Tekrar Bakara suresine dönüyoruz. Yine sureden okumaya devam edeceğiz ama bu kader tartışması epeyce süreceğe benziyor. Ona oldukça büyük bir yer ayıracağız derste ama öbürünü de ihmal etmiş olmayacağız. Öncelikle Bakara suresinin 261. ayetini okuyoruz.
Bakara 2/261. Mallarını Allah yolunda infak edenlerin/harcayanların örneği, yedi başak bitirmiş bir buğday tanesine benzer. Her başağında yüz buğday tanesi var. Allah gereken gayreti gösterenler için yapacağı iyiliği kat kat artırır. Yani yedi yüzün katları olur. Allah’ın imkanları geniştir ve her şeyi bilir.
Şimdi burada öncelikle Allah yolunda yapılan harcamaların büyük sevap kazandırdığı anlaşılır. Yani bir konunun uzmanı olan kişiler bu ayeti kerimeyi okurlar onlar kendilerine göre bir mana anlarlar. Bir de uzmanı olmayanlar okur kendilerine göre bir mana çıkarırlar. Allah yolunda bir iyilik yaptığınız zaman bire yedi yüz. Yani toprağa atılmış bir buğday tanesi gibi o buğday yedi başak bitiriyor her başakta yüz tane var. Bire yedi yüzde kalmaz, Allah’u Teâlâ gereken gayreti gösterenler için bunun katlarını verir. Artık üst sınırı belli olmaz. Peki nasıl oluyor bu derseniz, Allah’u Teâlâ bilir. Cenabı Hakkın imkanları geniştir.
Kur’an’ı Kerim’de zekatla sadakalar arasında benzetme yapılır ama sadaka derken sizin fakir fukaraya verdiğiniz üç beş kuruş yardımı düşünmeyin. Sadaka demek; kişinin samimiyet testinden başarıyla geçmesi demektir. Yani sadık, kelimesi var dilimizde değilmi. Ne demek? Özü sözü doğru demektir değilmi. “Bu kişi sadıktır” dediğiniz zaman, özü sözü doğrudur, demek olur. Müslüman kafir ayrımı yapmaksızın yeryüzünde kime sorsanız “Allah’ı mı çok seviyorsun yoksa malını mı?” derki: Malla Allah karşılaştırılır mı tabiî ki Allah’ı çok seviyorum, der. Peki, “Öyleyse Allah rızası için şu malını şuraya ver” dediğiniz zaman, “Ama bana lazım” demeye başlar. Şimdi tabi siz emrettiğiniz için değil. Allah emrettiği için o yardımı yaptığı zaman sadık olmuş olur. Gerçekten Allah’ı malından çok sevdiğini göstermiş olur. Onun için verdiği şeyin adı da sadaka olur. Yani yapılan harcamalar, hayra yapılan harcamalar, iyilik için yapılan harcamalar.
Allah’u Teâlâ bakara suresinin 276. ayetinde diyor ki: Allah faizli işlemleri daraltır sadakaları artırır. Riba kelimesinin anlamı, gelişmek artırmak manasınadır. Biliyorsunuz piyasada işte kıredi, kıredili ekonomik sistemlerde kalkınmanın aracı olarak kıredi kabul edilir. Halbuki Allah’u Teâlâ kıredinin kırizlere yol açacağını, ekonomiyi daraltacağını bildiriyor. Allah faizli işlemleri daraltır. Ama ribadan beklenen gelişmeyi sadakalarla yapar. Sadakaları geliştirir. Yani şöyle söyleyelim. İnsanlar parasını niye faize verir? Gelir elde etmek için değil mi. Gelir elde etmek istiyorsan sadaka ver. Halbuki bu çok ters bir şey. Ben yüz lira veriyorum yüz on lira almak için, bu darlığa sebep oluyor. Yüz lira veriyorum karşılığında hiçbir şey almıyorum. Bu ekonominin gelişmesini sağlıyor. Bu nasıl olur?
Yine Cenabı Hak bir ayeti kerimede Rum suresi 30/39. ayette diyor ki. İnsanların malları içerisinde artsın diye faize verdiğiniz şey, Allah katında artmaz. Yani Cenabı Hak onu artış saymaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekata gelince gelirlerini kat kat artıranlar onlardır. Şimdi bu büyük bir ekonomi kanunudur.
Biliyorsunuz sosyal kanunları Cenabı Hak koyar. Her türlü kanunu Allah’u Teâlâ koyar, tabiattaki bütün kanunları da. Allah’u Teâlâ dini de fıtrat olarak tanımlamış. Yani varlıklarda geçerli olan kanun ve kurallar, diye tanımlamış dini. Az önce okuduğumuz surenin yani Rum suresinin 30/30. ayetinde diyor ki: Yüzünü dosdoğru bu dine: Allah’ın fıtratına çevir, diyor. Yani Allah’ın tabiatta yarattığı, insanlarda yarattığı, varlıklar aleminde yarattığı kanun ve kurallar bütününün adı dindir. Dolayısıyla Allah’ın bu kitapta ortaya koyduğu kanun ve kurallar tabiat kitabında ortaya konmuş olan kanun ve kuralların yazılı şeklidir. Birisi Allah’ın yarattığı ayetler birisi indirdiği ayettir. Dolayısıyla herkes Allah’ın ayetlerini okur. Eğer ciddi bir araştırma yapılırsa bu ayetlerin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar.
Şimdi tekrar Bakara suresinin 261. ayetine gelelim. Orada Allah’u Teâlâ diyor ki: Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği, yedi başak bitiren bir buğdayın örneği gibidir. Her başağında yüz buğday tanesi var. ki: Bire yedi yüz eder. Allah’u Teâlâ gereken gayreti gösterenlerin gelirini kat kat artırır. Allah’ın imkanları geniştir ve bilir.
Bu nasıl oluyor. Faiz daralmaya, sıkıntıya sebep olacak ama sadaka genişlemeye sebep olacak. Şimdi şöyle bir örnek verelim. Mesela şu anda bu salonun bir ülke olduğunu düşünün. Bu salonda bin kişi var. Herkesin diğerine yüz lira borcu var. Ben de alacaklıyım. Benim de yüz lira alacağım var. Ben şimdi çıkarıyorum Yahya’ya Allah rızası için yüz lira veriyorum. Ondan sonra Yahya borcunu veriyor. Onu alan da yanındakine yüz lira borcunu veriyor. Herkes yanındakine veriyor, veriyor. En son gelen de Servet’e veriyor. Dolayısıyla herkes borcundan kurtuluyor. Servet’in de bana yüz lira borcu var o da bana veriyor. Dolayısıyla benim cebimden çıkan yüz lira bir müddet sonra tekrar cebime giriyor ama burada ne kadar iş görmüş oluyor? Bin kişi varsa yüz bin liralık iş görmüş oluyor. Bin katı iş görmüş oluyor. Bütün bu harekete ben sebep olduğum için sevabını alıyorum elbette.
