Abdülaziz Bayındır:
Bugünkü dersimiz Bakara Suresi’nin 6. ve 7. Ayetleri. Burada kalbin mühürlenmesinin, gözlerde perde olmasının, kulakların mühürlenmesinin ne demek olduğunu ilgili ayetlere bakarak anlamaya çalışacağız. Allahütealâ şöyle buyuruyor: “Kâfirler. Onlar için fark etmez. İster onları uyarın ister uyarmayın. Onlar inanacak değillerdir. (2:6)” “Kefaru” ne demek? Küfür kelimesi örtmek demektir. Neyi örteceksiniz? İnsan bilmediği bir şeyi, olmayan bir şeyi örter mi? Örtenler imanı örterler. Şimdi bakın mesela burada bir teyp var. Bunu hepiniz görüyorsunuz değil mi? Şimdi görebiliyor musunuz? Yok. Niye? Çünkü bilgisayarın kapağıyla örtüldü. Ama teyp gene var. Kapağı kapatacak olsak. Mesela kapat diyorum teyp gözüktü değil mi? İşte kâfirler imanı olmayan insanlar değildir. İmanı vardır ama örtmüştür, üzerini örtmüştür. Bir kere Allahütealâ’nın varlığını ve birliğini kabul etmeyen bir tek insan yeryüzünde yoktur. Sadece ergenlik çağına girinceye kadar araştırma yapar çocuklar Allah’la ilgili araştırma yaparlar. O sırada sorular sorarlar ama ergenlik çağına girdiler mi buluğa erdiler mi artık Allah’la ilgili herhangi bir soruları kalmaz. Peki, Allaha inanmayan kimler? İşte onlar, bu teybin örtüldüğü gibi inançlarını örten insanlardır. Göstermeyen insanlardır.
Şimdi der ki “ben ateistim” der. Yani ne demek? Ben tanrının varlığını kabul etmiyorum der. Aslında kabul etmemesi diye bir şey yoktur. Onun varlığını kesin olarak kabul eder. Çünkü dikkat edin bunlar sıkıştıkları zaman yalnız Allaha sığınırlar. Allahtan yardım isterler. Niye inanmıyorsun Allaha? dediğin zaman benim işte bu çocuğum öldü beni çok sıkıntılara soktu onun için inanmıyorum. Allah Allah o ne demek? Ondan sonra mesela işte sizin hatırladığınız bir şey var. Türkiye’nin meşhur ateistlerinin birisiyle televizyonda yaptığımız bir konuşma var. Böyle seyircilerin olduğu bir salondaydı. İkide bir “ben Allaha inanmam” diyordu. Ben de dönüp “bunun Allaha inanmam dediğine inanmayın” diyordum. Bu Allaha kesin olarak inanıyor. Sonra ona dedim ki sen aslında Allaha inanıyorsun ama senin işine karışmasını istemiyorsun değil mi? Dedim. “Evet” dedi. Sonra da “benim ona karşı bir yamukluğum yoktur” dedi. Dolayısıyla ne kadar ben ateistim falan dese de onu duymazlıktan gelmek lazım. Onun için mesela Büyük Larousse Ansiklopedisi’ni çıkaran ekip kendisini ateist kabul ediyordu. Ben de o ansiklopediye İslam’la ilgili maddeleri yazmıştım o zaman. Haftada bir kere gidiyordum 1985’te çıkmaya başlamıştı. Haftada bir kere yazılarımı götürüyordum. Bir gün gittim. Oturduk mesai bitiminde gittiğimiz için rahat. Oranın bu ansiklopedide bölüm başkanlarıyla beraber bir de genel yayın yönetmeniyle beraber oturduk konuştuk falan. Sonunda o genel yayın yönetmeni dedi ki “Hoca hiç kendini yorma ben dinsiz bir adamım ben Allah falan inanmam!” dedi. Beni bekliyor ki Allah’ın varlığını ispat etmekle uğraşıyım ona. Yahu ben aptal mıyım ki sana Allahın varlığını ispat etmekle uğraşayım. Hangi peygamber onla uğraşmış ki şimdiye kadar? Bu boşuna bir uğraşıdır. Çok gereksiz bir uğraşmadır. Çünkü Allahın varlığını ispata hiç kimsenin ihtiyacı yoktur. Kuranı Kerim’e bakın Allahın varlığını ispatla ilgili bir tek ayet bulamazsınız. Çünkü kimsenin buna ihtiyacı yok. Onun için ben hemen kalktım orada. Şöyle yumruğumu adamın masasına bir vurdum “Bana bak sen yalan söylüyorsun ben de senin Allaha inanmadığına inanmam! dedim. “Tabii inanıyorum hoca!” dedi böyle birdenbire bir heyecanlandı. Tabii ben öyle sakin sakin söyleyemedim orada. Yumruğu masaya vurdum ve gayet sert bir şekilde ben de senin Allaha inanmadığına inanmıyorum dedim. Tabi inanıyoruz hoca dedi. Böyle birden geriye çekildi. “Ama Allaha sizin inandığınız gibi inanmıyorum” dedi. Dedim ki hah işte böyle ben sana ne zaman Allah benim gibi inan dedim? Yıllardır buraya yazı getiriyoruz. Allah bir kitap göndermiş bir de peygamber göndermiş. Açarsın o kitabı okursun peygamberi dinlersin nasıl inanılması gerektiğini görür