Elhamdulillahi Rabbil Alemin
Vel akibetu lil muttekin
Ves salatu ves selamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain
Bugünkü dersimiz Bakara Suresi’nin 31. ayetinden itibaren başlıyor. Allah-ü Teala şöyle buyuruyor, est’eûzu billâh:
Ve alleme âdemel esmâe kullehâ “Allah Adem’e bütün isimleri öğretti.” summe aradahum alel melâikeh “Sonra onları meleklere gösterdi” fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîn “eğer biliyorsanız, eğer haklıysanız iddianızda şunların isimlerini bana bildirin bakalım dedi.” Kâlû subhânek “Dediler ki biz sana boyun eğeriz.” lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ “Bizim bir bilgimiz olmaz. Sen ne öğretmişsen odur.” inneke entel alîmul hakim “Bilen sensin, doğru karar veren de sensin.”
Geçen haftaki dersi hatırlarsınız. Ayeti kerimeyi bir daha okuyalım. Bir önceki ayet:
Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh “Rabbin meleklere yeryüzünde bir halife oluşturuyorum demişti.”
Buradaki halifeye ne mana vermiştik hatırlıyor musunuz? Kendi yerine geçilecek bir mahluk. Yani öncekinin yerine geçen değil. Halife Arapçada hem ism-i fail hem ism-i meful olabilir. İsm-i fail olursa Adem aleyhisselam yaratıldıktan sonra olan bir olay; Adem aleyhisselamın bir başkasının yerine geçmesi lazım. Ama ismi meful olarak alırsanız “mahluf” diye; “kendisinin yerine geçilecek bir varlık yaratıyorum”. Yani öyle bir varlık ki erkeği de kadını da birbirinin yerine talip olacak. Öyle olunca o kümes örneğini hatırlayın: Melekler -bütün hayvanların yaratıldığı bir sırada olduğu için bu konuşma – hayvanların liderlik mücadelesinde birbirlerini öldürdüklerini biliyorlar. İşte bir kümeste bir tane horoz olur; ikincisi olursa mutlaka kan akar. Çünkü bir hakimiyet mücadelesi, halifelik mücadelesi olur. Ama tavuklar arasında halifelik mücadelesi yoktur. Onların da halifelik mücadelesine girdiğini düşünürseniz yeryüzünde bir tek kümes olmaz.
Şimdi öyle bir insan, öyle bir varlık oluşturuyor ki Allah-u Teala, kadını da erkeği de diğerinin yerine geçecek vaziyette. O zaman iki tane horoz birbirini öldürüyorsa bunlar tümüyle birbirlerini öldürür diye endişe ediyorlar. Onun için Cenab-u Hakka diyorlar ki:
“kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ” “Ya Rabbi sen burada fesat çıkaracak…” Yani simdi o iki tane horozun şeyde dövüştüğünü düşünün, kümeste, kümes içerisinde tavuklar o tarafa kaçarlar bu tarafa kaçarlar kümesin içerisine girilmez olur. Birbirleriyle dövüşürken… E bunların hepsi halifelik mücadelesine gireceğine göre… “Senin olmasın benim olsun”, yok “bu makama ben geçeceğim sen olmaz”… Mesela kardeşler birbirlerini nasıl düşman görüyorlar, ayni meslekteki insanlar nasıl düşman görüyorlar… işte bu halifelikten kaynaklanıyor. Diyorlar ki “kan akar ve düzen bozulur” ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek “Tamam ama” yani bunu sana bir itiraz olarak algılama ya Rabbi demiş oluyorlar. “Biz sana boyun eğeriz çünkü sen yaptığın her şeyi güzel yaparsın.” Yani hamdin sebebiyle… Hamd yaptığını güzel yapmak demektir. “Hamdin sebebiyle sana boyun eğeriz. Ve senin yaptığın her şeyin temiz olduğunu da kabul ederiz.” Yani sen yaratmaya karar verdiysen mutlaka çok güzeldir çok temizdir. Ama bu bizim endişemizdir diyorlar. Allah-ü Teala da dedi ki “Ben sizin bilmediğinizi bilirim.”
İşte onların bilmediklerini gösteriyor Cenab-u Hakk onlara bugün okuduğumuz ayette. Meleklerin bilmediği taraf… Mesela bizde, meleklerle ilgili bilgilerimizde çok ciddi yanılgılar vardır. Mesela melekler gaybi bilmezler. İnsanın kalbinden geceni hiçbir melek bilmez. Onlara bildirilmiş olanın dışında herhangi bir şeyi bilmezler. Zaten az önce okuduğum ayet, şimdi okuyacağımız ayet de onu gösteriyor:
Ve alleme âdemel esmâe kullehâ “Allah Adem’e bütün isimleri öğretti” summe aradahum “Sonra o isimleri gösterdi” alel melâiketi “Meleklere gösterdi” O zaman olan varlıklar tabi, olacak varlıklar değil. fe kale “Dedi ki” enbiûnî bi esmâi hâulâi “Şunların isimlerini bana bildirin bakalım” in kuntum sadikîn “eğer haklıysanız” Bunlar tabi bilemedikleri için dediler ki: Kâlû subhânek “Ya Rabbi biz sana boyun eğeriz.” lâ ilme lenâ “Bizim herhangi bir bilgimiz olmaz” illâ mâ allemtenâ “Sen ne öğretmişsen odur onun dışında bir bilgimiz olmaz.” inneke entel alîmul hakim “Bilen sen, doğru karar veren sensin.”