Bu, bu kadarla kalmıyor. Borcundan kurtulanlar adeta bağdan kurtulmuş gibi ellerine vurulmuş kelepçelerden kurtulmuş gibi yeni iş, yeni mal ve hizmet üretimi gayreti içerisine giriyorlar. Bu defa o az önce söylediğimizden çok daha fazla, önceden tahmin edemeyeceğimiz yeni üretimler oluşuyor. O yeni üretimler yeni alışveriş demektir. Yeni ticaret demektir. Tabi bu burda kalmayacak, sonra ben o yüz lirayı vereceğim, bu defa birisinden ekmek alacağım. Mesela ekmek üretmiş olacak. O da işçisine verecek, işçi bakkala verecek. Bakkal toptancıya verecek. Toptancı üreticiye verecek falan derken dolaşacak. Tekrar dolaşacak. Tıpkı kanın vücutta dolaşması gibi. Mal ve hizmetin üretilmesi için gereken her şey yapılacak. Böylece bir gelişme olacak. Ondan dolayı Allah’u Teâlâ altını ve gümüşü saklamayı yasaklamıştır. Çünkü para öyle bir şeydir ki öyle bir maldır ki ne yenilir ne içilir, ne ev olur, ne araba olur, hiçbir şey olmaz. Hiç kimsenin hiçbir işine yaramaz. Yani fiziki olarak hiçbir işi görmez. Ama onu piyasaya sürdünmü her şey olur. Ev de olur, araba da olur, yemek de olur, içmek de olur, ne bileyim her şey olur. Olmayacağı hiçbir şey kalmaz. Ve tüm bir toplumu rahatlatır.
Tıpkı vücuttaki kan gibi. Kan da yenilmez içilmez. Ama kan para nasıl gider bir yerden mal, bir yerden hizmet alır etrafa dağıtırsa onları, o kan da gider bağırsaklardan hazmedilmiş gıdaları alır, oradan götürür karaciğerde işlem görüyor. Sonra tekrar kan tarafından bütün vücuda dağıtılıyor. Dolayısıyla her bir hücreye o kan, o hücrenin ihtiyacı olan şeyi götürüyor. Malı götürüyor diyelim yani bizim piyasa tabiriyle. Onun artıklarını alıyor, oradaki artıkları alıyor bir kısmını böbreklere, bir kısmını akciğere atılması için götürüyor dolayısıyla dolaşımı sağlıyor. Akciğer pazarına gidiyor ondan alıyor oksijeni onu da dağıtıyor. Oradan çıkan karbondioksiti de akciğere götürüyor, vücuttan dışarıya çıkmasını sağlıyor. Dolayısıyla kan vücutta dolaştıkça bütün hücreler canlı ve vücudun sistemi tamamen çalışır vaziyette oluyor.
Bu ayeti kerimede geçen infak kelimesi, damarlara çok benziyor. İnfak, Arapçada nafak vardır. Aynı kökten. Tünele nafak derler. Damarları birer tünel olarak düşünebilirsiniz değilmi. Harcama kanalları diyoruz biz kendi aramızda piyasayla ilgili olarak. Yani vücuttaki kan damarlarından geçen kan nasıl bir, orada da bir infak var yani bir nafaktan geçen, bir tünelden geçme işlemi var. Sosyal hayatta, ekonomik hayatta bir infak var. Harcama kanallarına parayı sokuyorsunuz. Oradan mal ve hizmet üretilmiş oluyor. İşte burada buna iktisatçılar çarpan etkisi diyorlar. Çarpan etkisi. Dolayısıyla yani piyasaya yüz lira çıkardığın zaman sadece o yüz liralık iş görmüyor. Kimin yanına gidiyorsa onun işini görüyor. Para öyle bir şeyki kimin en çok ihtiyacı varsa en az onun yanında kalıyor. İhtiyacı olmayan pek, bakarsınız ki elbisenizde işte haa şunun cebinde beş yüz lira kalmış.. Allah Allah, hiç umurunuzda değil. Ama o beş yüz lira ihtiyaçlı bir adamın elinde olsaydı onu o anda bitirirdi. Hemen koşa koşa gider ihtiyaçlarını alır, onu harcamaya kalemine sokar. Kimin çok ihtiyacı varsa en az onun yanında kalır para ama az ihtiyacı olan adam yada, işte bir kenara yığabilen adam, bu defa bütün toplumun ondan yararlanmasını engellemiş olur. Hareket yapacaksınız bütün mal ve hizmetin dolaşımında çok önemli olacak tabi ama şimdi şeye gelelim.
Riba meselesine gelelim. Ben az önce Yahya’ya para verdim. Aslında verdiğim para ilk adımda benim sadakamdır. Ama ikinci adımda o sadaka değil. Fakat Yahya’dan bir mal satın almak için de o yüz lirayı versem, cebimden çıkarsam gene aynı işi görecektir. Gene dolaşacaktır piyasayı. Ama ben Yahya’ya tutup da yüz lirayı bana yüz on lira geri vermesi şartıyla verirsem, bu defa o on lira toplumun tüm mallarından bana geçen bir para olacaktır. Birinci dolaşımda on lira ikinci dolaşımda yirmi lira, üçüncüsünde otuz, kırk, elli. Derken bir müddet sonra bakacaksınız ki toplumda para ihtiyacı var. Müthiş bir para sıkıntısı ortaya çıkacak. Bakarsınız ki mal ve hizmet var, her şey var ama onun alımını satımını ve dolaşımını sağlayacak para kalmamış. O zaman da piyasayı çek ve senetler doldurur. O da büyük bir kırizin habercisi olur. Şimdi bunu az önceki vücut örneği ile anlatalım. Kalbi, bir bankaya benzetirseniz. Kalp hücrelere dese ki ben size vermiş olduğum her kanın biraz fazlasını istiyorum. Hücreler kansız yaşayamayacağı için mecburen razı olacaklar. Fakat hiç birisi kan üretemediği için komşusundan alacak, şuradan alacak hangisi daha güçlüyse güçsüz olanın kanını oradan kan alıp kalbe verecek. Bir müddet sonra güçsüz olan hücreler kapanacak. Nitekim bakın faizli ekonomilerde köyler kapanır, küçük dükkanlar kapanır, küçük işyerleri kapanır falan böyle.. Daha sonra öbürü kapanır, öbürü kapanır. Çünkü her dolaşımda biraz daha fazla alıyor. E bu defa kalbde biriken kan ne işe yarayacak. Öyle bir şeyki dolaşmadıktan sonra hiçbir anlamı yok. İşte bu şeylerde faizli ekonomilerde, bankaları kalbe şeye benzetirseniz. Piyasadan parayı toplarlar, toplarlar, sonra başlarına bela olur. Bir sürü faiz borçları olur fakat parayı bir yere veripde alamazlar. O zaman bakarsınız ki bankalar teker teker dökülmeye başlamış ekonomide büyük bir kıriz başlamış.