inanırsın. Bana da dersin ki hoca sen böyle böyle diyordun ama hatan var düzelt ben de düzeltirim. Bu işin bana göresi sana göresi olmaz. Sonra dediler ki ya hoca öyle diyorsun ama hepsi birden “biz Müslümanların neyini gördük” dediler. Allah Allah ya kardeşim Allah Müslümanlara ne kadar yakınsa sana da o kadar yakın. Müslümana da şah damarından daha yakın sana da. Seni de o yaratmış müslümanı da. Yani müslümandan ne bekliyorsun? Konu Allah, Allahla ilişkilerin. Neyse tabi bu böyle saçma soruya saçma cevap verilir herhalde doğru dürüst bir cevap verilmez. Ben de dedim ki ya Müslümanların hiçbir şeyi olmazsa derler ki “şu dinsizleri de Allah yaratmış” derler yetmiyor mu bu size. Bir sevindiler “Sağol hoca!” dediler kalktılar beni büyük bir koridorları vardı bu salondan çok daha büyük oranın ta uç noktasına kadar beni uğurladılar. Onun için ben ateistim dinsizim falan bunların hiçbirisine inanmayın. Herkes Allahın varlığı ve birliği konusunda kesin bir kanaate sahiptir. Asıl konu bu inancın üstünü örtüp örtmemektir. İşte ateistler o inancın üstünü örterler. Çok sıkışmadıktan sonra hatırlamak istemezler.
Bir kısmı da ki büyük bir çoğunluk dine uymak kendilerine zor geldiği için dini kendilerine uydurmaya çalışıyorlar. Yani kâfirlerin en büyük bölümü budur. Aslında sen onu müslüman zannedersin ama değildir. Allahın birçok ayetlerini okursun hiç duymaz. Biraz sonra kulakları sağırlaşmaya başlamıştır. Gerçekleri ne kadar gösterirsen göster görmez. Gözleri körelmeye başlıyor. Ve kalpleri de kabuk tutmaya başlar, paslanır yaptıklarından dolayı.
Şimdi Allahütealâ bizi topraktan yarattı değil mi? Bütün madenler de topraktan çıkarılıyor. Teneke nasıl paslanıyorsa insan da öyle paslanır. “Kâfir olanlar…(2:6)” yani gerçeği örtenler… Olmayan gerçek örtülmez. Gerçeği örtenler… Biraz sonra ilgili ayetleri okuyacağız. Mesela Firavun, Musa’nın (as) gösterdiği mucizelerden sonra hala inkârcılığa devam etmiştir. Ayette diyor ki Allahütealâ: “Bile bile Musa’nın gösterdiği mucizeleri inkâr ettiler. Ama içleri onun doğru olduğu konusunda çok kesin bir kanaate sahipti (27:14)” Yani o mucizeler doğru, Musa (as) doğru. Bu gerçekten Allahın peygamberi en küçük şüpheleri yok bu konuda. Hiç şüpheleri yok. E peki neden böyle yaptılar? “Sadece karşı taraftakilere karşı zulmetmek için ve üstünlüklerini devam ettirebilmek için. (10:90)” Başka bir maksatla değil. İşte ben şimdi nasıl olur yani bu toprakta Musa’nın sözü geçecek öyle mi? Ya Musa’nın sözü değil Allahın sözü geçecek. Yok, kardeşim biz öyle hâkimiyeti kimseye vermeyiz. Onun için “Ben sizin en yüce efendinizim (79:24)” diye bağırdı. Rab kelimesi efendi manasına gelir. En yüce efendinizim… Yani burada benim sözüm geçer başkasının değil bütün mesele bu gerçeği bütün çıplaklığıyla anladı. Bakın içleri yakin kesbetti yani çok kesin olarak Musa’nın (as) Allahın peygamberi olduğunu bildiler. Zaten iman da bu… İşte ondan sonra onun üstünü örttüler. Çünkü niye? Zalimlik yapmak istiyorlardı, çünkü üstünlüklerini devam ettirmek istiyorlardı. Ne demek yani şimdi burada biz varken başkası olur mu? Yahudiler onun için kâfir olmadılar mı Medine’de? Bir peygamber bekliyorlardı. Hatta o peygamber Medine’ye gelecek diye kendi kitaplarında bunun bugünkü Tevrat’ta bile bunun çok açık işaretleri var. O peygamberin Medine’de asıl tebliğini yapacak diye dört tane Yahudi kabilesi gelip Medine’ye yerleşmişti ve yıllarca da Arapları bir peygamber gelecek size şöyle, şöyle yapacağız diye tedirgin ediyorlardı. Ama bir taraftan da Arapların zihnini peygambere alıştırdılar, hazırladılar. Onun için Medineliler kucak açtı peygambere (sav). Şimdi nasıl ki o peygamber geldi kesin olarak bu beklediğimiz peygamberdir diye gördüler ama niye bizden değil? Onun için inanmadılar tamam mı? Onun için bunu kafamıza çok iyi yerleştirelim. Kâfir inançsız insan değildir. Çok yanlış bir kavramıdır. İnancı vardır elbette olmayan şeyin üstünü nasıl örtecek? İnancının üstünü örten kimsedir biraz sonra ayetleri inşallah okuyacağız.
