Geçen hafta son okuduğumuz ayetleri tekrar okuyalım. Bakara Suresinin 58 ve 59. ayetleri. Oradan başka bir yere intikal edeceğimizi size söylemiştik. İşte bugün Yahudileri ve Hıristiyanların beklediği bir dünya hakimiyeti var. Onların bunu elde edemeyeceklerini, bu hakimiyetin Müslümanlara ait olduğunu inşallah ilgili ayetlerden göreceğiz Allah nasip ederse.
“Bir gün İsrailoğullarına demiştik ki şu yerleşim bölgesine girin. Nereyi isterseniz oradan bol bol yiyin. Ama o kapıdan içeri girerken secde ederek girin. Hıtta yani ya Rabbi günahlarımızı bağışla deyin. Öyle yapın ki hatalarınızın üstünü örtelim. Güzel davranış gösterenlere de ilave ikramlarımız olacaktır. Onlardan yanlış yapanlar, zalimlik edenler kendilerine söylenen sözü başka sözle değiştirdiler. Onlardan zalimlik yapmış olanlara gökten pislik yağdırdık fasıklıklarına karşılık.”
Şimdi burada şuna bakın. Buradaki ayetin yapısı ile Adem aleyhisselama 5. sayfada 35. ayete bakarsanız yapıda büyük bir benzerlik var. Orada Allahü Teâlâ diyor ki “Dedik ki Adem, sen ve eşin şu bahçeye yerleşin. İstediğiniz yerden istediğiniz kadar yiyin. Nereyi beğenirseniz oradan istediğiniz kadar yiyin. Bol miktarda yiyin.”
Şimdi burada da aynı şekilde diyor ki Allahü Teâlâ öbür tarafta “Cennete gir.” diyor, “Şu bahçeye gir.” diyor Adem ve Havva’ya. Burada İsrailoğullarına diyor ki “Şu yerleşim bölgesine girin.”. Orada Allahü Teâlâ, Adem ve Havva’ya “Nereyi beğenirseniz oradan bol bol yiyin.” diyor. Burada da İsrailoğullarına diyor ki “Nereyi beğeniyorsanız oradan bol bol yiyin.” diyor. Şimdi burada Adem Aleyhisselama Cenabı Hak bir yasak koyuyor. “Şu ağaca yaklaşmayın.” diyor. İsrailoğullarına da bir emir veriyor, diyor ki “Kapıdan girerken secde ederek girin. Hıtta deyin…” yani günahlarımızı bağışla deyin Cenabı Hakk’a. “…sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilere ilave ikramlarımız olacak.”
Şimdi Adem aleyhisselama diyor ki “Şu bahçeye gir, istediğin yerden istediğin kadar ye.”. İsrailoğullarına diyor ki “Şu yerleşim bölgesine gidin, istediğiniz yerden istediğiniz kadar yiyin.”. Adem aleyhisselamla Havva validemize diyor ki “Şu ağaca yaklaşmayın.”. İsrailoğullarına diyor ki “Girerken secde ederek girin, ya Rabbi günahlarımızı bağışla deyin.”. Şimdi Adem aleyhisselamla Havva validemiz o emri tutmamışlardı biliyorsunuz değil mi? İsrailoğulları da tutmadı. “O zalimler kendilerine söylenen sözü başka bir sözle değiştirdiler. O zalimlik yapmış olanları gökten bir pislik indirdik.” Adem ve Havva validemiz de ne yapmıştı o bahçeden çıkmak zorunda kalmışlardı. “Yaptıkları fasıklık sebebiyle.”
Şimdi, bu ayetler bize Adem aleyhisselamla ilgili tarihi bilgi vermek için inmiyor. Ya da İsrailoğullarını yakından tanıyalım, tarihte başlarına neler gelmiş, onun için değil. Tabi ki onlar da var ama asıl maksat bizim bunlardan ibret almamızdır. Yani şimdi, onlar yaptılar bakın başlarına şunlar şunlar geldi, siz yapmayın demiş oluyor Allahü Teâlâ bize. Siz bunu yapmayın. Demek ki insanlar bir nimete kavuştukları an hemen değişiyorlar. Adem ve Havva değişmiş, İsrailoğulları değişmiş. Biz değişmeyiz diye söylersek zaten o anda kaybetmiş oluruz. O zaman elimize bir nimet geçtiği zaman son derece dikkat etmeliyiz. Cenabı Hak hepimizi de zaman zaman nimet vererek imtihan eder.