İşte Allah’u Teâlâ bu kanunu bize bildiriyor. Dolayısıyla Müslümanlar kendi kitaplarını doğru dürüst anlayabilseler dünyaya ekonomi anlatırlar. Batıdan şuradan buradan bizim öğreneceğimiz hiçbir şey yoktur bu konularda ama onlara öğretmemiz gereken çok şeyler vardır. Ama tabi biz biz olmadık onun için, olamıyoruz da. Bu şartlarda kolay kolay da olamayız gibi gözüküyor. Diyorsam da inanmayın, olacağız baksana buranın ağzına kadar dolması onun bir delilidir. Allah’a çok şükür Müslümanlar gerçekleri öğrenmeye başlıyorlar yavaş yavaş. İnşallah çok iyi olacak. Demek ki bir sadaka deyip geçmemek lazım. Zekat deyip geçmemek lazım. İslam ekonomisinde ekonominin dışında kalma durumunda olan insanlar sürekli ekonomiye kazandırılırlar. Adam borçluysa, zekattan ödenir biliyorsunuz. Sıkıntı içerisindeyse, ne bileyim muhtaçsa, ekonominin dışına taşma durumunda olan herkes sürekli ekonomiye kazandırılır. Dolayısıyla toplumun tamamı hareketli bir ekonomik yapı içerisinde bulunur. Mal ve hizmet üretilir. Ve servet tüm topluma dağılmış olur. Evet zenginler olur ama bu günkü gibi büyük zenginler olmaz. Çünkü o faiz ne yapar. Faiz sürekli… Bir kere küçük esnaf diye bir şey bırakmaz. Büyük esnafı da sık sık devre dışı bırakır. Dolayısıyla bakarsınız ki zaman zaman çok büyükler olmuş, o çok büyükler de zamanla patlarlar. Mesela hiç batmaz dedikleri bankaların nasıl battığını görüyoruz şeylerde.
Dolayısıyla orada tıpkı bir savaş meydanı gibi olmuş olur. Onun için Allah ve rasulü ile savaş diye Cenabı Hak bunu bildiriyor. İnşallah onunla ilgili ayetler geldiğinde anlatmaya çalışırız. Yani faizli ekonomide mal ve hizmet üretenler sürekli ekonominin dışına atıldığı halde faizsiz ekonomide ekonominin dışına çıktığı anlaşılan bütün bireyler ekonominin içerisine alınır. Çünkü İslam’da olmazsa olmaz bir şart vardır, oda hürriyettir. Siz insanı borçlu yaparsanız borçlu, ona deyn denir Arapçada. O deyin insanı itaat altına sokar. Din ile deyn aynı kökten gelir. Birisi (deyn) kişinin bir başkasına olan borcudur. Biri (din) de Allah’a olan borcudur. İnsanları borçlu hale getirirseniz, o insanlar boyunduruk altına girer. Ve o insanlar hürriyetlerini kaybetmeye başlarlar. İnsanlar hürriyetlerini kaybeder, devletler hürriyetlerini kaybeder. Toplumlar hürriyetlerini kaybeder. Ondan sonra çok büyük sosyal patlamalar meydana gelir. Allah’u Teâlâ’nın ortaya koyduğu hükümlerin her birisi şüphesiz ki fıtratı anlatıyor, tabiatı anlatıyor. Yani din işte budur.
Tekrar ayeti okuyorum. Mallarını Allah yolunda harcayanlar onların örneği bir buğday tanesine benzer. Yedi başak bitirmiştir. Her başağında yüz tane vardır. O menyeşa kelimesi çok önemli. Bu kader tartışmalarının merkezinde olan kelimedir. O şae kelimesi. Müslümanlar şae kelimesini kaybettikten sonra her şeylerini kaybetmişlerdir. Çünkü “Allah istediğine fazla verir” dediğin zaman insanlar “Ne yapayım vermedi Mabut neylesin Mahmut” derler. Halbuki şae kelimesinin asıl anlamı: Gereken gayreti gösterene Allah kat katını verir. Demek ki gevşek bırakmak yok. Siz ticari hayata girdiğiniz zaman, onun gereğini mutlaka yapacaksınız. Ne gerekiyorsa onu yapacaksınız. O zaman yani makro ekonomi dediğimiz olayla ilgilidir bu. O şeyi makro dediğimiz yani tüm sosyal hayatın tamamını içine alan bir ekonomik faaliyet olarak, orada gereken pilanlamaları yaptığınız zaman, gelişme ve artış kat kat olur. Allah’u Teâlâ’nın imkanları geniş ve her şeyi bilir. Sadakallahül azim. Böylece bu ayeti kerime ile bugün yetiniyoruz.
KADER.
Şimdi bize karşı eleştiriler. Hakikaten ben şahsen kendimi, dünyanın en şanslı insanlardan birisi olarak hissediyorum. Şu anlamda Allah’a çok şükür yaptığımız her şeyi tenkit etmek için böyle tetikte bekleyen yüzlerce insan var. Bu çok büyük bir servet. Şu anlamda çok büyük bir servet. Çünkü yaptığın her şeyi çok dikkat ediyorsun. Hakikaten Cenabı Hakkın büyük bir ikramı olarak ben inanıyorum ona.
