Bugün Bakara Suresinin 47. ayetinden itibaren okumaya devam edeceğiz.
Estaizubillah
Ya beni israilezkuru ni’metiyelleti en’amtu aleykum ve enni faddaltukum alel âlemîn.
“Ey İsrailoğulları! Size vermiş olduğum nimetimi hatırlayın. Sizi o aleme üstün kıldığımı da hatırlayın” (Bakara, 2/47)
Şimdi burada tabi birkaç kelimeyi açıklamakta fayda var. “İsrail” Yakub (a.s.)’ın lakabı, “İsrailoğulları” da Yakub (a.s.)’ın soyundan gelen on iki kişi. Bunlardan bir tanesi Yusuf (a.s.) ve o on iki koldan gelen insanlara İsrailoğulları deniyor.
“sizi o âleme üstün kılmıştık” “o aleme” ifadesini kullanıyoruz. Çünkü Allah-u Teâlâ her dönemde peygamberine uyanları diğer insanlardan üstün kılmıştır. Bizim için de Allah-u Teâlâ aynı şeyi söylüyor:
Estaizubillah
Ve la tehinu ve la tahzenu ve entumul a’levne in kuntum mu’minîn.
(Al-i İmran kaçıncı ayetti? Bak bakalım)
“Gevşemeyin, üzülmeyin, inanıyorsanız en üstün sizlersiniz.” (Al-i İmran, 3/139)
Demek ki bu çağımızda üstün olan bizleriz. Dolayısıyla İsrailoğularınn “üstün ırk” şeklindeki sözleri tamamen yanlıştır. Üstün ırk diye bir olay yok, Üstünlük (Al-i İmran 139. ayetmiş az önce okuduğum)Üstün ırk diye bir şey yok. Çünkü bütün insanlar Adem (a.s.)’dan gelme. Bir kere kişinin kendi eliyle yapmadığı bir şey kendisine üstünlük kazandırmaz. Allah-u Teâlâ Necm Suresinde şöyle buyuruyor:
Estaizubillah
Ve el leyse lil insani illa ma sea
“İnsanın çalışmasından başkası kendinin değildir.”(Necm 53/39)
Dolayısıyla doğarken hangi anne babanın çocuğu olara doğarsanız doğun, o size bir üstünlük ya da eksiklik kazandırmaz. Sizin yapacağınız çalışmadır, size üstünlük ya da eksiklik kazandıracak olan. Bu sebeple o israiloğulları içerisinde peygamberlerine uyan, onun yolundan gidenlerdir üstün olanlar. Şu anda da üstün olanlar Muhammed (s.a.v.)’e uyan ve samimiyetle onun yolundan gidenlerdir.
Şimdi, inşallah o konuda çalışmaları Enes hoca bugün başlattı. Tamamlandığı zaman size onu da inşallah anlatırız, detaylı bir şekilde. İsrailoğulları kendilerine söz verilen topraklardan bahsederler, Hıristiyanlar dünya hâkimiyetinden bahsederler, işte, ahir zamanda bütün dünyaya hâkim olmaktan bahseden çeşitli gruplar vardır. Bütün bunlar Muhammed (s.a.v.)’e inananlara Cenab-ı Hakk ‘ın vaad ettiği şeylerdir. Biliyorsunuz geçtiğimiz asrın başına kadar dünya hakimiyeti Müslümanların elindeydi, bu Allah-u Teâlâ’nın bir vaadidir, ama vaadi tam olarak gerçekleşmiş değildir, dünyanın tamamına hâkim olunmasıyla ilgili ayetler vardır. O konuyla ilgili çalışmalar tam olgunlaştığı zaman inşallah size okuyacağız burada. Dolayısıyla, o yapılan vaatler son peygambere inanma şartıyladır. Son peygambere inanacaksınız, onun ümmeti olacaksınız, o ümmetin hâkimiyetinden sizde ümmetin bir ferdi olarak pay alacaksınız. O kadar, başka bir şey yok. Bu sebeple bugün Hıristiyanların ve Yahudilerin gayretleri boşunadır. Gereksiz yere kan döküyorlar, bir hayal peşinde koşuyorlar, boş bir hayal, başka hiçbir şey değil. Dolayısıyla üstün ırk iddiaları gerçek dışıdır, dünyaya hâkimiyet iddiaları gerçek dışıdır, arzı mevud iddiaları gerçek dışıdır. Bu peygambere inanmayan, bu peygambere ümmet olmayanlara herhangi bir şey yok. Geçen hafta zaten okumuştuk.
Evet Cenab-ı Hakk öye işte, Enes hoca bir ayeti kerimeyi hatırlattı,
Estaizubillah
Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn
“O zikirden(Tevrat’tan) sonra Zebur’a şunu yazdık, “bu topraklara salih kullarımız hâkim olacaktır”(Enbiya, 21/105)
Yani yeryüzüne hâkimiyeti Salih kullarımız sağlayacaktır. Dolayısıyla yeryüzü hâkimiyeti için boş hayal peşinde koşuyorlar, Muhammed (s.a.v.)’e inanıp onun ümmeti olmadıktan sonra hâkimiyet söz konusu değil, ama onun ümmeti olanlara Cenab-ı Hakk’ın vaat ettiği hâkimiyet var. Muhammed (s.a.v.)’e kim ümmet olur, kim İslam’ı kendisine uydurmaz da kendisi İslam’a uyarsa, gerçek manada Müslüman olursa bir kere yeryüzü hâkimiyeti Cenab-ı Hakk tarafından vaat edilmiştir. Yani tarihte biliyorsunuz Viyana’ya kadar gittik, ama bundan sonraki hamle dünyada nefes alan ne kadar insan varsa onların bulunduğu her yer olacaktır. İnşallah onunla ilgili ayetleri daha sonra size okuyacağız. O diğer grupların inançlarının dayandığı temelleri de inşallah size anlatacağız. Dolayısıyla burada;
Estaizubillah
Ya beni israilezkuru ni’metiyelleti en’amtu aleykum ve enni faddaltukum alel âlemîn.
