Geçen hafta Salı dersimizi Hollanda’dan Roterdam’dan yapmıştık. Oradaki yayından dolayı baş taraftan bir bölüm tespit edilememiş, yayın da yapılamamıştı. Orada da kayıt problemi olmuş. Bu tür teknik meseleler olabiliyor. Onun için ayetlerin o kısmını yeniden okuyacağız inşallah. Yani oradaki sohbetin baş tarafını bu gün yapacağız ki eksik kalmasın. Orada iki konu üzerinde durmuştuk. Onlardan bir tanesi ‘Darül Harpte Faiz’ konusuydu birisi de ‘Bir Kimsenin Alacağını Zekata Sayıp Sayamayacağı’ konusuydu. Bu ikisi de önemli olduğu için kaybolmaması açısından bu gün tekrarlıyoruz. Bakara suresinin 278. ayetinde Allah şöyle buyuruyor.
(2/ Bakara 278.Ayet)
“Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve zerû mâ bakiye miner ribâ in kuntum mu’minîn”
“Müminler eğer gerçekten inanıyorsanız, faizden arta kalan alacaklarınızı bırakın.
(2/ Bakara 279.Ayet)
“Fe in lem tef’alû”
“Bunu yapmazsanız faiz alacaklarınızı alırsanız,”
“fe’zenû bi harbin minallâhi ve resûlih”
“Allah ve Rasulü tarafından açılmış bir savaşla yüz yüze olduğunuzu bilin.
“ve in tubtum fe lekum ruûsu emvâlikum,”
“Tevbe ederseniz ana malınız sizindir.”
Darül Harpte Faiz
Hanefi mezhebinde şöyle bir görüş vardır. ‘Darül harpte müslümanla harbi arasında faiz cereyan etmez.’ Harbi demek, yani darül harpteki kişi demektir. Darül harp dediğimiz de, Müslümanların hakimiyeti altında olmayan bölgeler yada Müslümanlarla savaş halinde olan bölgelerdir ki burada ‘Müslümanların hakimiyeti altında olmayan bölgeler’ kastediliyor. Yani şimdi mesela geçen hafta bulunduğumuz Hollanda yada Almanya yada Avrupa’nın herhangi bir kenti bu tanıma göre darül harptir. Orada şöyle bir mantık güdülüyor. Deniyor ki: “Siz işte oraya gidiyorsunuz, -Mesela ben geçen hafta Hollanda’ya girdim.- Pasaportumu verdim, onlarda mühür vurdular. Yani sen bu ülkeye girebilirsin dediler ve ben de girdim. Burda karşılıklı bir sözleşme meydana gelmiş oluyor. Ben orada o insanlara “Sizin ülkenizde haksızlık sayılabilecek bir işi yapmayacağım” diye söz vermiş oluyorum. Onlar da, “Bizim ülkemizde haksızlık sayılacak bir eylemi sana karşı yapmayacağız” diye söz vermiş oluyorlar. Yani karşılıklı olarak birbirimizin hak ve görevlerine riayet edeceğimizi yani karşılıklı haklarımızı koruyacağımızı kabul etmiş oluyoruz.
Şimdi Hanefi mezhebinde şöyle deniyor. Deniyor ki: ‘Siz o ülkeye girdiğiniz zaman böyle bir söz veriyorsunuz. Sizin verdiğiniz sözün içerisinde o ülkenin haksızlık saymadığı ama dinin haksızlık saydığı kazancı alabilmenize fetva verilebilir.’ Burda da mantık şu ‘Harbilerin malları Müslümanlar için helaldir. Sadece onlara haksızlık yapılmamak şartıyla.’ Haksızlık yapmamış oluyorsunuz yani o insanlardan faiz alırsanız. ‘Onların kendi anlayışına göre faiz ödemek haksızlık sayılmadığı için alabilirsiniz’ diye bir mantık yürütülüyor. Bunun için de (Ticaret ve Faiz kitabından**) Darül harpte faiz diye bir yazı var. Rasulullah sav.in şöyle dediği iddia ediliyor. “Darül harpte müslümanla harbi arasında faiz söz konusu olmaz.” Burda deniyor ki: ‘Müslüman faiz verirse helal olmaz ama alırsa helal olur.’ Çünkü verdiği zaman dinimizin müsaade etmediği bir işi yapmış olur. Ama aldığı zaman bir yasağı çiğnemiş olmaz. Yani aldığı zaman karşı tarafın malını onun rızasıyla almış olur. Onu faiz saymıyor.