Şurada bir tek şeye cevap vereyim. Dün Yeni Şafakta çıkan yazıda bir şeyler var. Ben onu sadece okuyayım da o ikinci bölümde, demesinler ki bizi dikkate almıyor. Ali İmran suresinin 142. ayetini almış bu zat. Burda nasıl şey yapıyor. Ayeti kerime: Siz cennete gireceğinizi mi hesap ediyorsunuz içinizden cihat edenleri Allah bilmeden, bilinceye kadar, Bu lemma kelimesi Arapçada, cehdi müsteğrak derler. Yani “Şimdiye kadar olmadı ama bundan sonra olabilir.” demektir. İçinizden cihat edenleri bilinceye kadar ve sabredenleri bilinceye kadar, cennete gireceğinizi mi düşünüyorsunuz. Öylemi zannediyorsunuz diyor Allah’u Teâlâ. Burda diyor ki dün Yeni Şafakta çıkan yazıda. “Bu benzeri ayetlerdeki bilmek fiilini müşahede yoluyla bilmek şeklinde de anlamak mümkündür”. diyor. Müşahede ne demek? Yani bir gözlem yapıyorsunuz, gözlemleyerek anlıyorsunuz. Peki tamam. Yani “Cenabı Hak gözlem yapsın diye”, ayete o mana vereceksiniz. Önceden sadece hakkındaki haberler aracılığıyla bilinen bir şeyi daha sonra bizzat görmek müşahede ederek bilmek mümkündür. Haşa Cenabı Hak kimden önceden haber alıyor da haberlerle biliyor da sonradan bizzat gözüyle görerek biliyor? İkinci bilme birinci bilmeyi geçersiz kılmayacağından ilgili yerlerde BAYINDIR gibi önceden bilmiyordu yeni bildi diye düşünmek yersizdir. Kur’an’ı Kerim Arapça olarak inmiştir. Arapçada bu kelimenin başka bir manası yok.
Biliyorsunuz biz her derste diyoruz ki: “Yaa siz kendi kafanızdan uydurmayın Allah ne diyorsa öyle kabul edin kardeşim. Niye siz Cenabı Hakka akıl öğretmeye kalkıyorsunuz. Niye Arap dilini sağa sola çekiyorsunuz.” Meşhur Arap dil ve edebiyatçısı İmam Nehhaz ile ilgili ayetteki bilmek fiiline bu anlamı verir, diyor. Bunun da Kur’an’da bir çok örneği vardır. Mesela Enam 67, Nahl 55, Sad 58. ayetlerdeki bilmek fiili bu anlamdadır. Bu ayetlerde kafirlere ölüm ve sonrası ile ilgili haberleri yakında bilecekleri belirtilerek bir tür tehdide yer veriliyor. Haberleri yakında bilecekler. Peki. Kafirleri yakında bilecekleri belirtilen ilgili haberleri daha önce peygamberler kendilerine bildirmiş. Bu konu hakkında yeterince bilgi sahibi olmuşlardı. Nitekim hiçbiri yüce Allah’ın huzurunda biz bilmiyorduk diyerek kendilerini mazur göstermek hakkına sahip değil. Tamam bunlar normal. Ama Cenabı Hakkın bilgisinden bahsediyoruz biz. Buna rağmen Kur’an yakarıdaki yakında bileceksiniz diyor, demek oluyor. Demek oluyor ki -bize verdiği cevap şu- Burada bayındırın anladığına aksine önceden bilinmeyen bir şey yeni bilmek öğrenmek değil önceden işitme yoluyla gıyaben bilinen bir şeyi daha sonra ayan beyan müşahede ederek bilmekten söz ediliyor.
Allah işitme yoluyla mı biliyor? Allah kimden işitmiş de biliyor? Allah kimden duymuş da, biliyor da sonradan ortaya çıkarıyor haşa. Hani yukarıda anladık ama aşağıda bunu bize delil göstermenin anlamı ne. Hani bir şey yazarken insan insan biraz düşünür. Burda bir şey daha söylüyor burda diyor ki: Konuştuğumuz ayetlerin tefsirinde İmam Maturudi de bu anlamı tercih eder. Neyi tercih ediyormuş? Önceden işitme yoluyla bilineni sonradan görülerek ortaya çıkması anlamını tercih ediyormuş. Şu halde bu ayette yüce Allah’ın ezelden gayben bildiği cihat ve sabredenleri, cihattan sonra müşahede ile bileceğini belirtmektedir. Eskiden gıyaben biliyordu sonra bizzat görecekmiş.
Bu Maturidi kimdir biliyormusunuz. İmam Maturidi, Maturidi mezhebinin kurucusu. Hanefiler itikatta o mezhepten olduğunu kabul ederler değilmi. Bize çocuklukta öğretmişlerdi. Amelde mezhebim İmama Azam Ebu Hanife, itikatta mezhebim Maturidi diye öğretmişlerdi. Şu elimdeki kitap İmam Maturidi’nin Tevilatül Kur’an, Kur’an tefsiri. Fazla olur diye o cildi getirmedim. Burda söyleyeyim, az önce dedim ya nasıl olsa bir yanlışımızı arayan yüzlerce insan tetikte bekliyor. Bu bizim için çok büyük bir nimet onun için yanlış söylememiz kolay kolay mümkün olmuyor. Allah’u Teâlâ’nın indirdiği Bakara 124. ayeti var. Orada İbrahim as.la ilgili diyor ki. Rabbi İbrahim’i bir kısım kelimelerle imtihan etti. O da onları tamamladı. Yani imtihandan başarıyla geçti. Dedi ki: Seni ben insanlara imam yapıyorum. “Yarabbi soyumdan da olsun,” deyince Yanlış yapanlara benim bir taahhüdüm olmaz. Onlara söz vermem, dedi Allah’u Teâlâ. İmam Maturidi’nin kendisi bunu yapmış yapmamış bunu bilmem ki ben bu konuda yaptığına pek ihtimal vermiyorum ama bu tefsirin o ayetle ilgili bölümünde şöyle bir tefsir var. Nasıl olsa bakacaklar söylediğime. Diyor ki: (Arapçası okunuyor) Arapça bilenler hemen anlamışlardır. Harekelerini değiştiriyor ayetin. “İbrahim rabbini bir kısım kelimelerle imtihan etti.” Niye? Öbür şekilde söylediği zaman, -Ne zamandan beri size anlatmaya çalışıyorum. Biliyorsunuz bu ayetten dolayı Fahrettin Razi ne demişti? “Bunların tamamı mecazdır. Allah bir insanı imtihan etmez” demişti. Elmalılı Hamdi ne demişti bu ayetle ilgili? “Allah’ın bir kişiyi imtihan etmesi olacak şey değildir.” Allah bütün insanları imtihan için yarattım diyor. Şimdi onları suçlamaları gerekirken bizi suçluyorlar. Yav biz diyoruz ki, bu neyse o kardeşim. Sağa sola gitmeyin. Ama Maturidi öyle diyor bakın. Diyor ki: “İbrahim rabbini bir kısım kelimelerle imtihan etti.” Ama devamını söylemiyor tabi. Orada bırakıyor. Allah da onları tamamladı, demek gerekecek. Haşa. Peki, gâle innî câıluke linnâsi imâmâ Galenin faili kim? Haşa. İbrahim mi dedi ki: “Ben seni insanlara imam kılacağım” haşa. Ne oluyor böyle. Görüyor musunuz. Suçlu biz oluyoruz değilmi. E buyursunlar.
