Elhamdü lillahi Rabbi’l-Alemin ve’l akibeti li’l-muttakin ve’s-salatü ve’s-selamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Biliyorsunuz, Bakara suresinin 23. ve 24. ayetlerini bugün okuyacağız. Surenin baş tarafında, müminlerin temel özellikleri ortaya kondu. Sonra kâfirler anlatıldı. Arkasından münafıklar anlatıldı. Sonra ulûhiyet denen yani Allah-u Teâlâ’nın tek ilah olduğu, ondan başka ilah olmadığı hususu üzerinde duruldu ayetlerde. Bugün de nübüvvet diye adlandırılan peygamberlik konusunun en önemli, ayırıcı vasfı olan kitap konusu üzerinde duruluyor.
2/23: “Ve in küntüm fı raybin mimma nezzelna ala abdina fe’tu bi suratim mim mislihi ved’u şühedaeküm min dunillahi in küntüm sadikıyn”
Burada Allah-u Teâlâ diyor ki;
“Ey insanlar! Kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz bu kitap hakkında şüpheniz varsa, onun surelerinden sadece bir tanesine denk bir sure getirin. Şühedanızı da çağırın. Haklıysanız bunu yaparsınız.”
Yani buna inanıyorsanız, gerçekten bu kitabın Allah’ın kitabı olmadığı iddianızda samimiyseniz bunu yaparsınız. Burada şühedanızı çağırın diye tercüme yaptık. Bunun sebebi şu:
Bendeki mealde nasıl açıklamış bakalım. Şüheda, Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın diyor. Bu biraz uzak bir mana.
Seninkinde ne yazılı? Şahitlerinizi de çağırın. Allah’tan gayrı şahitlerinizi de çağırın. Hangi şahit? Hangi olaya şahitlik edecek bunlar?
Diğer meallerde ne var? Farklı bir meal var mı? Allah dışındaki yardımcılarınızı…
Burada şehit kelimesinin çoğulu şüheda. Şehit demek, bir şeyi gözüyle gören, eliyle tutan ya da kendisi görülen ve kavranan şey demektir. Onun için şehit, uzman kişi manasına gelir. Öylesine uzman ki, meseleleri çok iyi biliyor. Mesela laboratuarda test etmiş. Sadece kitaptan okuduğu bilgiyle değil, o bilginin doğruluğunu test etmiş, o bilginin doğru olduğu kanaatine varmış kişi demektir. Sıradan bir uzman değil. Gözüyle bir olayı görüyor çünkü. Ben gördüm kardeşim, diyor. İnsanlar en çok böyle kişilerin bilgisine güvenir değil mi? Öyleyse şu denebilir; “Bilgisine çok güvendiğiniz kişileri de çağırın.” Fakat buradaki “min dunillahi” ifadesi bana şunu hatırlatıyor. “Dun” kelimesi bir şeyin aşağısında anlamına gelir. İnsanların tamamı, her zaman burada tekrarlıyoruz, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eder ama Allah’ı kendisinden uzak sayar. Mesela şu tavan gibi. Oraya ulaşmam imkânsız der ve araya bir aracı koyar. Aracı tanrılar da böyle ortaya çıkar. Bu aracıları kendilerinden yukarı ve Allah’tan aşağı görürler. O yüzden Allah ile aralarına bir yere koyar. Ama o aracıların kendilerini gördüklerini, duyduklarını da bilirler. Yani kendilerine şahit olan varlıklardır. Kendilerini görüp duyduklarını bildikleri için de her yerde araya yardımcı olarak onları koyarlar. Mesela Hıristiyanlar, İsa’nın sürekli kendileriyle ilişkide olduklarına inanırlar. Şimdi bir taraftan Tanrılık tarafı var, çünkü Allah’a yakın. Bir taraftan da insanları gözlemleme tarafı var. Kendileriyle ilişki içerisinde olduğunu düşünüyorlar. Öyleyse sizin tanrılık vasfı verdiğiniz bütün büyüklerinizi de çağırın. Bu konuda ne yapabilecekseniz yapın, bütün kutsal kişilerinizi de çağırın. Mesela falanca kişi ermiştir, derler. Siz onun ağzından çıkan laflara dikkat edin, o öyle sıradan konuşmaz, derler. Tanrılaştırır insanlar. Hepsini çağırın! Allah ile kendi aranıza koyduğunuz sizi gördüğünü, takip ettiğini kabul ettiğiniz varlıkları ya da bütün uzman kişileri çağırın! Çağırın da bunun dengini getirin! Buna denk tek bir şey getirin! 114 tane suresi var. Siz bir suresine denk bir şey yapın, getirin!
“İn küntüm sadıkiyn”
Eğer sadıksanız, iddianızda haklıysanız, gerçekten bunun Allah’ın kitabı olmadığı kanaatindeyseniz, bunu yaparsınız.
2/24: “Fe illem tef’alu”
Bunu yapamazsanız,
“ve len tef’alu”
Ki asla yapamazsınız
“fettekun naralleti vekudühen nasü vel hıcarah”
O zaman yakıtı insanlar ve taş olan o ateşten çekinin.
