Üç aylık aradan sonra tekrar Bakara suresine dönüyoruz. Kaderle ilgili sorular uzunca bir süre devam eder. Etmeli de zaten. Çünkü asırlardır kader konusu bir inanç esası olarak kitaplara yerleştirilmiş. Devlet baskısıyla kitaplarda tutulmuş. O konuda konuşmak yasaklanmış. Konuşanların da kellesi uçurulmuş. Öylece zorla insanlara inanç olarak benimsetilmiş. Hiç kimsenin içine yatmadığı için de “Bu konuda düşünmeyeceksin soru sormak da günahtır, yasaktır” demişler. Tabi böyle bir konuda insanların kısa sürede tatmin olmalarını beklemek fazlaca gerçekçi olmuyor. Ama şahsen benim beklediğimden çok daha çabuk bunun neticesini almaya başladık Allah’a hamdolsun. İçselleştirenler oldukça fazlalaştı. Çünkü herkesin fıtratı zaten onu istiyor. Başkasını kabul etmez. Ama artık bundan sonra sorularla devam edilecek Allah nasip ederse.
Bakara suresinin en son 261. ayetini okumuştuk. Bu ayeti tekrar okuyalım ve o ayeti hızla geçerek diğer ayetleri okumaya devam edelim inşallah.
Bakara 2/261. Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir buğday tanesine benzer. her başakta yüz buğday tanesi vardır. Allah gereken gayreti gösterene / gereken çalışmayı yapana, yapacağı iyiliği kat kat fazlasını verir. Allah’ın imkanları geniştir ve O herkesin içini de dışını da gayet iyi bilir.
Sık sık tekrar ettiğimiz bir şey var: İnsanı bilgisizliği kafir yapmaz. Dünyayı ahirete tercih etmesidir insanı kafir yapan. Dünyaya ahirete tercih ettiği için ona uygun bir hayat tarzını kendisi kurgular. O kurgusu içerisinde kendini dindar zanneder ama yoldan çıkmıştır. Şimdi bunun anlamı şu: Mal insanlar için son derece önemlidir. Dünyalık insanlar için son derece önemlidir. Halk arasında “Mal canın yongasıdır” denir. Oldukça güzel bir tanımlama. Yongayı biliyorsunuz. Ağacı bıçakla yontarsınız, ondan çıkana yonga denir. Bunun anlamı şu. Demek ki insanın Allah yolunda mal vermesi canından bir parça koparması gibi, oldukça zor bir şey. İşte burada kişi gerçekten ahireti dünyaya tercih ettiğini gösteriyor. Öyle olunca da Müslümanlığı tercih ettiğini gösteriyor. İnsan canıyla ve malıyla Allah yolunda cihat edecektir. Canıyla ve malıyla Allah’u Teâlâ bunu söylüyor. Ne demek? Siz canınızı ortaya koyacaksınız, malınızı ortaya koyacaksınız, ölüm pahasına, her şeyin sıfırlanması pahasına, maddi olarak her şeyi kaybetmeniz pahasına, Allah yolunda gereken bütün gayretleri göstereceksiniz ki gerçekten iman sahibi olup olmadığınız ortaya çıkmış olsun. Bunu ispatlamış olasınız ve imtihanı kazanasınız. Cenabı Hakkın soktuğu imtihan böylesine zor bir imtihandır. Peki bu zor imtihanı kazınırsanız. Karşılığında ne var? Bu dünyada en az bire on, bire yedi yüz ve daha üstü, çok büyük katları var.
Rasûlullah sav.in hayatına bakın. Mekke-i Mükerreme’de iken üç yıl abluka altında bırakıldılar. O kadar aç kaldılar ki bir deri parçası bir yerde bulsalar ıslatıp onu ağızlarına alarak açlıklarını bastırmaya çalışıyorlardı. Daha sonra da bunların Mekke’de kalma imkanları ortadan kalktı ve Medine’ye gitmek zorunda kaldılar. Yani mallarının tamamını bıraktılar ve Medine’ye gittiler.
