Elhamdülillâhi Rabbil âlemin. Vel akıbeti lil müttekîn. Vessalâtü vesselêmü alê rasûlüne Muhammed’in ve alâ êlihî ve sahbihi ecmaîn.
Bugün Bakara Suresinin 62. Ayetini inşallah okuyacağız. Biliyorsunuz bu ayet üzerinde ileri geri çok sayıda konuşma yapan insanlar var. Ayeti Kerime’de şöyle buyuruluyor.
“İman etmiş olanlar, Yahudiler, Hristiyanlar, Sabiler bunlardan kim Allah’a ve ahiret gününe inanırsa ve iyi iş yaparsa bunların ücretleri Rableri katındadır. Üzerlerinde korku olmayacak, korku olmaz ve üzülmezler de”. Şimdi bunlar kim? Müminler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiler.
Bunlardan kim Allah’a ve ahiret gününe inanırsa üzerlerine bir korku olmayacaktır ve üzülecekte değillerdir. Biliyorsunuz bu ayeti kerimelere dayanarak Yahudilerin, Hristiyanların, Sabilerin cennete gideceklerini söylerler. İşte “cennet kimsenin tekelinde değildir” şeklinde yazılar vardır. Bazı hocalar Yahudi ve Hristiyanların Peygamberimize inanmaları gerekmez, bu konuda Kur’an’ı Kerim’de ayet yoktur da derler.
Şimdi, Hristiyanlarla diyalog ve diyalog çalışmaları çerçevesinde bu tür şeyleri yapanlar son zamanlarda daha fazla ortaya çıkıyor. İşte Amentü de ittifakımız var şeklinde yazılar görüyoruz. Yani Yahudilerle, Hristiyanlarla ortak inanca sahip olduğumuzu, bu sebeple onlarında cennete gireceğini, onların cennete girmeyeceği şeklinde bir iddiada bulunamayacağımızı söylerler.
İslam âleminde yani bu bizim din anlayışımızda son derece ciddi sapmalar var. Hiç hafife alınmayacak sapmalar var. Ve bu sapmalar yeni değil. Asırlardır var. Asırlardır var. Zamanımızda da devam ediyor. İnsanlar kendi akıllarında olanı Kur’an’ı Kerime söyletmek isterlerse çok rahatlıkla söyletebilirler. Bu tıpkı şuna benziyor. Allah’ın bu dünyada yaratmış olduğu ayetleri kendi arzularına uygun şekilde kullanmak isteyen kullanır. Zaten günah o şekilde işleniyor. Yani bir şey yaparsınız. Üzümü sıkar, suyunu içersiniz helal olur, ekşitirsiniz haram olur. Ekşittiğiniz de o helal olan üzümdür. Ayeti kerimelerde o şekilde yanlışa yönlendirmek mümkündür. Bu öteden beri olmuştur.
Biliyorsunuz geçtiğimiz Salı günü, İzmit Kartepe’de, oradaki otelde Salı günü başlayan, Çarşamba devam eden ve Perşembe öğleden sonra biten son derece yoğun çalışmaların yer aldığı toplantılar dizisi yaptık. İlk defa Süleymaniye Vakfı’nın çalışmalarını ilim adamlarının tenkidine sunduk. Geçen sene Uludağ’da yaptığımız toplantı da böyle bir karar alınmıştı. İşte İslam Hukukçuları toplantısında. Seneye bize Süleymaniye Vakfı’nın çalışmalarını tanıt demişlerdi. Ve orada da toplantının organizatörü olan Uludağ İlahiyat Fakültesi Fıkıh Hocalarından Hamdi DÖNDÜREN gelecek sene müthiş bir fırtınaya hazır olun demişti herkese, o fırtına aşağı yukarı yaşandı. Şimdi şu orada bizim anlattığımız şu oldu. Dedik ki,-”Konu Başlığı Mezheplerde Tutarlılık” idi- özet olarak söylediğimiz şu. Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli mezhepleri her ne kadar Kur’an’a, Sünnete, İcma ve Kıyasa uyuyor diye gösterilse de bunların böyle bir prensipleri ve sistemleri yoktur. Ve bunu kendimize göre ispatladık. Bizim açımızdan ispatladık. Sonra işte bir takım şeyler oldu.
Burada bunu niye söylüyorum? Aynı din yaklaşımı Kur’an Tefsirlerinde de var. Tefsirlere bakıyorsunuz ki parçacı bir yaklaşım var. Sık sık tekrarladığımız bir ayeti hatırlayın. Hud Suresi’nin ilk ayetini: “Elif, Lâm, Ra. Bu bir kitaptır ki, ayetleri muhkem kılınmış yani hüküm ifade edecek şekilde kılınmış sonra da Hakîm ve Habîr olan Allah tarafından açıklanmıştır.” Açıklamayı niye Allah yapıyor? “Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye.” Bu ne demek? Kur’an’ı Kerimin ayetini başkası açıklarsa ne demek oluyor bu ayete göre? Efendim? Allah’tan başkasına kul olmak oluyor. Bak diyor ki “Ben” diyor “Bir yerde Hüküm ifade eden bir ayet ortaya koyarım, bu açıklamaya muhtaçtır. Başka yerde de onu açıklarım.” Diyor değil mi Allah’ü Teâlâ. Peki, Ya Rabbi niye açıklamaya sen yapıyorsun? “Allah’tan başkasına kul olmayasınız” diye. Peki, Muhammet (sav) in görevi nedir? “Ben de sizin için Allah tarafından uyarıcı ve müjdeciyim.” Şimdi bizimle diğer ulemanın temel farkı bu, her konuda bu kendisini ortaya koyuyor.