“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın ve sizi o çağdaşlarınızın (o zaman ki çağdaşlarınızın) üzerine faziletli kıldığımı da hatırlayın” (Bakara, 2/47)
Biliyorsnuz Cenab-ı Hakk faziletin ölçüsü olarak ne yapıyor, takvayı gösteriyor di mi.
inne ekramekum indellahi etkakum
“Allah katında en değerli olanınız, en fazla kendini koruyanınız, Allah’tan en çok çekineninizdir.” (Hucurat 49/13)
Onun için yani faziletli olmanı yolu da bu, başka bir fazilet şeyi yok. İnandığınız zaman üstün hale gelmiştiniz, Cenab-ı Hakk sizde peygamberler göndermişti, melikler göndermişti, yeryüzüne hâkimiyet kurmuştunuz, yani o günkü bilinen bölgelere hâkimiyet kurmuştunuz.
Vetteku yevmel la teczi nefsun an nefsin şey’ev ve la yukbelu minha şefaatuv ve la yu’hazu minha adluv ve la hum yunsarûn
“Bir günden çekinin, o gün hiç kimse, hiç kimseden hiçbir şeyi kurtaramayacaktır. Hiç kimseden bir şefaat kabul olunmayacak, hiç kimseden bir karşılık da alınmayacaktır (yani hiç kimse bir fidye de ödeyemeyecektir) ve onlar (yani hiç kimse) yardım da görmeyecektir.” (Bakara 2/48)
Mahşer yerinde olacak işlemlerdir bunlar, mahşer yerinde kimsenin kimseye yardımı olmayacaktır. Bu son derece kesin. Biliyorsunuz eğer insanlar büyük günah işlememişlerse, kıyamet günü yani mahşer günü cehennemden uzak kalacaklar, cehennemin uğultusunu dahi duymadan cennete gideceklerdir. Büyük günah işlemiş olanlar da cehenneme gideceklerdir. Meryem suresinde belirtildiği gibi cehennem alevli ateşinin çevresine oturacaklar. Daha sonra Tûr suresinde belirtildiği gibi onların içerisinde imanlı olan, yani şirke düşmemiş olanlar, cehenneme gitmiş olup da şirke düşmemiş olanlar, Cenab-ı Hakk tarafından cennetteki yakınlarının yanına verileceklerdir ve cennetteki yakınları da onları yanlarına isteyebileceklerdir. Bu onlar için bir şefaat olacaktır, ama cehenneme gittikten sonra. Cennette yakını olmayan da peygamber (s.a.v.)’in yanına gelecektir. Zaten peygamber buyuruyor ki:
“Ümmetimden büyük günah işleyenler içindir benim şefatim.” Tirmizi, Kıyamet 12, (2437); Ebu Davud, Sünnet 23, (4739); İbnu Mace, Zühd 37, (4310)
Yani, onları yanıma alacağım anlamındadır, ama cehennemden alınacaktır. Yani mahşer yerinde kimsenin kimseye yardımı olmayacaktır. İnfitar suresinde de belirtildiği gibi:
Estaizubillah
Ve ma edrake ma yevmuddîn.
“O hesap gününün ne olduğunu sana kim bildirdi” (İnfitar 82/17)
Summe ma edrake ma yevmuddîn.
“Evet, o hesap gününün ne olduğunu sana kim bildirdi” (İnfitar 82/18)
Yevme la temliku nefsul linefsin şey’e, vel’emru yevmeizil lillah
“O gün hiç kimse, hiç kimse için, hiçbir şey yapamayacaktır(hiç kimsenin, hiç kimse lehine hiçbir yetkisi olmayacaktır)” (İnfitar 82/19)
Şimdi bugünlerde ‘kutlu doğum haftası’ dolayısıyla bolca Kur’an’a aykırı, İmana aykırı şeyleri din adına duyuyorsunuz. Müftülüklerin düzenlediği toplantılarda çıkıyorlar korolar ilahi adı altında söylüyorlar. Haşa; “Mahşerde nebiler bile senden medet ister” diyor.
Şimdi, bu nebiler büyük günah işlemiş insanlar mı? Cenab-ı Hakk büyük günah işlememiş olan insanların hiçbir sıkıntı çekemeden cennete gideceklerini bildiriyor. Yani nebiler o kadar da mı değiller; çok mu düşük insanlar bunlar? Haşa! Cenab-ı Hakk az önce okuduğum ayette;
“kendileri hakkında bizden hüsna sözü geçenler” ki bunlar büyük günah işlemeyenler Necm Suresinin 31-32. ayetinde belirtilen kişiler. “cehennem bundan uzak kalacaktır.” (Enbiya 21/101)
Diğer günahları işlemiş olabilir, büyük günah işlememiş olanlar. Biz biliyoruz ki peygamberler diğer günahları da ya işlememişler, ya da işlemişlerse tevbe etmişlerdir. Dolayısıyla peygamberlerin ahirette Cenab-ı Hakk’ın huzuruna gittikleri zaman hanelerinde ne büyük günah var ne küçük günah var. Allah-u Teâlâ yani tekrar edeyim; küçük günah işlememişler değil işlemişler ama Kur’an-ı Kerim’de var, ama tevbe etmişler. Dolayısıyla Allah’ın huzuruna günahsız gitmişlerdir.
Şimdi, Allah-u Teâlâ, Allah’ın huzuruna günahlı gitmiş ama büyük günah işlememiş olanların diğer günahlarını görmeyeceğini söylüyor ve onları doğruca cennete gönderecek, peki peygamberler çok mu günahkâr insanlar ki, haşa peygamberimizden medet umuyorlar? Peki, kimden kaçarak peygambere sığınıyorlar? Allah’tan değil mi haşa. O zaman peygamber Allah’tan daha mı büyük? Şimdi, şu din adına yapılan cinayetleri görüyor musunuz?
