Elhamdülillâhi Rabbil-‘âlemin.
Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün bakara suresinin 283. ayetine geldik. Bundan önceki ayette borçların yazılmasından Cenabı Hak bahsetti. Onunla ilgili hükümleri bize bildirdi. Şimdi de yazılma imkanının olmadığı yerlerde rehin alınması, onunla ilgili ayeti kerimeyi okuyacağız. Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor.
(2/Bakara 283.Ayet)
“Ve in kuntum alâ seferin”
“Eğer yolculuk halinde olursanız,”
“ve lem tecidû kâtiben”
“hani belli süreye kadar borçlandınız onu yazacak katip bulamadıysanız”
“fe rihânun makbûdah”
“teslim alınmış rehinler gerekir.”
Yani borcunuza karşı rehin verirsiniz. Yazacak bir kimse yok o zaman borcunuza karşılık rehin verirsiniz.
“fe in emine ba’dukum ba’dan felyueddillezî’tumine emânetehu velyettekıllâhe rabbeh”
“Eğer biriniz diğerine güvendi de yazdırmadı, rehin de almadıysa, güvenilen kişi kendisine verilen emaneti yerine getirsin.”
“Yahut da biriniz diğerine güvendi de borcuna karşılık rehin verdiyse o güvenilen kişi borç ödendiği zaman rehini geriye versin.”
Çünkü yolculuk sırasında şahit de bulunmayabilir. Yazacak kimse de bulunmayabilir. Diyelim şimdi siz Fransa’da borçlandınız, orada şahitler buldunuz, Türkiye’ye geldiniz. O kişileri Türkiye’ye getirip şahitlik yaptırmanız çok zor olur. Yani yolculuk halinde bulunan şahitler de her zaman işinize yaramayabilir. Yani istediğiniz zaman o şahitleri getirip mahkemede dinletemeyebilirsiniz.
“ve lâ tektumûş şehâdeh”
“Şahitliği gizlemeyin.”
“ve men yektumhâ”
“Kim o şahitliği gizlerse”
“fe innehû âsimun kalbuh”
“onun iç günahla doludur.”
Yani onun içi doğrudan ve haktan uzaklaşır. İsim kelimesi hayırdan uzaklaşmak, şerre yaklaşmak demektir. Kalbe isim işlemiştir demek: Onun içi, onun kalbi hayırdan uzaklaşır ve şerre yaklaşır. Allah’u Teâlâ
“vallâhu bi mâ ta’melûne alîm”
“Yapmakta olduğunuz şeyleri bilir.”
Buralarda fıkıh bakımından çok önemli hususlar var. Onlara dikkatinizi çekmek istiyorum. Bazı arkadaşlarımız şunu söylüyor “Sen çok akademik konuşuyorsun, işte bazen anlamakta zorluk çekiyoruz. Bazıları da diyor ki çok iyi anlıyoruz. Demek ki bazen anlaşılması zor şeyler söylememiz gerekebiliyor ama onları mümkün olduğu kadar kolaylaştırmaya çalışıyoruz. Elbette onları da söyleyeceğiz. Çünkü biliyorsunuz Allah’a sonsuz şükürler olsun Süleymaniye Vakfımız bu gün dünyanın önemli fetva makamlarından birisi durumundadır. Türkiye’nin değil dünyanın önemli fetva makamlarından birisidir. On ayrı dilde yayın yapıyoruz ve her birisinden her gün gelen sorulara cevaplar veriliyor. Dolayısıyla bazı konularda mecburen ilmi açıklamalar yapma gereği ortaya çıkıyor.
Geçen hafta okuduğumuz, ondan önceki haftalarda okuduğumuz Bakara suresi 282. ayette şunu görmüştük, insanlar karşılıklı olarak birbirlerine borçlandıkları zaman eğer borç vadeli ise Allah’u Teâlâ onu yazmamızı emrediyor. Yazarken de iki tane şahit bulundurulmasını emrediyor. Hatta şahitlerden ikisinin de erkek olmasını veya bir erkek iki kadın olmasını da daha iyi olacağını söylüyor. Bunla ilgili ayrıntıyı geçen hafta anlatmaya çalışmıştım ve diğer ilgili ayetleri de okumuştuk. Orada şunu görmüştük. Bakara 282. ayette, bir kadın iki erkek şahit şartı olmazsa olmaz şart değil, Cenabı Hakkın borçlanmalarda tavsiye ettiği şarttır. Çünkü onu ayetin içerisindeki ifadeleri ve diğer ayetlerdeki yaptığı açıklamalarıyla birde Rasulullah sav. söz ve uygulamalarıyla ortaya koymuştur. Yani iki kadın da olabilir, iki erkek de olabilir, bir kadın bir erkek de olabilir. Burada bakara 283. ayeti kerimesinde de rehinden bahsediyor. Yani yolculuk halindesiniz, borcunuzu yazacak kimse yok, Bakara 282 de belirtilen oluşan şartlar oluşamıyor, katip yok, şahitler yok o zamanda teslim alınan rehinler gerekir, diyor Allah’u Teâlâ.