Geçende, bundan birkaç gün önce, iki gün ya da üç gün, Arapların en meşhur hocalarından birisi televizyonda fetva veriyor. Dedim şimdi ben orada olsam bunun karşısında birkaç kelime konuşsam bu şahıs ya stüdyodan kaçar, ya da bir şekilde yayını durdurur. Bunun başka yolu yok. Şimdi bu sadece bizde olan bir olay değil. Onun için Cenabı Hakka sonsuz şükürler olsun. Buradaki çalışmalar gerçekten hem yurt içinde hem yurt dışında çok büyük yankılar uyandırıyor. İnşallah bundan sonra Türkiye içerisinde artık yeni inşa edeceğimiz ilmi kurumların ya da inşa ettiğimiz ilmi kurumlar ince işlerini yapmaya başlayacağız. Aylık toplantılarla.
Şimdi burada bu konumuzla ilgili olarak tefsirlere bakarsanız pek bir şey bulamazsınız. Evet, bir takım açıklamalar yaparlar ama ayetler arası ilişkileri ihmal ettikleri için tatmin olmakta zorlanırsınız. Şimdi bir kere burada Yahudiler var, Hristiyanlar var ve Sabiler var. Bunlar kim? Bunlar kendilerine Cenabı Hak tarafından kitap verilmiş olan insan şeylerdir, inanç gruplarıdır. Yahudilerin de kitabı var, Hristiyanların da var, Sabilerin de var. Ayrıca Mecusilerin de var. Bakın şeye, 22. Surenin 17. Ayetini açarsanız orada görürsünüz. İnşallah yanlış aklımda kalmamıştır. Üç yüz otuz üçüncü sayfa, Cenabı Hak burada şöyle, insanları üç gruba ayırıyor Allah’ü Teâlâ burada. “Birinci grup Müminler yani bizleriz, İkinci grupta Yahudiler, Sabiler, Hristiyanlar ve Mecusiler, bunlar ikinci grup, (Arapça bilenler için söyleyeyim birinci Ellezî’den sonra Müminler, ikinci ellezî’den sonra Yahudiler, Sabiler, Hristiyanlar ve Mecusiler üçüncü ellezî geliyor) ve müşrikler.” Yani bunların dışındaki inanç sahipleri. Peki “Allah kıyamet günü bunların arasını ayıracaktır.”
Şimdi bunların tamamının ortak vasfı ne? Yani Müminlerin, bu Yahudi, Hristiyan, Mecusi, Sabi ve Müşriklerin ortak vasfı ne? Hepsi Allah’ın varlığına ve birliğine inanır. Müşrik kelimesinin anlamı neydi? Allah’a ortak koşan, Allah’a inanmayan ortak koşar mı? Bunların her birisinin ortak vasfı Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaktır. Çünkü Allah’ın varlığı ve birliği için sayısız delil vardır. Ortak koştukları şey için herhangi bir delil yoktur. Tek delilleri atalarından duyduklarıdır. Hiçbir delil yok. Şimdi bunların ortak vasfı bu. Bunlar, bunların tamamı ister Yahudi, ister Hristiyan, ister Mecusi, ister Sabi isterse diğer insanlar olsun bunların içerisinde Allah’a ortak koşmayan müşrik olmayanlar ne yaparlar? Doğru cennete giderler. Ne yapacaklar. Doğru demeyelim de netice de cennete giderler. Doğru kelimesi yanlış. Yani Allah’ın bağışlamayacağı tek günah nedir? Şirk günahıdır.
Şimdi adam herhangi bir eğitim almamıştır ama ben öyle kimsenin iddiasına falan inanmam der, kendi gözlemleriyle tespit ettiği Allah’ü Teâlâ’nın varlığına birliğine inanır, şirkte koşmazsa gideceği yer cennettir. Çünkü Cenabı Hak ne diyor? : “Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bunun altında kalanı bağışlar.” Ha cehenneme gitse bile bağışlanmayacak bir günah değildir. Cennete gider. Daha önceki derslerimizde bunu detaylı olarak anlattık. Şimdi ellerinde bir kitap yoksa bunların ahirete inanmalarını bekleyebilir miyiz? Yani Allah’ü Teâlâ’nın varlığı ve birliği için kâinatta sonsuz delil var. Peki, ahiret için delil var mı? Tahmin edersiniz. Yani yeryüzünde otların tekrar bitmesinden bir takım şeyler tahmin edersiniz. Ama kesin olarak şey yapamazsınız. Bilgiye sahip olamazsınız. Olmalı dersiniz ama inanç seviyesine gelmez. İnanç seviyesine gelmesi için bir ilahi kitaba ihtiyaç var. İşte o ilahi kitap Müslümanların elinde var mı? Hristiyanların elinde var mı? Yani ahiretin varlığını gösteren. Yahudilerde var mı? Ondan sonra Sabilerde ve Mecusilerde var.
