Bu gün Bakara suresinin/2 34 ve devamı ayetlerini okuyacağız. Üzerinde asıl duracağımız konu, cennet konusu olacak. Âdem (as)’ın cenneti bu dünyada bir bahçe miydi, yoksa cennet derken bizim aklımıza geldiği gibi ahirette müminlerin gidecekleri cennet miydi? Asıl üzerinde duracağımız konu bu olacak inşallah. “Bir gün meleklere Âdem’e secde edin dedik. Hepsi secdeye kapandı. Sadece İblis kapanmadı. Direndi, kendini büyüklerden gördü, büyüklendi ve kâfirlerden oldu. ” (2/34).
“Dedik ki; Âdem! Sen ve eşin şu cennete yerleşin..” (2/35). “Cennet” kelimesi Arapçada “üzerindeki bitkiler sebebi ile toprağının üstü örtülen gölgelenen yer” anlamına gelir. Yani, biz bahçe dediğimiz zaman bunu hemen anlamayız. Türkçemizde “evimizin önünde bahçe var” dediğiniz zaman “ağaç da var mı?” diye sorarsınız. Hâlbuki Araplar için, cennet dediğiniz zaman kesinlikle ağacı vardır, bitki örtüsü vardır. Dolayısı ile “altından ırmaklar akan cennet” dediğiniz zaman bir Türk için bu çok garip bir şey olur, “altından nasıl ırmak akar?” dersiniz. Hâlbuki Arap için son derece normaldir, çünkü Arap “cennet” derken onun üzerindeki bitki örtüsünü anlar, zaten ırmaklar onun altından akar. Biz şimdi “altından” dediğimiz zaman, toprağın altından akacağını hayal ederiz. Arap, toprağın üzerinden ama oradaki bitki örtüsünün altından aktığını düşünür. Bu ayetleri okuyalım da, inşallah haftaya başka bir açıdan okuruz ayetleri. “Dedik ki; Âdem! Sen ve eşin şu cennete (bahçeye) yerleşin. İstediğiniz yerden bolca yiyin. Şu ağaca yaklaşmayın, o zaman yanlış yapmış olursunuz.” (2/35).
“Şeytan o ikisini oradan kaydırdı ve bulundukları yerden çıkardı. Dedik ki; inin oradan aşağı, biriniz diğerine düşman olacak. Sizin için bu topraklarda belli bir süre kalış ve bir süre yararlanma hakkı vardır.” (2/36).
“Âdem Rabbinden bir kısım kelimeler aldı ve tevbe etti. Allah tevbeleri kabul eden ve çok merhametli olandır.” (2/37).
“Dedik ki; hep birlikte oradan inin..” “ihbitû” çoğuldur, yani Âdem, Havva ve Şeytan, üçü de birden oradan iniyor. “..Bizden size bir yol gösteren gelirse, kim benim yoluma uyarsa böylelerinin üzerinde ne korku olacak, ne de üzüleceklerdir.” (2/38).
“Ama kâfirlik eden (doğru yolu görmezlikten gelen) ve ayetlerimiz karşısında yalana sarılanlar, onlar cehennem halkıdırlar, sürekli orada kalacaklardır.” (2/39).
Gelenekte daha çok, buradaki cennetin ahirette gidilecek olan cennet olduğu söylenir. Biz de uzunca bir zaman böyle zannettik, sonra baktık ki burada bir yanlışlık var. Çünkü Allah-u Teâlâ Âdem (as)’ı bu topraklarda yaratıyor, bununla ilgili çok sayıda ayet var. Bu toprakta yarattıktan sonra, Âdem (as)’ın yerine geçecek bir nesil yaratacağını da bildiriyor (geçtiğimiz haftalarda yaptığımız derslerde gördük) ki onun için “halife” ifadesi kullanılıyor. “Halife”, “mahluf” manasına, yani Âdem’den sonra onun yerine geçecek bir nesil oluşturacağını Cenab-ı Hakk bildiriyor. Ve orada ifade şu, diyor ki; “Rabbin meleklere; ben bu toprakta (ardda) bir halife yaratacağım dediği gün..” (2/30).
