Elhamdü lillahi rabbil âlemin. Vel akibetü lil muttakin. Essalatu vesselamu ala Resulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Kur’ân’ı Kerim’in en uzun suresi olan bakara suresini bitiriyoruz. Son iki ayetindeyiz. Amenarrasulü diye başlayan son iki ayet. Bu ayetlerle ilgili şöyle bir dipnot var.
‘Miraç gecesinde peygamberimize vahyolunan bu ayetler Rasulullah’ın hadislerinde övülmüş, her zaman ve özellikle yatmadan önce okunması tavsiye edilmiştir. Bir hadiste de bu ayetlerin geceleyin yatmadan önce okunması kişiye yeter denilmiştir.
Ama okurken ezbere okursanız hiçbir şey olmaz. Yani balı yemek yerine, kavanozu yalamış olursunuz. Evet içerisinde çok güzel şey var ama ağzınıza hiçbir şey gitmez. Dolayısıyla şimdi ramazan geliyor. Hatim okuma geleneğimiz var. Kur’ân’ı Kerim’i baştan aşağı okuma geleneğimiz var. Manasını anlamadan okuduğunuz zaman sizin iyi niyetinize samimiyetinize Cenabı Hak elbette ki mükafat verir ama okuduğunuz ayetlerden size bir şey kalmaz. Yani hayatınıza etki edecek herhangi bir şey olmaz. Kur’ân’ı Kerim’i anlamak için okuruz ve yaşamak için okuruz. Başka şekilde okuduğumuz zaman sadece kendimizi kandırırız, başka hiçbir şey yapmış olmayız.
(2/Bakar 285.Ayet)
“Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî”
“Bu rasul rabbinden kendisine indirilmiş olana inandı.”
Bunların Allah’a ait sözler olduğunu kabul etti. Bu konuda tam bir güven içerisine girdi.
“vel mu’minûn”
“Müminlerde öyle.”
Bu sözlerin Allah’ın sözü olduğunu, manasını kavramayan bir kişinin anlaması mümkün değildir. Müslümanların bir çoğuna Kur’ân’ı Kerim Allah’ın kitabımı diye sorsanız, elbette Allah’ın kitabı der. Nerden biliyorsun? Öyle değil mi der. Ben sana sordum, sen bana niye soruyorsun kardeşim. Canım işte annenden babandan duymadın mı? Duydum. Ya yalan söylüyorlarsa. Din hocası söylemedi mi? Söyledi. Ama ya yalan söylüyorsa ne olacak. Yada oda yanılmışsa ne olacak. Onun için kendimize mâl olması lazım. Kesin bir kanaat içerisinde olmamız lazım.
Muhammed sav. Allah’u Teâlâ’nın son nebisidir. Bütün nebilere Allah’ın kitabının ayetlerinin gelme yöntemi vardır. İçeriğinin doğru olduğunu nebi anlar ve kavrar. Fakat onun Allah’tan olduğu konusunda da hiç şüphesinin olmaması lazım. Bir şeytan vesvesesi olabilir. Cinlerin etkisinin altına girmiş olabilir. Bütün bunlar olabilen şeylerdir. Ama kesin kanaate varması lazım ki bu sözler Allah’tan gelmiştir. İşte o kesin kanaat oluştuktan sonra Rasul bu kitabın Allah’ın kitabı olduğunu kabul eder ve ona inanır. Yani inanma görevi önce Allah’ın Rasulü’nündür. Muhammed sav.indir. Önce o inanır. Ondan sonra da diğer insanlar inanırlar. Bu konuda Cin suresini açarsak eğer. 572. sayfada. Allah’u Teâlâ’nın Rasullerine, Nebilerine nasıl vahiy gönderdiğini buradan öğreniyoruz. Vahyi biliyoruz.
( 81/Tekvir 19.-21.Ayet)
“İnnehu le kavlu resûlin kerîm”
“Bu söz elbette değerli bir elçinin sözüdür.”Diyor.
Değerli bir elçi. O değerli elçi kim?
“Zî kuvvetin ınde zil arşi mekîn” Bu da Tekvir suresinin son ayetleri.
”Güçlü arşın sahibinin yanında sağlam bir yeri olan”
“Mutâın semme emîn”
“orada kendisine itaat edilen ve güvenilen elçi.”
Arşta kendisine itaat edilen ve güvenilen elçi. Muhammet sav. arşta mıdır? Değil. O zaman arşta güvenilen ve kendisine itaat edilen elçi kim olur? Vahiy meleği olur. Yani Cebrail as. olur.
“İnnehu le kavlu resûlin kerîm”
“Bu kuran elbette ki değerli bir elçinin sözüdür.”
O elçi Cebrail as.dır. Ondan sonra da diyor ki
( 81/Tekvir 22.Ayet)
“Ve mâ sâhıbukum bi mecnûn”
“Sizin arkadaşınız” Bu ilk hitap Mekkelilere değil mi?
“Sizin arkadaşınız.”
Kim olur? Muhammed sav. olur. Çünkü kırk yıldır bu toplulukta yaşıyor. Beraber oturuyorsunuz, kalkıyorsunuz, yiyorsunuz, içiyorsunuz bir gün bakıyorsunuz ki farklı konuşmaya başladı. Daha önce böyle şeyler söylemiyordu. Nerden çıktı? Yani siz kendinizi Mekkeli kabul edin. Çok sevdiğiniz bir insan. Farklı şeyler söylüyor. Hiç duymadığınız şeyler söylüyor. Yav bu nereden çıktı? Şüphelenmez misiniz.
Bir de o toplumda kahinler var. Yani cinlerle ilişki kurduğuna inanılan insanlar var. Aklınıza ne gelir? Bu adam cinlerle ilişki kurdu, gelir değil mi? Onun için orada
“Ve mâ sâhıbukum bi mecnûn”
“Sizin arkadaşlarınız cinlerin etkisinde değildir.”
