Bugün Bakara Suresinin 50. ayetinden itibaren anlamaya çalışacağız. “Bir gün sizin için denizi yardık.” O İsrailoğullarıyla ilgili ayetler devam ediyor biliyorsunuz. “Bir gün sizin için denizi yardık, hemen sizi kurtardık. Firavun ailesini de boğduk. Siz de bakıyordunuz.” Yani sizin gözünüzün önünde size o kadar sıkıntıları çektiren firavun ailesini de boğduk. Geçen hafta okumuştuk biliyorsunuz, erkek çocuklarını doğruyor, kızlarını yaşatıyorlardı kötü emelleri için ve bunları hayal edilemeyecek kadar ağır sıkıntılar altında bulunduruyorlardı. Cenabı Hak da bunların gözü önünde firavunu, hanedanını ve askerlerini boğdu.
Şimdi bizim bu şeyde bazı arkadaşlarımız hangi çizgide duracaklarını bilemiyorlar. Bakıyorsunuz ki çok açık ayetler olmasına rağmen kendi kafalarında bir şablon oluşturuyor, o şablona ayetleri uydurmaya çalışıyorlar. Mesela bir arkadaş var, İhsan Eliaçık, hayali şeylerle mucizeleri böyle ne Kuran’a uyar, ne ayetler arası ilişkiye uyar, ne akla ne mantığa, kendine göre şey yapıyor, adi bir olay haline getiriyor. Şimdi biraz sonra bakacağız inşallah. Muhammet Eset de öyle. Süleyman Ateş de zaman zaman bunu yapıyor.
Şimdi biz Kuran-ı Kerim’e uymakla yükümlüyüz. Kuran’ı kendimize uyduramayız. Buna son derece dikkat etmek zorundayız. Şimdi bu olayda diyorlar ki efendim işte Musa aleyhisselam İsrailoğullarıyla birlikte Kızıldeniz’in kenarına geldi. O sırada bir gel git olayı olmuştu. Bunun mucizeliği tam o güne rastlamış olmasıdır. Musa aleyhisselamın değneğini denize vurması da işaretle yol göstermesi demektir. Musa aleyhisselam ve ashabı oradan geçtikten sonra arkasından firavun ve hanedanı, ordusu geldi. O sırada gel git bitmişti, sular kapandı ve onun altında kaldılar. Tamam bu, hayali gayet güzel bir şey. Fakat acaba ayetlere uygun mu?
Yani firavun dediğiniz öyle basit bir insan değil. Firavun dediğiniz bugün hala ilim adamlarının, sırlarını çözmeye çalıştığı piramitleri yapan insan. Ve Kuran-ı Kerim de onların hakimiyetinin güçlü olduğunu kabul ediyor. Yani o piramitleri yapan o insan eğer gel git olayı varsa ki o piramitlerin de gerçekten çok yüksek bir bilim ve teknoloji olduğunu inkar eden hiç kimse yok. Yani gel git olayının ne zaman olduğunu hesap edemeyecek durumda mı olacak da tam o gün oraya gelip onların arkasından takip edip boğulacak? Onu da bir kenara bırakalım, o hiç önemli değil. O anda unutabilir.
Kuran-ı Kerim’in 26. Suresinin (Şuara Suresi) 61. ayetini açalım. Hatta isterseniz biz 52. ayetten başlayalım. “Musa’ya şunu vahyettik kullarımı geceleyin yola çıkar. Ama şunu da kesin olarak bil ki takip edileceksiniz.” Yani firavun ve ordusu sizi bırakmayacak. “Firavun şehirlere orduları toplamak için adamlar göndermişti zaten.” Ya da hemen bunların arkasından gönderdi de olabilir. Bunlar oraya gidiyor, onlar atlı olarak gelecekler. “Bunlar az, bölük pörçük insanlar, çapulcu takımı, küçük bölükler, pek önemsenecek bir ordu değil ama bunlar bize karşı çok kızgın. Biz çok dikkatli ve tedbirli bir topluluğuz.” Benim şimdi sizi çağırıp toplamam, bunlara karşı güçsüz olduğum için değil. Dikkatli ve tedbirli olmamdan dolayıdır. Çok kızgınlar, bakarsınız bir şey yapabilirler.
Şimdi nasıl olsa karşılarında güçlü bir ordu yok. Bir de firavuna karşı itibar da kazanacaklar. Onun için herkes, bütün ağalar paşalar Musa aleyhisselam ve İsrailoğullarını takip etmek için yola çıkıyorlar. “Onları o bahçelerden ve o su başlarından çıkardık, onları hazinelerinden ayırdık. Çok güzel makamlardan, mevkilerden ayırdık.” Çünkü bunlar tekrar geri geleceklerini düşünüyorlar. Onun için öyle hiç düşünmeden bırakıp gittiler firavunun arkasından. Zaten ne olacak, birkaç tane çapulcu takımı. “Evet, tam böyle oldu. Bunların bıraktığı bütün mala mülke, hazinelere, o bahçelere, köşklere, evlere İsrailoğullarını mirasçı kıldık.” Hani oğullarını doğrayan, kızlarını sağ bırakan İsrailoğulları, onlar kendi gönülleriyle, zevkle, büyük bir heyecanla mallarını mülklerini bıraktılar. Çünkü ne olacak, üç beş kişi, firavunun gözüne de girmek var, daha da iyi duruma gelmek var derken hiç düşünmeden boşalttılar, denizde boğulunca bütün mal mülk, her şey İsrailoğullarına kaldı.