Esas bir başka şey okuyacağım buradan onu getirmedim. O çünkü bundan daha hafif. Şimdi okuyacağım size. Gerçi hafif değil, o da çok ağır da bu da ağır yani. Şimdi şurada bir ayet varki. Bunu hiçbir şeye sığdırmak mümkün değil. Yani geleneksel kader anlayışı sahiplerinin bu ayeti hiçbir tarafa sığdırmaları mümkün değil. Bu da Muhammed suresi 47/31. ayet. Diyor ki Allah’u Teâlâ burda: Sizi mutlaka yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz. Yıpratıcı bir imtihandan mutlaka geçireceğiz. Bu tekidi nefi istikbal. Gelecekte olacak bir şey. Hani diyorlar “Allah için zaman söz konusu değil.” İşin içinden çıkamayınca ne diyeceklerini şaşırıyorlar. Bunu Allah söylüyor ilerde yapacağız. Sen ne konuşuyorsun öyle, delilin ne? Bilinceye kadar. Bilinceye kadar. O zamana kadar ağır imtihandan geçireceğiz. Bilinceye kadar. Bu Allah’ın sözü. İçinizden cihad edenleri bilinceye kadar, sabredenleri bilinceye kadar, haberlerinizi ortaya çıkarıncaya kadar. Hani şimdi nagleme ye ortaya çıkarmak manası veriyorlar ya. Allah ortaya çıkarıncaya kadar diye. Ee peki buna ne mana verecek siniz o zaman. Şimdi onlara göre mana vereyim. Sizi mutlaka ağır bir imtihandan geçireceğiz. Sizden mücahit ve sabırlı olanları ortaya çıkarmak için peki nebluğe ahbariküm e ne diyeceksin. Haberlerinizi ortaya çıkarmak için. Haberler, ne haberi olacak.
İşte bu İmam Maturidi’nin Tevilatül Kur’an’ı, buradan okuyacağım. Kendisi İmam Maturidi demişte onun için okuyorum yaksa başka niye okuyayım yani. Zaten bir Türk Arapçası olduğu için Araplar herhalde bunu anlayamaz diye düşünüyorum yani ancak Türkler anlar. Değişik şekillerde anlam verilebilir. Birinci anlamı şudur. Allah’ın veli kulları bilinceye kadar imtihandan geçireceğim, diyor. Neyi bilecekmiş? İçinizden mücahit olanlar kim, sabredenler kim. Şimdi tam anlayabilmek için, şimdi şu Servet ve Yahya Allah’ın veli kulları -ben öyle olduğuna inanıyorum. Çünkü mümin insanlar. Her mümin Allah’ın evliyasıdır.- Şimdi öyle düşünün. Siz de cihat yapıyorsunuz. Haşa Cenabı Hak diyor ki, İşte bu veli kullar içinizden kimin cihat yaptığını, kimin sabrettiğini bilene kadar sizi imtihandan geçireceğim. Yani mücahitler veli değil mi? Bu ne demek. Bu ne demek? Şimdi Velenebluvennekum da, o zaman veli kullar, madem nağlemel faili de veli kullar nebluvennekum in faili de mecburen onlar olacak. O zaman bu insanları imtihandan geçiren veli kullar mı oluyor? Ne oluyor bu yaa.
Zaten dikkat ediyorsanız son zamanlarda bütün kapıları bize kapatıyorlar. Memleketimizde hurafeler artık tarihin hiçbir döneminde görmediği büyük bir serbesti yaşıyor şu anda. Şurada Sadettin Bey var. Cumartesi gün bana bir şey anlattı. Hayatımda ilk defa duydum. Hiç böyle bir şey duymamıştım. Kim olduğunu söylemeyeyim. Kendi söylerse söylesin. Bir yakınıyla ilgili söylüyor. Diyor ki: eve gelmiş tesbih çekiyor. Şı şı şı şı duyuyorum. Bir ş duyuyorum ama ne? Sormuş “Ne diyorsun?” diye. Ya şeyh, ya şeyh, ya şeyh diye çekiyormuş. Bir hafta oldu mu? Beş gündür. Beş gün önceki olay. Bu ne demek demiş. Demiş ki: “Bizim Allah deme yetkimiz yok. Onu şeyhimiz söyler. Biz de şeyh diye çağırıyoruz.” Haa bu anlamda bu meal doğru. Haşa. Sende yaşadın değilmi? Bire bir yaşadın. Yani bak dikkat ediyor musunuz. Bütün kapılar bize kapatılıyor ama onlara her şey, bütün imkanlar sonuna kadar açık. Ama ben size bir şey söylüyorum. Bakın Allah rızası için sizden bir şey istiyorum. Siz hep benden istiyorsunuz. Diyorsunuz ki “Hocam meal ne zaman çıkacak?” Yav kardeşim bizim de bunlar gibi çıkarmamızı istiyorsanız hemen yarın çıkaralım. Yaa kolaymı bu hataları ortaya çıkarmak. O zaman sizin söylemeniz şu olacak. Hocam bize ne düşüyor. Çünkü bu çok büyük bir projedir. Bakın bu zat (Maturudi) ne zaman vefat etmiş? Hicri 333 yılı. Yaklaşık bin sene önce. Bin sene önce vefat etmiş.
Geçen hafta burda birisi tenkit yapmıştı. Şöyle bir ifade vardı. İmam Şafi’den naklediyor. “Birisi Allah’ın ilmiyle ilgili konuştuğu zaman sorun, Allah bilmiyor derse kafir olur zaten öldürürsünüz. Biliyor derse davayı kaybeder.” Sorun delilin nedir demiyor. Delile karşılık cevap vermeleri imkansız. İşte ne cevap verdiklerini görüyorsunuz. Çünkü Kur’an’ı Kerim’in tamamı onları yalanlıyor. O zaman ne yapıyorlar. Sırtlarını siyasi idareye dayamışlar. Delil melil istemiyor. İşi kökten bitiriyor. Ondan sonra da insanlar kendi içlerinde yutkunarak söylüyorlar. Şimdi eminim ki benim bu konuşmamdan sonra son derece mutlu olan çok insanlar vardır. Yaa biz söylemeye cesaret edemiyorduk ama o söylüyor, diye. Onlar da ne zaman yanıma gelecekler. Bu iş başardığı zaman gelecekler. O zamana kadar hiç selam sabah olmaz bana. Aman görmesinler neme lazım. Ama böyle bir mücadele olmaz. Böyle bir mücadele olmaz. Mücadele yapıyorsan, ortaya çıkacaksın, ahireti dünyaya tercih ettiğini göstereceksin. İsterse bütün dünya senin aleyhine dönsün. Zaten onu göze alamazsan bu mücadeleyi yapamazsın.