Önünüzde böyle bir ateş var. Çünkü doğru olduğuna kesin olarak inandığınız bir kitabı dışlıyorsunuz. Böyle bir kitap getiren kişinin Allah’ın elçisi olduğunu biliyor ve dışlıyorsunuz. Öyleyse bunun cezasını görürsünüz.
“üıddet lil kafirın.”
O cehennem kâfirler için hazırlanmıştır.
Allah elçiler gönderiyor değil mi? Elçi ne idi? Birinin sözünü diğerlerine ulaştıran kişi. Allah’ın gönderdiği elçi kimin sözünü ulaştırır? Allah’ın sözünü. Kime? Allah’ın kullarına. O zaman Allah’ın sözünü içeren şeyin adı ne olur? Allah’ın kitabı olur. Peki, Allah-u Teâlâ kaç tane kitap indirmiştir gökten? Dört tane mi diyorsunuz? Bütün peygamberlere Allah kitap göndermiştir. Enam suresi 90. ayete kadar olan kısmı okursanız, o sayfada görürsünüz. Allah’ın kitap vermediği hiçbir peygamber yok. Gelip ne anlatacak? “Ben Allah’ın elçisiyim.” “Hoş geldin. Ne buyuruyor Cenab-ı Hak?” “Valla bilmiyorum kitaba bakmam lazım.” “Hangi kitap kardeşim?”
Esas olan o kişinin elçiliğine inanmak ve o peygambere inanmak ve güvenmektir.
Musa peygamber (a.s.) Firavun’a geliyor ve diyor ki, ben Allah’ın sana gönderdiği elçiyim. Mesela, Firavun bir devlet başkanı. O günün Yunanistan’ından birisi gelseydi. Yunan hükümetinin sana gönderdiği elçiyim, deseydi. Firavun ne diyecekti? Elçi olduğunu bir göreyim, diyecekti. Mesela birisi geliyor Dışişleri Bakanlığı nezdinde diyor ki, ben falanca ülkenin elçisiyim. Göreve başlaması için önce güven mektubunu cumhurbaşkanına sunması. Ne demek güven mektubu? Sen gerçekten o ülkenin elçisisin. Onun belgesi gerekiyor. Aksi takdirde herkes çıkar der ki ben falanca ülkenin elçisiyim. Olur, mu öyle şey? İşte Firavun’a Musa (a.s.) geliyor, ben Allah’ın elçisiyim. Firavun ne yapar ona? Çok haklı olarak belge ister. Sen herhangi bir ülkenin değil, alışık olmadığımız bir şey, Allah’ın elçisi olarak geliyorsun. Allah’ın elçisinin sunacağı belge, herhangi bir kurum ya da kuruluş tarafından düzenlenemeyecek bir belge olmalı. Öyle bir belge ki yalnız Allah tarafından düzenlenir. O yüzden insanlar öyle bir belge düzenleyecek güçte olmadığından dolayı onun adına mucize deniyor.
Musa (a.s.) elini çıkarıyor, esmer bir insan olduğu halde bembeyaz bir el çıkıyor. Esmer bir insanın eli koltuk altına girip çıkmasıyla beyazlaşır mı? Tekrar koltuğunun altına koyuyor, eski haline geliyor. Elindeki değneği atıyor, yılana dönüşüyor. Biliyorsunuz, dokuz tane mucize gösteriyor. Musa (a.s.), Allah’ın elçisi olduğunu bütün açıklığıyla ispatlıyor.
Muhammed (s.a.v.) de Allah’ın elçisidir. Bugün Musa (a.s.) değneği ile ya da elini koltuğunun altına sokuyor çıkarıyor bembeyaz oluyor diye birisine anlatsak, bununla o kişi Musa (a.s.) Allah’ın peygamberi olduğuna inanabilir mi? Bugün değneği biz atsak yılana dönüşür mü? Topkapı Müzesinde duruyor. Yıllarca duruyor ama yılana falan dönüşmüyor. Onu Cenab-ı Hak dönüştürüyor. Belge olsun diye. Sıradan bir değnek.
İşte Muhammed’in (a.s.) peygamberlik belgesi de Kur’an-ı Kerim. Kur’an öyle bir belge ki mesajı taşıyor. Allah-u Teâlâ’nın bizden istediği şeyleri taşıyor. Öyle bir belge ki Allah’tan başkasının yapması mümkün değil. İşte bunu gördüğü zaman tamam, bu Allah’ın kitabıdır diyecek. Bundan sonra inanır veya inanmaz. Bir şeyin doğru olduğu kanaatine varmak başkadır. Ona inanmak başkadır. Çünkü inanmak güvenmeyi gerektirir. Hayatı ona göre değiştirmeyi gerektirir. Yoksa Musa (a.s.), Firavun’a dokuz tane mucize göstermişti. Allah-u Teâlâ bize bildiriyor. İsra suresi, 293. Sayfa 101. ayet. Diyor ki;
17/101: “Ve le kad ateyna musa tis’a ayatim beyyinat”
Bütün gerçekleri ortaya koyacak şekilde Musa’ya dokuz tane mucize verdik.
“fes’el benı israıl”
Sor İsrailoğullarına
” iz caehüm”
Musa onlara geldiği zaman ne olduğunu sor.
