Bismillahirrahmanirrahim.
(Hakan Şahin, Tanıtım konuşması)
Evet hepiniz hoş geldiniz. Pek çoğunuzun bildiği gibi, biz bu sene mart ayında bir uzaktan seminer programı başlattık. Sitemizden yayınlarını da yaptık. Bu seminer programı bizim düşündüğümüzden çok daha başarılı oldu Allaha çok şükür. Bu dönem; yani bu dönemden kastım, güz dönemi olarak -bir üniversite dönemi olarak düşünün- Eylülde, Ekimde pardon, tekrar aynı seminer programını başlatacağız. Yine sitemize formları koyduk. Bu ay içersinde kayıtları alacağız. Bu Ekim ile başlayan dönemde 1. Dönem dersleri tekrar edilecek. Yani geçen dönem bunu kaçırmış olanlar tekrar kayıt yapabilirler. Tekrar ilk dönem derslerini alabilirler. Bu iki yıllık bir program. Bir ilahiyat ön lisans bölümünde öğretilen bütün dersler bu programın içinde mevcut. Geçen dönem yaklaşık 90-95 kişi, 95 kişi kayıt aldık. Bunlardan 50 küsur kadarı mezun oldu, dönemi başarıyla tamamladı. Bu arkadaşlarımız da, bahar döneminde ikinci kurdan devam edecekler. Dört kurluk bu programa, bu dönem yeni kayıtları alıyoruz. Bunu da buradan duyurmuş olalım. Sitemizde sol tarafta karşınıza gelen ilk menüde SUSEM adıyla bir link var. Süleymaniye Vakfı Uzaktan Seminer merkezi. Bu linke girerseniz burada akademik takvimi, tüm ders programını, derslerin hangi hocalar tarafından verileceğini, tüm detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz. Bir dönemin ücreti olarak, geçen dönem belirlediğimiz üç yüz liralık ücrette bir değişiklik yapmadık. Geçen dönem ekstradan seçmeli derslerimiz vardı.
Seçmeli seminerlerimiz pardon. İki adet seçmeli seminerimiz vardı. Bu dönemden itibaren artık seçmeli seminer uygulamasını bıraktık. Tamamen zorunlu seminerler. Hepsi tek ücrete dahil. Yani üç yüz lira ücretle ilk kurun içerisinde olan altı seminerin tamamına kayıt olabiliyorsunuz. Bu seminerler dört kur boyunca birbirlerini takip edeceği için, herhangi bir semineri keyfi olarak seçmek ne yazık ki mümkün değil. Programın tamamına kayıt olmak söz konusu. Çünkü biz bu programın biraz daha kurumsal bir program olmasını istedik. İnsanlar dört kurun tamamını bitirsinler ve bir ilahiyatçı gibi güzel yetişsinler istedik. İnşallah sitemizden girerseniz, arkadaşlarınıza duyurursanız, paylaşırsanız çok memnun oluruz. Emin olun çok istifade edici bir program onu da bilgilendirmiş olalım. Teşekkür ederiz.
Tabi, ödeme konusunda güçlük çeken arkadaşlarımıza geçen dönem de yardımcı olduğumuz gibi, bu dönem de yardımcı olabiliriz. Ödemeler taksitlendirilebilir. Üç aya kadar taksitlendirilebilir. Kredi kartı ya da havale, farklı şekillerde ödeme de mümkün. Bu konuda talebi olan kişiler de vakfımızla özel olarak irtibata geçebilirler. Kendilerine elimizden geldiği kadar yardımcı oluruz. Teşekkürler.
(Fatih Orum)
Euzu billahi mineş şeytanir racim
Bismillahirrahmanirrahim.
Bakara suresinin ilgili ayetlerini okumaya devam edeceğiz. Ancak öncesinde; buraya kadarki ayetleri birkaç dakikada toparlamaya çalışalım. Yani, asıl mevzu neydi? Asıl mevzu, buraya kadar, özellikle işte son birkaç aydır üzerinde durulan ayetler, tâlâk konusuydu.
Şimdi, bu o kadar güncel bir konu ki… Birkaç gün önce Eskişehir’deydim. Babamla… Babam müftülükte görevli. En fazla Eskişehir’de müftülüğe sorulan sorular nedir? diye sordum. En fazla nikâh ve tâlâkla ilgili sorular soruyorlar. Yani insanlar müftülüğe telefon açma ihtiyacı niçin hissediyor? Eğer bu, Kurban Bayramı ya da Ramazan Bayramı, Ramazan ayı değilse çok olağanüstü bir durum yoksa, genel itibariyle insanların hayatlarında bir din adamını ya da işte dini bir kurumu arama ihtiyacı hissettiği konuların en başında bu nikah ve tâlâk konuları geliyor.