Ama bu hadis zaten mana olarak Kur’ân’ı Kerim’e aykırı. Kemalettin Bin El Humam bu konuda şöyle diyor. “Bu hadis gariptir. Bunu Allah’ın elçisinden Mekhul’ün rivayet ettiği bildirilmiştir. İmam Şafi, Ebu Yusuf’un şu sözünü nakleder. Ebu Hanife’nin bunu söylemesi bir üstadın bize Mekhul’ün Allah’ın elçisinden şu sözü nakletmesinden dolayıdır. “Darül harbin halkı arasında faiz olmaz.” Zannederim bir de ehli İslam ifadesini kullanmıştır. Yani İmam Şafi demiş ki: “Bu hadis sabit değildir. Bunun delil olarak alınacak bir yanı yoktur,” demiş.
Zaten Ebu Yusuf’un dışındaki Hanefiler ‘Darül harpte faiz alınır’ derken bu hadise de dayanmıyorlar. Yani bunu da kullanıyorlar ama asıl mesele, ‘Onların mallarını onların rızasıyla almak,’ o fikre dayalı. Fakat şimdi şu Ayeti Kerimeye bakın ki Allah’u Teâlâ buna müsaade ediyor mu? Yani mesela bundan dolayı Avrupa’da yaşayan müslümanlar faizi almak gibi vermeyi de caiz görmüşlerdir. Darül harpte faiz almayı da vermeyi de caiz gördükleri için bugün Avrupa’da yaşayan kardeşlerimizin çoğunluğu gırtlağına kadar faiz borcu ile borçlanmış vaziyette. (Avrupalılar) Son derece akıllıca bir iş yapmışlar o insanlara işçi ücreti olarak verdikleri parayı kendi ülkelerinde tutmuşlar. O da yetmiyor Türkiye’deki mallarını satıp oradaki borçlarını ödeyerek kurtulmaya çalışıyorlar. Yani sömürmek için son derece akıllı bir yol izlemişler. Bizim biliyorsunuz, bazı hocalarda, böyle yetkililerden gelen taleplere fetva yetiştirmeye can atarlar. Müthiş bir aşağılık kompleksi vardır. Yani Allah’ın emirleri gidiyorsa gitsin. Bir yerde küçücük bir rivayet gördüler mi hemen ona dayanarak fetva verirler. Ayeti kerimeye bakalım, ne diyor Cenabı Hak;
(2/ Bakara 278.Ayet)
“Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe ve zerû mâ bakiye miner ribâ in kuntum mu’minîn”
Faiz verme ve faiz alma. Fetva faiz almaya dayalı. Faiz vermeye fetva da verilmiyor. Ama işte darül harpte faiz yoktur kısmını alıp gerisini de almıyorlar çünkü ‘Faiz almaya dayalıdır, vermeye dayalı değildir deyince, o zaman o evleri nasıl alacaklar. Hatta Avrupa’da maalesef bu fetvalar sebebiyle bir çok cami faizli kırediyle satın alınmıştır. Yani inanılır gibi değil. İşin ucunda dünya oldu mu din üzerinde fazla durulmuyor. Zaten asıl imtihan neydi? Dünyayı ahirete tercih edip etmemekti değil mi? Hanefi mezhebinden Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in, -Ebu Yusuf buna karşı çıkıyor Hanefi mezhebinde.- O ikisinin görüşüne göre ‘Darül harpte faiz alınabilir.- Ve bunun da bir mantığını yapmışlar kendilerine göre. Şimdi biz bu mantığı alalım. Yani ona öbürüne ‘vermeye’ Hanefiler de fetva vermiyor ama hiç gerek yok. Hani Bektaşi’nin olayı varya. ‘Niye namaz kılmıyorsun’ diye sormuşlar da. ‘Niye kılayım kardeşim, Allah yasaklamış, ben nasıl kılarım’ demiş. Allah nasıl yasaklıyor?
(4/Nisa 43.Ayet)
“lâ takrabûs salâte”
‘Allah namaza yaklaşmayın’ dememiş mi? Ama devamı var.
“ve entum sukârâ”
“Sarhoş olduğunuz zaman namaza yaklaşmayın” diyor.
“hattâ ta’lemû mâ tekûlûne”
“Ne dediğinizi bilinceye kadar.” O zaman da ‘Canım ben hafız mıyım’ demiş.
