Elhamdülillâhi Rabbil âlemin. Vel akıbeti lil müttekîn. Vessalâtü vesselêmü alê rasûlüne Muhammed’in ve alâ êlihî ve sahbihi ecmaîn.
Bugünkü dersimiz İsrail oğullarından alınan sözlerle alakalı ki, Kur’an’ı Kerimde ona misak deniliyor. “Sizden misakınızı bir gün almıştık.” Misak kesin söz demek. Burada Yahudiler, İsrail oğulları anlatılıyor. “Sizin üzerinize o Tur’u kaldırmıştık.” Tur dağ anlamına geliyor. Bu dağ da “ve Turu sinîn” ayeti kerimesinde olduğu gibi ya da “Turu Seynâ” olduğu gibi Sina Dağı. Tevrat’ta bu dağa Horev deniliyor. Onlarda da Sina Dağı olarak kabul ediliyor. Tabi bu konuda değişik görüşler var. Horev’in Sina’da bir tepe olduğunu da söylüyorlar.
“Sizden kesin sözü, verdiğiniz kesin sözü aldığımızda, üzerinize de Tur’u kaldırmıştık. Size verdiğimizi kuvvetle tutun demiştik. İçerisinde olanı zikir yapın. Belki böylece çekinirsiniz.” Zikir neydi? Kafaya yerleştirilen, kullanıma hazır tutulan doğru bilgi demek. Biliyorsunuz Kur’an’ı Kerimin adı neydi? Zikir. “O zikri biz indirdik, onu koruyacak olanda biziz.” Tevrat’ın adı da neydi? O da zikir. Yani bütün ilahi kitapların ortak adı zikir. Çünkü zikir doğru bilgi. Kafaya yerleştirilip, kullanıma hazır tutulan doğru bilgi demektir. O doğru bilgiyi dile getirmekte zikirdir, akılda kullanmakta -işte tezekkürdür- yani hatırlama manasına ve o zikri hafızaya yerleştirmekte zikirdir. Yani “içinde olanları kafanıza yerleştirin” demiş oluyor Allah’ü Teâlâ. “Belki böylece kendinizi korursunuz. Biliyorsunuz Kur’an’ı Kerimde zikrin iki kaynağı var. Birisi neydi? Hangi kitap? Yaratılan kitaptı birisi. Yaratılan kitaptan yani tabiattan da zikir elde edilir. Doğru bilgi. Çünkü tabiattaki bütün varlıklara Allah ü Teâlâ ayet diyor. O ayetlerden de doğru bilgi elde edilir. Birde Allah’ın indirdiği kitap var, onlardan da doğru bilgi elde edilir. Bütün peygamberlerin vurgu yaptığı bu doğru bilgidir. O doğru bilgilerden herkes bildiği kadarıyla sorumlu olur. Herkes bildiği kadarıyla sorumlu olur.
Şimdi burada sözü edilen zikir Musa (as) verilen on emirdir. “Onu kafanıza iyice yerleştirin. Belki bu şekilde Allah’tan çekinirsiniz.” Tabi bu son derece önemli bir husustur. Yalnız burada İsrail oğullarına bu emirlerin verdiği şekli de enteresan. Yani bu onlardan söz alma şekli.
Biz bu ayetleri okurken hemen bir taraftan İsrail oğullarına vay ne kadar söz dinlemez insanlarmış falan diye söz saymaya başlarız. Başlarız da bu Kur’an’ı Kerim öncelikle İsrail oğullarına mı hitap ediyor? Kime hitap ediyor? Bundan ibret alacak olan kim? Öyleyse bunları birer tarihi malzeme gibi, işte İsrail oğullarının kötülüklerini görmek gibi değerlendirmeyelim. Öncelikle kendimiz buradan nasıl bir öğüt alabiliriz? Lütfen kendi hayatınıza bakın, yaptığınız hatalara yanlışlara bakın bunların tamamını bile bile yapmışsınızdır. Yani İsrail oğullarından alının söze benzer şekilde kim bilir biz kendi başımıza kaldığımızda Cenabı Hakka ne sözler vermişizdir. Değil mi? Kendinizi bir hatırlayın lütfen. Kendi hayatınızı şey yapın. Allah ü Teâlâ’ya ne sözler veririz ve hepimiz bile bile de o sözleri çiğneriz.
