Geçen hafta yine bu ayeti Bakara suresinin 256. ayetini okumuştuk. O bölümde inançlara baskı yapılmasıyla ilgili kısmı okumuştuk. Anlamaya çalışmıştık. Şimdi de tağut ile ilgili kısmı anlamaya çalışacağız.
Bakara 2/256. ayet: Dinde ikrahın hiçbir çeşidi olmaz. İkrah demek: baskı demektir. Geçen hafta onu anlatmaya çalışmıştık. Dinde herhangi bir baskı olmaz. Yani burada baskı yapmayın demiyor ayet, baskı olmaz diyor. Yapsanız da olmaz, yapmasınız da olmaz. Çünkü Allah’u Teâlâ inancı kalb ile tasdike bağlamış, istediğin kadar baskı yap. Kalbe baskı yapamazsın ki. En fazla dışarıya baskı yaparsın. İman da kalpte olduğu için kişiye ağzıyla kafir olduğunu söyletebilirsin. Kalpte iman olduktan sonra bir şey ifade etmez. İbadetler konusunda da baskı yapılamaz. Kişinin niyeti yoksa zorla bütün ibadetleri yaptırmaya çalış. Bir kere zorla oruç tutturulamaz. Sizin yanınızda yemez, gider kendi başına yer. Zorla namaz kıldırabilirsiniz ama niyet etmez, namaz olmaz. Adama zorla hac da yaptırabilirsiniz, oraya götürürsünüz, fırsatını buldukça kaçar. İsterse kaçmasın. Niyet etmedikten sonra o hac, hac olmaz, ibadet olmaz. Dolayısıyla siz baskı yapsanız da olmaz. Allah’u Teâlâ dini öyle bir yapı içerisinde oluşturmuş ki dünyanın en baskıcı insanları bile kişilere inanç konusunda, ibadet konusunda baskı yapamazlar. Zorla zekat alırsınız da niyet etmeyeceği için ibadet olmaz. Adamın elinden zekatı zorla alabilirsiniz. Zorla alacağınız zekat da gözüken mallarında olur. Sakladığı malların zekatını alamazsınız. Rüşt ğaydan iyice ayrıldı. Yani: olgunlukla, yoldan çıkma, sapıklık birbirinden iyece ayrılmıştır. Yani herkes doğruyla yanlışı bilir. Zaten biliyorsunuz din: fıtrat, olduğu için dünyada herkesin doğru olarak kabul edebileceği şeylerdir. Dine karşı çıkanlar da yanlış yaptıklarını bilirler.
Kim tağutu tanımaz, /tağutun kafiri olursa. Bak küfür kelimesi geçiyor burada. Yekfur bittağut. Tağutun kafiri olursa. Yani, tağutu ben tanımıyorum. Bizim dediğimiz kafirler kimi tanımıyor? Allah’u Teâlâ’nın emir ve yasaklarını tanımıyorlar. ‘Tağutu tanımıyorum’ demek, mesela en baş tağut İblistir değil mi. İblisi tanımıyorum demek: İblis yoktur, demek manasına gelmez. İblis var tabi. Zaten “Ben seni tanımıyorum” diyen kişi “Sen yoksun” demiyor. “Ben seni dinlemem” demiş oluyor değil mi. Ben seni dinlemem demiş oluyor. Kim ki tağutu tanımaz. Yani tağutu dinlemez ve Allah’a inanırsa. İman: güven demektir. Allah’a güvenirse en güçlü kulpa sarılmış olur. Tağutu tanımaz, Allah’a güvenirse. Demek ki en sağlam kulpa yapışmış olanlar tağutu tanımayan ve Allah’a güvenenlerdir. Bakın burada ne maddi bir şey var. Yani insanın çevresi yok burada, tek bir kişi olabilir. Tek kişi. Para yok, siyasi otorite yok, çevre yok, hiçbir şey yok, ama en sağlam kulpa yapışmış olur diyor. Kim tağutu tanımaz, Allah’a inanır ve güvenirse. Bu iman, güven olmadan olmaz. Allah vardır demek: Allah’a inanmak demek değildir. Allah vardır demeyen hiç kimse yok ki zaten. İblis de Allah vardır diyor, bütün kafirler de Allah vardır, diyor. Allah birdir, demek de bir şey ifade etmiyor.