Şimdi adam örtmüş üstünü inancının, biliyor bilmiyor değil ki. “Onlar için mühim değil ister uyar ister uyarma inanacak değillerdir. (2:6)” Yani Firavun zalimliği bırakmak istemiyor ki inansın. Kendi hayat tarzını değiştirmek istemiyor. Hayat tarzını değiştirmezse ne olacak? Zaten iman ne demek biliyor musunuz? “Şu vardır” demek iman değil. Yani Allahın varlığını herkes biliyor bunu bilmeyen bir tek insan yeryüzünde yok ki. İnanmak, ona tam güvenmek demektir. Şimdi Mahir Bey sana bir arkadaşın diyor ki “ya ben senin söylediğin her şeyi kabul ediyorum ama bazı sözlerin pek doğru gelmiyor” diyor… O arkadaşına bana inanır der misin? Demezsin değil mi? Mesele o. Şimdi Allahütealâ’nın ayetlerinin birçoğu “Kuranı Kerim çok güzel kitap canım!” Ne zaman kadar güzel? Bana karışıncaya kadar! Benim işime karıştı mı yok orada dur! “Allaha kurban olayım!” Şimdi yine bir televizyon programındayız. Reenkarnasyon konusu soruluyor. Canlı yayın. Şimdi ben de reenkarnasyon yoktur dedim. Bu ahirete inanmak istemeyenlerin kendilerini avutmasından başka bir şey değildir. Orada tam karşımda bir hanım oturuyor “Ben reenkarnasyona inanıyorum!” dedi. Neyse yayın kesildi. Sonra geçtik arkada reklam sırasında. Kadın geldi dedi ki “Ben ateistim, ben öyle Allaha falan inanmam” dedi. Dedim “Bak hanımefendi sen Allaha öyle samimi inanıyorsun ki!” dedim. “Oo kurban olmuşum o Allaha!” dedi hemen anında dönüş yaptı. “Ben onun adını andığım zaman içim bir hoş olur, ona ben sığınırım, ondan yardım isterim!” falan filan dedi. “Ama peygamberi kabul etmem.” Sen emir vermeyen bir Allah istiyorsun kardeşim. Yani “Allah bana her şeyi versin ama emir vermesin!” buna senin aklın yatıyor mu? dedim. İşte ateist odur. Ateist, “Bana Allah her şeyi versin ama sakın emir vermesin” diyen adamdır.
Peki diğer kâfirler? Diğer kâfirler de “bazı emirleri versin ama bazı emirleri vermesin” derler. Bakın şeytan kafir oldu. Şeytan niye kâfir oldu? Şeytan Allaha inanıyor muydu Ahmet Bey? Bak şimdi “ben âlemlerin Allahtan korkarım! (59:16)” diyen birisidir. Şeytanın inanmadığı neydi? Allah “Âdem’e secde et!” dedi. Basit bir şey. Ne olacak? Öyle basit mi? Onuruna yediremedi. “Çamurdan yaratmışsın bana secde et diyorsun ben ona secde mi ederim.(7:12)” dedi. Firavun da öyle yaptı. “Ya bunlar kölelerimiz dedi bizim başımıza efendi olmak istiyorlar olur mu öyle şey!” dedi. Sonra Cenabı Hakka dedi ki: “Yaptığını gördün mü? Şunu mu bana tercih ediyorsun! “Beni ateşten onu çamurdan yarattın. (38:76)” Bak bir tek emrini beğenmedi onun için kâfir oldu. Ondan sonra devam etti başka ama kâfir olmasının sebebi o. Dolayısıyla bir insan cenabı hakkın bütün emirlerini beğense de bir tanesini beğenmese yeter kâfir olması için.