Bu fetvayı verenler
لا ربا بين المسلم والحربي في دار الحرب
‘Müslümanlarla harbiler arasında faiz yoktur’
derken bunun devamını okumuyor. Almamı, vermemi kısmını okumuyorlar. ‘Canım o kadar da ayrıntıya gitmeyelim kardeşim,’ diyor. İşte bu ayeti kerime açısından Hanefi mezhebinin o asıl fetvasını hep birlikte değerlendirmeye çalışalım.
Sizden biriniz yada ben neyse bu fetvaya inanarak gidiyorum kendi paramı, param var faizli olarak birisine veriyorum. Yüz lira verdim bir müddet sonra yüz on lira alacağım. Bu emir, bana verilen emir midir, değil midir?
“Müminler faizden arta kalan alacaklarınızı bırakın, eğer gerçekten inanıyorsanız. Bunu yapmazsanız Allah ve Rasulü ile savaş yapmakta olduğunuzu bilin. Tevbe ederseniz ana malınız sizindir. Haksızlık yapmayacak ve haksızlığa uğramayacak şekilde.” (Bakara 2/279)
Bu ayete göre ben Hollanda’da -örneği Hollanda’dan verdik- bir gayri müslüme faizli olarak verdiğim bir paranın faizini alabilir miyim, alamaz mıyım? Alamam. Peki bunun darül İslam, darül harbi var mı? Eğer darül İslam olsa, yani bir İslam ülkesi olsa siz birisinden faiz alacağınızı tahsil etmeye kalksanız o insan sizi mahkemeye şikayet ederek faiz alacağınıza engel olur. Alamazsınız ondan faizi. Orada zaten yasal olarak engellenmek zorundasınız. Çünkü dinimiz faizi kesin olarak yasaklamıştır. Talep edemezsiniz. Öyleyse bu ayet öncelikli olarak bizi nerede muhatap alır. Darül harpte. Yani yasal takip olmayan yerde değil mi?
“Müminler Allahtan korkun faiz alacaklarınızı bırakın.” (Bakara 2/279)
Yani bir başka kimsenin bana baskı yapamayacağı bir yerde bu Allah’ın emriyle yapıyor. Ha İslam ülkelerinde de bu pekala olur. Adam karşı tarafa faizli borç verir, onun karşılığında da rehin alır. Belgeyi de ona göre düzenlerler. Yüz lira borç vermiştir, yüz on lira vermiş gibi düzenlenmiştir. Karşı tarafın yasal olarak dava açma imkanı ortadan kalkmış olabilir. Orada da geçerlidir bu. Ama bir müslümanın devleti olma mecburiyeti var mı? Rasulullah’ın Mekke’de devleti var mıydı? Ama müslümandı. Medine de ne zaman devlet oldu? Ne zaman ki Hudeybiye Antlaşması oldu. O zaman resmi bir evraka imza atılarak bir devlet olma şeyine başlandı. Devlet olmadığı zaman Allah’ın emirleri geçersiz mi olacak? Bakın burda Allah’ın emri, devleti hedef almıyor, Müslümanı alıyor.
“Müminler faiz alacağınızı bırakın” (Bakara 2/279) diyor.
Peki bu ayeti kerimeye göre faiz konusunda darül harp, darül İslam ayrımı olabilir mi? Dünyanın neresinde olursanız olun siz müslümansınız ve Allah’ın bu emriyle muhatapsınız. Karşı taraf yasal takip yapıyor, yapmıyor o başka bir konudur. Orada yasal takip yapılamıyor diye Allah’ın haram kıldığı şey size helal olamaz ki. Bakın burda borçlunun kim olduğu önemli değil, dikkat ediyor musunuz. Alacaklıya hitap ediyor. Borçlu ister müslüman olsun ister gayri müslüm olsun. Bırak diyor. Peki
(2/ Bakara 280.Ayet)
“Ve in kâne zû usratin fe naziratun ilâ meysereh”
“Eğer borçlu darlık içerisinde ise genişliğe çıkıncaya kadar beklemek gerekir.”
Yani sıkboğaz etmeyeceksin adamı. Adamın işini gücünü de ortadan kaldırmayacaksın. Bekle rahata kavuşsun. Ondan sonra da ne diyor.
“ve en tesaddekû hayrun lekum”
“Alacağınızı bağışlamak sizin hayrınızadır.”
“in kuntum ta’lemûn”
“Bunu bir bilseniz öyle yaparsınız.”