Allah’a inanmak demek: Allah’ın her dediğine güvenmek, her dediğini doğru kabul etmek, demektir. Yani siz bir yanlış yapsanız bile Allah’ın sözüne aykırıysa “Ben yanlış yaptım, Allah’ın dediği doğrudur” dersiniz. Bu günah işlemektir. Ama “Ne olacakmış kardeşim, öyle her şeye de günah demeyin”, dendiği zaman o konuda Allah’ı tanımamış olur. İşte tağutu tanımayan, Allah’a inanan ve güvenen kişi, tek başına da olsa dünyanın en güçlü insanıdır. Çünkü en sağlam kulpa yapışmıştır. Artık o kulptan ayrılma söz konusu değil, o kulp kopmaz. O kulp sağlam bir kulptur. Ona yapıştın mı tamam. Bu dünyada da Allah’u Teâlâ sana yardım eder, seni kayırır. Ahirette de sene yardım eder ve seni kayırır. Sen sağlamdasın. Allah işitir ve bilir. Yani sen nerede olursan ol, hangi durumda olursan ol, Allah senin bütün yakarışlarını işitiyor ve senin durumunu da gayet iyi biliyor. Bütün güç ve kuvvet de onda olduğuna göre o zaman neden çekiniyorsunuz. En sağlam durumda olan sensin. Başkası değil.
(Bakara 2/257). Allah inanmış olan kişilerin velisidir. Allah müminlerin velisidir. Bütün müminlerin velisi, yani dostu Allah’tır. Yani veli demek: böyle en yakını manasına gelir. En yakını. Bir şeyin hemen arkasından gelen şeye onun velisi denir. En yakını. Allah’u Teâlâ bize çok yakınsa, biz de ona neyiz. Biz de ona çok yakınız demektir. Müminler de Allah’u Teâlâ’nın velisidir. Allah da müminlerin velisidir. Dolayısıyla her mümin velidir. İster günahkar olsun, ister günahsız olsun fark etmez. Yeter ki mümin olsun “Allah ne diyorsa o’dur” diyebilsin. Allah müminlerin velisidir. Ne demek? Müminler önceliği her zaman Allah’a verirler. Birinci sırada Allah gelir. Öncelik devamlı Cenabı Hakkadır. Allah onları karanlıklardın alır, aydınlığa çıkarır(Bakara 2/257). Şimdi mesela bizim için karanlıkta olan, sıkıntılı olan birçok durum elbette ki olacaktır. Çünkü burası imtihan dünyasıdır. Burası cennet değil. Burası dünya. Burada herkes her türlü olumsuzluklarla karşılaşır. Ama önemli olan Allah’a karşı yanlış yapmamak, Allah’ı sürekli birinci sırada veli olarak tutabilmektir. Yani sizin için Allah hep birinci sırada, asla ikinci sırada değil.
Kafir olanlar. Yani Allah’ı emir ve yasaklarından isterse bir tanesini olsun görmezlikten gelenler, Onların velileri o tağuttur. Yani onlar için birinci sırada tağuttur. Tağut ne demek? Tağut: taşkınlık eden, sınırları aşanlar, demektir. Şimdi mesela (bir su bardağı tutuyor, gösteriyor) şu bardağı, ben bu bardağı, şuraya kadar (ağzına yakın yeri gösteriyor) su doldursam bir problem yok değil mi. Ama biraz daha doldurursam taşar. İşte o taşkınlığın adı tuğyandır. Aslında bakarsınız ki taşan çok az bir kısım olabilir yani, bardağın içinde çoktur. Bakarsınız ki kişinin davranışlarının büyük bir bölümünü Müslüman gibi görüyorsunuz. Ama az da olsa taşkınlık yapıyorsa o tağuttur. Allah’ın emirlerine karşı sınırı aşıyorsa tağuttur. Mesela bu bardakta sınır, şu ağız kısmı değil mi. Bunu aşan her damlaya kelime itibariyle tuğyan denir. Sınırları aşanlar iki şekilde aşarlar. Ya İblis gibi aşarlar sınırları, o zaman tağut olurlar. Yani Allah’u Teâlâ’yı dinlemeyerek aşarlar. Allah’ı ikinci pilana koyarak aşarlar. Yada Adem as. gibi aşarlar. Onların ki tağut olmaz. Onunkisi taği olur. Taği olur da tağut olmaz. Yine taği olur da, o ğay suçunu işlemiş olur. Ğavi olur ğavi. Yani o kendini bir takım hayallere daldırarak, aslında kendi kafasına göre Allah gene birinci sırada. O günahkar olur. Yani aradaki fark şu. İblise Allah’u Teâlâ bunu niye yaptın dediği zaman, “Ben haklıyım” dedi. Ben haklıyım, o zaman kendi nefsini birinci sırada sayıyorsun, Allah’ı ikinci sıraya koyuyorsun değil mi? Ama Adem as.’a niye yaptın dediği zaman “Yarabbi ben haksızım” dedi. “Yarabbi senin dediğin birinci sırada, ben ikinci sıradayım” dedi.