Şimdi ne yapıyor insanların birçoğu? Kuranı Kerim’i okuyor. Hangi ayetler hesabına gelirse onun üzerinde duruyor hesabına gelmeyen ayetleri hiç görmüyor. Allahütealâ ne diyor orada? Bakın Bakara Suresi’nin 159. Ayetini açın. Evet, 159,160, 161… “İndirdiğimiz açık ayetleri gizleyenler…(2:159)” Şimdi birçok ayetleri görmek istemiyor. Şimdi kâfir neydi “gizleyen” değil miydi? Ha ayeti gizlemişsin ha başka şey fark etmez ki? “O açıklayıcı ve doğruyu gösterici… (2:159)”Ayetler iki gruptur. Bir grup “muhkem” denen ayetler ki “huda” onlar. Kısa, özlü. Bir kısmı da onu açıklayan ayetler onlar da “müteşabih” olan ayetlerdir. Bunu birinci derste geniş, geniş anlattık. “Bu kitapta insanlara onu açıkladıktan sonra gizleyenler. (2:159)” Şimdi birçok kimseye ayet okuyoruz diyor ki ayetin yeri mi zamanı mı diyor. Kardeşim ayetin zamanı gelmeseydi Allah indirmezdi ki. Bir de bazıları bir şey çıkarmışlar: “Peki o ayet nerede indi Mekke’de mi indi Medine de mi indi?” Sana ne! Yok, “Türkiye Mekke toplumudur!” Git Cenabı Hakka anlat de ki yarabbi bize yanlış emirler göndermişsin. Sana ne, inanıyorsan bunun Mekke’si Medine’si yok. Bu kitabın tamamından sorumlusun. İnanmıyorsan keyfin bilir. Nerede indiyse indi. İnmesi önemli olsaydı Allah her bir ayetin yanına onu yazmaz mıydı? Bir de kronolojik sıra soruyorlar hangisi önce indi? Sana ne! Sen bunun tamamından sorumlusun. Öncesi sonrası yok kardeşim. “Sen müşriklere inen ayeti bize okuyorsun.” E bu ayet sana uygun geliyorsa demek ki sen de onlardansın! Yani senin müslüman olduğuna dair Allah tarafından verilmiş bir belge mi var?
Birçok yerde görürsünüz ayetlerin okunmasını istemezler. Okusanız da dinlemek istemezler. Ayetlere karşı çok ciddi bir reaksiyon vardır. Bu yeni değil ki eskiden beri böyle. İşte Allahütealâ öyle diyor bak: “O ayetleri gizleyenlere Allah lanet eder, lanet edenler de lanet eder. (2:159)” Yani Allah bunları dışlar. Dışlama durumunda olan herkes de dışlar. “Dışlama durumunda olan herkesin” içerisine bütün insanlar da girer. Zamanla insanlar da onu dışlamaya başlarlar. Biraz sonra ayeti kerimede devamında var. Evet, ondan sonraki ayet diyor ki: “Ama bunların içerisinde tövbe eder, kendini düzeltir, sonra da açıklamadığı ayetleri açıklarsa bunlar başka. (2:160)” Şimdi hocalarda bu daha çok vardır. Şimdi bulunduğunuz yer karşı tarafın hoşuna gitmeyecekse o ayetleri okumayacaksın (!). Ha şu olabilir. Her bir ayeti, yani yerine göre zamanına göre okursun o ayrı bir şey. Bir de adam rahatsız olur diye okumamak ayrı bir şey. Rahatsız oluyorsa olsun gerçeklerden rahatsız olan olsun bana ne. “Tövbe eder durumunu düzeltir ve açıklarsa bunlar işte ben bunların tövbesini kabul ederim ben tövbeleri çok kabul ederim ve ikramda bulunurum. (2:160)” diyor Allahütealâ burada. O ayetleri gizleyenlere burada “kâfirler” dedi Allah. Çok dikkat etmeliyiz. Hepimizin başında olan bir olaydır. Ayetleri gizlemek yok. Ama en çok yapılan da budur. Müslümanların en çok işlediği suç da budur. Yani biz onlara “müslüman” diyoruz ama bakın Allah “müslüman” demiyor. Ne diyor Allahütealâ: “Kâfirler/örtenler/ayetleri örtenler ve örttükleri/açıklamadıkları halde ölenler durumlarını düzeltmemişler… Allahın laneti onların üzerindedir. Melekler de onları dışlar. Bütün insanlar da onları dışlarlar. (2:161)” “Ya şu ayetleri okusaydınız belki istifade edecektik.” Okuyacaksın niye gizliyorsun? Dolayısıyla “kefaru” kelimesi örten (demektir). Adam örtüyor. Yani ne yaparsan yap gizliyor okutturamıyorsun. “Her şeyin bir zamanı var” diyor o zaman hiç gelmiyor. Hiç de zamanı gelmiyor ömür bitiyor ya ne zaman zamanı? Kardeşim senin yaşadığın ömür bu. Yarın öldükten sonra zamanı gelse gelip tekrar mı gelip okuyacaksın? Şimdi bunları neden dolayı diyor Allahütealâ? (Bakara 6. Ayeti okuyor) Onlar için fark etmiyor ama senin için fark eder. Sen uyaracaksın. Onlar dinlemiyor diye sen susamazsın. Sen uyarmaya devam edeceksin.