“Firavun onları takip ettirdi. Tam güneş doğduğu sırada ortalık aydınlanmaya başladığı sırada firavun dedi ki hadi bakalım şunların arkasına düşün. İki taraf birbirini gördü.” Güneş doğmuş, ortalık aydınlanmış. Musa aleyhisselam ve İsrailoğulları, bir taraftan da firavun ve ordusu. “Musa’nın ashabı, onunla beraber olanlar dedi ki işte yakalandık!” Çünkü önlerinde büyük bir deniz, arkalarında da deniz gibi bir ordu. İkisinin arasında kaldılar. İşte şimdi yakalandık dediler. Birbirlerini görüyorlar, göz mesafesi. Kaç metre olur göz mesafesi en fazla? 1 km olsun, 2 km olsun, 3 km olsun. 5 km olmaz, 5 kilometreyi göremez insan. 500 metreymiş, e tamam. Bilmediğim bir şey olduğu için. Çünkü hiç denemedim yani insan kaç metreden görebilir diye bilmiyorum.
Musa aleyhisselama diyorlar ki tamam yakalandık. “Musa aleyhisselam diyor ki hayır. Rabbim benimle beraber, bana yol gösterecektir.” Yani buradan bir çıkış yolu var. Onlara göre çıkış yolu yok. Arkada deniz gibi ordu, önde ordu gibi deniz, ikisinin arasında kalmışlar. “Musa’ya vahyettik değneğini denize vur. Denize vurur vurmaz hemen deniz ikiye ayrıldı.” Med cezir olayında denizin ikiye ayrılması söz konusu mu? Şimdi bir yerde varmış hangi adalarda diyordun? Güney Kore’nin oralarda bir yerde varmış, senenin belli bir zamanında deniz çekiliyormuş, 3 km kadar bir yol açılıyormuş, oradan geçiyorlarmış ama o denizin yarılması değil ki. Denizin çekilmesi o. Bu, denizin yarılması. Ha burada mesela İhsan Eliaçık, “en ıdrib bi ashakel bahra”ya şöyle mana veriyor: “Değneğinle denizi göster.”. Buna bu manayı verme imkan ve ihtimali yok. Yeni bir Arapça uydururlarsa olur yani. Ama mevcut Arapçada böyle bir şey olmaz. Yeni bir Arapça ortaya koyarlarsa, yeni bir dil bulurlarsa bir yerlerden olur. Ama mevcut Arapçada böyle bir mana asla olamaz.
Şimdi farz edin ki oldu. Böyle mana verme ihtimali var. Şimdi devam edelim. Bak diyor ki “fen felak fekani külli fikrin” “Deniz yarıldı, denizin iki tarafı büyük bir dağ gibi oldu.” Denizin iki tarafı büyük bir dağ gibi oldu. O adalarda öyle bir şey yok. Sular çekiliyor, orada bir 3 kilometrelik bir yol çıkıyor. Büyük bir dağ gibi oldu. Med cezir olayında bu olur mu? Hem o meali ver, hem de o açıklamayı yap. Olacak şey değil yani. “Sonra oraya diğerlerini yaklaştırdık.” Yani firavun ve ordusunu. “Musa’yı kurtardık, beraberindekilerin tamamını kurtardık. Sonra diğerlerini boğduk. Şüphesiz bunda gerçek bir ayet vardır, ibret vardır. Onların çoğu inanacak değillerdir. Senin Rabbin aziz ve rahimdir.”
Şimdi böyle iki tarafı yüksek dağlar gibi oluyor denizin yarılmasından sonra. Gel git olayı 12 saatten daha fazla sürer. 12 saat 6 dakika mıdır? O kadar uzun sürer. Burada iki ordu birbirini görüyor. Arkadan gelen ordu bunları yakalamak için süratle geliyor. Onların atı var, her şeyi var. Bu ne ki? En fazla 5 dakika, 10 dakika sonra… Hadi olsun yarım saat sonra. 12 saat bu. 12 saat o gel git olayının devam etmesi yani 12 saat gel, 12 saat de git 24 saat. Bir de 12 dakikası olması lazım. Dolayısıyla bunlar zaten çoktan yakalar boğarlar bir, gel git olayında iki taraf da dağ gibi bir su yığıntısı zaten hiçbir şekilde mümkün değil. (İzleyicilerin konuşması – anlaşılmıyor.) Burada 12’yi hangi ayette diyor? 12 yol diye bir şey yok ayetlerin hiçbirisinde. 12 pınar var da 12 yol yok. Hangi meal, kimin meali o? Ben 12 yol şimdiye kadar duymadım. 12 yol açıldı. Bilmiyorum onu nereden bulmuşlar? Ha belki rivayetler olabilir öyle. Ama ayette öyle bir şey yok. Ayette tek bir yol açıldığı anlaşılıyor. Şimdi burada şu: İki tarafı oluyor yarılan denizin, iki tarafının her birisi koca bir dağ gibi oluyor. Yani o şekilde mana vermek de mümkün değil. 12 ile alakalı hiçbir şey yok bu ayetlerde. Hiçbir ayette yok, sadece onda değil.