Kâle yâ âdem. Allah-u Teala Adem’e hitaben konuştu. “Dedi ki Adem” enbi’hum bi esmâihim “Onlara şunların isimlerini haber ver bakalım” dedi. fe lemmâ enbeehum bi esmâihim “Onlara bu varlıkların isimlerini bildirdiği zaman” kale “Şöyle dedi Allah-ü Teala” e lem ekul lekum “Demedim mi size” innî a’lemu gaybes semâvâti vel ardı “Ben göklerin ve yerin gaybını bilirim.” İşte bakın bu ayet de gösteriyor ki, melekler gaybı bilmezler. ve a’lemu mâ tubdûne ve mâ kuntum tektumûn “Ben sizin açığa vurduğunuzu da bilirim, içinizde sakladığınızı da bilirim.” Belki de içlerinde sakladıkları bir kıskançlık da olabilir. Kıskançlık olabilir çünkü daha sonraki ayette İblis’in o kıskançlığını yenemeyip secde etmediğini görüyoruz.
Şimdi burada son derece önemli hususlar var. Arapça bilenler açısından… Hem Arapça bilenler için hem de sizin için çok önemli olan bir hususu sizlere anlatmak istiyorum. Diyor ki burada ayette:
Ve alleme âdemel esmâe kullehâ “Allah Adem’e isimlerin tamamını öğretti.”
Şimdi burada kulleha ifadesi… ha zamiri esma’ya gidiyor; bunların akıllı varlıklar olmadığını gösteriyor. Kulleha. Kulleha dediğiniz zaman; mesela melekler akıllı varlıklardır. Simdi Kulleha dediğiniz zaman… Hani akla şu geliyor: Çeşitli melekler var; belki melekler birbirlerini tanımıyor olabilirler. İşte bu akıllı varlıkları da Allah-ü Teala, onlar da varlıklardan olduğuna göre, onların adlarını da öğretti diye akla gelebilir de, bunu engelleyen husus kulleha’dir. Yani oradaki ha müennes zamiri akıllı varlıklara gitmez. Çünkü bunların içerisinde bir akıllı varlık olsaydı kullehum derdi Allah-ü Teala, kulleha demezdi. Demek ki Adem aleyhisselama öğrettiği varlıkların içerisinde akıllı olan yok.
Peki şimdi çok garip bir şey oluyor orada, ki bizim müfessirlerin içinden çıkamadığı bir husus var. Hangi tefsire baktıysak göremedik onu.
summe aradahum alel melâikeh
Şimdi orada kulleha; akıllı olmayan bir varlık olarak gözüküyor. “aradahum”de hum zamiri; onların akıllı varlık olduğunu gösteriyor. Yani Arapça bakımından. Çünkü hum zamiri akılsız varlıklara gitmez, akıllı varlıkları gösterir. Ama ha zamiri akılsız varlıkları gösterir. E nasıl oluyor? Simdi burada akılsız varlıkları gösterdi, sonra akıllı varlıklar… Akıllı akılsız nasıl oluyor?
(Katılımcı cevap verir)
Yo bir dakika cevap vermeyin, bir dakika… Şey yaparsanız hiç anlayamazsınız kusura bakmayın. Ben sadece anlayasınız diye soru soruyorum. Çünkü bunun cevabını veremezsiniz biliyorum. Gereksiz yere şey yapmaya lüzum yok. Anlayasınız diye soruyorum. Sizin cevabını vereceğiniz konuları, biliyorsunuz cevabını istiyorum ben sizden.
Şimdi tekrar ediyorum: Allah-u Teala akılsız varlıkların adlarını öğretiyor; sonra onları akıllı varlıklar gibi anlatıyor. Simdi bu iki şey müfessirleri iyice şaşırtıyor. Bazıları diyor ki “Bu işte Adem aleyhisselamın soyundan kıyamete kadar gelecek olan bütün zürriyetini göstermiştir. Bunlar akıllı varlıklardır.” Böyle olursa “el esmâe kullehâ” (Bakara 2/31) ifadesi yanlış olur. Kullehum demesi lazım. Yanlış olur.
İşte yok “Meleklerin adlarını öğretmiş” deniyor. Gene kulleha ifadesi yanlış olur. Simdi biz bunu biliyorsunuz… Hani uyguladığımız metot neydi? iste bunun cevabını verebilirsiniz. Kuran’ın Kuran’la açıklanmasıydı değil mi? Açıklamayı biz yapmaya kalkarsak isin içinden çıkmamız mümkün değil. Zaten Allah-ü Teala bize böyle bir yetki de vermiyor. Açıklamayı Cenab-u Hakk mutlaka Kuran-ı Kerim’in bir yerinde yapmıştır düşüncesiyle hareket ettiğimizden, bir de ferdi çalışmadığımızdan dolayı -o da çünkü Allah’ın emridir- bir ekip çalışması yaptığımızdan dolayı buradaki ayetleri doğru anladığımız kanaatindeyiz. Biraz sonra siz de göreceksiniz.