Bak, mesela bize hep şunu söylüyor, diyor ki dünyayı ahirete tercih etmeyin diyor. Bakalım, hayatımıza bir bakalım. Dünya için yapmış olduğumuz yatırımlarla ahiret için yapmış olduğumuz yatırımlar arasında bir kıyaslama yaparsak hangisi daha fazla. Şöyle 24 saatimizi bir gözden geçirelim. Gerçekten insanların, bakın mesela Cenabı Hak binlerce nimet verir, o nimetlerden sadece birisini alsa basarız feryadı. O tekrar geri geldiği zaman tekrar eski halimize, gece gündüz Cenabı Hak’tan yardım isteriz, Allahü Teâlâ yardım eder de rahata kavuşursak geçmiş sıkıntıları unutur tekrar eski halimize, eski havamıza döneriz. Bunlara son derece dikkat etmek lazım.
Şimdi İsrailoğullarına, ki İsrailoğulları derken İsa aleyhisselam da İsrailoğullarındandır. Çünkü İsa aleyhisselam yeni bir din getirmiş değildir. Tevrat’taki bazı eksikleri tamamlamış, Tevrat’taki bazı haramları helal kılmıştır o kadar. Başka bir şey yok. Onun için Hıristiyanların elinde Tevrat ve İncil vardır, adına da Kitab-ı Mukaddes derler. Yahudiler, İsa aleyhisselama inanmak zorundaydılar, inanmadılar.
Şimdi Cenabı Hak, İsrailoğullarına söz vermiş. Dolayısıyla İsrailoğullarına Allah’ın verdiği sözü hem Yahudiler hem de Hıristiyanlar Cenabı Hakk’ın kendilerine vermiş olduğu söz olarak kabul ediyorlar. Ne söz vermiş? Yine tekrar hatırlayalım. 6. sayfada 40. ayet, geçen hafta da okumuştuk bu ayeti. “İsrailoğulları size verdiğim nimeti hatırlayın, aklınıza getirin. Size yüklediğim görevi yerine getirin ki ben de size vermiş olduğum sözü yerine getireyim. Yalnız benden korkun, başkasından korkmayın.”
Şimdi neler şey yapmıştı? Maide Suresinin 66. ayetini açalım. Hatta 65. ayetten itibaren okursak belki daha iyi olur. “O ehli kitap, kendilerine Tevrat ve İncil verilenler, inanıp kendilerini korusalardı elbette ki onların günahlarının üstünü örterdik.” Demek ki inanıp takva üzere olduğumuz zaman, muttaki bir kimse günahsız bir kimse demek değildir. Herkesin az çok günahı olur. Ama ana yolda rahat yürümek lazım. “İnanan ve kendini koruyan kişiler olsalardı günahlarının üstünü elbette örter nimetler dolu cennetlere onları elbette sokardık.” Bu ahiretle ilgili olan. “Eğer onlar Tevrat’ı ve İncil’i ayakta tutsalardı…” Yani orada onlardan istenenleri yerine getirselerdi. “…ve Rablerinden kendilerine indirilmiş olanı yerine getirselerdi…” Rablerinden kendilerine indirilmiş olan ne? Kuran-ı Kerim.
Daha önce de okuduk ya Âl-i İmrân 81. ayeti. Allahü Teâlâ, tüm peygamberlerden kesin söz alıyor. “Size bir kitap ve hikmet veririm, sonra sizde olanı tasdik eden bir resul gelirse mutlaka ona inanacaksınız ve ona yardımcı olacaksınız.” Dolayısıyla bunların Peygamberimize inanma mecburiyetleri var. Yani Yahudilerin de Hıristiyanların da Peygamberimize s.a.s. inanma mecburiyetleri var. Bunu Tevrat ve İncil emrediyor. “Eğer onlar Tevrat’ı ve İncil’i ayakta tutsalar ve kendilerine Rablerinden indirilmiş olanı yani Kuran-ı Kerim’i ayakta tutsalar, Kuran’a uysalar elbette ki üst taraflarından bir şeyler yerlerdi.” Yani gök yağmurunun yağdırırdı. “Ayaklarının altından da” yani yer yiyeceklerini bitirirdi. “Yahut yöneticileri adil olurdu, çalışanları da samimiyetle çalışırdı. Onların içlerinde her şeyi yerli yerinde yapan bir öncüler grubu vardır, Yahudilerde de Hıristiyanlarda da. Ama onların çoğusu ne kötü bir iş yapıyorlar.”
