Bugün Bakara suresinin 2/255. ayetindeyiz. Burada Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor. Allah! kendisinden başka ilah olmayandır. Diridir, varlığı kendindendir. Herhangi bir şeye bağlı değildir. onu ne bir uyuklama tutar, ne de uyku. Göklerde ne varsa, yerde ne varsa hepsi onundur. Allah katında Allah’ın izni ve onayı olmadan şefaat edecek olan da kimmiş, / birisine arka çıkacak olan da kimmiş. Allah onların önlerinde olanı da bilir, arkalarında olanı da bilir. / yaptıklarını da yapmakta oldukları şeyi de bilir. Onlar Allah’ın bilgisinden ancak Allah’ın belirlediği kadarını bilebilirler. / kavrayabilirler. Onun kürsüsü gökleri içine almıştır, yeri de. O ikisini de korumak ona hiç de ağır gelmez. O yücedir ve büyüktür. Bu ayet Allah’u Teâlâ’nın sıfatlarını bize anlatıyor. Onun için bu ayete Ayetel Kürsi denir. Ayete tekrar başlayalım.
Allah! ondan başka ilah yoktur. İlah demek: kendisine kayıtsız şartsız boyun eğilen demektir. “O ne diyorsa, o olur” dediğiniz zat sizin ilahınızdır. Emirleri kayıtsız şartsız tutulacak olan yalnız Allah’u Teâlâ’dır. Ondan başka insanların kayıtsız şartsız boyun eğdiği bir varlık olamaz. İnsanlar da tüm varlıklar da öyledir. Varlıklar aleminin Allah’u Teâlâ’ya baş kaldırması söz konusu değildir. Allah’a baş kaldırabilecek durumdu iki varlık var: insanlar ve cinler. İnsanları insan yapan temel özellik onlardaki akıl değildir. Son zamanlarda yapılan çalışmalarla hayvanlarda da aklın olduğu artık tespit edildi. Çalışmalar biraz daha derinleştirilirse, bizim cansız gördüğümüz eşyalarda da aklın olduğu görülecektir. Onlar da iyiyi, kötüyü ayırabilirler. Kur’an’ı Kerim’de eşyanın da konuştuğuna dair ayetler vardır. Fizikçiler her halde yakında, bu konuda bir çok şeyler söyleyebilirler. Belki de söylemeye başlamışlardır da bizim haberimiz yoktur. İnsanı diğer varlıklardan ayıran özellik; yani sorumlu olmayan varlıklardan ayıran özellik; insanın dinleyen, gören ve karar veren bir yapıya sahip olmasıdır. Yani işitme, diğer varlıklarda da vardır ama dinleme yoktur. Bakma, mesela hayvanlarda vardır ama görme yoktur. Kalp hayvanlarda sadece kanı pompalayan bir varlıktır ama insanda karar verme merkezidir. Dolayısıyla insanda çift kişilik vardır. Birisi hayvansal vücut, birisi de ruhun üflenmesi ile oluşan yeni yapı. Karar verme sırasında kalp ile kafa arasında uyuşma olmazsa yanlış karar verilir. Çünkü kalp, bu kalp vücudun kalbi değil ruhun üflenmesi ile birlikte oluşan kalptir. Bunu Allah’u Teâlâ Secde suresinin 7-9. ayetlerinde bildirmiştir.
Bir insan, bir konuda karar verirken kalp menfaatleri öne alır. Adı kalp, sürekli döneklik yapar. Ondan dolayı kalp deniyor. Menfaatine ters gördüğü için, az önce kabul ettiğini, biraz sonra ret edebilir. Ama akıl öğle değildir. Akıl hep doğrulardan yanadır. Kalp ile akıl bir noktada birleşirse insanın yanlış karar vermesi mümkün olmaz. Verse bile kısa sürede yanlışlığını fark eder ve döner. İmanın kalple tasdik olması bundandır. Akıl her zaman doğruları kavrar ama kalp menfaatleri öne aldığı için o doğruları kabul etmeyebilir. İşte kafirlik bundan oluşuyor. İnsanın aklıyla anladığı, kavradığı şeyi, menfaatlerine ters düştüğü için reddetmesidir kafirlik. Onun için Kur’an’ı Kerim bütün kafirleri yalancılıkla suçlar. Yani bildikleri doğruları kabul etmemekle suçlar. Aksi takdirde Cenabı Hak insanlara zulmetmiş olur. İşte gönülden bağlılık dediğimiz şey, ilah.
