Elhamdu lillahi Rabbil alemin. Essalatu vesselamu âlâ Rasulina Muhammedin ve âlâ alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Bakara suresinin 234. Ayetine geldik.
Bugün bize çok önemli bir soru da soruldu. Türkiye’de yeni bir uygulama başlatılıyor. Faizsiz sertifika adı altında. Bugünkü internet sitelerinde, haber sitelerinde yer alan bir husus vardı. O konu ile ilgili ayrıntılı konuşma yapacağız. Allah nasip ederse. Onun için sadece şu Bakara 234. Ayeti okuyacağım. O soruya biraz genişçe yer kalması için. Çünkü oldukça önemli ve yeni bir uygulama. Bütün dünyada da oldukça yeni sayılan bir uygulama. Onun için ona biraz geniş yer ayıracağız inşallah.
Bakara 234. Ayetinde Allah-u Teala şöyle buyuruyor. “Vellezîne yuteveffevne minkum ve yezerûne ezvâcen yeterabbasne bienfusihinne erbeate eşhurin ve aşrâ”
“Vellezîne yuteveffevne minkum” “İçinizden ölen”
“Ve yezerûne ezvâcen” “Geriye eş bırakanlar”
“Yeterabbasne bienfusihinne” “Geriye kalan eşler kendi başlarına beklerler.”
“Erbeate eşhurin ve aşrâ” “Dört ay on gün beklerler.”
“Feizâ belağne ecelehunne” “Sürelerinin sonuna vardıkları zaman”
“Felâ cunâha aleykum fîmâ fealne fî enfusihinne bil mağrûf” “Kendi başlarına marufa uygun olarak yaptıkları şeyden dolayı size bir günah yoktur”
“Vallahu bimâ tağmelûne habîr” “Allah ne yapmakta olduğunuzdan haberdardır”
Yani yaptığınız şeyden Allah’ın haberi vardır. Allah yaptığınız şeyin içyüzünü bilir. Şimdi burada kocaları ölmüş olan kadınların yeni bir evlilik yapmadan önce beklemeleri gereken süreden bahsediliyor. Bu süre dört ay on gün. Buna iddet deniliyor. Sürenin sonuna vardığı zaman diyor Allah-u Teala, kendi başlarına yaptıkları şeyden dolayı size bir günah yoktur. Kendi başlarına yaptıkları şey, evlenmelerine engel olan süre bittiğine göre evlenmeleri olur. Ama, marufa uygun olması şartıyla diyor.
“Felâ cunâha aleykum” “Size bir günah yoktur”
“Fîmâ fealne fî enfusihinne” “Kendileri hakkında yaptıkları şey konusunda” “bil mağruf” “marufa uygun olmak şartıyla bir günah yoktur”
Yani dört ay on günlük süreyi doldurduktan sonra kadın evlenebilir, evlenmede kararı kendisi verir. Ama marufa uygunluk yönünden de denetlenir. Marufa uygunluk yönünden denetlenir.“Vallahu bimâ tağmelûne habîr” “ Allah yapmakta olduğunuz şeyden haberdardır”
Şimdi önce burada iki husus var. Birisi iddet. Değişik iddet şekilleri vardır. Birisi ölüm iddeti. Burada belirtildiği gibi dört ay on gün. Birisi de boşanmadan dolayı beklenilmesi gereken süredir. O da, birinci ve ikinci Tâlâklarda adet görenler için üç kere adet görüp temizlenme, adetten kesilmiş ya da düzenli adet görmeyenler için üç ay, hamile olanlar için de doğuma kadar beklemedir. O, birinci ve ikinci iddet dönemlerinde, yani boşanan kadınlar beklerken, eşleri tarafından, onların bakımının da üstlenmesi gerekir. Eğer kadın hamileyse her halükarda doğum yapılıncaya kadar, boşanmış kadın, hem evden çıkarılmaz. Hem de doğuma kadar bütün ihtiyaçları karşılanır. Doğumdan sonra çocuğunu emzirmek isterse, emzirme ücretini de kocasından alabilir. Çünkü çocuğun bütün yükü babaya aittir. Maddi olarak bütün yük babasına aittir. Onu geçen hafta, ben toplantıya biraz geç kalmıştım. İçeriye girerken Yahya ( Yahya ŞENOL) o ayeti okuyup açıklamıştı. Onun için tekrarına gerek yok.