Ondan sonra, mesela gene duyarsınız, “gel şefaat eyle kemter kuluna, adı güzel kendi güzel Muhammed”. “gel şefaat eyle kemter kuluna”, “çok kötü kul”, biz kimi kuluyuz? Bu kemter kul derken kimin kulu diyor o? Peygamberin kulu diyor değil mi? Zaten “gel şefaat eyle” dediğiniz zamanda peygamberi tanrılaştırmış oluyorsunuz. Dolayısıyla o söz kendi içinde tutarlı, o söz kendi içinde tutarlı. Çünkü “gel beni kurtar” diyorsunuz, kimden kurtaracak? Allah’tan değil mi haşa. Öyleyse seni Allah’tan daha çok tanıyor, Allah’tan daha çok sana yakın, Allah’tan daha merhametli ve Allah’tan daha güçlü haşa, o zaman bu bir tanrı olur. Hıristiyanlar da aynı şeyi söylüyor İsa (a.s.) la alakalı olarak. Görüyor musunuz, yani, kaş yapıyım derken göz de çıkarmıyoruz kelle uçuruyoruz. Göz çıkardığın zaman gene adam hayatta kalır, ama kelle uçurduğun zaman hiçbir şey kalmaz. Tekrar okluyorum 48. ayeti
Estaizubillah
Vetteku yevmel la teczi nefsun an nefsin şey’a
“Bir güne karşı kendinizi koruyun ki, o gün hiçbir nefis, hiçbir nefisten yana hiçbir karşılık ödeyemeyecektir.” (2/48)
Hiçbir nefis deyince peygamberler de girmiyor mu? Hiçbir nefis derken herkes girmiyor mu bu işin içerisine? Yani, haşa Cenab-ı Hakk’a laf öğretir gibi birtakım şeyler var.
ve la yukbelu minha şefaatuv
“hiçbir nefisten bir şefaat kabul edilmeyecektir.”(2/48)
Hangi gün? Mahşer günü.
SALONDAN BİR KİŞİ: Hocam bir açıklama getirmiş şurada. “izin vermedikçe diyor”. Ayette o görünmüyor. Bu açıklama doğru mu?
Abdülaziz BAYINDIR: işte bunlar, bu “izin vermedikçe” açıklaması yanlış. Cenab-ı Hakk izin vermez kimseye. İzin vermeyeceğini açıkça bildiriyor burada.
SALONDAN BİR KİŞİ: Nerden almış “izin verilmemesini”
Abdülaziz BAYINDIR: İşte o izin meselesi şeydir, az önce söylediğim gibi, doğrudan doğruya cennete gitmiş olanların, imanla, sadece imanları var müşrik olmayarak cehenneme gitmiş yakınlarını kurtarmak için Cenab-ı Hakk’ın iznidir. O da zaten Kur’an-ı Kerim’de belirtiyor onu. Orada izindir. Ondan önce izin yok. Mahşer yerinde hiçbir izin yok.
Şimdi bizde, her zaman burada tekrar edip duruyoruz, bizde Kur’an ayetlerini kendimiz açıklaya kalkışıyoruz. Hâlbuki biliyorsunuz Allah-u Teala bu konuda peygamberimiz dâhil hiç kimseye Kur’an’ı açıklama yetkisi vermiyor. Kur’an’ı kendisi açıklıyor, peygamber (s.a.v.) Allah’ın yapmış olduğu açıklamaları biz bildiriyor, başka bir şey yok. İşte peygamberimizin Allah’ın açıklamalarını bildirmesine de “sünnet” diyoruz “hikmet” diyoruz. Sünnetle, hikmet işte Kur’an’dan Kur’an’ın açıklamalarının nasıl bulunup çıkarılabildiğini gösterdiği için, bu açıdan da peygamberimiz bize en güzel örnek oluyor. İşte bu ilişkiler ağına bakılmadığı için her şey birbirine karışıyor. Haşa, Kur’an-ı Kerim çelişkili bir kitap oluyor. Diyor ki “bir yerde” diyor “şefaat yok diyor, öbür yerde var diyor, o zaman ne yapayım?”. Ne yapacaksın, Kur’an-ı Kerim’in tamamını okuyacaksın, başka bir şey yok ve tek başına okumayacaksın, Allah’ın emrettiği gibi bilenler topluluğuyla birlikte okuyacaksın, çok da sabırlı olacaksın, öyle bir güde beş günde on günde bir senede iki senede beş senede bir problemi çözemeyebilirsin. Sen peygamber değilsin ki Allah-u Teâlâ hikmeti sana öğretmiş olsun. Cenab-ı Hakk peygambere hikmeti öğretmiş. Cenab-ı Hakk peygamber (s.a.v.)’e Cebrail (a.s.)’ı muallim olarak görevlendirmiş, öğretmen olarak görevlendirmiş. Sen peygamber (s.a.v.)’i örnek alırsın, Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim ‘de gösterdiği metoda bakarsın, orada Allah-u Teâlâ’nın emrettiği vasıftaki “Rasih” dediği, yani “derinleşmiş bilgi sahibi olan kişilerden” oluşmuş bir ekip kurarsın, sabırlı bir şekilde çalışırsın, ilgili bütün ayetleri ortaya koyarsın, ondan sonra problemi çözersin.