(Bakara 7. Ayeti okuyor.) Şimdi bu ayeti kerime birçok kimsenin ayetleri anlaması konusunda sıkıntıya girmesine sebep oluyor. “Allah onların kalpleri üzerine kulakları üzerine mühür vurmuştur ve gözlerinde de perde vardır. Onlara büyük bir azap vardır. (2:7)” Şimdi İtalya’ya gitmiştim biliyorsunuz bundan herhalde 8-9 ay önceydi. Orada toplantılar vardı. Almanya’dan bir Türk, orada doğmuş büyümüş bir Türk Roma’ya geldi. Bana bir soru sormak için gelmiş. O soru da bu ayet. Şimdi ona demişler ki Kuran mealini oku. Abdestli namazlı bir adammış. Okumuş bakmış ki “Allah onarlın kalplerini mühürlemiş.” “Ya Allahın kitabı böyle olmaz!” demiş. Hem Allah kalplerini mühürleyecek hem de bunları sorumlu tutacak olur mu? Namazı falan bırakmış. Sonra bir arkadaşı ile beraber Roma’ya geldiler. Bizim kaldığımız otele yakın bir otelde kaldılar. Geldiler. Bana sordu bu ayeti kerimeyi biraz sonra çok detaylı açıklayacağım orada kısaca açıkladım ona. “Tamam” dedi hemen tatmin oldu adam. Ondan sonra arkadaşı arkadan geldi dedi ki: “Hocaya sordun mu sorunu?” Sordum dedi aldın mı cevabını aldım. “Ne zaman?” dedi az önce benim yanımdaydı. Çünkü aylarca orada uğraşmışlar bir türlü cevap bulamamışlar. Adam rahatladı. Herhalde namazı bizimle orada namazı kıldı devam ediyordur inşallah.
Şimdi bu “hateme” kelimesi son derece önemli. Bir şey var siz biliyorsunuz. Bunu her defasında size anlatmak zorunda kalıyoruz. Çünkü Müslümanların çok temel hatasıdır o. O da şu Allahütealâ birçok surede anlatılıyor ama daha kısa öz ve vurucu olduğu için Hud Suresi’ndeki ayetleri okuyoruz. Allahütealâ şöyle buyuruyor orada surenin en başında 11. sure: “Elif-Lam-Ra. Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmıştır/kısa anlaşılır cümleler halinde indirilmiştir, sonra da açıklanmıştır, Hakim ve Habir olan tarafından. (11:1)” Yani kim tarafından? Allah. Hakim, Habir Allah tarafından açıklanmıştır. Peki, niye sen açıkladın yarabbi? “Allahtan başkasına kul olmayasınız diye. (11:2)” Başkası açıklarsa olmaz. O Allahın sözü olmaz artık. Karşı taraf Allahın sözü zanneder. Bu defa ona kul olur Allahtan başkasına kul olmuş olur. Peki, peygamberin vazifesi ne? Bu da oradaki bir ayet: “Ben de sizin için Allah tarafından gönderilen bir uyarıcı ve müjdeciyim (11:2)” O zaman açıklamayı peygamberimiz de yapmıyor Allahütealâ yapıyor. Peki, peygamberimiz ne yapıyor? Allahın yaptığı o açıklamaları Kuran’ın içerisinde olan ki ona “hikmet” deniyor, çıkarıp bize bildiriyor peygamber(sav). Şimdi peygamberimizin sözlerini doğru anlayabilmek için Allahütealâ’nın gösterdiği şekilde Kuranı Kerimi açıklamak lazım. Diyor ki: “Muhkem kılındı, sonra açıklandı. (11:1)” Demek ki en az iki tane ayet olması lazım bir ayeti anlamak için. En az iki tane ayet olması lazım. O zaman, bu “hateme” kelimesi ne manaya geliyor? Yani şimdi “mühürledi” diyoruz ya. Bir kere “hateme” kelimesinin Arapçadaki manası şu: bir şeyin sona varmasıdır. Neticeye ulaşması demektir. Bitmesi manasına gelir. Hatem bitmişliği ifade ediyor. Mesela mühür kelimesi de aynı şeyi ifade etmez mi? Bakın şuradan göstereyim ben size. (Perdede üzerinde mühür olan bir yüzük resmi gösteriyor.) Şimdi bakın burada bir yüzük var değil mi? Araplar yüzüğe ne derler biliyor musunuz? “Hâtem” derler Hâtem. Yüzüğün başına bakın. Orada bir mühür var. Görüyor musunuz? Adam parmağına takıyor, iş bittiği zaman tamam onaylıyorum derken mührü basıyor oraya değil mi? Onun için hatem/mühür işin bitmişliğini gösterir. Bittikten sonra olan iştir o. Belgenin ortasına mühür basılır mı? Ya da boş belgeye mühür basılır mı? İş biter ondan sonra mühür basılır. (Mühür resimleri gösteriyor.) Şimdi şurada bu da mesela mühür. Mesela dükkânları mühürlerler. Niye mühürlerler dükkânları? İşte dükkânı kapatıyor burada. Çünkü uyarılar yapılmış, yapılmış adam dinlememiş en sonunda mührü kapısına, bu dükkânı artık çalıştıramazsın. Ya şartları düzeltirsin ya da çalıştıramazsın. Şurada da işte bir belediye görevlisi dükkânı mühürlüyor. Bu da peygamberimizin mührü… “Muhammed rasulullah”. Alttan yukarıya doğru okunuyor. Topkapı Müzesi’nde var bu. Ne olur mesela bir belgenin altına imza atması gerektiği zaman bu mührü basıyor. İşte bu Herakleos’a gönderdiği belgeye bu mührü bastığı söylenir. Mesela şimdi şurada bir belge var. Belgenin altına mühür basılmış. Mühürden sonra yazı yazılır mı? Yazılmaz. Şimdi bakın. Mühür kelimesinin de bizim dilimizde anlamı bir şeyin bitmişliğini ifade ediyor değil mi? O zaman “hateme” kelimesinin manası o olmaz mı? Yani işin sonunda, en son Allahütealâ bu kişinin bu insanların gözünü kör eder, kulaklarını sağır eder kalplerini de mühürlenmiş olur.