Meallerde, mecnuna, deli diye ifade veriliyor, yanlış. Çünkü bunun söylediği sözler deli saçması değil ki. Akıllı usturuklu sözler, çok da güzel sözler. Ama kim, nerden öğrenmiş?
Ondan sonra
( 81/Tekvir 23.Ayet)
“Ve lekad reâhu ”
“O meleği gördü. Değerli elçiyi gördü.” Yani kendisine vahiy getiren elçiyi gördü.
“bil ufukıl mubîn”
“O açık ufukta gördü.”
ki o açık ufukun Hira Dağı, Nur Dağı olduğunu biliyoruz. Şimdi Kabe-i Şerifin çevresi yüksek binalarla doldu. Benim ilk gittiğim zaman 1981 di. O binaların hiç birisi yoktu. Şeye çıktığınızda Nur dağına, Hira dağına çıktığınızda, o tepeye çıktınız mı Kabe-i Şerifi rahat bir şekilde görüyordunuz orada. Orası Kabe’ye göre doğu noktası, açık ufuk, yani siz Kabe’den baktınız mı orayı ufuk olarak görüyorsunuz. Bak yerini de söylüyor görüyor musunuz.
Şimdi siz Kur’ân’ı Kerim’in metodunu, yöntemini kavradığınız zaman Kur’ân aynı zamanda en güvenilir tarih kitabı olur.
“Ve lekad reâhu bil ufukıl mubîn”
“Onu o açık ufukta gördü.” Kimi? Cebrail’i değil mi.
( 81/Tekvir 24.Ayet)
“Ve mâ huve alel gaybi bi danîn”
“Bu Muhammed sav. sizin o bilmediğiniz, sizin için gayb bilgisi olan bu şeyler konusunda da itham edilecek durumda da değildir.”
Yani onu suçlayamazsınız diyor.
( 81/Tekvir 25.Ayet)
“Ve mâ huve bi kavli şeytânin recîm”
“Bu kovulmuş bir şeytanın sözü de değildir. Taşlanmış şeytanın sözü de değildir.”
Peki bütün bunlar ortadaysa siz de bir bakın, okuyun, düşünün nedir, anlayacaksınız. Zaten ilk inen surelerden Müddesir Suresinde bu ayetler karşısında Mekkelilerin takındığı tavırlar, çektiği sıkıntılar ayrıntılı olarak anlatılıyor. İşte Velit Bin Muğire ki onların önde gelenlerinden, akıllı insanlardan birisi
(74/ Müddesir 18-22.Ayet)
“İnnehu fekkere ve kadder”
“Düşündü, ölçtü biçti,
“Fe kutile keyfe kadder”
“kahrolasıca nasıl da ölçtü biçti.”
“Summe kutile keyfe kadder”
“Evet kahrolasıca nasıl da ölçtü biçti.”
“Summe nazar”
“Sonra şöyle bir baktı.”
“Summe abese ve beser”
“Sonra yüzünü ekşitti ve suratın astı.”
Ne desin, ne yapsın yani, ne yapsın? Söyleyecek söz yok. Hepsi doğru şeyler ama bir şey söylemesi lazım.
(74/ Müddesir 23.Ayet)
“Summe edbere vestekber”
“Problemi çözmüş gibi gerisin geri döndü ve kibirlenmeye başladı,” hallettim.
(74/ Müddesir 24-25)
“Fe kâle in hâzâ illâ sihrun yu’ser” -“İn hâzâ illâ kavlul beşer”
“Bu olsa olsa ağızdan ağza nakledilen bir sihirden ibarettir.Başkalarından öğrendiği bir sihirdir. “Bu sadece bir beşer sözüdür diyor.”
Kur’ân’ın Allah’ın kelamı olmadığını söylerken çekmiş olduğu psikolojik sıkıntıyı buradan çok net bir şekilde görüyoruz. İşte onun için Allah’u Teâlâ diyor ki;
( 81/Tekvir 25.-27.Ayet)
“Ve mâ huve bi kavli şeytânin recîm”
“O Kur’ân taşlanmış şeytanının sözü değildir.
“Fe eyne tezhebûn”
“Öyleyse nereye gidiyorsunuz.” Bu gidiş nereye
“İn huve illâ zikrun lil âlemîn”
“Bu tüm alem için zikirdir.”
Yani kafaya yerleştirilmesi gereken evrensel nitelikli doğru bilgidir. Kur’ân evrensel nitelikli doğru bilgidir. Herkesin kafasına yerleştirmesi, unutmaması gerekir.
( 81/Tekvir 28.-29.Ayet)
“Li men şâe minkum en yestekîm”
“İçinizde doğru almaya karar vermiş olan kişiler için”doğruluğu tercih edenler için.
“Ve mâ teşâûne illâ en yeşâallâhu”
“Sizin herhangi bir şey yapmanız ancak Allah’ın o şeyi yaratmasıyla mümkün olur.”
“rabbul âlemîn”
“O da tüm varlıkların sahibidir.”
Yani öyle bir şey ortaya koyuyor ki Allah’u Teâlâ, hadi buyurun diyor, aksini ispatlayın. Evrensel nitelikli doğru bilgi. Manasını anlamadan nasıl kavrayacaksınız bunu? İşte okulda öğretmen söyledi, bu Allah’ın kitabıymış. Canım görmüyor musunuz, bir kısım insanlar kitap yazıyor, ‘Bu bana yazdırıldı,’ diyor. Ondan sonra hiç Allah’tan korkmadan ‘Kur’ân’ın alındığı yerden alınmıştır’ diyor. Kendisine müslümanım diyen kişilere de bunu böylece ezberlettiriyorlar. Kur’ân’ı bırakıp onları alıyorlar. Ne olacak? Bunu öğretmen söyledi, dediği zaman onun da öğretmeni söylüyor. Araştır bakalım. Kendine ait olması lazım o bilginin. Ya birisi seni yanılttıysa ne olacak. O insanlara “Kur’ân’a gelin” dendiği zaman diyorlar ki “Tercüme denen eserlere mi geleceğiz,” diyorlar. Peki bir Türk Kur’ân’ı nasıl öğrenecek. Eserler derken sanki bir insan eseri gibi hava veriliyor farkına varmadan. Şimdi
(2/ Bakara 285.Ayet)
“Âmener resûlu”diyor Allah’u Teâlâ.