Şimdi bunlara Cenabı Hakk’ın söz verdiği şeyleri bugünkü Tevrat’tan ve bugünkü Hıristiyanların ifadelerinden anlayabiliyoruz. Mezmurlar’da şöyle bir ifade var. Şimdi bunlar bazı ifadeleri değiştiriyor tabi ama ana anlamı biz yakalamaya çalışacağız. “Ben dedim, siz ilahlarsınız. Hepiniz yüce Allah’ın oğullarısınız. Kalk ey Allah yeryüzüne hükmet. Zira milletlerin hepsine sen varis olacaksın.” Şimdi bunlar kendilerini tanrı kabul ediyorlar. Yani Allah’ın oğulları falan sayıyorlar. Zaten Kuran-ı Kerim’de de var. “Biz Allah’ın sevgilileri ve Allah’ın oğullarıyız.” İnsanın oğlu insan olursa tanrının oğlu da tanrı olur değil mi? Haşa. “Sağa sola yayılacaksın, soyundan gelenler, ulusları mülk edinecek. Issız kentlere yerleşecek. O gelince…” O kim? Peygamberimiz. “Halkını Rabden aldığı güçle tanrısı Rabbin görkemli adına yönetecek, halk güvenlik içinde yaşayacak çünkü bütün dünya onun büyüklüğünü kabul edecek.” Halkına esenlik getirecek. Bu da Mika 5’te geçen bir ifade Tevrat’ta.
Şimdi buraya dikkat edin bakın, “o gelince” dediği, şimdi diyorlar ki işte Mesih, meşiha diye şey yapıyorlar. Bekledikleri bizim Peygamberimiz s.a.s. Yani diyorlar ki gelmesi gecikti ama yine bekleriz. Şimdi “o gelecek”. O geldiği zaman ne olacak? “Halkını Rabden aldığı güçle tanrısı Rabbin görkemli adına yönetecek.” Yani Allah’ın emriyle yönetecek. Ufak tefek tabi tercüme hataları, şunlar bunlar yıllar içerisinde olmuştur. Allah’tan aldığı güçle yönetecek. Biliyorsunuz Peygamberimiz s.a.s. kısa sürede tüm Arap Yarımadası’na hakim oldu, onun ashabı da kısa sürede dünyanın büyük bir bölümüne hakim oldular. İşte geçen asrın başlarına kadar dünya hakimiyeti Müslümanların elindeydi. Kısa süre Müslümanların elinden çıktı. Şimdi tekrar eğer Kuran-ı Kerim’e uygun hareket edersek bu defa tüm dünyanın hakimiyeti tekrar bizim elimize geçecek. Onla ilgili ayetleri inşallah biraz sonra okuyacağız Allah nasip ederse.
İşte buradaki ifadeyi tekrar okuyayım. “O gelince halkını Rabden aldığı güçle tanrısının Rabbin görkemli adına yönetecek. Halk güvenlik içinde yaşayacak.” Bir gün Peygamberimiz s.a.s. mescitteyken Adiy İbni Hatim giriyor içeriye. Adiy İbni Hatim, meşhur Hatemin Tay var Araplarda. Cömertliğiyle çok şöhret bulmuş bir kişi. Onun oğlu. Tay kabilesinin reisi. Peygamberimiz gitmiş onları savaşta yenmiş. Adiy de kaçmış Ürdün taraflarına. Orada Hıristiyan olmuş. Kardeşi Cübeydiye de Peygamberimizle s.a.s. evlenmiş. Haber gönderiyor, diyor ki gel buna bir şey demezler yani sen beğenirsen Müslümanlığı kabul edersin, beğenmezsen kabul etmezsin. İşte o geliyor orada birçok konuşmalar var, konuşmalardan birisinde Peygamberimiz diyor ki Adiy diyor sen Hire’yi bilir misin diyor? Duydum diyor, gitmedim ama duydum. İşte bugünkü Küfe’nin kurulduğu yerde bir yerin adı Hire. Küfe tabi çok uzak bir yer Mekke’ye. Diyor ki “Gün gelecek bir kadın tek başına devesine binecek, Küfe’den Mekke’ye hacca gidecek, yine tek başına geri gelecek. Yolda Allah’tan başka hiç bir şeyden korkmayacak.”. Yani güvenlik problemi olmayacak. Adiy sonra Müslüman oluyor tabi, diyor ki ben yaşadım ve bu olayı gözümle gördüm.