Şimdi burada, konunun bir başka tarafını sayfayı çevirirseniz orada görürüz. 240. Ayette Allah-u Teala belirtiyor.
Diyor ki, “Vellezîne yuteveffevne minkum ve yezerûne ezvâcâ” İşte müteşabih ayet, birbirine benzeyen iki ayet. “Sizden vefat eden ve geriye eşler bırakanlar”
“Vasıyyeten liezvâcihim metâan ilel havli ğayra ıhrâc” “Eşlerine, eşleri lehine vasiyette bulunsunlar.”
Yani mirasçılarına görev yüklesinler. Bir yıl sonuna kadar evden çıkarılmamak şartıyla onların yararlandırılmaları.
“Yani vasiyette bulunsunlar ki, kendi ölümlerinden sonra eşleri bir yıl evden çıkarılmasın ve onların bakımları üstlenilsin”
“Fein haracne” “Kendileri çıkarlarsa”
“Felâ cunâha aleykum fî mâ fealne fî enfusihinne” “Kendi başlarına yaptıkları şeylerden dolayı size bir günah yoktur”
“Min mağrûf” “Marufa göre yaptıklarından dolayı günah yoktur”
Şimdi bu dört ay on günlük dönem, evlenmeleri için beklemek zorunda kaldıkları dönemdir. Dört ay on günden sonra istediklerini yapabilirler. Yani bir erkek eşi için bir yıl evden çıkarılmaması konusunda vasiyette bulunabilir. Ama, kadının o evde kalma sorumluluğu yoktur. Çıkar gider. Yani tamamen kadının lehine olan bir vasiyettir, ama kadın ister ondan yararlanır isterse yararlanmaz. Bu onun tercihine kalmıştır.
“Vallâhu azîzun hakîm” “Allah güçlüdür ve doğru karar verir.”
Şimdi, bu konunun mensuh olduğu söylenilir, nesh edildiği söylenilir. Mesela Hanefî mezhebinde, bildiğim kadarıyla Sünni mezheplerde, bu ayeti kerime mensuh sayılır. Mensuh saymayanlar da vardır. Az önce okuduğum ayetle, bu ayetin neshedildiği söylenir ama, neshedilmesi için hiçbir gerekçe yoktur. Çünkü, öbür ayetteki hüküm zaten geçerli. Bu ayette; kadınlar bir yıl beklesinler denseydi, yani eşleri boşanmış olan kadınların bir yıl bekleme görevleri vardır denseydi, öbür ayette dört ay on güne indirildi derdik ve ordan bir nesihten bahsedebilirdik. Burda öyle bir şey söylenmiyor. Bir kere Cenab-ı Hak eşleri ölmüş olan kadınlara dört ay on gün bekleme görevini bu ayette yüklemiş, bu kadınların görevi. Öbür ayette de kocalara diyor ki; eşleriniz lehine vasiyette bulunun, onlar bir yıl çıkartılmasınlar evlerinden. Çıkartılmasınlar. Peki kendileri çıkarsa? Çıkarsa, çıkar. Kendi başlarına marufa göre yaptıkları şeyden dolayı size bir günah yoktur.