Şimdi bir de 20. Surenin (Taha Suresi) 77. ayetini açalım. “Musa’ya vahyettik kullarımı geceleyin yola çıkar. Onlar için bir yol vur, denizin içerisinde kuru bir yol.” Şimdi az önceki ayette hatırlayın. Henüz deniz yarılmadan firavun ve askerleri bunları görüyor. O sırada değneğini denize vuruyor, deniz açılıyor. Açılan denizin dibi kuru olur mu? Böyle bir şey mümkün mü? Ne diyor Allahü Teâlâ “Onlara kuru bir yol vur.” diyor. İşte bu “tarikan” sözü tek bir yol olduğunu gösteriyor, 12 tane yol değil. “Yakalanmaktan korkmazsın ve böyle bir endişe de duymazsın. Firavun ordusuyla beraber onları takip etti, hemen arkalarından girdi, deniz onları kuşattı, denizden onları kuşatan kuşattı. Firavun, kavmini yanlış yola soktu ve hedefine ulaşamadı.”
Bir de 44. Surenin (Duhan Suresi) 23. ayetini okuyalım. Bak burada da görüyorsunuz: Kuru bir yol. Gel git olayında kuruma söz konusu olur mu? Mümkün değil. Tek bir yol dediği için 12 yol olayı da yanlış. Nedense işte bütün bu yanlışların sebebi ayetler arası ilişkiye dikkat etmemek maalesef. Bu bizim ulemanın genel hatası.
Evet, Duhan Suresi 23. ayet. “Kullarımı gece yola çıkar, arkadan takip edileceksiniz. Denizi olduğu gibi bırak, o şekilde kalsın.” Yani dua etme ya Rabbi burayı kapat diye. Arkadan firavun geliyor işte aman ya Rabbi bir an önce kapat da… Sen dua etme, öylece bırak. “Bunlar boğulacak ordudur.” Yani ordunun tamamı içeri girecek ki arkadan kapanma olsun. “Nice bahçeler, nice su başları bıraktılar, nice bitkiler ve güzel güzel yerler, evler, köşkler. Ne nimetler ki içlerinde zevkle, sefayla dolaşıyorlardı. Evet, tam böyle olmuştu. Oraya başka toplulukları mirasçı kıldık, oraya onları verdik.”
Şimdi gerçekten insanlar hep hayallere kapılıyorlar. Firavun ve hanedanı burada sık sık okuyoruz, onların hepsi Musa aleyhisselamın Allah’ın peygamberi olduğunu kesin olarak biliyorlar. En küçük şüpheleri yok. Ama hakimiyet bizden gitmesin diye firavun, Musa aleyhisselama karşı çıkmıştı. Dolayısıyla yani kafir olanların bilgi problemleri yoktur. Sadece teslim olamama problemleri vardır. Yani bu işin hakimi bizim elimizden gitmesin, onlar da kim oluyor mesele o, başka bir şey yok.
Evet, şimdi bir de İsra Suresini okursak bu olay tam olarak tamamlanmış olur. İsra Suresi 101’den 104’e kadar olan ayetleri. “Musa’yı her şeyi açıklayan 9 tane ayet verdik.” Şimdi bu, Tevrat olsa Tevrat’ta 9 tane ayet mi var? Bir de 10 emir var. O da 10 tane. “Onlara geldiği zaman İsrailoğullarına sor bakalım firavun dedi ki Musa, ben seni büyülenmiş olarak görüyorum.” Büyülenmişsin dedi Musa aleyhisselama firavun. Nasıl büyülenmiş? Yani senin bu gösterdiklerinin hepsi birer büyü. Tevrat’ın ayetlerine büyü denir mi? “Musa aleyhisselam dedi ki sen kesin olarak biliyorsun ki bunları indiren, göklerin ve yerin Rabbidir, basiretten olsun diye indirilmiştir.” Yani siz bunları görün, olayların arkasını aklınızla görün ki bu bir peygamber için gelmiştir. “Diyor ki bak firavun, ben de senin kaybettiğini görüyorum.” Kaybettin diyor. Artık tutmağın yok, hiçbir şeyin yok. Bütün gerçek ortaya çıktı. “Firavunun artık yapacak hiçbir şeyi kalmayınca…” Her şeyin bittiği yerde ne başlar? Kaba kuvvet değil mi? “İstedi ki Musa aleyhisselam ve İsrailoğullarını oradan söküp atsın. Biz de onu ve onunla beraber olanların tamamını boğduk.” O söküp atmak istediği yerler kime kaldı? Tamamı İsrailoğullarına kaldı.