Ve iz necceynakum min ali fir’avne
“Hani sizi firavun hanedanından (ya da firavun taraftarlarından, “ehil” dediğimiz zaman aile denir de “ale yeul evlen” işleri firavuna kalmış kişiler, firavunun çevresinde olan kişiler, firavun taraftarları), (firavun taraftarlarından) sizi kurtarmıştım.”(Bakara 2/49)
yesumunekum suel azab
yesumu sevmen bir şeyi araştırmak için gitmek manasına geliyor
“araştırıyordu (o firavun çevresindeki insanlar) biz bunlara daha ağır nasıl bir ceza verebiliriz” (Bakara 2/49)
En ağır ceza ne olabilir diye araştırıyorlar. Bu derece bir düşmanlıkları var.
yuzebbihune ebnaekum
“oğullarınızı kesip duruyorlar(doğruyorlardı oğullarınızı)” (Bakara 2/49)
Nesil kurusun diye, nesil devam etmesin diye oğullarınızı doğruyorlardı bunlar.
ve yestahyune nisaekum,
“kadınlarınızı da sağ bırakmaya çalışıyorlardı” (Bakara 2/49)
Şimdi, burada kadın kelimesi ifade ediliyor, kadın değil aslına kızlarınızı öldürmüyorlardı ki büyüsün kadın olsun, kendi pis emellerine alet etsinler. Çünkü bunların kendilerini öldürmediğini ayetten anlıyoruz. Yani bu israiloğulları bu şeyleri öldürmüyor, mesela Musa (a.s.)’a inanan kadın olsun erkek olsun onları öldürmüyor, onların doğan neslini öldürüyor. O doğan nesilden erkekleri öldürüyor, e kız çocuklarına “nisa” kelimesi kullanılmaz. O zaman burada başka bir şey kastediliyor, öldürmüyorlar ki onlar büyüsün kadın haline gelsin, pis emellerine alet etsinler. Yani bir topluma verilebilecek en ağır cezayı vermeye çalışıyorlar.
ve fi zalikum belaum mir rabbikum azîm.
“bunun içerisinde Rabbinizden size verilen büyük bir imtihan vardı” (Bakara 2/49)
Bu “bela” kelimesi, yani yıpratıyor, adamı eskitiyor, adamın iflahını söküyor. Öyle bir imtihan. Yani düşünün bir hayal edin, Allah muhafaza hepimizin çoluk çocuğumuz var, evli olmayanlar da yeğeni vardır kardeşi vardır neyse, şimdi gelip koyun doğrar gibi oğlan çocuklarını doğruyorlar. Kızları sağ bıraktıkları zaman da kendi arzuları için sağ bırakıyorlar, sizin için değil. Size beslettiriyorlar, yarın kendileri pis emellerine alet edecekler. Ne olmuş oluyor; oğlunuz da gitti, kızınız da gitti. Peki, ne olacak, bir müddet sonra ne olacak siz öldüğünüz zaman yok olup gideceksiniz, nesil bitecek. Geleceğe dair hiçbir şey düşünemiyorsunuz, bütün ufkunuz kararmış. Bir insan için olabilecek en kötü sonuç.
İşte bunun içerisinde Rabbinizin size yaptığı büyük bir imtihan vardı. O zaman burada şey var, evet her ne kadar bu işi firavun yapıyorsa da, bu Allah-u Teâlâ’nın size yaptığı büyük bir imtihan. Yani bu işin iç yüzü ne? Dış tarafta bakıyorsunuz ki firavun şunu şunu yapmış. Yaptı da iç yüzü ne? Bu işin de görünmeyen tarafı var. Görünmeyen tarafı Rabbinizin sizi çok yıpratıcı bir imtihandan geçirmesidir. O zaman biz de başımıza ne gelirse gelsin Cenab-ı Hakk’tan bileceğiz. Çünkü Allah-u Teâlâ ne diyor;
Estaizubillah
Ve ma teşaune illa ey yeşaallah
“Siz herhangi bir şeyi var edemezsiniz, Allah o şeyin var olması için emrini vermedikçe” (İnsan 76/30)
Yani kim ne yaparsa yapsın Allah emir vermedikçe hiç kimse hiçbir şey yapamaz. Yani Allah emir vermeden firavun bir çocuğu kesemez, Allah emir vermeden herhangi bir kimsenin tüyüne dokundurulamaz, bütün işler Cenab-ı Hakk’ın kontrolü altındadır. Ha siz O’nun, Allah’a isyan için gayret gösterirseniz, isyan konusunda emrini verir, itaat için gayret gösterirseniz itaat. Yani bütün işleri yaratan Allah-u Teâlâ’dır, sebebi sizsiniz ama Allah-u Teâlâ’dır.
Peki, Allah-u Teâlâ’ysa, her şeyi yaratan oysa; mesela şimdi şöyle bi düşünün daha iyi anlaşılması için: bakın ben şimdi size konuşuyorum, konuşmam için gereken bütün şartları Allah yaratmadı mı? Nice insanlar var ki konuşmak istiyor sesi çıkmıyor değil mi, nice insanlar var ki konuşmak istiyor, dudaklarını hareket ettiremiyor, nice insanlar var ki konuşmak istiyor, heyecandan tutuluyor, ağzından kelimeleri çıkaramıyor. Şimdi, benim size konuşabilmem için gereken her şeyi yaratan Allah-u Teâlâ değil mi? Bakın şimdi elimi açıp kapatıyorum; o gereken şeyleri Allah-u Teâlâ yapmamış olsa be bunları yapabilir miyim? İşte ve ma teşaune illa yeşaallah o demektir. Yani, “siz hiçbir şeyi yapamazsınız, Allah yapmadıkça”. Peki, o zaman biz yapamazsak firavun da yapamaz. Öyleyse bunun dış tarafında görüyorsunuz ki, firavun geliyor, oğullarınızı kesiyor, kızlarınızı, şunu bunu yapıyor. Şunu düşünün bu dünya bir imtihan yeridir ve Cenab-ı Hakk her yerde hazır ve nazırdır, bütün işler Allah’ın kontrolü altındadır; kim ne yaparsa yapsın. O zaman sizin yapacağınız her zaman doğru davranış göstermektir. Her zaman doğru davranış göstermektir.