Şimdi, bu derece bir güvenlik olacağını Cenabı Hak bildiriyor. Bak ta Tevrat’ta da bildirmiş. Bu güvenliğin olacağının Cenabı Hak bildiriyor. Ta Tevrat’ta bildirmiş. O geldiği zaman bu olacak. Şimdi benzeri beklendi Hıristiyanlarda da var. Mesela Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, bugünkü Papa’nın başkanlığında yapılan çalışmada hazırlanan kitapta şöyle bir ifade var. Ha, şunu söyleyeyim. Hıristiyanlar da o gelecek olan, ona Mesih diyorlar, Yahudiler de Mesih diyorlar. İkisi de o ifadeyi kullanıyor. Müslümanlar da bekliyorlar gelecek diye. Geldiğini hiç düşünmüyorlar. Ha Yahudiler, Hıristiyanlardan farklı. Yahudiler diyor ki bir peygamber gelecek. Hıristiyanlar da gelecek diyorlar ama Muhammet s.a.s. değil. İsa tekrar gelecek diyorlar. Halbuki İsa aleyhisselam diyor ki ben gitmezsem o gelmez diyor. O gidecek ben gideceğim, o gelecek. O kim? Peygamberimiz s.a.s. Bunu onlar gayet iyi biliyorlar. Çok çok iyi biliyorlar da şimdi Muhammet geldi ona inanın dendiği zaman ne olur? Bütün dükkanları kapatmaları lazım değil mi? Bu kolay mı? Şimdi mesela kiliseyi düşünün. Deniyor ki şu kadar büyük bir mala hükmediyor. E, şimdi o malı getirecek İslam’ın hizmetine sunacak. Ondan sonra ne olacak? Bu çok zor bir şey. İşsiz kalmaz ama öyle düşünür. Aslında bugünkünden çok çok daha iyi olur ama onlar öyle düşünürler. Onun için İsa tekrar gelecek diye değiştirmişler.
Şimdi orada diyorlar ki Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri kitabının 769 numaralı paragrafında şu var: “Kilise ancak Mesih’in şanlı dönüşü sırasında cennet yüceliğinde tamamlanacaktır.”. Onlar dinlerine kilise ifadesi veriyorlar. Bizdeki cami gibi değildir. Onlarda din kurumsallaşmıştır. Bizde kişiseldir, insanın kalbindedir. Ama Hıristiyanlarda öyle değil. Kendileri Hıristiyan yaparsa adam Hıristiyan olur. Çıkarırsa Hıristiyanlıktan çıkmış olur. Bizde kişinin kendisi inanır ya da inanmaz. Zaten onlarda da öyleydi ama sonradan bu işi değiştirdiler, bozdular. “O güne dek kilise bu dünyadaki yoluna, dünyanın zulümleri ve tanrının tesellileri arasında devam edecektir.” Şimdi bunu söylüyorlar, niye söylüyorlar? Peygamberimiz gelene kadar onlar da İsa’yı beklemiyorlar. Peygamberi bekliyorlar. Peygamberimiz geldikten sonra ona inanmayınca hedef değiştirdiler. Tabi inanmayınca çok büyük sıkıntılara girmiş oldular. Düşünün yani şimdi Arap Yarımadası’ndan çıkarıldılar, Suriye’den oralardan çıkarıldılar, Kuzey Afrika’dan çıkarıldılar, İstanbul’dan çıkarıldılar bakın. Ve Ortaçağ karanlığı diye bir kavram var biliyorsunuz. Ortaçağ karanlığı, Müslümanlar için değil ki. Ortaçağ, Müslümanlar için huzur ve güvenliğin zirvesi. Ama Batılılar için karanlık.