Şimdi burada bakın şu ayeti kerimeler bakalım. Mesela Allahütealâ bu iş için en güzel örnek Firavun olayıdır. İsra Suresi’nin 101. Ayetini bir açın lütfen. Önce İsra Suresi’nin 97. Ayetini okuyalım. 7. Suredir bu. 97. Ayetinde şu var: “Allah kimi yola gelmiş sayarsa yola gelen olur. (7:97)” Onaylayacak olan Allah’tır başkası değil. “Allah kimi dalalete düşmüş sayarsa onun için Allahın dışında dostlar bulamaz. Allah onları kıyamet günü yüzüstü, kör, sağır ve dilsiz olarak bir araya getirir. (17:97)” Bak kıyamet günü diyor değil mi? “Varacakları yer cehennemdir. Ateşleri azaldıkça onların alevlerini arttırırız. (17:97)” diyor. Ondan sonra 101. ayeti kerimeye geçelim. “Biz Musa’ya her şeyi açıklayan dokuz tane mucize verdik (17:101)” İşte değnek yılana döndü, Musa’nın (as) eli, beyazlaştı, sular kana dönüştü, kurbağa baskını oldu, kımıl baskını oldu, oldu da oldu. Denizin yarılması… Dokuz tane her şeyi açıklayan mucize verdik diyor Allahütealâ. “İsrailoğulları’na sor. Musa onlara geldiği zaman ne olmuştu bir sor bakalım. (17:101)” Bu dokuz tane mucizeyi gösterdikten sonra her şeyi gördü Firavun. Musa as ‘a ne diyor tüm bunların sonunda? “Musa sen büyülü bir adamsın! (17:101)” diyor. Ben kesin kanaat verdim. Kanaatim kesin sen büyülü bir adamsın diyor. Hâlbuki az önce okuduk ya ayeti kerimeyi. Neml Suresi’nin14. Ayeti’nde. “O mucizeler karşısında inkâra saptılar ama içlerinde kesin olarak biliyorlardı ki…(27:14)” Musa (as) Allahın kulu peygamberi ve bu mucizeler de Allahtan başkası tarafından gösterilmez. Onun için Musa (as) ona şöyle cevap verdi 102. Ayette: “Çok iyi biliyorsun ki bunları indiren göklerin ve yerin rabbinden başkası değildir: (17:102)” Kesin biliyor. Peki diyor ki “Ey firavun ben de senin kaybettiğini görüyorum (17:102)” Sen beni büyülü görüyorsun ben de seni kaybetmiş görüyorum. Sen her şeyi kaybettin. E kaybettikten sonra söyleyeceği ne var? İşte yalan söylüyorsun diyorlar işte bu olmaz diyorlar işte falan filan. (İsra 103. Ayeti okuyor)[1] Bu defa yapacağı son şey hiç bir şey kalmadığı zaman, sözün bittiği yerde yumruklar konuşur değil mi? E bu yumrukla olmuyor. Koskoca İsrailoğulları olduğu için hadi buradan sürelim gitsin. Onları sürmek istediler bu defa ne oldu? Firavun ve askerleri boğuldu gittiler. Şimdi bu Firavun, boğulurken ne oldu bakın: “İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Firavun ordusuyla beraber onun arkasına düştü. Takip etti. İlla onlara bastıracak ve düşmanlık edecek. (10:90)” Doğru olduklarını gayet biliyor. Yani sadece sürmekle kalmıyor illa öldürecek onları, yok edecek. Sözün bittiği yerde silahlar konuşuyor işte. “Boğulmak artık kesin olduğu noktaya geldiği zaman ben inandım dedi İsrailoğullarının inandığı ilahtan başka ilah yok. (10:90)” Hani ben sizin en büyük rabbinizim diyordun ne oldu? E yalan söylüyor. Onun için Kuranı Kerim’de cenabı hak kâfirlerin tamamına “yalancı” der. Yalancı. Yalan söylüyor. “Ben Müslümanlardanım dedi. Şimdi mi? (10:90-91)” Şimdiye kadar neredeydin? Niye cenabı hak şimdi mi diye soruyor? Bak boğuluyor gelmiş Firavun denizde boğuluyor. Boğulacağı yüzde yüz kesinleşmiş “şimdi inandım” diyor. İsrailoğulları’nın inandığı ilahtan başka ilah