“Arz” kelimesi çok önemli biliyorsunuz, defalarca okuduk. Dünyaya, Cenab-ı Hakk “arz” diyor, bir de “semavat” diyor değil mi? “Arz”, “bu dünya”, “semavat” ise “bunun üzerinde bulunan yedi kat gök” anlamındadır. Cennet nerede?
Bir kere Kuran-ı Kerimde cennetle ilgili bize birçok bilgiler veriliyor. Mesela Allah-u Teâlâ diyor ki Ali İmran suresi/3 133. ayette; “Yarışın, Allah’ın mağfiretine doğru yarışın..” Yani çalışın da Cenab-ı Hakk sizin kusurlarınızı örtsün. İnsandır, kusurunun olmaması diye bir şey olmaz. “..ve genişliği gökler ve yer kadar cennet için yarışın.” diyor.
Şimdi bir yarışma yapıldığı zaman önüne bir ödül konulur ve bu ödül alınır değil mi? Mesela, yarışmada birinci gelene şu otomobil verilecek denir. O otomobilin tamamı o kişiye verilir. Şimdi, bu ayetten anlaşıldığına göre bir kişiye verilecek cennet oluyor bu, genişliği gökler ve yer kadar olan. Peki, o cennet nerede?
Necm suresinden/53 biliyoruz, yedi kat göğün üzerine, Peygamber (sav) oraya çıkıyor miraçta. “Sidretül Münteha’nın yanına kadar” (3/14) çıktı peygamberimiz yedinci kat semaya, “Onun yanında Cennetül Meva var” (3/15). Demek ki oradan, yedinci kat semadan başlıyor cennet.
Allah-u Teâlâ kıyamet günü cennetle ilgili olarak; “ Cennet yaklaştırıldığı zaman, her nefis ne hazırladığını öğrenecektir.” (Tekvir suresi/81 13-14). Nasıl yaklaştırılıyor? Göklerin bir rulo gibi dürüleceğini bildiriyor Cenab-ı Hakk ve bir kenara konulacağını. Ama yer duruyor! O zaman, yerden baktığımız zaman cenneti görmemize engel olan sadece gökler değil mi? Onlar dürüldümü, cennet yaklaştırılmış gibi gözüküyor.
Şimdi tüm bunları gördüğünüz zaman; Âdem (as) bu yeryüzünde yaratılmış ve yeryüzünde Allah-u Teâlâ “bir halife oluşturacağım” diyor. Henüz Âdem (as)’a secde edilmesi emrinin verildiği falan yok. “Yeryüzünde bir halife oluşturacağım” diyor. O zaman, Âdem (as) tekrar göğe, yedinci kat semaya mı gitti? Oradaki cennete girdiyse, oradaki cennetten çıkılmaz dışarıya. Oradaki cennet imtihan yeri değil. Oradaki cennete Şeytan giremez. Oradaki cennete girdimi insan, artık ebedi olarak mutlu yaşar. Orada imtihan yok. Orada, “şu ağaçtan ye, bundan yeme” yok ki! “..Orada canınız ne çekerse hepsi sizin” (Fussilet suresi/41 31) diyor.
Şimdi bütün bunlara baktığınız zaman diyorsunuz ki; “Allah, Allah! Bu Âdem (as)’ın cenneti, ahiretteki cennet olamaz.” Bu defa kitaplara bakıyoruz. Arkadaşlarımız araştırmalar yaptılar, daha önce de yaptılar. Bu çalışmayı önce Mehmet Ruzi (13.26 dk, isim doğru mu?) Hoca başlattı, sonra da biz tam bir kanaate vardık ki Âdem (as)’ın cenneti dünyada bir bahçe. Kesin bir kanaate vardık. Sonra tabi kitaplarda araştırınca, Ebu Hanife’nin bu görüşte olduğu, İmam Maturidi’nin de bu görüşte olduğu, Reşit Rıza’nın ifadesine göre; Ehli Sünnetin doğruları araştıran ulemasının da bu görüşte olduğu ifade ediliyor. Yani bu bahçe, bu dünyada bir bahçedir.