İnsanlar gerçekten kendilerini aşmada çok zorlanıyorlar. Başkalarına hükmetmek kolay. Şimdi ben burada size konuşuyorum. Asarım, keserim, eserim, savururum falan. Çok kolay. Ama kendime hükmetmem o kadar kolay değil. En kolay şey başkasına nasihat etmektir. Ama kendine nasihat edebiliyor musun? Söylediğini yapabiliyor musun? Dik durabiliyor musun? Sözünün adamı mısın? Çok zor bir şeydir gerçekten. Onun için burada şey yapabilirsin “Zaten İsrail oğulları eskiden beri böyledir, verdikleri sözde durmazlar. Bakın Cenabı Hakka karşı da ne sözler vermişler, üzerlerine dağlar kalktığı halde böyle yapmışlar.” Tamam, onlarda bu özellikler var doğru. Doğru da bana faydası ne bunun? Ha onlara karşı tedbirli olurum. O kadarla mı? Niye Cenabı Hak tekrar edip duruyor? Bakın şimdi bu ayette Bakara 63, Bakara 83 açın. On ayet sonra. Ne diyor burada? Aynı şey değil mi? “İsrail’den kesin söz almıştık.” Şimdi o sözün detaylarını da veriyor burada. Ama önemini ifade ediyor. Nedir o: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz.” Şimdi mesela Tevrat’ı açıyoruz, -az önce şu şey ile ilgili olarak- bu tesniyenin dördüncü babta on birinci başlık altında şu var: “Yaklaşık dağın eteğinde durdunuz diyor.” Bu olayı anlatıyor. “Dağ göklere dek yükselen alevle tutuşmuştu. Kara bulutlar ve koyu bir karanlık vardı.” Şimdi bu, bu ifadeyi lütfen bunun Musa (as) inen orijinal ifade olmadığını unutmayalım. Yani Musa (as) inen asıl Tevrat bugün elimizde yok. Yani o asıl kelimeler yok. Bu nedir? Tercümedir. Tercümenin tercümesidir. Şimdi her biri meal. Mesela elimizde Kur’an’ı Kerimin Arapçası olmasına rağmen meallerin ne hale geldiğini biz biliyoruz değil mi? Şimdi mesela detay üzerinde durmayacağım onu inşallah daha sonraki derslerimizde dururuz da sadece bir örnek olsun diye aynı olayı anlatan on ayet sonrasına bir bakın. 93. Ayete. Mealin ayeti ne hale getirdiğini görün de elimizdeki Tevrat ve İncil’i ona göre zihnimizde canlandıralım.
Bakın burada ne diyor? Mealden okuyacağım. Sonra metni okuyacağım. Ama neden o manayı verdiğimizi bu hafta anlatmayacağım. Daha sonra inşallah. Çünkü o başlı başına bir ders olacak. Burada mealde diyor ki; “Hatırlayın ki, Tur dağının altında sizden söz almış –dağ yukarıya kaldırılmış ve üzerlerine düşmek üzere olan bir dağ var, sizden söz almış- size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın demiştik. Onlar işittik ve isyan ettik dediler.” İşittik ve isyan ettik diyor birisi, siz de diyorsunuz ki bana söz verdi. Böyle bir şey olur mu? Ben şimdi size diyorum ki “Bu gece saat bir buçukta hepinizi burada istiyorum.” Siz de diyorsunuz ki “Gelemeyiz.” Ben de dönüp diyorum ki “Bakın hepsi bana söz verdi.” Ne dersiniz bana? Ne dersiniz? Kafayı yedi galiba. Şimdi Allah’ü Teâlâ diyecek ki “onlar bana söz verdiler” söz veren kişi “işittim isyan ettim” diyecek öyle mi? Yani isyan ettim diyecek o, Allah’ta diyecek ki söz verdiniz. Böyle bir şey olur mu? Tur tepelerine kalkmış, düşmek üzere, o anda diyecekler ki “isyan ettik” böyle bir insan olur mu? Sonra devamını okuyayım. “İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu.” Zaten bu manayı da acayip hale getirmişler ya. Şimdi Allah Allah! ya Rabbi sen söz aldıysan niye kalplerine bu sevgiyi dolduruyorsun ki? Nasıl bir şey oluyor? Kendileri doldurmamış. Dolduruldu. Kim doldurdu? Allah doldurmuş anlaşılan. Ne oldu burada? Ne anladınız? “De ki eğer inanıyorsanız imanınız size ne kötü şeyler emrediyor?” Allah Allah! Kalbinde buzağı sevgisi olan birisi, işittik isyan ettik demiş bir de ona diyorsun ki “inanıyorsan imanın ne kötü şey!” Bunların tamamı bir saçmalıklar yığını değil mi? Değil mi? Bakın hangi meale bakarsanız –gerçi son zamanlarda bizim yaptığımız çalışmalardan etkilenen bazı mealler yavaş yavaş doğru manalar vermeye çalışmışlardır amma, o da henüz yaygın değil, hangi meale bakarsanız- bakın, hangi tefsire bakarsanız bakın, şimdi Kur’an’ı Kerim “Le raybe fih” olan kitap ne demek “Le raybe fih” Allah’a ait olduğunda şüphe olmayan bir kitap e peki böyle saçmalıklar yığını Cenabı Hakka mâl edilebilir mi? Bakın ayetin orijinali orada olduğu halde. Verilen manayı görüyor musun? Ve bu bir gelenek olmuş.