Şimdi tam buna benzer bir başka ayet var Kur’an-ı Kerim’de. 41. surenin 11. ayetini lütfen açalım. 476. sayfa. İsterseniz biz 9. ayetten başlayalım da zihnimizde olay tam canlanmış olsun. Allah-ü Teala burada şöyle buyuruyor:
Kul e innekum le tekfurûne billezî halakal arda fî yevmeyn “Bu yeryüzünü iki günde yaratan Allah’ı görmezlik mi ediyorsunuz, görmezlikten mi geliyorsunuz?” ve tec’alûne lehû endâdâ “Onu görmezlik edip de O’na özde benzeyen varlıklar mı oluşturuyorsunuz?” zâlike rabbul âlemîn “O tüm varlıkların Sahibidir” Sizin de Sahibinizdir nasıl görmezlik edersiniz? Ve ceale fîhâ revâsiye min fevkıhâ “Allah bu yeryüzünün içerisine üstten aşağıya doğru dağları yerleştirdi.” ve bâreke fîhâ “Bu toprağın içerisine bereket koydu.” ve kaddere fîhâ akvâtehâ “Toprağın içerisindeki gıdalarının ölçüsünü koydu, bütün formüllerini yerleştirdi” fî erbeati eyyâmin “Dört günde.” İki günde yarattı dört günde de bütün bunları tamamladı. Toplam altı gün; sırf dünyanın yaratılışı. sevâen lis sâilîn “Bu yiyecekler araştıranlar için eşit uzaklıktadır.” Kim çalışırsa elde eder çalışmayan bir şey elde edemez.
Summestevâ iles semâi “Sonra göğe yöneldi” ve hiye duhânun “Gök duman halindeydi.” İşte “Gökle yer bitişikken parçalandı” (Enbiya 21/30) ayetini hatırlayın.
fe kâle lehâ “Göğe dedi” Simdi bu leha; yine ha zamiri; müennes. Akıllı olmadığını gösteriyor. ve lil ardi “Ve yere dedi” ı’tiyâ tav’an ev kerhâ “isteyerek yada istemeyerek gelin dedi.” Kâletâ “Bu ikisi söylediler.” Bu da müennes. Bu da müennes; akıllı olmadıklarını gösteriyor. Ne dediler? eteynâ tâiîn “itaatkarlar olarak geldik.” Tâiîn; cem müzekker salimdir. Sadece akıllı varlıklar için kullanılır.
İki şey yan yana. Orada da “Ve alleme âdemel esmâe kullehâ” “summe aradahum” “esmâe kullehâ”daki bu esma’nın akılsız olduğu anlaşılıyor. “aradahum” akıllı olduğu anlaşılıyor. Hem akıllı hem akılsız.
Burada da kâletâ, akılsız olduğu; eteynâ tâiîn, akıllı oldukları anlamına geliyor. Simdi bu neyi gösteriyor? Simdi bir kaç tane daha ayet okuyacağım inşaallah da, bunu bir anlamaya çalışalım…
Şimdi Allah-ü Teala gökleri ve yeri kendine muhatap alıyor mu? “Gelin” diyor. “isteyerek yada istemeyerek” Onlar da buna cevap veriyor mu? Onlar cevap verirken kendilerini akıllı varlık kabul ediyorlar. Allah da kabul ediyor ki Kur’an-ı Kerim’e öyle koymuş.
Ne demektir bu? Dışarıdan baktığınız zaman göklerde ve yerde bir akıl göremezsiniz, bir şey yok. Bakıyorsunuz hiç bir şey yok. Ama işin içerisine girdiğiniz zaman orada bambaşka bir dünyayla karşılaşırsınız. Mesela şimdi bir atomu keşfedenler oradaki hareketi anlatıyorlar, oradaki boşlukları anlatıyorlar… İnsanın aklı fikri duruyor. Oradaki bir çekirdeğin içerisindeki dünyayı anlatıyorlar. Giriyorsunuz; küçüldükçe büyüyen bir alem! Büyük alemin bir örneği. Ve bunların içerisindeki hareketler son derece akıllıca hareketler. O zaman bizim cansız gördüğümüz bu varlıkların içerisinde bir canlılık, bir akıl var. Dış yönüyle öyle; ama içi akıllı. Onun için ifadenin bir kısmı, onun dıştan bakış sekline göre akılsız olarak “kaleta” ifade ediliyor. Ama verilen cevap “eteynâ tâiîn”; akıllı olduklarını gösteriyor. Yani su eşyada bizim bilmediğimiz… Eşyanın dili var, konuşması var. Simdi içinizde bu konunun uzmanları; mesela mikro biyoloji uzmanlarını buraya çıkarsak da o mikropların birbirleriyle iletişimlerini bir anlatsalar, konuşmalarını bir anlatsalar. Ya da fizik konusunda iyice araştırma yapmış olan bazı kimseler buraya çıksalar da oradaki o küçücük, o çok küçük maddelerin birbirleriyle iletişimlerinin ne olduğunu anlatsalar. Zaten onlarda o olmasaydı biz şimdi şuradan konuşup da bütün dünyaya bu yayını yapamazdık. Onlarda o özellik olmasaydı biz cep telefonuyla ya da bir başka şeyle iletişim kuramazdık. Simdi bunların dıştan görünüşü başka, içi başka.