Öbürleri yani ahirette bir bahçe diyenler şöyle bir delil ileri sürüyorlar, diyorlar ki; “cennet” kelimesi dünyadaki bir bahçe için kullanılır. Mesela Bakara suresinin/2 265. ayetine bakın “Mallarını Allah rızasını kazanma arzusu ile harcayanlar ve kendilerini sabitleştirmek için harcayanlar..” Yani öyle yapıyor ki Allah için mal vererek kendisini sağlamlaştırıyor. Çünkü Allah için malı verdiğiniz zaman Allah’ı daha çok sevdiğinizi ispatlamış oluyorsunuz, sadık olduğunuzu gösteriyorsunuz, o mala da sadaka deniyor. Bunların yapmış oldukları nedir? “ke meseli cennetin bi rabvetin”, “..bunların durumu yüksekçe bir yerde bir bahçeye benzer..” diyor. Bakın burada “cennet” kelimesi geçiyor. “..Bol yağmur almış ve ürünlerini iki kat vermiştir..” Şimdi bu dünyadaki bahçe değil mi? “..Eğer yağmur almasa bile çisenti ile idare eder. Allah ne yaptığınızı görür.” Ondan sonra da cennet kelimesinin geçtiği ayet devam ediyor ama zamanımız fazla olmadığı için geçtiği için onu okumuyorum.
Şimdi diyorlar ki buradaki “cennet” elif lam’sız. Yani “el cennet” şeklinde değil, “el cennet” olursa mutlaka ahiretteki cennettir! Bakalım gerçekten doğru mu?
Kalem suresinin/68 17. ayetini açalım. Burada ne diyor; “Biz onları mutlaka zor bir imtihandan geçireceğiz..” “ke mâ belevnâ ashâbel cenneh”, “..ve cennet ashabını ağır bir imtihandan geçirdiğimiz gibi..”. Kim bunlar? İşte elif lam’lı, “ashâbul cenneh”, “bahçe sahipleri”. Ahiretteki cennete gidenlere de “ashabul cenneh” diyor değil mi Kuran-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ? “O bahçenin sahiplerini ağır imtihandan geçirdiğimiz gibi bunları da geçireceğiz. Yemin etmişlerdi, sabah erkenden gidecek ürünlerini toplayacaklardı.” Şimdi, bu ahiretteki cennet mi? İşte elif lam’lı, işte “ashabul cenneh”! O zaman öbür iddiada bulunanların delili kalmıyor.
“İstisnada bulunmuyorlardı.” (68/18). “İnşallah”, “Allah nasip ederse” diye bir şey yok. “Bak kesin karar, sabahleyin erkenden gidiyoruz ve ürünü toplayacağız.”
“Onlar uyurken Rabbinden bir bela geldi o bahçeyi yaktı kuruttu. Sanki o bahçenin bütün ürünleri toplanmış gibi oldu.” (68/19-20). Hiçbir şey kalmadı yani.
“Sabah erken kalkıp birbirlerine bağırdılar.” Tabi kısık sesle birbirlerine sesleniyorlar. “Uyumayın, kalkın, acele edin eğer bu gün ürünü toplayacaksanız erkenden gidin.” “Kimse duymasın diye parmaklarının ucuna basa basa gittiler.” Niye? “Bugün şimdi fakir fukara gelecek sesinizi çıkarmayın, sessizce gidin.” (68/21-24).
Anlatıyorlar, onların babası ürün zamanı olduğu zaman bütün fakir fukaraya haber verirmiş. “Herkes kabını alsın gelsin”. Tabi Cenab-ı Hakk’ta ona göre bol veriyor. Onlar da, “babamınki de iş miydi!” diyorlar. Erkenden diyorlar ki “böyle bir fakir, bir miskin gelip te aranıza girmesin”.
“Güçleri yettiğince hızlı gittiler. Bahçeyi görünce dediler ki, biz başka bir yoldan geldik galiba, burası bizim bahçemiz olamaz. Hayır, hayır bizim bahçe ama biz mahrum bırakıldık. Ortanca dedi ki; ben size dememiş miydim, Allaha boyun eğseniz olmaz mı?” (68/25-28). Yani şu bahçenin hakkını önce fakir fukaraya verseydik.
“..ürün toplama gününde hakkını ver..” (Enam suresi/6 141) diyor ya Allah-u Teâlâ.
(Onlar hep Müslüman insanlar) “Onlar dediler ki; Rabbimiz biz sana boyun eğeriz. Biz yanlış yaptık.” (68/29) diyorlar.