O şeydeki Mecusi geçiyor muydu? Maide Suresinde. 69’da bir bakar mısın? Maide:69. Geçmiyor mu? İki yerde Mecusi geçiyor da. Birisi orada. Orada sadece Sabi geçiyor evet.
Şimdi Kur’an’ı Kerimde biz Müslümanlar olarak Kur’an’ı Kerime inanıyoruz. Allah’ü Teâlâ’nın Kur’an’da belirtmiş olduğu şeylerden herhangi birisine inanmamak, bizi inanç bakımından hangi konuma sokar. Kâfir durumuna sokar, müşrik durumuna sokar doğru. Yani müşrik kâfir aynı. Bir açıdan müşriktir, çünkü cenabı Hakkın söylediğini kabul etmiyorsun birisinin görüşünü esas alıyorsun. Sen ya kendi kafandan hareket ediyorsun ya birisine dayanıyorsun. Kendi kafana göre hareket ediyorsan kendi nefsini, birisine dayanıyorsan onu Allah’a ortak koşmuş oluyorsun. Yani “Ben ahirete inanmam” evet Allah’ın varlığına, birliğine inanırım, ona hiçbir şeyi ortak koşmam ama ahirete inanmam. Peki, Allah ahiretin varlığını söylüyor. O zaman ne demek sen Allah’a inanmış oluyor musun? Yani şimdi sizin söylediğiniz sözlere bir insan var ki, sizin söylediğiniz sözlerin hepsinin doğru olduğuna inanıyor. Bir insanda var ki, sizin sözlerinizin içinde seçici davranıyor. Seçici davranan kişiye bu bana inanır der misiniz? İşte Allah’ü Teâlâ’nın sözleri içerisinde de insanlardan herhangi birisi seçici davranıyorsa o kişi mümin değildir. İsterse beş vakit namaz kılsın. Hiçbir şey ifade etmez. Mümin değildir. Nedir o müşriktir. Dolayısıyla bu kişinin cennete gitme şansı yoktur. Aynı şey ahirete inanma konusunda Yahudiler için söz konusu, aynı şey Hristiyanlar için söz konusu, aynı şey Sabiler için söz konusu.
Peki, iyi davranış göstermek? Müşriklerde de, müşriklerde de iyi davrananlarla kötü davrananlar, ellerinde kitap olmasa bile evrensel değerlerden hareketle iyilik ve kötülük bilinir. Çünkü evrensel değerlerin kaynağı da Allah’ın ayetleridir. Allah’ın yarattığı ayetlerdir. Ama farklı olarak Allah’ın indirdiği ayetlerde var. İşte mesela Hristiyanlarda bir takım emir ve yasaklar. Yahudilerde bir takım emir ve yasaklar. Müslümanlarda bir takım emir ve yasaklar. Ondan sonra Sabilerde bir takım emir ve yasaklar vardır. Bunlara uygun olarak davranırsa bir insan bu insanın gideceği yer cennettir. Başka bir yere gidemez. İşte ayeti Kerime de Allah’ü Teâlâ onu bildiriyor. “İşte müminler, Yahudiler, Hristiyanlar, Sabiler onlardan kim Allah’a ve ahiret gününe inanırsa ve iyi davranırsa her birisi için, her birisinin ücreti Allah katındadır. Onlar için, üzerlerine ne bir korku olacak ne de üzüleceklerdir.”