Allah için sadece mümin oldukları için bunu yaptılar. O zaman imtihanın birinci parçasını kazanmış oldular. Medine’ye gidince ne oldu? Allah’u Teâlâ onlara kısa sürede çok büyük imkan verdi ve Medine’nin hakimi haline getirdi. Halbuki hesaplar yapsanız onların Medine’de her hangi bir hakimiyet kurmaları imkan ve ihtimalleri yok. çünkü Arap toplumuna göre bir yerde yaşayabilmeniz için ya oradaki kabilelerinin birisinin mensubu olacaksınız ki Medine’de Evs var Hazreç var. İki tane Arap kabilesi var. Onlardan birinin mensubu olacaksınız yada onlardan birisine sığınacaksınız. Sığındığınız zamanda hukuki yapınız sığınmacı olur ve her zaman sığıntı olarak yaşar gidersiniz. Müslümanların Medine’deki konumu ancak bu şekilde olabilecekken tabii ki Rasullullah sav. kendi bilgisini ve becerisin çok iyi kullanarak o günkü iktidar boşluğunu gayet güzel bir şekilde doldurmuş. Çünkü Evs ve Hazreç kabilesi kabileler arasında yıllarca süren savaş bitmiş. Yahudilerin bunlara karşı yanlış davranışları Yahudilere karşı güveni ortadan kaldırmış. İki Arap kabilesi birbirine güvenemiyor. Yahudilere güvenemiyor. Büyük bir boşluk var. Rasullullah sav. bu boşluğu çok güzel değerlendirerek onları bir metin etrafında birleştirmiş. Bir Medine sözleşmesi denen bir sözleşme yapmış otomatik olarak oranın yönetiminin başına geçmiş. Sığınmacı olması gereken bir kişi orada hepsinin başında bir konuma gelmişti.
Bu neyin karşılığı? Mekke’de her şeylerini bırakıp sadece Allah rızası için her şeylerini bırakıp Medine’ye gitmelerinin karşılığı. O Mekke’de kendilerini şehirden çıkaran kişileri de bir buçuk sene sonrada Bedir savaşında mağlup hale getirmeyi de Cenabı Hak nasip etmiştir. Peki şimdi bu öyle. Canlarını da ortaya koydular. Bedir savaşında, Uhud savaşında, Hendek savaşında canlarını da sırf Allah rızası için, Allah’a inandıkları için ortaya koydular. Onu yaptıkları için de ne yaptı Cenabı Hak onlara? Bunlara Mekke’yi verdi. Medine’den hiç hayal edemedikleri şeylerin meydana gelerek Yahudileri çıkarmalarını nasip etti. Yahudiler çıktı yerleri ve bütün imkanlar onlara kaldı. Arkasından bölgenin en zengin şehri olan Hayber’i verdi. Sonra Rasûlullah sav. vefat ettiği zaman Türkiye’nin dört katı büyüklüğündeki büyük bir bölgenin hakimi olmuştu.
Yani burda bir hesap yapın, bire yedi yüz ve onun katları. Şimdi siz bu hakimiyeti ne bire yedi yüz ile ölçebilirsiniz ne bire yedi bin ile ne yedi milyonla. Yani anormal bir zenginlik Cenabı Hak veriyor. Ama bunun şartı var. Şartı: Allah rızası için canını ve malını ortaya koyabilmen lazım. Niye? Allah’u Teâlâ senden çok daha cömerttir. Sen Allah için bir yaparsan Allah Teâlâ sana çok daha fazlasını verir ama bir kere fiilen yatırım yapanlar çok iyi biliri ki bu bir yatırımdır. Yatırım yaptığınız zaman uzunca bir süre mahrumiyet yaşarsınız. Yani toprağa tohum attığınız zaman o tohum elinizden çıkar. Ama arkasından gelir. Dolayısıyla bunu yapabilmek için cenabı hakka çok güvenmek gerekir. Allah’u Teâlâ’nın bu sözüne çok güvenmek gerekir. İşte insanlardaki en büyük zaaf güvensizliktir. Yoksa Allah’ın var ve bir olduğunu bilmeyen yok. Ama ona güvenmeyen insanlar vardır. Zaten güven noksanlığından dolayı araya aracı tanrılar koyarlar. İşte adamın işi bozulur, işi iyi gittiği zaman gayet güzel Allah beni çok seviyor der. Allah’u Teâlâ onu imtihan ederde işini bozarsa, bakarsınız ki soluğu Eyüp Sultan’da almış. Cenabı Hakkı şikayete gidiyor. Bunun manası başka bir şey değil yani. Aman “Sen bir şey et.” Çünkü bozulduğu zaman Allah’a çok dua etmiştir olmamıştır. Gidiyor ona sen bir şey et yani. Araya gir de aramızı düzelt demiş oluyor. Çok iyi biliyor ki Eyüp Sultan hiçbir şey veremez. Ama işte baskı yapacak Cenabı Hakka. Bir takım baskı guruplarını devreye sokacak. Bakar ki olmaz. Bu defa falan efendiyi devreye sokmaya çalışır. O falan efendi de derki, “Önce gel şu bizim cemaate gir, hele neyin var, şunları şunları bir bize ver.” Yani zarar kesin, kar da ya olur ya olmaz. Ondan sonrada gene olmadı bu defa büyük bir ümitsizlik. Bakarsınız ki gitmiş boğaz köprüsünden kendisini atmaya kalmış. Yani artık tamam. Her şey bitti. Daha yok, mümkün değil der.