Bakın “ashâbul cenneh” bunlar, demek ki “el-cennet” kelimesi Kuran-ı Kerim’de öyle mutlaka ahiretteki cennet manasında kullanılmıyormuş.
“(Biz bundan sonra tevbekar olursak) Umarız ki Cenb-ı Hakk bunun yerine daha hayırlısını verir bize.” (68/32). Biliyorsunuz hatasından tevbe edipte ıslah olanların Allah hem günahlarını affediyor, hem de günahlarını sevaba çeviriyor. Bunlar da “Allah daha iyisini verir diye umarız” diyorlar.
“Biz Rabbimizden bekliyoruz her şeyi (başkasından beklemiyoruz).” (68/32) diyorlar.
“İşte azap böyledir..” (68/33). Siz her şeyi oluşturursunuz, tam neticeyi alacağım dersiniz elinizden kaçar. İşte azap bu! Birçok kimse tam cennete gideceğim diye dünyada birçok şeyi hazırlar, hazırlar, bir de gider ki cehennem! İşte azap bu. “Ahiret azabı daha büyüktür. Bunu bir bilselerdi.” (68/33).
İşte bütün bunları gördüğümüz zaman bu bahçenin ahiretteki bir bahçe olamayacağı ortaya çıkıyor. Çünkü Âdem (as) buradan gökyüzüne gidecek, oradan geri gelecek. Allah da böyle bir kişi için diyecek ki “Yeryüzünde bir halife yaratacağım.” Sonra Âdem (as) bahçeye girecek, Allah’ta “Bak şu ağaçtan yeme, Şeytan sizi bu bahçeden çıkarmasın” diyecek. Şeytanın ahiretteki cennette ne işi var?
Şimdi, burada bir takım hadisler de uyduruluyor. Niye uyduruluyor dediğimi siz çok rahatlıkla anlarsınız da, sizin dışınızdakilerin dinlerken anlamaları biraz zor olur.
İbni Huzeyme’nin et-Tevhidinde şöyle bir hadis, bir rivayet geçiyormuş; Allah-u Teâlâ bütün müminleri toplayacak, cenneti onlar için yaklaştırılacak. Yaklaştırıldığı zaman Âdem (as)’a gelecekler diyecekler ki; “Babamız, şu cennetin kapısının bize açılmasını iste!” O da diyecek ki; “Benim hatamdan dolayı cennetten çıkarılmadınız mı, ben nasıl isteyeceğim” diyecek deniliyor. Bu da bir delil olarak gösteriliyor.
Bir kere öyle mahşer meydanında Cenab-ı Hakk ne diyor “O gün Allah’ın müsaade ettiğinden başkası ağzını açamaz.” (Nebe suresi/78 38). Yok, oradan oraya gidecekler, sanki Cenab-ı Hakk’ın rahmetine, merhametine güvenleri yok da bir takım torpiller arıyorlar. Böyle bir şey yok. Bir kere mahşer yerinde şefaat diye bir olay yok! Kesin olarak yok.
Bir başka hadis daha uyduruluyor. Bu da Ebu Davud’da geçiyor.
Musa (as); “Ya Rabbi, kendisini ve bizi cennetten çıkaran Âdem’i bana bir göster” demiş. (Nerede demiş? … (25.45 dk, anlaşılmıyor). Uydur uydur söyle, ne olacak ki.)
Allah-u Teâlâ’da göstermiş, “İşte Âdem bu” demiş.
Ondan sonra, Musa (as) gidip Âdem (as)’a diyor ki; “Sen babamız Âdem misin?”
Âdem (as); “Evet” diyor.
Musa (as); “Allah sana kendi ruhundan üfledi değil mi? Bütün isimleri öğretti. Meleklere emretti sana secde ettiler.” diyor.
Âdem (as); “Evet” diyor.
Musa (as); “Sana ne oldu ki hem kendini hem de bizi cennetten çıkardın?” diyor. (Bu tamamen Hristiyanlığa, o ilk günaha falan uyuyor.)
Âdem (as) diyor ki; “Sen kimsin?”
Musa (as)’da diyor ki; “Ben Musa’yım.”
Âdem (as); “İsrailoğullarının peygamberi Musa değil mi?” diyor, “Allah seninle perde arkasından konuştu, seninle kendi arasına bir elçi de sokuşturmadı.” diyor.
Musa (as) ; “Evet” diyor.