Alacağın zekata sayılması
Şimdi burda da şöyle bir soru var. Birisinden alacağımız var. Zekat borcumuz da var. Alacağımızı zekata sayabilir miyiz, sayamaz mıyız? Fıkıhta şu vardır. Efendim işte fakirin eline malı teslim etmek gerekir, zekatın geçerli olması için. Siz ona zekat verirsiniz. O da size borunu öder. Ne yapacaksınız? Diyeceksiniz ki ‘Senin bana yüz lira borcun vardı ya ee.. alsana yüz lira zekat veriyorum bana borcunu öde’. Bu insanların onuruyla oynamak gibi bir şeydir. Bir çok kimse böyle bir durumda asla böyle bir işlemi kabul etmez. Çok zor durumda olmadıkça. Yani artık başka çare yok ne yapayım. Kurtulmak için başka çare yok, dediği zaman olur. Peki bu doğru mu?
Bakın burda kullanılan bir kelime. Yani burda sık sık tekrar ettiğimiz bir husus var. Kur’ân kendi kendini açıklayan bir kitaptır. Kur’ân’ı biz açıklamaya kalktığımız zaman kendimizi ne yerine koymuş oluyorduk? Allah’ın yerine koymuş oluyorduk ki en büyük günahı işlemiş oluyoruz. Ve maalesef bu çok yapılıyor. Biraz önce işte ayeti kerimenin nasıl dışlandığını, darül harpte faiz alınabileceğini, nasıl fetva verildiğini gördük. Alınmakla da kalınmadı faiz verilmeye başlandı. İşte Avrupa’daki işçilerimiz ciddi manada faiz borcu altında inim inim inliyorlar. Haramın önü çok güzel şeylerle süslenmiştir. Ama gittikçe batarsınız. Helalin önü de sıkıntılıdır ama her adımda rahatlarsınız. Şimdi öyle güzel şeylerle geliyor ki bu gün Türkiye’de maalesef biliyorsunuz, cehennemi kendi evlerindeki şömine zanneden bazı hocalar Müslümanları gırtlağına kadar faize soktular.
Halbuki bundan önce faiz konusunda ciddi bir hassasiyet vardı. Finans kurumlarının faizcilik yapmaları yasal olarak yasaktı. Faize karşı olması gereken bu günkü yönetim finans kurumlarına faiz alma ruhsatını yasal olarak verdi. İsterlerse yüzde yüz faizcilik yapabilirler. Yanlış hatırlamıyorsam bankacılar söylesin 2144 sayılı kanun olması lazım. O kanunda onlara tamı tamına faizcilik yapma yetkisi verildi. Arkasından hocalar durur mu. Onlar da ‘Efendim ihtiyaçtır, ev ihtiyacı, araba ihtiyacı alın’ dediler. Bir müddet sonra Türkiye’de milletin patır patır döküldüğünü görürseniz hiç şaşmayın. Yani Allah’u Teâlâ’nın emirleri her zaman bir numara olmak zorundadır. Hiçbir zaman insanlar dünya arzusuyla Allah’ın emirlerini ikinci sıraya itemezler. Böyle bir yetkiyi Cenabı Hak hiç kimseye vermemiştir. Hiçbir gerekçeyle bu olmaz.
Şimdi Kur’ân’ı Kerim kendi kendini açıklayan bir kitap.
(2 / Bakara 280.Ayet)
“ve en tesaddekû hayrun lekum”
Tasadduk demek: Sadaka olarak vermek demektir. Sadaka kelimesinin Türkçede bir anlamı var. Yani bir işadamına verdiğiniz paraya kimse sadaka demez. Sadaka ufak tefek yardımlaşma için kullandığımız bir kelimedir. Ama Kur’ân’ı Kerim’deki sadakanın anlamı o değildir. Kur’ân’ı Kerim’deki sadaka Tevbe suresi 60. ayette
( 9/ Tevbe 60.Ayet)
“Sadakalar fakirler içindir” diyor. Ondan sonra
“Çaresiz kalmış kişiler içindir,”
“sadaka toplamakla görevli kişiler içindir,”
“kalpleri İslam’a ısındırılanlar içindir,”
“hürriyetini kaybetmiş kişileri kurtarmak içindir.”
“Borçlular içindir.”
Borçlular. Borçlular için olan neymiş? Sadakaymış değil mi?
“Allah yolunda olanlar
“ve yolcular içindir.”