Şimdi mesela Araf suresindeydi ben buraya almamışım, diyorlar ki; buraya aldığımı zannediyordum ama almamışım, 129 mu, 164. sayfayı açarsanız; Araf 127 den itibaren okuyacağız. Ondan önce bir ön şey söyleyeyim size: Firavun biliyorsunuz Musa (a.s.)’ın gösterdiği mucizeyi şey sayıyordu, yani o değneğini atıp yılana dönmesi, elini çıkarması beyazlanması, elini çıkarıp beyazlanması konusunda hiç kimse bir şeye cesaret edemedi de, yani mesela esmer bir el var burada, koltuğunuzun altına sokuyorsunuz çıkarıyorsunuz bembeyaz oluyor, tekrar sokuyorsunuz eski haline geliyor. Böyle bir şeyi kimsenin yapması mümkün değil yani şimdi şuraya beyaz boya koyabilirsiniz, elinizi oraya soktuğunuz zaman beyaz boya olur çıkarır gösterirsiniz ama tekrar soktuğunuz zaman eski haline getiremezsiniz. Bir de boyalar buradan (koltuk altından) dökülür aşağıya. Şimdi, onu taklide kimsenin cesareti olmadı o sihirbazlardan. Yani, sihirbazlık dediğimiz şey insanların gözünü boyamaktır. Ama yılan konusunda yapabileceklerini düşündüler, işte sıvı dolu bağırsakların içerisine birkaç damla cıva koyduğunuz zaman, cıva oradan oraya oradan oraya hareket edince bağırsaklar da kıvrılıyor bakan insanlar zannediyor ki yılanlar hareke ediyor. Çünkü insanları önceden şartlandırmışsınız, ‘bakın işte yılan gösterilecek’ diye. Zaten küçücük bir kıpırdanma olsa yeter fazlasına lüzum yok. Zamanı da güneş ışınlarının en dik geldiği zamana ayarlamışlar, işte yukardan aşağıya geliyor, alttan dönüyor o arada ciddi bir ısı farkı oluşuyor, o ısı farkı da biliyorsunuz termometreleri de cıvadan yaparlar, oradaki hareket bağırsakları hareket ettiriyor. Bunu başaracaklarına inanıyorlar ama sihirbazlar değneklerini ve iplerini attıkları zaman, Musa (a.s.) değneğini atıyor, onların bütün iplerini yutuyor. Sihirbazlar bakıyor ki, bizimkisinin herhangi bir şeyi yutması mümkün değil, zaten bir toplu iğne dokunsa bütün numara bitti, bütün içindeki sıvı boşalır. Dolayısıyla onlar bunu görünce bakıyorlar ki bu bir sihir değil, bu gerçek bir olay diyorlar. O zaman. Musa (a.s.)’ın peygamberliğine inanıyorlar.
İşte o zaman firavunun çevresindeki o mele takımı yani o önde gelen, göz dolduran böyle haşmetlûlar yani diyelim, diyorlar ki firavuna:
Estaizubillah
etezeru musa ve kavmehu li yufsidu fil ard
“…Sen şimdi bu Musa ve kavmini bu yeryüzünde fesat çıkarmak için serbest mi bırakacaksın…”
O güne kadar çoluk çocuklarını hep doğramaya devam ediyorlar hala serbest mi bırakacaksın ki, hala doymamışlar, doymamışlar
ve yezerake ve alihetek kale senukattilu ebnaehum ve nestahyi nisaehum ve inna fevkahum kahirûn.
“seni ve senin tanrılarını terk etmene müsaade mi edeceksin” (Diyorlar). Firavun diyor ki; “ (Demek ki artık bırakmışlar) “bunların çocuklarını keseceğiz, oğullarını keseceğiz, kızlarını da yaşatacağız ki kadın haline gelsinler, biz bunlar üstünde gerekli güce sahibiz, bunlara tam hâkim durumdayız.” (Araf 7/127 )
Peki Musa (a.s.) ne diyor kavmine burada;
Kale musa li kavmihisteînu billahi vasbiru
“Musa kavmine diyor ki, “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin…” (Araf 7/128 )
Şimdi çok güçlü bir hükümdar var başlarında firavun son derece güçlü. Allah-u Teâlâ öyle söylüyor:
Estaizubillah
ve inne fir’avne leâlin fîl ard
‘firavun o topraklarda tam bir hâkimiyet kurmuştu’ (Yunus 10/83)
Kimse öyle dışarıdan gelip te kimsenin öyle ona laf söylemesi falan mümkün değil.
O zaman diyor ki Musa (a.s.): “Allah’tan yardım isteyin’ ondan sonra “sabredin”. “E çoluk çocuğumuzu kesiyorlar”, “sabredin yani sabredin”.
Mekke’de de peygamber (s.a.v.)’e ne kadar baskı yapılmışsa yapılmış fakat peygamberimiz hiçbir olaya müsaade etmemiştir. “Sabredin” demiştir.
innel arda lillah.
“Bu topraklar firavun’un değil Allah’ın” (Araf 7/128 )
İşte bir peygamber ancak böyle söyler. Hani firavun, nere gitti, hani onundu?
yûrisuhâ men yeşâu min ibâdihî
“kullarından kimin için emrederse onu buraya mirasçı kılar.” (Araf 7/128 )
Zamanı gelir sizin mirasçı olmanızı emreder, siz mirasçı olusunuz. Bu topraklar size kalır. Nitekim firavun ve hanedanı denizde boğuldu ve tüm o topraklar, bütün o saraylar, tüm hazineler israiloğullarına kaldı. Peki, bu çok önemli;
vel akibetu lil muttekîn
“akıbet muttakiler içindir” (Araf 7/128 )
Son gülen kim olurmuş, muttakiler olurmuş. O zaman şunu lütfen hiç unutmayın hiçbir peygamber yeryüzünde herhangi bir insanın “yanlış’ diyebileceği bir davranış yapmaz. Çünkü peygamberler bütün insanların inanması gereken kişilerdir. Her insan onun doğru olduğuna içten inanması lazım. Bak, görüyor musunuz? Gidin intihar saldırısı falan yapın demiyor.