İşte bu bardağı düşünün. Şuraya kadar bu taşan kısım, isterse İblis gibi tekbir konuda olsun. İblisin ilk kafir oluşunu düşünün, tek bir konuda Allah’u Teâlâ’yı tanımamıştır. O da Adem’e secde etme konusunda. Diyebilirsiniz ki “Yaa işte Allah’tan başkasına secde etmek istememiş.” Yani siz onu yorumlamak isterseniz yorumlayabilirsiniz. Başka tarafa çekmek isterseniz çekebilirsiniz. Onun adı da: tahriftir. Yani kelimeyi sağa sola çekmek demektir. “Canım işte Allah’tan başkasına secde etmek istememiş kötü mü”. O emri veren kim ki, emri Allah verdiğine göre emrin mahiyeti tartışılmaz. Orada olan ‘Adem’e secde etme’ değil. Emri Allah verdiği için secde Adem’e değildir, ‘o emri verene’dir. Başkasına değildir. Yani sadece o bir tek şeyde başkaldırdığı için. Ne diyor Allah’u Teâlâ, Direndi. Nasıl direniyor? Ben haklıyım dedi. Kendini büyük gördü. Allah haksız, kendi haklı. O zaman Allah’ı tanımayanlardan oldu. Allah’ı birinci sıraya koymayanlardan oldu. Ama Adem as. “Ben yanlış yaptım yarabbi” dediği zaman, “Doğru yapan Allah’u Teâlâ’dır” dediği için de o kendi günahını kabul etti. Allah’ı birinci sıraya koydu. Birisi günahkar oldu, birisi kafir oldu.
Kimki tağutu tanımaz. İşte buradaki tağut. Tağut kelimesi: sınırları isyan ederek aşan, karşı çıkarak, tanımayarak aşan. Herkes için kullanılır. İlk tağut İblis’tir. Tekil de olur, çoğul da olur. Burada çoğul anlamında kullanılmış. Çünkü insanları yoldan çıkarmak isteyen o kadar çok sebep vardır ki, insanın canı öyle ister. Mesela insanoğlu bir tuhaftır. Şöyle çevrenize bir bakın. Bir kişi kendini biraz yeterli gördüğü zaman bakarsın ki sınırları aşmış. Yani beraber olduğunuz arkadaşınız, yıllardır dostunuz, birlikte cihat yaptığınız, birlikte efendim işte İslam için canımızı vereceğiz dediğiniz bir kişi, biraz zenginleşir, yada birazcık itibar kazanır, bakarsınız ki sizi hiç tanımıyor. Siz yoksunuz orda. Telefon edersiniz telefonunuza çıkmaz. Gidersiniz kabul etmez, falan. Taşmamak zordur. Bu bardağı buraya kadar (bardağın ağzını, en üst seviyesi) doldurduğunuzda bir sorun yok ama bundan daha fazlası kolay değil. Yani sınırda durmak biraz zor bir iştir. Onun için Allah’u Teâlâ diyor ki, Alak suresinin 7. ayetinde, diyor ki, innelinsane le yatğaa yine aynı kelime tuğyan kelimesi tağa. Yani taşkınlık eder, sınırları aşar, sınırda duramaz. (Alak 96/7) Kendisini kendine yeter gördüğü zaman. “Benim kimseye ihtiyacım yok” dediği an bakarsınız ki sınırları aşmıştır. İşte o noktada durmak her babayiğidin karı değildir.
Birilerini tenkit etmek, birilerine yüklenmek çok kolaydır. Çok kolayda bakalım böyle bir noktada kendimize hakim olabilecek miyiz. Allah’u Teâlâ hepimizi zaman zaman bu değişik noktalardan imtihandan geçirir. Mal verir imtihandan geçirir, imkan verir imtihandın geçirir, itibar verir imtihandan geçirir, alır imtihandan geçirir. Zaten ömrümüzün tamamı imtihandır. O sınırlarda kalabilmek kolay bir şey değildir. İşte adem as. sınırları aşma teşebbüsünde bulunmuştur ama çok kolay toparlamıştır kendini, Yani İblis ne diyor. (Taha 20/121) Ölümsüzlük ağacını size göstereyim mi? Ölümsüzlük kimin özelliği? Allah’ın özelliği. Yani kul olma noktasında kalamıyor. İlla tanrılığa yönelecek. Yok olmayacak saltanat. Kimin elinde var bu? Allah’ın elinde var. Yaa biraz düşünsene sen bu işi bilmeyen biri değilsin ki. Ama bilgi yönünden nasıl meleklerden üstün olduğun ortaya çıktı. ‘Var mı bana yan bakan’ der gibi, onlar da Adem as.a secde ettiler. İyi, o zaman tek rakip haşa Cenabı Hak kalıyor. O zaman da bakıyorsunuz sınırları aşıyor. Ama çabuk toparladı. hatasını anladı ve tevbe etti, tamam. Yarabbi ben yanlış yaptım dedi.