Şimdi “Semi’nâ ve aseynâ” -inşallah detaylarını anlatacağız- Nisa Suresi’nin 46. Ayetinde –Kırk altı mıydı? Kırk üç müydü? Kırk altı galiba bir bakın- Nisa Suresi’nin 46. Ayetinin delaleti ile “Semi’nâ ve aseynâ” –Kırk altı “Semi’nâ ve aseynâ”- iki anlama geliyor. Birbirine zıt iki anlam ifade ediyor. Bu anlamlardan bir tanesi “işittik itaat ettik” birisi “işittik isyan ettik”. Sözlüklerde bu var. Kur’an’ı Kerim de bunu gösteriyor. Delalet ediyor. O zaman yerine göre anlam vereceksin kardeşim. Sözlükte de birinci mana itaat anlamına tercih şey yapıyor, en çok onun üzerine duruluyor. Peki, şimdi öyle bir mana vereyim. Bakın dikkat edin. Kur’an’da olan ve sözlüklerde olan bir anlam bu. Anlaşılır gibi değil ya. Kur’an’ı Kerim’de Allah şey yapmış, ama göreceksiniz inşallah anlatacağız Nisa 46’yı da kimse anlayamamıştır. Bu ayetler arası ilişki diye bir şey olmadığı için bizim gelenekte. Allah’ın emretmesine rağmen. Şimdi bak okuyayım ayeti:
“Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr(tûra), huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vesmeû kâlû semi’nâ ve aseynâ ve uşribû fî kulûbihimul icle bi kufrihim kul bi’se mâ ye’murukum bihî îmânukum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).” Bakara Suresi 93. Ayet Ve iz ehaznâ mîsâkakum: Sizden kesin söz almıştık
ve refa’nâ fevkakumut tûr: Turu üzerinize kaldırmış, kaldırırak almıştık/aldık
huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin: Verdiğimizi sıkı tutun demiştik
vesmeû: ve dinleyin
kâlû semi’nâ ve aseynâ: Dediler ki işittik ve sıkı tuttuk, işittik ve sıkı tuttuk. Kelime manası bu. Şimdi böyle diyen adamdan söz alınmış olur mu? İşittim ve sıkı sarıldım diyor. Neye sıkı sarılıyor? Verilen emirlere. Dediği gibi söz vermiş işte. Değil mi? Şimdi sıkı sarıldık diyor ama
ve uşribû fî kulûbihimul icle bi kufrihim: Kalplerinde de, kalpleri de o buzağı sevgisiyle dolu. Ya hem o buzağı sevgisini atamıyorsun, hem de sıkı sarıydık diyorsun. Eğer mü’minsen bu ne biçim iman demiş oluyor Allah’ü Teâlâ.
kul bi’se mâ ye’murukum bihî îmânukum in kuntum mu’minîn: İnanıyorsanız imanınız ne kötü şey emrediyor?
Şimdi, bakın ayetin manası nasıl tersine döndü görüyor musunuz? O saçmalıklar yığını şimdi muhteşem bir anlam olarak ortaya çıktı? Hâlbuki bunun bu manası Kur’an ayetlerinde var. Sözlükte var. Bu nedir? Peki, şimdi orijinal metni korunan bir kitapta asıl inen metnin yanına bu manayı koyuyorsa insanlar, bunu yapan insan, orijinal metnin korunmadığı Tevrat ve İncil’in nasıl bir mealle, meallendirileceğini siz varın düşünün.
Şimdi o açıdan şurayı dinleyin bakın. Tesniye’nin dördüncü bab on birinci cümlesini okuyor: “Yaklaşık dağın eteğinde durdunuz. Dağ göklere dek yükselen alevle tutuşmuştu. Kara bulutları ve koyu bir karanlık vardı.” Şimdi dağ tepenize çıkmıştı. Sanki bir gölgelik. Gölgelik ile karanlık arasında bir bağlantı var mı? Tamam. Yani anlam kayması dersek az önceki okuduğumuz ayetteki anlam kayması bundan daha fazla. Dolayısıyla dağın yukarılarına kaldırılması ve bir gölgelik gibi olmasını buradan hissediyorsunuz. Ama dediğim gibi orijinal metin olmadığı için. O zaman neye bakacağız Kur’an’ı Kerime bakacağız. Niye Kur’an “müheymin”dir. Yani Kur’an Tevrat’ı ve İncil’i yukarıdan böyle şey yapar, korur onun doğru olanlarını korur. Herhangi bir ibare Kur’an’da varsa doğru yoksa onun hakkında konuşmayacağız.