“Rasul inanandı.”
Allah’ın rasulü inandı. İlk önce o inanacak. Onun inanması için Cenabı Hak bütün ortamı hazırlıyor. Şimdi tekrar geleneksel kader anlayışına şey yapalım. “Efendim Marks anasının karnında da Marks’tı” diyenler var biliyorsunuz. Peki anasının karnında inanmışsa Cenabı Hakkın, Allah’ın elçisi için bu yöntemi uygulamasının hiçbir anlamı olmaz değil mi şimdi okuyacağız. Cin suresinin son ayetlerini okuyoruz.
(72/ Cinn 26.Ayet)
“Âlimul gaybi”
“Tüm gaybı bilen Allah’tır.”
Gayb: şu anda var ama bizim duyu organlarımızla ulaşabileceğimiz bir yerde değil. Yani göreceğimiz ve duyacağımız bir noktada değil. Gayb bilgisi o dur. Olan ama bizim bilemediğimiz bilgidir. Kur’ân’ı Kerim’deki bilgiler de olan bilgiler ama Rasulullah onu bilmiyordu. Ona nasıl geldi bize ulaştırdıysa burda olanları bildik onun dışındakileri bilemiyoruz. Allah bütün gaybı bilir.
“fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ”
“Allah kendi gaybına hiç kimseyi muttali kılmaz.”
Yani hiç kimsenin o gaybı bilmesine, o gaybı görmesine, o gaybdan haberdar olmasına müsaade etmez. Şimdi çok insanlar kalkıyor kendilerine gayb bilgisinin geldiğini, az öncede söylediğim gibi, Kur’ân gibi, Kuran’a benzer kitaplar geliyor. ‘İşte bize yazdırıldı, ettirildi, falan filan,’ Allah’u Teâlâ ne diyor. Bakın bunda bir yöntemini söylüyor. Diyor ki “Bunu hiç kimseye Cenabı Hak gaybını açmaz gaybını.
(72/ Cinn 27.Ayet)
“İllâ menirtedâ min resûlin”
“Razı olduğu elçi başka.”
Bütün elçiler değil. Yani Allah’ın kitabını tebliğ eden herkesi değil.
“fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ”
Bir tanesi. Şimdi farzedin ki bu (Bir cisim gösteriyor) elçi olsun. Öyle düşünün. Diyor ki
“Önünden ve arkasından gözcüler diker.”
Melekler gelir önce bir emniyet şeridi oluştururlar. Bir halka oluştururlar. Çünkü İblis biliyorsunuz, Allah’u Teâlâ’dan kıyamete kadar yaşama müsaadesi istediği zaman Allah ona müsaadeyi verince ne dedi. “Senin doğru yolunun üstünde oturacağım” dedi.
Doğru yolun en ortasında olan da Allah’ın Rasulü’dür değil mi? Dolayısıyla İblis’in yapacağı en önemli şey, oradayken buna bir takım şeyler karıştırabilmektir. Vesveseleri karıştırabilmektir. Allah’u Teâlâ da vahiy geldiği zaman, şimdi bunu (Bir eşya gösteriyor) Rasul kabul ederseniz, tüm çevresinde bir koruma çevresi oluşturuyor ki içeriye bir vesvese verecek İblis girmesin. Bakın her şey objektif görüyor musunuz. Hayalci falan yok. Açık ve net. Peki niye bu gözcüleri dikiyor? Şimdi Rasul burda ve vahiy meleği geliyor.
(72/ Cinn 28.Ayet)
“Li ya’leme”
“Bu rasul bilsin ki,”
kendisine vahiy gelen rasul bilsin ki
“en kad eblegû rısâlâti rabbihim”
“o gelenler”
Tümüyle bir ekip halinde geliniyor ya oraya, asıl konuşan Cebrail as. ama çevresinde büyük bir şey tedbir alınıyor.
“Bu gelen melekler rablerinin mesajlarını, emirlerini getirmiştir.”
Bu gelen söz Allah’a aittir diye bilsin rasul.
“ve ehâta bimâ ledeyhim”
“Araya başka bir şey karışmadığı için” vesvese şu bu.
“Yanlarında olanı tamamen kuşatsın kavrasın, “
“ahsâ kulle şey’in adedâ”
“her şeyi tek tek zihnine yerleştirsin.”
Herhangi bir karışma olmasın. Şimdi bakın o kadar net ve açık hususlar oluşuyor ki. Çünkü ilk önce onun inanması lazım. Onun inanması için gerekli bütün şartlar oluşturuluyor.
Allah’a İnanmak
(2/Bakara 285.Ayet)
“Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn”
“Rabbinden kendisine indirilene bu rasul inandı. Müminler de inandılar.”