Peki, bunlara bir Peygamber gelmişse ne olacak? Ali İmran Suresi 81. Ayetini açalım. Üçüncü sure. Demek ki buraya kadar olan kendilerine bir peygamber gelmediği takdirdedir. Çünkü Allah’ü Teâlâ ne diyor? “Allah kimseyi gücünün üstünde bir sorumluluk altına sokmaz.” Elli dokuzuncu sayfa. “Allah peygamberlerden kesin söz almıştır. (İşte aldığı gün şöyle demiştir:) Size bir kitap ve hikmet veririm de –ki biliyorsunuz, kendisine kitap indirilmemiş tek bir nebi yoktur. Onu biz Enam Suresinden defalarca okuduk. 83 ve devamı ayetlerde. Kendisine kitap indirilmemiş tek bir nebi yoktur. Kaç tane nebi varsa o kadar ilahi kitap vardır. Ama bu ilahi kitaplardan günümüze kadar intikal etmiş olanların sayısı fazla değil. Mesela İbrahim (as) da kitap indirildiğini Kur’an’ı Kerimden çok açıkca biliyoruz. Ama Mekkelilerin elinde kitap olmadığı için onlara ehli kitap denmiyor. Çünkü kitap kaybolmuş. Diyor ki Cenabı Hak: Size bir kitap ve hikmet veririm de- sonra bir elçi gelir (Nebi demiyor bakın, Nebi ile elçi arasında fark vardır. Nebi vahiy alan, elçi o alınan vahyi tebliğ eden kişidir. Şuanda artık vahiy alınabiliyor mu? Onun için Peygamberimiz Hatemül Enbiya’dır. Değil mi? Nebilik bitmiştir peygamberimizle. Artık vahiy almak yok. Peki alınan vahiy elimizde. İşte bu. Bu bugün tebliğ edilebiliyor mu? Peygamberimiz olsaydı ne yapacaktı? Rasüllük gereği tebliğ edecekti. Bugünde insanlar Allah’ın kitabını tebliğ ederlerse peygamberlik görevini yerine getirmiş olurlar. Resul olurlar. İşte bugün herhangi bir Müslüman ya da herhangi bir insan Müslüman olmayabilir de gider de bu ayetleri bir başka yerde anlatırsa bunu dinleyenlerde bir görev ortaya çıkar. Mesela şimdi hatırlayın bir şey anlatmıştım size. Amerika’dan doktora yapmak üzere buraya gelen bir hanım vardı. Dr. Seng ismi aklıma geldi ama soyadı aklıma gelmedi. Mörfi falan olabilir. Şimdi burada doktorasını yaparken ben onun birazcık Kur’an’ı Kerimle tanıştırmıştım New York’taki eyalet kilisesinin almış olduğu karar gereği kendisinin bana anlattığı doktorasını bitirip gittikten sonra papazlara üçer aylık İslam dini ile ilgili kurs vermiş o kursta Kur’an’ı Kerimi anlatmış ve bana söylediği söz şuydu inanır mısınız üçüncü dersten sonra papazların tamamı Müslüman olmaya karar veriyor. Diyorlar ki bizim beklediğimiz Peygamber demek ki gelmiş. İşte bu ayeti kerime gereği. Şimdi o kadın ne oluyor orada? Resul oluyor. Allah’ın kitabını anlatıyor. E kendi inanır veya inanmaz o ayrı bir konu. Yani şimdi su boruları su götürüyor. Kendi faydalanıyor mu? Ama gittiği yerde canlılar, bitkiler faydalanıyorlar. Kendi faydalansa çok daha iyi olur tabi. Bu hanım Müslüman da olabilir tabi. Ben emin olmadığım için öyle söylüyorum. Diyor ki Cenâbi Hâk: “ Allah nebileri, nebilerden kesin sözü aldığı zaman şöyle demişti. Size bir kitap ve hikmet veririm de -hikmet de kitabın içindeki hükümler-sonra sizinle beraber olan tasdik eden bir elçi gelir, işte Kuran okuduğunuz zaman işte Kuran Tevrat’ı İncili reddetmiyor,) gelirse, ona mutlaka inanacaksınız. Ona yardımcı olacaksınız.” O zaman, devamı var: “Dedi ki kabul ettiniz mi? Buna benim ağır yükümü sırlandınız mı? Bu konudaki, dediler ki kabul ettik. Allah’ü Teâlâ buyurdu ki şahit olun, bende sizinle beraber şahitlerdenim. Bundan sonra kim yüz çevirirse onlar fasıklardır.” Yani neden sonra? Allah’ın yeni bir peygamberi ve kendilerini tasdik eden yeni bir kitabı geldiği zaman.