Peki, şimdi Allah’ü Teâlâ onlara ne vermiş? Burada şunları söylüyor. On buyruk, on emir vardır ya yine tesniyenin bu defa beşinci bab yedinci cümle: “Benden başka tanrın olmayacak.” Burası ne diyor? Bakara Suresi 83 –aynısını söylüyor değil mi?- Bak diyor ki, on emir burada, aynı ifade Tevrat’ta bak. Tevrat’ı tasdik ettiğini söylüyor ya Allah’ü Teâlâ, işte tasdik bu. Orada olan, yani Kur’an bu, Kur’an eğer, Kur’an’da yazanla orda yazan aynen varsa tasdik o. Yoksa o tasdik değil. Onaylama değil. “Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz”. Bu ne diyor? “Benden başka tanrın olmayacak.” Tamam mı? “Anneye babaya iyilikte bulunacaksın.” Bak burada ne diyor? “Tanrın Rabbin buyruğu uyarınca annene babana saygı göster.” Aynı ifade var bak Tevrat’ta görüyor musun? On emrin içerisinde. Annene, babana saygı göster. “Akraba, yetimler ve çaresizler”. Burada diyor “komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin, komşunun karısına kötü gözle bakmayacaksın, komşunun evine, tarlasına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.” Demek ufak tefek cümle kaymaları var. “İnsanlara karşı güzel konuşun.” İşte yalan yere tanıklık etmeyeceksin içerisine giriyor bu. Evet, “Namazı dosdoğru kılın ve zekâtı da verin.” Şimdi demek ki, İsrail oğullarından alınan sözlerden bir tanesi de neymiş? O burada yok. On emir içerisinde namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin. Bize verilen emir nedir? Bunların aynısı bizde de var değil mi? Bakın “Ekîmüs-salâte ve êtüz-zekâte” o namazı kılın aynı ifade. Bize verilen emir de aynı onlara verilen emir de aynı. Ve es-selât ne ise o es-selât’ te aynıdır. Zekâtta aynı zekât. Şimdi bunlar zamanla değişiyor. Yani insanlar bunları değiştiriyorlar zamanla.
Size anlatmıştım. İşte 2009 senesinin mart ayında Roma’da yaptığımız bir toplantıda Yahudilik uzmanı bir profesör uzun süre İsrail’de de kalmış araştırmalar yapmak üzere. Onların günlük ibadetlerini anlattı. Her gün üç vakit ibadet yaparlar dedi. Sonra ben ona kalktım dedim ki: “Niye üç diyorsun?” dedim. “Beş değil mi?” dedim. Beş vakittir bu ibadetler. Aslında yedidir de ikisi zorunlu değildir. Zorunlu olmayanlar teheccüd ile kuşluk namazı. Zorunlu olanlar da bizim kıldığımız beş vakit namazdır. Ama bu beş vakit üçte birleştirilebilir. Öğle ile ikindi, akşam ile yatsının birleştirilmesi. Onlarda da aynı. Bizde neyse o. Hiç ağzını açmadı, cevap vermedi. Hiç. Böyle sustu. Sonra orada Katolikler vardı tabi. Katoliklere dedim ki, tabi şey Vatikan’dan gelmişler. Başka yerlerden gelmişler. Almanya’dan gelmişler. Dedim “Bu beş vakit ibadet sizde de var. Sizden sadece şeylerde görüyoruz. Bu Süryanilerde görüyoruz. Onlarda artık bazı değişiklikler yapmışlar. Siz niye bu ibadeti yapmıyorsunuz?” dedim. Onlardan da hiç ses çıkmadı. Hiç cevap vermediler. Sonra toplantıdan sonra doktorasını yapmak, yaptığını söyleyen bir hanım yaklaştı böyle otuzun üzerinde yaşı var belli dedi ki “Hocam” dedi toplantı bittikten sonra. “Papa bu dediğiniz ibadetleri yapıyor” dedi. Şimdi bizimkilerden birisi Papa’nın namaz kıldığını görmüş demiş ki “Bu Müslüman olmuşta gizli din taşıyor.” Şimdi bilmeyince öyle söylüyorsunuz. Aynı şey onda da var.