Allah’a güvenme ile güvenmeme arasında bir farktır. Dolayısıyla şimdi biz de bunu mecburen göstereceğiz. Cenabı Hak hepimizi böyle şeylerle imtihan eder. Bunu çok iyi bilelim. Kaybeden eder, kazanan da müthiş kazanır. Arkasından Cenabı Hakkın vereceği imkanlar hesap edilemeyecek kadar büyüktür. Dolayısıyla yapacağımız her şeyi Allah rızası için yapmamız lazım. İşte burda Allah’u Teâlâ bunu bize bildiriyor.
Bakara 2/262. Mallarını Allah yolunda infak eden, harcayanlar Allah yolu dediğin zaman çok geniştir. Yani bütün kamu hizmetleri girer buraya. İnsanların sosyal hizmetler, ne bileyim, fakir fukara şu bu falan hepsi girer. Sonra yapmış oldukları harcamayı başa kakmayanlar, Yani yaptıkları iyilikten dolayı karşı tarafa yük olmayanlar. İki de bir bakarsın işte “Hani falanca zaman şöyle yapmıştık ya.” İkide bir hatırlatır. E tamam sen bunu ne için yapmıştın? Allah rızası için. O zaman bana niye hatırlatıyorsun ki? Cenabı Hak zaten biliyor. Bir çokları mal harcamayı gazinodaki garsonlara bahşiş vermeye benzetiyorlar. Niye bahşiş veriyor. Ben içeri girdiğim zaman, “Buyur abi” desin, hemen en iyi yeri göstersin. Yav kardeşim sen Allah rızası için yaptıysan başkasından bir şey bekleme. Yav bu insanlar her şeyi veren Allah’a teşekkür etmiyor. Sana teşekkür eder mi. Her şeyi veren Allah için namaz kılmayı bile çok gören bir adam sana teşekkür eder mi? Bekleme bunu moralin bozulur. Ondan sonra dersin ki “Bu devirde iyilik yapmayacaksın.” E tamam insanlardan bekliyorsan hiçbir zaman yapma ne bu devirde, ne de başka devirde. Ama Allah rızası için yapıyorsan her zaman yap. Çünkü Cenabı Hak hiçbir zaman senin yaptığın iyiliği zayi etmez. Mallarını Allah yolunda harcayan, Yaptıkları harcamanın arkasından böyle başa kakma gibi yani yaptığı iyiliği hissettiren davranışlarda bulunuyor, ne de incitici bir söz söylüyor. Hiç birisi yok. İşte böyleleri var ya, Az önce bire yedi yüz ve daha fazlası dedi ya, katları dedi. Dersiniz ki hadi yedi yüzün iki katı bire bin dört yüz olsun. Ama burda çok daha başka bir vaatte bulunuyor. Bunların ücretleri rableri katındadır. Ne kadar verecekse verir, o açık çek. Nasıl dolacaksa doldurur Allah’u Teâlâ, o sizin davranışınıza kalmış. Bunların üzerinde ne bir korku olacak ne de üzüleceklerdir. Kimin üzerinde? Mallarını Allah yolunda harcayan, başa kakmayan, incitici söz söylemeyen kişilerin üzerinde. Şimdi bu Allah’u Teâlâ tarafından garanti mi? Bak, Üzerlerine ne bir korku olur, ne de üzüleceklerdir. Hani şimdi hatırlayın bakalım şeyi kaderi hatırlayın. Adam ölene kadar mümin olarak yaşasa bile son anda bir kötü bir şey yapar cehenneme gider değil mi, öyle anlatılıyor. E peki bununla yüzde yüz çatışmıyor mu? Yüzde yüz çatışmıyor mu?