Yani bizim siteye gelen soruların da büyük bir kısmı hep bu ailevi ilişkiler. İşte şöyle yaptık, evlenmiş olduk mu? Veya işte zina etmiş olduk mu? Ben şöyle dedim, şu an karımdan boş muyum? Onunla zina mı yapıyorum? Gibi… İnsanların zihinlerinde hep bu tür problemler var. Ama bir türlü, yani bunlar ne kadar anlatılsa, ne kadar konuşulsa da bir türlü o eski alışkanlıklardan öteye geçilemiyor. Dolayısıyla insanlar bu konuda sürekli bir sıkıntı içerisinde.
Yani insanın içini kemiren, mesela bugün işte Almanya’dan bir telefon bağlantısı, yine aynı bununla ilgili. Adam bir iş yapmış, şey de yapamıyor, yani hepimizde bir Allah inancı şu veya bu şekilde olduğu için, insan kendini iyi de hissetmiyor, acaba? diyor. Birde tabi yanlış bilgilendirmeler, ön kabuller, şunlar bunlar. İnsanlar bu konuda sürekli birilerine sorma ihtiyacı hissediyor ama, sadece sorma ihtiyacıyla mesele halledilmiyor.
Mesela işte bugün herhangi bir müftülüğe veyahut insanların güven duyduğu herhangi bir problemle karşılaştığında soru sorabileceğini düşündüğü bir yere tâlâkla ilgili bir soru sorduğunda verilen cevaplar esasında; büyük oranda Kur’an’a ve Rasulullah’ın sünnetine de hep aykırı. Yani insanların yuvaları yıkılıyor. Adam bir iş yapıyor, onu anlatıyor, karşı tarafta, telefonun öteki ucundaki adamın vereceği cevap, sonuçta elinde işte klasik kaynaklardan. Diyor ki işte sizin aileniz bitmiş. Bu defa adam ya, ailesini dağıtmak zorunda kalıyor ya da farklı yollara tevessül ediyor.
İşte, şunu çok iyi oturtmak lazım. Bir kişinin istediği her an, yani Allah’ın vermiş olduğu bu tâlâk hakkı, erkeğe vermiş olduğu bu tâlâk hakkını istediği her an, keyfi olarak kullanabileceği bir hak olarak görmemesi ve bunun oturtulması lazım zihinlerde.
Oysa bizim işte klasik kaynaklarımıza baktığımızda bu öyle bir silah ki; adamın her an, her an karısına bir tehdit olarak cebinden çıkartacağı bir joker kartı gibi, masaya atıp “boşadım” Şöyle işte şunu yaparsan boşsun. Üçten dokuza boşsun gibi. Bunu bir tehdit unsuru olarak kullanıyor.
Ondan sonra bu defa bunu bu bir anlık öfkeyle yapılan bu hareketi telafi etmek için bu defa dolambaçlı yollar.
İşte Kur’an’ı Kerim’e göre boşamak erkeğe verilen bir hak ama, bu belli bir süreci gerektiren bir hak ama bu belli bir süreci gerektiren bir hak. Yani kişinin zamanının gözetlemesi gereken, bu işte kararlılığını gösterecek adımları atmasını gerektiren bir iş. Eşiyle irtibatını ilişkisini dikkat etmesi gereken bir dönemi gözetleyecek ve bunun ciddi bir iş olduğunun farkına varacak ve bu süreçleri teker teker geçecek ki, ondan sonra bu iş bitsin.
Mesela Kur’an’ı Kerim’e göre ilk başta, bir kişinin eşini boşayabilmesi için; eşinin iddeti içerisinde boşaması gerektiği olmazsa olmaz bir şart ( Talak suresi, 65/1). Yani kişi, eşine kızdığı her an bu hakkını kullanamaz. Eğer arada bir sıkıntı varsa, eşinin iddeti içerisinde olacak. Eşi iddeti içerisinde olacak ve o iddet içerisinde de, temizlik döneminde de eşiyle ilişkiye girmemiş olacak. Eşi, ancak böyle bir dönemi takip edecek.
İşte hepinizin bildiği, en azından bizim derslerimizi takip eden arkadaşlarımızın bildiği , Peygamber Efendimizin örnekliğinde bir olay var. Hazreti Ömer’in oğlu İbni Ömer eşini boşuyor ve bu Hz. Ömer tarafından Peygamberimize intikal edilince, Peygamberimiz; İbni Ömer’in eşini temiz olmadığı bir dönemde boşadığını öğrenince, bu boşamayı geçersiz kabul ediyor. Bu boşamayı geçersiz kabul ediyor ve diyor ki, eşin temizlensin, ondan sonra boşayacaksan süreci o şekilde başlatacaksın diyor.
İşte, Kur’an’ın hani biz diyoruz ya; Peygamberimizin üsve-i hasene olması, yani Rasulullah’ın bizim için anlamı nedir? Kur’an’ı Kerim’i uyguluyor. İşte bu rivayet Kur’an’ın tâlâkla ilgili, olmazsa olmaz şartının, ilk şartının uygulanması. Yani bir kişi eşini boşayacağı zaman, eşiyle ilişkiye girmediği bir dönemde bunu yapacak. Peki bu yeter mi? Hayır bu da yetmez. Ayrıca; bunu şahitle de tesbit ettirecek ( Talak suresi, 65/2). Yani işte, “bakın ben eşimi boşadım. Süreci başlattım. Ve bu süreç şu an işliyor, siz de şahit olun, süreç tamamlandığında ben, yine işte bunu şahitle tesbit ettireceğim ve bunu herkes bilecek.”
Böylelikle, bozulmanın ilk adımı, yani bir yuvanın çökmesi, yıkılmasının ilk adımı esnasında, ayrıca bu yuvanın kurtulması için de bir adım atılmış oluyor. O ne ? Çünkü birileri haberdar oluyor. Yani bu insanların işte sıkıntıları var. Boşanmaya karar vermişler, iyi niyetli insanların devreye girmesi sağlanıyor.
Sonra bir başka korumaya yönelik tedbir, o yani o ilk şartın bunlar türevi denilebilir belki ama, hepsi ayetle sabit. Kocası tarafından boşanan kadının aile içerisindeki fonksiyonlarını aynen devam ettirmesi gerekiyor. Yani evden çıkmayacak. İşte “sen beni boşadın öyle mi? sen bana bunu yaptın. Ben bir daha bu evde durur muyum? Gidiyorum.” Demeyecek. Çünkü bunu yaptığı an, zaten bir sarsıntı geçirmiş aile, ikinci artçı bir sarsıntıyla daha büyük bir darbe alır.
İşte Rabbimiz buyuruyor ki, kocası tarafından boşanan kadın kocasının evinden ki aslında o kendi evleridir, ikisinin evidir, ayrılmayacak ( Talak suresi, 65/1). Yani bizim hani halk tabiriyle ben annemin evine gidiyorum, şeklinde bir tavır göstermeyecek. “Acaba, bu yuva tekrar kurtulabilir mi?”nin arayışı içerisinde her ikisi de olacak. Birbirlerini daha sağlıklı bir şekilde belki anlama imkanı olacak. Çünkü, ilişkiye girmelerinin yasak olduğu bir dönemi aynı evde paylaşacaklar.
Yani bir kadınla bir erkek, yani boşamadan belki birkaç gün öncesine kadar aile hayatı yaşayan iki kişi, öyle bir sürece girecek ki, aynı evi paylaşmalarına rağmen, cinsel ilişkiye girmeyecekler. Ve birbirlerini anlamaya, belki birbirlerinin değerini daha iyi kavramaya yönelik bir süreci beraber, böyle bir tecrübe yaşayacaklar, aynı evde. İşte kadının evden çıkmaması gibi, erkeğin de eşine işte “seni görmek istemiyorum, zaten boşadım, evden git” gibi bir tavrı da, işte Kur’an’ı Kerim yasaklıyor. Yani kadın evi nasıl terk etmemekle yükümlü ise, erkek de eşini, boşadığı o eşini evden çıkartmamakla yükümlü.
İşte Kur’an’ı Kerim de istisna getiriyor. Çok açık bir namus davası şu bu olursa, o ayrı. Bunun dışında her ikisi de evden çıkmayacak. Kadın çıkmayacak, erkek de onu çıkartmayacak.
Peki, tüm bu aşamalardan geçildi. Kadın aşağı yukarı üç aya tekabül eden bir süre kocasının evinde kaldı ve koca kararlılığında devam etti. Ve dedi ki, “boşuyorum tamam!”. Yani iki şahidi getirdi. “Ben işte daha önce sizlerin huzurunda bunu deklare etmiştim Şimdi yine iddet bitti.”
Tabi iddeti sayacak erkek, o da Kur’an’ı Kerim’e göre erkeğe verilmiş bir görev. Yani eşiyle yakından ilgilenecek o dönemde. Belki hayatının hiçbir döneminde olmadığı kadar erkek eşi ile, karısını boşadığı dönemde ilgilenecek. Belki hayatında hiç ilgilenmediği kadar. Yani onun iddetini takip edecek, temiz olduğu dönemi takip edecek, adetli olduğu dönemi takip edecek. Çünkü iddeti sayma görevi verilmiş. Tüm bunlar eşiyle işte daha iyi, belki diyalog kurma, onunla daha iyi irtibat kurma için, belki bu, bunun hikmetlerinden birisi.
Ve bu süreç bittiğinde eğer erkek son anda yine, “ben boşuyorum” dediğinde işte, Kur’an’a göre en fazla iki defa olur. “Ettalâgu merratâni” “الطَّلاَقُ مَرَّتَان” (Bakara suresi 2/229) İfadesindeki iki defa olduğu söylenilen, bildirilen tâlâk hakkının bir tanesini kullanmış olacak. Yani normal şartlarda, tüm süreç gözetilerek takriben üç ay ve belki hayatlarında hiç birbirleriyle ilgilenmedikleri kadar ilgilenmeleri gereken bir süreç, erkeğin iki dudağının ağzında, kafasına estiği her anda, “boşadım seni” diyerek tamamlanacak, sonuçlanacak ve ailenin yıkılmasına sebep olacak bir karar değildir tâlâk.
Dolayısıyla bunu hem mümin erkekler, hem mümine bayanlar bilmeliler ki, ailelerinin böyle işte bizim klasik kaynaklarımızda yazdığı şekliyle, kocanın iki dudağı arasında olduğunu, böyle bir kurum olduğunu, her an yıkılabileceğini; yani kadın üzerinde de böyle bir baskı oluşturulmamış olur. Şayet her ikisi de bilirse, yani “sen beni boşarım diyorsun ama bu boşamanın hiçbir anlamı yok, çünkü…” diyebilmeli mümine bir kadın. Erkek de; “ya, yani, evet tâlâk benim hakkım ama, benim bu süreci başlatmam, tüm bu süreci gözetmem, nihayete erdirmem, ciddi bir işlemi gerektiriyor, bir süreci gerektiriyor” derse insanlar, bunu böyle çocuk oyuncağı gibi belki, tırnak içerisinde kullanmamış olurlar. Dolayısıyla işte, bir toplumun belki işte en sağlam, en saygıdeğer olması gereken bir kurumu, aile kurumu da böyle insanların işte telefon açıp, “ ya ben akşam eşime şöyle dedim, benim yuva çöktü mü?” veyahut “kocam akşam bana şöyle şöyle yaptı, şimdi o benim kocam mı?” gibi böyle aile kurumunun haysiyetini, saygınlığını, işte zedeleyen yok eden durumlarla karşılaşılmamış olur. Bu art niyetli insanlar tarafından da kullanılmamış olur.
İşte hepimiz hatırlayalım. Bizim şu Türk filmleri içerisinde belki dine yapılan rencide edici hareketlerin yüzde sekseni, yüzde doksanı hep bu nikah ve tâlâkla ilgilidir.
Çünkü haklı adam. Böyle bir şey olmaz ki, adam “üç ten dokuza boşsun” diyor, kadın boş oluyor. Sonra birisini buluyorlar, “ne yapacağız biz bunu?” işte bi hülleci getireceğiz, şöyle yapacağız, böyle yapacağız, bunu bir şekilde çevireceğiz. Bu defa birazcık aklı başında olan bir insan, ya bir dinin müntesiplerinin yuvası, ailesi bu kadar pamuk ipliğine bağlı olabilir mi? Bu kadar basite indirgenebilir mi? Diyerek bakıyor ve bu defa bunu hicivsel bir şekilde hem romanlarında, hem filmlerinde insanlara şey yapıyor. İşte bu! bu, diyor yani. Dindarı olduğunuz dinin, sizin en kutsalınız olan aile kurumuna bakışı bu! diyor. Oysa doğrular eğer toplumda sağlam bir şekilde içselleştirilse, öğretilse, bunların hiçbirinin fırsat olmayacak.
İşte diyelim ki; bu anlattığımız birinci süreç bitti ve erkek eşini boşadı. Eğer isterse, tekrar yeni bir nikâh akdiyle ve yeni bir mehir tayin ederek kişi eski karısı ile evlenebilir, ikinci kez (Bakara suresi, 2/231). Ama tüm bu süreç bittikten sonra. Bu süreç tamamlanmadan eğer ben eşime dönüyorum, iyi niyetini ortaya koyar, insanları yani o aile kurumuyla doğrudan ilgisi olan insanları ikna eder, “ben böyle bir şey yaptım ama, yanlış yaptığımın farkına vardım, eşimi sevdiğimin farkına vardım, bazı şeyleri büyüttüğümüzün farkına vardık ikimiz de, pişman olduk dönüyoruz” dediğinde, evet bir hakkını kullanmış olur ama, süreç bitmeden yani iddet dönemi bitmeden bu tavrı gösterirse yeni bir nikah akdine gerek kalmaz (Bakara suresi, 2/228), Yeni bir mehir de tayin edilmeden eşler tekrar evlenmiş olurlar, ama bir hakkını kullanmış olur. Ama süreci tamamladı, tekrar evlenirse, yeni bir nikah ve yeni bir mehir. Bu süreci bir kez daha yaşarlarsa, yani kişi bir kez daha bu şekilde daha önce evlendiği veya işte boşadığı karısını ikinci kez bu şekilde boşayarak süreci tamamlarsa, artık yine Kur’an’ın ifadesiyle o kişilerin bir araya gelmesinin imkanı yok. Tek bir şartı var. Yani bu da aslında dinimizin aile kurumuna verdiği önemin ve ciddiyetin bir göstergesi. Yani bu işin bir çocuk oyuncağı olmayacağı, kadının da bir gururunun olduğu, ailenin bir haysiyetinin olduğu. Bunu iki kez yaptı, bütün toplumun gözü önünde, üçüncü kez tekrar o eski eşi ile evlenmek istiyorsa, burada herkesin oturup ciddi ciddi düşünmesi gerekecek bir yol o kadının bir başkasıyla evlenmesi, ondan sonra eğer, üçden sonra, tabi üçüncü boşamayı yaptıktan sonra, ikinci tâlâk hakkını böyle kullanıyor, üçüncü kez evlenip boşandığında, üçten sonra artık ancak, Kur’an’ın ifadesiyle, “fein tallegahâ felâ tehıllu lehû mim bağdu hattâ tenkiha zevcen ğayrah” “o kadın bir başkasıyla evlenecek ancak o zaman tekrar eski kocasıyla evlenebilir”
(Bakara suresi, 2/230 tercümesi “Erkek üçüncü defa boşarsa, artık bu kadın ona helal olmaz. Kadın evlenir, bu koca da boşarsa bakarlar; Allah’ın koyduğu sınırlarda duracakları kanaatine varırlarsa, birbirlerine dönmelerinde bir günah yoktur…” )
İşte, bu kadar sıkı şartlara bağlanan bir merasim gerektiren, bir süreç gerektiren boşamanın; maalesef bugün hala, zihinlerimizde “üçten dokuza, dokuzdan on sekize boşadım seni” diyor. Yani adam durduğu yerde… bir yani bu o kadar basite indirgeniyor ki, yani adam derbi maçı masaya yatırıyor. “Fenerbahçe yenilirse, boşsun” diyor, bunu söylüyor ve yenildiğinde de “vallaha herhalde boş oldu şimdi kadın” diyor. Ve adam bunu soruyor. Bunu soruyor. Sorduğunda da gerçekten yani insaf ehli birisine denk gelmediyse, diyor ki “sen, artık sizin yollarınız ayrıldı” diyor. Bu defa bir sürü dolambaçlı yollar.
İşte Kur’an’ı Kerim’e göre ailenin temeli olan işte o karı koca arasındaki irtibatlar, ilişkiler, erkeğe verilen bu tâlâk hakkı ancak bu şartlarla, neticelenebilir.
Evet bu konuda bizim vakfımıza pek çok sorular geliyor. Yahya Hoca’mdan da, bir diğer ayete başlamadan önce, varsa güncel şeyler… yani o iftida konusu, tabi bu erkeğin, tüm bu anlattıklarımız, erkeğin boşama hakkı. Ama her ikisi de bir birey, kadın da sevmeyebilir. Bu evliliğin devam etmesini istemeyebilir. Aynı şekilde o da, Kur’an’ı Kerim’e göre, süreci gözeterek, aile yuvasının sona ermesi hakkına sahiptir.
Evet. Şimdi, bu konuyu toparladıktan sonra 233. Ayete, Bakara suresinin 233. Ayetinden itibaren okumaya başlayalım.
Bismillahirrahmanirrahim.
…وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلاَدَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ أَرَادَ أَن يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ
“Vel vâlidâtu yurdığne evlâde hunne havleyni kâmileyni limen erâde ey yutimmer radâah”
Yani, vel vâlidâtu dediği anneler, yurdığne evlâde hunne, çocuklarını emzirirler, havleyni kâmileyni, tam iki yıl, yirmi dört ay, kameri ayla yirmi dört ay çocuklarını emzirirler. Limen, kimin için, eğer bunu istiyorsa, o isteyen, kim o? Erâde ey yutimmer radâah. Yani çocuğunun emzirilmesini istiyorsa eğer baba, anneler, çocuklarını tam iki yıl boyunca emzirirler.
Bu annelere verilen bir görev Kur’an’a göre. Bakara suresinin 233 ayeti bir anneye bu görevi, bu sorumluluğu yüklüyor, eğer baba, “sen çocuğu iki yıl boyunca emzir” dediğinde anneler bu yükümlülüğü yerine getirmek zorundalar.
“Ve alel mevlûdi lehû.” “وَعلَى الْمَوْلُودِ لَهُ” Peki babaya düşen görev ne? “El mevlûdi lehu” “baba”. Peki anne bunu yapacak da babaya bu durumda sorumluluk ne?
“Rizguhunne ve kisvetuhunne bil mağrûf.” “رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ” “Baba da, o kadınların yani çocuklarını emzirecek olan kadınların rızıklarını, yani yiyeceğini, içeceğini” “ve kisvetuhunne” “ve giyeceğini karşılamak zorunda.” Neye göre? “Bil mağruf” “maruf ölçülerde.”
Yani, nedir bunun maruf ölçüsü? İşte o toplumda bir annenin, çocuğunu emzirirken ihtiyaçları neler ise, baba o ihtiyaçları tam anlamıyla maruf ölçüler içerisinde, maruf biliyorsunuz, sık geçer bizim derslerimizde, aklın ve dinin makul gördüğü, uygun gördüğü ölçülerdir. Ve pek çok konuda marufa atıfta bulunulur Kur’an’ı Kerim’de. İşte baba kadının giyeceğini, yiyeceğini, içeceğini onun normal bir şekilde hayatını devam ettirebilecek bütün ihtiyaçlarını karşılayacak, bunu karşıladığında çocuğunun da, iki yıl boyunca emzirilmesini talep edebilecek.
“Lâ tukellefu nefsun illâ vus’ahâ.” “لاَ تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلاَّ وُسْعَهَا ”
Bu genel bir kaidedir. Çeşitli formlarda Kur’an’ı Kerim’de geçer. Yani işte herkes gücünün yettiği ile sorumlu tutulur. Kimseye gücünün üzerinde, gücünün yettiğinin üzerinde herhangi bir mükellefiyet yüklenmez. Yani adam eğer yapamıyorsa, ancak o kadarını yapıyorsa onunla iktifa edilir. İlla da, şu, şu, şu şartları yerine getireceksin’in peşinde koşulmaz. Yapabildiğinin en iyisini yapıyorsa onu tamam marufa göre yapmış kabul edilir.
“Lâ tudârra vâlidetum biveledihâ ve lâ mevlûdul lehû biveledihî.” “لاَ تُضَآرَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلاَ مَوْلُودٌ لَّهُ بِوَلَدِهِ” “Ne anne çocuğundan dolayı sıkıntıya sokulur, ne baba.” Yani kadın çocuğu doğurdu diye, ona sürekli mükellefiyet yüklemek nasıl yanlışsa, “şunu yapacaksın, bunu yapacaksın” ve bunun karşılığında maruf olan hiçbir şeyi yerine getirmemek nasıl mümkün değilse; aynı şekilde babaya da, “Sen bunun babası değil misin? Ne biçim adamsın? Şunu şunu yap, bunu yap , millet çocuğuna neler yapıyor, bu çocuk böyle mağdur….” Yani her ikisine de; ne anneye, ne baba; ortada çocuk kullanılarak eziyet edilmez, rencide edilmez, sıkıntı verilmez.
“Ve alel vârisi mislu zâlik” “وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذَلِكَ” Peki, akla şöyle bir şey gelir. Çocuk doğdu ama babası yok mesela. Bu durumda ne olacak? Bu defa bu babanın mirasçıları kimlerse, bu defa bu sorumluluğun altına onların girmesi sağlanacak. Bakın bu ortada çocuk var; ama, ama babası öldü, bu bir yetim çocuk, sizler de onun mirasçılarısınız, ölen kişinin, siz onun üstleneceksiniz sorumluluğunu, işte büyütülmesi aşamasındaki yükümlülükleri.
Peki, illa da ortada bir çocuk varsa, anne emzirmek zorunda mı? Bunun hiç mi alternatifi yok?
“Fein erâdâ fisâlen an terâdım minhumâ ve teşâvurin felâ cunâha aleyhimâ.” “فَإِنْ أَرَادَا فِصَالاً عَن تَرَاضٍ مِّنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِمَا” “ Şayet bu ebeveyn; oturup beraberce konuşurlar ve derlerse ki; “ tamam sütten kesilsin artık, yeter bu kadar.” Bunun kararını verirlerse”, “felâ cunâha aleyhimâ” “Bundan dolayı da her ikisine herhangi bir sorumluluk yok, bunda günah yok.” Yani buna karar verecek olanlar da; makul ölçülerde anne babadır.
“Ve in eradtum en testerdıû evlâdekum” “وَإِنْ أَرَدتُّمْ أَن تَسْتَرْضِعُواْ أَوْلاَدَكُمْ ” “Eğer bir süt anne çocukları için tutmak isterlerse,” “felâ cunâha aleykum” “فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ” “yine herhangi bir sorumluluk yok.” Yani bir sütanneye de bu görevi verebilirler. Çocuğun emzirilmesi için.
“İzâ sellemtum mâ âteytum bil mağrûf.” “إِذَا سَلَّمْتُم مَّآ آتَيْتُم بِالْمَعْرُوفِ” “Ancak yine maruf ölçülerde sütannenin hakkı da verilecek.” Yani bir anneye hakkı nasıl ihtimam gösteriliyorsa, süt anneye de; o toplumdaki maruf ölçüler içerisinde gerekenler temin edilerek, anlaşılarak, “sen bizim çocuğumuzu emzir” denilebilir.
“Vettegullâh” “ وَاتَّقُواْ اللّهَ ” “Allah’tan sakının, korkun, çekinin.”
Yani bunlar, Allah bir çocuğun, bir bebeğin, emzirilmesini dahi kitabına
almış, ayrıntılarına kadar düzenlemiş ise, bunu ciddiye alın. Bu konuda herhangi bir savsaklama yapmayın. “Ya işte, çocuk değil mi? Ne olacak işte, doğduysa büyür bir şekilde” değil. Allah bunun eğer ölçülerini koymuş, sınırlarını çizmiş ise, siz de bunu ciddiye alın. Bunlara riayet edin anlamında.
“Vağlemû” “وَاعْلَمُواْ ” “biliniz ki;” “ennallâhe bimâ tağmelûne basîr.” “أَنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ” “Allah yaptığınız her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.”
İşte Bakara suresinin 233. Ayeti neredeyse ayetin tamamı bir çocuğun, dünyaya gelen bir çocuğun, bir çocuğu koruma altına alıyor, o çocuk üzerinde ebeveynin üzerinde ne tür bir sorumlulukları olduğunu, bunları Allah emrediyor. Allah, dünyaya gelen o yavrunun daha ilk andan itibaren sütünü dahi düzenliyor. Koruma altına alıyor ve bunu anne babaya bir görev olarak yüklüyor, bunu yapın diyor, bu konuda en iyisini yapmaya, maruf ölçülerde en iyisini yapmaya teşvik ediyor, ama bundan dolayı her ikisine fazla sıkıntı da verilmemesi gerektiğini ayetlerden anlıyoruz. Her şeyi olması gereken ölçüde Rabbimiz düzenliyor.
Şimdi bu ayette, bir kavram var o da, “havleyni kâmileyni” “ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ” ifadesi. Yani iki yıl. Toplam iki yıl emzirme meselesi. Bu iki yıl emzirme ifadesinden hareketle bir takım hükümler tesbit edebiliyoruz. Kur’an’ı Kerim’in çeşitli ayetlerini de dikkate alarak.
Mesela Ahkaf suresinin 15. Ayeti. Yani 46. Surenin 15. Ayeti. Kur’an’ın 46. Suresinin 15. Ayeti. Orda da bir süreden bahsediyor Rabbimiz.
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا حَمَلَتْهُ أُمُّهُ كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًا وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا حَتَّى إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Ayet şöyle.
“Ve vessaynel insâne bivâlideyhi ıhsânâ” “وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا” “Yani biz insana ana babasına iyilik etmeyi emrettik” “hamelethu ummuhû kurhen” “حَمَلَتْهُ أُمُّهُ كُرْهًا”, “anası onu zorlukla taşıdı” “ve vedaathu kurhen” “ve bir sıkıntı içerisinde onu doğurdu, dünyaya getirdi” “وَوَضَعَتْهُ كُرْهًا” “Ve hamluhû ve fisâluhû selâsûne şehrâ” “ وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا” “onun hamileliği” “ve fisaluhu” “o anneden ayrılması otuz ay sürmektedir.”
Şimdi Bakara suresinin 233. Ayetinde yirmi dört aydan bahsediyor. “havleyni kâmileyni”. Bu surede de otuz aydan bahsediyor. Yani yirmi dört aya, altı ay daha ekleniyor. Ancak bir ifade, bir kelime fazlasıyla; o da, “ve hamluhu,” “onun hamileliği, “ ve fısaluhu” “ ondan ayrılması.”
Şimdi, eğer bu, “ve fısaluhu”, yani çocuğun anneden ayrılmasını, eğer çocuğun Bakara suresindeki 233. Ayete göre, iki yıl boyunca -yirmi dört ay boyunca- emzirme olarak düşünürsek, altı aylık bir süre hamilelik olarak gözüküyor Kur’an’ı Kerim’de.
O, “ve fısaluhu”yu 233. Ayette, Bakara 233. Ayetteki emzirme olarak çıkartırsak otuz ayın içerisinden, altı aylık bir süre kalıyor bu ayette. Ve bu altı aylık süre hamilelik sınırı olarak gözüküyor.
Peki bu nedir? Şimdi bu, genelde bizim fıkıh usulü eserlerimizde şuna yoruluyor. Şöyle bir yorum yapılıyor, deniliyor ki; “Bakara suresinin 233. Ayetindeki yirmi dört ay emzirme ise ve burada da emzirme ve “hamil” hamilelik otuz aysa, demek ki hamileliğin en az süresi altı aydır” diye bir istidlalde bulunuluyor. Peki bunun pratik değeri var mı? Yani bir çocuğun altı ayda dünyaya gelmesi veyahut bir kadının hamileliğinin asgari süresinin altı ay olmasının pratik bir değeri var mı? Bunu da şöyle yorumluyorlar. Diyorlar ki; “şayet bir kadın; bu çocuk şu adamdandır, deniliyorsa ve o kadın o adamla da altı ay evli ise, altı ay olmuşsa; tamam yani hamilelik için altı ay yeterli. Demek ki; bu çocuk bu adamın olabilir.” denilebilir, şeklinde bir istidlalde bulunuluyor. İstidlalde bulunuluyor fıkıh usulünde.