O zaman ne demek bu? Demek ki melekler… Allah-ü Teala meleklere ne diyor? “Şunların…” Demek meleklerin hep göredurdukları şeyler. Baştan beri görüyorlar; var iste şu şu var… Ama onların iç özelliğini bilmiyorlar. O dış yönüyle bir akılsız varlıklar kısmını görüyorlar ama o içerisindeki o muhteşem bilgi kaynağından haberdar değiller. İşte Allah-ü Teala Adem aleyhisselama onların iç yapısını öğretiyor. İşte sizin bilmedikleriniz bunlar. Siz dışarıdan bakıyorsunuz; şurada güzel bir şey var, taş var güzel gözüküyor, ya da iste şurada bir maden var güzel gözüküyor, işte şurada bir hayvan var… Yani onun hayvan tarafını biliyorsun. Mesela karıncalar akıllı mı akılsız mı diye sorsak insanlara herkes “akılsızdır” der değil mi? Ama karıncalarla ilgili olarak Allah-ü Teala ne diyor?
Evet, 377. sayfayı açın… 477den 377ye, yüz sayfa geriye. 18. ayet değil mi? 17-18:
Ve huşire li suleymâne cunûduhu minel cinn “Süleyman için cinlerden olan orduları bir araya getirildi.” Yani görünmeyen orduları… vel insi “ve insanlardan olan orduları, cinlerden olan orduları bir araya getirildi.” vet tayr “ve kuşlardan olan orduları…”
Bak kuştan da ordu var. Emir alıyorlar, yapıyorlar iste. Hüdhüd gidiyor Belkıs’a. Oradaki davranışları; onların Allah’tan başkasına taptıklarını, bunun yanlış bir şey olduğunu gelip anlatıyor gayet güzel bir şekilde. Akılsız bir varlık bunu yapar mı? Süleyman aleyhisselam mektup gönderiyor onunla. “Bir bak bakalım ne diyecekler” diyor ve onun getirdiği haberle hareket ediyor. Simdi bir dıştan gördüğümüz başka, bir de bu varlıkların gerçek, içlerinde olan durum başka.
Şimdi;
“fe hum yûzeûn” “onlar böyle bölük bölük hale getirilmiş vaziyette iken” İşte Süleyman için toplandı bir araya getirildi bütün orduları. O şekilde sevk ediliyor askerleri gidiyor, böyle bölük bölük askerleri gidiyor Süleyman aleyhisselamın. Hattâ izâ etev alâ vâdin neml “Karınca vadisine kadar geldiler.” kâlet nemletun “Bir dişi karınca dedi ki”
Demek ki onların reisi dişi karıncaymış. Mesela şeylerin reisi de dişidir değil mi, bal arılarının. Yani her zaman erkek lider olmuyor. Bakın burada Belkıs’tan bahsedilir, Belkıs da bir bayandır ve melikedir. Yani Kraldır. Cenab-u Hakk Belkıs’ın krallığını hiç bir şekilde tenkit etmiyor; hatta onu övücü çok güzel ifadeler var. O zaman kadın şunu yapar mı bunu yapmaz mı diye tartışmanın bir anlamı yok.
Şimdi bir neml, bir karınca diyor ki diğer karıncalara: udhulû mesâkinekum. Simdi Arapça bilenler bakın: “Udhulû” cem müzekker salimle verilen bir emir. Akıllı varlıklara ancak böyle bir emir verilir. udhulû mesâkinekum “Evlerinize girin.” diyor. “Evlerinize girin.” lâ yahtımennekum suleymânu ve cunûduhu ve hum lâ yeş’urûn Diyor ki “Süleyman ve ordusu sizi ezmesin; bilmeden.”
Bilseler ezmezler diyor, bak burada onunla ilgili iyi düşüncesi de var. Yani sizi göremez ezerler… Sizi ezmesin içeri girin diyor. Bakın akıllı, tedbirli bir yönetici değil mi? Ve bunlar için kullanılan kelime akıllı varlıklar için kullanılan kelimedir. İşte Adem aleyhisselama öğretilen eşyanın bu tarafı. Bu tarafını melekler bilmiyor. Varlıkların bu yönü. Melekler dış tarafını biliyor sadece işin. E bizde de yani ilimden haberi olmayanlar ne olacak basit zannederler bu eşyayı şunu bunu. Ama bilenler öyle davranmazlar.
Şimdi insanlar da… Gene Kur’an-ı Kerim’de bu var. Hatta bir iki tane daha ben örnek vereyim de biraz daha pekişmiş olsun. Yusuf Suresi’nin 4. ayetine bir bakalım. 12. sure 4. ayet. Yani pekişsin diye onları şey yapalım, yoksa mesele anlaşıldı da… Kaç? 234. sayfa…
İz kâle yûsufu li ebîhi “Yusuf babasına şöyle dedi:” yâ ebeti “Babacığım” innî re eytu ehade aşere kevkeben “Ben on bir tane yıldız gördüm” veş şemse vel kamere “Güneşi ve ayı gördüm.” lî sâcidîn. Şey re eytuhum hum, evet doğru o da çok önemli. re eytuhum lî sâcidîn. “Onların bana secde ettiklerini gördüm.”
