i Nur’muş. Görüyor musunuz? Kur’an ayetlerinde yer alan inançla ilgili gerçeklerin gayet kuvvetli belgeleridir. İnanç konusu da, Kur’an’da inançları da Risale-i Nurdan ancak takviye edebileceksiniz. Gördünüz mü şimdi? Onun için tekrar ediyorum; Kendisini dindar saymayan hiç kimse yoktur yeryüzünde. Lütfen dindarlık bizi aldatmasın. En ateisti de kendisine göre kendini dindar sayar. Sadece dindarlığın tarifi değişir. Onun için dini kendimize uydurmayalım. Kendimiz dine uyalım. Onun için bu dostlarımızı da ben Allah Rızası için uyarıyorum. Yarın Allah’ın huzurunda onlar da hesap verecekler biz de vereceğiz. Şimdi bunları gizlemek var değil mi? Ya söyleme, neme lazım, bu kadar insanların düşmanlığı falan. Güzel de kim söyleyecek bunları? Bunların içerisinde binlerce samimi işin farkında olmayan kişiler var. Onları kim uyaracak?
Yahya Bey: En büyük tenkit, düşmanlarla değil de niye bizimle uğraşıyorsunuz?
Abdülaziz Bayındır: Yahya diyor ki, “En büyük tenkit şu, düşmanlarla değil niye bizimle uğraşıyorsunuz?” Ya kardeşim şimdi benim evimde çocuğum, eşim hastaysa onlara ilaç getirmek, onları tedavi ettirmek gerekiyorsa komşumla ilgilenebilir miyim? Kaldı ki biz kiminle ilgilenmiyoruz ki? Biz Allah’ın kitabını okuyoruz. Muhatap kim olursa olsun. Herkese okuyoruz. Şunu, onu bunu ayırmıyoruz k, Herkes Allah’ın kulu. İstediğimiz nedir? Diyoruz ki, biz de hata yaptıysak lütfen söyleyin. Şimdi bu ayeti tekrar okuyorum. Bak ne diyor Allah Teâlâ:
Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(yeksibûne) (Bakara Suresi 2/79. Ayet)
Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim: Bir kitabı kendi elleriyle yazanların
summe yekûlûne hâzâ min indillâh: Sonra bu Allah katındandır diyenlerin çekecekleri var. Şimdi arştan alınmadır dendiği zaman Allah katındandır demiş olmuyor mu? Arşa kim çıkabilir? Zaten bize iniyor diyor.
fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim: Ellerin yazdıklarından dolayı bunların çekecekleri var
ve veylun lehum mimmâ yeksibûn: Kazançlarından dolayı bunların çekecekleri var.
Şimdi Said Nursi tövbe etmiş ve ahirete cenabı hak onu affetmiş olarak gitmiş olabilir. Bu bizim bilebileceğimiz bir şey değil. Bu Cenabı Hakkın bildiği bir şey. Ama bizim bildiğimiz bir şey var ki bugün bu kitabı Kur’an okur gibi okuyan, bu kitap olduğu için Kur’an’a ihtiyaç yok bu da, işte bu da Kur’an’ı Kerimin hakikatlerini gerçeklerini anlatıyor falan diye şey yapan binlerce insan var. Onun için bu kardeşlerimize şunu söylüyorum: Lütfen Allah’ın kitabını okuyun. Lütfen. Hangi insan olursa olsun. Yaptığında hata olur, kusur olur. Ama Said Nursi kendi kitabında hatayı ve kusuru kabul etmiyor. “Hatasız ve Kusursuzdur” diyor. Bak şöyle diyor (bu da nerede? 152. Sayfa, 11. Şua, Şualar, on birinci şua, on birinci meselesinin haşiyesinin bir lahikasıdır diye.) Sözler şüphesiz Kur’an’ın nurlu parıltılarıdır. Açıklamaya muhtaç yerleri –eksik olmamakla birlikte- tümüyle kusursuz ve eksiksizdir. Kur’an’ı Kerimin açıklamaya muhtaç yerleri var değil mi? Tümüyle kusursuz ve eksiksizdir diyor. Kusursuzluk kime aittir? (Allah’a) Risale-i Nur bu asırda, bu tarihte bir ulvetil vuskâdır(yani en sağlam kulptur.) Bu vasıf neyin vasfıdır. Kur’an’ı Kerim. Yani çok sağlam kopmaz bir zincir ve bir hablullah yani Allah’ın ipidir. Ona elini atan yapışan kurtulur. Hadi buyurun. Ona yapışan kurtulur. Evet, bunlara son derece dikkat etmemiz gerekiyor.
Şimdi dersin birinci bölümünü böylece bitirdik.