İnsanlar zorunlu olarak Allah’ın kuludur zaten. Allah’ın belirlediği saatte doğar, Allah’ın belirlediği saatte ölürler. Allah’ın belirlediği cinsiyette, Allah’ın belirlediği kişilerin evladı olarak doğar. Allah’ın belirlediği şartlarda yaşarlar. Bu zorunlu kulluktur. Gönüllü kulluk, kalp ile yapılan kulluktur. Yani kendi menfaatlerinizi ilahi menfaatlerde görmektir. Eğer kendi menfaatlerinizi ilahi menfaatlerde görürseniz, o zaman Allah’ı kendinize ilah olarak kabul etmiş olursunuz. Yoksa Allah’ın yaratıcılığını kabul etmeyen yok. İnsanlarda en büyük sıkıntı, Allah’a teslim olabilmektir. Yani “Allah ne diyorsa o dur” diyebilmektir. Çünkü “Allah ne diyorsa o dur” dediğiniz zaman bir çok menfaatiniz, yani kendinize göre belirlediğiniz bir çok menfaatiniz orada, göz önünde bulundurulmamış olur. İşte kalple kafa birleşerek Allah’ın kurduğu nizama boyun eğerse, bu fıtrat olur. Yani yeryüzünde bütün varlıklar zaten Allah’ın nizamına boyun eğiyorlar. Siz de Allah’ın kurduğu nizama boyun eğdiğiniz zaman fıtrat olur. Fıtrat da Allah’ın dinidir. Yani kainatta kurulu düzene aykırı bir iş yapmamış olursunuz. Öyle yaptığınız zaman bütün varlıklarla bütünlük kazanırsınız. Öyle yaptığınız zaman ruhunuzla bedeniniz tamı tamına işbirliği içerisine girer. Gönlünüz tatmin olur. Huzur içerisinde olursunuz ve kendinizi çok güçlü hissedersiniz. Çünkü gücünüzü Allah’a kul olmaktan alırsınız. “Allahtan başka tanrı yoktur” sözünü herkes söyler de “Allah’tan başka tanrı olmadığı, ilah olmadığı” inancını, yani ona teslimiyeti söylemek birçok menfaatten vazgeçmeyi gerektirir. Ondan dolayı insanlar bunda çok ciddi manada zorlanırlar. Doğru olduğunu bildikleri halde zorlanırlar.
İşte Allah’u Teâlâ diyor ki: Allah, ondan başka ilah yoktur. Yalnız onun emirlerini kayıtsız şartsız tutacaksın. Eğer siz kendi arzularınıza kayıtsız şartsız uyarsanız, arzularınızı ilah yapmış olursunuz. Bir insana o şekilde boyun eğerseniz onu ilah yapmış olursunuz. Yada hangi şeyi o şekilde kayıtsız şartsız boyun eğecek hale getirirseniz onu ilah yapmış olursunuz. Ama o zaman ciddi manada kişilik bölünmesi olur. Aklınızla kalbiniz arasında sürekli bir çekişme olur. Huzursuz olursunuz. Kendinize karşı güvensiz olursunuz. Kendi benliğinize olan güveninizi kaybedersiniz. Güçsüzleşirsiniz. Bağımlı hale gelirsiniz. Bağımsızken, güçlüyken, bağımlı hale gelirsiniz. Ve bu ciddi manada kişilik bozulmasıdır.