Şimdi böyle bir noktada kendi insanlarını teselli etmeleri lazım. Bak diyorlar ki orada, bu okuduklarım İncil’den değil. Az önce Tevrat’tan okudum. Zaten onlar onu da kabul ediyor. Bunu kilisenin kendi sözleri bunlar. Yoksa İncil’den okusanız gelecek olan Muhammet aleyhisselamdır. “O güne dek kilise bu dünyadaki yoluna, dünyanın zulümleri ve tanrının tesellileri arasında devam edecektir. Yeryüzünde Rabden uzak, gurbette olduğunun bilincindedir.” Rabden uzak, o Rab dediği İsa. “Kralıyla birlikte mutluluk içinde olacağı, egemenliğin tam olarak gerçekleşmesini beklemektedir.” Şimdi bu cümle çok önemli. Egemenliğin tam olarak gerçekleşmesini beklemektedir.
Egemenliğin tam olarak gerçekleşmesi ne demek? Tüm yeryüzüne hakim olmak demektir değil mi? Şimdi Allahü Teâlâ iki ayette bize bunu vaat ediyor. Onlar inansalar onlara da vaat ediyor. Diyor ki, birisi Fetih Suresinde 513. sayfanın son ayeti. “Elçisini hidayet kaynağı olan bu kitapla göndere O’dur. Hak dinle gönderen O’dur.” Niçin göndermiştir? “Bütün dinler üzerine hakimiyetini kursun diye.” Şimdi bütün dinler derken iki tane din var. Birisi hak din, İslam. Biri de diğerleri. Değil mi? Onun için de “Lekum dinikum veliye din.” diyor Allahü Teâlâ. “Sizin dininiz size, benim dinim bana.” Şimdi bütün dinler üzerine hakimiyetini kursun diye. Yine Cenabı Hak herkesin kendisini dindar saydığını da bildiriyor. O zaman ne demektir bu? Nerede bir insan varsa oraya hakimiyetini kuracak demektir değil mi? Kim kuracak? İşte o geldiği zaman. Yani Peygamberimiz s.a.s. geldiği zaman.
Peki, biz tarihimizde nereye kadar gittik en fazla? Viyana önlerine kadar, öbür taraftan işte Türkistan’ın son sınırına kadar. Şimdi artık dünyanın her tarafında İslam hakim olacaktır. Bunda şüphe yok. Bu çok kesin. Bize şimdi bu ayın 29’unda İstanbul’un Fethi’nin yıldönümünü kutluyoruz. Peygamberimiz s.a.s. buyurmuş ki “Kostantiniye mutlaka fethedilecektir.” Kostantiniye, İstanbul’un ismidir. Yani Cumhuriyet Dönemi’ne kadar kullanılıyordu o isim. İstanbul’un isimlerinden bir tanesidir Kostantiniye. “Kostantiniye mutlaka fetholunacaktır.”
Şimdi çokları diyorlar ki Peygamberimiz gaybı bilmez. O zaman bu hadis uydurmadır. Peygamberimize gaybı Allahü Teâlâ bildirdikten sonra niye bilmesin. Sen yemin etsen ki Meksika’nın tamamı fethedilecektir diye, yanlış söylemiş olur musun? Yani Cenabı Hak ne diyor? Fetih ne demek? Fetih kelimesini siyasi anlamda anlamayalım. Fetih dediği elinize kılıç alacaksınız, savaşacaksınız. O değil. İslam’a açılacaktır. Zaten fethea kelimesinin anlamı, açma, açtı demektir. Fetih, açmak demektir. Yani dünyanın her yeri İslam’a açılacaktır. Bugün zaten açıldı. İkinci adım nedir? İslam’ın bütün dinler üzerinde hakimiyetini ortaya koymasıdır. Bütün dinler üzerinde hakimiyetini ortaya koyması için yapmamız gereken Allah’ın kitabına uymaktan başka bir şey değildir. Eğer Allah’ın kitabına tamı tamına uyarsak o zaman İslam bütün dünyaya kesinlikle hakim olacaktır.
Öbür ayeti de okuyalım. 551. sayfa. 3 tane diyor Yahya, onun üçüncüsünü de okuruz. Saf Suresi 9. ayet. Diyor ki yine aynı şekilde Allahü Teâlâ “O müşrikler istemeseler de, hoşlarına gitmese de Resulünü hidayetle gönderen yani Kuran’la gönderen O’dur. Hak dinle gönderen O’dur ki bütün dinler üzerinden hakimiyetini kursun.” Öbür ayet de aynı mealde. Tövbe 33. ayet. Not almak isteyenler alabilir.