Şimdi tekrar Bakara Suresine dönelim. Buradaki 50. ayeti okuyup devam ediyoruz. “Sizin için denizi yardık.” Şimdi biliyorsunuz, mucizelere Kuran-ı Kerim ayet der. Aslında Allah’ın bütün ayetleri mucizedir. İster Kuran-ı Kerim’deki ayetler olsun, ister tabiattaki ayetler olsun. Yani siz şurada çiğneyip geçtiğiniz kuru bir yaprağı yapamazsınız. Bütün teknolojinizi, bilginizi, her şeyi biriktirin bir kuru bir yaprak, ne bileyim çok basit bir şey Cenabı Hakk’ın yarattığı işte bir saç teli ne bileyim hiçbirisini yapmanız mümkün değil. Allahü Teâlâ’nın hem yarattığı ayetler birer mucizedir, kainatta ne varsa, hem indirdiği ayetler mucizedir. Ama bunun dışında da Allahü Teâlâ mucizeler veriyor. İşte Musa aleyhisselama verdiği gibi. Mesela elini koynuna sok diyor, çıkarıyor bembeyaz, tekrar sokuyor eski haline geliyor. Değneğini atıyor yılan haline geliyor, öbür sihirbazların değneklerini yutuyor.
Şimdi böyle mucizeler de var. Bu mucizeler kişinin peygamber olup olmadığını göstermek için Cenabı Hak tarafından bunlara verilen belgelerdir. Yani insanlar, bakacak ha tamam o zaman bu insan Allah’ın peygamberidir, kesin bir kanaate varacaklar. Zaten arkasından da eşhedü diyorsunuz. Biz de şimdi öyle bir şey yok. Yani Muhammet ümmetinde o tür mucizeler yok. Peygamberimizin s.a.s. Musa aleyhisselamda olduğu gibi bir mucizesi olsaydı bugün mesela Musa aleyhisselamın değneğini birisine gösterip de bak işte bu değnek Musa aleyhisselam zamanında şu şu işleri yapmıştır, o zatın peygamber olduğuna inan diyebilir miyiz? O kişiye bir bilgi ifade eder mi? O da der ki tamam çocukluğumda ninem de bana böyle çok güzel hikayeler anlatırdı der. Hatta çizgi filmlerde görüyorum böyle şeyleri der değil mi? Bunlar sadece hayallerde olur der.
Yani Musa aleyhisselamla ilgili olan, Salih aleyhisselamla ilgili olan peygamberlerin gösterdiği o mucizeleri siz bugünün insanlarına anlatarak inanın işte bu Allah’ın peygamberleridir diyemezsiniz. Muhammet sallallahu aleyhi ve sellemin peygamberliği kıyamete kadar geçerli olduğu için onun mucizesi de ona uygun olarak Kuran-ı Kerim’dir. Dolayısıyla Kuran-ı Kerim okuyup anlayan her insan bunu ancak bir peygamber söyleyebilir, bu Allah’ın sözü olur diye kesin kanaate varır, onun arkasından da eşhedü der. Tıpkı Musa aleyhisselamın gösterdiği mucizeler gibi.
Evet, o zaman Cenabı Hak o mucizeleri göndermiş ama şimdi göndermiyor. Bunu da İsra Suresinde zaten söylüyor Allahü Teâlâ. Mesela bakın, 287. sayfayı açın. Orada 59. ayet. Diyor ki “Bizim o ayetleri, o mucizeleri göndermemize engel olan şu oldu: Öncekilerin onun karşısında yalan söylemeleri oldu.”. Yani mesela Musa aleyhisselam o kadar mucize göstermesine rağmen firavun ne dedi? Sen büyülenmişsin dedi. Allahü Teâlâ ne diyor? “Bunun karşısında yalan söylediler ama içten kesin olarak biliyorlardı ki Musa, Allah’ın peygamberidir.” Niye bunu yaptılar? “Büyük gözükmek için, zalimlik için bunu yaptılar.”