Allah haydır ve kayyumdur. Allah diridir, canlıdır. Ve kayyumdur; varlığı hiçbir şeye bağlı değildir. Tamamen kendindendir. Ama bizim varlığımız, bütün varlıkların varlığı Allah’a bağlıdır. Allah ol derse olur. Olma derse olmaz. Allah’a ne uyuklama tutar ne de uyku. Dolayısıyla siz Allah’ın herhangi bir şekilde sizden habersiz olabileceği bir zamanı aklınızın köşesinden bile geçirmeyin. Her an, her saniye Allah’u Teâlâ görevinin başındadır. Görevini belirleyen de kendisidir, kuralları koyan da. Her şey ondan çıkar. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi onundur. İnsanlar Cenabı Hakkı tanımlama konusunda çok farklı yollara girerler.
Bir arkadaşımız dün bir yorum göndermiş. Kendisine teşekkür ederim, sağolsun. Şöyle diyor; “Hocam diyor, ben Adem as.’ın şeytan tarafından kandırıldığı iki şey üzerinde biraz düşündüm de, birisi yok olamayan saltanat, birisi de ölümsüzlük. Bu iki şey Allah’ın özelliği. Acaba şeytan Adem as.’a Allahlaşmanın yolunu mu gösteriyor?” Ben de tabi teşekkür ettim. Gerçekten hiç böyle düşünmemiştim. Müthiş bir şey. Zaten bizim, benim şahsen en büyük kârım o. Sürekli böyle çok zeki, çok kabiliyetli insanlarla yüz yüze geliyoruz. Yıllardır öyle. Onları sordukları sorular bizim ufkumuzu açıyor. Hatta onlara cevap verirken mecburen çok uğraşıyoruz, cevap verebilmek için, ufkumuzu açıyor. Allah razı olsun hepinizden de. Bu konuda hepinizden de yararlanıyoruz gerçekten.
Şimdi hakikaten düşündüm de işin esası o. Adem as. ile İblis olayını bir daha gözden geçirelim. Bu ayetel kursiyle çok yakın ilişkisi var. Biliyorsunuz Allah’u Teâlâ Adem as.’ı yaratıyor. Halifesi olan bir varlık (Bakara 2/30) olarak. İblis de meleklerle beraber. -Yani aslında meleklerden bir melek. Ben bu kelimeyi açıkça telaffuz etmiyorum, çünkü siz hemen onlarca soru soracaksınız. Bunu inşallah, şu anda bunun şeyi mutfakta pişiyor. Tam piştiği zaman size sunacağım. Yarım pişerse mideyi bulandırır, bir işe yaramaz. Tadı falan olmaz. Bu olay tam pişmek üzere olduğu için hafifçe size hissettiriyorum.- İblis ve diğer melekler Adem as.’ın yaratılmasına itiraz ediyorlar. Yani öyle bir varlık oluşturulmasına itiraz ediyorlar. Diyorlar ki, Bakara 2/30, Fesat çıkaracak bir varlık mı oluşturuyorsun. Çünkü halifesi olan bir varlık, arkadan gelecek olanlar onun yerine geçecekse, o zaman arkadan gelecek olan kişi ile onun arasında çekişme olur. Nitekim hayvanlar aleminde bir liderlik mücadelesi var ve kanlı bitiyor. İnsanlarda da, kadınlar arasında da var, erkekler arasında da var, kadınla erkek arasında da var. Bunu öğrenince “Eyvah” diyorlar. Allah’u Teâlâ’da: Ben sizin bilmediğinizi bilirim, diyerek Adem as.’a eşyanın bilgisini öğretiyor. Eşyayı biliyorsunuz ama neye yaradığı bilmiyorsunuz. Mesela bugün bizim Abdullah bir yazı yazmış bana okudu. İlk paranın da, -mesela Servet Hoca iktisatçı olduğu için onunla da paylaşmış olayım, bu arada sizlerle de- Allah’u Teâlâ eşyanın bilgisini öğrettiğine göre, eşyayı, yani varlıkları Adem as.’a tanıttığına göre tabiî ki altını ve gümüşü de tanıtmıştır. Altın ve gümüş yenilmez, içilmez ama çok değerli madenlerdir. Sadece para olur. Onun ne işe yaradığını mutlaka Allah’u Teâlâ öğretmiştir. Dolayısı ile paranın icadı diye bir olay da söz konusu olamaz. Adem as.’ın ilk gününden itibaren para var olmalıdır. Biliyorsunuz 1926 ya kadar Türkiye’de para, altın ve gümüştü. Dünyada da öyleydi. Ve hâlâ da altın ve gümüş, kıymetli maden adıyla para olmaya devam ediyor.