Sekiz sınıf. Bunlar zekatın verileceği sınıflardır. O zaman bu ayette sadaka hangi anlamda kullanılmış? Türkçedeki anlamda mı? Zekat manasına değil mi? Bu da Kur’ân’ın bir ayeti olduğuna göre. Borçlulara zekat verilir, dedi mi Allah burda? Ve adına da sadaka dedi mi? Tamam. Peki faizli borç almış adam, ödeyemeyecek duruma gelmiş. Alacağınızın faiz kısmını bir kere bırakın diye emretti Allah’u Teâlâ. O tamam ana parayı alırsınız. Ana parayı da sadaka olarak vermeniz daha hayırlıdır diyor. Bu adam borçlu. İşte Tevbe 60 daki “gârimîne”, borçlular gurubuna giriyor. Borçlulara sadaka olarak verilen şeylere Allah zekat diyorsa
“Sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır” (Bakara 2/280) deyince bir kimse alacağını zekata sayabilir mi sayamaz mı? Sayar, bitti.
Bakın görüyor musunuz. Yani ayetlerden biri diğerini açıklıyor. O zaman eğer fıkıh kitaplarında olduğu gibi olsaydı böyle bir ayete gerek yoktu. Adama zekatını verirsin o da borcunu öder. Bir de şu tarafı var. Adam borçluysa, sen ona yüz lira verdin mi, o yüz liranın kullanılacağı çok daha önemli yerler olabilir. Yaa kusura bakma ben senden bunu aldım ama Allah razı olsun, bunu başka yerde kullanacağım der. Der yani, bu çok tabiidir. Borçlu olanlar bilir yani o sıkıntının ne kadar zor olduğunu. Yaşamayan bilemez. Şimdi burda iki taraf da korunmuş oluyor. Karşı tarafa borcunu zekata sayarak bağışlamış oluyorsun, hem o kişiyi kurtarmış oluyorsun, hem de Cenabı Hakka karşı borcunu ödemiş oluyorsun. Bu tıpkı bugün bazı vergi yasalarında var. İşte vergi muafiyeti olan bir takım kuruluşlara yapılan bağışların vergiden düşmesi gibi bir şey. Orada yüzde şu kadarını düşersin diyor, burda tamamını düşüyorsunuz. Tamamını zekattan düşebiliyorsunuz.
Bu iki şeyi geçen hafta Hollanda’da anlatmıştık baş tarafı eksik kalmış. Onu da burda tamamlamış olduk.
(2 / Bakara 281.Ayet)
“Vettekû yevmen turceûne fîhî ilâllâhi”
“Bir güne karşı kendinizi koruyun ki o gün Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız.”
“summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet”
“Sonra her nefise kazandığı tastamam verilecektir.”
“ve hum lâ yuzlemûn”
“Haksızlığa da uğramayacaklardır.”
Ondan sonraki ayeti okuyalım. Burda da belki haftaya devam etmemiz gerekebilir büyük bir ihtimalle bu ayeti.
Vadeli Borçlanmaların Yazılması
Burda diyor ki:
(2 / Bakara 282.Ayet)
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû”
“Müminler”
“izâ tedâyentum bi deynin ilâ ecelin musemmen fektubûh”
“Birbirinize borçlanırsanız, ama öyle bir borç ki ilerisinde ödenecek, onu yazın.”
Birbirinize borçlanma ne demek? Bir mal satıyorsunuz. Mesela sipariş aktini düşünelim. Adamın birisi gelip diyor ki işte bana şu kadar kitap bas diyor. Mesela matbaacıyla anlaşıyorsun. İşte şu kitabın baskısını istiyorum. Tamam, diyor. Kaç tane istiyorsun? Bin tane. Tamam. Fiyatı ne kadar? Şu kadar. Şimdi, o adam bana bundan bin adet basmayı borçlanmıştır değil mi? Ben ona bunun karşılığını borçlandım. İki taraf da birbirine borçlanmış. Alışverişler böyledir. Yani peşin de alsanız o kişi o malı size borçlanmıştır. Teslim etmekle görevlidir. Siz de parayı ona vermekle görevlisiniz. Karşılıklı borçlanma olur bir kere. Peşin alışverişte de karşılıklı borçlanma vardır. Gidip diyorsunuz ki: Bu ekmek kaç lira? Bir lira diyor. Tamam diyor, aldım. Aldım demeye gerek yok. Nasıl olsa herkes biliyor aldığını da. O kişi sana ekmeği borçlandı, sen onun karşılığında parayı borçlandın. Bu karşılıklı iki tarafında borçlanmasıdır. Tedayün denir. Onun için faizden farklıdır.