Ondan sonra diyor ki Âdem (as); “Sen bilmiyor musun, ben yaratılmadan önce bu husus Allah’ın kitabında yazılıydı.”
(Yani, benim cennetten çıkarılacağım yazılıydı. Sanki Allah-u Teâlâ oyun oynamış. Haşa! Allah önceden çıkarılacağını yazıyor, sonra da Âdem’e “niye bunu yaptın, niye bunu yaptın” diye soruyor. Maalesef bir kadercilik anlayışı biliyorsunuz Müslümanlara yerleştirilmiştir.)
Âdem (as); “Allah-u Teâlâ’nın önceden vermiş olduğu bir karardan ötürü sen beni ayıplıyor musun?” diyerek Musa (as)’ı susturmuş bu şekilde.
Peki, “ayıplıyor musun?” diye Musa (as)’ı susturuyorsun da, farzet ki bu doğru. Bu doğru olsa, haşa, Cenab-ı Hakk’a demesi lazım en baştan bunu. Hani o ağaçtan yediği zaman Cenab-ı Hakk diyor ki; “Ben seni yasaklamamış mıydım? Sana dememiş miydim ki şundan yeme.” O zaman deseydi ki Âdem (as); “Ya Rabbi, sen beni yaratmadan bunu yazmıştın niye beni suçluyorsun?” olmaz mıydı? Yani bakın nereden nerelere geliniyor!
Burada yeri gelmişken bir şeyi daha kısaca anlatalım size. Bakara suresinin/2 254. ayetini açalım lütfen. Ahirette Âdem (as)’a gidiyorlar, “bizi cennete sok” diye şefaat istiyorlar ya onunla alakalı çok kısa bir tur yapalım.
Allah-u Teâlâ orada şöyle diyor; “Müminler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcayın. Bir gün gelmeden önce. O gün alış veriş yok dostluk yok, şefaatte yoktur..” Hangi gün? Kıyamet günü! Bu şekilde verilen cümle cümle meal aşağıdaki şekilde daha anlaşılır olabilir mi?
“Müminler, alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmadığı o gün (kıyamet günü) gelmeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcayın..” (30. dak)
Kıyamet günü öyle bir şey yok. Kimse kimseyi kayıramayacak kıyamet günü. Biz daha önce diyorduk ki; “Allah-u Teâlâ’nın müsaade ettiği kişiler okulda diploma verir gibi bunların girişini veriyorlar.” En son çalışmalarımızda baktık ki oda değilmiş. Maalesef bizim bir şanssızlığımız var kendi kendimizle yarışmak zorunda kalıyoruz. Dolayısı ile her yeni araştırma ile yeni noktalara ulaşıyoruz. Mahşer yerinde kesinlikle kimsenin kimseye şefaati söz konusu değil, hiçbir şekilde!
Peki, mesela hemen ondan sonraki ayeti kerimede var. “..menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih..”, “..Allah’ın yanında şefaat edecek kimmiş! Allah’ın izni olmuş başka..” (2/255).
Bundan da bir şefaat olacağı anlaşılıyor değil mi? Bakın, bir önceki ayette hiç şefaat yok diyor. Bu ayetten ise Allah’ın izni olursa şefaat olacağı anlaşılıyor. O zaman ayetler arası ilişki ile meseleyi ortaya koymamız gerekiyor.
Az önceki ayet (2/254) kesin olarak şefaati olmayacağını bildirdi mi? Şimdi, ahirette insanlar üç grup oluyor. Temelde iki grup. Bir grubu hiç cehenneme uğramadan doğrudan cennete gidiyor. Bir grubu da cehenneme gidiyor. Cehenneme gidenler iki gruba ayrılıyor. Bir grubu bir müddet sonra oradan çıkarılıyor. Diğer grubu orada kalıyor. Şimdi, oradan çıkanlar nereye gönderiliyor? Her birisi kendi yakının yanına gönderiliyor. Ve ayetlerden anlaşılıyor ki insanlar onların kendi yanlarına gelmesi için dua edebiliyorlar. Peki, bunlar kim?
Enbiya suresi/21 98. ayeti açalım lütfen. “Siz ve Allah’la kendi aranıza koyarak kul olduklarınız cehennem odunudur. Siz oraya gireceksiniz.”