Adem as.’a Allah’u Teâlâ eşyanın bilgisini öğretince meleklere dedi ki: Bu sizin bilmediğiniz bilgidir. “Hadi siz söyleyin bakalım, şu bilgileri, şu eşyanın isimlerini söyleyin” deyince, İblis de dahil, Biz sana boyun eğeriz bizim bir bilgimiz olmaz, bilen sen, doğru karar veren sensin. Sonra Adem as.’a “Bunlara, bunların bilgisini haber verin” dediği zaman Adem as. eşyanın isimlerini -İsim demek tabi içeriği de demektir, aynı zamanda- söyleyince Ben size demedim mi göklerin ve yerin gaybını bilirim. Sizin ne gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu da bilirim. Ne gizlediğinizi derken, Cenabı Hak, meleklerin Adem’i kıskandığını, söylemiş oluyor. Sonrada hadi bakalım, imtihana tabi tutarak “Ademe secde edin”. Eyvah buda mı başımıza gelecekti. Orada tabi İblis’in dışındakiler secde ediyor ve kendilerini yeniyorlar. İblis kendini büyük görüyor, direniyor ve kafirlerden oluyor. Sonra İblis, Allah’u Teâlâ biliyorsunuz Adem as.’a tembihte bulunuyor. Diyor ki: Adem şu bahçeye yerleş eşinle beraber, beğendiğin yerden ye ama şu ağaca yaklaşma. İblis orada Adem’e diyor ki: Yok olmayacak saltanatın, ölümsüzlüğü sana göstereyim diyor. Yani, ‘aslında bu ağacın yasaklanmış olması senin Allahlaşmanı engelliyor’ şeklinde yorumlanırsa hiç de yadırganacak bir şey değil. Buradan yedin mi ölümsüzleşeceksin. Bu özellik sadece Cenabı Hakka mahsus bir özelliktir. Yok olmayacak saltanat da sadece Allah’ta olur. O da oradan, o ağaçtan yiyor. Sonra hatasını anlıyor ve tevbe ediyor. Bakıyorum da aslında bütün İblisler insanları Allahlaştırmaya çalışıyorlar. Öyle yollar buluyorlar ki, nasıl İblis Adem as.’a, “Sana yok olmayacak saltanatı ve ölümsüzlüğü göstereyim mi?” diyerek öğretmeni Allah’u Teâlâ olan Adem as.’ı yoldan çıkarabilmiş.
Bugün de öyle cazip cümleler kullanıyorlar ki. İşte “Birlikte çokluk, çoklukta birlik” gibi vahdeti vücut inancı. Yani ‘Her şey Allah’. Bu defa kendileri de Allah oluyor. Allah’tan başka bir varlık yok. Bütün varlıklar o. Mesela Mevlana Hemeos diyor. Her şey o dur. Burada Allah’u Teâlâ ne diyor? Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi onundur. Bu, ‘su’ benim. (su yerine kalem de konabilir) Peki ben bu ‘su’ muyum? Bu su benimse, ben başka, su başka olmam lazım değil mi? Su başka olacak, ben başka olacağım ki su ben’im olsun. Dolayısıyla Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi onundur. Deyince, o zaman bu varlıklar, Allah’ın bir parçası olur mu? Hepsi o dur derse, onun bir parçası olur ama onundur derse ne olur? Ondan ayrı, onun sahibi o olan bir varlık olur. Dolayısıyla burada vahdeti vücudu ortadan kaldırmış oluyor ayeti kerime. Zaten siz vahdeti vücut dediğiniz zaman, herkes tanrı olunca, işte ‘Allah’tan efendim bir Nefhai ilahi vardır insanın içerisinde. Neymiş? İşte Allah kendi ruhundan üfledi. Allah’ın bir parçasına sahibiz.’ Onu deyince de ne oluyor? ‘Allah bizim vücudumuzun içerisine hulul ediyor’ oluyor. Yani ‘İçimizde tanrılık var’. Deyişini yapıyorlar.