Çok güzel bir şey. Fakat bunu herkes başaramıyor. Bakıyorsunuz ki bir noktaya geldikten sonra Allah’ın dinine yön vermeye başlıyor. Zaten bugün İslam bu halde ise o tağutların yüzünden bu haldedir. O tağutların yüzünden bu haldedir. Birileri sınırları aşıyor. Birileri de o sınırları aşanlara boyun eğiyor. Niye “Efendim elinizde imkan var, şu var, bu var. (Kaybetme korkusu)” Dünyalık arzusu ile boyun eğiyor. Bunlar çok zor imtihanlardır. Ama bu imtihanları başaranlar Cenabı Hakkın yardımına mazhar olur. Adem as. Allah’ın yardımına mazhar olduktan sonra bu işler oldu. Yani ömrümüz ölünceye kadar imtihanla geçiyor. Hiçbir zaman şöyle beş dakika dinleneyim diyecek vaktimiz yok. Sürekli uyanık olmamız lazım. Sürekli imtihandan geçtiğimizin şuuru içinde olmamız lazım.
Onun için diyor ki Allah’u Teâlâ: Kafirler, yani Allah’ı ikinci sıraya koyanlar. Kafir: örten demektir. Bunu da defalarca tekrarladık ama yine tekrarlamakta fayda var. Bütün kafirler doğruyu bildikten sonra örtenlerdir. İblis de yoldan çıktığını gayet iyi bildiği için, yine yoldan çıkmışlığı kendisine değil Allah’a şey yapıyor. “Sen beni yoldan çıkardın” diyor ama yoldan çıktığını biliyor. Sen beni bu yollara soktun diyor. Yoldan çıkmışsın gel, Allah’u Teâlâ sana o kapıyı kapatmadı ki. Ali İmran 106. ayeti hiç aklımızdan çıkarmayalım. Allah’u Teâlâ orda diyor ki, (Al-i İmran 3/106) Bir kısım yüzlerin kararacağı, bir kısım yüzlerin de ak olacağı günde yüzleri ak olacağı günde, yüzleri kara olanlara şöyle denecektir. Siz inandıktan sonra kafir mi oldunuz? Yani kafir olmak için önce inanmak gerekiyor. İnanmadan kafir olunmaz. Çünkü kafir: örten’dir. Şimdi burada bardak var. Şimdi bardağı (Bardağın üstüne poşet koyuyor) örttüm değil mi. Olmayan bir şey örtülür mü. Elimde örtecek bir şey yokken poşeti böyle tutuğumda her hangi bir şeyi örtüyor muyum. Örtecek bir şey olması lazım. Kafirin örttüğü de: doğru inançtır, -Kendi imkanlarına göre, kendi bilgisine göre.- Herkesin doğru inanç algısı diğerinden farklıdır. Elindeki imkanlara ve bilgilere göre bir inancı vardır. Siz inandıktan sonra kafir mi oldunuz. İşte o bardak doluyor. Bardak dolana kadar hiç problem yok gayet güzel, mümin. Ama taştığı zaman işler değişiyor.