“Bunlar ilah olsalardı cehenneme girmezlerdi. Bunların hepsi (hem o ilahlar hem de onlara tapanlar) cehennemde ebedi olarak kalacaklardır.” (21/99)
“Onların orada paylarına düşen zefirdir (iniltili, hızlı ve hırıltı şeklinde nefes almaktır). Orada duymayacaklarda gürültüden.” (21/100)
Şimdi bu bir grup. Bunlar sürekli cehennemde kalıyorlar. Ondan sonra ne diyor?
“Daha önce kendilerine hüsna sözü verilmiş olanlar cehennemden uzak kalacaklardır.” (21/101).
Bunu hatırlarsınız, Necm suresi/53 32. ayetindeydi. Ondan önce aynı surenin 31. ayetinde Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor; “Göklerde ne var yerde ne varsa Allah’ındır. Yanlış yapanları yaptıkları karşılığında cezalandırsın, iyilik yapanları da daha iyisi ile cezalandırsın.” Şimdi “ihsan” mertebesi hadislerde geçiyor ya, işte burada da ihsandan (ayette geçen “hüsna”) bahsediyor.
Peki, ihsan mertebesinde olan insanlar günah işlemeyen insanlar mı? Ne diyor bakalım Allah-u Teâlâ; “Günahın büyüklerinden ve fuhuştan kaçınan kimselerdir bunlar, diğerleri olabilir…” (53/32).
Demek ki sıfır günahlı değil. Günahların büyüklerinden ve fuhuştan kaçınırsa. Peki, yapmışsa? Tevbe ettiği zaman yine Cenab-ı Hakk günahlarını sevaba çeviriyor. Tevbe eder, durumunu ıslah ederse tabi. Tevbede affediyor, durumunu düzeltirse sevaba çeviriyor. Demek ki o “hüsna” sözü verilenler, büyük günahlardan ve fuhuştan kaçınanlarmış. Bunlar ahirette sıfır günahlı olmuyor, büyük günahları ve fuhuş yok. Diyor ki Allah-u Teala; “İnnellezîne sebekat lehum minnel husnâ..”, “Kendileri için bizden hüsna sözü verilmiş olanlar..” (21/101), işte o ayette belirtilenler. “..ulâike anhâ mub’adûn.”, “..onlar cehennemden uzak kalacaklardır.” (21/101).
“Cehennemin uğultusunu bile işitmeyeceklerdir. Canlarının çektiği şeyde sürekli kalacaklardır.” (21/102). Öyle şundan ye bundan yeme yok Adem (as)’ın bahçesi gibi. Yoksa şeytan seni çıkarır diye bir olay yok. Şeytanın ne işi var cennette!
“O büyük sıkıntı bunları hiç üzmeyecek. Melekler bunları karşılayacaklar. Size söz verilen gün bugün işte.” (21/103).
Müşrik olanlar, Allah’la aralarına ilah koyanlar cehennemde ebedi kalıyor. Büyük günah işlemeyenler hiç cehennemin uğultusunu bile duymadan doğrudan cennete gidiyor değil mi? Peki, büyük günah işlemiş müminler ne yapacak? Müşrik değil, ama büyük günah işlemiş.
Şimdi Meryem suresi/19 68. ayeti açalım. Bu ayette Cenab-ı Hakk diyor ki; “Onları ve şeytanları Rabbine yemin olsun orada toplayacağız..” Şeytanlar insan ve cin şeytanlar değil mi? Yoldan çıkan herkes için de söylenen bir kelime. “..Cehennemin (alevli ateşlerin) çevresinde diz çökecekler.” Ayakta duracak halleri yok çünkü.
“Sonra her bir gruptan, Allah’a en fazla isyan edenleri ayıracağız.” (19/69). Yani cehennemde ebedi kalacak olanları.
“Orada kızarmaya kim daha layıktır elbette biliriz.” (19/70)
“Sizden de her biri oraya gidecek..”, “sizden” derken, direk cennete gidenlerin dışındakiler, büyük günahla ölmüş olanlar. “..Bu, Rabbin üzerinde kesin karar verilmiş bir şeydir.” (19/71). Yani Rabbin bu sözü kesin olarak vermiştir.