Şimdi, burada demek ki Yahudilerin ve Hıristiyanların dünya hakimiyeti beklentisi boşuna değil. Ne manada boşuna değil? Kitaplarında var ama bir şarta bağlı. Nedir o? Kuran’a inanmaları. Başka imkanı yok. Onun için Maide Suresinin 66. ayeti: “Onlar Tevrat’ı ve İncil’i ayakta tutsalar ve Rablerinden kendilerine indirilmiş olan bu Kuran’ı da.” Zaten Kuran’a uysalar, Tevrat ve İncil, Kuran’a uymalarını emrediyor. Kuran’a uyduktan sonra artık onlardaki kitaplardaki emirleri okumalarına gerek yok. Kuran’daki emirlere uymaları icap eder. Yani tıpkı bizim gibi. “Üstlerinden, ayaklarının altından yerler.” Yani her taraftan bolluk ve bereket olur. “İçlerinde adil, dürüst davranan bir topluluk vardır. Ama onların çoğusu ne kötü bir davranış içerisindedirler.”
Şimdi peki, biliyorsunuz Yahudiler tarihlerinde çok ciddi saltanatlar elde ettiler. Peki, bu saltanatları nasıl elde ettiler? Mesela Tevrat nasıl okunuyordu zamanında? Onun için yine Maide Suresinin 44. ayeti kerimesini açıyoruz. “Biz Tevrat’ı indirdik. Onun içerisinde doğruyu gösteren bir kılavuz ve insanların önünü aydınlatan bir nur var.” Yani şimdi şu yoldan gidin. Tamam gideyim ama karanlık. Aydınlığı da var. Aydınlık bir yol. Yolu da gösteriyor, önünü de aydınlatıyor. “Onunla Allah’a teslim olmuş olan nebiler hükmediyor.” Tevrat’la. Kime hükmediyor? “Yahudilere hükmediyor.” Başka? “Rabbaniler” yani kendilerini Rabbe vermiş olanlar. Yani din adamları da hükmediyor. “Ahbar” bu ahbar kelimesi çok önemli. Hıbr kelimesi güzel ve parlak şey demektir. Ondan kaynaklanarak mürekkebe de hıbır denmiş. Mürekkeple yazılan yazı da hıbır denmiş, o yazıyı yazan alimlere de, insanlara da hıbır denmiş. O zaman ahbar, güzel ve parlak eser bırakan kişiler demektir. Bunlar ilim adamları olur, sanat adamları olur, tüccarı yani güzel birtakım şeyler bırakan, hoş sada bırakan, güzel anılar bırakan insanlar ya da güzel eserler bırakan insanlar. “Onlar da Tevrat’la hükmediyorlar.” Sadece hocalar değil, ilim adamları da, sanat adamları da, hep böyle eser bırakan kişilerin tamamı Tevrat’la hükmediyorlar. Nasıl hükmediyor? Neyle hükmediyor? Peygamberler Tevrat’ın tamamıyla hükmediyor, öbürleri “Allah’ın kitabından kendi hafızalarına yerleştirilenlerle hükmediyorlar.”
Mesela bir tüccar, içinizden Kuran-ı Kerimle hükmetmek isteyen tüccarlar ne yapar? Ticaretle ilgili bütün ayetleri ezberlerler. İyice kavrarlar. Özümserler ve ticari hayatlarını onunla yürütürler. İlim adamlarından her biri kendi ilim dalıyla ilgili olan ayetleri çok iyi kavrar, çok iyi hazmeder, işlerini onla yürütürler. İşlerini onla yürüttükleri zaman ne olur? Cenabı Hak onun da örneğini vermiş.
Neml Suresini açalım, 38’den itibaren. Şimdi bunun öncesini biliyorsunuz. Belkıs’la Süleyman aleyhisselam arasında geçen olaylar. Belkıs güzel bir hakimiyet kurmuş. Bir devleti var. Devletini de güzel yönetiyor. Bu ayetlerde o kadın kral anlatılıyor ama asla eleştirilmiyor, yerilmiyor, üstelik hürmet ediliyor. Şimdi bizde derler işte kadınlar yönetici olamaz, kral olamaz falan da neye dayanıyorsun? İşte bak Allah bir örnek vermiş burada. İyi yapan, her yerde her şeyi iyi yapar, kötü yapan kadın da olsa erkek de olsa yanlış yapar.