(Bakara 2/257) Evliyaları tağuttur. O tağutlar bunları çıkarırlar, nurdan karanlığa, nurun içerisinde olduğu zaman mümin değil mi. Oradan karanlığa, karanlıklara gittiği zaman örtülüyor. Karanlık insanı örter değil mi. İşte bakın bu ayet de Ali İmran suresindeki ayetin değişik şekilde ifadesidir. Yani tağut olanlar insanları imandan çıkarır, karanlıklara sokarlar. Tabi insanların o noktaya gitmelerinin temel sebebi de neydi. Dünyayı ahirete tercih etmeleri. O noktada durmak her babayiğidin kârı değil. Bakın bilgi eksikliği demiyor. Bilgi eksikliği dese o zaman bilenlere torpil yapılmış olur değil mi. Öyle bir kriter koyuyor ki Allah’u Teâlâ, dünyanın en büyük hocası da olsan, o dünyalık varya, o makam, mevki, para, şöhret şubu falan, insanın aklını alıyor. Kafası dönüyor. Ondan sonra bakıyorsun ki kendi kafasına göre bahaneler buluyor. Kendini haklı göstermeye çalışıyor. Yani mesela İblis kendini pekala haklı gösterebilir. “Ben Allah’a secde etmeyi reddetmedim ki Allah’tan başkasına secde etmeyi reddettim”, diyebilir değil mi. İnsanlar kararı kendileri verdikleri için Cenabı Hakkın emrini ikinci sıraya koyup kendilerini makul bir şekilde tatmin etmeye de çalışabilirler. Onun için mümin kişi: “Allah ne diyorsa o”, diyebilen kişidir. Allah’ın emirlerini sağa sola çeken kişi değildir. Bu sebeple hepiniz çok çok iyi biliyorsunuz ki her derste bu sapmalarla uğraşıyoruz. Kur’an’ı Kerim’in mealine kadar sapmalar sokuşturulmuş. Niye sokuşturuyorsunuz kardeşim. Mutlaka birilerini memnun etmek için. Yani bir tağuta itaat etmek içindir. Bu tağutlar hiçbir zaman bitmez. Az önce söylemeye çalıştığım gibi uğraşalım da kendimiz tağut olmayalım. Yani çok zor bir imtihan bu dünyadaki imtihanlar. Çok zor bir imtihan, onu başarmak için elimizden geleni yapmamız lazım.
Karanlıktan aydınlığa, aydınlıktan karanlığa dediğine göre insanlar zaman zaman kendilerini karanlıklara sokabilirler, Adem as.ın yaptığı gibi. Ama iyi niyetliyseniz hemen aydınlığa çıkarsınız. Ama aydınlıkta olduğunuz zaman, aydınlıkta olan kişi mümin, muvahhit, belki alim, belki şu, fazıl kişi oradan hemen karanlığı geçer.
Mesele geçenlerde bu yatsı namazının vakti var biliyorsunuz. Hepimiz yatsı namazımızı kılmış olarak buraya geldik. Ama Türkiye’de çok büyük bir bölüm henüz yatsıyı kılmış değil. Sabaha kadar erteliyorlar. Mezheplerin tamamının büyük imamları Hanefi mezhebinden Ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmam Muhammed, Şafi mezhebinden İmam Şafi, Hanbeli mezhebinden Ahmet Bin Hanbel, Maliki mezhebinden İmam Malik. Bizim bugün uyguladığımız şeyin dışına çıkılamayacağını söylüyorlar. Şiada da öyle. Hepsi ittifakla bunu söylüyor. Peki onlardan sonra gelenler ne yapmış. Niye öyle. Çünkü ayet ve hadisler o kadar net ki başka tarafa çekme imkanı yok. Peki bu kadar netken bu mezheplerin mensubu olduğunu söyleyen insanlar yatsıyı niye bugün sabah namazına kadar uzatıyorlar?
Hanefi mezhebinde bu iş nasıl olmuş diye baktık. İmam Muhammed’in Yani Ebu Hanife’nin talebesi olan ve Hanefi mezhebinin görüşlerini yazarak bize intikal ettiren İmam Muhammed’in kitaplarını El Kafi diye bir araya getiren Sadus Şehit adında bir zat var. Bir araya getirmiş. O kitap Süleymaniye kütüphanesinde var. Çok eski nüshaları var. Sağolsun Fatih bazı arkadaşlarıyla birlikte onu araştırdılar, getirdiler. Basılmış olanlar da var. Baktık ti orada yazıyor. Diyorki, “Yatsı namazının vakti nusfılleyle kadardır diyor. Gece yarısına kadardır.” Gece yarısı kavramının anlamı da şeyde: havanın kararması. Tamam, güzel. Kur’an’ı Kerim’de olanın aynısı, hadislerde olanın aynısı. Bu kitabı Mebsut isminde kitap, Hanefilerde son derece meşhur bir alimdir Serahsi, Mebsut adlı kitabında