Şimdi burda şöyle bir soru sorabiliriz. Acaba yolculuk dışında da rehin olur mu? Buhari’de ve birçok hadis kitabında geçen şöyle bir hadisi şerif vardır. Rasûlullah sav. bir Yahudi’den veresiye gıda almış. Bunun arpa olduğu da rivayetlerde anlatılıyor. Veresiye gıda almış. Rehin olarak da zırhını bırakmış. Bu ne demek? Demek ki yolculuk şartı olmaksızın da borçlanmalarda rehin bırakılabilir. Bugün o rehinin karşılığına ipotek deniyor. Bu ayeti kerimede rehin bırakıldığı zaman da şahit getirilmesinin gereği ortaya konuyor. “ve lâ tektumûş şehâdeh” buyuruyor.Ama yine bu ayette şahit olmayabileceğinden de bahsedilmiş oluyor. Çünkü Allah’u Teâlâ diyor ki, “Eğer biriniz diğerine güvenmişse kendisine güvenilen kişi o güveni kötüye kullanmasın,” diyor. Buradaki güven iki şekilde olur. Bir, borç vermişsinizdir, yazmamışsınızdır, rehin de almamışsınızdır. Yazı ve rehin olduğu zaman mahkeme kanalıyla alabilirsiniz. Ama yazı yok, rehin yok, şahit yoksa karşı taraf borcunu rahatlıkla inkar edebilir. O zaman Allah’u Teâlâ burda ne diyor.
“felyueddillezî’tumine emânetehu velyettekıllâhe rabbeh”
“Kendisine güvenilen kişi o güveni, (emânetehu)”
o güveni Türkçe karşılığı, güveni diye tercüme etmekte fayda var. “O güveni kötüye kullanmasın.”
İkinci bir husus vardır. Borçlanmışsınızdır, karşı tarafa rehin vermişsinizdir. Borcunuz yüz lira rehin verdiğiniz şeyin değeri iki yüz liradır mesela. Ona karşılık şahit de tutmamış, karşı tarafın dürüstlüğüne güvenmişsinizdir. O karşı taraf bunu inkar da edebilir. Onu da içerir.
“felyueddillezî’tumine emânetehu”
“Kendisine güvenilen kişi o güveni yerine getirirsin. O güveni kötüye kullanmasın.”
Şimdi burda bir başka husus daha var. Siz güvenilir bir insansınız, karşı tarafa borcu ödersiniz. Herhangi bir problem yok. İnkar da söz konusu olmaz. Fakat yarına çıkacağımız belli mi? Bilemezsin yani, bakarsın biraz sonra ölürsün değil mi? Ondan dolayı da vasiyette bulunmak gerekiyor. Vasiyet kelimesinin anlamı şudur. Birisine bir konuda görev yüklemek, demektir. Yani siz mirasçılarınıza görev yükleyeceksiniz. ‘Benim şu kişiye şu kadar borcum vardır.’ Çünkü karşı taraf bana güvendi, rehin almadı, yazıyla da tespit edilmedi. O zaman ben bunu vasiyet olarak mirasçılarıma bildirmem gerekir. Onun için Rasulullah sav. şöyle demiştir. O da Buhari’de geçen, bir çok sahih hadis kitabında geçen bir hadistir. Müslüm’de var, Ebu Davut’ta var, Nesai’de var, daha bir çok hadis kitaplarında var. Rasulullah sav. diyor ki: Yani bir müslüman kişinin hakkı değildir ki, birisine bir borcu varsa onu yazmadan iki gece uyuyabilsin. Yani onu vasiyet etmeden iki gece uyumaya hakkı yoktur. Dolayısıyla birine borcumuz varsa, yazılı belge varsa zaten problem yok. Rehin varsa gene problem yok. Bu ikisi yoksa ne yapmak lazım? Vasiyette bulunmamız lazım. O zaman borçlarımız üç şeyle teminat altına alınmış oluyor. Yani belgelenmiş oluyor.
Bunların her birisin borçların belgelenmesi için çok önemli olan şeylerdir. Şimdi burada vasiyet konusu devreye giriyor.