Şimdi, işte Kur’an’ı Kerim ile insanlara giderseniz insanların ellerindeki kitapları reddetmek yok. Tevrat’a, İncil’e laf söylemeye gerek yok. Allah’ü Teâlâ nasıl diyorsa öyle. İşte bizdeki temel hata haşa sanki Cenabı Hak beceremiyor, biz kendi kafamıza göre bir takım şekiller veriyoruz. Allah ne demişse o. Efendim ellerindeki Tevrat ve İncil şöyledir böyledir. Sana ne kardeşim öylesinden böylesinden. Sen ona gel de Tevrat’a İncil’e uy demiyorsun ki. Tevrat ve İncil’de haber verilen bu peygambere uy diyorsun. Şimdi peygamberimiz (sav) Mekke’de görev yaptı. Mekkelilerin inandıkları peygamber kimdi? Peygamberimiz gelmeden önce. İbrahim (as)dı. İbrahim’in dininde olduklarını söylemiyorlar mıydı? Peki, İbrahim onların neyiydi aynı zamanda? Atalarıydı değil mi? Çünkü onun soyundan gelmişlerdi. Peki, Peygamberimiz onları neye davet ediyordu? Babanız İbrahim’in dinine. Bak başka bir şeye değil. “Babanız İbrahim’in dinine gelin.” O zaman Yahudi ve Hristiyanlara da ne dememiz lazım? Bakın işte Tevrat’ta emredilen Muhammed’e inanın (sav). İncil’de emredilen Muhammed’e inanın. İşte bu böyle. Gelecek peygambere inanmak istemeyenler ne yapıyorlardı o inançlarını? Bir kısmı Mehdi ile mesela Zerdüştler Mehdi inancını ortaya koyarak gelecek peygamber yerine o. Yani, yani Muhammed kalmadı Mehdi verelim. Haşa. Hristiyanlar ne yaptılar? İsa’yı tekrar getirecekler. Yahudi ve Hristiyanlar ikisi de Mesih gelecek diye kendi dindaşlarına yanlış bir hedef gösterdiler. Hâlbuki hepsinin de inanması gereken Muhammed (sav) dir. O zaman mesela Hindistan’a gittiğiniz zaman ne demeniz gerekir? Beyler vedalarda sözü edilen bu peygambere inanın. Onlar üzerinde çalışma yapan birisi orada da Muhammed’e inanma emrini bulmuş. Öyleyse bizler mesela İbrahim (as)ın kitabı bize gelmiş değil. Peygamberimizin elinde olmamasına rağmen bakın hep o vurgu var. “Babanız İbrahim’in dinine” diye. Hem anlatılan din insanların mantığına son derece uygun, fıtrata tamı tamına uygun, hem de o insanların geleneklerini de sınırlamıyor. Ama yanlış gelenekleri ayıklıyor. Bak, yapmayın bunu.
İşte bizim de insanlara bugün Müslümanlara diyeceğimiz o. Beyler gelin Kur’an’a. Hemen hop oturup hop kalkıyorlar. Siz sünneti inkâr ediyorsunuz. Yav kardeşim, eğer Kur’an’ı Kerim peygamberimize inanmayı emretmeseydi biz inanır mıydık? Kur’an’ı Kerim peygamberimize uymayı emretmeseydi uyar mıydık? Kur’an’ı Kerim sünnetle ilgili gereken her şeyi zaten yapıyor. Ben Kur’an’a inanıyorum diyen kişi peygamberi dışlayabilir mi? Peygamberin örnekliğini bir kenara atabilir mi? Burada şu var. Kur’an-Sünnet bütünlüğü tarih içerisinde kaybolmuş. Biz insanları buna çağırıyoruz. Gelin Kur’an ve sünnet bütünlüğüne. Peygamberimiz başka bir şey yapmamıştır. İşte burada ona dikkat etmek lazım.
Şimdi, baş tarafa dönelim. Ayeti kerimeye dönelim. “Müminler, Yahudiler, Hristiyanlar, sabiler; kim Allah’a ve ahiret gününe inanırsa bunlardan ve iyi bir iş yaparsa onların ücretleri Rableri katındadır, korkmayacaklar ve üzülmeyeceklerdir.” Peki, şimdi bir başka ayet okuyalım biz size. Bakara Suresinin 136. Ayetini açın lütfen. Yirminci sayfada Allah’ü Teâlâ bize şöyle bir emir veriyor. “Müminler siz Allah’a inandık ve güvendik deyin. Bize indirilmiş olana da inandık. (Başka, Bakın İbrahim ve İsmail Mekkelilerin ataları değil mi?) İbrahim’e ve İsmail’e indirilene de inandık. Ve İshak’a indirilene de inandık, (İshak da Yakup (as) ın babası, İsrail oğullarının dedesi oluyor.)İshak’ın oğlu Yakup’a indirilene de inandık ve torunlara (O on iki kol, oradan gelenlere yani İsrail oğullarının bütün peygamberlerine gelenlerine indirilenlere inandık özellikle gene İsrail oğullarından olmasına rağmen) Musa’ya ve İsa’ya verilen neyse hepsine inandık, (bu da yetmedi) bütün nebilere rableri tarafından verilenlere inandık. (O zaman dünyanın neresine giderseniz gidin orada insanların elinde bu bizim dinimizin kitabıdır diye bir kitap varsa araştırın onun içerisinde mutlaka bir peygamberden kalma doğru cümleler bulabilirsiniz. O zaman onunla irtibat kuracaksınız ve bu insanları Allah’ın kitabına çağıracaksınız. ) Biz o peygamberlerden birini diğerinden ayırmayız. (Bizim peygamberimiz sizin peygamberinizi döver demeyiz. Öyle bir şey yok. Bakın cenabı Hak bize böyle emrettiği halde Müslümanlar böyle mi davranıyor? Bizim peygamberimiz hepsini döver. Öyle değil mi? Mantık bu yani. Hiç