Şimdi marufa göre yaptıkları şeyden dolayı bir günah yoktur sözü de çok önemli. Kur’an’ı Kerim, kadınları koruma görevini, bütün topluma yüklemiştir. Onun için kadınlara muhsana denir. Korunan, kale gibi korunan varlıklar manasınadır. Dolayısıyla; yani yaptıkları evliliğin kuralına uygun olup olmadığının denetlenmesi icap eder. Yani evden çıkarsa çıkar, ama onu denetleyecek bir organ olmalı. Öncelikle ailesindeki yakınlar, onlar yoksa devletin yetkili kurum ve kuruluşu onu denetler.
Dolayısıyla bu ayeti kerimenin mensuh olması için hiçbir sebep, hiçbir gerekçe yoktur. Bu ayeti kerime olduğu gibi duruyor. Yani Cenabı Hak Müslüman erkeklere, eşleri lehine bir yıl boyunca evden çıkarılmaması için vasiyet etme görevini vermiştir. Şimdi, birincisi bu.
Burada şu da var. Tâlâk suresinin ikinci ayeti olacak. 65. sure, 557. Sayfa. 1. Ayetiymiş, 2. Ayeti değil. Diyor ki Allah-u Teala burada,
“Yâ eyyuhen nebiyyu izâ tallagtumun nisâe fetalligû hunne liıddetihinne ve ahsul ıddeh” “Kadınları boşadığınızda iddetleri içerisinde boşayın ve iddeti sayın”
“Vettegullâhe rabbekum” “Rabbiniz olan Allah’tan korkun”
“Lâ tuhricû hunne min buyûti hine” “Onları evlerinden çıkarmayın”
“Ve lâ yahrucne” “Onlar da çıkmasınlar”
Yani, bir kişi eşini boşadığı zaman, eş evinden çıkmayacak ve çıkarılmayacak. Şimdi buradaki ayete bakarak, kocası ölmüş kadınların da evlerinden çıkamayacağı birçok alim tarafından hükme bağlanmıştır. Mesela; Hanefî mezhebinde boşanmış olan kadınlar gece de, gündüz de evden çıkamazlar. Eşleri ölmüş olan kadınlar, gece çıkamaz, ama gündüz çıkabilirler. Dolayısıyla gece herhangi bir yere yatıya gidemezler. Onun tek delili bu ayettir. Ama bu ayet Hanefîlere ve o görüşte olanlara asla delil olmaz. Yani kocası ölmüş olan bir kadın iddet sırasında sadece evlenmekten yasaklanmıştır, onun dışında herhangi bir yasak yoktur. Buradaki ayette evden çıkma yada çıkarılmama yasağı, tamamen boşanmış olan kadınlarla ilgilidir.
Çünkü zaten; burada Allah-u Teala diyor ki, “Lâ tedrî leallallâhe yuhdisu bağde zâlike emrâ” “Bilemezsiniz, Allah belki bundan sonra bir şey ortaya çıkaracaktır.”
Yani bir kişi karısını boşadığı zaman, o kadın o evde kalmaya devam edecek. O ev kadının evi sayılıyor, kocasının evi sayılmıyor. İddeti bitene kadar kadının evi sayılıyor.
Çünkü; “Lâ tuhricû hunne min buyûti hine” “Kendi evlerinden çıkarmayın” Peki, “Ve lâ yahrucne” “Onlar da çıkıp gitmesinler”
Bu Allah-u Teala’nın her ikisine verdiği bir emirdir. Ama, kocası ölmüş olan kadınla ilgili böyle bir ifade yok. Onun evi diye bir kavram yok. Ondan dolayı az önce okuduğumuz Bakara 240. Ayette, Allah-u Teala, çıkarılmaması için vasiyette bulunulsun dedi. O kadar. Yani böyle bir hak tanınsın. Yani böyle bir hak tanınmadığı takdirde demek ki; vefat ettiği zaman bir başka eve taşınma durumu söz konusu olur. Dolayısıyla, yani sonuç olarak; ölümden dolayı iddet bekleyen kadınlar, mesela işte Hanefî mezhebinin etkin olduğu bir çevrede yaşadığımız için evden çıkarılmazlar. Çıkmayacak, gitmeyecek diye hükümler vardır. Bu hükümlerin dayanağı yoktur. Yani bu ayeti kerime ona asla delil olmaz. Böyle bir kadının tek yasağı evlenme yasağıdır.