Her şey Allah’ın olunca, tabi, Cenabı Hakkın olması başka bir şey, Cenabı Hakkın bir parçası olması başka bir şeydir. Dolayısıyla bazıları her varlığı tanrı yapıyor. Bazıları kendi içlerine Allah’ın girdiğini iddia ediyor. Bazıları da büyük zatların içine Allah girer diyor. Mesela İmam Gazali İhyasında diyorki: “Peygamberlere gelen bilgiyle bizim bilgimiz aynıdır, diyor. Aradaki tek fark peygamberler bu bilgilerini melekten alırlar, biz de doğrudan Allah’tan alırız.” Hangisi daha yüksek? Hep tanrılaşma çabası görüyor musunuz? Mesela Said Nursi diyorki risalei nurlarla ilgili, bunlar Kur’an’dan alınmıştır, demiyor. “Kuranın alındığı yerden alınmıştır,” diyor. Aynı şeyin devamı. Kur’an’ın alındığı yerden alınınca hangisi daha üstün oluyor? O zaman onlar, “Kuran’ın ayetlerinin ayetleri” oluyor.
Bu oldukça yaygın bir şey. Onun için Allah’u Teâlâ Kur’an’ı Kerim’de sürekli (Lokman 31/33) “O çok aldatan sizi Allah ile aldatmasın” diyor. O kimmiş ki Allah’ın yanında Allah’ın onayı olmadan şefaat etsin. Kendi başına hareket edecek kim varmış? İşte eğer vahdeti vücutçuluk diye bir şey olsa, kendi başına hareket eden bir varlıktan bahsedilebilir mi? Yani siz kendi vücudunuzu düşünün. Vücudunuzun bütün parçaları size bağlı değil mi? Sizden ayrı hareket edebilirler mi? Sizden ayrı hareket eder yada hareketsizleşirse buna ne deniyor? Sizden ayrı hareket ederse parkinson hastalığı mı deniyor? Yani vücudunuza komut veremiyorsunuz değil mi? Hareket ettiremediğiniz zaman da felç deniyor. Yani sizin emrinizi dinlemediği zaman, hiç hareket etmediği zaman da felç olma, deniyor. Eğer vücudunuz sağlıklıysa bütün organlarınız sizinle beraber hareket eder, ayrı bir şey yapamaz. Şimdi burada ne yapıyor Allah? Kendi katında şefaat edecek olan kimmiş? Kendi onayı olmuş başka. O zaman bütün insanlar Allah’tan ayrı birer varlık olarak burada bir kere daha vurgulanıyorlar mı?