Onun için size baştan söyledim. Gene her zaman tekrarlayacağım. Kur’an’ı Kerim’in her ayetinin kader inancını ortadan kaldırdığını anlayıncaya kadar, bu işi tam içselleştirmiş sayılmazsınız. Kader inancını yaşatabilmek için ayetlerin anlamını sağa sola çekiyorlar. Başka yapacakları bir şey yok. bende yer yer bunu hatırlatacağım çünkü bu çok ağır bir hastalık ara ara ilaçları vermek lazım. Vücut iyice iyileşmesi için.
2/263. Şöyle güzel söz, yani bir hoş kelam, bir kusur örtme, arkasından incitme gelen yardımdan hayırlıdır. Allah zengindir ve yumuşak davranır. Yani Cenabı Hak bunların hepsine ihtiyaçlarının çok üstünde ikramlarda bulunur ama bir kural koymuş, bir ölçü koymuş. O ölçüde insanları birbirleriyle denediği için o kişiyi yoklukla deniyor. Seni varlıkla deniyor. Yokluğa sabretmek varlığa sabretmekten kıyas kabul etmeyecek kadar kolaydır. Varlığa sabretmek gerçekten çok zordur bir şeydir. Çünkü elinize imkanlar geçtiği zaman günah imkanları da sonuna kadar açılır. Bir de malınız arttıkça tamahınız artar. Yani zenginleşenler mal olarak zenginleşirler ama yapı olarak fakirleşirler. Tam ters orantılıdır. Malları arttıkça cimrileşirler. Mal arttıkça cimrileşirler. Sadece hayır yapmayı ihmal etmeyenler vazifelerini yapanlar, malları arttıkça cömertlikleri de artar. Bunlar istisnai durumdaki kişilerdir. Ama onun dışında zenginlik ve cömertlik zıttır. Zenginleştikçe insanların çok cimrileştiğini görürsünüz. Niye? Çünkü dünyaya öylesine bir yapışırlar ki. Dünyanın tamamını verseniz doymazlar. Daha fazlasını isterler. E peki bırakıp gideceksin ne olacak? Evet bırakıp gideceğiz der ama yok.
Allah zengindir. Senin sahip olduğun her şeyi veren o. Seni zengin öbürünü fakir yapan o. Fakirlikle zenginlik arasında aslında çok ince bir çizgi vardır. Yani şu anda zenginsin biraz sonra fakir olursun. Yada biraz sonra zengin olursun. Ne olacak. Ama kişilik kazanmak, ahlak kazanmak, erdem sahibi olmak o kadar basit değildir o. Çok ciddi bir gayret sonucu elde edilir. Ve Allah’u Teâlâ halimdir. Yumuşak davranır. Yani sizin bir yanlış yapmanıza karşılık hemen cezasını vermez ki. Bu da birçoklarını şımartır. Yaptıkları yanlışa rağmen malları arttığı zaman, “Demek ki Cenabı Hak benden razı der.” Görürsün razı olup olmadığını.
Müminler verdiğiniz sadakalar. Sadaka kelimesi Türkçemizde Kur’an’ı Kerim’deki anlamda değildir. Yani Türkçede sadaka dediğiniz zaman bir fakire çıkarıp da işte küçücük bir şey vermek anlaşılır. Sadaka öyle değil. Sadaka: kişinin sadık olduğunu ispatlamasına yarayan bir yardımdır. Ne demek sadık olmak? Siz kime sorarsanız sorun en dinsizine sorun, en imansızına sorun. deyin ki: “Allah’ı mı çok seviyorsun, malını mı?” Vereceği cevap Allah’ı çok seviyorum. “Öyle soru sorulur mu? Kıyas kabul edilir mi?” der. Peki Allah için şu malının çıkar ver, dediğin zaman, ya ama işte falan, bir sürü şeyler söyler. E o zaman kaybettin kardeşim sen kusura bakma. Peki ben Allah’ı daha çok seviyorum dediğin zaman, Allah için malını verdiği zaman sadık olmuş olur. Yani malınızı verirken canınızdan bir yonga koparmış gibi kopmasının sıkıntısını yaşamanız lazım. Ha bir müddet sonra zevk almaya başlarsınız o başka da baştan öyle olur. Sanki böyle canını veriyormuş gibi olur. Hani ne