Budistlere bakın. Yaptıkları ibadet bizim namaza benzer değil mi? Hatırlayın şeyde. Çünkü altını, hangi dinin altını kazırsanız bir doğru peygamber çıkar. Ondandan ufak tefek bozulmalarla bugüne kadar gelmiş oluyor. İşte bozulmalarda bir ayet mealinde gösterdim size yani ne kadar kabul edilemez yanlışlar ortaya çıkıyor. Biz ona, biliyorsunuz derslerimizde sürekli takip edenler gayet iyi bilirler. Meallerdeki hataların ne kadar affedilemez boyutlarda olduğunu çok iyi bilirsiniz. Evet. Nerde hangi ayet o? Meryem 59. Ayet. Meryem 19. Sure miydi? 59. Ayet öyle mi? 308. Sayfa. 55’ten başlıyor. Mesela diyor ki burada “İsmail’i de hatırla. O sözünde duran nebi ve resul idi. Ailesine namazı emrederdi. Zekâtı emrederdi. Rabbi katında da kendisinden razı olunan bir kişiydi. İdris’i de an diyor. O Sıddık ve nebiydi. Onu da yüksekçe bir makama çıkarmıştır.” Mesela İdris, İdris’in Hürmüz olduğu söylenir. Yani bu Zerdüştlerin peygamberi. Mesela Zerdüştlüğü okuyun tam bir miraç anlatılır. Peygamber Efendimizin yaptığı miraç aynen anlatılır. Zaten burada Allah’ü Teâlâ da “Onu yüksekçe bir yere çıkardık” diyor. İbrahim (as), Musa (as), Adem, Âdem soyundan peygamberler, onunla birlikte taşıdıklarımızın soyundan, İbrahim’in soyundan, İsrail’in yani Yakup (as)’ın soyundan kendilerine yol gösterdiğimiz ve seçtiğimiz kişilerin soyundan. İşte bütün bunlar anlatılıyor. Rahmanın ayetleri okunduğu zaman secdeye kapanırlar ve ağlarlar. Bu ayetleri duyduğunuz zaman secde yapmanız gerekmiyor. Yaparsanız yaparsınız. Yapmazsanız yapmazsınız. Çünkü şey Hz Ömer (ra) bir keresinde secde ayetini okuyor iniyor secdeye kapanıyor. İkincisinde okuyor inmiyor. Yani illa da şart değil yani. “Min ba’dihim” derken bütün peygamberleri alıyor, “halfün” evet “halefe-halfün” bu bütün peygamberler anlatılıyor. Adem (as)dan sonra gelen bütün peygamberler anlatılıyor. Arkalarından bir şey geldi, bir nesil geldi. Namazı zayi ettiler. Namazı kılmadılar. Bugün de yani. Zaten bizdeki en büyük affedilmez hata şudur: Namaz kazaya bırakılabilir. Ya deliliniz ne? Neye dayanarak söylüyorsunuz? Tamam, uyuma ve unutma dışında hangi delile dayanıyorsunuz?
Şimdi bu namaz öyle bir ibadet haline geldi ki, veresiyesi oluyor ama ödeme zamanı yok. Yani şurada birisi büyükçe bir dükkân tutsa dese ki “İsteyen herkese veresiye mal veririm. İstediği zaman ödesin.” İlk giden adam bütün malı boşaltmaz mı? Nasıl olsa ne zaman ödeyeceği belli değil. Şimdi namaz o hale getirilmiş. Canım kılarım. Ne zaman? Hâlbuki Allah’ü Teâlâ ne diyor? Namaz vakitle sınırlı bir farzdır. Vakti geçtikten sonra –peygamberimiz de bildiriyor onu-bütün ömrünü namazla geçirsen o geçen namazın yerini tutmaz. İşte bakın namazın zayi olmasını fetva sağlıyor. Düşünebiliyor musun?