Öyle bir varlık ki: Allah tarafından yaratılmış, öyle bir varlık ki Allah’ın izni ve onayı olmadan hiç kimseye arka çıkamıyor. Zaten Tekvir suresinin son ayetlerinde Allah’u Teâlâ diyor: (Tekvir 81/26) Nereye gidiyorsunuz? Demek ki bizim kendi irademiz var. Kendi isteğimizle yapabileceğimiz bir takım şeyler var. Allah bize bir irade vermiş. Kur’an bütün alemler için. Yani her insan için evrensel nitelikte doğru bilgidir. İnansın, inanmasın bu böyledir. Ama Sizden doğru olmaya karar verenler için. Eğer dürüst olma kararınız yoksa Kur’an size bir şey anlatamaz. Anlamak istemezsiniz. Çünkü dürüst olmak istemiyorsunuz. Sonra da diyor ki; (Tekvir 81/29) Siz bir şeyi kendiliğinizden yapamazsınız, ancak Allah o şeyi yaparsa yaparsınız. Yani, ben size konuşuyorum. Benim size konuşmam için Allah’u Teâlâ’nın burada sayısız şeyler yaratmış olması lazımdır. Yani dilimin oynaması lazım, ses tellerimin çalışması lazım, zihnimin yerinde olması lazım, bilgi lazım, o bilgiyi kullanabilmem lazım. Cümle haline getirebilmem lazım. Dili bilmem lazım. Bütün bunlar Allah’u Teâlâ’nın bende yarattığı özelliklerdir. Bunların hiç birisi benim tarafımdan yaratılmış değil. Sizin burada oturabilmeniz lazım, dinleyebilmeniz lazım, kulaklarınızla beni anlayabilmeniz lazım, buradaki iletişimi sağlayacak havanın olması lazım, ısının ona göre olması lazım. Lazım da lazım, saymakla bitmez. Bütün bunları Allah’u Teâlâ yaratmış olacak ki ben bir şey yapabileyim. O zaman da şöyle söylüyor. “Size hareket serbestliğini veren benim.” Kendi başınıza buyruk değilsiniz. Kendinizi bir şey zannetmeyin. Siz benim kulumsunuz. O hareket serbestliğini verdim diye de tanrılığa kalkışmayın. Benden başka tanrı yoktur diyor.
Allah onların yapıp bitirdiklerini de bilir, yapmakta olduklarını da bilir. / Şu anda ne yapıyorlar, şimdiye kadar ne yapmışlar, hepsini bilir. Allah her şeyi biliyorsa bütün yaptıklarımızı ve yapmadıklarımızı biliyorsa, Allah’ın huzurunda kim neyi anlatacak da işte “Yarabbi şu adam şöyledir, böyledir” diye ona arka çıkacak? Mümkün mü? Bütün güç onda, bütün kuvvet onda, her şey onun. Bir kişinin ne yaptığını neyi yapmadığını da bilen o. Ondan sonra da birisi çıkacak Allah’ın huzurunda bir başkasına destek vermeye kalkışacak. Böyle bir şey mümkün değil. Onun için geçen hafta da anlattık burada biliyorsunuz. Şefaat: cehennemde cezasını çekmiş olanların, cennetteki yakınlarının yanına yerleştirilmesidir.
Onlar Allah’ın bilgisinden, Allah’ın belirlediği kadarından fazlasını da kavrayamazlar. Çünkü Allah’ın bilgisi o kadar çoktur ki hani Lokman 31/27, Ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa, bir o kadar daha deniz gelse Allah’u Teâlâ’nın bilgisi yazmakla bitmez. Peki Allah’u Teâlâ bize ne kadar bilgi vermiş? Allah’u Teâlâ’nın bize verdiği bilgi İsra suresinde belirtiliyor. 17/85. ayet. Şimdi burada diyor ki: Sana o ruhu soruyorlar. Ruh işte aslında o bilgidir. Bilgi. (Şûrâ 42/52 ayet) Emrimizden sana bir ruh vahyettik. Kur’an’dır işte. 17/85. Sana bu ruhu soruyorlar. Deki, O ruh benim rabbimin emrindendir/ işlerindendir. Bu bilgiden size çok az verilmiştir. Yani bilgiden size çok az verilmiştir. Ne demek o? Buradaki Ruhen bin emrihi rabbihi: Kur’an’ı Kerim’dir. Kur’an. Allah’u Teâlâ’nın bilgisinden size çok az verilmiştir, diyor. Bu Kur’an’da olan bilgilerden başka bilgiler bize verilmiş değil. Bu Kur’an’da olan bilgiler, Allah’ın indirdiği ayetlerdeki bilgilerdir. Bir de Allah’u Teâlâ’nın yarattığı ayetlerdeki bilgiler var ki onlar Adem as.’a öğrettiği ve şu anda bütün ilim adamlarının üzerinde çalıştığı bilgilerdir. Onların tamamının yazılı şeklini bize Cenabı Hak Kur’an’da vermiştir. O zaman bütün ilimlerin kaynağı Kur’an’ı Kerim’dir. Onu kendi metedolojisiyle okuduğumuz zaman bizim açımızdan hayal edilemeyecek büyüklükte bilgilere ulaşmış olacağız ama Allah’u Teâlâ açısından çok küçük bilgiye sahip olmuş olacağız. İşte burada diyor ki ayetel kurside, 2/255, Onlar Allah’ın bilgisinden, Allah’ın belirlediği kadarından fazlasını kavrayamazlar.