“fe kale lehu fir’avnü inni le ezunnüke ya musa meshura”
Firavun dedi ki: Musa, sen büyülenmişsin. Ben senin büyülendiğin kanaatindeyim.
Dokuz tane mucizeyi gördü, büyülendiğin kanaatindeyim, dedi. Suların kana dönüşmesi, çekirge baskını, kurbağa baskını, değneğin sihirbazların değneklerini yutması. Bütün bunları gördü ama Musa (a.s.) ne dedi?
17/102: “Kale le kad alimte”
Sen kesin olarak biliyorsun
“ma enzele haülai illa rabbüs semavati vel erd”
Bunları göklerin ve yerin sahibinden başkası indirmiş değil.
Niye böyle diyor? Çünkü Firavun’un da rabis-semavati ve’l arddan şüphesi yok ki… Desen ki göklerin ve yerin sahibi kim? Firavun da hiç düşünmeden Allah’tır diyecek. Çok iyi biliyorsun ki bu mucizeleri indiren göklerin ve yerin Rabbidir.
“Basair”
Yani bunlar basiret olsun diye indirilmiştir. Benim peygamber olduğumu anlaman için indirilmiştir. Yani senin kesin kanaate varman için indirilmiştir.
“ ve innı le ezunnüke ya fir’avnü mesbura”
Firavun! Benim de kesin kanaatim şu, sen kaybettin.
Sözün bittiği yerde ne olur? Kavga olur.
17/103: “ Fe erade ey yestefizzehüm minel ard”
Bunun arkasından Firavun onları oradan söküp atmak istedi.
O zamana kadar Musa (a.s.) diyordu ki, bırak gideyim. Bırakmıyordu. Ama söz bitince söyleyecek bir şey kalamayınca onları oradan çıkarmak istedi.
“fe ağraknahü ve mem meahu cemıa”
Biz de onu ve onunla birlikte olanların tamamının boğduk.
İşte burada da Kur’an-ı Kerim, Musa’nın (a.s.) mucizeleri gibidir. Kim Kur’an-ı Kerim’in manasını anlar ve kavrarsa çok iyi bilir ki, bu Allah’ın kitabıdır. Sıradan bir insanın kitabı değildir. Olamaz da. O zaman Firavun gibi kesin bir kanaate varır. İnanmıyorsa bir başka sebep vardır. Bile bile Cenab-ı Allah’a isyan eder ve Firavun gibi cezayı hak eder.
“Fe illem tef’alu ve len tef’alu”
Bunu yapamazsanız ki, hiç yapamayacaksınız.
Pek çok kimse uğraşsak biz de yaparız derler. Biraz çalışsam ben de Kuran’ın benzerini yazarım, derler. Buyur yaz. Hadi yaz da bir göreyim seni! Diyor ki, canım birisi bir şiir yazar, hiç kimse o yazdığı şiir gibi şiir yazamaz. Allah öyle demiyor. Aynısını demiyor, dengini getirin, diyor. Birisi bir şiir yazar aynı gruba giren şiirler içinde bir başkası daha güzeldir. Birisi bir şey yapar, öbürü daha iyisini yapar. Zaten medeniyet de o şekilde gelişir. Ama bütün insanlar bilir ki, bilim ve teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin hiç kimse Allah’ın yarattığı gibi yaratamaz. Herkes bilir. Nasıl insanlar Allah’ın yarattığı gibi yaratamazlarsa mesela peruk yapılıyor, görüntüsü normal saçtan daha güzel oluyor. Güzel de, normal saçtan bir tel aldığınızda o kişinin bütün kişiliğini, özelliklerini o telin içinde görüyorsunuz. O peruğun içinde ne görüyorsunuz? Sonra o saç yere döküldüğü zaman bir süre sonra toprağa karışıyor. Ama öbürü karışmıyor, çevre kirliliği yapıyor.
Enfal suresinin 31, 32 ve 33. Ayetlerinde;
8/31: “Ve iza tutlâ aleyhim âyâtunâ kâlû kad semi’nâ”
Onlara ayetlerimiz okunduğu zaman “Tamam tamam, dinledik, duyduk” derler.
“lev neşâu le kulnâ misle hâzâ”
Biraz çalışsak, biraz gayret göstersek, biz de bunun gibisini yazarız.
Öyle mi? Allah-u Teâlâ diyor ki; Kur’an gibisini yazmanızı istemiyorum. Kur’an’ın bir suresi gibisini yazın. Sadece biraz çalışarak değil, bütün uzmanlarınızı toplayın.
“in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn”
Bunlar geçmişlerin masalları derler. Yok, Firavun’u anlatacak, yok İsrailoğullarını anlatacak. Hep hikâye zaten. O hikâyelerden bir tane de sen yaz! Bu kadar basit mi?
8/32: “Ve iz kâlûllâhumme in kâne hâzâ huvel hakk”
Bir de şöyle diyorlar. Sanki kendileri haklıymış da Cenab-ı Hakk’a dua ediyorlar. Hani insanlar hayır dua edeceğine şer dua eder. Allah iyiliğimizi versin, Allah bize ikramda bulunsun diyeceğine, Allah belamı versin, der. Aynen bunun gibi bunlar da diyorlar ki, “Ya Rabbi eğer bu haksa, gerçekse… Bize inanmayı nasip et demesi lazım değil mi? Ama onlar ne diyor?