“Sonra şehvetlerinin arkasına düştüler.” Biz burada size anlatmıştık ya defalarca Kur’an’ı Kerimdeki ayetlerin anlamlarında kayma yaptırılarak bir cariyelik sistemi oluşturuluyor değil mi? El âlemin karısını kızını Kur’an-ı Kerimi ’de yanlış şekilde delil getirerek odalık olarak kullanıyorsun. Yani şimdi burada Yahudileri tenkit etmekle bizim elimize bir şey geçmez. Önemli olan kendinizi şey yapmaktır. Bakın dikkat edin mesela ben şeyde söyledim o Kartepe’de yaptığımız toplantının kapanış konuşmasında dedim ki: “Biz Yahudileri ve Hristiyanları tenkit ettiğimiz dürüstlükte kendimizi de tenkit etmemiz lazım.” Kendi ulemamıza dokundurmuyorlar. Onlara dokunmayın onlar kutsal. Peki, Yahudi’ye Hristiyan’a istediğini söyleyebilirsin. Kardeşim bu senin için ne kadar kutsalsa o da onun için o kadar kutsal. Öyle değil mi? O zaman dürüstlükse orada da dürüst olacaksın, burada da dürüst olacaksın. Bilmiyorum belki öyledir. Biz mesela kendimizi çok açıkça tenkit ediyoruz. Hristiyanlarla ve diğer din mensuplarıyla karşılaştığımızda onları da çok açıkça tenkit ediyoruz. İki tarafı da çok açıkça tenkit edince onlar hiç seslerini çıkarmıyorlar. Hâlbuki bir tarafı korur bir tarafı şey yaparsan “bir dakika!” der adam değil mi? Onun için Yahudileri ve Hristiyanları tenkit ettiğimiz dürüstlükte kendimizi de tenkit etmemiz lazım.
Evet. Evet. “Tabi bunlar yakında bu yaptıkları aşırılıkların cezasını göreceklerdir. Bu yanlış tavırlarının cezasını göreceklerdir.”
Evet, şimdi tekrar şeye dönelim. 63. Ayete. “Sizden kesin söz almıştık. Üzerinize o Tur’u kaldırarak. Demiştik ki size verdiğimizi sıkı bir şekilde tutun. İçinde olanı kafanıza yerleştirin. Belki böylece Allah’tan çekinir, kendinizi korursunuz. Bu söz vermenizden sonra yüz çevirdiniz. Döndünüz. Arzularınıza uydunuz. Eğer Allah’ın fazlı ve rahmeti, ikramı olmasaydı, her şeylerini kaybedenlerden olurdunuz.” Evet. Şimdi bu söz sadece İsrail oğullarından mı alınıyor? Bu söz aslında herkesten alınıyor. Alınmayan hiç kimse yok. Bakın şu şeyle bir karşılaştıralım. Okumuştuk daha önce. Bakaranın –yirmi sekiz olacak galiba- yirmi yediymiş. “Allah’a kesin söz verdikten sonra yani üstlendikleri yani Allah’a karşı üstlendikleri o görevi bozanlar. Yani verdikleri söz var, bir taahhütleri var bunları bozanlar. Allah’ın kesilmemesini, bağlantısının devam etmesini emrettiği şeyi kesenler. Nedir yani? Allah’la kendi aralarına aracılar yerleştirenler. Ve yeryüzünde fesat çıkaranlar. Kaybedenler onlardır.” Fesat çıkarmanın kötülüğünü herkes bilir. Allah’la araya başkasının girmeyeceğini de herkes bilir. Şimdi burada da mesela bu on emrin ilki “Allah’tan başkasına kulluk etmemek.” Hristiyanlarda bunu aynen kabul ediyorlar. Ve diyorlar ki en büyük günah şirktir. Mekkeli müşrikler de bunu böyle kabul ediyor. Çünkü bunlar İbrahim (as)ın soyundan gelen insanlar. Kendilerine göre evirip çevirip müşrik olmadıklarını söylemeye çalışıyorlar.
Şimdi iki gün önce sabah namazından sonra genellikle yürüyüş yaparım da şey yürüyüşten gelirken şu Beyazıt’ta otobüs durdu. Otobüs durağından geçiyordum. Oradan böyle uzun boylu bir adam, sakallı indi geldi.
-Hocam! -Ne var? -Siz bu tarikatlara bu derece karşı çıkıyorsun? Neyse. Bir iki bir şey söyledikten sonra seni Hacı Bayram Veli çarpmış.
Şimdi bakın. Hacı Bayram Veli ölmüş bir insan değil mi? İyiyse iyi, kötüyse kötü biz onun hesabını soracak değiliz. Biz bilemeyiz. Tanımayız etmeyiz. Eskilerin hesaplarını soracak olan Allah’ü Teâlâ’dır. Çarpmış ne demek? Demek ki hala bir takım yetkileri kullanıyor değil mi? Şimdi bu adama sorsanız: -Sen Allah’tan başkasına böyle İlahlık mı yakıştırıyorsun? -Haşa, ne demek ben şirkten uzağım falan, der.