Vasiyet
Kur’ân’ı Kerim’de iki türlü vasiyetten bahsedilir. Yani bir Allah’u Teâlâ’nın vasiyeti vardır. Bir de insanların vasiyeti vardır. Allah’u Teâlâ’nın vasiyeti yani vasiyet kelimesi, şu anda ben vasiyet derken hepinizin zihninde bir anlam çağrışıyor. O anlam kastedilmez Kur’ân’ı Kerim’de. Hadislerde de kastedilmez. Nedir o anlam? Vasiyet derken ne anlarsınız. Bir insanın ölümünden sonra birisine kendi mirasından bir payın verilmesini, anlarsınız değil mi? ‘İşte ben öldükten sonra şu mal falanca fakirin, zenginin yada şunun bunun olsun.’ Ölünceye kadar benim öldükten sonra falancanın olsun. Çünkü ölmeden önce verirseniz ona vasiyet demezler değil mi? Böyle bir vasiyet Kur’ân’da ve Sünnet’te yoktur.
Peki Kur’ân’ı Kerim’de ve Sünnet’te olan vasiyet nasıl bir vasiyettir? Kur’ân’da iki türlü vasiyetten bahsediyor Cenabı Hak. Mesela mirasla ilgili ayeti kerimede. Yusikumullahu diye başlar, “Allah size vasiyette bulunur” der. “Yani size görev yükler,” (Nisa 4/11) demektir. Haşa Cenabı Hakkın vefatı diye bir şey söz konusu olamaz ki işte benden sonra şunu yapın, desin haşa! Görev yükler.
(4/Nisa 11.Ayet)
“fî evlâdikum liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn”
“Öldüğünüz zaman mirasınız şöyle, şöyle şöyle pay edilsin der.”
Sonra da ikinci vasiyet de, insanların vasiyetidir. Onun için mirasla ilgili ayeti kerimede mirasın paylaşılmasından önce yapılması gereken şeyden bahsedilir.
“min ba’di vasiyyetin yûsî bihâ ev deyn”
“Kişinin yaptığı vasiyetten yada borcundan sonra.”
Şimdi kişi eğer bir vasiyette bulunuyorsa bütün borçlarını sayar orada. İşte falancaya borcum var onunla ilgili belgemiz vardı. Filancaya şu borcum var oraya verdiğim rehin vardır. Şuna şuna da şu şu borçlarım var onunla ilgili herhangi bir belgemiz yoktur denir. Bütün borçlarını vasiyete tespit eder. Öldüğü zaman o kişinin vasiyeti yerine getirilir. Onun için
“min ba’di vasiyyetin yûsî bihâ”
“Yaptığı vasiyetten yada borçtan sonra,” diyor.
Yada borçtan sonra. Yaptığı vasiyetten yada borçtan sonra.
Bu iki tür vasiyeti Bakara Suresinin 180-181-182. ayetlerinde görüyoruz. Bu söylediklerimin tefsir ve fıkıh açısından ne kadar önemli olduğunu uzmanları pekala bilirler. Onun için baştan söyledim birazcık ilmi gelir ama buna çok büyük ihtiyaç var, mecburen anlatacağız. Şimdi Bakara 180. ayeti okuyoruz. Ben bir okuyayım da Yahya sen mealini arkasından oku. Diyor ki Allah’u Teâlâ burda,
(2/Bakara 180.Ayet)
“Kutibe aleykum izâ hadara ehadekumul mevtu in tereke hayrâ, el vasiyyetu lil vâlideyni vel akrabîne bil ma’rûf”
“Size farz kılındı ey müminler, sizden birisi öldüğü zaman, eğer geriye de mal bırakmışsa, o vasiyeti yerine getirin. Ana, baba ve en yakınları için olan o vasiyeti.”
Ana baba ve en yakınları için olan o elvasiyye, Hani Kur’ân’ı Kerim’in ayetleri birbirlerini açıklar ya, o elvasiyye: Nisa suresinin 11 ve 12. ayetindeki Allah’u Teâlâ’nın vasiyetidir.
(4/ Nisa 11.-12.Ayet)
“Yûsîkumullâhu fî evlâdikum”
“Allah size evladınız konusunda vasiyette bulunur” diyor. 12. ayette de “vasıyyeten minallâh” diye bitiriyor.
Oradaki ana baba ve en yakınlarınız için olan vasiyeti yerine getirmek size farz kılındı emri ölene mi? Yaşayana mı farz kılındı. Bak
“Sizden birisi ölürse, onun ana, baba ve yakınları için olan o vasiyeti yerine getirmek size farz kılınmıştır.” (Bakara 2/180)
Hangi vasiyet o? Allah’ın yaptığı vasiyet. Yani Allah’ın Müslümanlara yüklediği görev.
Dolayısıyla birisi öldüğü zaman onun mirasını paylaştırma görevi Müslümanlarındır. O ailenin değil, mirasçıların değil. Çünkü mirasçıların olduğu zaman bir menfaat çekişmesi olur. Malı elinde bulunduran taraf mirasın paylaşılmasını istemez ve insanların duygusuna vurgu yapar. Elinde olmayan taraf da istemeye utanır derken büyük bir haksızlık olur. Ondan dolayı Allah’u Teâlâ, burada görevi Müslümanlara yüklemiştir. Bu görev Allah’ın yüklediği görev. Vasiyet: yüklenen görev demektir. Bu görev müslümanlar tarafından yerine getirildiği takdirde herkes hakkını alır. Zaten
(2/Bakara 180.Ayet)
“el vasiyyetu lil vâlideyni vel akrabîne bil ma’rûf”
“Maruf ölçülere göre”
Maruf ne? Orada ölçülerini Allah Nisa Suresi 11, 12, 176. ayetlerde Allah, orada ölçüleri tek tek bildirmiş. Anaya şu kadar babaya şu kadar, kıza şu kadar, karısına şu kadar, kocasına şu kadar, işte annesi babası yoksa şu kadar, falan hepsini teker teker anlatmış. Maruf ölçülere göre Allah’ın yüklediği vasiyeti yerine getirmek sizin görevinizdir. Peki o vasiyeti yerine getirirsek hata yaparsak ne olur yarabbi.
(2/Bakara 181.Ayet)
“Fe men beddelehu ba’de mâ semiahu”
“Kim o ölçüleri değiştirirse”
Efendim bu daha fakir buna şu kadar verelim. Bu evlendi gitti ona az verelim. İşte bu zaten çalışmamıştı, haylazın tekiydi ona şunu verelim’ diyemezsiniz. Ölçüler neyse ona o şekilde vereceksiniz.
“fe innemâ ismuhu alellezîne yubeddilûneh”
“Bunun günahı o ölçüyü değiştirenedir.”
Şimdi sen malı taksim eden dışarıdaki bir kişisin maldan o yararlanacak günahını ben çekeceğim. Bunu kimse yapar mı? Kimse yapmayacağı için eğer bu şekilde müslümanlar mirası taksim edecek olsalardı, bu gün hiçbir kadın mirastan mahrum edilemezdi. Hiçbir çocuğun miras hakkı alınamazdı. Elinden alınamazdı. Malı yenmezdi, hiçbir yetimin. Bu Allah’ın vasiyeti el vasiye eliflamlı vasiyet. Yani Arapça bilenler açısından söylüyorum. Çünkü Kur’ân’ı Kerim’de tekrar ediyoruz, siz her zaman biliyorsunuz ama bizi yeni yeni dinleyenler oluyor. Onlar açısından tekrar ediyorum. Kur’ân’ı Kerim’de bir kelime mutlaka bir başka yerde mutlaka açıklanır.
Peki şimdi burada da diyor ki ‘femen hafe min musin.’ Sonra insanların vasiyetine geliyor Cenabı Hak.
(2/Bakara 182.Ayet)
“Fe men hâfe min mûsın”
“Vasiyet eden birisi için kim korku duyarsa”
Buradaki musin ile önceki ayetlerdeki el vasiyet arasında bir ilişki yok. O Allah’ın vasiyeti, bu insanların vasiyeti. Eğer öyle olsaydı minel musi olurdu. Vasiyet eden çünkü orada vesiyet eden Allah’u Teâlâ’dır. Buradaki vasiyet de Nisa 11- 12 de geçen min badi vasiyetin deki vasiyettir. Yani, ölen kişinin borç itirafını içeren belge. O belgeyi yazarken şahit de getirebilir tabi
(2/Bakara 182.Ayet)
“Fe men hâfe min mûsın cenefen ev ismen”
“bir kimse vasiyette bulunacak bir kişi hakkında korkarsa,”
Vasiyette bulunacak kişiyi Rasulullah sav. nasıl anlatmıştı.
“Bir müminin hakkı yoktur ki birisine vasiyet etmesi gereken bir borcu varsa, o vasiyeti yazmadan iki gün yatsın. İki gün uyusun.”
Bu borç itirafından başka bir şey değildir. Çünkü aksi takdirde Rasulullah sav. vasiyeti yapmadan vefat etmiştir. O zaman o haksızlık yapmış olurdu. Değil mi? Bu borç itirafıdır. Eğer böyle bir şey olmasaydı malı olan her müslümanın vasiyet etmesi farz olurdu. Bu, borcu olan kişiyle alakalıdır. Ondan dolayı bakın burda, diyor ki, ayeti kerime
“Fe men hâfe min mûsın cenefen”
“Borç itirafında bulunacak, birisine borcunu yazacak bir kişinin haksızlığa meyledeceğinden birisi korkarsa”
“ev ismen”
“ yada günaha gireceğinden korkarsa,”
“fe aslaha beynehum”
“korkan kişi aralarını düzeltirse”
“fe lâ isme aleyh”
“ona bir günah yoktur.”
Birisi borcu olmadığı halde diyor ki, mirasçısından mal kaçırıyor. Mesela ‘Bu araba falancanındır’ diyor. Aslında onun değil. Ben öldüğüm zaman bunu oraya verin diyor. Öldüğün zaman bu mal senin değil ki. Zaten mirasçıların. Mirasçının malını başka tarafa verdiriyorsun. Bu bir günaha girmektir. Bu günaha girmektir. Yada birisine yüz lira borcu var, diyor ki ‘Elli liradır borcum’. Onun için Bakara Suresinin 282. ayetinde Allah’u Teâlâ
(2/Bakara 282.Ayet)
“velyettekıllâhe rabbehû ve lâ yebhas minhu şey’â”
“Borcundan hiçbir şey eksiltmesin, Allahtan korkun,” dedi.
Şimdi bir kişi bakıyorsunuz ki, bu adam, ölüm döşeğinde falancaya şu kadar, yüz lira borcu var. Diyor ki ‘benim elli liradır borcum.’ Allah Allah, adama zulmediyor. Kendisi de günaha giriyor. O zaman araya girer arayı düzeltir. Onu çağırır buraya. Ortak noktada hadi şöyle yapın böyle yapın derse bir günahı yoktur. Bu kişi araya girmekle kendi günahından kurtulmuş olur. ‘fe lâ isme aleyh diyor. Bak şimdi bu ayetlerin ne hale getirildiğini biraz sonra göreceğiz. Bu okuduğum üç tane ayetin üçü de hiçbir işe yaramaz hale getirilmiştir. Sonra da tutulmuş başka anlamlara delil getirilmeye çalışılmıştır.
İşte Kur’ân’ı Kerim’de anlatılan vasiyet, borç itirafından başka bir şey değildir. İşte borç itirafına da borcu olmadığı halde benim borcum vardır demesine engel olmak yada borcunu daha az gösterilmesine engel olmak da Müslümanların görevidir. Kim bu görevini yaparsa kendi görevini yapmış olduğu için
(2/Bakara 182.Ayet)
“fe lâ isme aleyh”
“Onun üzerinde günah kalmaz.”
Hani benden günah gitti deriz ya Türkçede, bu onun karşılığıdır. Bu adamın yanlışlık yaptığını sen bildiğin halde ‘Aman bana ne’ dersen günaha girersin. Bunun anlamı odur.
Şimdi özetleyelim. Demek ki:
4.Yine bakara 283 e göre alınan rehinler şahitli olarak alınır, ama birisi rehin verirken şahit de tutmamış olabilir.
Ayetlerin Tahrifi
Evet bunu burada bir özet yaptıktan sonra şimdi Yahya’yı dinleyelim. Bir bakın bakalım ne hale gelmiş bu ayetler. Ve size burda söyleyeyim, bir çoğu fena halde sinirleniyor ama burda istedikleri kadar sinirlenebilirler, hakları vardır. Teşekkür edeceklerine sinirleniyorlar. Şu anlattıklarımı yazan bir tefsir ben şu ana kadar görmedim. Mealde dinleyeceğiz bakın, bütün tefsirlerin özetidir dinleyeceğimiz. Ayetin ne hale getirildiğini oradan görün. Oku bakalım.
Yahya Şenol: Diyanet Vakfı Meali:
‘2.180 – Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah’tan korkanlar üzerine bir borçtur.’
Abdulaziz Bayındır: Kim kime vasiyet ediyor burada? Bir daha oku. Dikkatle dinleyin.
Yahya Şenol:“Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa”
Abdulaziz Bayındır: Bak şimdi şey yapalım. Bana ölüm gelmiş tamam mı. Geriye bırakacağım da Allah’a şükür üç beş kuruş bir şeyim var yani. Bir şeyler var hamdolsun. Öyle düşünün ki anlayasınız. Benim görevim neymiş. Eğer bir mal bırakacaksa, Geriye bırakacağım birtakım mallar var.
Yahya Şenol: anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek,
Abdulaziz Bayındır: Anama, babama, yakınlarıma
Yahya Şenol: uygun bir biçimde vasiyet etmek.
Abdulaziz Bayındır: uygun bir biçimde vasiyet etmek. Etmesi, demedi bakın şimdi, etmek. Kim edecek belli değil. Etmek, kime farzdır?
Yahya Şenol: Allah’tan korkanlar üzerine bir borçtur.’
Abdulaziz Bayındır: Allah’tan korkanlar üzerine bir borçtur. Ölüm gelen tek kişi, korkanlar çoğaldı. Kime, ne oldu şimdi? Allahtan korkanlar, üzerine borçtur. Yav Allah kime borç yükledi burda. Öyle bir cümle yapısı ki bu cümleden bir şey anlayan anlasın. Bir daha oku. İyice dikkatlice dinleyin bir şey anlıyor musunuz buradan.
Yahya Şenol: Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah’tan korkanlar üzerine bir borçtur..
Abdulaziz Bayındır: Bak etmesi demedi dikkat ediyor musunuz. Ana baba hayatta olabilir mesela. Şimdi düşünün, bana ölüm gelmiş. Gelenekte bu ayete verilen mana vasiyet etmesi şeklindedir. Ama metne hiç uymadığı için etmek demek zorunda kalmışlar. Bana ölüm geldiği zaman anama, babama, yakınlarıma maruf ölçüde vasiyet etmem bana farzmış. Öyle anlıyorlar, bu mealden öyle anlaşılmaz ama öyle anlaşılıyor. O zaman hiç anlamı olmuyor ayetin, hiçbir anlamı olmuyor.
Ben şimdi ölmek üzereyim, can çekiştiriyorum, annem geliyor diyor ki “Oğlum bak evi bana ver.” Babam da gelip diyor ki “Arabayı da ben isterim.” Hanım, oğlum, kızım geliyor diyor ki “Biz de isteriz bize de şunu ver bunu ver.” Ben orada ne yaparım? Can çekiştiriyorum yav. Yav kardeşim çekin gidin Allah aşkına ya. Bu durumda bu istenir mi? “Bak kafir gidersin ‘hakkan alel muttegîn’ diyor. Allah bir görev yüklemiş, farz kılmış Allah.” Adam hakikaten kafir gider.
Her zaman size söylüyoruz ya öyle bir hale geliyor ki. Eğer bu ayetlere bu yanlış manaları vermeselerdi İslam aleminde hiçbir kızın miras payı yenmezdi. Mümkün değil tek kuruşu yenmezdi. Hiçbir çocuk büyükler tarafından sömürülemezdi. Bugün biliyorsunuz bir çok bölgede kadınlara mirastan pay vermiyorlar.
Şimdi bu ayete bu manayı vermek için neler yapmışlardır. Ayetin manası değiştirilmiştir. Arapça bilenler için söyleyeyim. “Kutibe aleykum”, kütübe alahadiküm’e çevrilmiştir. ‘Size farz kılınmıştır’ dendiği zaman, bak ‘sizden birine ölüm geldiği zaman’ ayetin şeyi o.
(2/ Bakara 180.Ayet)
“Sizden birine ölüm geldiği zaman size farz kılınmıştır” derken
farz kime kılınıyor. Ölene mi, yaşayanlara mı? Yaşayanlara. Sizden birine ölüm geldiği zaman,
(2/ Bakara 180.Ayet)
“Kutibe aleykum izâ hadara ehadekumul mevtu”
Bu çok açık ve net. Bu açık ayete tefsirler nasıl mana verir biliyor musunuz. “Kutibe aleykum “-ey ala ahadiküm-, “izâ hadara ehadekumul mevtu”. –Ey hadara kumul mevt- Ayetlerin anlamlarını onu ona, onu ona çevirerek böyle, metni bozarak yani. Metni bozarak anlamlar değiştirilmiştir.
Allah’u Teâlâ ‘Size farz kılınmıştır’ derken ‘Sizden birine farz kılınmıştır’a çevirirler. ‘Sizden birisine ölüm geldiği zaman,’ dediği zaman da ‘Ölen o kişiye geldiği zaman’a çevirmişlerdir. Sonra da bir anlam ifade etmez şekle gelince, bu defa demişler ki bu ayet mensuhtur. Neshedilmiştir. Neshedecek ayet yok. O zaman hadis verelim. Ayet kalmadı hadis verelim. Hadis de yok, uydururuz canım ne olacak zor bir şey mi. Açıklamayı okuyacak (Diyanet Vakfının Kur’ân Mealinden okununyor) Yahya.
Yahya Şenol: ‘Mirasla ilgili ayetler gelmeden önce kişinin servetinden ana, baba ve akrabalarına bir miktar verilmesi için vasiyet etmesi emredilmiştir. Ancak Nisa Suresinde gelen miras ayetleriyle herkesin hakkı kesin ve net olarak belirlenmiş. Efendimiz de : ‘Allah her hak sahibene hakkını vermiştir. Bundan sonra varise vasiyet yoktur,’ buyurmuş. Böylece yukarıdaki ayet neshedilmiştir. Fakat mirastan payı olmayın akraba ve düşkünlere ve hayır müesseselerine vasiyet bakidir. Her müslüman gönüllü olarak servetinden istediği yere vasiyet edebilir.”
Abdulaziz Bayındır: İşte bakin vasiyeti ortaya koyabilmeleri için bu gerekiyor. Çünkü fıkıh kitaplarında geçen vasiyetin hiçbir geçer delili yoktur. Mirasçıdan mal kaçırmaktır. Onu buraya monte edebilmek için bu ayet acayip hale getirilmiştir. Şimdi burda ‘Mirasçıya vasiyet yoktur’ hadisi de hadisçiler üzerinde çalıştıkları zaman bu hadisinde Rasulullah’a ait olmadığını söylüyorlar. Uzmanlar öyle diyor yani. Benim şahsi bir araştırmam yok. Ondan sonraki ayetleri oku.
Yahya Şenol: 2.181 – Her kim bunu işittikten ve kabullendikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu değiştirenleredir. Şüphesiz Allah (her şeyi) işitir ve (her şeyi) bilir. Diyanet Vakfı Meali :
Abdulaziz Bayındır: Birde onun açıklamasını oku.
Yahya Şenol: İslam’da vakıf müessesesi hadislere dayanmakla birlikte sadaka-i cariye mahiyetinde olan ve ammeye hizmet veren vakıfları, bunların şekil ve şartlarına haksız olarak değiştirenler de vasiyeti değiştirenler gibi telakki edilmiş. Bu ayet bir çok vakıf eşya üzerine ve vakıfnamelere yazılmıştır.’
Abdulaziz Bayındır: Şimdi ayetin asıl bağlamı ortadan kaldırılınca vasiyet yoluyla yapılan vakıflar, bir takım vakıfnamelere bu ayet şey yapıyorlar. Ondan sonraki ayeti oku.
Yahya Şenol: 2.182 – Her kim, vasiyet edenin haksızlığa yahut günaha meyletmesinden endişe eder de (alâkalıların) aralarını bulursa kendisine günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayan hem de esirgeyendir. Diyanet Vakfı Meali :
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bakın geleneksel vasiyeti düşünün ve bu ayetin bir anlamını kalıyor mu onu karar verin. Birisi birine vasiyet edecek değil mi? Ayette diyor ki; Her kim, vasiyet edenin haksızlığa yahut günaha meyletmesinden endişe eder de (alâkalıların) aralarını bulursa, alakalılar kim olur? Vasiyet edilenle mirasçılar olur. Arasını bulacak alakalılar. Vasiyet edilenin ne hakkı var ki arasını bulsun, geleneksel manada. Hangi hakkı talep edecek ki arası bulunsun. Yani bir adam bir malını geleneksel manada falanca kişiye vasiyet etmek zorunda mı ki arası bulunsun. Az önce anlattığım zaman ayetlerin muhteşem anlamını gördünüz değil mi? Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü içerisinde. Ama geleneksel vasiyeti devreye sokmak için bu ayetlerin anlamı bozulmuştur maalesef.
Bir de geleneksel manada vasiyetin tek delili Saad Bin Ebu Vakas’ın ra. sözüdür. Saad Bin Ebu Vakkas uzun süre yaşayan sahabelerdendir. Arafat’ta hastalanmış, çok acı çekiyor. O sırada Rasulullah sav. veda haccı sırasında onu ziyarete gidiyor, artık öleceğini düşünüyor. Diyor ki Ya Rasulullah “Ben diyor malı olan bir adamım diyor. Mirasçı olarak da bir tek kızım var diyor. Başka da mirasçım yok. malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtmak istiyorum, diyor. Nasıl olsa çok malım var. Kızıma da üçte biri yeter diye düşünüyor.” Rasulullah sav. Hayır diyor, üçte ikisi çoktur. “Yarısını dağıtayım Ya Rasulullah.” O da çoktur, diyor. Üçte biri olabilir ama o da çoktur, diyor. O da üçte birini bağışlıyor. Sadaka olarak dağıtıyor. Vasiyet etmiyor yani. Vasiyeti caiz görenlerin dayandığı tek delil budur.
Şimdi burda başka bir şey daha var. Yeri gelmişken söyleyeyim. Bakın Burda Saad Bin Ebu Vakkas diyor ki, “Tek kızım var.” Saad Bin Ebu Vakkas’ın kardeşi de var ama onu mirasçı saymıyor. Çünkü evladı varsa Nisa Suresi 176. ayete göre mirasın tamamı ona kalır. Kardeşe hiçbir şey kalmaz. Ama bugün mezheplerin tamamı mirasın yarısını o kıza gerisini kardeşine verirler.