birini diğerinden ayırmayız. Biz ayıramayız. Allah ayırırsa ayırır bize ne? Bizi ilgilendirmez o. Allah bize böyle emretmiş.) Biz Allah’a teslim olmuş kimseleriz.” Bitti. Peki, öbürleri ya? “Eğer onlar sizin inandığınız gibi inanırlarsa (onlar kim? İşte Yahudiler, işte bu yukarıdaki peygamberlere inandıklarını söyleyenler. Onlar kim? Hristiyanlar. Onlar kim? Sabiler. Onlar kim? Zerdüştler. Onlar kim? Hepsi işte bütün peygamberler. Bakın sizin inandığınız gibi inanırlarsa diyor. Şimdi burada böyle. Kendilerine tebliğ ulaştığı zaman böyle. Ulaşmadığı zaman nasıl? Bakara 62 de olduğu gibi. Ama ulaştığı zaman ne gerekiyor? Tıpkı bizim inandığımız gibi inanmaları gerekiyor. Öyle değil mi? Bak biz bizim peygamberimize de onların peygamberlerine de inanıyoruz. O zaman onlar bizim peygamberimize inanmazsa ne olur? Kâfir olurlar. Şimdi, kâfir müşrik. İkisi değişik açılardan Allah’ı ikinci plana bıraktıkları için kâfir olurlar, birinci plana başka şey koydukları için müşrik olurlar. “o zaman ihtida etmiş, yola gelmiş olurlar. (Sizin inandığınız gibi inanırlarsa.) Yüz çevirirlerse (ne olur?) O zaman onlar ayrı taraftadırlar.” Kusura bakma artık, artık size cennet-mennet yok. Öyle korku falan değil, siz artık ayrı taraftasınız. Siz bizim tarafımızda olamazsınız değil mi? Ne demek, onlar demek ki bu kesin tavrı ortaya koyduktan sonra Müslümanları devre dışı bırakmak için harekete geçecekler. Niye biliyor musunuz? Onlar bu tebliğin ne kadar gerçek olduğunu kavrarlar.
Mesela şimdi (Rasim Hoca burada mı?) Rus Ortodoks kilisesine Ali İmran Suresinin 64. Ayetini içeren bir mektup gönderdik. Dün onun cevabı gelmiş. Aslında aklımdaydı o cevabı burada okumak ama unutmuşum. Son derece nazikçe biz inancımızı tartışmak istemiyoruz demiş. Gene de son derece saygılı bir şekilde bir takım şeyler bizim için faydalı olacak ama kendilerine faydası olmayacak bazı yollar göstermişler. “Allah seni onlara yeterli hale getirecektir.” Ne demek bu? Onlar kim? Bütün inançlar değil mi? Bu konuda iki tane ayet vardı hatırladınız mı şimdi. Ne diyordu Allah’ü Teâlâ? “Elçisini gerçeği gösteren dinle gönderen, hak dinle gönderen, gerçeklerle tümüyle uyuşan dinle gönderen O’dur.” Böyle yapmıştır ki bütün dinler üzerinde hâkimiyetini kursun. O zaman henüz peygamber (sav) başlattığı iş, işlem tamamlanmış değildi. Biz demek ki bu yola girersek “Allah seni onlara karşı yeterli kılacaktır.” Hükmü bizim içinde gerçekleşir. “O işiten ve bilendir.”
Şimdi bütün bunlarda açıkça peygamberimize inanma emri geçti mi? Açıkça geçmedi. Üstü kapalı olarak geçti. Açıkça değil. “Sizin inandığınız gibi inanırlarsa” ifadesinden anlaşılıyor da açıkça Muhammed (as) inanma emri geçmedi. İşte ayetler arası ilişkileri kurduğunuz zaman bakın mesele nasıl böyle çorap söküğü gibi rahat bir şekilde ortaya konuluyor? Şimdi açıkça anlatılan ayete bakalım. O hangisiydi hatırlıyor musunuz? (Değil, olmadı, kurtarmaz. Hangisi idi? Bakalım. İmtihanı kaybediyorsunuz. Kur’an’ı anlama platformu gitti. 169. Sayfa diyor. Bu da ayet söylemiyor. J Diyor 169. Sayfa. Açalım bakalım. Şimdi anladınız mı bakalım açın. Hangi ayet? Araf’ın hangi ayeti? Maşallah! Ne kadar kolay buldunuz?) Araf 157. Ayet. Şimdi burada diyor ki Allah’ü Teâlâ “Ümmi Resule uyanlar (ümmi resul kim? Peygamberimiz.) Yanlarında bulunan Tevrat ve İncil’de yazılı olarak buldukları (neden Tevrat ve İncil’e inanın deniliyormuş anladınız mı? Bakın sizin Tevrat’ınız da sizin İnciliniz de orada bu peygambere inanılması emrediliyor. Şimdi anladınız mı New York’taki papazlar neden bizim beklediğimiz Peygamber gelmiş diyorlar.) Yanlarındaki Tevrat ve İncil de yazılı olan bu ümmi nebiye inananlar, resul ve nebi.” (Hem resul hem nebi. Resul, nebi ne idi? Nebi haberi alması sebebiyle, resul onu tebliğ etmesi sebebiyle. Dolayısıyla her nebi neydi aynı zamanda resuldü. Ama her resul nebi olamayabilirdi. Ona inananlar. Peki, şimdi peygamberimiz açıkça ifade edildi mi burada. Açık bakın. Şimdi bazılarının çıkıp da Yahudilere ve Hristiyanlara Muhammed’e inanma emri verilmemiştir sözünün bir anlamı var mı? Amentü de ittifakımız var sözünün bir anlamı var mı? Neymiş efendim Allah’a inanıyorlarmış. Yav Allah’a inanmayan bir tane adam bulun, yeryüzünde böyle bir numunelik getirin anlayayım. İnanmadığını söyleyenler var onlarda sıkıştıkları zaman takip edin Allah Allah diyecekler başka diyecek bir şeyleri yok.