derler. Az veren maldan çok veren candan verir derler ya doğru söylüyorlar gerçekten. Buna çok dikkat edin. Mal vermek kolay değildir yani öyle. Onu söylemek kolaydır. Onu söylemek çok kolaydır. Şimdi hocaların işi kolay. Gerçekten çok kolay hocaların işi. Nasıl olsa konuşuyor. Atar tutar ohooo. Hele bir ver bakayım. Bu işin lafı kolay. İnsanları teşvik etmek çok güzel bir şeydir. Ama Rasûlullah sav. de teşvik ediyordu. Fakat bizzat da elini taşın altına sokuyordu. Bunu yapmak lazım. Yani yaşayışımızla da örnek olmamız lazım insanlara. Gerçekten yani siz kendi hayatınıza bakın bakalım. Şimdi mesela ben size burda konuşuyorum, bir çoğunuz belki içinizden “Ben şimdi şuraya vereyim” diye hazırlık yapmış olabilirsiniz. Biraz sonra dersin sonuna doğru yavaş yavaş mesela işte şuraya cebimde yüz lira vardı yüz lirayı vereyim dersin. Sonra hemen aklına bir şey gelir. “Yav tamamda verecek o kadar çok şey varki ellisini buraya ver ellisini başka yere ver, dersin. Ondan sonra bir müddet sonra o yirmi beşe iner. Daha sonra ona iner. Tam verirken yav sen sonra verirsin der, çeker gider. Şimdi böyle bir şeyde şahsen ben kendim şöyle yaparım. Yüz liraya karar verdim mi iki yüz lira veririm. Çünkü o şeytanı başka şekilde alt etmenin imkanı yok. Ben şahsen öyle yaparım her zaman için. Miktarı artırırım ki benlen uğraşmasın. Aman ne lüzum var falan diye.
İşte bu gerçekten insan için aldatıcı bir şey. Herkes bilir ki bu malı mülkü burda bırakıyoruz ama imtihan gereği insana o kadar tatlı gelir ki. Tekrar ediyorum. İmtihan da orada veriliyor. Siz dünyayı mı ahireti mi tercih ediyorsunuz. Bunu bizzat vererek yaşamak zorundasınız. Ve canınızı yaka yaka vereceksiniz. Tabii bu mal… Canla mücadele etmek de kolay değil yani. Herkesin hücumuna maruz kalmayı göze almak lazım. Şimdi mesela biz şu salonu doldurmayı düşünsek, şuraya zenginlerde gelsin, şöyle bir yardım etsin falan filan düşünsek herhalde bu söylediklerimizin hiç birisini söyleyemeyiz değil mi? ama Allah’u Teâlâ’da bu başarıyı asla vermez. Söner gidersin, hiçbir işe yaramaz. Hiçbir işe yaramaz. Kendini kandırırsın o kadar. Onun için tamamen ne yaparsak Allah rızası için yapalım. Allah rızasına kilitlenelim. Yalnız ondan yardım isteyip yalnız onu razı etmeye çalışalım. Başka şekilde değil. Bu son derece mühim bir şeydir.
Müminler sadakalarınızı başa kakarak, inciterek, iptal etmeyin. Çünkü eğer verdiğin iyilikten dolayı Allah rızasını düşünüyorsan Allah’u Teâlâ zaten sana karşılığını verecektir. Ama karşıdaki adamdan bir şey bekliyorsan o hiçbir zaman vermez. Çok nadirendir öyle, sen iyilik yapacaksın da sana teşekkür edecek. Eğer yaptığın iyiliğe adam teşekkür ediyorsa şöyle de: Demek böyle adamlar da varmış yav. Onun için sen yalnız Allah’tan bekleyeceksin. Cenabı Hakda fazlasıyla verir. Yalnız Allah’tan bekliyorsan karşı taraftan hiçbir şey beklemezsin. Onu yaptığın an unutursun. Niye? Çünkü Allah’u Teâlâ unutmaz. Bir gün birisi geldi İstanbul Müftülüğündeyim. “Yav hocam adama zekat verdim. Tuttu gitti kiraz aldı.” Kiraz mevsimiydi. Evine kiraz aldı yav. Gelmiş şikayet ediyor bana. Yav dedim zekat verdiğin adamın harcamalarını mı konturol edeceksin. Sana bu yetkiyi kim verdi. Sana ne, ne alırsan alır. Seni ne ilgilendiriyor.