Mekkeli müşrikler de öyle diyordu. O putlarına melekleri melekleri kendi tanrıları yapıyorlar, onu da Allah’ın kızı yapıyorlar Allah’ın kızı Allah’a aittir diyorlar yetkiyi de Allah vermiştir diyorlar. Biz Allah’a ortak koşmuyoruz ki diyorlar. Bir adamın kızı niye kendisine ortak olsun. Lebbeyk Allahümme Lebbeyk diyorlardı. Lebbeyke le şerike lek. Emret Allah’ım emret. Senin hiçbir ortağın yoktur diyorlardı. Bugün Hristiyanlarda öyle diyorlar. Diyorlar ki Allah’ın ortağı yok. Çok kutsal üçlü birlik diyerek kurtulacaklarını zannediyorlar. Evet. Yani insanlar kendilerini kandırma konusunda çok başarılı. Şimdi şu şeyi bir de açalım bakın çok ilginç bir şey var. İrtibat var 172. Sayfayı açarsanız Araf Suresininim 171. Ayetiyle ondan sonraki ayet arasında çok ilginç bir irtibat var. Demin vakıfta bunu şey yaparken Mehmet Gözlü Hoca dikkat çekti. Sonra düşündüm hakikaten var bu, böyle bir şey.
“Dağı koparıp onların üzerine kaldırdığımız zaman sanki bir gölgelik gibiydi o dağın üzerlerine düşeceği kanaatine varmışlardı. Size verdiğimizi sıkı bir şekilde tutun. Şimdi olanı iyice kafanıza yerleştirin. Belki kendinizi korursunuz.” Bu işte az önce okuduğumuz Yahudilerden alınan sözün bir başka şekilde ifadesi. Bütün insanlardan alınan söz ne? Hemen onun arkasından diyor ki Allah’ü Teâlâ “Rabbin âdemoğullarından söz almıştı. Şimdi yok Rabbin âdemoğullarından almıştı (neyi) (nereden aldı) onların sırtlarından aldı. Bellerinden aldı. Neyi aldı. Soylarını. Sırtlarından soylarını aldığı zaman. Yani buluğa erdikleri zaman. Çünkü soy sırttan alınmaz. Soyun tohumu sırttan alınır. Buluğa erdikleri zaman Allah (ne) onları şahit tuttu.” Mesela orada İsrail oğullarını da bir şahit tutma var. Bak işte bütün olayları ortaya koyuyor kendi durumlarına karşı kendileri şahit oluyor. “Kendilerine karşı onları şahit tuttu. Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi. Şimdi buluğdan ölünceye kadar her insan bir şekilde çeşitli olaylar çeşitli şeylerin karşısında Allah’a bağlılığını bildirir. Eğitimi ne olursa olsun. Allah’ın varlığını ve birliğini tıpkı o dağın tepelerine kaldırılması kesinliğinde daha güzel bir şekilde daha sağlam bir şekilde her insan kavrar. İşte bu Allah’ü Teâlâ’nın bütün insanlardan aldığı sözdür. Ve ömür boyu devam eder. Siz kendinizi şöyle bir takip edin. Zaman zaman bunun tekrarlandığını göreceksiniz. Bu sadece sizde değil dünyanın hangi kültüründe hangi bölgesinde olursa olsun her insanda olan bir şeydir. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Evet Rabbimizsin.” Bakın kendi içten bağlılığımızı sık sık tekrarlarız. Yanımızda Allah’tan başka hiç kimsenin olmadığı zamanlarda içimizden Cenabı Hakka bağlılığımızı tekrarlar ve söz veririz. “Biz buna şahit olduk deriz. Kıyamet günü, bu böyle olmasaydı Kıyamet günü kalkıp derdiniz ki Ya Rabbi biz senin varlığından birliğinden habersizdik. Sen bize niye bu cezayı veriyorsun diyebilirdiniz. Ya da şunu derdiniz: Kalktık babamız müşrik. E ne yapalım, ne öğrendiysek o. Bize bir doğruyu anlatan olmadı ki.” Diyebilirdiniz ama bunu da diyemeyeceksiniz. Çünkü siz kendi gözleminizle Allah’ın varlığını ve birliğini kavradınız. “Hakkı batıl gösterenlerin yaptığından dolayı bizi helak mi edeceksin? Diye de diyemeyeceksiniz.” O zaman demek ki sadece İsrail oğulları değil hepimiz Allah’a söz veriyoruz ama ondan sonra da Allah’la kendi aramıza ya nefsimizi koyuyoruz ya da başka şeyleri koyup Allah’la ilişkiyi kesiyoruz. Sadece İsrail oğulları değil hepimiz. “Ya Rabbi kulluğu yalnız sana yapar, yardımı yalnız senden isteriz” diyoruz. Dolayısıyla yani herkes herkes ne yaptığının farkında. Hani Nasrettin Hoca’yı anlatırlar ya Hoca giderken düşmüş. Ah ihtiyarlık demiş. Sağa sola bakmış, kimse yok. Ben senin gençliğini de biliyordum demiş. Onun için bizi bahane şeyi herkes kendisine karşı bir basirettir. Yani herkes kendisinin ne olduğunu gayet iyi bilir. Bir takım mazeretler sayıp dökse bile. Karşı tarafı kandırır ama kendisini kandıramaz. Kıyame suresinde.