Şimdi devam ediyorum bakın. Bu birinci manaymış. Allah’ın bir yerde evliyası var, o cihad eden Müslümanlar evliya değil. Haşa haşa. Onlar tanıyacaklarmış kim nedir, ne değildir diye. Ve bu Maturidi. İkinci mana neymiş. Bu ilimle malumdur murad olan. Nağleme fiili ilim değil ki muzari, mastar değilki. Bize malum olana kadar mı demek istiyor. Gene aynı mana, ne değişti. Yani laf kalabalığı orada bir takım şeyler söylüyor. Onları okumuyorum atlıyorum. Çünkü gereksiz. Hiçbir şey kendisine delil olma imkanı olmayan bir şey.
Allah’ın daha önce olacağını bildiğinin olduğunu bilmesi için. Olmasını daha önce kararlaştırmış. Onun olduğunu bilmesi içinmiş. Nasıl? İmtihan ne oluyor orda. Cenabı Hak kendini test ediyor. İmtihandan o geçiyor haşa. Haşa. Doğrumu bilmiş, yanlış mı bilmiş. Bak şuraya kendi kafalarından koydukları hükme göre Kur’an’ı mahkum ediyorlar. …(Arapçasını okuyor) Dediğim gibi bu ancak Türkün anlayacağı bir Arapçadır. Araplar olsa hiç bir şey anlamazlar bundan. Çünkü bu Maturidi Türk’tür ya. Acayip gelir Araplara. Diyor ki: Allah’ın olacağını daha önce bildiğinin olduğunu bilmesi için, önceden olacağını şey yapmış ya onu görsün diye. Ee peki tamam. Çünkü Allah’u Teâlâ’nın ileride bileceği şeklinde bir nitelenmesi caiz değildir. Allah’ın ileride bileceğini söylemek caiz değildir. Peki ileride bileceğini söyleyen kim Cenabı Hakkın? Kendisi. Yani Allah’u Teâlâ nasıl böyle bir şey söyler. Bu olmaz diyor, haşa. Tıpkı Fahrettin Razi’nin dediği gibi Allah kesin imtihandan geçireceğim, diyor. O da diyor: mecazdır. Allah imtihan etmez kişiyi. Yav kardeşim neye dayanarak söylüyorsun. Allah’ını seversen yaa.
2013.01.22 KADER KONUSU SORULAR.
Soru: peygamberler Allah’ın bize örnek olarak sunduğu insanlar. Onların hayatı bizim için örnek. Allah’u Teâlâ’nın peygamberlik görevini verip sonra geri aldığı ile ilgili de herhangi bir peygamber bilmiyorum. Şimdi Allah’u Teâlâ nerden biliyor bunların hep örnek insan olacaklarını? Veya onları bir robot gibi programladı mi? Yani devamlı surette, aynı şekilde gidebileceklerini nerden biliyor Allah?
Cevap: Herhalde bu arkadaş daha önceki derslerimizi dinlememiş öyle anlaşılıyor. Size bedir savaşını anlattık biliyorsunuz. Bedir savaşı Allah’u Teâlâ tarafından Mekke’de iken haber veriliyor. Bedir diye verilmiyor ama şeyde Rumlarla Perslerin karşılaşıp Rumların yenildiğini ama üç ile dokuz yıl arasında Rumların Perslere galip geleceğini bildiriyor Allah’u Teâlâ. Geleceği Allah bilir mi? Yaa tabiî ki bilir yani. Bunun aksini söyleyen kim. İşte biliyor. Ve diyor ki “O gün size zafer vereceğim. Yani o gün müminler Allah’ın yapacağı bir yardımla sevinecekler,” diyor. Bunu önceden söylüyor. Bir sevindirme sözü de veriyor müminlere. Sonra Mekke’de bunun haberini alıyorlar ki bunu belirten Rum suresi Mekke’de iniyor. Rum 30. suresinin ilk ayetlerinde bu. Dolayısıyla Mekke’de bu ayet inince hem Müslümanlar, hem Mekke’li müşrikler sürekli Suriye tarafından gelecek habere kulak kabartıyorlar. Yani o Rumlarla Perslerin tekrar karşılaşmasını beklemeye başlıyorlar. Çünkü o gün Müslümanlar sevinecekler. Müslümanların sevinmesi demek Mekkelilerin üzülmesi demektir. İşte bu gelecekle ilgili cenabı hakkın verdiği bir bilgidir. Zafer de vereceğim diye söz veriyor. Hani daha önce size anlatmıştık ya, bu yol haritası. Yol haritası çiziyor. Hepimiz için de. Yarın başımıza neler gelecek. Elbette ki Cenabı Hak biliyor. İşte orada da Müslümanlara bir zafer de vaat ediyor.
Bunları çok iyi dinleyelim çünkü burda insanlar ciddi manada hata ediyorlar. Suriye’de Ebu Süfyan’ın kervanı var. Ebu Süfyan da bu durumu gayet iyi biliyor. Ebu Süfyan Perslerle Romalıların karşılaştığını duyunca “Eyvah bizim kervan gitti” diyor. Çünkü Kur’an’ı Kerim’in ayetleri indiği zaman herkese tebliğ ediliyor. Ve hemen Mekke’ye haber gönderiyor. “Aman kervanı kurtarmaya gelin”. Mekkelilerde bunu bildikleri için ordu çıkarıyorlar. Ama Rasûlullah ordunun geleceğinden habersiz. O Allah’ın Rumların Perslere galip geldiği gün Müslümanlara zafer vereceğini, bir yardım yapacağını bildiğinden o da düşünüyor ki “Tamam Suriye’den gelen kervanı Cenabı Hak bize verecektir.” Ve kervanı takibe çıkıyor. Mekkeliler de kervanı korumaya geliyorlar. Allah’u Teâlâ Enfal suresinin ilk ayetlerinde 8. sure 7. ayetinde diyorki, Müslümanlar yola çıktıktan sonra Mekke’den bir ordunun geldiğini de duyuyorlar. Mekke’den bir ordu geliyor. Suriye’den kervan geliyor. Allah’ın da önceden verdiği bi söz var. “O zaman bunlardan biri bizim olacak” demektir, değilmi. Yani Mekke’deyken Rum suresinde söz vermiş. Bunlardan birisi bizim olacak diye Müslümanlar bekliyor. Önceden verdiği söze binaen yağdikum diyor. Allah size vaat ediyor. Çok istiyordunuz ki güçsüz olan sizin olsun. Yani orduyla karşılaşmak istemiyor. Kervanda nihayetinde kırk kişilik bir koruma var. Sizde var iki yüz küsur kişi. Ne var işte iki dakikada halledersiniz, karşı koyamazlar. Ama Mekke’den bir ordu geliyor. Bunlar zaten bir buçuk sene önce Mekke’den Medine’ye hicret etmiş insanlar. Kolaymı böyle bir savaşı göze almak. Bunu çok istiyordunuz ki aman ordu olmasa da bu olsa. Allah’u Teâlâ da İsra suresinin 59. ayetinde Rasulullah’a diyorki “Bunlar seni buradan çıkarmak için çok rahatsız ediyorlar seni çıkarırlarsa bunlar burda fazla kalamazlar” diyor. Allah’ın önceki rasullere koyduğu kanundur bu. Rasulullah’ı Mekke’den çıkardılar ya Mekkeliler. Mekke ordusuyla Müslümanlar karşı karşıya kalırlarsa Mekkeliler artık Mekke’de kalamazlar. Çünkü Allah Mekke ordusunu verirse Müslümanlara onun için kalamazlar artık. Onun için Allah’u Teâlâ diyor ki. “Allah istiyordu ki o gerçek Allah’ın sözleri sebebiyle gerçekleşsin.” Allah’ın sözü de işte “Sizi çıkarırlarsa orada kalamazlar” İsra 59. “Kafirlerin de kökünü kesmek istiyordu Allah.” O kafirlerin, Mekke’den gelen kafirlerin. Bütün kafirlerin değil. Mekke’den gelen kafirlerin de kökünü kesmek istiyordu. Onun için size orduyu verdi. Mekke’nin ordusunu Müslümanlar eğer tesirsiz hale getirirse ellerini kollarını sallaya sallaya Mekke’ye gidecekler. Allah Müslümanların Mekke’ye gitmesini istiyor. Bak burayı lütfen çok iyi dinleyin. Allah Rumların Persler karşısında galip geleceğini önceden bildiriyor. “Önce de sonrada emir ve irade Allah’ın elindedir.” O Rumlar için de persler için de bir imtihandır.