Mallarını insanlara gösteriş olsun diye harcayanlar gibi olmayın. Gösteriş için olsun diyorsa adam ne yapar. Küçücük bir şey yapacaktır. Basını çağırır, kameraları çağırır. Herkesi çağırır. Onların karşısında alkış. Herkese duyurulur, falan. Eyi güzel. Eline ne geçecek. Hiçbir şey geçmeyecek. İnsanlara gösteriş olsun diye harcama yapanlar gibi olmayın bu Allah’a da ahiret gününe de inanmaz. Yani Allah’a güveni de yoktur. Ahiretten bir beklentisi de yoktur. Allah’a güveni olmadığı için insanlardan bir şeyler bekliyor. Bu adam şuna benzer. Şöyle düz bir kaya ama üzerinde toprak birikintisi olmuş. Şöyle kavisli bir kaya üzerinde toprak birikintisi var. Oraya yatırım yapan kimseye benzer. Yani oraya ekim yapıyor. Toprak birikintisi var bir şeyler dikiyor. Bitsin diye tohum atıyor. İri damlalı yağmur oraya yağıyor. O toprağı da alıp götürüyor. Bakıyorsun ki parlak bir kaya kalmış. Parlak kaya ne işe yarayacak. O parlaklık da suyun parlaklığı. Bir şeyler yapmışlar, bir kazanç peşindeler ama o yaptıklarından herhangi bir şey elde edebilmiş değillerdir. Allah kafirler topluluğunu umduğuna kavuşturmaz. O yaptıkları yatırımın sonucunu alamazlar. Neticeleri böyle olur.
Bazı insanlar da mallarını yalnız allah rızası için harcarlar. Birde kendilerini sabitlemek için yaparlar. Ne demek? İnsan sürekli kaygan, kayıyorsun sağa sola. Malını Allahtan daha az sevdiğini, dünyayı ahirete tercih etmediğini gösterdiğin zaman adeta kendine bir çivi çakmış gibi oluyorsun yani. Sabitliyorsun. Kaymanı engelliyorsun yani. Kaymayı engelliyorsun sağa sola. Bu insanların yaptıkları harcama neye benzer. Şöyle yüksekçe bir yerdeki bir bahçeye benzer. Cennet diyor yani bahçe, cennet işte. Hani “Adem as.ın cenneti Dünyadadır” deyince, millet, yok canım dünyada cennet ne arıyormuş dediler. Demek ki varmış. Bahçe demektir cennet. Şöyle tümsek bir yerdeki bahçe. Öbürüsü gibi kayanın üzerinde toprak değil. O kayanın üzerindeki toprağa yatırım yapıyor. Bu tümsek bir yerdeki bahçeye yatırım yapıyor. Niye? Sel de basmaz oraya. Fazla yağmur yağsa orayı bataklık yapmaz. Kayar etrafından başka yerlere gider. Oraya da iri daneli yağmurlar yağıyor. Yani bol miktarda yağmur yağıyor. O yağmur yağınca fazlasını da biraz yüksekçe olduğu için dışarı atıyor. Bataklık haline gelmiyor. O yiyeceğini iki kat veriyor. O yağmurdan dolayı. İki kat ürün alınıyor orada. Daha önce alınanın iki katı ürün alınıyor. Oraya fazla yağmasa da ince sicim gibi yağmurlar da ona yeter. Onunla da idare eder o. Ondan da verim alır.
Yani şöyle bakın Allah rızasıyla mallarını harcıyorsa bir insan. Yani siz bollukta harcıyorsanız. Darlıkta Cenabı Hak mutlaka sizi boş bırakmaz. Yağmasa da damlar, hani öyle derler ya halk arasında. Allah’u Teâlâ ne yapmakta olduğunuzu görür. Siz hanginiz istersiniz ki üzüm ve hurma bahçeniz olsun. İçinden ırmaklar aksın. Yani su arkları var içinde su akıyor. Her türlü ürün oradan elde edilebiliyor. Çok verimli bir bahçe. Ama iyice yaşlanmış. Zayıf çocukları var. Gece bir samyeli mi derler sıcak bir rüzgar eser yakar ürünleri. Bahçesi yanar. Adam zayıf, çocuklar küçük, bahçe de yandı. Ne olacak. O zaman ne diyor Allah. Her şey benim diyor siz kendinizin mi zannediyorsunuz. Sizi yaşatan da benim. Bahçeyi yaşatan da benim, çocuklarınız da. Öyle ise benim emrime uymazsanız neye uyacaksanız. Demiş oluyor. Allah işte ayetlerini böyle ortaya koyar. Açıklar. Belki düşünürsünüz.