şerh ediyor. Bunu yazıyor. Arkasından diyor ki “Bu, yatsı namazının mübah olduğu vakti bildirir” diyor. Mübah ne demek: Kılınmasının caiz olduğu vakit, demektir. Kılınmasının caiz olduğu vakit oysa, onun dışındaki vakit ne olur. Caiz olmadığı vakit olur. Şimdi bu gün mübah kelimesini kullanarak oradan nereye geçiyorsun. Diyor ki, “Ama diyor birde, idrak vakti, vardır. O sabah namazına kadar devam eder” diyor. İdrak vakti ne demek. Diyor ki: “Bir kişi gecenin o karanlığı başladıktan sabah namazına kadar Müslüman olsa, yatsıyı kılması lazım”. Yatsının vakti çıktıktan sonra Müslüman olan yatsı namazını nasıl kılar. Nerden çıkarıyorsun bunu? Oraya yazmış. Ondan sonra diyor ki “İmam Şafi demiştir ki, yatsının son vakti gecenin ilk üçte biri bitinceye kadardır.” Tamam, İmam Şafi’nin “Yatsının son vakti, gecenin ilk üçte birinin bitinceye kadardır” sözü ile Hanefilerin gecenin yarısına kadardır, sözü aynı. Birebir aynı. Sadece ifade tarzı farklıdır. Birisi güneşin batmasından itibaren olan vakti, birisi de yatsının bitmesinden itibaren başlayan vakti esas almış. Ama sınır, aynı sınır. Ondan sonra diyor ki: Bize göre diye başlıyor. Bize göre. Sanki İmam Şafi, Hanefilere aykırı bir şey söylüyor. Niye? İmam Şafi muhalif ya. Muhalefet lideri ya. Bize göre diye başlıyor. İmam Şafinin delilini de Cebrail as. Rasûlullah sav.e bu vakitte yatsıyı iki kere kıldırdı, en sonunda bu vakitte kıldırdı işte namaz bu ikisinin arasındadır, diyor. Bize göre diye başlayarak, oraya iki tane uydurma rivayet alıyor. Ondan sonra zihinleri karıştırıyor. Sabah namazına kadar uzanabileceğine dair bir zihin karışıklığı meydana getiriyor, orda bırakıyor. Fakat rivayetlerden bir tanesinin pek sağlam olmadığını söylüyor. Sanki öbürü sağlammış da. Serahsi’den yüz sene sonra gelen Kasani, Bedaüs Senai adlı kitabında o Hanefilerin ana görüşünü almıyor. Direk olarak diyor ki “Yatsı namazının son vakti sabah namazı ezan okununcadır.” Ve Serahsi’nin zayıf dediği rivayetleri hiç şey yapmadan sahih rivayet olarak alıyor. Okuyan kişi zannediyor ki Hanefi mezhebinin görüşü budur.
Şimdi bu tağutluk değildir de nedir. Ne bir tane ayet alıyor, ne de bir tane sahih hadis alıyor. Biliyorsunuz ondan dolayı şu söylenir hep “Namaz vakitleri Kur’an’da yoktur.” derler. Tabii ki öyle diyecekler. Çünkü Kur’an’daki namaz vakitleri bunların hepsini yalanlıyor. Onun için, “Sakın ha bizim karşımıza ayetle çıkmayın. Peygamberimiz belirlemiştir” diyor. Tamam haydi, hadisleri göster. Hadislerde de kesinlikle sahih olanları almıyorlar. Hiç alakası olmayan şeyleri alarak sabah namazına kadar uzatıyorlar. Ne oluyor yaa.
Şimdi aklıma gelen bir örnek. Bunu size anlatmamıştım da onun için burada anlatıyorum. Gerçi cumartesi derslerinde bunu delilleriyle, sayfalarıyla falan anlatmıştık. Her şeyleriyle var. Şimdi insanlar tağut dendiği zaman hemen diyorlar ki tağut rejimi falan. Devlet anlaşılıyor. Yav kardeşim devlet kim? Kim devlet? Devletiyle oturup bir bardak su içeniniz var mı? Böyle bir kişi tanıyor musunuz? Devlet kim? Kendi hayalinde bir şey oluşturuyorsun. Tağutluğu ona yüklüyorsun. Yav kardeşim senin o devlet dediğin yarın cehenneme mi gidecek. O devlet dediğin Allah’a hesap mı verecek. Kim o. Donkişotluk yapılıyor. Tağut, tağutun rejimi. Yav kardeşim hayali şey olmaz. Tağut ya insan olur yada cin olur. Başka bir şey olmaz. Devlet ne insandır nede cindir. O zaman akıllı olun. Bu ne biçim Müslümanlık anlayışıdır. Yani aklın iflas ettiği bir noktada Müslümanlık olur mu. Diyor ki, “Tağutun okullarına gönderme çocuklarını”. E gönderme okumasın. Yok “Efendim tağutun şeyinde çalışılmaz”. Kim bu tağut ki. Hayali kişilikten tağut olur mu? Müslüman dediğin azıcık akıllı olur.