Şimdi size anlatmıştım bana geçen sene Mart ayında, 2009 yılının Mart ayında Vatikan’da diyalog kurulu başkanının sözü şuydu: “Siz Kur’an’a inandığınız sürece sizinle diyalog olmaz.” Demek ki diyalogun ilk şartı neymiş. Kurana inandığınız değil pardon uyduğunuz dedi ben yanlış söyledim uyduğunuz dedi inandığınız demedi. Siz Kur’an’a uyduğunuz sürece sizinle diyalog olmaz dedi.” İlk şartı neymiş? Kur’an’a uymamak. Kur’an’a uyarsan, mecbursun onlara siz de bizim Peygamberimize inanacaksın demeye. Ama Kur’an’a uymazsan Kur’an’ı yok saydın mı, onların bizim peygamberimize inanma mecburiyeti yoktur kardeşim dersin. Her şey dersin. Çok rahat. Şimdi bak diyor ki: İnanan demiyor bakın ellezine yüminüne de demiyor, yettebiune diyor. İttiba ne demek? Uymak, bağlanmak demek, tabi olmak, arkasından gitmek demek.
Şimdi bazı Yahudi ve Hristiyanlar şunu söylüyor. Ben karşılaştım. Mesela ben müftülükte iken papazlar gelirdi bize “Muhammed hakkında ne dersiniz” diye sorardım. Derlerdi ki “Allah’ın Peygamberidir” derlerdi. Ha iyi tamam. Yok. “Onu size göndermiştir, bize değil.” Şimdi bu uymak mı? Bak kardeşim yanınızdaki Tevrat ve İncil. Mesela biz Vakfa gelen bir grup papaza “İncil sizin için neyi ifade eder?” dediğimiz zaman “Biz İncil’e uyarız” diyemediler. Deselerdi hemen bakın şurada “Peygamberimizden bahsediyor” diye gösterecektik. Dediler ki: “İncil bizim için tarihi bir metin, kutsal metindir. Ona uymayız. Biz konsil kararlarına, kilisenin aldığı kararlara uyarız” Öyle dediği zamanda yapacak bir şey kalmıyor. Ama onun için Allah’ü Teâlâ diyor ki. Mesela ben şunu da söylemiştim. “O zaman dedim (aynen şunu söyledim o zaman dedim) bu konsil kararları ne zaman başladı dedim?” diye sordum. Dedi ki oradaki başkan olan: “Hicri 3. Asırdan itibaren işte ilk karar Antakya’da alındı” falan. Şimdi miladi neyse. Düzeltin. Miladi 3. Asırdan itibaren. Dedim: “Öyleyse sizin bir temeliniz yok.” Aynen bu kelimeyi söyledim. Cevap ne biliyor musunuz? “Evet yoktur.” Cevap bu. Evet yoktur. Ve ayeti Kerimeyi gösterdim. Zaten dedim Kur’an’ı Kerim’de böyle diyor. Dedim ki Allah’ü Teâlâ diyor ki: -Bunları siz bizim internet sitesinde görürsünüz. Orada bunlar yayınlanıyor. O kişilerin kendi orijinal dillerini, her şeyini görürsünüz. Yani belgeli. Dosya da belge var çıkarıp göster. Şey gösteriyor. Abdurrahman Hoca gösteriyor. Dedim ki bak Allah’ü Teâlâ da öyle diyor- “De ki ey ehli kitap, hiçbir temeliniz olmaz Tevrat’ı ve İncil’i ayakta tutuncaya kadar.” Yani onu uygulayacaksınız. Peki başka? “Ve Rabbinizden size inmiş olan şu Kur’an” Şimdi onlar hazırlıkla oldukları için baştan kesiyorlar. Bizim için tarihi metin dediler mi, zannediyorlar ki orada duracağız. Orada durur muyuz?
Evet, şimdi bak buradan da devam ediyoruz. “O peygamberler onlara marufu emrettiler.” Yani evrensel gerçeklere uygun doğru ve güzel şeyler. “Ve çirkin şeylerden de onlara ve o çirkin şeyler konusunda onlara onların karşısına çıkar engeller “yapmayın!” Der. Temiz şeyleri onlara helal kılar.” Helal kılan kim burada? Peygamberimiz mi? Allah’tır. Onun yaptığı tebliğden ibarettir. Resul Allah böyle diyor dediği zaman.