Şimdi burada ona mektup gönderiyor. O, Süleyman aleyhisselama kendisi geliyor. Süleyman aleyhisselam Belkıs’ın yola çıktığını duyunca kendi diyelim bakanlar kurulunu, öyle söyleyelim. Önde gelen adamlarını topluyor. Bakanlar kurulu da demeyelim de önde gelen kişileri topluyor. “Ey göz dolduran kişiler, ey ünlü kişiler…” Belkıs’ın çok da güzel bir tahtı varmış. “Hanginiz onun tahtını bana getirir teslim olarak bana gelmeden önce?” Süleyman aleyhisselama teslim olmak için geliyor. Teslim olmadan, bana gelmeden önce onun tahtını kim bana getirir diyor. Bu toplantı Kudüs’te yapılıyor. Süleyman aleyhisselam cinlere de kuşlara da hükmediyor.
“Cinlerden bir ifrit şöyle dedi: Sen bulunduğun yerden kalkıncaya kadar ben onu sana getiririm.” Tabi yani Süleyman aleyhisselam çalışma odasında belli birkaç saat çalışır gider. Yani senin şurada işin bitene kadar ben gidip getiririm demiş oluyor. “Ben bunu yapabilecek güçteyim ve bu konuda bana güvenebilirsin.” diyor.
“O kitaptan yanında bilgisi olan bir kişi şunu söyledi:…” İşte bu az önce ahbar diye okuduk ya. Her bir bilim adamı, kendi sahasıyla ilgili ayetleri, kendi sahasıyla ilgili bilgilerle birleştiriyor ve ilmin doruk noktasına ulaşıyor. Kitaptan kendisine bir bilgi verilmiş olan kişi şunu söyledi. Bu bir insan, bilim adamı bu. Ama bilgisini Tevrat’la pekiştirmiş olan bir ilim adamı. Tabi o zamanki Tevrat, bugünkü gibi değil, Allah’tan indiği şekliyle duruyor Süleyman aleyhisselam zamanında. Dolayısıyla o günkü Tevrat, bugünkü Kuran işte. O kitap nerede diyorsanız önümüzde.
Süleyman aleyhisselama diyor ki “Ya Süleyman şu gözünü açıyorsun ya, açıyorsun, kapatıncaya kadar ben getiririm onu sana.” diyor. Gözünü açıp kapatıncaya kadar getiririm onu sana. Şimdi biz resimleri nakletmeyi uzaktan öğrendik değil mi çağımızda. İşte naklen yayınlar oluyor. Mesela bir futbol maçı oluyor bir gol atılıyor, bir de goool diye ses… Aralarında bir uyumsuzluk oluyor, ses önce geliyor, görüntü sonra geliyor. Ama biz bunu öğrendik. Fakat eşyanın kendisini getirme düşünülüyor da. Şimdi eşyayı gönderme düşünülüyor, getirme değil. Yanımızdaki eşyayı acaba bir yere gönderebilir miyiz? Ama onlar uzaktaki, binlerce kilometre uzaktaki yerden getiriyor. Ne kadar zamanda? Gözü açıp kapayıncaya kadar. Neyle getiriyor? Tevrat’tan aldığı bilgiyle. Yani kendi normal bilgisini onunla birleştirmiş ve çok yüksek bir bilgiye ulaşmış. Evet, bunun nüzul olduğu rivayet edilir diye oraya bir not düşmüşler. E tabi siz ayetleri ciddi bir şekilde okuyamazsanız anlam veremezsiniz, topu taca atarsınız.
Baktı ki geldi ve yanında duruyor. Tahtı getiriyor ve yerleşiyor. “Dedi ki bu Rabbimin bana olan bir ikramıdır. Beni imtihan etsin diye.” Teşekkür mü edeceğim, nankörlük mü edeceğim. Mesela işte Adem aleyhisselamın durumu, diğer İsrailoğullarının durumu, hepimizde bu olur. Allah bize nimet verir, teşekkür mü edeceğiz, nankörlük mü edeceğiz ortaya koyması için. Hepimiz dikkat edelim. “Kim Cenabı Hakk’a teşekkür ederse yani o nimetin gereğini yaparsa kendisi için yapmış olur. Kim de nankörlük yaparsa Rabbimin ihtiyacı yok, zararı da olmaz, zengindir, ikramı da boldur.” Dedi ki Süleyman aleyhisselam “Bunun tahtını tanıyamayacağı bir şekle getirin bakalım.” diyor. Yani öyle bir ortam hazırlayın ki tanıyamayacak durumda olsun. “Bakalım ki tanıyacak mı tanıyamayacak mı? Anlayacak mı kendi tahtı olduğunu yoksa anlamayacak mı? Belkıs gelince dendi ki senin tahtın bu şekilde mi?” Meşhur bir tahtı var, bu şekilde mi senin tahtın? “Sanki tam benim tahtım bu.” tıpkı benimkisi dedi. Hemen meseleyi anladı. Dedi ki “Bundan önce bu bilgi bize gelmişti. Siz de böyle yüksek bir bilgi olduğunu duymuştuk.”. Bak, bilgiyle geldiğini gösteriyor. Öyle Hızır falan değil. Topu taca atmaya lüzum yok. Bu bir bilgiyle gelmiş. Bu bilginin sizde olduğunu biz duymuştuk dedi.