Ancak konunun diğer ilgili ayetleri okunduğunda bu altı aylık sürenin hamileliğin asgari sınırı değil de başka bir şeye tekabül ettiği görülmekte.
Efendim? ( Hakan Şahin konuşuyor söylediği anlaşılamadı) Yani belki ek olarak belki de bilmiyorum altı ay, altı ay yani olağan bir şey midir doğumda? Yani altı ayda doğan ve yaşayan var mı? Ve varsa bunlar mesela ne kadar çoktur? Onu bilmiyorum ama, bu altı aylık sürenin Kur’an’ı Kerim’in diğer ayetlerinden hareketle anne karnındaki ceninin, o canlının, son altı ay, doğumun son altı ayında bir insan olduğu, ona ruh üflendiği ve anneye son altı ay sıkıntı vermeye başladığı gözüküyor ayetlerde.
Çünkü mesela, yine Araf suresinin 189. Ayeti, bu konuda oldukça önümüzü açıcı bir ayet. Rabbimiz buyuruyor ki; “هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا فَلَمَّا تَغَشَّاهَا حَمَلَتْ حَمْلاً خَفِيفًا فَمَرَّتْ بِهِ فَلَمَّا أَثْقَلَت دَّعَوَا اللّهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ آتَيْتَنَا صَالِحاً لَّنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ”
“Huvellezî halegakum min nefsin vâhıdetin ve ceale minhâ zevcehâ liyeskune ileyhâ, felemmâ teğaşşâhâ hamelet hamlen hafîfen femerrat bih, felemmâ esgalet deavallâhe rabbehumâ lein âteytenâ sâlihal lenekûnenne mineş şâkirîn.”
“ İşte insanı bir nefisten yarattığı, ondan eşini yarattığı, “liyeskune ileyhâ” “ لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا” “aralarında sükunet bulsun diye,” “felemmâ” “فَلَمَّا” “yani o kadın ve erkek birleştiğinde kadın hamile kaldı,” “hamlen hafifen,” “حَمْلاً خَفِيفًا” hafifen “خَفِيفًا” ifadesi var. Yani “femerrat bih” “فَمَرَّتْ بِهِ” “ve bir süre böyle geçti, yani hamile kaldı ve bir süre hafif bir şekilde bu süreç devam etti” ve devamında, “felemmâ esgalet” “فَلَمَّا أَثْقَلَت” ifadesi “bu hamilelik ağırlaştığında,” yani artık “kürh” haline geldiğinde, bir önceki ayette okuduğumuz, ağırlaştığında bu defa iş değişti.
Dolayısıyla hamileliğin iki dönemi olduğu, bunun birinci döneminin hafif dönem, daha az sıkıntılı dönem olduğu; ama ikinci dönemin daha ağır ve meşakkatli bir dönem olduğunu söylüyor ve bunun da son altı ay olduğu. Niçin son altı ay? Çünkü artık o andan itibaren anne karnındaki o canlı, insan oluyor. İnsan oluyor.
İşte bir başka ayette yine Secde suresinin 9. Ayetinde; “ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ ” “Summe sevvâhu ve nefeha fîhi” Yani yukardan itibaren ayet önceki ayetlerde insan şundan yaratıldı, anne karnında şu aşamalardan geçti, ondan sonra, “Summe sevvâhu” “ثُمَّ سَوَّاهُ” başka bir şekle sokuyor, bir tesviye haline getiriyor, dengeye oturtuyor “ve nefeha fîhi” “ وَنَفَخَ فِيهِ” ve Rabbimiz ona ruhundan üflüyor.
Peki bu ne oluyor? “Ve ceale lekumus sem’a vel ebsâra vel ef’ideh” “وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ ” “İşte artık o işitiyor, duyabiliyor, algılıyor, hissediyor, bir insan oluyor. Çünkü ruh üfleniyor.”
İşte tüm bu ayetler hamileliğin son altı ayındaki o canlıya insan denildiğini ve asıl hamileliğin, anneye meşakkat veren, sıkıntı veren hamileliğin o altı ay olduğu, dolayısıyla ilk, ikinci okuduğumuz ayette “Ve hamluhû ve fisâluhû selâsûne şehrâ” “onun hamli ve sütten ayrılması toplam otuz ay sürer” ayetindeki o altı aylık dönem, hamileliğin asgari sınırının altı ay olmasından ziyade, yani hamileliğin meşakkatle meşakkatli olan kısmının son altı ay olduğu ve tüm bu sürecin toplam otuz ay olduğuna dair bir sonuç çıkartabiliriz.
Yazan: Serap Demir
Redaktör: Fikret Hekim