Niye müminler inandı? Çünkü müminler de bu gelen bilgiyi, bakın, araştırın, evrensel nitelikli doğru bilgi deniyor. Yani şimdi şu su, bu su evrensel değil mi? Dünyanın her yerinde her insanın büyük bir zevkle içeceği ve ihtiyacı olan şeydir. Allah’ın kitabını da zihnen kavradığınız zaman bu su gibi sizin ihtiyacını karşılayacaktır. İçinize yatacak, tatmin olacaksınız. Ve son derece rahatlayacaksınız. Susuzluğunuz giderilecek. Şimdi siz kendinizden bakın. Kur’ân’ı Kerim’den bilgi edindiğiniz zaman susuzluğunuzun giderildiğini hissediyor musunuz? Tatmin oluyor musunuz? İçiniz rahatlıyor mu? Kendinizi güçlü hissediyor musunuz? İşte tamam. Ondan sonra bir başka yerden bu bilgiyi elde edemiyorsunuz ki. Ve sizin vücudunuzla bütünleşiyor. Varlığınızla bütünleşiyor. O zaman bakıyorsunuz ki o zaman sizi tutana helal olsun. Daha kimse tutamıyor. Rahat bir şekilde, meseleyi güçlü bir şekilde meseleyi anlatmaya başlıyorsunuz insanlara. Çünkü susuzluğunuz giderildiği zaman artık rahat bir şekilde hareket etmeye başlıyorsunuz. Ama susuzken artık ağzınızdan bir lafın çıkması bile son derece zor oluyor. Dudaklarınız çatlamış, birisi size su yerine bir takım şeyler veriyor. İşte uyuşturucular yada işte ne bileyim, sarhoş edici şeyler, iyice kafayı yere vuruyorsunuz falan.
“Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn”
“Bu rasul Rabbinden kendisine indirilene inandı.”
İnanmak: Güvenmek demektir. Bu Allah’ın sözü, en küçük şüphem yoktur. Kesin olarak böyledir.
“vel mu’minûn”
“Müminler de öyle,” inandılar.
“kullun âmene billâhi”
“Bunların her birisi Allah’a inanmıştır.”
Şimdi ‘Allah vardır ve birdir.’ Bu bütün insanların söylediği söz. Ama Allah’ı var ve bir olarak bilmek başkadır. İnanmak başka bir şeydir. Yani bilmek ve inanmak arasında fark vardır.
Şimdi bakın mesela Türkiye’de birkaç tane siyasi parti var. İnsanlar partilere bölünmüş. Birisi diyor ki şu falanca A partisinin lideri. B partisinin mensubu A partisinin liderini tanıyor, biliyor değil mi? Peki inanıp güveniyor mu? Yok, güvenmiyor yani. Allah’ı var ve bir kabul etmek, bütün insanların ortak yönüdür ama Allah’a güvenmek herkeste yok. Neden, nasıl? Allah’u Teâlâ’nın verdiği emirlerin tamamının, koyduğu yasakların tamamının doğru olduğuna inanır ve güvenirseniz, o zaman Allah’a inanmış olursunuz.
Şimdi siz kendinizden bakın. Birisi sizin sözleriniz arasında seçme yapsa, “Şu şu dedikleriniz doğru ama şunlara inanmıyorum” dese, bu “Adam bana inanır” der misiniz? Demezsiniz değil mi? Peki bu adam sizin gibi bir varlık yoktur mu diyor. Mesela şimdi burda Yahya var. Yahya’nın söylediği sözlerin tamamına birisi doğrudur diye kanaat getiriyorsa, Yahya derki ‘Bu adam bana inanır’ der, değil mi? Ama söylediğiniz sözlerden seçim yaparsa şu doğru, şu yanlış, o zaman bana inanır der misin?
Dolayısıyla bakın İblis Allah’ın varlığını ve birliğini inkar ediyor mu? İşte ‘Yahya vardır, Yahya alim adamdır, Yahya işte fetva da veriyor’ demek ona güvenmek değil. Onun söylediği her şeyin doğru olduğunu kabul etmektir. Allah’u Teâlâ’nın emir ve yasaklarının hepsinin kesin olarak doğru olduğuna inanacaksın. Ha şu olur. Efendim Yahya hata yapmaz mı? Tabiî ki yapar. Ama şunu dersin ‘Bilerek yapmaz.’ Bir insan olarak tabiî ki hata yapar. Ama Allah’u Teâlâ’nın hata yapması söz konusu değil. Yanlış yapması mümkün değil. Onun için ‘Cenabı Hak ne demişse başımın üzerinde’ diyebiliyorsanız siz Allah’a inanıyorsunuzdur. Ama İblis gibi bir tek konuda bile, işte hani diyor ki
(2/Bakara 34.Ayet)
“Ademe secde et.” Etmiyorum. Niye etmedin?
“Ben ondan hayırlıyım.”
Yani ‘Senin bu emrin doğru değil’ demiş oluyor. İşte o zaman inanmamış oluyor. Kayıtsız şartsız inanmak gerekir. Tamamına teslim olmak gerekir. İşte mümin böyledir. Allah ne demişse o kardeşim. Peki bir hata yaptığı zaman ‘Yav ben günahkarım’ diyor. Bakın adem as. Allah’ın emrini yerine getirmedi değil mi? Peki Allah’ın emrine, yanlış dedi mi? Allah,
(7/Araf 23.Ayet)
“Niye bu ağaçtan yedin?” dediği zaman ne dedi?
“Yarabbi ben yanlış yaptım” dedi.
Ben yanlış yaptım, demek ne demek? “Senin dediğin doğrudur” demektir. İnanıyor, onda, amelde noksanlık var. Ama İblis inanmıyor. İblis inanmıyor.
(2/Bakara 285.Ayet)
“Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn”
“Bu rasul Rabbinden kendisine indirilen ne varsa hepsine inandı. Müminler de öyle, ”
Hiçbir ayrım yok. Şimdi biraz ayrıntı veriyor.
“kullun âmene billâhi”
“Hepsi Allah’a inandı ve güvendi.”
Onun için Allah’tan geldiğine dair kesin bir kanaat hasıl olması lazım. Yoksa birisi çıkar ‘Bu Allah’tandır’ der. Bu olmaz. Bize de o kanaat hasıl olması lazım. Onun için de Kur’ân’ın anlamını öğrenmek mecburiyetindeyiz. Öğrenirsek iyi olur değil. Öğrenmek bize farzdır. Efendim Kur’ân’ın anlamını okumak mı daha iyi yoksa Arapçasını mı? Böyle bir soru sorulmaz. Anlamını bir kere mutlaka okuyacaksın. Onun sağı solu yok. Arapçasını da öğrenirsen çok iyi olur. Niye çok iyi olur? Çünkü Allah’u Teâlâ tarafından Rasulüne indirilmiş bir metindir. Güzel, ama mutlaka yapman gereken anlamını öğrenmektir. Bakın şimdi böyle olunca herkes için bir kolaylık var değil mi. Türkçe okumasını bilmeyen de birisini çağırır ‘Şunu bir oku bakayım, ben dinleyeyim’ der dinler, tamam der.
Allah’ın insanlarla konuşması
(2/Bakara 285.Ayet)
“kullun âmene billâhi”
“Hepsi Allah’a inandı ve güvendi.”
“ve melâiketihî”
“Meleklerine de”
Meleğe nasıl inanılıyor? Çünkü direk Cenabı Hakla konuşup da Allah’tan bir şey almak olmuyor. Allah’tan alınanlar değişik şekillerde olur. Ne diyor Allah’u Teâlâ ayeti kerimede? Şura suresi 42/51. ayette.
(42/Şura 51.Ayet)
“Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu”
“Hiçbir beşerle Allah’ın konuşması söz konusu değildir.”
Peki nasıl konuşur Cenabı Hak?
“illâ vahyen”
“Vahiy suretiyle konuşur.”
Nasıl oluyor vahiy. İçe doğmak. Hepimizde olur bu. Müslümanda da olur kafirde de olur, herkeste olur. İnsanda olur, hayvanda olur. Mesela
(16/Nahl 68.Ayet)
“Ve evhâ rabbuke ilen nahli”
“Bal arısına da vahyetti” diyor.
Yani bütün hayvanların içerisine yerleştirdiği şeyler. İlham dediğimiz şeydir işte bu vahiy. Hepimizde olur. Bazen içinize bir şey doğar ama o doğan şeyin vahiy olduğunu, Allah’tan geldiğine emin olamazsınız. Şeytan vesvesesi de olabilir. Onun için Allah’tan geldiğine emin olduğunuz şeyle konturol etmeniz lazım. O da Kur’ân’ı Kerim’dir. Bir bu.
(42/Şura 51.Ayet)
“ev min verâi hıcâbin”
“Yada bir perde arkasından olabilir.”
İşte rüya olabilir. Rüyalarda olabilir. Bakarsınız birisi gelmiş bir şeyler söylüyor size. O aslında bir melektir ama size bir insan gibi gelebilir yani. Bir yerde bir sıkışırsınız gelir size yardımcı olur. O Hızır gibi yetişti falan dersiniz. Cenabı hakkın değişik şekillerde yardımı olur.
“ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu,” Bu üçüncüsüdür rasullere gelen vahiy.
“Yada bir rasul gönderir.” İşte Cebrail as.
“fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu”
“Allah’ın emriyle Allah’ın belirlediği şeyleri ona vahyeder.”
“innehu aliyyun hakîm”
“O yücedir ve doğru karar verir.”
(2/Bakara 285.Ayet)
“ve kutubihî”
“Kitaplarına inandık”
“ve rusulih,”
“ve elçilerine inandık.” Allah’ın bütün elçilerine inandık.
“lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih,”
“Elçilerinin hiçbirini diğerlerinden ayırmayız.”
Elçi dediğin zaman ilk önce nebi olan rasuller akla gelir tabi. Biz hepsine de eşit olarak inanırız. Şimdi öyle yapılmıyor biliyorsunuz. Öyle bir din anlayışı var ki bizde sanki Muhammed sav. ilk ve son peygamberdir. Allah’ın ilk ve son nebisidir. Ondan önce hiç kimse yokmuş. Yani benim babam senin babanı döver, kabilinden. Sanki Kur’ân’ı Kerim Cenabı Hakkın ilk indirdiği kitapmış gibi.Allahu tealla ne diyor, “Biz aralarında hiçbir ayrım yapmayız.”
Bir sürü çılgınlıklar oluyor. Allah’ın rasulünü tanrılık mertebesine çıkarıyorlar. Arada kendisini tanrı yapmak için başka çare yok. Onu yüceltmezsen kendini tanrı yapamazsın. Haşa. E tabi insanların yoldan çıkma hürriyeti var, cehenneme gitme hürriyeti var. Herkes gidebilir ama ben asla gitmeyeceğim diye karar vermemiz lazım. Cehenneme gitmemek için de aklımızı sonuna kadar kullanmamız lazım. Din adına bize kim ne söylüyorsa aklımızı kullanarak onu test ederiz. Yanlış bir şey olursa bizi mutlaka rahatsız eder. İçinizde yanlış inançlardan gelen kişiler sözümü çok iyi kavrayacaklardır. Eğer size din yanlış anlatılmışsa bir türlü içinize yatmaz. Sizi rahatsız eder. Tıpkı yediğiniz bozuk yiyecek gibi. Midenizi bozar. Sizi huzursuz eder, rahatsız eder, aklınıza yatmaz. Ondan dolayı hep duygusal pompalama yaparlar. İşte uçma kaçmalardan, şimdi işte tabi Rasulullah’ı getiriyorlar, ‘Rasulullah geldi, teftiş etti, işte şunları buldu, bunları buldu,’ haşa, tevbe estağfurullah. Ondan sonra Bakın yeni bir din oluşturuluyor İslam aleminde buna çok dikkat etmeniz lazım. Uluslar arası bir organizasyonla yeni bir din oluşturuluyor. İsim vermeyeceğim, hepiniz anladınız. Çünkü konuyu başka tarafa çekmek istemiyorum şimdilik. Haberiniz olsun yani. Çok dikkatli olmanız lazım. Hatta oluşturuldu, demek daha doğru.
(2/Bakara 285.Ayet)
“lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih”
“Elçilerinden birini diğerinden ayırmayız. Hepsine inanırız.”
“ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ”
“Dediler ki işittik boyun eğdik.” Neye boyun eğdik.
“Allahtan rasulüne indirilene boyun eğdik.”
Rasule boyun eğmek nedir? Onu gönderene boyun eğmek demektir. Çünkü rasul elçidir. Kendi sözünü söylemez ki. Ama bazıları çıkıyor ‘Bize uyun’ diyorlar. Bu çok önemli bir farktır.
“gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr”
“Senin affını dileriz yarabbi. Dönüş sanadır. Senin huzuruna geleceğiz zaten. Bizi affeyle”
(2/Bakara 286.Ayet)
“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ”
“Allah zaten hiç kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez.”
Hani din fıtrattır. Tabiata da bakın herkes kendi gücüyle sorumludur. Gücünün üstünde hiç kimseye Allah yük yüklemez.
“lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet”
“Bazı yaptığı işler lehine bazı kazançlarda aleyhinedir.”
Bir insanın en büyük dostu kendisidir. Yine bir insanın en büyük düşmanı kendisidir. Ama nedense başarılı olanlar bunu hep kendi başarısıdır diye bunu anlatırlar, ama bir başarısızlık ortaya çıktığı zaman mutlaka birisine fatura etmeye çalışırlar. Hiç kendilerinden kaynaklanmaz bu. Gidin dünyanın bütün hapishaneleri dolaşın kolay kolay bir suçluya rastlayamazsınız. Birisi, kader mahkumuyum der, birisi beni falanca batırdı, hep bir başkasıdır suçlu olan, kendileri değildir. Evet, bir sürü insan hapishanelerde suçsuz onu da şey yapmayalım yani. Gerçekten hapishane dendiği zaman benim böyle içim rahatsız oluyor. Bütün dünya açısından. Bir kere müslümanlar olarak dünyanın başındaki pisliği temizlemek zorundayız. O işin bir başka tarafı. Hani derler ya ‘Suç samur kürk olsa kimse giymez,’ değil mi?
“rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ,”
“Yarabbi unutur yada hata yaparsak bizi sorumlu tutma.”
İnsan olarak unutabiliriz. Unuttuğumuz şeyden dolayı sorumlu değiliz. Şimdi önümüzdeki günlerde ramazan geliyor biliyorsunuz. Ramazanda oruç yeme kime tanınan ruhsattı. Hasta ve yolcu. Üçüncü şahıs yok. Üçüncü şahıs yok yani. Efendim ben niyetli değilim falan filan böyle bir saçmalık olmaz. Müslümansan ramazan günü oruç tutarsın kardeşim. Tutmamak için ya hasta olman lazım yada yolcu. Üçüncüsü yok. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Müslümansan tutacaksın. Değilsen sen bilirsin.
Peki oruç tutuyorsunuz, hasta da değilsiniz, yolcu da değilsiniz unutarak yediniz. Orucunuz bozulur mu? Bozulmaması gerekir. Çünkü bunu başka bir yerde telafisi mümkün değil ki. Şimdi Rasulullah’ın sözleri hep Kur’ân’dan çıkarılan sözlerdir. Hata yaptığınız zaman da öyle. Hata nasıl oluyor. Abdest alırken oruçlu olduğunu biliyorsun ama hiç elinde olmayacak şekilde boğazına su kaçmış. Bu da olabilir yani insan değil mi? Yada kafanı suya soktun o arada bir nasıl olduysa burnundan boğazından su kaçtı. İstekle yapılan bir iş değil. Onun için bak diyor Allah’u Teâlâ, bize bu duayı yaptırıyor. “Yarabbi unutur yada hata edersek bizi sorumlu tutma.”
“rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ,”
“Yarabbi bizden öncekilerin üzerine yüklediğin ısrı bize yükleme.”
Isr neydi? Gelecek peygambere inanma yükü. Şimdi bakın bu meallere bakın. Gene meallerdeki hataya dikkatinizi çekeceğim. Ben bu dikkati çektikçe millet diyor ki siz ne zaman meal hazırlayacaksınız. Kardeşim kolay olsa. Şu anda size anlatacağım hatayı bulmak için kaç sene uğraşmışızdır. Yav Allah Allah burda Cenabı Hak ne diyor. Burda bir yanlışlık var ama. Kolay değil yani şu anlattıklarımızı yazan bir kitap yok. Oradan okumuyoruz ki gelip size anlatalım. El yordamıyla, işte yıllarca uğraşarak, sürekli zihnimizde o problemi canlı tutarak. Bir gün Cenabı Hak çözümünü nasip ediyor. Bak şuradan meali okuyayım size.
Yahya Şenol: Diyanet Vakfı Meali :
2.286 – Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme!
Şimdi bak şu iki cümleden ne anlarsınız. Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Tamam. Bizden öncekilere hangi ağır yük yükledi? Allah’ın kanunu mu değişti. Allah’u Teâlâ demiyor mu.
(42/Şura 13.Ayet)
“Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan”
“Allah Nuh’a neyi emrettiyse size de bu dinin şeriatı yapmıştır.”
Ondan sonra Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Şimdi bir kere ağır yük yükleme dedikten sonra gücümüzün yetmediği işler yükleme, demenin hiçbir anlamı yok. Var mı bir anlamı. Aynı şey. Hatta ikincisi hiç söylenmemesi gereken şey haline dönüşüyor. Eminim ki bu ayetin mealinin okuduğunuz zaman çoğunuz şaşırmışsınızdır. Acaba burda Cenabı Hak ne diyor? diye. Benim yıllarca zihnimi meşgul ettiği gibi mutlaka sizin de zihninizi meşgul etmiştir.
Kur’ân’ı Kerim’i anlama yöntemi var ya o yöntemi öğrenmeyi Cenabı Hak öğrenmeyi nasip etti, çok şükürler olsun. Ümit ediyorum ki kütüphanelerdeki eski kitaplardan o yöntemi anlatanları buluruz. Böyle ümit ediyorum ama onun dışında şu anda ulaştığımız kaynaklara baktığımızda Allah’a hamdolsun onu ilk defa ortaya çıkaran biz olduk. Yani Kur’ân’ı Kerim’de olan yöntem. Cenabı hakkın bu nimetini de söylemekte fayda var, çok şükürler olsun. Bu da şükrün bir parçasıdır. O yöntem artık hepiniz çok iyi kavradınız. Hut suresinin ilk ayetlerinde belirttiği yöntemdir.
(11/Hud 1.Ayet)
“Elif lâm râ kitâbun uhkimet âyâtuhu summe fussılet min ledun hakîmin habîr”
“Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem”
Yani özlü hükümler, özet hükümler şeklinde anlatılmış
“sonra da ayrıntılı olarak açıklanmıştır.”
“min ledun hakîmin habîr”
“Hakim ve habir tarafından.”
Şimdi burda bir ısr kelimesi var. O zaman bu ısr nedir? Ali İmran suresinin 81. ayetinde de aynı kelimeyi buluyoruz. 59. sayfa. Burda diyor ki Allah’u Teâlâ. “
(3/Ali İmran 81.Ayet)
“Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne”
“Allah nebilerden kesin söz aldığı zaman”
“lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin”
“size bir kitap ve hikmet veririm de”
“summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum”
“sizin yanınızda olanı tasdik eden bir rasul size gelirse”
Nebi gelirse demiyor. Nebi gelirse deseydi bu günkü Yahudi ve Hıristiyanların bir sorumluluğu olmazdı. Şimdi gidipte biriniz Kur’ân’ı onlara anlatırsa mesela. Ama sizinle beraber olanı tasdik eden. Gittiğiniz zaman ‘Bu Tevrat tahrif olmuş zaten İncil zaten öyledir’ derseniz karşı tarafın inanması hiçbir şekilde gerekmiyor. Çünkü Allah’u Teâlâ onlardan o şekilde söz almamış. Sizde olanı tasdik edecek. Tasdik eden, çünkü Allah Kur’ân’ı Kerim’e bakarsanız hiçbir ayette Tevrat ve İncil tahrif edilmiştir diye bir söz bulamazsınız. “Tasdik eden bir rasul gelirse” Bu konuda da maalesef çok ciddi sıkıntılar vardır bizim tarihimizde.
“le tu’minunne bihî”
“Ona kesinlikle inanacaksınız.”
“ve le tensurunnehu,”
“Ona yardımcı olacaksınız.”
“kâle e akrartum”
“Kabul ettiniz mi” dedi. Yani içinize yerleştirdiniz mi?
“ve ehaztum alâ zâlikum ısrî,”
“Buna karşılık benim ısrımı aldınız mı?”
Şimdi ısr ne olmuş oluyor? Gelecek nebiye inanma yükü. Ama bir şartla, sizinle beraber olan kitap ve hikmeti tasdik edecek. Gayet iyi biliyorsunuz. Müslümanlar hikmeti büsbütün kaybetmişlerdir. Kitaba yaklaşımları da maalesef Kur’ân’ın istediği şekilde değildir.
“Benim ısrımı aldınız mı?” Buradan ne anlıyorsunuz, ısr, benim ısrım dediği zaman ısr: Gelecek nebiye inanma görevi. Peki bunu daha ayrıntılı olarak nerden öğrenebiliriz. Çünkü Allah’u Teâlâ ikili bir sistem koymuştur Kur’ân’ı kerime? Şimdi ikinci, iki ayet daha, bunu biraz daha açıklar. Onu da Araf suresinin 157. ayetinde. Şimdi burda Yahudilerin üzerinde, Hıristiyanların üzerinde ısr görevi var mı? Bu ayete göre var değil mi? Zaten bugün gidin bir Yahudi ilmihalini okuyun, ‘Bir gelecek nebiye inanırım der.’ Şunu da yazarlar, ‘Gelmesi gecikti ama yine de bekliyorum’ der. Gelene inanmazsan daha çok beklersin. Niye? Ondan dolayı dikkat ederseniz Yahudiler Mesihi beklerler, Hıristiyanlar İsa’yı bekler. Neden bekliyorlar? Çünkü Muhammed sav. e inanmadıkları için beklerler. İnanmış olsa beklemelerine lüzum yok. Üzerlerinde bu ısr yükünü sürekli taşıyorlar.
Şimdi onları anlamak kolay da bizimkilerin derdi ne? Bunlarda bekliyor. Sizin ne işiniz var kardeşim. Yok İsa gelecekmiş. Biraz zor gelir. Görürsünüz, gelip gelmeyeceğini. Yok mehdi gelecekmiş. Ne işi var kardeşim. Bu mehdi kelimesi Zerdüştlerin beklemesi. Onlar da Muhammed sav.i bekliyorlar. Çünkü o da bir peygamberin tebliğ ettiği bir dindir Zerdüştlük de. Onlar mehdi diye bekliyorlar. Sahibi zaman da diyorlar. Birisi Mesih bekliyor, birisi İsa diye bekliyor. Bizimkiler hiç birisinin hakkı kaybolmasın diye tamam hepsini de bekliyorlar. Ama iyi ki İsa Mesih diyerek onu bire indirmişler, bir de mehdi diyerek öbür taraftan şey yapıyorlar. Sizin ne işiniz var ya. Ama şimdi bunun olması için de ısr kelimesinin anlamının kaybolması gerekiyor. O da başarıyla halledilmiş.
Mehdi demek yola gelmiş kişi demektir kelime manası itibarıyla her mümin mehdidir. Ama bunlar yola gelmiş değil, yola getiren kişi olarak anlıyorlar. Yani kelimeye de yanlış anlam veriyorlar.