(Bir izleyicinin konuşması – anlaşılmıyor.) Onlar sonradan yakıştırmalardır. Bakın ayeti kerime gayet açık bir şekilde söylüyor. O Ay’ın bölünmesi olayının manası şudur. “Artık zaman yaklaştı, her şey ortaya çıktı, bütün gerçekler ortaya çıktı.” Arapların bir ifadesidir. Öyle Ay yarılacak da… Bir deniz yarılıyor, Kuran-ı Kerim’in 4 tane ayetinde tekrarlanıyor. Ay yarılsa 10 tane ayette tekrarlanır ve bütün detaylarıyla anlatılıyor gördük değil mi? Ay’ın yarılması ifadesi Araplarda kullanılır, her şey ortaya çıktı manasındadır. İşte şimdi ayet açıkça söylüyor, bak diyor ki “O mucizeleri göndermemize engel olan öncekilerin onlar karşısında yalan söylemelerinden başka bir şey olmadı.” O zaman Cenabı Hak Peygamberimize o tür mucizeler vermemiş.
Peki, biz buradaki bu ayetleri mesela İhsan Eliaçık’ın dediği gibi 9 ayete diyor ki 10 emri 9’a indiriyor, o 9 emirdir diyor. Peki, 10.’su nereye gitti? O 10 emrin tamamı Kuran-ı Kerim’de var zaten. Tevrat’ın bütün ayetleri de var, bütün şeyleri de var. Bu ayetler var. Eğer bu ayetler, o ayetler olsaydı yani Kuran-ı Kerim’deki ayetler o anlatıldığı gibi olsaydı yani der miydi ki Allahü Teâlâ bizim o ayetleri göndermemize engel sadece öncekilerin onlar karşısında yalan söylemesi der miydi? Demek ki eskilere verilen mucizeleri Allah, Peygamberimize vermemiş.
Bak işte burada hemen söylüyor, bir örnek veriyor. “Semud kavmine o deveyi verdik.” Nasıl? Mubsirdir. Yani öyle bir deve ki akıl gözleriyle bu devenin niçin geldiğini anlayacak durumdadırlar. Çünkü bir günde bütün şehrin suyunu içiyor, ertesi gün bütün şehre süt veriyor. Böyle bir deve olur mu? Yani akıllarıyla oradan devenin geliş şeklini anlıyorlar. Şimdi sıradan bir deve olsa Cenabı Hak ona Semud’a deve verdik der mi? Dünyada herkesin devesi var. Her yerde deve var. O zaman her devesi olan bir Salih aleyhisselam diye ortaya çıksın bakalım. Böyle şey olur mu? Bak diyor ki “O deve karşılığı zalimlik yaptılar, yanlış şeyler yaptılar. Bu tür ayetleri korkutmak için göndeririz” diyor. Peki, Kuran ayetlerini ya da 10 emri korkutmak için mi gönderiyor Cenabı Hak? Bunları uyarmak için, bilgi olsun diye gönderiyor.
Peki, şimdi tekrar başa dönüyoruz. Bir de bu arkadaşımız son zamanlarda televizyonlara çıkıyor. Bütün arta kalan mallarınızın hepsini vereceksiniz diyor. Hakikaten yani televizyoncuların da çok hoşuna gidiyor bu tip insanlar. Enteresan yani. Olayı bir tarafından anladığın zaman öyle olur.
Şimdi öbür ayete geçiyoruz. “Musa’yla sözleşmiştik 40 geceliğine. Sonra siz o buzağıya tutundunuz Musa’nın arkasından zalimler olarak” Yanlış şeyler yaparak buzağıya tutundunuz, buzağıya taptınız. “Arkasından sizi affettik bundan sonra belki şükredersiniz.”
Şimdi bu olay Taha Suresinde çok geniş anlatılıyor, 88. ayette. Oradan da bu olayı biraz daha kavramaya çalışalım. Ya beni İsrail’den mi alalım? İsterseniz 80’den başlayalım daha iyi olur. “İsrailoğulları sizi düşmanınızdan kurtardık. Tûr’un sağ tarafında sizinle sözleştik. Üzerinize bıldırcın eti ve kudret helvası indirdik. Size verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin, bu nimetlerde taşkınlık yapmayın. Benim gazabım size helal olur sonra.” Cezamı hak edersiniz, yapmayın böyle. “Kime benim gazabım helal olursa, cezamı hak ederse o artık uçar gider, toz olur, yıkılıp gider. Ben tövbe eden, iyi işler yapan kişileri bağışlarım.” Tövbe eden, inanan, iyi işler yapan ve aynı zamanda da doğru yola giren kişileri affederim diyor.
Şimdi Musa aleyhisselam, Cenabı Hak’la bir buluşması var, biliyorsunuz Allahü Teâlâ onu çağırıyor 40 günlüğüne, Musa aleyhisselamla konuşuyor Tûr-i Sina’da. Diyor ki Cenabı Hak, Musa aleyhisselama “Musa kavminden ayrılıp da böyle çabuk çabuk buraya seni getiren nedir, neden böyle çabucak geldin?” Tamam seni davet ettim ama sen böyle koşa koşa geldin? Diyor ki “Ya Rabbi onlar benim peşimdeler.” Tamam artık onlar yola girdiler. Nasıl olsa firavun tehlikesi de geçti, her şey tamam, yani dört dörtlük artık diyor Musa aleyhisselam. Başlarında da Harun aleyhisselam var. Onlar dört dörtlük. “Ben senin davetine çabucak geldim ki sen razı olasın, niyetim o.” Cenabı Hak diyor ki burada “Senden sonra kavmini ağır bir imtihandan geçirdik. O Samiri, onları saptırdı.”