Şimdi bu elimdeki kitap Kur’an’ı Kerimin 30. Cüzünün mealidir. İçerisinde namazlarda okuduğumuz duaların manaları da var. Ve bir sırf onu okuyan bir kişi de Peygamber Efendimizin tarif ettiği şekilde nasıl namaz kılınacağını da temel öğeleriyle öğrenir. Namazlar da okuduğumuz surelerin anlamları var tabi burada. Şey biraz tabi yani bilmiyorum meal benim baya hoşuma gidiyor. Buradan örnek olarak bazı mesela bir yeri okuyayım. İhlas Suresi mi? En kısa olduğu için değil mi? Ha peki İhlas’ı okuyalım. Ben biraz daha uzun okuyayım dedim ama. Ben Kevser Suresini okuyayım bir de İhlas kısa. Ha tamam. Fil Suresini diyor Yahya. Oradan başlayalım. Bak Fil Suresi’nden okuyorum size.
“Rabbinin fillere eşlik eden orduya nasıl muamele ettiğini gözünde canlandırmadın mı? Rabbinin fillere eşlik eden orduya nasıl muamele ettiğini gözünde canlandırmadın mı? Kurdukları düzeni bozmuştu değil mi? Üstlerine yoğun bir şekilde uçuşan nesneler göndermiştik. Bir yanardağ patlamasından lav bulutları göndermişti. Tabi dipnotta açıklamalar var. Başlarına pişmiş çamurdan taş boşaltan nesneler. Üstlerine yoğun bir şekilde uçuşan nesneler göndermişti. Başlarına pişmiş çamurdan taş boşaltan nesneler. Sonunda Rabbin onları içleri yenmiş bitki kabuklarına çevirmişti. İçleri yenmiş bitki kabuklarına çevirmiş. Mesela bu meali bu şekilde okuduğunuz zaman bir de oranın fotoğrafını görürseniz fil olayının geçtiği yerin hala yanardağ kalıntıları var. Demek ki bu insanlar yanardağ patlamasındaki lav bulutlarının altında kalmışlar. Öyle Ebabil kuşları falan diye bir şey yok zaten Arapçada. Orada bir kazı yapılacak olsa bu insanların içi tamamen boşalmış vücutlarının dış kabuğunun hala durduğunu göreceksiniz demektir. Ayet onu gösteriyor. Çünkü onu gözünüzle görebileceksiniz demektir.”
Şimdi İhlas Suresi dur Kevser dedim onu da okuyayım.
“Sana çok şey verdik. Öyleyse ibadeti Rabbin için yap. Ve Kurbanı onun için kes. Senden nefret eden arkasından gidecek kimsesi olmayandır. Senden nefret eden arkasından gidecek kimsesi olmayandır.” Yani ahirette tek başına kalacak olan kimsedir. Bir dakika şunu bitireyim. Soru faslı ikinci fasılda ikinci bölümde biliyorsunuz.
Ondan sonra ihlas Suresi
“De ki ilahımız Allah’tır. Bir tektir. Allah varlıkların tek sığınağıdır. Baba değildir, evlatta değildir. Ona denk bir şey yoktur.”
Birde şu Nas Suresini okuyayım ben son olarak. Hatta Felak ve Nas Suresini. Felak Suresini okuyalım önce. “De ki yarılanın Rabbine sığınırım. Yarattığının şerrinden. Bastırdığı zaman karanlığın şerrinden. İlişkilere fesat karıştıranların şerrinden. Çekemezlik ettiği zaman çekemeyenin şerrinden.” “De ki sığınırım insanların sahibine. İnsanların hükümdarına. İnsanların ilahına. Sinsi vesvesecinin şerrinden sığınırım. O insanların içine vesvese sokar. Cinden de olur insandan da.”
Evet, bu meal bugün geldi. İnşallah şey yaparsınız. Alabilirsiniz. İstediğiniz kadar. İster biner tane alın ister beşer bin tane alın fark etmez. Bizim için önemli değil parasını peşin verdikten sonra. Evet, soruyu bundan sonra şey yaparız inşallah. Peki, teşekkür ederim bir ara veriyoruz. Sonra tekrar.