“Müttaki olanları kurtaracağız..” Hangi müttaki bu? Cehenneme girenler. Bu takva şirkten korunanlar demektir, kendilerini şirkten koruyanlar. Onun dışında bütün günahlara sahip olabilirler. “..ama diğer zalimleri orada diz çökmüş olarak bırakacağız.” (19/72). Demek ki bir grup cehenneme girip, cehennemden Cenab-ı Hakk tarafından kurtarılacak. Peki, nasıl kurtarılacak?
O da Tur suresinde, 52. sure. 21. Ayetten itibaren okuyalım. Diyor ki Allah-u Teâlâ; “İman etmiş, zürriyetleri imanla kendilerine tabi olmuş (Yani bu cehennemdekiler. İman etmiş diyor, oradaki takvanın ne olduğunu bu ayet, 19/72, anlatıyor.) kişiler, onların soyundan olanları kendilerine katacağız (bunların yanına alacağız)..”
İşte şefaat, “şefh” (43:45 dak., doğru mu yazıldı?) kelimesi “iki” demek, “yanına almak” demektir. Cehennemden çıkarılacak, cennettekilerin yanına alınacak. Tabi Allah onun bütün kuralını bu dünyada iken koymuş. Onun için “Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, koyduğu kurala uyan için bunu bağışlar…” (44:10 dak., bu kısım ayete dahil mi değil mi?) (Nisa suresi/4 48). İşte kurala uyan bu.
Peki, benim cennette bir akrabam yoksa? Adem (as) var ya, onun yanına gidersin. Büyükbaban orada. Dolayısı ile yeter ki ahirete büyük günah işleyerek gitmeyin. İşte şefaat bu, başka bir şey değil. Yoksa mahşer yerinde kimsenin kimseye şefaati yok. Buradaki şefaat kurtarma değil, Allah zaten kararını bu dünyada vermiş. Onun yanına alıyor, bu insanlar Cenab-ı Hakk’a bunun duasını da yapmış olabilirler. Allah’tan isteyebilirler. Onunla ilgili de bir ayet vardı şu anda aklımda değil. (Bu ayet buraya eklenebilir mi?)
Şimdi, tekrar başa dönelim. Adem (as)’ın cenneti bu dünyada bir bahçedir. Peki, neresi olabilir? Ali İmran suresi/3 96. ayete bakalım. “İnsanlar için yapılmış olan ilk ev elbette ki Mekke’de olandır.”
İlk evde kim oturur? İlk insan, Adem (as). Kabe-i Şerifin bulunduğu yer, yapılan araştırmalara göre, bugün kara parçalarının tam merkez noktasıdır. Zaten Allah-u Teâlâ’da oraya “ümmül kura” diyor. Yani “ana kent”, “bütün kentlerin anası” diyor. O zaman yerleşimin başladığı yer neresi oluyor? Mekke oluyor. Adem (as) bir binayı tabi ki yapar. Geçen hafta okuduk, Allah ona her şeyi öğretmiş, zor bir şey değil ki. O binayı orada yapıyor.
Şimdi bir kurgu yapacağım. Adem (as)’ın bahçesi benim anladığım kadarı ile -ispat et derseniz edemem, ama kendime göre delilleri koyduğum zaman- bugünkü Arafat. İşte, yüksekçe yerde bir bahçe. Adem (as)’ın bahçesi orası. Şeytan, cennetten çıkmasına sebep oluyor, oradan çıkıyorlar. Tabi o arada birbirlerinin cinselliklerini de anlıyorlar, o meyveyi yedikleri zaman. Dolayısı ile çıktıkları zaman Müzdelife’den –“Müzdelife” kelimesinin anlamı “birleşilen yer” demek. Yani karı kocanın gerdek gecesi gibi düşündüğünüzde birleştikleri yer. Oranın bir adı da “Cem”dir. O da aynı manaya gelir- aşağı inerken, bahçeden çıkmanı ne demek olduğunu çok iyi anlamışlardır, geceyi orada geçirmişlerdir. Orada her şey bol idi, şimdi sıkıntılar başladı.
Aşağıya indikleri zaman mutlaka Şeytan’ı orada taşlamışlardır. Niye? Çünkü Allah-u Teâlâ Şeytan’ı oradan çıkardığı zaman ne diyor? “Çık oradan. Sen taşlanacaksın.” (Hicr/15 34). O zaman bu taşlanma eyleminin yapılması lazım, değil mi? Âdem (as) ve Havva validemiz mutlaka Mina’da Şeytan’ı görmüş ve taşlamışlardır.