Bir de şu var. Hanefî mezhebinde biliyorsunuz, kadınların evlenmesinde bir denetim şartı yoktur. Yani velilik denen müessese kaldırılmıştır. Ama biz geçen hafta,…. Ya da bu geçtiğimiz cumartesi dersinde…. Yok geçen haftaki cumartesi dersinde, yatsı namazının son vakti ile ilgili yapılan yanlışları ortaya koyma fırsatını elde etmiştik. Orda görmüştük ki, Hanefî mezhebi derken, mezhebin sahipleri olan Ebu Hanife, İmam Muhammed ve Ebu Yusuf. Bunların görüşleri tamamen terk ediliyor, dediklerinin zıddı onların adına mezhep olarak anlatılıyor. Burada da eminim ki, böyle bir şey vardır. Çünkü bu bir alimin mezhebi olamaz. Biraz sonra göreceğiz. Yani şu anda bize Hanefî mezhebi diye anlatılan mezhebin, yani böyle bir mezhebin olması düşünülemez. Bu kadar kesin ve net konuşuyorum. Niye öyle konuştuğumu biraz sonra göreceksiniz. Böyle bir şey olamaz. Yani Ebu Hanife’nin görüşü o olamaz.
Bugün, Allah razı olsun Fatih Orum bey, Süleymaniye kütüphanesinde bir araştırma yaptırdı. O gün, yani evvelki hafta, İmam Muhammed’in Hanefî mezhebinin görüşlerini nakleden altı kitabının toplandığı El Kafi diye bir kitaptan bahsetmiştik. O kitabın, 417 Hicri yılında yazılmış bir nüshasını, Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulduk. Onu inşallah yakında alacağız. Allah nasip ederse. Oralara bakacağız. O zaman; şu anda söyleyeceklerim değişir.
Ama şu anda, geçen hafta bahsettiğimiz El Mebsut adlı kitapta olanı ben size anlatıyorum. El Mebsut’ta ve ondan sonraki kitaplarda. Size daha önce söylediğim gibi de, El Mebsut mezhepte en zirve kitaptır, çünkü ana kaynaklara en yakın kitap olarak kabul ediliyor.
Şimdi orada, kadınların evliliklerinin denetlenmesi ile ilgili hüküm ortadan kaldırılırken şu ayet örnek veriliyor.
“Felâ cunâha aleykum fîmâ fealne fî enfusihinne bil mağrûf” Burdaki bil maruf kelimesi alınmıyor. Şimdi ayet şöyle diyor. “Marufa göre, kocaları ölmüş olan kadınların bekleme süresi bittikten sonra, marufa göre kendileri hakkında yaptıkları şeyden dolayı size bir günah yoktur” diyor. Peki marufa göre yapmazlarsa ne olacak? Marufa göre yaparlarsa günah yoktur diyor, demek ki, marufa göre yapmazlarsa bizim müdahale hakkımız doğar. Şimdi bu ayeti alıyor Mebsut diyor ki, “Felâ cunâha aleykum fîmâ fealne fî enfusihinne” orada bırakıyor, bil mağruf’u almıyor, yani marufa göre şartını almıyor ayetin. Diyor ki, kendi başlarına yaptıklarından dolayı size bir günah yoktur. Şimdi bu ayeti tahrif değil mi?
Şimdi hatırlayın, Allah-u Teala Hud suresinde, Kur’an’ı Kerim’i açıklamaya kalkmayı kendini Allah yerine koymak olarak nitelendiriyor.
“Kitâbun uhkimet âyâtuhû summe fussılet mil ledun hakîmin habîr” “Bu bir kitaptır ki; ayetleri muhkem kılınmış hakim ve habir tarafından sonra açıklanmıştır.” Niye?