Geçende bir fetva sorulmuştu değil mi? Bir kadının üç tane kızı varmış kocası da epeyce varlıklı, vefat etmiş. Belki iki haftalık bir olay, hocalara gitmiş, bunun taksimatını yapın diye. Demişler ki malın üçte ikisi kızlara üçte biri de bunun kardeşine kalır. Kadında diyor ki, ‘Ben bunun kardeşini şimdiye kadar görmedim. Zaten yaramazın teki. Bizim hiç yanımıza uğradığını da görmedim. Ben o adama niye mal vereyim’ diyor. Bütün mezhepler ona mal verdirir ama Kur’ân’da ve Sünnette kesinlikle zırnık verilmez. Şimdi görüyor musunuz? İslam ne hale getirilmiş.
Şimdi ben, Türkiye’de iki tane ulema birliği oluşturuldu. Onlara söylüyorum. Onlar ehli sünneti korumak istiyorlar, geleneği korumak istiyorlar. Buyurun istediğiniz her konuyu tartışalım. İlk önce hangi konudan başlamak istiyorsanız siz seçin biz değil, buyurun. Buradan herkese çağrıda bulunuyorum. Buyursunlar, iyi ki kuruldu o alimler birliği. Hiç olmazsa muhatabımız oldu Allah’a çok şükür. Şimdi bunların en kötüsü de şu. Hakikaten Allah’ın ayetiyle bu kadar oynanır mı?
Ben size anlatmıştım da gene tekrarı olsun. Tekrarı şunun için yapıyorum yine söyleyeyim. Yeni yeni dinleyen arkadaşlarımız dostlarımız var. Bu ayetle ilgili olarak Medine-i Münevvere de tefsirde zirve dedikleri bir şahsın evinde onunla konuşuyorduk. Medine Üniversitesi’nden birkaç hocayla beraber gitmiştik. Bana dediler ki sen Kur’ân’ı Kur’ân’la açıklıyorsun. Bu şahıs da böyle yapar dediler. Gittik oraya ben tabi metodu anlattım ve bu ayeti kerimenin mealini verdim. Bu metoda göre burda anlattığım gibi. Adam tabi meali çok beğendi çünkü böyle bir meal yok hiçbir yerde. Bakara 180 in mealini verdim. Dedi ki: ‘Yav bu ayete göre müslümanlar böyle davransa dedi hiçbir mirasçı haksızlığa uğramaz’ dedi. Sonra Arap Dili Edebiyatı Fakültesinin dekanı olan arkadaşımız dedi ki ‘Abdülaziz beyin metodu çok güzel değil mi hocam’ dedi. ‘Hayır dedi. Bu dedi insanları Allah’ın yolundan çıkarır’ dedi.
Sonra ben hiç duymazlıktan geldim. Adama dedim ki Hikmet Beşir adamın adı. O dekan olan arkadaşımızın adı da Muhammed Yakup Türkistani. Aslen Türkistanlı. Mekke’de doğmuş büyümüş olan bir arkadaşımız. Dedim ki ona, ‘Şu ayete bir de sen mana ver ama şu şartım var. Takdirde bulunmayacaksın, yani araya cümleler sokuşturmayacaksın.’ Hani biz bu gün parantez sokuşturmayacaksın falan diyoruz ya. Aslında parantezden de farklı bir şey bu. Tamam dedi.
Benim başladığım gibi meal vermeye başladı. Kütübe aleyküm eyyühel müminun diye başladım. O da öyle başladı. Kütübe aleyküm eyyühel müminun deyince devamı gelmedi. “Ey müminler size farz kılındı.” Halbuki müminlere değil ölene farz kılınması lazım. Şimdi öyle deyince adam orada durdu. ‘Dedi öyle parantezsiz tefsir olmaz’ yani Türkçe anlayın. Adama dedim ki: ‘İstediğin parantezi koy serbestsin. Ama sonunda bu ayet mensuhtur demeyeceksin.’ Yani yürürlükten kaldırılmıştır demeyeceksin. ‘Tamam’ dedi. Bu defa ‘Bu ayeti kerimenin mensuh olmaması mümkün değildir’ dedi. ‘Öyleyse ben bu ayete bir daha meal vereceğim. Bak ben Türküm, Türkiye’de okudum, hiç Arap ülkelerinde okumadığım için konuşmam zayıftır dedim. Sizden rica ediyorum. Siz Arapsınız en küçük hatamı lütfen affetmeyin dedim. Derhal müdahale edin’ dedim. Ondan sonra bir meal verdim. Hiç birisinin sesi çıkmadı. Ondan sonra tekrar bizim Muhammed Yakup devreye girdi. Dedi ki; ‘Abdülaziz beyin metodu doğru değil mi efendim? Bu ayette uygun olabilir ama başka yerlerde uygun değil’ dedi. Sonra işin içinden çıkamadı adam. Bunu da bir hikaye olarak anlatmış olayım.
Ve İslam aleminin perişan halini buradan da görmüş olduk ayrıca.