Şimdi, peki ona ne diyorlar İsrailoğulları;
Kalu uzina min kabli en te’tiyena ve mim ba’di ma ci’tena
Şöyle cevap verdiler; “sen bize gelmeden biz zaten bu adamın baskılarını görüyorduk.” (Ya Musa, baskı altındaydık.) “bize geldikten sonra da hâlâ baskı altındayız…” (Araf 7/129 )
Biz senin neyini gördük, sen bizi bu adadan kurtarmadın ki. Musa (a.s.)’ın cevabı;
kale asa rabbukum ey yuhlike aduvvekum
“bakarsınız rabbiniz düşmanınızı helak eder”(7/129)
Düşmanınız gider. peki gider de ne olur;
ve yestahlifekum
“ve sizi onların yerine koyar” (7/129)
Yani onların ardından gelen, onların mirasçıları sizi yapar, ondan sonra;
fil erdi fe yenzura keyfe ta’melûn.
“o zaman bakar siz ne yapacaksınız” (7/129)
İş sizin elinize geçtiği zaman ne yapacaksınız? Dikkat ederseniz muhalefette olanlar iktidara gelinceye kadar dünyanın en iyi insanlarıdır. Her şeyin en güzelini vaat ederler. İktidara geldikleri zaman kısa süreliğine unuturlar, iktidardan ininceye kadar unuturlar. İnince tekrar akıllarına gelir. İşte burada da Musa (a.s.) öyle diyor. “bakacak Cenab-ı Hakk, o zaman siz ne yapacaksınız?”
Peki, firavun ve hanedanı boğuldu gitti askerleriyle birlikte. O zaman ne yapmıştı İsrailoğulları; bu Araf suresin 139. ayetine bakalım hemen bir arka sayfada. 138-139;
Ve cavezna bi beni israilel bahra fe etev ala kavmiy ya’kufune ala asnamil lehum kalu ya musec’al lena ilahen kema lehum aliheh,
“israiloğullarını o denizden geçirdik.”(Tabi israiloğulları geçti, firavun da boğuldu, bütün askerleriyle gözlerinin önünde boğuldu, gördüler düşmanlarının boğulduğunu ve her şey de onlara kaldı) bir kavme geldiler, kendi putlarının karşısında dikilmiş duruyorlar, oraya kapanmış ibadet yapıyorlar. (Musa (a.s.)’da ilk istekleri) “Musa bize bir ilah yap, bunların tanrıları olduğu gibi.” (7/138)
Bu kadar mucizeyi kim gördü, bu kadar sıkıntıyı kim gördü, hâlâ adam olamamışlar. Şimdi ben burada, Musa (a.s.)’a bir de sert diyorlar, sinirli diyorlar. Ben bakıyorum vallahi ben onun kadar tahammül edemezdim şahsen yani. Bunu okuduğum zaman ölür müsün öldürür müsün; şunlara bakın, dokuz tane mucizeyi görmüşler, hala ilah, tanrı istiyorlar. Şirk, Allah’ın hiç affetmeyeceği günahı istiyorlar Musa (a.s.)’dan. Hem de peygamberden istiyorlar.
kale innekum kavmun techelûn.
Musa (a.s.) dedi ki; “siz cahil bir toplumsunuz.” (7/138)
‘cahil bir toplumsunuz’ Cahil ne demek bu bilmeyen değil her şeyi biliyorlar ama, kendine hakim olamayan bir toplumsunuz, duygularına hakim olamayan bir toplumsunuz, duygusal davranan bir toplumsunuz.
İnne haulai mutebberum ma hum fihi ve batilum ma kanu ya’melûn.
“Bunların içerisindeki bu durum yok olup gidecektir ve yapmakta oldukları şey de batıldır ve hiçbir anlamı yoktur” (7/139)
Diyor. neyse ondan sonra da, diyor ki;
Kale eğayrallahi ebğikum ilahev ve huve feddalekum alel âlemîn.
“Ben şimdi size Allah’tan başka bir ilah mı arayacağım” diyor “ve O sizi diğerlerinin hepsine üstün kıldı.” (7/140)
İşte bak bu topraklara hakim oldunuz, Ondan başka ilah mı arayacağım?
Evet, şimdi tekrar başa dönelim, yani şimdi;
ve fi zalikum belaum mir rabbikum azîm.
Diyor Allah-u Teâlâ
“bunun içerisinde Rabbinizden size verilen büyük bir imtihan vardı” (Bakara 2/49)
Yani orada insanlar yetiştiriliyor. Arkasından gelecek o büyük saltanata hazırlanıyorlar, ama ne yapacaksın duygusal davrandıktan sonra hiçbir şey fark etmiyor. Şimdi Adem (a.s.) ‘ın davranışını hatırlayın. Cenab-ı Hakk Adem (a.s.)’a her şeyi verdi, sadece “şu ağaca yaklaşmayın” dedi ve yaklaştı. Duygusal davrandı. Duygusal davranan kim olursa olsun mutlaka yanlış yapar. Akıllı davranmak zorundayız. Ama nedense insanlar din söz konusu olduğu zaman akıllarını kullanmamayı bir dindarlık zannediyorlar.
Tabi şimdi Âdem (a.s.) nasıl Tevbe ettiyse başlarında bulunan Musa (a.s.)’da israiloğullarına sık sık tevbe ettiriyor. Dolayısıyla gitgeller oluyor, çok gitgeller oluyor Musa (a.s.)’ın kavminde.
Diyor ki Cenab-ı Hakk
Ve iz ferakna bikumul bahra fe enceynakum ve ağrakna ale fir’avne ve entum tenzurûn.
“Sizin sebebinize denizi yardık, sizi kurtardık ve firavun ve onun destekçilerini boğduk, sizde onların boğulmasına bakıyordunuz(gözünüzün önünde boğuldular)” (Bakara 2/50)
Ondan sonra olan olaylar:
Veiz vaadna musa erbeîne leyleten
“Hani Musa’yla sözleşmiştik, kırk gece” (Bakara 2/51)
Kırk geceliğine Musa (a.s.) israiloğullarının yanından ayrıldı. Başlarında kim vardı; Harun (a.s.). Allah’ın bir peygamberi vardı.
summettehaztumul icle mim ba’dihi ve entum zalimûn.