“Ellâ tağbudû illallâh” “Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye”
Demek başkası açıklarsa kendini Allah yerine koymuş olur, insanlar ona kul olur. Peki, Allah-u Teala bunu bu kadar yasakladığı halde, siz tutarsınız, ayetin başını sonunu keser, ortadan birkaç tane kelimeyi çekerseniz, bunu nereye koyarız? Bu ne kadar ağır bir günah olur değil mi?
Ama işte onu o şekilde yaparak, kadınların istismar edilmelerinin önü açılmıştır. Ne diyor? Efendim diyor, işte iki tane şahit. Yani, Nikâh dediğin nedir? Zaten bir duadır falan. Nerden çıkarıyorsun? Nikâh dediğin çok ciddi bir sözleşmedir. Ve mutlaka denetlenmesi gereken bir sözleşmedir. Bunları çıkararak, işyerlerinde, çeşitli yerlerde, iki tane şahit, tamam nikâh tamam.
Geçende de anlatmıştım. Bakara suresinin 232 ayeti dolayısıyla. Mesela İbni Abidin diye Hanefî’lerin çok meşhur bir kitabı vardır. Orda diyor ki; birisi bir kadına iki kişinin yanında dese ki, “eşim” dese, o da “buyur eşim” diye cevap verse, o iki kişi de duysa nikâh kıyılmıştır diyor. Ne kadar basit bir şey. Evlilik ne kadar basit.
Ondan sonra da, tabi evliliği bu kadar basite aldıktan sonra da, adam karısına dese ki; “ben sigara içersen sen boşsun” dese, sigarayı terk etmek için, dayanamayıp da içse karı boş olur. Bu ne? Bu ne? Bu din oyuncak mı? Ama mezhepler bunlar. Bu sigara meselesi dört mezhepte de geçerli. Öbürü Hanefî mezhebinin görüşü.
Benim hocam anlatmıştı Erzurum’da. Aynı zamanda kayınpederim olan Ali Hoca. Diyor ki, Erzurum müftülüğüne birisi geldi diyor. Adamın elinde bir bakraç var, içersinde yoğurt. Yanında da bir kız. Kaçırmış kızı, müftülüğe getirmiş demiş ki, bir nikâh kıy. Yahu demişler bir bakraç yoğurda nikâh mı kıyılır? Orda demiş ki, “kız ben seni eş olarak kabul ettim, sen de beni kabul ettin mi?” “ Evet.” Demiş. “Haydi Allahaısmarladık.” “Ya bari yoğurdu bırak” demişler. Yoğurt ta gitti.
Çünkü Hanefî mezhebine göre o evlilik geçerli maalesef. Maalesef geçerli. Peki onu geçerli yapmak için El Mebsut’ta konu ile ilgili hadislerin hiçbirisi alınmamıştır. Hiçbir hadis alınmamıştır. Ayetler de, işte burada olduğu gibi şartı kaldırılarak alınmıştır.
Size daha önce Bakara 232 ile ilgili de anlatmıştım.
“Felâ tağdulû hunne ey yenkihne ezvâcehunne izâ terâdav beynehum bil mağrûf” “Engel olmayın, eşleriyle nikâhlanmalarına, aralarında maruf olarak anlaşmışlarsa” ayetinde marufa uygun olarak anlaşmışlarsa kısmı alınmamıştır. Nikâhlanmalarına engel olmayın da, engel olmak sözü de atılmıştır. Çünkü engel olmak demek, senin bir engel olma yetkin vardır ,onu haber veriyor. Sadece iki kelime alınmış “en yenkihne ezvâcehunne” eşleriyle nikâhlanmaları. Bu da bakirelerin kaçırılmasının önünü açmıştır.
Öyle bir noktaya gelmişlerdir ki, alnına tabancayı daya, “evet demezsen seni öldürürüm” de, kız da “evet” desin nikâh geçerlidir. İster dul olsun, ister bakire fark etmez. Ve kız mahkemede bunun böyle olduğunu ispatlasa, erkek dese ki, “evet tabancayı dayadım kabul etti.” Mahkeme bu nikâhı geçerli saymak zorundadır. Çünkü mezhebin görüşü odur.
Ondan dolayı diyorum, Hanefî mezhebi bu olamaz. İnşallah çok ümit ediyorum, o bulacağımız kitaplarda, mezhebin esas görüşlerini bulma imkânı olursa, hiç olmazsa bu büyük oyunu ortaya çıkarmış bulmuş oluruz. Allah nasip etti, yatsı namazı ile ilgili olarak çıkardık.
“Vallahu bimâ tağmelûne habîr” “Allah yaptığınız şeylerden haberdardır.”
Burada bir husus kaldı. Kişi öldüğü zaman karısı hamile olsa, acaba doğum yaptığı zaman iddeti sona erecek mi, ermeyecek mi? Şimdi, Tâlâk suresinin 4. Ayetinde, orda Allah-u Teala, sayfa 557 idi, şöyle diyor
“Ve ulâtul ahmâli” “hamile olan kadınlar”
“Ecelu hunne” “onların bekleme süreleri”
“En yedağne hamlehunne” “hamillerini vazedinceye kadar, doğum yapıncaya kadardır”
Şimdi burada Arapça bakımından mübteda haberden oluşan bir cümle var. Cümlenin yukarısı ile aşağısı ile bağlantısını koparırsanız, bütün hamilelerin girdiği ortaya çıkar, yani hamileyse onun bekleme süresi doğuma kadardır.
Şimdi yukarı ile ilişki kurabilirsiniz, tamam, tabiî ki kuracaksınız. Boşanmış kadında, hamile olduğu zaman doğum yapıncaya kadar. Acaba, kocası ölen kadın dört ay on gün mü bekleyecek? Yoksa doğum yaptığı zaman iddeti bitecek mi?
İşte bu tür konularda Peygamberimiz SAV’in uygulaması bizim imdadımıza yetişiyor. Sahih hadis kitaplarında olan bir rivayet var. Sübey’a El Eslemiyye diye bir kadın, bir sahabi kadın. Mekke’nin fethinden sonra, yanlış hatırlamıyorsam, kocası vefat ediyor. Kadın hamileymiş, kısa süre içerisinde doğuyor, doğum yapıyor. Sonra nifas dönemi bitiyor ve süsleniyor. Evlenmek için süsleniyor. Sahabeden birisi görüyor, diyor ki, “Ne oluyor ya? Senin kocan yeni öldü. Bu süslenme ne? Evlenmek için mi uğraşıyorsun?” Diyor. O da diyor ki, “Ben doğum yaptım.” Ama hemen süslü elbiselerini çıkarıyor başka elbiseler giyiyor. Ama sonra gidip Peygamberimiz SAV’e soruyor. Ya Rasullallah, durum böyleyken böyle. Peygamberimiz SAV diyor ki, evlenebilirsin.
Şimdi Peygamberimizin bu sözü dolayısıyla, buradaki “Ve ulâtul ahmâli ecelu hunne en yedağne hamlehunne” hükmünün, yani mübteda haberden oluşan hüküm sübut ve devam ifade eder diye bir, isim cümlesi sübut ve devam eder diye bir kural vardır Arapça’da, o zaman demek ki bu hüküm oraya da uygulanıyormuş. Eğer böyle bir hadis olmasaydı ben şahsen caiz olduğunu söyleyemezdim.
Ondan dolayı işte hamileyse kadın doğum yapıncaya kadar iddetini bekler. Ama hamile değilse dört ay on gün bekleyecektir.
Evet böylece bu ayetle ilgili olarak dersimizi tamamlamış olduk.
Yazan: Serap Demir
Redaktör: Fikret Hekim