yok. Ben de Müslümanlardanım diyor. Allahütealâ diyor ki şimdi mi? Tevbe ne zaman kabul edilmez? Bak diyor ki Allahütealâ. Nisa Suresi’nde diyor ki 17. ve 18. Ayette olacak. Diyor ki: “Kötülük yapıp duranların tövbesi tövbe değildir. (4:18)” Nasıl olsa tövbeyi Allah kabul edeceğine göre. Ne zamana kadar üst üste yapıp duruyor önemli değil. Ne zaman kadar? Ölüm gelip çatıncaya kadar kötülük yapıyor. Şimdi Firavun ne yaptı bakın. Deniz açıldı hala uyanamıyor. Oradan girecek, açılan denizin içinde yakalayıp öldürecek. Kafaya bunu takmış. Bunları öldürecek. Onların suçu ne? Hiç bir suçları yok. Zaten böyle insanlar muhataplarının bir suçunu ararlar. Bir suç işlese de buna yasal olarak buna ceza verebilsem diye. Onlar da suç işlemiyor. Tüm peygamberler bunu yaparlar. Hiçbir peygamber yaşadığı toplumda yasal olarak suçlu sayılacak bir işlem yapmamıştır. Çünkü öyle bir şey yapsa karşı taraf o günü bayram ilan eder. Şimdi geliyor son ana kadar yakalarsa hepsini öldürecek. Ondan sonra nasıl ki boğuluyorsa o zamana kadar yapmadığını bırakmamış. Ama boğulurken şimdi tövbe ettim diyor ama Allahütealâ’nın bir kanunu var. Diyor ki “Ölüm gelip çatıncaya kadar kötülük yapıp duranların tövbesi tövbe değildir. (4:18)” diyor. O zaman: “Şimdi ben tövbe ettim” diyor. O tövbe, tövbe olmaz. Allah kabul etmez yani kim olursa olsun. “Bir de kâfir olarak ölenlerin tövbesini kabul etmez. (4:18)” Peki, kâfir olarak ölenler tövbe eder mi? Tabii ki ahrette “yarabbi bizi geri çevir güzel şeyler yapalım” diye sürekli söylemiyorlar mı? “Yarabbi beni geri çevir terk ettiğim dünyada güzel bir şey yapayım.(23:100)” İşte bu da tövbe… Allah onu da kabul etmeyecek. Son ana kadar. O son saniyeden bir saniye önce Firavun uyansaydı Allah tövbesini kabul eder miydi? Öyleyse mühürleme ne? Yani kâfir olarak ölürse o mühürlenmiş oluyor. Yani damga vuruldu kâfirliği onaylandı ve son ana kadar şey yaparsa mühürlenmiş olur. Şimdi bakın şu da var hatırlayın. Buruc Suresi’nde 85. Surede. Şimdi Hıristiyanlara Necran Hıristiyanları, Necran bölgesindeki eski oranın hâkimleri. Kuyular açıyorlar içerisine ateş dolduruyorlar, o inananları da içine atıp yakıyor kenardan keyifle bakıyorlar. “O hendekleri açanlar kahroldular. Çevrelerinde oturmuşlar müminlere yaptıklarına gözcülük yapıyorlardı.(85:4-7)” Şimdi orada bakın bu insanlar öbür insanları sırf imanlarından dolayı “Aziz ve Hamid olan yani güçlü olan ve her şeyi güzel yapan Allaha inanmalarından başka da suçları yok.(85:8)” Onun için bu cezayı verdiler o insanlara. Peki, ne olacak? Ne olacağı şu: diyor ki Allahütealâ gene tövbe kapısı açık, “Mümin kadın ve erkeklere bu büyük sıkıntıları verip de tövbe etmemiş olanlar var ya…(85:10)” Demek ki buna rağmen adamları yaktıktan sonra tövbe edebiliyorlar. Tövbe kapısı açık… O zaman kalbin mühürlenmesi ne demek? Bu ahrette, artık sonda tövbe işi bitikten sonra olan olaydır bu. Ölmek üzere olduğu zamanda ve öldükten sonra olan olaydır. Çünkü “hateme” işin bitmesini ifade ediyor tamam mı? Yani bunlar böyle giderlerse bunların işleri “gözleri kör kulakları sağır kalpleri mühürlenmiş olarak işi bitirilecek ve bunlara büyük bir azap olacaktır. (2:7)” Bunların payı o. Artık doğru cehenneme.