Neyse şimdi ayeti okuyalım. Bakın yani Yahudilerin de inanması onların da sırtlarında ısr yükü olmalı. Ayet ne diyor.
(7/Araf 157.Ayet)
“Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli”
“Bu ümmi rasule uyanlar ki yanlarında ki Tevrat ve İncil’de yazılı bulacakları ümmi rasul.”
Onlardan kesin söz aldık, dedi ya öbür ayette. O sözü demek ki o kitaba koymuş. Ondan sonra peki bu rasul ne yapıyor?
“ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri”
“Marufu emrediyor, münkeri nehyediyor. Yani söyledikleri hep doğru ve güzel.”
Yani evrensel nitelikli doğru bilgi diye tanımladık ya zikri.
“ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise”
“Temiz şeyleri helal pis şeyleri haram kılıyor.”
Haram kılan rasul değildir ama onu gönderendir ama rasul onu tebliğ ettiği için Allah’u Teâlâ öyle söylüyor. Peki başka ne yapıyor.
“ve yedau anhum ısrahum”
“Onların üzerlerinden ısrı kaldırıyor.”
Yani gelecek nebiye inanma görevini kaldırıyor. Niye? İnandı bitti. Daha nebi beklemeye gerek yok. Peki.
“vel aglâlelletî kânet aleyhim,”
“Üzerlerindeki bağları da kaldırıyor.” Artık rahatlıyorlar.
Dikkat ederseniz Yahudi ve Hıristiyanlar sıkıştıkları zaman ‘İşte o beklediğimiz Mesih İsa gelecek şöyle olacak böyle olacak’ bir hayal dünyası kurarlar. Zerdüştlerden etkilenen bölgelere gidin onlar da ‘İşte sahibi zaman gelecek şöyle yapacak böyle yapacak, aklınıza ne gelirse söyleyin. Kurt kuzuyla otlayacakmış.’ Allah kanununu değiştirecek haşa. Şimdi gördünüz mü bakın ısır kelimesini. Peki son ayet. Bizim üzerimizden ısr görevinin kalması için yeni bir nebinin gelmemesi lazım değil mi? Ondan dolayı da Muhammed sav. nedir? Hatemül enbiyadır.
(33/Ahzap 40.Ayet)
“hâtemen nebiyyin”
“Nebilerin sonuncusudur.” O da dördüncü ayet.
Şimdi bakın görüyor musunuz, bu ayetleri beraber anlattığınız zaman çok net bir şekilde her şey ortaya çıkıyor. Bunlar ortaya çıktığı zaman artık bizim üzerimize ısr görevi yok. O ayette yükleme diye ettiriyor Cenabı Hak, sürekli zihnimizi canlı tutmak için. Onun için Rasûlullah her gece yatarken okuyun diyor. Manasını anlamadıktan sonra okusan ne olur ki. Her defasında zihninizde yeni bir nebi gelmeyecek. Sizi gelipte öyle Mehdiyle İsa’yla, Mesih’le kandırmaya çalışmasınlar. Artık bizim üzerimizde böyle bir yük yok. Ama işte minareyi çalan kılıfını hazırlar. Ahzap suresin 33. surenin 40. ayetiydi.
“Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum,”
“Muhammed birisinin erkeklerden babası değildir.”
“ve lâkin resûlallâhi
“Ama Allah’ın elçisidir”
“ve hâtemen nebiyyin”
“ve nebilerin sonuncusudur.”
Artık ondan sonra nebi gelmeyecek, bitti. Bazıları diyor ki İsa as. gelecek diyor. Ahir zamanda İsa as. dinin hakikisi hakim olacak, müslümanlar onlara destek verecek diyor. Son artık hatemen nebi olmaktan çıkıyor. İsa as. hatemen nebi oluyor. Müslümanlar onun arkasına düşecekler. Müslümanlar onun arkasına düşecek de tüm Hıristiyan alemi böyle bir adamı tepelere çıkarır, destekler. Yani bu basit olay değil. Bunların üzerinde ciddi düşünmemiz lazım. Şimdi bakın anlam ne kadar değişti görüyor musunuz.
(2/Bakara 286.Ayet)
“rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran”
“Yarabbi bize ısrı yükleme”
Ama anlatıyor ısrı, açıklama yapıyor. İşte nekreyi marife haline getiriyor.
“kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ,”
“Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize ısrı yükleme.”
Öncekilere nasıl yüklediğini de gördük zaten. Allah yüklemiyor ama Allah’ın dinini kullananlar yüklüyorlar. Açın bugün akaid kitaplarını görürsünüz. Nuzulü İsa hakkun derler, ne haksa. İsa as. gelecek diyenler de ayetlerin bir çoğunu sağa sola çekerek şey yaparlar. Asıl ayeti de okumazlar. Maide suresinin 117. ayetini de okumazlar.
“rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih”
“Yarabbi bizim gücümüzün yetmediği şeyleri bize yükleme”
“va’fu annâ,”
“bizi affeyle,”
yani suçlarımıza, kusurumuza bakma, Türkçe karşılığı.
“vagfir lenâ,”
“Bizim günahlarımızı ört,”
“verhamnâ,”
“bize merhamet et, ikramda bulun,”
“ente mevlânâ”
“bizim mevlamız sensin.” Bizim dostumuz sensin. Bizim velimiz sensin.
Hani okula giden bir öğrencinin velisi olur ya bizim velimiz sensin. Biz senin emrine tabiyiz.
“fensurnâ alel kavmil kâfirîn”
“O zaman şu kafirler topluluğuna karşı bize yardım eyle yarabbi.”
Ne demek. Senin bu kadar ayetlerini görmezlikten gelen, istersen bir tanesini görmezlikten gelmiş olsun fark etmez. Senin bir tane yada birden fazla ayetini görmezlikten gelen şu insanlara karşı bize yardım et. Amin.
Kitap ve Hikmet Dergimizin ikinci sayısı çıktı.