Şimdi bu buzağıya tapmalarının sebebi şu: Firavun ve hanedanı Apis denen öküze tapıyordular. Yani boğaya tapıyorlar. Bunlar da çocukluklarından beri o hakim unsurun, o tanrılarına özenti içerisinde olmuşlar. Ellerine imkan geçince zenginleşmişler, artık altın bol, mal bol, her şey bol artık, bütün hazineler onlara kalmış. İlk yaptıkları şey, 40 günlük kısa bir süre içerisinde ilk yaptıkları şey firavun gibi olmak. Hani dua ediyorlardı, ya Rabbi bize işte şöyle yap diye? Ne oldu? İşte bak Cenabı Hak, firavundan her şeyi aldı verdi. Şimdi siz firavunlaştınız. Ne oldu?
Bakın Allahü Teâlâ’nın hiç kimseye özel bir muamelesi yoktur, bu peygamber de olsa. Tüm peygamberlere Cenabı Hakk’ın uyarısı neydi? Zümer Suresi 65. ayetinde “Sana ve senden öncekilere şu kesin olarak vahyedilmiştir: Hele şirke düş bütün yaptığın yok olur gider.”. Bu kime söyleniyor? Peygamberlere. “Kaybedenlerden olursun.” Yani öyle bazılarının kendilerini kutsamak için uydurduğu bir şey var. Peygamberler masumdur diye. Böyle bir şey yok. peygamberler o bulundukları durumu kendi gayretleriyle kazanmışlardır. Şimdi diyorlar ki peygamberler korunmuş, günah işlemiyor. Biz de korunmamışız günah işlemiyoruz. Varın bizim makamımızı düşünün. Yani onların peygamberler umurlarında değil. Kendilerini kutsamak için peygamberlere şey yapıyorlar.
Şimdi diyor ki Allahü Teâlâ “Samiri onları saptırdı.” diyor. Ağır bir imtihan ne demek? Ellerine bol mal geçti. Şimdi zenginliği bilmeyen bilmez yani. Zenginliği, Cenabı Hak bana zenginliği de çok iyi yaşattı, sıkıntıları da yaşattı. Hamdolsun ikisini de gayet iyi biliyorum. Zenginken önünüze o kadar çok günah işleme imkanları çıkar ki fakirken hiç olmayan şeyler çıkar. Onun için zenginlikte verilen imtihan, öyle basit bir imtihan değildir. Çok zor, her iki tarafın da çok ağır imtihanları vardır.
Diyor ki Allahü Teâlâ “Musa aleyhisselam kavmine kızgın ve üzgün olarak döndü. Dedi ki ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir söz vermedi mi? Çok mu zaman geçti ben daha 40 günlüğüne ayrıldım. Yoksa Allah’ın gazabı size insin mi istediniz? Arkamdan bana verdiğiniz sözden caydınız, yanlış yola girdiniz. Dediler ki biz öyle kendi irademizle sana verdiğimiz sözden vazgeçmedik. O firavun hanedanının geriye bırakmış olduğu o şeylerden, takılardan, altınlardan taşıyın dendi taşıdık. Onu attık, Samiri de attı.” Yani işte kalıp yapıyorlar. Şunu unutmayın, bunlarda piramitleri yapan teknoloji var, bilgi var. İsrailoğullarında da var. O devrin insanları bunlar da. Basit olay değil. “Onlar için bir buzağı heykeli çıkardı, ses çıkaran bir buzağı heykeli.” Mesela işte bugün biliyorsunuz anahtarsız o şeyleri kapatanlar, piramitlere anahtarsız giriş çıkışlar yapanlar, o kadar büyük, bugün insanların çözemediği o teknolojiyi bilenler yani kendiliğinden ses çıkarabilecek bir şeyi çok rahatlıkla yapabilirler. Zor bir şey değil.