Faizde tek taraflı borçlanmadır. Bir taraf borçlu bir taraf alacaklıdır. Ama mal ve hizmet değişiminde iki taraflı borçlanma olur. Mesela birisini alıyorsunuz işçi olarak. Diyorsunuz ki gel bende bir ay çalış. Kaç lira istersin bir aylığa? Şu kadar para. Tamam. O senin yanında bir ay çalışmayı borçlanmış, sen onun karşılığında vereceğin ücreti borçlanmışsındır. Şimdi Allah’u Teâlâ ne diyor. Bakın, borçlanma, karşılıklı. Onun sana borcu var, senin ona borcun var. Ama ikinizin yaptığı şey farklıdır. O size iş yapacak, siz para vereceksiniz. O size kitap üretecek, siz karşılığında para yada başka bir şey vereceksiniz. Farklı şeyler borçlanıyorsunuz. Ne diyor Allah? “Eğer araya bir zaman giriyorsa, peşin değilse onu yazın.” O zaman yanımıza bir işçi alıyorsak, o bir ay çalışacak, ben de ona bir aylığını vereceğim. Yada bir yıl çalışacak neyse artık. Ne yapmamız lazım. Sözleşme yapmamız lazım. Bak ‘Yazın’ diyor Allah. Sen ona karşı üstlendiğini yazacaksın, o sana karşı üstlendiğini yazacak. Tabi bu her türlü mal ve hizmet değiş tokuşunda olacak bir şeydir. Ama bir süre varsa onu mutlaka yazacaksınız. Peşin olursa biraz sonra gelecek.Yazmayabilirsiniz diyor. Onuyazın.
(2 / Bakara 282.Ayet)
“velyektub beynekum kâtibun bil adl”
“Aranızda da bir yazıcı yazsın.”
Muhasebecilere de iş düşüyor burda. Yada noterlere. Öncelikle noterler tabi. Öncelikle noterlere iş düşüyor. Zaten ‘Katibi adl’ derlerdi eskiden noterlere.
“velyektub beynekum kâtibun bil adl”
“Aranızda bir yazıcı, katip adaletle yazsın.”
Adalet ne demek? Yani dengeyi korusun. Yani kimsenin hakkını kimseye geçirmesin.
“ve lâ ye’be kâtibun en yektube kemâ allemehullâhu felyektub,”
“Bir katip yazmaktan da üşenmesin, çekinmesin.”
Notere gittiğimiz zaman işim var demeyecek.
“Allah’ın öğrettiği gibi yazsın.”
Nasıl öğretti. Şurada, ayetteki gibi. Şurada şeklini şemailini hepsini bildiriyor. Anlatacağım şekilde yaz, demiş oluyor Cenabı Hak. Peki, tamam, noter yazacak da kim konuşacak?
“velyumlilillezî aleyhil hakku”
“Borçlu olan taraf yazdırsın.”
Alacaklı taraf değil. Borçlu taraf yazdırdığı zaman buna ne denir hukuken? ‘Borç itirafı,’ denir değil mi? Çünkü adam borcunu kabul ediyor ve yazdırıyor. Alacaklı taraf yazdırırsa ona ne denir? İddia, denir. İspata ihtiyacı vardır. Ama borçlu taraf yazdırırsa ispata ihtiyacı yok, itiraftır o.
İşte Allah’ın yönettiği gibi bu yani. Borçlu taraf yazdırsın. Peki iki taraf da birbirine borçlanmışsa, o zaman herkes kendi borcunu yazdırır. Yani ben sana şunları borçlandım, diğeri de bende şunları borçlandım bunun karşılığında.
“velyettekıllâhe rabbehû ve lâ yebhas minhu şey’â”
“Allahtan korksun, borcundan hiçbir şeyi eksiltmesin.”
Tam yazdırsın. Yazdırırken eksik yazdırmasın. İtiraf ederken borcunun tamamını söylesin.
Peki bazen şey vardır. biraz zeka özürlü insanlar vardır. yaşlılar vardır, hastalar vardır, bunlar nasıl olacak?