Hep şey yapıyorlar ayetlere parantezler koyarak anlaşılmaz hale getiriyorlar. Bak şimdi bu “galet” Yahya diyor ki tabi metne bakıyor. Ha doğru burada da öyle Süleyman devamla dedi ki. Halbuki şimdi “galet” Süleyman için olmaz. Ancak bir kadın olur, o da Belkıs’tır. Yani Arapça itibarıyla. Çünkü Türkçede yoktur da Arapçada kadınlar için başka kelime yapısı kullanılır, erkekler için başka kelime yapısı kullanılır. Evet gerçekten Süleyman şöyle dedi diye anlaşılmaz hale getirmişler. “Kadın dedi ki bu bilgi daha önce bize gelmişti. Biz onun için geldik size teslim olduk.” Yoksa niye teslim olacağız? Bizim saltanatımız, her şeyimiz yerli yerinde. Ama sizin bu bilginizle baş edemeyeceğimizi öğrendik. Sen şimdi oradan benim tahtımı getiriyorsun, benim ordumu da getirirsin olduğu gibi buraya. Bu bilgiyle ben nasıl baş edeceğim? Şimdi kadının ne kadar dirayetli olduğunu anlıyor musunuz? Bu bilgi bize geldi, onun için teslim olduk, size geldik.
Şimdi bu teslim olmaya da Müslüman olduk diye mana vermişler. Hadi ölür müsün öldürür müsün? Hiç anlayamazsın. Olur mu öyle şey? Bak Müslüman olma işi biraz sonra gelecek. “Bundan önce kulluk yaptıkları, bu kadını engellemişti ve kafirlerden olmuştu. Dendi ki şu köşke girin -büyük bir köşk-. Görüntüsü sanki derin bir su gibi gözüken billurdan yapılmış köşkü görünce ıslanmasın diye eteklerini yukarı çekti. Dedi ki bu dedi yüksek bir köşktür. Sen onu derin bir su gibi görüyorsun ama bu dedi yüksek bir köşktür, billurdan yapılmıştır.” Sen burada görüyorsun, zannediyorsun ki cam yığınını, büyük bir denizin suyu gibi görüyorsun. Bu deniz suyu falan değil. O, billurdan yapılmış bir köşk. Böyle bir şey hiç düşünebiliyor musunuz? Bakın öyle bir şekilde yapılmış ki öyle arada yapıştırma, şu bu falan yok. Yekpare büyükçe bir köşk ama billurdan. Siz Baktığınız zaman derin bir su zannediyorsunuz. Halbuki bir köşk. İşte orada şunu söyledi: “Dedi ki ya Rabbi ben yanlış yapmışım. Süleyman’la birlikte sana teslim oldum, alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.”. Burada Müslüman oluyor. Süleyman’la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum. Biraz önce Süleyman’a teslim olmuştu, şimdi Allah’a teslim oldu.
Şimdi bakın Cenabı Hakk’ın kitabındaki ayetlerle, indirilmiş ayetlerle yaratılmış ayetleri birleştirdiğiniz zaman ilim, ne noktaya geliyor, bunu görelim. O zaman bundan sonra eğer dünyanın her tarafına Kuran yerleşsin, her bölge Kuran’a açılsın istiyorsak işte burada belirtildiği gibi hepimiz tüccarı, sanayicisi, ilim adamı, sanat adamı ya da dini anlatan kimseler, hepimiz mesleğimizle ilgili ayetleri çok iyi kavramalı ve ona göre davranmalıyız.