“fe emtir aleynâ hıcâreten mines semâ”
Eğer bu gerçekse gökten bize taş yağdır. O zaman sen ölüp gideceksin. Bunun gerçekliğinin sana ne faydası olacak?
“evi’tinâ bi azâbin elîm”
Ya da bize acıklı bir azap ver.
Yani biz bunun gerçek olduğuna inanmıyoruz, demeye çalışıyorlar.
8/33: “Ve mâ kânallâhu li yuazzibehum ve ente fîhim”
Onların içinde sen olduğun sürece Allah onlara azap edecek değil.
Demek ki biz de eğer bir toplulukta Allah’ın kitabını tebliğ ediyorsak Cenab-ı Hak o topluluğa tebliğ sırasında azap etmeyecektir.
“ve mâ kânallâhu muazzibehum ve hum yestagfirûn”
Ve onlar günahlarının bağışlanmasını istedikleri zaman da Allah onlara azap etmeyecektir.
İnsanları Allah’ın kitabına çağırdığımız zaman, sık sık dile getirdiğimiz bir şey var, Allah’ın iki kitabı vardır. Birisi Allah’ın yarattığı tüm varlıklar, birisi de Allah’ın indirdiği kitap. Allah’ın indirdiği kitap, ilk peygamberden son peygambere kadar aynı, değişmeden geliyor. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim dediğiniz zaman, Tevrat da İncil de bütün kitaplar da bunun içerisinde zaten var. Allah’ın yarattığı kitabın dengini kimse yapamayacağını biliyor. Dikkat ederseniz son zamanlarda genetiği değiştirilmiş bir takım gıdalar var. İnsanlar onları almak istemiyor. Hâlbuki onlar da toprakta yetişiyor. Herkes tabiisini arıyor. Herkes biliyor ki Allah’ın yarattığı mükemmeldir, en güzeldir. Bunu bilmeyen hiç kimse yok. Dünyanın neresinde, hangi şart altında yaşarsa yaşasın bilir ki hiç kimse Allah’ın yarattığı gibisini yaratamaz. Bunu bildikleri için, bu kitap gibi bir şey yap. Yapabiliyorsan tamam. Yapamıyorsan bil ki bu da kâinatı yaratan Allah’ın eseridir. O zaman bu kitabı ve getireni kabul etmen lazım. Bu kitabı getiren de Allah’ın elçisidir.
Daha önce anlatmıştım, hatırlıyorum ama yeni gelen cemaat için tekrar anlatayım. Bir grup işadamı ile ve başka kesimden insanlarla bir özel uçakla Orta Asya gezisi yapmıştık. Çok önceydi, Sovyetler Birliği daha yeni yıkılmıştı. Herkes büyük bir heyecanla gidiyordu. Kazakistan’da, Kazakistan Otelinde kalıyoruz. Almaata’da. Gece saat 11.00 sıralarıydı, otele geldim. Baktım ki birkaç İzmirli iş adamı koşa koşa geldiler. Hocam, biraz gelir misin, dediler. Dedim, ne var? Şurada bir delikanlı var, akşamdan beri dil döküyoruz, bir türlü ikna edemiyoruz. Sen bir gel. Gittim. Selamün aleyküm. Aleyküm selam. Dedi ki; ben Türk asıllı Almanım. Bu ne demek oluyor, dedim. Dedi ki annem, babam Türkiye’den Almanya’ya gitmiş, ben orada doğdum, büyüdüm. Çocukken, dedi anaokuluna gidiyorduk. Herkes bize müslüman diyordu. Fakat sonra baktım ki, arkadaşlarım oruç tutuyorlar, namaz kılıyorlar. Allah, peygamber inancından bahsediyorlar. Bizde öyle bir şey yok. Biraz aklım ermeye başlayınca ben Müslüman değilim, demeye başladım. Yok, sen Müslümansın sen Türk’sün demeye başladılar. Bu sizin dediklerinizin hiçbiri bizde yok. Bu defa Hıristiyanlar bunu Hıristiyanlığa çekmek için uğraşmışlar. Gel, en doğru din Hıristiyanlıktır. Yahudi arkadaşlarım vardı, diyor. En doğru din Yahudiliktir. Müslümanlar da beni hiç kimseye vermiyor. Ben de şaşkın vaziyetteyim. Kendi kendime dedim ki, Bu dinlerin hangisi doğruysa ona inanacağım. Çalıştım, para kazandım. Şimdi dolaşıyorum. Önce Vatikan’a gittim. Onlar diyorlar ki en doğru din bizimkidir ama hiç içime yatmadı. Oradan Kudüs’e gittim, onlarla da görüştüm. O da hiç içime yatmadı. Sonra gittim Hindistan, Tibet oraları dolaştım. O kadar çok din var ki hepsiyle görüştüm. Dedim ki Allah’a inanıyor musun? Elbette inanıyorum, dedi. Gittiğim her yerde inanıyorlar. Hindistan’da da inanıyorlar. İnanmayan yok ki, dedi. Dedim ki bak Muhammed (s.a.v.) Allah’ın peygamberidir. Geç onları dedi. Ben o masalları çok duydum, dedi. Onu siz iddia ediyorsunuz, dedi. Ben nereden bileceğim onun Allah’ın peygamberi olduğunu dedi. Dedim ki oğlum, Allahın peygamberi olduğunun belgesi var. Yok ya dedi. Nerede o belge görebilir miyim? Arkadaşıma söyledim, gitti odadan bir Kuran-ı Kerim getirdi. Dedim işte belgesi bu. Başında bir Fatiha suresi var, oku bakalım. Eğer bir insan tarafından yazılacağını düşünüyorsan, Allahın kitabı değildir. Ama bunu bir insan yazamaz diye düşünüyorsan, o zaman kararını sen verirsin. Okudum mealini. İlk ayetlerde Allah Allah dedi, ben şimdiye kadar hiç böyle bir söz duymamıştım, dedi. Tabi o arada bazı konuşmalar da oldu. Fatiha suresinin mealini baştan sona bitirdi. Sonra biraz daha konuştuk. Tabii epeyce vakit geçti. Gece saat 2.30da da hava alanına gitmemiz gerekiyor. Biraz çıkalım, dinlenelim, dedik. Aldım Kur’an-ı Kerim’i arkadaşla beraber çıktık odaya. Bir çay yaptırdık. Bazıları çay içerse uyuyamaz, biz çay içmezsek uyuyamayız. Biz çay içerken kapı vuruldu, o genç girdi içeri. Özür dilerim dedi. Siz de çok yorgunsunuz ama sizinle biraz daha oturabilir miyim, dedi. Buyurun, dedik. Dedi ki, şimdiye kadar sizin söylediğiniz gibi sözler hiç duymadım. Bu kitaptaki yazılan şey çok ilginç. Rica etsem o kitabı bana tekrar verir misiniz? Tekrar okuyabilir miyim, dedi. Al, dedik. Sonra bu kitap bende kalsa ne olur, dedi. Biraz daha oturdu ve gitti.
Şimdi son derece objektif ve evrensel şekilde insanları dine davet etmek lazım. Kardeşim sen Allahın kulusun. O konuda kimsenin itiraz ettiği yok. Herkes biliyor zaten. Bu da Allah’ın kitabı. Yok ya, diyor. Ben nereden bileyim. İşte buyur, oku! Ama kendi diliyle okuyacak, anlayacak, kavrayacak. İşte o zaman Allahın kitabı olduğunu anlar. Ondan sonra karar kendisine ait. İster inanır, ister inanmaz. Ama inanmadığı takdirde suçlu olduğunu da bilir. İçini kemirir, kemirir. Sonra bakarsınız ki ya inanmış, ya da iyice katılaşmış. Birkaç ayet daha okuyalım. İsra suresinin 88.ayeti:
17/88:” Kul
Şunu söyle onlara,
“ leinictemeatil insü vel cinnü ala ey ye’tu bi misli hazel kur’ani la ye’tune bi mislihı ve lev kane ba’duhüm li ba’dın zahıra
Onlara de ki, insanlar ve cinler bir araya gelse, cin dediğimiz bütün görünmez varlıklar, melekler de bunun içine girerler. Görünen görünmeyen bütün varlıklar bir araya gelse, bu Kur’an’ın bir dengini getirmek üzere bir araya gelseler, onun dengini getiremezler. İsterse sırt sırta vermiş olsunlar. Biri diğerine destek vermiş olsun, yapamazlar. Çünkü insanın gücünün üstündeki bir şeydir. Mesela insanlar bilgisayar fabrikası yapar, uçak fabrikası yapar ama insan bir buğday yapan fabrika yapabilir mi? Basit bir buğday. Onun yapılması için toprağa atacaksınız. Cenab-ı Hakk’ın koyduğu kanuna göre yaratılacak, o kadar. Bu hafife alınmazsa Allah insana alet yapma, geliştirme, medeniyet kurma yetkisi vermiştir ama ne yaparsanız yapın, ne kadar güçlü olursanız olun dünyanın bütün güçlerini birleştirseniz Allah’ın yarattığını yaratmanıza imkân yok. Bunu herkes bilir. Dolayısıyla Kuran-ı Kerim de o şekilde. Burada Müslümanların Kuran-ı Kerim’in farkına varmaları lazım. Buna bütün dünyanın çok büyük ihtiyacı var. Kâinat Allah’ın yarattığı kitap, Kuran-ı Kerim indirdiği kitap. Bu ikisi birbirinin tamamlayıcısıdır. Nasıl Allah’ın yarattığı bir saç telini insanlar yapamıyorsa Allah’ın indirdiği kitabın da herhangi bir suresini yapamazlar. O zaman şunu çok iyi bilmek gerekiyor ki birisi Allah’ın yazılı kitabı, birisi görsel kitabıdır. Elle tutulan kitaptır. Bu ikisini birleştirebilirseniz ki zaten kuran da hep onun üzerinde durur. İnsanları hep kesin bildikleri şeyden hareketle kendisine inanmaya çağırır. O zaman Kur’an tüm ilim dallarının elinden tutar. Tüm ilim dalları birer çocuk gibi Kuran-ı Kerim de onların babaları gibi hepsinin elinden tutar hiç birisi tökezlemeden, düşmeden ağzını burnunu yaralamadan yollarına devam ederler. Çok rahat bir şekilde gelişir ve büyürler. Bizim bu açıdan insanlara yaklaşmamız lazım. Karşı taraftan herhangi bir beklenti içinde olmadan işte kardeşim sen Allah’ın kulusun, bu da Allah2ın kitabıdır.
Geçenlerde haberlerde görmüştüm. Malezya’da bir şey olmuş, hatırlayanlarınız olur. Hıristiyanlar tanrı diyeceklermiş de, Allah demeyeceklermiş. Hatırladınız mı? Niye? Allah Müslümanlara aitmiş. Tanrı onlara aitmiş. Bu ne biçim mantıktır? Kur’an-ı Kerim’in neresinde böyle bir mantık var? Dünyanın neresinde kim varsa Allah öyle anlatıyor, hangi inanç mensubu olursa olsun, mesela Hıristiyanlar için ne diyor?
“Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kâfir oldular.”
Yani iki tane daha tanrı ortaya koyuyorlar ama o birincisine Allah diyorlar. Onun için burada kıskançlığa falan gerek yok. Allah yeryüzündeki bütün insanların Allah’ıdır. Bütün insanların inandığı bir şey. Asıl mesele şu: Bildiğiniz doğruları uyguladığınız zaman hangi noktada olursanız olun sonucunuz iyi gelir. Doğru yaptıysanız, dürüst davrandıysanız gideceğiniz yer cennettir. Çünkü Allah’tan başka tanrı iddia edenler yalan peşinde koşuyorlar. Kur’an-ı Kerim’i insanlara gösteriyorsunuz. Gerçeği anlıyor ama yalan peşinde koşuyor. Neden? Oradan bir takım menfaatler bir takım şeyler oluşturmaya çalışıyor.
Bu Kur’an’da her türlü örneği insanlara evire çevire verdik.
Onu aradığınız zaman buluyorsunuz gerçekten. Şurada bir cümle söylüyor, öbür tarafta örnekler veriyor.
“Ama insanların çoğu direnç gösteriyor.”
Sadece nankörlükte direnmiyor. Nankörlüğe sıra gelince herkes en önde yer alıyor ama dürüstlüğe sıra gelince insanlar direniyor. Peygambere (s.a.v.) şöyle demişler.
17/90: “Ve kâlû len nu’mine leke hattâ tefcure lenâ minel ardı yenbûâ”
Biz sana asla inanmayacağız Ya Muhammed! Yerden bizim için kaynak suları çıkarırsan başka. O zamana kadar inanmayacağız.
91: “Ev tekûne leke cennetun min nahîlin ve ineb”
Ya da senin hurma ve üzüm bahçelerin olur
“ in fe tufeccirel enhâre hılâlehâ tefcîrâ”
O istediğimiz nehirleri hurma ve üzüm bağları arasından akıtırsın.
92:“Ev tuskıtas semâe kemâ zeamte aleynâ kisefen”
Ya da bize ceza gelecek diyorsun ya, o zaman senin iddiana göre gökyüzünü parça parça üstümüze düşürürsün.
“ev te’tiye billâhi vel melâiketi kabîlâ”
Ya da Allah’ı, melekleri getirirsin karşımıza, oturur konuşuruz.
93: “Ev yekûne leke beytun min zuhrufin”
Ya da senin altından bir evin olur
“ev terkâ fîs semâ”
Ya da göğe çıkarsın.
Korkuyorlar da göğe çıkar diye…
“ve len nu’mine li rukıyyik”
Göğe çıkmana da inanmayız
“hattâ tunezzile aleynâ kitâben nakreuh”
Bizim okuyacağımız bir kitap getirmediğin sürece de sana inanmayız.
Gökten bir yazı getireceksin falan oğlu filan, Muhammed’e inan! Tamam, işte Kur’an gelmiş. Daha ne arıyorsunuz?
“kul subhâne rabbî”
De ki: Ben Rabbime kul olurum.
Allah’a kurban olurum deriz ya Türkçede.
“hel kuntu illâ beşeren resûlâ”
Ben de sizin gibi bir insan değimliyim? Ne oluyorsunuz? Beni Tanrı yerine mi koyuyorsunuz? Gerçeği anlıyorlar. İnanmamak için bin bir dereden su getiriyorlar. Burada diyor ki Allah-u Teala:
94: “Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ illâ en kâlû e beasallâhu beşeren resûlâ”
Bu insanların kendilerin elçi geldikten sonra inanmalarına engel olan tek şey kıskançlıktır.
Şeytanın yoldan çıkması da kıskançlıktan olmadı mı? Niye ben değil de o.
Son olarak Bakara suresinin 174.ayeti okuyor ve bu bölümü kapatıyoruz.
2/174: “ İnnellezıne yektümune ma enzelellahü minel kitabi”
Allah’ın bu kitaptan indirdiği şeyleri gizleyenler…
Bazı kimseler bazı ayetlerin okunmasını istemezler. Canım Kur’an-ı Kerimden şu kadar ayet okumasan ne olur? Diğerlerine uy, burası da kalsın bunu yapanlar…
“ve yeşterune bihı semenen kalılen”
Bunun karşısında da bir menfaat bekliyorlar.
Kalıcı olmayan tükenecek bir menfaat.
“ülaike ma ye’külune fı bütunihim illen nar”
Onlar içlerini, karınlarını sadece ateşle doldururlar.
“ve la yükellimühümüllahü yevmel kıyame”
Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak.
Neden? Çünkü gerçeği çok iyi kavradıktan sonra böyle yaptılar.
“ve la yüzekkıhim”
Allah onları arındırmayacak
“ ve lehüm azabün eliym”
Onlar için acıklı bir azap vardır.
2/175: “Ülaikellezıneşteravüd dalalete bil hüda”
Onlar kendilerine gelmiş olan kitabı bırakıyorlar, karşılığında sapıklığı satın alıyorlar…
“vel azabe bil mağfirah”
Allah’ın affını isteyeceklerine affı bırakıp Allah’ın azabını satın alıyorlar.
Karşılığı ne? Birazcık menfaat. Zaten Firavun’u da o hale getiren o olmuştu. O insanlara zulüm etmek ve üstünlüğü elden bırakmamak için öyle yapmıştı.
“ fe ma asberahüm alen nar”
Bunlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklı kimselermiş! Cehennem ateşine ne kadar dayanıklıymışlar!
176: “Zalike”
Bunun sebebi şu
“bi ennellahe nezzelel kitabe bil hakk”
Allah kitabı hak ile indirmiştir.
Bu kitapta olan her şey gerçeklerle örtüşür. Bu kitabın söylediği neyse gerçeklerle tartışmasız doğrudur. Yeter ki bu kitaba göre konuşasınız. Kitabı kendinize uydurarak değil siz kitaba uyarak. Kitabı kendinize uydurursanız siz de diğerleri gibi olursunuz.
Şimdi aklıma geldi mesela Darwinizm tartışmasında insan maymundan mı gelmiş, nereden gelmiş diye konuşuluyor. Allah-u Teâlâ insanı ana rahmindeyken kendisine ruh üfleninceye kadar diğer canlılardan bir canlı sayıyor. Hâlbuki görüntü yüzde yüz insan. Ruh üflenince görüntü değişiyor. Şimdi siz yüzde yüz insan görüntüsünde birisi olsa, Allah ona ruh üflemedikten sonra onun insan olma şansı yok. İnsanla maymun arasındaki fark görüntüden mi ibaret? Hiç maymunların medeniyet kurduğunu duydunuz mu? Maymunların yazdığı bir satır bilgi mi var yeryüzünde? Öyle bir şey söylüyor ki… Kur’an-ı Kerim. Bir televizyon programında ben bunu söylemiştim. Bazı gruplar Darwinizmden menfaatleniyorlar. Öylesine sinirleri kabardı ki, uğraştılar mailler gönderdiler. Niye? Çünkü yıllarca kurdukları bina bir üflemeyle çöktü gitti. Yok, efendim ara varlık var mıymış, yok muymuş? Gereksiz tartışmalar. Olsa ne yazar? Bilgisayar elektrikli bir alet. İçindeki program olmasa bilgisayar ne işe yarar, ne farkı kalır diğerlerinden? İnsanın ruhu da bilgisayardaki program gibidir.
Bugün nereye gidiyorsak karşı taraf, muhataplarımız rahatsız oluyorlar. Cevap vermek için çırpınıyorlar. Ama söylediğimiz sözler onları öylesine susturuyor ki ağızlarını açma şansları yok. Rusya, Avrupa’nın çeşitli şehirleri… İki gün önce gelen habere göre Paris’teki kişiler de biz de Süleymaniye Vakfı ile çalışmak istiyoruz diye haber göndermişler. Bunlar Müslüman değil, ateist. Ama onlara yaptığım konuşmada dedim ki, bütün insanlar Allah’a inanır ama bazıları inanmadığını iddia eder. Ağızlarını bile açamadı adamlar. Sonra onlardan iki tane zat ertesi gün soru sordu, sordu. Artık soracak soru kalmayınca en son sorusu, Allah ne zamana kadar tövbeyi kabul eder, dedi. Niye? Siz bir şey yapmıyorsunuz ki, o kişiyi onu yaratanın kitabıyla yüzleştiriyorsunuz. Aslında sizde herhangi bir güç yok. Siz diyorsunuz ki kardeşim ben bir şey bilmem. Sen Allah’ın kulusun, bu da Allahın kitabıdır. Siz bir araya gelin, kararı kendiniz verin. Bunu yapmak zorundayız.
Aynı ayetleri okuyalım ve dersimizi kapatalım:
2/23: “Ve in küntüm fı raybim mimma nezzelna ala abdina”
Kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz bu kitap hakkında şüpheniz varsa…
Eğer bir kimse inancını bu kitaba dayandırmazsa o kişinin eşhedü demesinin de bir anlamı olmaz. Kişinin kesin kanaati olacak, yani ben şahidim ki Muhammed Allah’ın elçisidir. Nereden biliyorsun? O Kazakistan’da soran delikanlı gibi. İzmirli işadamları yemin etmişler ki Muhammed (s.a.v.) Allah’ın peygamberi diye. İnanmamış. Kardeşim sen o zaman mı yaşadın, ben ne bileyim? Bana da dedi, Ben nereden bileceğim? Seni tebrik ederim, dedim. İbrahim a.s. da öyle yapmıştı. Araştıracaksın tabii. Bu insana diyorsun ki, inan! Kilise diyor ki, bunu akıl almaz ama Hıristiyanların inancını kilise korur. Siz düşünmeyin diyor, biz işi hallederiz. Müslümanlıkta öyle bir şey yok ki. Kimse senin inancını koruyamaz. Ya İnanırsın ya inanmazsın. Eşhedü diyorsan Muhammed’in (s.a.v.) peygamber olduğunu gözünle görmüş gibi bilmek zorundasın. Onun da tek yolu Allah’ın kitabını okuyup anlamaktır. Başka şekilde olmaz.
“Ve in küntüm fı raybim mimma nezzelna ala abdina”
Kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz bu kitap hakkında şüpheniz varsa
“fe’tu bi suratim mim mislihi”
Bunda 114 sure var ya, bir tanesinin dengini getirin.
“ved’u şühedaeküm min dunillah”
Allah’la kendi aranızdaki şahitlerinizi ve ne kadar uzmanınız varsa çağırın. Görünen görünmeyen bütün varlıklar hepsini getirin. Çünkü bu öyle bir kitap ki, hem ifade bakımından mükemmel hem anlam bakımından mükemmel.
“in küntüm sadikıyn”
Eğer iddianızda haklıysanız bunu yaparsınız.
Siz de çok iyi biliyorsunuz ki bu Allah’ın kitabı.
“Fe illem tef’alu”
Bunu yapmazsanız
“ ve len tef’alu”
Asla yapamayacaksınız.
“fettekun naralletı vekudühen nasü vel hıcarah”
O zaman bile bile yanlışın içerisine gireceksiniz. Bunun Allah’ın kitabı olduğunu anlayacaksınız ama inanmayacaksınız. O zaman başka maksadınız var.
Amerika’dan gelip doktora yapan bir hanım vardı. Ona Fatiha suresini okumuştum. Yıllar sonra New York’ta bir üniversitede İslam tarihi hocası olmuş. Gelmişti. New York eyalet kilisesi bir karar aldı. Oradaki bütün papazlara İslam dini ile ilgili üçer aylık seminerler düzenledi. Ben de o seminerde ders veriyorum, dedi. Ben de ne anlatıyorsunuz, dedim. Dedi ki, sadece Kur’an’ı anlatıyorum. Bakın bir Fatiha suresinden Kur’an’a yönelmiş. Bir teneke baldan bir parmak alsanız onun tadını anlamaz mısınız? Hepsini yemek gerekmez. Dedi ki sadece Kur’an anlatıyorum. İnanır mısınız, papazların tamamı üç dersten sonra Müslüman olmaya karar verdiler. Diyorlar ki demek ki bizim beklediğimiz peygamber gelmiş. Ama sonra başlıyorlar; biz bundan sonra ne iş yapacağız? Bunu kime anlatacağız? İnsanların karşısına nasıl çıkacağız? Bu defa ne yapıyorlar? Gerçeği anladıktan, inandıktan sonra kendi menfaatini düşünüyor. İşte bilmek ve inanmak arsındaki fark budur. İnandığın zaman ne pahasına olursa olsun yaparsın. Ondan dolayı Allah-u Teâlâ ne diyor bakın. Müslümanla kâfir arasındaki fark da o. Lütfen hepimiz kendimizi burada testten geçirelim, lütfen. Bu testte bakalım hangimiz sınıfta kalıyoruz, hangimiz geçiyoruz. Allah-u Teâlâ müslümanla kâfir arasındaki ayrımı nasıl yapıyor?
“Ellezine yestehibbunel hayated dünya alel ahirin”?
Firavun Musa aleyhiselamın peygamber olduğundan zerre kadar şüphe etmiyordu. Ama dünya hayatını ahirete tercih ettiği için kâfir olmuştu. Bakalım biz kendimizi gerçekten düşünelim. Benim hayatımda dünya mı birinci sırada, ahiret mi? Ahireti yok saydığı için değil. Şeytanı düşünün. Şeytan ahireti yok aydı mı? Beni kıyamet gününe, bunların yeniden dirilecekleri güne kadar yaşat demedi mi Cenabı Hakk’a? Neyi tercih ediyorsunuz? Dünya hayatını mı ahireti mi? Tercihiniz eğer ahiretse dünyayı reddedecek değilsiniz. Ahireti tabii ki bu dünyada kazanacaksın. Tercihin ahiretse tamam kardeşim, yolun doğru. Tercihin dünyaysa Allah’ın emirlerini bir şekilde sağından solundan kırpmaya başlarsın. Kendine uydurmaya çalışırsın. Sen ona uymak yerine onu kendine uydurmaya çalışırsın. O zaman da yoldan çıkarsın. Hepimiz bunu lütfen test edelim. Ayeti kerime ne diyor? Gerçekleri anlamak başkadır. Kabul etmek başkadır. Gerçekleri anlamayan hiç kimse yoktur. Ama kabul etmeyenler vardır. Buna çok dikkat edin.
Böylece dersimizin ikinci bölümü için biraz ara veriyoruz.