“Dediler ki bu sizin tanrınız ve Musa’nın tanrısı, Musa unuttu gitti.” Musa sapıttı, siz sapıtmayın demiş oluyor. İlahını terk etti gitti diyor. “Bunlar görmezler mi bunlara bir söz söylese cevap veremiyorlar. Bunlara ne bir fayda verecek durumu var ne zarar verecek durumu var.” Harun aleyhisselam başlarında, bunlara daha önce demişti ki bak ey kavmim bunlarla siz imtihana sokuluyorsunuz. Elinize bu geçen şeylerle şımarmayın. “Sizin Rabbiniz o Rahmandır. İkramı bol olandır, iyiliği sonsuz olandır. Bana uyun. Benim emrime itaat edin demişti. Şöyle cevap verdiler Harun aleyhisselama: Musa bize gelinceye biz bunun karşısında saygı duruşunda bulunup ibadet yapacağız dediler. Musa aleyhisselam Harun’a döndü dedi ki Harun, bunların sapıttıklarını gördüğün zaman niye engel olmadın? Bana uymamanı engelleyen ne oldu, niye bana uymadın?” Emrime isyan mı ettin diyor Harun aleyhisselama. “Dedi ki anamın oğlu sakalımı tutma, başımı da tutma. Ben korktum ki İsrailoğullarını ikiye ayırdın diye beni suçlarsın.” Yani bunların arasına ikilik soktun diye suçlarsın, ondan korktum diyor. “Sözümü dinlemedin de bunları ikiye böldün diyeceğinden korktum.” diyor. Şimdi dönüyor Musa aleyhisselam o heykeli yapana diyor ki “Samiri, senin maksadın neydi? Bunu yaparken neyi hedefliyordun? Hedefinde ne vardı?”
Şimdi esas bu ayete dikkat edin. Bu ayete öyle acayip manalar verirler, öyle hurafeler uydururlar ki akıl ve mantık işi değil. Mesela ben önce şu bakayım elimdeki meal nasıl şey yapmış? Onu bilmiyorum, şimdi bakacağım. “Samiri demiş ki ben onların görmediklerini gördüm. Zira o elçinin (50.28’deki sözcük anlaşılmıyor) izinden (bir avuç toprak) alıp onu erimiş mücevheratın içine attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi dedi.” Şimdi ayeti ne hale getirdiklerini ben biraz sonra size anlatacağım. Altında ne var? Diyor ki müfessirlere göre Samiri’nin İsrailoğullarının görmeyip de kendisinin gördüğünü ve izinden bir avuç toprak aldığını iddia ettiği elçi Musa aleyhisselamın huzuruna gelen Cebrail idi. Cebrail aleyhisselam atıyla geçiyormuş, atının ayağının izinden bir avuç toprak almış oraya atmış o da canlı bir şey gibi bağırmaya başlamış. Cebrail aleyhisselamın ata ne ihtiyacı var? Yani bu bir şey anlatılıyor ya bulmaca, havadan asilidur, rengi saridur, durmadan öter. Bilin bakalım bu nedur? Hamsi! Hamsi, havadan asılır mı? Astım. Rengi sarı mıdır? Boyadım. Ötmesi? O da yanıltmacasıdır demiş. Onu da söylemesem bileceksin. Tam öyle bir şey bu.
Şimdi bakın bir okuyayım. Müfessirlere göre Samiri’nin İsrailoğullarının görmeyip de kendisinin gördüğünü ve izinden bir avuç toprak aldığını iddia ettiği elçi Musa’nın huzuruna gelen Cebraildi. Samiri onun atının bastığı yerlerin yeşerdiğini görmüş. İzinin toprağından bir avuç alıp ateşe atmıştı. Ayeti mecazi manada Allah’ın ilham ettiği ilmi böyle kullandım şeklinde anlamak da mümkündür. Allah’ın ilham ettiği! Allah buna ilim ilham etmiş o da böyle kullanmış. Hakikaten o az önceki hamsiden de vazgeçtim ona da uymuyor çünkü bu. Bu, ona da uymuyor.
Şimdi, Allah’ın ayetini neyle açıklıyorlar görüyor musunuz? Allah’ın ayetini bir İsrailiyatla açıklıyorlar. Peki, Cenabı Hak ne diyordu Kuran-ı Kerim’de? Açıklamayı kim yapıyordu? Allah’ın kendisi yapıyordu değil mi? Allah, başkasına açıklama yetkisi veriyor mu? Ne diyor “Elif, ram, ra. Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış sonra açıklanmıştır, hakim ve habir tarafından yani Allah tarafından açıklanmıştır.”. Niye açıklamayı Allah yapıyor? “Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye.” Başkası açıklarsa onu Allah’ın açıklaması sayarsınız. Hadi şimdi hadislerden, şuradan buradan değil de ta İsrailoğullarını gidip de açıklama yapılıyor. Kardeşim niye öyle yapıyorsun? Allah’ın ayetleriyle açıklasan olmaz mı? Allah böyle emrediyor ve başkasının açıklamasını da Allah’tan başkasına kulluk diyor ki bu şirk günahıdır. En ağır günahtır. Ki İslam aleminin en kolay yaptığı günah maalesef bu.