Şimdi burada iki ayet kâfirlerle ilgili olacak her şeyi özetliyor. Detaylarını Kuranı Kerim’in içerisinden buluyoruz. Şimdi bütün o ayetlerle birlikte okumazsanız yani açıklamayı Allaha yaptırmazsanız, kendiniz yapmaya kalkarsanız: “Allah bunların kalplerini mühürlemiş.” (dersiniz). Ya hateme kelimesinde bir kere… Mesela peygamberimize ne deniyor? “Hatem-ül Enbiya” deniyor. Ne demek “Hatem-ül Enbiya” ? Bakın hangi kelimeyle? Peygamberlerin sonu demek… Tasdik edilmiş değil, son manasında. Öbürlerinki de tasdik edilmiş. Ondan sonra peygamber gelmeyecek. Mührü vurdum bundan sonra yazı yazılmayacak demektir tamam mı? Ondan sonra peygamber gelmeyecek demektir. “Hatem-ül Enbiya” dediğimiz zaman. Bitti o. Şimdi bu kelimelerin sözlük anlamları bu. E uygulama da bu, ama ilgili ayetlere bakmadan insanlar kendi kafalarına göre o anda anladıklarına göre ayeti açıklamaya kalkınca “Allah bunun kalbini mühürlemiş.”
Bakın Musa (as) az önce ne dedi Firavuna? Ben şimdi düşünüyorum. Mesela Firavun geldi Musa’ya (as) a dedi ki Firavunla Musa (as) konuşuyor. Firavun dedi ki Musa’ya sen büyülü bir adamsın dedi. İnsanlar ne der ona, Firavuna? “Hemşerim senin kalbin mühürlenmiş zaten!” demez mi? Ona hemşerim diyemezler de sayın kralım falan filan derler. Senin kabin mühürlenmiş öyle demiyorlar mı birbirlerine. Ama Musa (as) öyle mi diyor? Diyor ki çok iyi biliyorsun ki bunları gökleri ve yeri yaratan vermiştir. Gökleri ve yeri yaratan dediğiniz zaman hiçbir kâfirin itiraz edemeyeceği kavram bu. Çünkü onlar tanrılarını küçük tanrı sayıyorlar. Mesela bakın Hıristiyanları bilirsiniz. İşte İsa’yı (as) tanrı sayıyorlar. “İsa (as) beni yarattı.” diyen bir Hıristiyan duydunuz mu? Duyan var mı? “İsa (as) şu ağacı yaratmıştır” diyen duydunuz mu? Yok. Onlar da gökleri yeri her şeyi yaratanın Allah olduğunu kesin biliyorlar. Bütün şirk böyledir. O aracı tanrılar kafalarından uydurulmuş şeylerdir. Hiçbir delili yoktur. Şimdi Musa (as) ne diyor Firavuna? “Bak sen çok iyi biliyorsun ki gökleri ve yeri yaratan Allahütealâ’dır.” diyor. “Bana göre sen kaybettin Firavun” diyor. Kaybettin diyor. “Kaybettin” ne demek? Gel iman et demektir. Yani. Kaybettin daha artık bunu sürdürme. Öyle değil mi? Israr etme artık. Ama biz olsak ne deriz. Şimdi şu ayeti kerimeyi bu şekilde “Allah onların kabini mühürlemiş.” Sen zaten gözün kör olmuş sen zaten kabin mühürlü! Yahu kardeşim bakın Musa (as) son anda bile ya kaybettin artık kabul et bunu. Gel inan demek değil midir kaybettin demek? Peki, o koskoca peygamber bu ayeti daha iyi anlamış olmaz mı? İşte Kuranı Kerim’de işte.
Dolayısıyla “hateme” kelimesi de… Allahütealâ herkesin önünde mutlaka bir tövbe kapısı mutlaka son ana kadar açıktır. İşte Firavun da bakın o Allahın koyduğu kurala göre son anda kabul edilmeyecek bir anda tövbe ettiği için Allah kabul etmedi. Hâlbuki Firavun kesin olarak ölmeyeceği kurtulma ümidi olsaydı Firavunda küçücük de olsa, Allah onun tövbesini kabul eder miydi? Ederdi. Küçücük de olsa kurtulma ümidi olduğu zaman kabul ederdi. Çünkü o en küçük fırsatı Musa (as) aleyhine kullanmak için kendini şartlamış.
Yazıya geçiren: Efe Mısırlı ([email protected])
[1] Derken, Firavun onları ülkeden çıkarmak istedi. Bu yüzden biz onu ve maiyyetindekilerin hepsini (denizde) boğduk. (97:103)