Bu da ne biliyor musunuz? Allah’u Teâlâ Ali İmran suresinin 3/7. ayetinde diyor ki, Kalplerinde kayma olanlar, o ayetlerden kendi zihinlerindekine benzer bir şeyin arkasına düşerler. Kendi zihinlerinde bir kurgu oluşturmuşlar ya Kur’an’dan da delil getirecekler. O zaman bir tane kelimeyi, iki tane kelimeyi, yada bir tek ayeti çeker alırlar. Bir tek ayetle olmaz kardeşim. Allah’u Teâlâ ne diyor, (Hûd 11/1-2) Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış sonra hakim ve habir tarafından açıklanmıştır. Yani Allah tarafından açıklanmıştır. Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye. Kendi kafanıza göre bir sistem oluşturmayasınız diye. Şimdi tağuta karşı İbrahim as.’dan, -yani tağut dediğimiz şeye lütfen devlet diye şeye tağut demeyin.- Bu tüzel kişilik kavramı Fransız ihtilalinin dünyaya attığı bir kazıktır. Katolik kilisesine karşı mücadele ediyorlar, mücadeleyi başarıyorlar ama önlerinde bir örnek yok. Bu defa tüm kurum ve kuruluşları Katolik kilisesinin şekline çeviriyorlar. Onlarda tanrı, Katolik kilisesinin manevi şahsiyetindedir. Tamam onlarda öyle ama bizde öyle bir şey olmaz. Yani Katolik kilisesi ahirette gidip cehenneme mi girecek, cennete mi girecek. Cennete cehenneme girecek olanlar oradaki insanlardır. Aynı şekilde diyor ki “Efendim,TC sistemi tağut”. Kardeşim senin TC dediğin ne cennete gider, ne cehenneme gider. Kabir suali de görmez. Ahirete hiç kimse ona bir şey de sormaz. Sorulacak olan insanlardır. Donkişotluk yapıp da hayallerle niye savaşıyorsun. Gerçeklerle yüz yüze gelsene.
Şimdi bakın İbrahim as.ın bulunduğu toplumda tağut kim. Nemrut değil mi. Bak şimdi ayeti hemen okuyalım. Hemen devamındaki ayet. (Bakara 2/258) Allah kendisine bir kırallık verdi diye. Yani o kırallığı veren Allah ona. Başka kim verecek. Çünkü Nemrut’u yaratan Allah değil mi? Yaa bizim bir saniye yaşamamız için şimdi tabiplerden birisini getirsek konuştursak, bir saniye yaşamamız için ihtiyaç olacak kim bilir ne kadar çok şey sayarsınız değil mi. Yani saymakla bitiremezsiniz. Bir saniye yaşamamız için ihtiyaç duyduğumuz şeyleri, öyle değil mi, yanlış mı söylüyorum. Onların hepsini Allah vermiyor mu. Allah onlardan bir tanesini vermese Nemrut yaşayamaz ki. Yani biz her şeyimizi Allah’a borçluyuz. Nemrut da öyle. O zaman ona o mülkü veren Allah’u Teâlâ’dır. Ama o bunun kıymetini bilmiyor, o ayrı konu. (Bakara 2/258) İbrahim’e rabbi konusunda delil getirmeye çalışanı görmedin mi? Yani onu şöyle bir gözünde canlandırsana. Şurada İbrahim as. karşısında Nemrut. Konuşuyorlar. Şöyle bir sahneyi gözünün önünde canlandır. Allah ona kırallık vermiş diye rabbi konusunda Allah’a delil getiriyor. Niye? Kendisini rab yerine koyuyor. Hani, kişi kendini, kendine yeterli gördüğü zaman muhakkak sınırları aşar. O da Nemrut, orada “Kim bana emredecek”. Dediği için ne yapıyor? Tanrılığa soyunuyor. Onun için Allah’la boy ölçüşmeye kalkışıyor. İbrahim ona tebliğe gidiyor bakın. Tebliğde bulunuyor. Şimdi İbrahim as.’ı bir an için düşünün. Bu günkü tağut rejimine karşı mücadele ettiğini zanneden bir kısım kimseler gibi olsaydı, hiç gidipte Nemrut’la yüzyüze gelebilir miydi?