Zaferi kaybetmek, imtihanı kaybetmek olmayabilir. İmtihan başka bir şey zafer başka bir şeydir. Bazen zaferi kazanmak imtihanı kaybetmek olabilir. Yani Allah’u Teâlâ’nın imtihan ettiği şey başkadır. Ortaya çıkardığı şey başkadır. Allah bilinceye kadar ifadeleri bunlarla alakalı değil. O olaylar karşısında bizim gösterdiğimiz tavırla alakalıdır. Şimdi onu göreceğiz. “Allah hakkı ortaya çıkarsın batılı da etkisiz hale getirsin. Bu günahkarların hoşuna gitmese bile.” Şimdi ondan dolayı Suriye’den gelen kervan sahilden çekti gitti. Aslında Müslümanlar her ikisinin arasında kalmışlardı. Mekke’den gelen orduyla yüz yüze geldiler. Mekke’den gelen orduyla yüz yüze geldiler. Mekke’den gelen orduyla Müslümanlar imtihan edildiler. Başta Rasûlullah olmak üzere. Allah’u Teâlâ Muhammed suresinin 4. ayetinde diyorki. “Kafirlerle savaş meydanında karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun.” Bu sureyi daha önce indirmiş. Yani savaş hukukunu bildiriyor. “Onlara tam hakimiyet kuruncaya kadar boyunlarını vurun.” Çünkü onlar sizi öldürecekler. Daha çabuk davranın siz onları öldürün. “Tam hakimiyeti kurduğunuz zaman bağı sıkı tutun yani esir alın. Bundan sonra ya karşılıklı yada karşılıksız serbest bırakın” diye savaşın hukukunu da bildiriyor.
Müslümanlar bu savaşta imtihanı kaybediyorlar. Kur’an’ı Kerim’den başka hiçbir kaynak Müslümanların Bedir’de kaybettiğini söylemez. Hiç gördünüz, duydunuz mu. Tefsirlerde de bulamazsınız. Meallerde de bulamazsınız. Bakın bu dini ne hale getirmişler. Lütfen her defasında bunu iyice kafamıza iyice yerleştirelim. Şimdi bu surenin 67. ayetini açıyoruz. Enfal. Müslümanlar ilk karşılaştıklarında ki bunlar kitaplarda yazar. Düşmanı püskürttüler esir aldılar. Allah’u Teâlâ düşmanı tamamen etkisiz hale getirmeden esir almayı kabul etmediği halde düşmanı etkisiz hale getirmeden esir aldı Müslümanlar. Ayete aykırı davrandılar. Buraya kadar olan şeyler tamam. Ama imtihan kısmı burası. Sana soru sorulacak imtihan o soru değil. Senin o soruya verdiğin cevaptır imtihan. Şimdi ne diyor Allah’u Teâlâ tam öbür ayetin kelimeleri kullanılıyor. Hiçbir nebinin esir alması diye bir şey sözkonusu olamaz. Savaş meydanında düşmanı tam ezmedikçe. Tam etkisiz hale getirmedikçe esir alamaz çünkü Muhammed suresi 4. ayette kurala bağlamış. Ama bunlar aldılar. Esir aldılar. İmtihanı kaybettiler. Bak başta Rasûlullah ve ashabı.
Şimdi bunların Müslümanların ittifakı var mı burada? Rasûlullah başta olmak üzere. Bu bir icma mı bizim geleneğe göre. Yanlışta ittifak etmişler mi? Etmezlerdi hani. Tabiî ki o tür saçmalıkları Müslümanlara yutturmak için bu ayetleri param parça edeceksiniz anlaşılmaz hale getireceksiniz. Bağları koparacaksınız. “Siz dünyalık istiyorsunuz.” Rasûlullah kaybetti değilmi buradaki imtihanı, açık mı? Siz dünyalık istiyorsunuz. “Ama Allah sonrasını istiyor.” Yani bunu almayacaktınız, Mekke’yi alacaktınız. Allah aziz ve hakimdir. Güçlüdür ve doğru karar verir. Peki Müslümanlar mekke’yi aldılar mı Bedir savaşında? Ama Allah almayı irade ettiğini söyledi mi? Peki Allah’u Teâlâ haşa Müslümanlarla dalgamı geçti. Savaşta kazanmayacaklarını bile bile onlara böyle bir görev mi yükledi? Anladınızmı … demekmiş. Bakın bütün bunları önceden belirledi mi. Onlar imtihan değil. İmtihan orada sizin ne yaptığınızdır. Allah geleceği bilir mi? Elbette bilir. Kim demiş bilmez diye. Ama Allah’u Teâlâ imtihan ediyor kullarını.