Buradaki Arapça bilenler gene farketmişlerdir; hum akıllı varlıklar için kullanılan bir kelimedir. Halbuki gördüğü ne? On bir tane yıldız, güneş, ay. sâcidîn kelimesi de gene cem müzekker salimdir; ancak akıllı varlıklar için kullanılabilir. Simdi denebilir ki işte “buradaki yıldızlar onun kardeşleriydi, işte güneş, ay annesi babasıydı” Ama Yusuf aleyhisselam bunu bilmiyor! Onu babası biliyor o sıra, o anda bilmiyor Yusuf aleyhisselam. O sadece gördüğü yıldızları, güneşi ve ayı anlatıyor. Onlar bana secde ediyor derken; çünkü onların tavırları akıllı varlıkların tavrı olduğundan dolayı Yusuf aleyhisselam böyle yapıyor, böyle bir ifade kullanıyor.
Şimdi bir de… Daha çok ayetler var da, burada sadece kayda geçsin diye soyleyim. Enam Suresi’nin 38. ayetinde de böyle bir durum var. Çok hızlı bir şekilde okuyayım o ayeti kerimeyi de:
Ve mâ min dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum “Yeryüzünde kımıldayan şeyler” Hayvanlar yani, hareket eden canlılar “ve uçan bütün kuşlar sizin gibi ümmetlerdir.” Hatırlayın buradan göçmen kuşların gidişini; tam bir askeri düzen içerisinde… Bir tane düzene uymayan görmezsiniz değil mi? O kuşların havada bir dönüşlerini hatırlayın; en küçük bir düzensizlik yok, mükemmel bir şekilde hareket ederler. “Onlar da sizin gibi birer toplumdur” diyor. Önderi olan lideri olan bir toplumdur. mâ farratnâ fîl kitâbi min şey’in “Biz bu kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık.” Yani bu ayetlerin açıklaması da orada var. Ama maalesef bizim geleneğimizde herkes “Kuran Kuran’la açıklanır. En iyi tefsir odur.” der ama, kimse ona yanaşmaz. Çünkü o zor bir iştir. O ferdi çalışmayla ulaşılacak bir şey değil; ekip çalışması gerekir. Ama bir de bu tefsire ulaştığınız zaman nasıl ufkun açıldığını da herhalde fark ediyorsunuzdur.
Şimdi bakın diyor işte: summe ilâ rabbihim yuhşerûn. Bakın yerde kımıldayan hayvanlar, gökte uçan kuşlar, güneş, ay… (Yahya Hoca uyarır.) Ha yukarıdaki ayetten mi şey yaptım? İki ayet alt alta… Burada güneşle ay yok yok. Ben de zaten ondan şaşırdım nasıl olacak diye, iyi ki hatırlattın. “Yeryüzünde kımıldayan hayvanlar, uçan kuşlar.” Diyor ki Allah-ü Teala bütün bunlar “Rablerinin huzurunda toplanacak” ilâ rabbihim; akıllı varlıklar için hum zamiri. yuhşerûn cem müzekker salim sigası; gene akıllılar için.
ilâ rabbihim yuhşerûn “Allah katında toplanacaklar.” Yani ahirette mahşer yerinde bu hayvanlar da olacak. Peygamberimiz demiyor mu: “Boynuzlu koyun boynuzsuz koyundan hakkını alacak.” Ona vurduğu zaman…
Ve izel vuhûşu huşiret. “Vahşi hayvanlar bir araya getirildiği zaman.” (Tekvir 81/5) Şeyde var, yani mahşer yerinde… Tekvir Suresi’nde. Mahşer yerine sadece insanlar toplaşmıyor, onlar da toplaşıyorlar. Ve bunlar da… Bakın onlarda da ilk bakışta bir akıl yok ama içine girdiğiniz zaman var. Onun için insanla… Yani insanı diğer varlıklardan ayıran şey akıl değil. Burada ciddi bir yanılma var. İnsanı diğer varlıklardan ayıran şey ruhtur, ruh. O ruhunun aklı, ruhunun kalbi, ruhunun kulağıdır. Çünkü insan… Bu hayvanlar akıllıca karar verirler ama insan akıllıca karar vermez bazen; yanlış kararlar verir. İşte insanın imtihana girmesinin sebebi odur. Onu tabi bir çok derslerimizde anlattık, tekrar ona girmeyelim; konu iyice dağılır. Ama bu konuyu okumak isteyenler varsa şeyde var: “Doğru Bildiğimiz Yanlışlar”da da var, çok sayıda sohbetin içerisinde de var. “İnsanı insan yapan özellikler” diye başlık altında anlatılıyor.
Şimdi bir de 39. Surenin 3. ayetini açalım. 457. sayfa. Burada Allah-ü Teala şöyle diyor:
E lâ lillâhid dînul hâlis “Dikkatli olun saf din Allah’ın dinidir.” vellezînettehazû min dûnihî evliyâ “Allah ile kendi aralarına evliya, veliler koyanlar” Araya aracılar, aracı dostlar koyanlar var ya… Şöyle derler: mâ na’buduhum illâ li yukarribûnâ ilallâhi zulfâ. Simdi bunlar; genellikle putlardır. “Biz onlara, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsın diye ibadet ederiz” derken; na’buduhum. hum zamiri akıllı varlıklar için kullanılan zamirdir. li yukarribûnâ da gene cem müzekkeri salimdir. “Bunlar bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye.” Çünkü onlar taparken, o taşa toprağa tapmıyorlar. Kendi akıllarınca onların içerisinde olan bir ruh var, bir maneviyat var ona tapıyorlar; ruhaniyet, ha ruhaniyet diyorlar… O ruhaniyete tapıyorlar. Allah-ü Teala ne diyor Necm Suresi’nde:
İn hiye illâ esmâun semmeytumûhâ entum ve âbâukum (Necm 53/23) Burada hiye kelimesini kullanıyor, akilsiz varlıklar için. “Bunlar sizin ve babalarınızın taktığı boş isimlerdir” Bunlar akıllı falan değil. Peki burada… O taş toprağın içerisinde bizim bildiğimiz, o Adem aleyhisselama öğretilen o şey var, o farklı bir akıl var ama; onlarda olmayan bunların hayal ettikleri. Ruhaniyet yok. Çünkü o taşa toprağa tapanlar farklı bir ruhaniyet hayal ediyorlar; o yok. Yoksa o eşyanın bir dili var, kendisinin bir takım özellikleri var; o ayrı.
Şimdi tekrar başa donelim. Zannedersem bu kadar yeter.
Ve alleme âdemel esmâe kullehâ Bakara Suresi 31. ayet. “Allah Adem’e o isimlerin tamamını öğretti.”
Şimdi meleklerin de görüp durdukları varlıklar bunlar. Önce kulleha diyor, çünkü melekler onları akılsız varlıklar olarak görüyor ama Allah-ü Teala Adem aleyhisselama bu eşyadaki meleklerin bilmediği iç özelliklerini öğretmiş oluyor. “Summe aradahum”den öğreniyoruz bunu. Sonra o hum kısmını –ha kısmını değil- hum kısmını meleklere arz etti. Onların içerisinde, dıştan gözükmeyen ama içerisindeki o akıllıca davranan bir şey var, bir özellik var. işte onu meleklere gösterdi. Hadi buyurun dedi.
fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi “Bunların isimlerini bize söyleyin bakalım dedi.” Yani bunlar ne işe yarar anlatın bakalım. Tabi bunlar böyle bir şeyden haberdar değiller. in kuntum sadikîn. “İddianızda haklıysanız.” Yani Adem’i sizden ayıran ondaki bu bilgidir. Kâlû “Dediler ki” Subhânek “Biz sana boyun eğeriz” lâ ilme lenâ “Bizim herhangi bir bilgimiz olmaz ki” illâ mâ allemtenâ “Sen ne öğretmişsen odur.” Başkası yok. inneke entel alîmul hakim “Bilen sen, doğru karar veren sensin.”
Kâle yâ âdem Allah-ü Teala Adem aleyhisselama diyor ki “Bak Adem” enbi’hum bi esmâihim “Onlara bu isimleri” Yani o dışta gözüken değil, o içerisindeki esas özelliği bunlara “bildir bakalım” diyor. fe lemmâ enbeehum bi esmâihim “Onlara bunu bildirince” kâle e lem ekul lekum Cenab-u Hakk diyor ki innî a’lemu gaybes semâvâti vel ard “Ben göklerin ve yerin gaybını bilirim.” Yani siz bunu… Bu bilgiler size gayb, siz bu bilgileri bilemiyorsunuz. Ama işte Adem öğrendi. ve a’lemu mâ tubdûne ve mâ kuntum tektumûn “Sizin açığa vurduğunuzu da bilirim, gizlediğinizi de bilirim.”
İşte o bilgiler öğrenildiği için insanoğlu medeniyet kuruyor. O ilimden dolayı insanoğlu bütün varlıklardan farklılaşıyor. Simdi meleklerin yaptığı şöyle bir salondan kimse bahsedemez. Ya da şöyle işte bir; şunu yapmışlar bunu yapmışlar diyemezsiniz. Yani masaları yapmışlar bilmem mikrofonu yapmışlar, bilgisayarı icat etmişler ya da masa sandalye yapmışlar diyeceğiniz bir şey yok. Ama bunlar hep insanların fiilleri.
Bir husus daha var: Adem aleyhisselam bu dünyaya cahil olarak gelmedi. Bu dünyaya çok büyük bir bilgiyle geldi. Çok büyük bir bilgiyle geldi. Ve bu bilgi Nuh aleyhisselam zamanına kadar devam etti. Nuh aleyhisselam’da biliyorsunuz büyük bir tufan oluştu; ondan sonra yeniden bir hayat başladı. Bizim elimizdeki bilgiler ondan sonra oluşturulmuş olan bilgilerdir.