Yaa, sen her zaman için güçlüsün. Onlar güçsüzdür. Kıral da olsa güçsüzdür. Başka şey de olsa güçsüzdür. Sen onlara tebliğ götürmekle görevlisin. Dolayısıyla sen engel çıkaramazsın, onlar engel çıkarırsa çıkarır. Bakın Allah’u Teâlâ savaş konusunda bile Bakara 2/190 de ne diyor. Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın. Önce o çıkaracak savaşı. Sen değil. Problemi karşı taraf çıkaracak, sen değil. Sen niye kendinin önünü engelliyorsun. İşte bak İbrahim as.ın bir şey yaptığı yok. (Bakara 2/258) Allah kendisine bir kırallık verdiği için rabbi konusunda İbrahim’e karşı delil getirmeye çalışanı gözünde canlandırsana. İbrahim dedi ki, Rabbim yaşatan, hayat veren ve öldürendir. Can veren ve can alandır. Ben de yaşatıp, öldürürüm. Ölümü hak etmiş olan birisini affederim, onu yaşatırım. Bir başkasını da öldürürüm. Hatta deniyor ki, birisini öldürmüş, birisini de serbest bırakmış. Ben de yaparım. Allah’ın yaptığı bu mu? Ama böyle yaparlar kafirler. İbrahim as. bakıyor ki bu adamda kafa yok. Zaten kafa olsa, aklını kullanacak olsa Müslüman olur, mümin olur. Diyor ki, (Bakara 2/258) Bak diyor Allah güneşi doğudan getiriyor. Hadi sende batıdan getir bakalım diyor. Kafir şaşırdı, ne yapacağını şaşırdı. Bak ne yapıyor? Tebliğ yapıyor. Cenabı hakkın gücünü, kudretini karşı tarafa anlatıyor. Anlatmak için sen kapıları kapatmayacaksın. Karşı taraf kapatırsa kapatır. Allah böyle zalimlik yapanlara doğruyu göstermez. Çünkü bu adam yanlışlar içerisinde. Hayatı yanlış, Allah’ın dediğine göre değil, kendi kafasına göre hayatı tanzim ediyor. Allah bunlara doğruları göstermez.
İbrahim as. inşallah haftaya daha detaylandırırız da. Şimdi kısa bir özet vereyim. Haftaya neler anlatacağımızı da anlamış olursunuz. İbrahim as. örneği de çok önemlidir tağuta karşı mücadele açısından. Hepinizin bildiği bir husus var. İbrahim as. biliyorsunuz gidip putları kırıyor. Puthaneye de girebilmek için onların güvenini kazanmak lazım yoksa adamı sokmazlar. Yani toplumda problem çıkaran bir insan değil. Doğruları anlatan bir insan. Doğrular öyle şeylerdir ki buna kimse karşı çıkamaz. Doğruların evrensel niteliği vardır. Gidiyor putları kırıyor biliyorsunuz. Sonra ‘Kim yaptı? diye soruyorlar. “İşte büyüğü yapmıştır” diyor. Anlıyorlar gerçeği, cevap veremiyorlar. Ne yapalım. Cevap veremeyince şiddete başvuruyorlar. O da “Yakalım” diyorlar. İbrahim as.ın hayat hakkını ellerinden alıyorlar, karar veriyorlar ve kararı uyguluyorlar değil mi. Ateşe atıyorlar. Allah’u Teâlâ İbrahim as.’ı kurtarıyor.
Muhammed sav. de öyle değil miydi? Onu öldürmeye karar verdiler. Kapısına kadar o infaz timi geldi. Ondan sonra Rasûlullah Mekke’yi terk etti. Bakın, hayat hakkını tanıdıkları sürece orda kaldı. Hayat hakkını tanıdıkları sürece orada kaldı, oradan ayrılmadı. İbrahim as. da öldürülmesine karar verilinceye kadar orda kaldı, oradan ayrılmadı. Şimdi Allah’u Teâlâ diyor ki, Müntahine 60/4. ayeti açarsak orada görürsünüz. Sizin için güzel bir örnek vardır. İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda. Bunlar o ateşe atma olayından sonra kalktı dedi ki, Ben sizden, sizin ile Allah aranıza koyarak kulluk ettiklerinizden uzağım. Beraberinde olanlar da öyle söyledi. Biz uzağız sizden. Kesin tavır koydular. Biz sizi tanımıyoruz. Bizimle sizin aranızda düşmanlık oluşmuştur. Bunu daha önce söyleseydi İbrahim as. Nemrutun karşısına çıkabilir miydi. Nemrut onu muhatap alır mıydı? Mümkün değil almaz. Ama ne zaman ki hayat hakkını tanımadılar. Zaten onun şeyleri de var. Onu inşallah haftaya okuruz. Sebeplerini anlatıyor Allah’u Teâlâ burda. Allah’ın birliğine inanıncaya kadar sizinle aramızda böyle. Kesin olarak köprüleri yaktı, Türkçe ifade ile. İşte bunu inşaallah haftaya anlatmaya çalışacağız.