Allah öyle bir insan yaratmış ki bir insan doğruyu da yapıyor yanlışı da yapıyor. Allah bir robot yapımcısı değil haşa. Allah’ı koruyorum diyerek Allah’a zalim sıfatını yapıştırdıklarının hiç farkında değil bunlar. Şimdi ne diyor Cenabı Hak burda bakın. Orada Müslümanlara gene bir zafer verdi. Gene bir sevindirdi Müslümanları. Ama diyor ki: “Allahtan daha önce gelmiş bir yazı olmasaydı.” O yazı nerde? Rum suresinde. “Ben size önceden söz vermeseydim dua edin ki size sevineceksiniz diye söz vermiştim. Bu yanlışınızın şeyini çok ağır öderdiniz” diyor. lemesseküm derken Rasûlullah ve bütün ashabı. “Elbette ki sizi tutacaktı büyük bir azaba çarpılacaktınız.” Bunu Rasulullah’a ve ashabına diyor. Şimdi bu arkadaşlarımızı bak Allah’ın rasulu ve Rasulullah’ın ashabı olmasına rağmen yanlış yapınca Cenabı Hak affetmiyor. Allah’u Teâlâ Rasullullah’ı ne zaman affetti. Altı sene sonra Hudeybiye’de Mekke’nin kapıları açıldı fetih suresini indirdi. Sana iyice Mekke’nin fethinin yollarını açtık. Senin önce işlediğin günah var ya, Bu günahmıymış şimdi. Gördünüz mü? “Onu affetsin diye. Ondan sonra işlediğini de affetsin diye.”
Bizimkiler ne diyorlar. “Rasûlullah haşa günah işler mi.” Yav kardeşim sen Allah’a laf mı öğretiyorsun. Ne oluyor yani . Yani bu ne biçin bir din anlayışıdır. Allaha din mi öğretiyorsunuz. Ne zamanki Rasûlullah Mekke’yi fethetti, o zaman hangi sure indi. Nasır suresi. Allah’ın yardımı gelipte fetih odlumu. Mekke de fethedilince, artık daha şeyleri kalmıyor. Karşı tarafın daha dayanağı kalmıyor. İnsanlar bölük bölük Allah’ın dinine giriyorlar. O zaman rabbinin hamdine karşılık tesbih et. Rabbin her şeyi güzel yapar. Ne demek her şeyi güzel yapar? Bak sen nebisin diye sana torpil geçmedi. Sen böyle örnek olacaksın. Allahtan bağışlanmanı dile. Yani ne zaman Mekke’yi fethettin o zaman estağfirullah de Mekke’yi fethetmeden esteğfirullahın bir anlamı yok. Önce döktüğünü temizle sonra esteğfirullah de. Öyle değil mi.
Peki geleneksel anlayışa göre bu ayetlerin hepsi anlamsız olur değil mi. Elbette ki o anlayışı yerleştirmek isteyenler Rasulullah’ı uçan kaçan yapacaklar. Ne demek “hayatında hata bile yapmaz.” Ebu Hanife’ye malettikleri bir Fıkhul Ekber’de cumartesi günü okudum. “Rasulullah hata bile yapmaz” diyorlar haşa. Allah’u Teâlâ’nın haberi yok tabi bunlardan. Yaa bu ne biçim din anlayışıdır. İşte bu rasul sene örnek olur değil mi? Dersin ki “Allah’ın rasulu bir hata yapmış bağışlanması için o hatayı tamamen izale etmesi bekleniyor. O zaman ben de hata yaptığım zaman bitirmeden estağfirullahın bir anlamı yok. Hatamı düzelteceğim. Bövle bir rasul insana örnek olur. Efendim hiç hata etmez yav kardeşim ben hata ediyorum. “Her şey kendisine vahiydir.” Peki Allah’u Teâlâ orada Rasûlullah sav.e yanlış vahiyde bulunarak esir al dedi arkasından da niye aldın dedi öylemi. Bu ne biçim din anlayışı. Görüyor musunuz bu dini ne hala getirmişler. Ayetler arası ilişkiler tarumar.
Peki Bedir savaşını bu şekilde anlatan bir kaynak biliyor musunuz? Bunun doğru olduğuna inanabiliyor musun şu anlattıklarımın. Açık. Ben geçen hafta Nasr suresinin mealine tefsirine bakın dedim bakanınız varmı? Bakmadınız değilmi. Hiç değinmiyor. Anlatamaz ki. Bağları kurmazsan mümkün değil anlatamaz. Ne Nasır suresinin anlamı olur. Ne Fetih suresinin anlamı olur. Ne Rum suresinin anlamı olur. Hiç birisinin anlamı olmaz. bunları bu bağlarla ortaya koyduğunuz zaman bütün parçalar oturuyor mu oturmuyor mu? Neden Ebu Süfyan Mekke’ye haber gönderiyor. Her zaman gidiyordu. Niye daha önce göndermiyordu. Çünkü biliyor. Ve geleceği Cenabı Hak tabiî ki bilir. Onda şüphe yok, işte ortada. Zaten ilk anlattığım bu değimliydi kaderle ilgili olarak. Aslında her şey orada varda mecburen anlatıyoruz ne yapalım insanların zihnine yerleşinceye kadar.
Son soru: Deftere yazılması konusunda. Yaptıklarımız karar verdikten sonra deftere yazılır demiştik. Eğer biz bir savaşta gereğini hazırlık yaparsak ona göre bir şey yazılır ve olur. Fakat Rumların Perslere karşı kazanacağı savaş çok önceden belirlinmiş. benim kafam burada karışıyor.
Cevap: Kafan karışmasın. Orada diyor ki Allah’u Teâlâ … imtihan bu bakara 155. ayette demiyor mu Allah’u Teâlâ: Karşımıza çıkacak soruları biraz korku, mal noksanlığı, can noksanlığı ve gelir noksanlığı ile mutlaka yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz, diyor. Hep karşımıza çıkacak imtihan soruları. O da bir imtihan sorusudur. Onu o şekilde, Müslümanlara da bu şekildedir. Sizin içinizde bir sürü işadamları var. bütün şartlar olumlu olduğu halde istediğiniz sonucu alamadığınız işler olmuyor mu? Bu imtihan meselesidir yani. Bu imtihan böyle kazanılır. Allah bunu böyle koymuş. Allah’ın kanunu bu. Cenabı Hak karşımıza mutlaka bizim canımızı yakan, en hassas noktamızdan bizi vuran imtihanlar çıkaracak. Bu dünyada herkes için bu söz konusu olur. Dolayısıyla onu o şekilde, bunu başka şekilde imtihan eder. Şartlar olumlu olmasına rağmen kaybedersiniz. Bu olan şeydir. Elinden geleni de yaparsın ama gene olmaz. Bir imtihandır yani. Olmaz da imtihanı kayıp mi ediyorsun. Hayır. Kazanırsın. Kazanırsın evet.