Şimdi biz zihnimizde Nuh aleyhisselamın gemisinin büyüklüğü konusunda bir türlü karar veremiyoruz. Diyoruz ki “bu mümkün değil; Nuh aleyhisselam bütün hayvanları doldurmamıştır kardeşim” diyoruz. “O sadece kendi bahçesindeki hayvanları koymuştur; ondan da işte birer tane ikişer tane. Yolda yiyeceği kadar birkaç tane koyun almıştır. Bu da öyle bütün dünyada olan bir tufan değil de, bir sel baskınıdır işte bir tane tekneyle, şeydeki, havaalanının oradaki sel baskınında bir iki tane tekne; bundaki biraz daha büyüktür o kadar.” Çünkü biz bu işin, onlarda böyle bu kadar büyük bir bilgi olabileceğini hayal edemiyoruz. Size daha önce de söylemiştim: Halbuki Allah-ü Teala Nuh Suresi’nde, Nuh aleyhisselam’la ilgili bakın neler söylüyor. 71. sure, 15. ayetten itibaren okuyalım:
E lem terev “Görmediniz mi?” Ya bizzat görmüş olurlar, ya da görmüş gibi bilirler. Onun için söylenir bu. “Görmediniz mi?” keyfe halakallâhu seb’a semâvâtin tıbâkâ “Allah yedi göğü tabaka tabaka nasıl yaratmış görmediniz mi?” Biz daha bugün bilgimiz henüz birinci kat semada. Allah-ü Teala Ve lekad zeyyennes semâed dunyâ bi mesâbîha (Mülk Suresi 69/5) diyor. “En yakın göğü yıldızlarla donattık.” Biz daha yıldızların ötesine geçmiş değiliz. İşte birkaç tane kara delik gördük, o kadar. Onun ötesinde ne var, henüz bilmiyoruz. Ama bakın sadece Nuh aleyhisselamın kavmiyle ilgili böyle bir ifade var. Ama bizim de bunu öğrenebileceğimiz anlaşılıyor. “Görmediniz mi?” diyor. “Allah yedi tane göğü nasıl yaratmış” Demek ki yaratılış şeklini bile biliyorlar, oradaki kanunları bile öğrenmişler. Ve cealel kamere fîhinne nûren “Ayı onların içerisinde, ortasında”
Geçende burada şey yapmıştım ya; (iki mikrofonu göstererek) mesela şu birisini ay, birisini güneş kabul edin. Birinci kat semayı da bu benim ellerim olarak kabul edin. Ay ve güneş bunun içerisinde. Bunlar birinci kat semaya dahil değil, çünkü onlar yıldız değil. Bu manada yıldız değil. Bunun ortasında.
Ay; nur. Ne demek nur? Işığı kendinden değil. Yani şimdi şurası aydınlık değil mi? İşte buna nur denir. Bu aydınlık orada, yukarıdaki lambalardan geldiği için aydınlık. O lambalar olmasa burada aydınlık olur mu? Onun için nur denir. Nur bir başkasından gelene denir. İşte güneşten geliyor. Onu da söylüyor zaten:
ve cealeş şemse sirâcâ “Güneşi de kandil yaptı.” Yani işte şu lamba gibi. Işığın kaynağı. Işığın kaynağı güneş, ışığın bulunduğu yer; ay. Bir şey daha söylüyor diyor ki:
Vallâhu enbetekum minel ardı nebâtâ “Allah sizi topraktan bir bitki gibi bitirmiştir.” diyor. Oluşumuz da öyle. Yani mesela anamız da babamız da topraktan yedikleri gıdalarla vücutlarında oluşan… Annemizin rahmi bir çeşit saksı gibi oluyor. O topraktan gelenler orada bizi oluşturuyor. Sonra doğuyoruz gene topraktan besleniyoruz sürekli. Tek farkla ağaçlar köklerinden besleniyor biz ağzımızdan besleniyoruz. Ama onların yediği de bizim yediğimiz de, ikisi de topraktan geliyor. İkisi de toprakla suyun birleşmesinden oluyor, başka bir şey yok.
Summe yuîdukum fîhâ “Sonra Allah sizi tekrar toprağa iade edecek” ve yuhricukum ihrâcâ “ve tekrar oradan çıkaracak” Yeni bir bedenle tekrar yaratılacaksınız.
Evet, şimdi yani o zamanki bilgi seviyesi yüksek. Peki Adem aleyhisselama Allah-ü Teala bütün bunları öğretti de yazıyı öğretmedi mi? Yazıyı da öğretti. Yok yazının icadı bilmem ne zamanmış… Kardeşim sen kendi elindeki belgelere göre konuşursun. Diyorlar ki işte taş devri var bilmem şu devir var bu devir var, işte falan mağarada şu bulundu… Kardeşim siz bugün de gidin dünyanın en medeni bölgelerinde bile sizin taş devri diye adlandıracağınız bir takım şeyler bulursunuz. Siz bütün dünyayı didik didik ettiniz, her şeyi ortaya çıkardınız da öyle mi devirleri oluşturuyorsunuz? Olur.
Şimdi Alak Suresi’ni acarsak… 96. sure. 597. sayfa. Bakın burada Allah-ü Teala ne diyor?
Ikra’bismi rabbikellezî halak “Yaratan Rabbinin adıyla oku.” Bakın ilk inen ayet Peygamberimizin dikkatini Müslümanların dikkatini nereye çekiyor? Yaratılışa çekiyor değil mi? Dış dünyaya çekiyor dikkati. Halakal insâne min alak Hemen insanın yaratılışına… “İnsan ana rahmine yapışmış olan o maddeden yaratılmıştır.” Ha “ilişkiler ağı, ilişkilerden olmuştur” diyenler de var. O mecazen olabilir. İnsanın bir çok şeyle ilişkileri vardır. O anlam da çok uzak değil.
Ikra’ ve rabbukel ekrem “Oku Rabbin çok cömerttir.” Sahip olduğun her şey O’na aittir, senin hiçbir şeyin yok ki. Ellezî alleme bil kalem “Rabbin kalemle öğretmiştir.” İlk öğrettiği kişi kimdi? Adem aleyhisselam.
Bakın ayetler arasındaki benzerlikten hareketle açıklamalara ulaşıyoruz. Burada alleme; faili Rabbimiz Allah. Yine alleme fiilinin faili Allah olan: “ve alleme Ademe el esmae kulleha” diyor. O isimleri öğretirken nasıl öğretmiş? “bil kalem” Kalemle öğretmiş. Demek ki Adem aleyhisselama yazmayı da öğretmiş Allah-ü Teala. Zaten Cenab-u Hakk’in yazısız hiçbir isi yoktur. Her şey yazıyladır. Bir yaprak düşse mutlaka kayda geçer. (Yahya Hoca’ya) O ayet neredeydi? Yani şeyden, ağaçtan bir yaprak düşüyor, siz çok basit alabilirsiniz; ama Allah-ü Teala onu kayda geçiyor.
Kaçıncı sayfa? 133. sayfayı açalım. Yazı son derece önemlidir. 59. ayet.
Bak diyor ki, est’euzu billah: Ve indehu mefâtihul gayb “Gaybın anahtarları Allah katındadır” lâ ya’lemuhâ illâ hu “O’ndan başkası bilmez.” Melek de bilmez sadece Allah bilir. Peygamber falan, yok evliya bilmem ne. Öyle kimse bilemez. ve ya’lemu mâ fîl berri vel bahr “Denizde ne var karada ne var Allah onu bilir.” ve mâ teskutu min varakatin “Bir tek yaprak düşmez ki” illâ ya’lemuhâ “Allah onu biliyor olmasın” ve lâ habbetin fî zulumâtil ardı “Yerin karanlıkları içerisindeki bir dane” Küçük büyük fark etmez, o daneli bitkiler var ya, işte onlar. Bir tek dane. ve lâ ratbin ve lâ yâbisin “Kuru, yas hiç bir şey yoktur ki” illâ fî kitâbin mubîn “onu açıkta ortaya koyan bir kitapta kayıtlı olmasın.” Yani bu kitap burada yazılı şey demek; Türkçe için defter demek daha uygun olur; “orada kayıtlı olmasın”
Bizim yaptığımız her davranış da o işi yapmadan önce mutlaka kayda geçiyor. (Yahya Hoca’ya) Fussilet elli üç müydü? Diyor ki… Yoksa Hadid Suresiydi Hadid. Hadid Suresi elli yedinci sure. Allah-ü Teala orada diyor ki est’euzu billah:
Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum “Yeryüzünde ya da kendinizde bir olay meydana gelmez ki” illâ fî kitâbin “Bir kayda geçirilmiş olmasın” min kabli en nebreehâ “Onu ayrı bir varlık olarak yaratmamızdan önce” (Hadid 57/22) Yaratılmadan önce mutlaka kayda geçer. Kayda geçmeden hiç bir şey yok.
Dolayısıyla Allah-ü Teala Adem aleyhisselama da öğrettiği şeyi yazıyla öğretmiş.
alleme bil kalem “Kalemle öğretti.” Allemel insane “o insana” Kim Allah’ın öğrettiği insan? İlk insan? Adem aleyhisselam değil mi? Ne öğretti? Ha bize de öğretiyor, biz de işte bu, öğreniyoruz iste. Allah’ın kitabından öğreniyoruz bak bu bilgileri. Bu kitap olmasaydı nereden öğrenecektik? Ama ilk insan, ilk öğrenen Adem aleyhisselam. Biz de bakın, biz de yazıyla öğreniyoruz değil mi? Devam ediyor bu gelenek.
Allemel insâne mâ lem ya’lem. “Allah o insana bilmediğini öğretti.” Neyle? Kalemle. O zaman insanoğlu bu dünyaya öyle, konuşma bilmiyordu, şöyle işaretlerle şey yapıyordu bilmem, yok efendim ilkeldi, yok şununla örtünüyordu falan… Öyle bir şey yok. Eşyanın iç dünyasını biliyordu. Öyle şey değil. Ama bunu nereden öğreniyoruz? İşte Allah bütün bunların işaretlerini veriyor ama çok ciddi ve dikkatli çalışmak lazım. Ekip çalışması olmadan Kuran’ın inceliklerine vakıf olmak mümkün değildir. Bunu da Allah-ü Teala bize emrediyor zaten:
Est’euzu billah:
Kitâbun fussilet âyâtuhu kur’ânen arabiyyen li kavmin ya’lemûn (Fussilet 41/3) “Bu bir kitaptır ki ayetleri açıklanmıştır.” Siz orada o ayeti anlamadıysanız, başka ayetlere bakın anlarsınız. İşte biz başka ayetlere bakarak anladık değil mi? “Arapça kuran olarak” Yani bir ayetler kümesi oluşturacaksınız. Kimin için açıklanmış? “Bilenler topluluğu için.” Bir kişi için değil. Ekip oluşturacaksınız! Dünyanın en büyük alimi de olsanız tek başınıza bu manalara ulaşamazsınız. Ekibi oluşturacaksınız. Onu oluşturduğunuz zaman Cenab-u Hakk size kapılarını açar.
Peki böylece dersimizin birinci bölümünü bitirmiş olduk.