“Sonra o buzağıyı kendinize ilah edindiniz, Musa (a.s.)’ın arkasından. Yanlış yapıyordunuz.” (Bakara 2/51)
Şimdi bunlar Musa (a.s.) ‘ın ashabı değil mi? Bakın Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ ne diyor?
Estaizubillah
Ve le kad sarrafna lin nasi fi hazel kur’ani min kulli mesel
“Bu kur’an’da biz her örneği evire çevire vermişizdir(değişik yönleriyle vermişizdir).”(İsra 17/89)
Şimdi peygamber (s.a.v.)’e mâl ettikleri bir hadis vardır:
“Ümmetim dalalet üzere birleşmez” (İbni Mâce, K. Fitne, 3940)
Peygamberimizin ümmeti ile Musa (a.s.) ‘ın ümmetinin ne farkı var? Bakın Musa (a.s.) kırk günlüğüne ayrıldı, başlarında Harun (a.s.) olmasına rağmen nerde ittifak ettiler? Allah’ın en büyük günahında ittifak ettiler. İşte icma ise bundan daha iyi icma olur mu? Başlarında da Harun (a.s.) var, “sükûti icma” dedikleri o da sesini çıkaramamış. Birde sükûti icma diyorlar bizde. İcmayı bir delil olarak alanlar Kur’an-ı Kerim ‘den bir ayeti delil sayıyorlar; Nisa 115. ayeti. Bakın bakalım öyle bir delil olur mu? Doksan altıncı sayfa. Diyor ki Allah-u Teâlâ burada:
Ve mey yuşakikir rasule mim ba’di ma tebeyyene lehul huda ve yettebi’ ğayra sebilil mu’minine nuvellihi ma tevella ve nuslihi cehennem, ve saet mesıra.
“Kim resulden ayrı kalır(ayrı düşer, resulden ayrılır), o gerçek kendisi için çok net bir şekilde anlaşıldıktan sonra (anlayamadığı için ayrılmışsa değil, ama her şeyi tam olarak ayrılmış ondan sonra ayrı düşmüşse resulden, kendi ayrılmış, isteğiyle ayrılmış) ve müminlerden başkasının yoluna girmişse (müminlerin yolundan başka bir yola girmişse) onu yöneldiği yola yönlendiririz ve cehenneme sokarız. Ne kötü hale gelmektir o” (Nisa 4/115)
Şimdi, icmaya delil bu ayet. Burada bir delil kırıntısı görebiliyor musunuz? Ve bununla bir delil oluşturulur ve bununla. Mesela adetli kadının Ramazanda oruç tutamayacağının delili icmadır, icmanın delili de bu ayettir.
İşte Cenab-ı Hakk bize başlarında Harun (a.s.) olmasına rağmen, dokuz tane mucizeyi görmüş olan israiloğullarının nasıl batılda ittifak etlerini gösteriyor. Demek ki bu insanlar böyle yapıyor. Ve Cenab-ı Hakk bize öğretmeni kendi olduğu halde Adem (a.s.)’ın verilen bir tek emri yerine getirmediğini, tek bir emir var onu da yerine getirmediğini, tek bir uyarı var onu da yerine getirmediğini bize gösteriyor. Öyleyse biz hiç kimse için tezkiyede bulunamayız. Tıpkı Musa (a.s.) gibi, Musa (a.s.) işte bu olayları gördükten sonra Cenab-ı Hakk’a diyor ki:
Estaizubillah
rabbi inni la emliku illa nefsi ve ehi
“Ya Rabbi benim gücüm sadece bana ve kardeşime geçer”
Kardeşini söylüyor çünkü kardeşi peygamber. Karıma geçer diyemiyor, oğullarıma kızıma geçer diyemiyor çünkü onlarla ilgili Cenab-ı Hakk ‘tan bir onay yok.
Peki, biz ne diyebiliriz? Bizim peygamber kardeşimiz var mı? Ne deriz Cenab-ı Hakk’a; “Ya Rabbi benim sözüm sadece kendime geçer” deriz.
Salondan Bir Kişi: Hocam “hanımlarınızda peygamber kızı değil”.
Abdülaziz BAYINDIR: Ha “hanımlarınızda peygamber kızı değil” ha şeyi diyor Şuayb (a.s.)’ın kızı olduğu için tabi. Şuayb (a.s.)’ın kızı olması bir şeyi değiştirmiyor Musa (a.s.)’ın eşinin. Yani herkes önce kendisini kurtarmanın peşinde olmalı. Bir takım hayallere kapılmamamız lazım, ‘efendim falanca büyük bir âlimdir, onda bir yamukluk olmaz’ demeyelim. Herhalde ne kadar büyük olursa olsun Âdem (a.s.) kadar olması mümkün değildir. O günah işlemiştir. Ama sonradan tevbe etmiştir tabi, onu gördük Kur’an-ı Kerim’de geçen hafta, evvelki hafta. Ne kadar âlim olursa olsun, herhalde şeytandan daha alim olmaz, o kıskançlıktan dolayı kafir olmuştur.
Şimdi, hakikaten kıskançlık insanlarda, müthiş bir şey var; şimdi, bir arkadaş bana dedik ki geçenlerde; “Sen diyorsun ki ‘herkes Allah’ın varlığına ve birliğine inanır’. Dehriler var ona ne yapacaksın?” şimdi “Dehriler” diye “bizi ancak zaman helak eder”(Casiye 45/24) diyenler var. Dedim ki ‘gel hemen onlarla ilgili ayete bakalım’. Çünkü onunla ilgili iki tane ayet var. Bir tanesinde Cenab-ı Hakk şöyle bildiriyor onların sözlerini:
Bunların Dehri dedikleri kişiler peygambere diyorlar ki:
İn huve illa raculuniftera alellahi kezibev
“ bu Allah’a yalan iftirasında bulunan(yalanı Allah’a mâl eden) kişidir”( Mu‘minûn, 23/38)
“Yalanı Allah’a mâl eden kişidir” diyen kimseler, Allah’ı var kabul etmeyen kimseler mi? Öyle mi?
Allah nasip ederse bu Perşembe akşamı showtv’nin Siyaset Meydanı’nda meşhur bir ateistle Din Bilim tartışması yapacağız. Şimdi orada göreceksiniz.
Salondan: biz de katılabiliyor muyuz?
Abdülaziz BAYINDIR: Bilmiyorum yani şu anda bana bir şey, yarın akşam çekim yapılacak canlı değil. Belki davet ederlerse tabi niye olmasın. Şu ana kadar bana bir şey söylemedi, söylenmedi yani. Kim olduğunu görürsünüz. Şimdi, geçen sene Allah’a inandığını ekranlarda söylettiğimiz kişi.
Yani şunu artık Müslümanlar çok iyi bilsin ki; insanlar bilgisizlikten dolayı sapıtmıyorlar. İnsanları saptıran Allah’a teslim olamamaktır. Allah’a teslim olamayınca dini kendine uydurmaya başlıyor. Çünkü Allah’a teslim olursan sen dine uyarsın. Allah’a teslim olmazsan, Allah’ın dediği gibi yapamazsan bu defa dini kendine uydurmaya başlarsın. Ondan sonra da sapıtırsın. Dinden menfaat sağlamak istersen, Allah’ın dininden kimse menfaat sağlayamaz, yani maddi menfaat olarak. Ha en büyük menfaati o din sağlar o ayrı, o helalinden sağlar. İmtihandan geçirdikten sonra. Ama insanları dini kullanarak sömürmek istiyorsa, yani eğer insanları sarhoş etmek istiyorsan üzüm yediremezsin onlara. Üzümün suyunu sıkacaksın ve bozup ondan sonra içireceksin ki sarhoş edesin. Aynı şekilde insanlara doğru dini anlatırsan o insanları sömüremezsin, cebinden parasını alamazsın. Onun için o dini, o üzümün şırası gibi nasıl içkiye çeviriyorsan, bu dini de bir şekilde çevireceksin ve insanları onunla uyutup malı götüreceksin orada.
O zaman son olarak o ayeti okuyalım. Şimdi, Akşam namazı yaklaşıyor.
Sümme afevna ankum mim ba’di zalike leallekum teşkurûn.
“Bundan sonra sizi affettik, belki şükredersiniz”.(Bakara 2/52)
Biliyorsunuz ondan sonra da tevbe ettiler ve Cenab-ı Hakk onları affetti.
Şimdi biraz da bu hafta sonu yaptığım seyahatten size bahsedeyim, Akşam ezanı okununcaya kadar. Geçtiğimiz Salı akşamı buradaydık biliyorsunuz, işte Çarşamba günü sabah namazını kılar kılmaz, camiye gidemedik yani evde kıldık, Mustafa çavdar’la birlikte doğruca havaalanına gittik ve oradan doğrudan Trabzon’a hareket ettik. Trabzon’da din görevlilerine ve halka hitap ettik. Din görevlilerine ait bir toplantı, halka yönelik bir toplantı yaptık. Oradan geçtik Rize’ye. Rize, Çayeli, Ardeşen, Pazar, Muradiye, başka nereydi; bunlar, bunlar tamam değil mi?
Buralarda halka, Muradiye dışındaki yerlerde de din görevlilerine de hitap ettik. Şimdi buradan giderken ki duygularımla dönerken ki duygularım arasında çok ciddi farklar oluştu. Oradaki din görevlileri şuradaki anlattığımız meseleler konusunda ciddi manada şuurlanmış görünüyorlar. Mesela bu kadar çok toplantı yaptık, on iki tane, tam on iki tane program yaptık. Her gün üç tane, hala ayaklarımın altı ağrıyor şişmiş, Mustafa Çavdar da iki gündür hastanelerde dolaşıyor, bugün de epeyce bir tetkikat yaptırdı. Şimdi her gün yedi sekiz saat belki dokuz saat konuştuk yani. Halkın müthiş bir ilgisi var yetkililerin ilgisi var herkesin bir ilgisi var ama din görevlilerinin ilgisi beni son derece etkiledi. Bunların tamamında yani Trabzon’da Rize ilde ve diğer ilçelerdeki ilgileri. Bu kadar on iki tane programda sadece zannederiz ya bir kişi toplantıyı terk etti ya da iki kişi dimi?
Mustafa ÇAVDAR: bir kişi
Abdülaziz BAYINDIR: Bir kişi mi? Ha çünkü arkada o olduğu için toplantıyı o takip ediyordu ben değil. Sadece bir kişi protesto ederek çıkmış başka yok. Yoksa biz nelere alışkınız.
Mesela Isparta da davet edildik gittik salona tıklm tıklım sandalye dolu. Ön tarafta iki tane kadın var yanlarında da üç tane kız çocuğu var. Birde bizi davet edenler. Herhalde zannediyorum o kadınlar ve kız çocukları davet edenlerin eşerliydi herhalde. Çünkü kimse gelmediği için. Hiç olmazsa….
Şimdi, dolayısıyla gerçekten yani buradan da o bilhassa o din görevlilerine özellikle Rize Müftüsü İlyas SERELLİ beye ki çok eski bir dostumuzdur, hakikaten çok teşekkür ederiz. Diğer ilçe müftüleri de öyle, Trabzon müftüsü de. Yani çok güzel, on iki tane program ama çok büyük bir zevkle yaptık. Sabahın erkeninden başla gece saat yarıma kadar sürekli meşgul. sürekli meşgul. Yani insan zevk duyduğu işi ne kadar çok yaparsa yapsın yorulmuyor. Ama buraya geldikten sonra sadece ayaklarının şiştiğini hissediyor. Bunu da size bildirmiş olayım. Namazdan sonra tekrar buluşuruz inşallah.