Şimdi bakın, mesela şu anda yapacağım tefsiri ben şahsen hiçbir kitapta görmedim. Ama Allah’ın kitabında var. Onun için siz göreceksiniz şimdi. Cenabı Hakk’ın nasıl açıkladığını göreceksiniz. Basara kelimesinin manası akılla görmek, yani olayları değerlendiriyorsunuz, bir basiret diyoruz ya. “Ben bunların görmedikleri şeyi gördüm.” Ben bu dini çok iyi kavradım demiş oluyor. “Gababttu gableten”, Arapça bilenler için söylüyorum, bu mefulü mutlaktır. Ama burada gableten’e mefulü bih manası veriyorlar. “Gabattu gableten” demek sıkı sarıldım demektir. Sıkı sıkıya sarıldım demektir. Neye sarıldın? “Resulün izine sarıldım.” Peki “efer” kelimesi nerede geçiyor? Bakın hemen ilk okuduğumuz ayete, 84. ayete gelin. Musa aleyhisselam diyor ki “Onlar benim eserim üzerindedirler.” Oradaki “ya” Musa aleyhisselamı gösteriyor. Benim diyen Musa aleyhisselam değil mi? Musa aleyhisselam da Allah’ın resulü değil mi? O zaman burada “hum uleyı ala eferi resul” denir Arapçada. Bizim Türkçede olmayan bir iltifat ifadesi vardır. Yani muhatabınızla mesela Arap, telefon açarız Arap’la konuşuruz. Sen kimsin diye soracağına “menil ah” diye sorar. Size der ki “menil ah”: Kardeşimiz kimdir diye sorar. Bunu böyle Türkçeye çevirirseniz bu adam ne diyor dersiniz. Yani onlarla ilişkileri bilmezseniz. “Menil ah” der. Yani siz kimsiniz demektir. Kardeşim siz kimsiniz demektir manası. Ama böyle ifade etmez Araplar. İngilizcede nasıl? Ha tabi İngilizcede de var tabi. Benzeri var doğru. Ama Türkçede yok bu.
Şimdi, diyor ki “Onlar benim eserim üzeredirler.” Bu ne diyor? Resulün eseri. Yani Musa aleyhisselam çıkarken Samiri de, Samiri bunların en iyi dini kavramış olanlarından birisi. Yani “Ben bunların görmediklerini de gördüm diyor. Ve ben o resulün eserine sıkı sıkıya sarıldım. O resulün eserine.” kardeşimiz kimdir, yani senin ey resul, yani seni resul olarak kabul edip senin yoluna sıkı sıkıya sarıldım. Şeytanı hatırlayın, her şeyi bilirken nasıl ki bir emirle muhatap oldu, orada yolunu şaşırdı işte. Firavun da öyle. Ondan sonra ne diyor? “Ben de senin o yolunu terk ettim, attım.” diyor. Bıraktım diyor. “Benim canım, beni bu şekilde saptırdı. Ne diyeceksin, ben kendim sapıttım, sana ne?” diyor. Sapıttıysam ben sapıttım demiş oluyor. Canım böyle istedi diyor.
Şimdi öbürüne bakın, buna bakın. Aradaki farkı görüyor musunuz? “Musa aleyhisselam dedi ki git oradan.” Tıpkı şeytana, çık oradan denmesi gibi. “Senin bu hayatta senin payına düşen şu sözdür: Aman bana dokunmayın. Senin hiç vazgeçemeyeceğin, geri kalamayacağın sana bir tehdit var.” diyor. “Şimdi de senin ilahına bak. Ona karşı ibadet yaptığın ilahına bak. Onu yakacağız sonra böyle onu parça parça erimiş olarak denize atacağız. Sizin ilahınız sadece Allah’tır. Kendisine ilah olmayan ve… (59.18-59.22 arası anlaşılmıyor.)
Şimdi burada şuna bakın. Bu İsrailoğulları, Musa aleyhisselamın ashabı değil mi? Dokuz tane mucizeyi gördüler. O denizden geçtiler. Firavunun boğulduğunu gözleriyle gördüler. Oğulları doğrandı, kızları da kötü emellere alet edilmesi için yaşatıldı. Bütün bunları gördükten sonra yaptıklarını görüyor musunuz? Şimdi bunlar sapıklıkta icma ettiler mi? İttifak ettiler.
Peygamberimize bir hadis mal ediyorlar. “Ümmetim sapıklıkta icma etmez.” yani birleşmez. Sonra bakmışlar ki birleşiyor, o zaman ashabıma çevirmişler. E peki kardeşim, sadece Ebubekir r.a. yatağında öldü. Hz. Ömer nasıl öldü? Hz. Osman’ı kim öldürdü? Hz. Ali’yi kim öldürdü? Peygamber efendimizin torunlarını kim öldürdü? Birbirini öldüren o 70.000 kadar kişi kimdi? Yani insanları öyle hayali şeylerle methetmek çok hoşa gidiyor. Ama gerçekçi olmak lazım. Bakın Allahü Teâlâ burada bize bir şey gösteriyor. Başlarında peygamber olmasına rağmen dalalette insanlar ittifak eder. Onun için çok dikkatli olmak lazım. Kendimizi doğru yolda tutmak için elimizden gelen gayreti göstermemiz lazım.
Peki, ikinci bölümde buluşuruz inşallah.