Biz, “Euzübillahimineşşeytanirracim” diyoruz, değil mi? “Taşlanmış Şeytan’ın şerrinden Allah’a sığınırız.” dediğimiz için hacca giden herkes o “euzu” dediklerinde söyledikleri sözü bir gerçekleştiriyorlar. Orada Şeytan taşlama denen olay var. Eminim ki orada gerçek manada Şeytan’ı taşlıyorlardır. Her ne kadar sembollere atıyorsak da o kadar basit bir olay değildir.
Ondan sonra Âdem (as) Mekke’ye inmiş ve o ilk beyti yapmıştır. Şimdi, orada bir şey daha söylüyor Allah-u Teâlâ; “İnsanlar için konmuş olan ilk bina elbette ki Mekke (Bekke)’de olandır..” (3/96). Bu “Bekke” kelimesi Tevrat’ta da var. Tamamen burasıdır (Kâbe) ve bu Kâbe’den bahseden ifadeleri vardır bugünkü Tevrat’ın da. Oranın adına “Bekke” diyor, “Mekke” demiyor. Kuran-ı Kerimde de “Bekke”dir. “.. (ki o) bereketlidir ve tüm âleme bir hidayettir.” (50:10 dak. küçük bir düzenleme yapıldı, uygu mudur?) (3/96). Yani bir hedef. Yani kıble! Bütün âleme kıble! İlk kıble ve en son kıble Kabe-i Şeriftir.
Kudüs’teki Beyt-i Maktis’in kıble olması geçici bir süredir. Davud (as) zamanında ona gelen bir vahiy ile bugünkü Kubbet-üs Sahranın olduğu yeri ki orası bir kadına ait harman yeriymiş, satın alıyor. Sonra oğlu Süleyman (as) orayı mabet haline getiriyor, Süleyman Mabedi dediğimiz. Bir süre oraya dönülerek ibadet yapılıyor. Peygamberimiz (sav)’de başlangıçta oraya dönüyor, çünkü Allah-u Teâlâ Enam suresinde/6 bütün peygamberleri saydıktan sonra, peygamberimize diyor ki; “Onlar Allah’ın yol gösterdiği kimselerdir, sen de onların yoluna uy..” (51:30 dak. küçük bir düzenleme yapıldı, uygu mudur?) (6/90).
Dolayısı ile Yahudiler namaz kılarken Beyt-i Maktise döndükleri için peygamberimiz o tarafa dönmüştür. Allah böyle emrediyor. Daha sonra kıble tekrar Kabe’ye dönmüş ve Allah-u Teala orada diyor ki; ”..Ellerinde kitap olanlar çok iyi bilirler ki Kabe’ye dönerek ibadet yapmak kendi Rableri tarafından belirlenmiş bir gerçektir..” (2/144).
Dolayısı ile bütün bunları birleştirdiğiniz zaman ve hac ibadetlerinin yapıldığı yerler. Mesela İbrahim (as) Kâbe’yi yapmıştır ama sıfırdan değil, yeniden yapmıştır. Çünkü İbrahim (as) ile ilgili ayet-i kerimede; “İbrahim yaptı” demiyor. Ne diyor? “İbrahim o beytin temellerini yükseltiyordu..” (2/127).
Olan temel yükseltilir, olmayan değil. Çünkü Nuh tufanında o beyt kaybolmuş. Sonra Cenab-ı Hakk İbrahim (as)’ı oraya kadar gönderiyor ve Kabe’nin temellerini yükselttiriyor ve İbrahim (as) Cenab-ı Hakk’a dua ediyor; “.. ibadet yapacağımız yerleri göster..” (2/128) diyor. Çünkü ibadet eskiden beri yapılıyor zaten. Yani orada hac ve umre Adem (as)’dan beri yapılıyor. Sadece kısa bir süre Nuh tufanı ile birlikte kaybolmuş.
İşte bütün bunları birleştirdiğimiz zaman ortaya çıkan; Adem (as)’ın cennetinin Arafat olmasıdır. Bunu bir delile dayanarak söylemiyorum ama benim düşüncem bu şekildedir.