Bir de her insana Allah bir kavrama gücü vermiştir. Her insana da farklı bir kabiliyet vermiştir. O farklı kabiliyetler, herkesin farklı alanlarda uzmanlaşmasını sağlar. Her insan kendinde olan o farklı kabiliyeti keşfettiği zaman dünyada bir numara olur. İlim de o farkları keşfetmek için işe yarar. Burada o farklarla ilgili olarak da Nisa suresinde Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor. Nisa 32. ayet diyor ki: Allah’ın, bir özellik ile, birinizi diğerinizden üstün kıldığı şeyi temenni etmeyiniz. Yani her birinize başkasında olmayan bir kabiliyet vermiştir. O bende de olsun demeyin. Siz kendi kabiliyetinizi geliştirmeye gayret gösterin. Erkeklerin kendi kazançlarından bir pay, kadınların da kendi kazançlarından bir pay vardır. Ne kadın erkeğe özensin, ne erkek kadına özensin, ne zengin fakire, ne fakir zengine özensin. Herkes kendi kabiliyetlerini en üst noktaya çıkarmaya çalışırsa o sahada dünyada bir numara olur. Allah’ın fadlından Allahtan isteyin Allah’u Teâlâ her şeyi bilir.
Allah’ın kürsüsü,/ hakimiyeti gökleri de yeri de içine almıştır. İnsanlar o tanrılaşma isteği, bazı insanları Ferit makamına yükseltme: “Ben Ferit makamındayım” der bazıları. Yani Allah’a ait bir makamı işgal ettiklerini söylerler. İşte üçler, beşler, yediler, falan filan. Hep böyle kainatın yönetiminde yetki sahibi olmayı iddia etmektir. Bunların hepsi birer yalan. Bir yalan dünya kurar o dünyada kendilerini sultan ilan ederler, Tanrı yerine koyarlar. Halbuki hakimiyet Cenabı Hakka aittir. Allah’ın hakimiyeti gökleri de içine alır, yeri de içine alır. Allah kendi hakimiyetine hiçbir şeyi ortak etmez. Hiçbir şeyi ortak etmez, tamamen onun emrindedir. Onun için Fatiha 1/2, Tüm varlıkların sahibi olan Allah. Tekvir 81/29 Siz bir şey yapamazsınız alemlerin rabbi olan Allah onu yapmadıkça siz bir şey yapamazsınız.. Alemlerin rabbi olan Allah yaratacak ki siz bir şey yapasınız. Dolayısıyla siz tümüyle, her konuda Allah’a bağımlısınız. İsyan için de, Allah size imkanlar yaratır, ibadet için de imkanlar yaratır. Bunlar tamamen sizin iradenizle yaratılmıştır. Önceden, evvelden hiçbir takdir söz konusu değildir. Takdir dediğimiz de: ölçü koymaktır, başka bir şey değil. Siz kendi yaptığınızın neticesine, ilerisine katlanacaksınız. Ama şunu bilin ki tamamen, bütün davranışlarınızda Allah’a bağımlısınız. Kendiliğinden hiçbir şey yapamazsınız. Göklerin de, yerin de koruması Allah’a hiç de ağır değildir. O yücedir ve pek büyüktür.
Dolayısıyla burda Allah’u Teâlâ kendisini tanımlıyor. Fakat insanları görüyoruz. Görüyoruz ki herkes Cenabı Hakkın saltanatından pay almanın peşinde. Mesela Hıristiyanlar ve Yahudiler kendilerini Allah’ın oğulları ve sevgilileri sayarlar. Allah’ın oğlu ne demek? Saltanattan payı olan, demek değil mi? Aslında hepsi en yukarıya doğru gidiyor da, onların içlerinden hiç kimse, başkasına vermek istemediği için öbürlerini, oğlu, kendisini de daha yukarda kabul ediyor. Mesela bizde ehlullah diye bir tabir vardır. Duyuyorsunuz değil mi bu tip şeyleri, ehlullah. Ne demek ehlullah? Allah’ın ailesi, demek. Bizde ‘ehlullahtan falanca adam’ dendiği zaman adamı çok yüceltiriz değil mi? Bu ne demek? Bir kimse Allah’ın ailesinden olur mu? Herkes Allah’ın kulu olur.
Bu sebeple şimdi aklımızı başımıza toplamak zorundayız. Her şeyimizi Allah’a borçluyuz. Dün yoktuk, yarın yine yok olacağız. Sahip olduğumuz her şeyi veren o. O yaratmadan hiçbir şeyi yapamayız. Bilgimizin sınırlarını belirleyen de o. İmkan ve kabiliyetlerimizi veren de o. O zaman Allah’ın mülkünde hiç kimse Allahlık taslamaması lazım. Bize düşen Allah’a kul ve köle olmaktır. Ama biliyorsunuz, insanlar hakikaten, öyle enteresan ki… Az önce bir yere gittik. Bir bina, orada bir kabir var. Kabrin üzerinde büyük bir kubbe, koskoca yeri işgal etmiş, çevresine de halı sermişler, yirmi dört saat de lambaları yanıyor. Bu ne demek? Bu ne demek? Ölmüş bu insanlar. “Efendim büyük zat”. Büyük zatsa büyük zat. Ölmüş kardeşim, çürümüş gitmiş. Onun büyüklüğüne karar verecek olan ben değilim, Allah’u Teâlâ’dır. Ne oluyor? Şimdi kabristanda bakıyorsunuz, yapılanmalar, mermerden. Kardeşim üzerine ne yaparsan yap, içerisindeki önemli. Kabrin içerisindeki ölmüş, çürümüş gitmiş. Yaşayan insanlara arsa kalmıyor, ölen insanlar şeyi dolduruyor. Hakikaten bunlar son derece kötü şeyler. İnsanlar tanrı olmaya, ben yapamazsam da başkası yapsın, o konuda son derece hevesliler. O tarafa doğru çok fazlaca kendilerini zorluyorlar.
Onun için hepimiz sadece kul olmalıyız. Kul olduğumuz zaman Allah’u Teâlâ bizlere bütün yardımlarını gönderecektir. Kul olduğunuz zaman bütün varlıklarla bütünleşeceksiniz. O zaman fıtratı yaşayacaksınız. Bak şöyle düşünün. Evinize bir alet alıyorsunuz, onu fabrika ayarlarında çalıştırırsanız ondan verim alırsınız. Fabrika ayarlarını bozduğunuz an verim alamazsınız. Vücut da öyledir. Vücudunuz ve ruhunuz Allah’a itaat ettiği zaman son derece mutlu olursunuz. İçiniz neşeyle dolar. Kendinizi çok güçlü hissedersiniz. Herhangi bir sıkıntınız olmaz. Karnınız aç olsa bile kafanız toktur. Hiç önemsemezsiniz. Ama ruh ile vücut arasında bir uyuşmazlık olursa o zaman çok ciddi sıkıntı çekersiniz. Vücudunuzda rahatsız olur ruhunuzda. Ve tabiatla asla uyum sağlayamazsınız. Tabiat da sizi reddetmeye başlar. Her şey size artık kötü gelmeye başlar. Hayat dar gelmeye başlar. Bir çok kimsenin de bundan dolayı intihar ettiğini görüyoruz. İyi kul olmanın yollarına bakalım. Kayıtsız şartsız Allah’a itaat edelim.