“fe in kânellezî aleyhil hakku sefîhan”
“Borçlu olan kişi böyle dikkatsiz birisiyse,”-
(Umursamayan, ohoo, ne olursa olsun diyen, hiç mühim değil, yani böyle vurdum duymaz birisiyse, )
“yada biraz zeka özürlüyse,
“ev daîfen”
“yada güçsüz birisiyse,”
“ev lâ yestatîu en yumille”
“böyle de değil ama yazdıramıyor bir türlü, iki cümleyi bir araya getiremiyor”
“huve felyumlil veliyyuhu bil adl”
“bu defa onun velisi gelsin, devreye girsin,”
Çünkü yarın herhangi bir durumda bunlardan alacak talep edildiği zaman veli devreye girecektir. Onun velisi devreye girsin “o yazdırsın.
“vesteşhidû şehîdeyni min ricâlikum,”
“Erkeklerinizden de iki kişiyi şahit tutun.”
“fe in lem yekûnâ raculeyni”
“İki erkek yoksa”
“fe raculun vemraetâni”
“bir erkek iki kadın olabilir.”
“en tedılle ıhdâhumâ fe tuzekkire ıhdâhumâl uhrâ”
“Birisi yanılırsa diğeri ona hatırlatır.”
“mimmen terdavne mineş şuhedâi”
“Şahitlerden razı olduğunuz”
“Yani şahitler de güvenilir kişilerden olması lazım herkes şahitlik yapamaz.”
Bazı mahkemelerin çevrelerinde ‘Şahitlik yapılır abi,’ diyenler vardır, böyleleri değil. Onun için eskiden bu konu son derece ciddiyetle ele alınırdı. Mahkemeler şahitlerle ilgili gizli ve açık soruşturma yaparlardı. Gizli soruşturma: şahitlerin haberi olmadan onların yaşadığı bölgelerdeki güvenilir kişilere yapılan soruşturmayla tespit edilirdi. Mutlaka belgelerle tespit edilir. İsim yazılır, adres yazılır ve bu insanın bu kişi hakkındaki görüşü alınırdı ki bazen yirmi otuz kişiye sorulabilirdi. Bir de eğer aleyhine şahitlik yapılan taraf ‘Ben bu şahide güvenmiyorum’ derse o kişi de o şahitlerin güvenilmez olduğunu söyleyen şahit getirme hakkına sahipti mahkemede. Böylece şahitliğin doğuracağı güvensizlik ortadan kaldırılıyordu. O konuda halkın çok büyük duyarlığı vardı.
Mesela bizim, -inşallah onu bastıracağız,- 1984 den beri bastırmadığımız bir doktora tezimiz vardır. İslam Mahkeme Hukuku, Osmanlı Devri Uygulaması, diye. Orada bunun çok güzel örnekleri vardır. Yani bir günde mahkemenin yaptığı işlere inanamazsınız. Çünkü bütün bir halk yargının adil işlemesi için büyük bir özveriyle çalışırdı. O zaman öyle bir sosyal yapı vardı. Dolayısıyla şahitlerin güvenilir olması da son derece önemlidir. Burda diyor ki:
“ve lâ ye’beş şuhedâu izâ mâ duû,”
“Şahitler çağrıldığı zaman da çekinmesin.
İşin yoksa şahitlik yap işte falan. O zaman öyle değil. O bir kere yaptımı bitiyor. Bir daha, bir daha bir daha adamı çağırmazlar.
“ve lâ tes’emû en tektubûhu sagîran ev kebîran ilâ ecelih”
“Borç küçükmüş, büyükmüş bakmayın. Süresi ne kadarmış onu mutlaka yazın, üşenmeyin,” diyor.
Çünkü sana göre küçük olan bir borç bir başkası için büyük borçtur. Çocuklukta rahmetli pederin işleri son derece iyi. Altmışlı yıllarda, bir gün birisi babama geldi. Babam ona sordu. İşler nasıl dedi. ‘Sorma dedi sorma çok kötü iki bin lira borcum var nasıl ödeyeceğimi bilemiyorum.’ Bizde de iki bin lira yani çok gülünç bir rakam o zaman. Ben gülmemek için hemen yazıhanenin dışına kaçtım. Yav şu adama bak yav. İki bin lira borcu var gelmiş bize söylüyor. Bizim günde en az yüz bin liralık iş oluyordu. Yıllar sonra yirmi beş kuruşa muhtaç olunca o iki bin lira ne kadar önemliymiş demeye başladım. Dolayısıyla birisinin çok küçük dediği bir başkası için çok büyük rakam olabilir. Siz ona bakmayın diyor, “Yazdırın.” Şimdi burda bir şey söylüyor Cenabı Hak.