Mesela bir yerde anlatırsınız, dersiniz ki Abdülaziz Hoca diyor ki “İçki haramdır.” Bunu diyen ben miyim? Ben Allah’ın dediğini anlatmış oluyorum. Bu öyle bir ifade tarzı işte.
“Onlara da pis şeyleri haram kılar. Haram olduğunu bildirir.” (Bu çok önemli) Üzerlerinden o ısrı kaldırır. Isır neydi? Gelecek peygambere inanma mecburiyeti. İnandıkları zaman ne oluyor? Rahatlıyorlar. Oh be, oh ya dünya varmış! Çünkü o peygambere inanmayınca o yük üzerinde oluyor. Şimdi ““inandınız mı? Ona karşı benim ısrı mı aldınız mı?” İnanca o yükten kurtuluyorlar. Artık daha ne mehdiye inanmanız gerekir? Ne de İsa’yı beklememiz. Rahatladınız. Ve şimdi siz dünya hâkimiyeti peşinde misiniz? Tamam, işte dünya hâkimiyetinin tek yolu da mümin olmak. Öyle tutup da Ortadoğu’da onu bunu öldürerek dünya hâkimiyeti olmaz. Sadece kendini mahkûm edersin başka hiçbir işe yaramaz. Şimdi bakın bizde ısır yok. Bu ısır denen şey biz de yok. Bu ayet hangisiydi? Hatırlıyor musunuz? Bakara Suresinin son iki ayetinde. Nizamettin sen de mi artık? Sen de mi Nizamettin? J Allah’ü Teâlâ bizden öncekilerin üzerine yüklediği bir ısır var. Gelecek peygambere inan. Allah bize öyle bir görev yükledi mi? Biz de o yok. İşte onlarda inandıkları andan itibaren bu yükten kurtulmuş olacaklar. Artık o yükü kaldırmış oluyor onlardan. “Üzerlerindeki bağları da kaldırmış oluyor.” Çünkü onlara bir sürü engeller var.
Şimdi tekrar: “O peygambere inanan (inanmak yetmez, başka neye gerek var, bak neye gerek var) ona saygı duyan, onu önemseyen (saygı da yetmiyor, saygılar efendim, hürmetler, yok ya öyle değil, öyle bir şey değil, öyle lafla olmaz) ona yardımcı olan (destek verecek, öyle şey değil. Başka? Gene yetmez.) onunla birlikte indirilmiş o nura yani Kur’an’a uyan işte onlar iflah olacaklar, umduklarına kavuşacak olanlar onlardır.” Demek ki peygamberin tebliği geldikten sonra yapmaları gereken başka bir şey bu peygambere tıpkı bizim gibi, sizin gibi inanırlarsanın detayları burada.
Var mıymış? Efendim işte cennet kimsenin tekelinde değil, Yahudi de girer, Hristiyan da girer. Girsin. Sanki Allah’ü Teâlâ soktu da biz mi engel olduk? Demiş: “Benzin vardı da ben mi içtim?”J Yani şimdi Allah’ü Teâlâ bunları şey yaparsa bana soracak değil. Haşa. Ama indirdiği kitapta böyle bildiriyor. Bizim yapacağımız o. Biz Allah’ın kuluyuz. Allah ne demişse odur, başka bir şey değil. O zaman demek ki peygamberin tebliği ulaştığı zaman şeyin, Ali İmran 81 de de ona mutlaka inanacaksınız ve yardımcı olacaksınızla bu, bu ona detay veriyor.
Şimdi tekrar en başa dönüyoruz ve dersimizin bu bölümünü bitiriyoruz. Dokuzuncu sayfaya dönüyoruz. “İnananlar, Müminler, Yahudiler, Nasranîler (yani bunlar Yahudi olarak kalan Yahudi olarak, Hristiyan olarak ölen, Sabi olarak ölenlerdir. Çünkü bunlara artık bir peygamber gelmemiş. Birisi gidip de Kur’an’ı anlatmamış. Yapacağı nedir? Kendi bildiği doğrulardır. Başka bir şey değildir. İşte Eskimolardan, Yenimolardan onlarda buraya girer daha sonra da burada girmezler. Onlar şirk koşmayanlar grubuna girerler. ) Allah’a ve ahiret gününe inanan( niye çünkü bunlarda ahiret inancı var. Diğer müşriklerden farkları var bunların.) ve iyi iş yapan. Bunların ücretleri Allah katındandır, katındadır. (Allah kimseye gücünün üstünde bir görev yüklemediğine göre, kendilerine de herhangi bir tebliğ de gelmediğine göre yapacakları başka bir şey yok. Kendi kitaplarında olan. O kadar.) Korku da yok onlara, üzüntü de yok.”
Anlaşıldı mı şimdi. Zaten anlaşılmasa bir sürü soruşla doldurursunuz biraz sonra burayı. Biz birazcık ara veriyoruz.