“zâlikum aksatu indallâhi”
“Böyle yapmanız Allah katında hakkaniyete daha uygun,”
“ve akvemu liş şehâdeti”
“şahitlik bakımından daha sağlam,”
“ve ednâ ellâ tertâbû”
“şüpheye düşmemenize daha yakındır.”
“illâ en tekûne ticâreten hâdıraten tudîrûnehâ beynekum”
“Peşin alışverişler yaparsanız onu yazmayabilirsiniz.”
“fe leyse aleykum cunâhun ellâ tektubûhâ”
“Onları, yazmamakta bir günah yoktur. Peşin alışverişlerde”
“ve eşhidû izâ tebâya’tum,”
“Alım satımda şahitler getirin.”
“ve lâ yudârra kâtibun ve lâ şehîd” Ücret alacağınıza dair şey de var burda.
“Şahit de zarara uğratılmasın, katip de.”
Senet konusunda Müslümanlarda çok ciddi şey var ama ben şimdi kısa geçiyorum. İnşallah bir dahaki derste bunu biraz ayrıntılı anlatırız. Hele hukuka yansıması çok daha kötüdür. Senet konusunun. Kur’ân’ı Kerim bu kadar ayrıntı vermesine rağmen. Onu da inşallah bir gün anlatayım Allah nasip ederse. Bu dersi bir daha yapalım. Ben hızlı geçtim.-
“ve in tef’alû fe innehu fusûkun bikum,”
“Eğer böyle yaparsanız sizin için bir günah olur bu.
“vettekûllâh”
“Allah korkun.”
“ve yuallimukumullâh”
“İşte Allah size bunu öğretiyor.”
“vallâhu bi kulli şey’in alîm”
“Allah her şeyi bilir.”
Şimdi burda bir şey var. İki kadın bir erkek şahit konusu var. Bir gün de onu anlatalım Allah nasip ederse. Orada bir şey söyledi Cenabı Hak. Bu şahitlik için daha hayırlıdır dedi. Şüpheye düşmemenize daha yakın dedi. Acaba burda ne kastediyor Cenabı Hak? Yani diğer ayetlerle birlikte değerlendirdiğimiz zaman acaba her zaman iki kadın bir erkek şahit mi gerekiyor? Yoksa bir kadın bir erkek, iki kadın olur mu? Yada fıkıhta olan bir husus vardır. Kısas ve had davalarında kadınların şahitliği kabul edilmez. Bu doğru mu? Yani fıkıhta olan bu husus doğru mu? Değil mi? Bunu inşallah diğer ayetlerle birlikte ortaya koyarız. Gerçi okumuşusunuzdur. Bu bizim “Doğru bildiğimiz yanlışlar***”da var ama okumayanlar için sürpriz olsun. Okuyanlar için zaten biliyorsunuz, söylemeye gerek yok. Ama onu burada bir ders konusu yaparız, Allah nasip ederse.
Böylece bugünkü dersin sonuna geldik ama ben haftaya Allah nasip ederse, şu kader konusuna bir daha dönmek istiyorum. Çünkü bu derin bir hastalık. Ona şundan dolayı dönmek istiyorum. Bizim talebelerimizden çok zeki ve Arapçası da gayet iyi, meseleyi iyi anladığını düşündüğüm bir talebe diyor ki: “Hocam Allah biliyor olsa ne olur ki,” diyor. Allah Allah yav. Sen de mi böyle diyorsun? O zaman demek ki bu ilaçlar tesiri geçince tekrar insanlar şey yapmaya başlıyorlar. Ara ara vücut tam tedavi oluncaya kadar sürdürmek lazım.
Bazı internet siteleri maalesef iftira ile bu işi götürmeye çalışıyorlar. Edecekler ne yapalım. Başka nasıl cehenneme gitsinler yani iftira etmedikten sonra. Allah’a iftira eden, bir kula iftira etmiş ne olur ki. Ama iftira etmeyenlere karşı doğruları söylemek lazım. İnşallah Cenabı Hak nasip ederse haftaya o, Musa ve Hızır olayı var ya Kehf suresinde, onu inşallah kader açısından anlamaya çalışacağız. Onu da gene unutmayın. Onu da baştan şey yapalım. Ondan sonraki bu ayeti tekrar okuruz Allah nasip ederse.
——————————————————————————————————————–
**http://www.suleymaniyevakfi.org/kitaplarimizi-indirin?did=15 (“Ticaret ve Faiz “ burdan İndirin)
***http://www.suleymaniyevakfi.org/kitaplarimizi-indirin?did=17 (Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar)