Bakara Sûresi (21-22) Ayetler
Elhamdü lillahi Rabbil âlemin, vel akibeti lil muttakin, vessalatü vesselamü ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bu akşamki dersimiz Bakara suresinin 21 ve 22. ayetleri. Bu akşam çok özel misafirlerimiz var. Hepsine hoş geldiniz, diyorum. Bir de Ali Rıza Demircan Hoca var. Tam karşıma salonun tam ortasına oturmuş. Bakalım, Allah kolaylık versin. Hoş geldiniz, Allah razı olsun.
2/21: “Ya eyyühen nasu’büdu rabbeküm”
Ey insanlar, Rabbinize kul olun.
Daha önce de birkaç kere üzerinde durmaya çalışmıştık. Rab kelimesi çok önemli, Rab, sahip demektir. Allah-u Teâlâ bizim sahibimizdir. Göklerin ve yerin de sahibidir. Hiç kimse, hiçbir mümin sahipsiz değildir. Hiçbir müminin arkası zayıf değildir. Yani kâfir de olsa, mümin de olsa sahipsiz değildir. Allah’ın Rabbimiz olduğunu bilmeyen yoktur. Kâfirlere de sorsanız göklerin ve yerin Rabbi kimdir? Senin Rabbin kimdir? Hepsine verilecek cevap Allah’tır. Madem senin sahibin O, O’nun vermediği hiçbir şeye sahip değilsin. Her şey onun, sen de onunsun, sahip olduğun her şey onun. Bir müddet önce yoktun, bir müddet sonra yine yok olacaksın. Sen yokken, cansızken sana hayat veren, seni öldürecek, sonra yine hayat verecektir. Her şeyini ona borçluysak, ona kul olman gerekir, ona ibadet etmen gerekir. İnsanlar bunu gayet iyi bilirler.
Herhangi birisi bir şey verirse en azından ona teşekkür edilir. Her şeyi verene de teşekkür etmek lazım. Bunun adı şükürdür. Sürekli her şeyini ona borçluysa ona karşı da borcunu bir şekilde eda etmen gerekir. İşte o borç daha önce de birkaç kere burada tekrarlamıştık, zihinlere iyice yerleşmesi için yine tekrarlayalım. Bir “din” kelimesi var, bir de “deyn” kelimesi var. İkisi de aynı kökten ve aynı anlamı taşıyor. Din, insanın Allah’a olan borcunu, deyn de insanın insanlara olan borcunu ifade ediyor. İnsanlara olan borç, birisine borçlu olduğu zaman ona karşı sesiniz çıkmaz değil mi? Ona karşı son derece nazik olmak durumunda kalırsınız. Allah’a karşı her şeyi borçlusunuz. Bu borcun kesim günü de yevmiddin’dir. Hesap günüdür. O borca karşılık bir takım şeyler yapmamız gerektiğini hepimiz çok iyi anlarız. Bunun için müslüman olmaya lüzum yok. Allah’ın verdiği akıla sahip olmak yeter. Onun için Allah-u Teâlâ diyor ki,
2/21: “Ya eyyühen nasu’büdu rabbekümüllezı halekaküm”
Sizi yaratmış olan Rabbinize kul olun.
İnsanlar başka Rabler de biliyorlar. Rab, efendi demektir. Mesela Firavun “ela Rabbikumul ala” derken, sizin en yüce efendiniz benim, demiş oldu ama mesela o Firavun’un etrafında bulunan insanlar o bölgenin en yetkili kişinin o olduğunu biliyorlar da sizi Firavun mu yarattı, başkası mı yarattı dersen, olur mu Allah yarattı derler. Firavun’a da sorsan, seni kim yarattı diye, o da Allah der. Onun için Allah-u Teâlâ diyor ki;
Sizi yaratan Rabbınıza kul olun.
“vellezıne min kabliküm”
Sizden öncekileri de yarattı.
İnsanlar hep geleneğe takılıp kalırlar. Doğruları ne kadar gözlerinin içine soksanız da gelenekten vazgeçemezler. Çok enteresan bir şey.
Bir gün bir arkadaşımız bir yere gitmiş, biraz tartışma yapmış. Orada demişler ki Abdülaziz Hoca şu kişiye sataşmaktan vazgeçsin, vakfının bütün masrafları bize ait. Kardeşim bizim hangi kişiye sataştığımızı gördünüz? Cenab-ı Hakk’ın emirleri ortada. O emirlere aykırı davranan kim olursa olsun, bizim yaptığımız sadece bir teşhisten ibarettir. İşte Allah’ın ayetleri, işte insanların davranışları. Yoksa hükmü verecek olan biz değiliz. Hükmü Cenab-ı Hak verecek. Falanca adam mümin mi kâfir mi bizim o konuda hüküm verme şansımız olamaz. O Cenab_ı Hakk’a ait bir hükümdür, o bizi hiç ilgilendirmez. Zaten Allah-u Teâlâ peygamberlere de aynı şeyi söylüyor.
42/48: “ve ma aleyke illel belağ”
Sana düşen sadece tebliğdir, buyuruyor.
Durumu anlatır, geçersin.
“vellezıne min kabliküm lealleküm tettekun”
“Ya eyyühennasü abüdü Rabbüküm”
Ey insanlar, sizin Rabbinize kul olun, başkasına değil.
Ama hangi Rab?
“ellezi halakaküm”
Sizi yaratmış olan Rab.
“vellezıne min kabliküm”
Sizden öncekileri de yaratmış olan Rab.
Bunu zaten hepiniz biliyorsunuz. Bunun kim olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Bilmeyen yok yeryüzünde.
“lealleküm tettekun”
Belki böylece kendinizi korursunuz, korunursunuz, çekinirsiniz bir takım yanlışlardan.
Korunma son derece önemli. Daha önce okumuştuk Bakara 6 ve 7. ayetlerde
“Hatemallahu ala kulubihim ve ala sem’ihim ve ala ebsarihim ğişaveh”
Allah onların kalplerine mühür basar, kulaklarında, gözlerinde perde vardır.
Bu meseleyi bir gömlekle anlatmıştık. Bir gömlek giyiniyorsunuz. Her gün yıkamanız lazım. Her gün olmasa da sık sık temizlemeniz lazım. Elinizi ayağınızı her gün yıkıyorsunuz. Günde beş kere abdest alıyorsunuz. Niye abdest alıyoruz? Allah-u Teâlâ diyor ki:
5/6: “mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min harac”
Allah size zorluk vermek istemez.
“ve lâkin yurîdu li yutahhirekum”
Ama temiz olmanızı istiyor.
Eliniz, ayağınız, yüzünüz temiz olsun. İnsanların karşısına temiz çık. Gömleğinizi temiz giyiniyorsunuz. Haftada bir kere mutlaka yıkanma tavsiye ediliyor peygamberimiz (sav) tarafından. Nasıl vücudumuzu, elimizi, yüzümüzü temizliyorsak ruhumuzu da temizlemek zorundayız. İşte burada diyor ki Allah-u Teâlâ
“Rabbinize kul olun ki, kendinizi korumuş olasınız.”
Aksi takdirde birtakım kapların kirlenmesi gibi mesela burada tertemiz bir bardak var. Bu bardakla ben su içeceğim. Sonra bırakacağım, yıkanacak, tekrar su konacak. Yıkanmazsa ben böyle tuttuğum zaman siz bir sürü izler görecektiniz üzerinde değil mi? Ondan sonra su içmek istemeyecektiniz.
Kalplerde oluşan pas, kir de odur. İnsanlar da aynen eşya gibi kendi manevi vücutlarını sık sık temizlemezlerse kirlenir. O kir bir müddet sonra vücudu kaplar. Onun için günde beş vakit namaz kılıyoruz. Senede bir ay oruç tutuyoruz. Kur’an okuyoruz, birçok şeyler yapıyoruz ki temizlenmiş olalım. İşte Allah-u Teâlâ burada da diyor ki,
Kendinizi korumak için yalnız Rabbinize kul olun.
Çok sıkça tekrarladığımız şeylerden birisi biliyorsunuz, yeryüzünde Cenab-ı Hakk’ın varlığını ve birliğini bilmeyen bir tek insan yoktur. Bunun için de hiçbir peygamber Allah’ın varlığını ispatla meşgul olmamıştır. Hiçbir insanın buna ihtiyacı yok. Peki, herkes Allah’ın varlığını ve birliğini biliyorsa herkes mümin mi? Hayır. Bazıları Cenab-ı Hakk’ı ikinci plana bırakıyor. Başka şeyleri öne alıyor. Başka şeyleri öne aldığı zaman, onun kulu oluyor. Onun kulu olduğu zaman hürriyetini kaybediyor. Çünkü o senden her şeyi alıyor ama sana hiçbir şey veremiyor. Senin kişiliğini de alıyor, hürriyetini de alıyor, her şeyini alıyor ama sana hiçbir şey veremiyor. Onu bir kenara iter, Allah’ı birinci sıraya alır, yalnız ona kul olursan o zaten sahip olduğun her şeyi veren, bundan sonra ihtiyacın olan her şeyi de verecek olandır. Onun verdiği binse senden aldığı bir ibadet. O ibadet de senin kişiliğini geliştiriyor. Seni temizliyor, seni daha da iyi bir konuma getiriyor. O zaman ne oluyorsun? Yalnız Allah’a kul olduğun zaman dünyanın en hür insanı oluyorsun. Zaten peygamberlerin asıl mücadelesi hürriyet mücadelesi diye özetlenebilir. Allah’tan başkasına kul olmamak, hürriyetin ulaşılabilecek en üst noktasıdır. Ondan daha ilerisi olmaz. Her şeyini borçlu olduğun zata kul oluyorsun. Zaten bütün varlıklar da her şeyini O’na borçlu.
2/22: “Ellezı ceale lekümül erda firaşe”
O Allah, bu yeryüzünü sizin ayağınıza sermiştir.
Çok uygun şartlar içinde yürüyebiliyorsunuz, orada birçok şeyler yapabiliyorsunuz.
“ves semae binaen”
Gökyüzünü de bir bina gibi yapmış.
Yedi katlı bir bina gibi gökyüzünde yükseliyor.
“ ve enzele mines semai maen”
Ve gökten de size bir su indirmiştir.
“fe ahrece bihı mines semerati rizkal leküm”
O su sebebiyle ürünlerden sizin için bir rızık çıkarmıştır.
Yediğimiz, içtiğimiz şeylere bakın. Tamamı gökten inen suyun ürünüdür. Başka bir şey yok.
“fe la tec’alu lillahi endaden”
Öyleyse Cenab-ı Hak için endad oluşturmayın.
“ve entüm ta’lemun”
Siz bunu bilirsiniz.
Bile bile bunu yapmayın.
Endad ne demek? İlk Arapça lügatlerden El Ayn var. Orada şöyle anlatmış. Endad; bir şeyin misli olan, benzeri olan, işlerinde ona karşı çıkabilecek olan. Allah’a benzer varlıklar oluşturmayın.
Cenab-ı Hakk’ın insanlara verdiği bir takım özellikler var. Burada buna çok dikkat etmek lazım. Mesela Allah-u Teâlâ’nın subuti sıfatları var. Bir de zati sıfatları var. Mesela Cenab-ı Hak, Hayy’dır, yani diridir. Ben de diriyim. Allah-u Teâlâ ilim sahibidir, ben de bir takım şeyler biliyorum. Allah-u Teâlâ işitir, ben de işitiyorum. Allah-u Teâlâ görür, ben de görürüm. Allah-u Teâlâ’nın iradesi vardır, benim de iradem vardır. Allah-u Teâlâ konuşuyor, ben de konuşuyorum. Allah-u Teâlâ yaratır, benim de yaptığım bazı şeyler vardır. Fakat yeryüzünde her insan bilir ki kendi bilgisi, kendi görmesi, kendi işitmesi, kendi yaptıkları bunlar Cenab-ı Hakk’ın yanında sıfır kalır. Bir de zaten Allah’ın verdikleriyle yapar.
Ben burada belli sınırlar dâhilinde belli şartlar içinde görebilirim ama Cenab-ı Hak benim görme imkânım olmayan ne kadar detay varsa hepsini gayet açık şekilde görür. Ben bu duvarların dışını göremem, Cenab-ı Hak bırakın duvarların dışını göklerde, yerde, o ikisinin arasında ne varsa hepsini çok detaylı olarak görür. Allah-u Teâlâ’nın diriliği ile benimki hiçbir zaman kıyas kabul etmez. Ama şimdi tutar da birisine Cenab-ı Hakk’ın görmesi gibi görme özelliği verirseniz mesela şimdi bizi görüyor. Kim? Falanca. Nerede o? Filan şehirde oturuyor. Orada oturan kişi burayı nasıl görüyor, naklen yayın mı var? Sen bilmezsin, o görüyor. Bu nasıl oluyor? O görme sadece Allah’a mahsus olan görmedir. O bizi işitiyor. Kim? Ölmüş olan bilmem kim. Nasıl işitiyor? Sen yaşayanlara işittiremiyorsun. Sen ona ölü deme, diyor. Nasıl ölü demeyeyim? Ölmüş gitmiş olana ölü denmez mi?
İşte diyor ki Cenab-ı Hak;
“fe la tec’alu lillahi endaden ve entüm ta’lemun”
Siz bunu gayet iyi bilirsiniz.
Bilirsiniz ki böyle bir şey olmaz. Hiçbirinizin de aklına yatmaz ama yine de kendinizi buna zorlayarak inandırırsınız. Sonra da Allah’tan önce bir takım varlıklara kul olmaya başlarsınız. Aslında o varlıklar adına birçok insanlar, sizin inancınızı kullanarak dindarlığınızı kullanarak sizi kendine kul eder. O zaman da hürriyetinizi büsbütün kaybeder başkasının kulu olursunuz. İşte Allah-u Teâlâ diyor ki, siz bunu gayet iyi bilirsiniz, çalıştırın kafanızı.
Medine-i Münevvere’de, bizim hacılarla sohbet ediyorduk. Hacı hanımlardan birisi demiş ki ben de tam bu konulardan bahsediyordum. Hoca, Allah’tan başka hiç kimse bu şeyleri bilmez diyor ama ben biliyorum ki benim şeyhim bir gece yatakta kaç kere sağa sola döndüğümü bilir. Senin kocan bilmiyor, şeyhin nereden bilecek? Şeyh kadının yatak odasında ne arıyor? Sonra buraya dönünce şeyhine gittim. Ben gayet saf olarak onun böyle söyleyebileceğine imkân vermiyorum. Dedim ki, bakın siz sohbetlerinizde herhalde her şeyi tam açıklamıyorsunuz, sizin müritleriniz meseleyi yanlış anlıyor. Bakın bir bayan mürideniz Medine-i Münevvere’de aynen şunu söyledi. Şeyh birden bire sertleşti, dedi ki, Allah bildirirse bilemez mi, dedi. Dedim ki senin kadının yatak odasında ne işin var? Nereden bildiriyormuş Cenab-ı Hak? Bu şimdi kendisinde Allah’a ait bir özellik görmüyor mu? Kendisi çok iyi bilmiyor mu ki kendisinde öyle bir özellik yok. Ama ne olacak, kendisini ilah olarak takdim etmek için böyle söylemesi lazım. Ya da birilerinin söylemesi lazım. Ne kadar ayet okuduysam da baktım dinlemeye hiç niyeti yok.
İsra suresinin 42, 43 ve 44.ayetlerini açalım. 17. Sure.
Bir varlığı Cenab-ı Hakk’a benzer kıldığınız zaman onu ilah yapmış oluyorsunuz. Şeyh efendi benim kaç kere sağa sola döndüğümü biliyorsa artık ona kul oluyorum, Cenab-ı Hakk’a kulluk ikinci plana atılıyor. İşte burada Cenab-ı Hak diyor ki, bu ilahlaştırmaktır, tanrılaştırmaktır.
17/42: “ Kul lev kane meahu alihetün kema yekulune”
Bunların dediği gibi Allah’la beraber başka ilahlar olsaydı,
Yani Allah’a benzer özellikleri olanlar olsaydı,
“ izel lebteğav ila zil arşi sebıla”
Elbette diyor o zaman, o arşın sahibine hâkim olacak bir yol ararlardı.
Cenab-ı Hakk’u alt edip onun yerine geçmek isterlerdi.
İhtilal yapmaya çalışırlardı.
43: “Sübhanehu ve teala amma yekulune ulüvven kebıra”
Cenab-ı Hak böyle şeylerden uzaktır.
Onların söylediklerinden pek yüce, pek uzaktır.
Yedi gök yer ve bunların içinde olanların tamamı Allah’a içtenlikle, samimiyetle boyun eğer.
“ve im min şey’in illa yüsebbihu bi hamdihı”
Hamdi sebebiyle ona boyun eğmeyen hiçbir şey yoktur.
Allah her şeyi güzel yapar, o güzel yaptığı için ona boyun eğmeyen hiçbir şey yoktur.
Ona boyun eğenler zorla değil isteyerek, gönüllü boyun eğerler, bütün varlıklar.
“ ve lakil la tefkahune tesbıhahüm”
Ama siz onların boyun eğmelerini görürsünüz. Bakarsınız ki insandan başka Allah’a isyan eden bir varlık yok. Allah’a isyan eden insan bile hayatının en az yüzde doksanını Allah’a itaatle geçirir. Aksi takdirde yaşayamaz ki. Hayatını sürdüremez. Allah’ın koyduğu kanunlara uymak zorunda. Ben yemek yemiyorum desin bakalım yapabiliyorsa. Ben terli terli dışarı çıkabilirim, bana soğuk tesir etmez diyebiliyor mu?
“ve lakil la tefkahune tesbıhahüm”
Ama siz onların bu tesbihlerini anlayamazsınız.
Boyun eğdiklerini görürsünüz de gönüllü kısmını anlayamazsınız. Gönüllü boyun eğmeyi anlayamazsınız. Hani Cenab-ı Hak yere ve göğe emretmiş ya,
“litiya tavan erkaha”
“İster gönüllü, ister gönülsüz emrime gelin!” dedi.
İstemeseler de Cenab-ı Hakk’a boyun eğeceklerdi insan dışındaki varlıklar. Ama onlar ne dedi?
“kaleta eteyna tayi’in”
Biz isteyerek sana boyun eğdik, Ya Rabbi!
İşte bu isteyerek kısmını anlayamazsınız.
“innehu kane halimen ğafura”
Bütün kâinat Allah’a boyun eğdiği halde insanların Cenab-ı Hakk’a benzer varlıklar hayal edip Allah’tan önce ona kulluk etmelerini bile Cenab-ı Hak hazmeder bu dünyada. Halim’dir. Ve eğer tövbe ederlerse önceki günahlarını görmez, affolunur. Örter üstünü. İnsan ne kadar suç işlerse işlesin o vücudun son kullanma tarihine kadar vücudunu Allah’a yönlendirebilir. Tamamen ümit kesildiği andan itibaren yapılacak tövbeler artık kabul edilmez.
Bu konularda o kadar çok hatıramız var ki…
Şaradi diye meşhur bir alim vardır. Onun “Tabakat”ı vardır. Tabakat’ında veli olmanın yirmi tane şartını saymış. Yok, veli değil kutup olmanın. Öyle terimler uydurmuşlar ki, veli, kutup, aktat, evtad, revasi, ebdal… Uydur uydur söyle, ne olacak? Yalnız tabi hesabını vermek çok ağır. Diyor ki, kutup olmanın 20 tane şartı vardır diyor Şaradi, Tabakat’ında. Onlardan üç tanesini sayıyor. Yirmi taneden üç tanesi aklımda kalmış. Diyor ki, evvelin ve ahirin hâkimi olmak. Evvelin yani tüm geçmişin hâkimi oluyor, ahirin hâkimi olmak da kıyamete kadar. Sıkı durun, bakın üçüncüsü ne, haşa, haşa..
Evveli ve ahiri olmayanın hâkimi olmak. Cenab-ı Hakk’a benzerlikten öteye Allah’ın üzerinde hâkimiyet kuruyor. Bunu neşreden yayınevinin adını söylesem hepiniz dersiniz ki onlar yapmaz. Ama söylemeyeceğim. Çünkü gittim, kendileriyle görüştüm. Onların şeyhiyle de beş buçuk saat oturdum, konuştum. Bu ne biçim şeydir, dedim. Hocam, bunları mecaz sayalım, dedi. Ne demek mecaz, dedim, Tevil edilebilir, dedi. Nasıl tevil edilecek, inançta tevil olmaz, dedim. Eğer tevil derseniz, başka taraflara çekmek anlamında baba ve oğul kelimelerinden daha iyi tevil vasıtası bulamazsınız. Allah’a baba diyorlar, şefkattendir dersiniz. Zaten öyle diyorlar. İsa’ya oğul diyorlar, ya sevgidendir dersin. Ama Cenab-ı Hak Hıristiyanlar İsa’ya (as) Allah’ın oğlu dediği için ne yapıyor? Kâfir sayıyor değil mi? Bu işin tevili olur mu? Peki, Hıristiyanlar aynı şeyi söylemiyor mu? Diyorlar ki İsa vasıtasıyla Allah’a ulaşmak isteyenleri kurtarmaya İsa’nın gücü yeter, diyorlar. Yani İsa kendi vasıtasıyla, kendisini aracı koyarak Allah’a ulaşmak isteyenleri kurtarmaya gücü yetermiş. Kendisini araya koydular mı o kurtarıyormuş. Kimden kurtarıyor? Gücü yeter ne demek? Allah’tan daha güçlü demek.
Müslümanlar ne diyor? Yetiş ya Muhammed! Diye bağıranlar Müslümanlar değiller mi? Kimden imdat diye korkup da kime sığınıyorsun? Bir düşünsene… Onun için din sahası son derece hassas bir sahadır. Bu sahada aklı çok çok iyi kullanmak zorundayız. İbadet son derece mühim ama Allah’tan başkasına ibadet etmemek esas olan. İnsanların tamamı dindardır. Onun için Cenab-ı Hak bizden sıradan bir dindarlık istemiyor. Allah’ın dininin dindarı olmamızı istiyor. Yalnız Allah’a kul olmamızı istiyor. Hristiyanlar ibadeti terk ettikleri için mi sapıttılar? Hatta yeni ibadet şekilleri çıkardılar. Manastırlar oluşturdular, tüm ömürlerini orada geçiriyorlar. Dışarıdan gelecek yiyecekleri de yemiyorlar, haram karışmasın diye. Orada kendileri ekip biçiyorlar, kendileri dikiyorlar. İsa’ya Allah’ın oğlu, Allah’la kendi aralarında vasıta olarak yer verdikleri an her şey bitiyor.
Prof. Mehmet Çelik arkadaşımız bizim vakıfta birkaç sene evvel bir sohbet yapmıştı. O Mardin’deki manastırın adı neydi? Deylüzzaferan. Orada biraz kalmış doktorası için. Diyor ki altı yaşındayken oraya verilmiş atmış küsur yaşına kadar kalmış. O kadar zaman içinde iki kere Mardin’e gitmiş bir adamdan bahsediyor. İki kere Mardin’e gitmiş, o da hastalanmış da tedavi için. Onun dışındaki bütün vaktini orada geçirmiş. İbadetle geçiriyor ama İsa’ya Allah’ın oğlu, diyor. İsa’ya tanrı diyor. Onun vasıtasıyla Allah’a ulaşacağına inanıyor. Bütün o Hıristiyanların yanlış inançlarının hepsini kabul ediyor. O zaman ne oldu? Onun için mutlaka aklımızı kullanmak zorundayız. Fakat çok ilginç, insanlar başka sahalarda akıllarını sonuna kadar kullanıyorlar. İlişkilerinde, ticaretlerinde her konuda. Ama dine sıra geldiği zaman buna bizim aklımız ermez deniyor. Nasıl oluyor? Kendilerini koyun gibi kabul ediyorlar. Kardeşim, sen koyun değilsin. Sen insansın. Allah-u Teâlâ Yunus suresi 100.ayette;
10/100: “Ve ma kane li nefsin en tü’mine illa bi iznillah ve yec’alür ricse alellezıne la ya’kılun”
Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üstüne yığar, diyor.
Allah-u Teâlâ bu konuda hep insanların aklına hitap ediyor. Mesela sürekli diyor ki, elinizde belge var mı, getirin. Hiçbirinin elinde belge yok. Tek dayanakları biz kalktık, böyle gördük. Şimdiye kadar gelen herkes yanlış da siz mi doğrusunuz? Böyle savunma olur mu? Ya öbürlerinin hepsi yanlışsa… Allah seni, sana verdiği imkânlardan imtihan edecektir. Her birimizin hayatı bizim açımızdan dünya hayatının tamamıdır. Biz bundan öncesini yaşama şansına sahip değildik. Öldükten sonrasını da yaşamayacağız. Dünyanın başı ne zaman başlar? Doğduğum gün başlar. Dünya hayatı ne zaman biter? Öldüğüm gün biter. Onun dışındakinden ben sorumlu değilim. Benim için dünya hayatı budur. Öyleyse hesabı da ben Cenab-ı Hakk’a vereceğime göre bu konuda son derece dikkatli olmam, aklımı sonuna kadar kullanmam lazım. Hakikaten yanlış din anlayışı insanları o kadar kötü noktalara götürüyor ki, bakıyorsunuz ki bütün emekler gitmiş, mal gitmiş, mülk gitmiş, her şey gitmiş. Sonucunda hiç bir şey yok!
Enbiya suresinin 21.sure, 19.ayetinden itibaren okuyalım burada. Diyor ki Allah-u Teâlâ burada:
21/19: “Ve lehu men fîs semâvâti vel ard”
Göklerde ve yerde kim varsa “men” akıllı varlıklar, hepsi Allah’ındır.
“ ve men indehu”
Allah katında olanlar,
“lâ yestekbirûne an ıbâdetihî”
Allah’a kul olma konusunda kendilerini öyle büyük görmezler.
Kendilerini büyük görmeden doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’a kul olurlar.
“ve lâ yestahsirûn”
Bunun hasretini de çekmezler, bundan dolayı sıkıntıya da girmezler.
Keşke yapmasaydık da demezler.
21/20: “Yusebbihûnel leyle ven nehâre lâ yefturûn”
Gece ve gündüz içten gelerek Allah-u Teâlâ’ya boyun eğerler, hiç de ara vermezler.
21/21: “Emittehazu âliheten minel ardı hum yunşirûn”
Bunlar yeryüzünde yaşayanlardan ilâhlar mı edindiler? Onlar mı bu insanları yeniden diriltecek?
21/22: “Lev kâne fîhimâ âlihetun illâllâhu le fesedetâ”
Göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı elbette ki gök ve yer fesada uğrardı.
Bakın, en büyük fesat ne? Bir yıldır Türkiye’nin gündemini meşgul eden bir olay var. İhtilal yapacaklar. Darbe yapacaklar, hükümeti alaşağı edecekler. İnsanların hayatı bundan ibarettir zaten. Öteden beri böyle değil midir bu? Senin olmasın, benim olsun mücadelesi. Ama bu mücadele fesadı doğurur. Ama bu mücadele Allah-u Teâlâ’nın koyduğu kurallara göre yapılırsa ilmi gelişmeyi doğurur. Cenab-ı Hakk’a karşı ikinci bir ilah olursa o zaman onu alt etmek ister o ikinci ilah. Cenab-ı Hak da onu alt etmek ister hâşâ. O zaman bir fesat çıkar yeryüzünde.
“fe subhânallâhi rabbil arşi ammâ yasıfûn”
Arşın sahibi olan Allah-u Teâlâ, onların nitelemelerinden uzaktır.
Bir de şu var. Şurası çok kesin gerçekten, hepiniz kendi tecrübelerinizle bilirsiniz. Hiç kimse kendisini müşrik saymıyor. Hiç kimse! Ne Mekkeli müşrikler kendilerini müşrik sayardı, ne bugünkü Hıristiyanlar, Yahudiler kendilerini müşrik sayıyor. Hepsi diyor ki biz tevhit ehliyiz. Müslümanlar da öyle diyor. Ondan sonra bazı ayetleri okuduğunuz zaman, müşrikler için inmiş ayeti bana niye okuyorsun, diyor. Kardeşim, eğer bu ayet seni anlatıyorsa, düşünmen lazım.
Bazı şeyler var, tam anlamıyla şeytanı taklit etmek bunların yaptığı. Düşünün, Allah-u Teâlâ şeytana emir veriyor. Âdem’e secde edeceksin, diyor. Diyor ki,
17/61: “e escudu li men halakte tînen”
Yarattığın çamur o, ben ona secde eder miyim?
Çamurdan yaratılmış ya.
17/62: “e raeyteke”
Sen kendine baktın mı, diyor.
“hâzellezî kerremte aleyye”
Onu mu sen bana üstün tutuyorsun?
“le in ahharteni ilâ yevmil kıyâmeti le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ”
Beni hele bir kıyamete kadar yaşat, göreceksin onun soyunun çoğunu kendime bağlayacağım, az bir kısmı hariç.
Bu ne cesarettir! Şeytan bilmiyor mu? Allah’a beni sen yarattın diyor mu şeytan? Yeryüzünde kâfir ve müşriklerden hangisi beni Allah yaratmadı diyor? Hiçbirisi demiyor. Kıyamet gününe kadar beni yaşatırsan, diyor. Kıyamet gününü de biliyor mu? Birçokları da kıyameti biliyor. Ben bunun soyunun çoğunu kendime bağlarım, diyor. Demek ki o konuda da bayağı bilgisi var. Çünkü Cenab-ı Hakk bu bilgileri meleklere verirken bunların dinlemesine herhangi bir mani yoktu. Cin suresinde belirtildiği gibi. Sonradan bunlar kovuldular. Bütün bunlara rağmen her şey Allah’ın elinde, nasıl oluyor da baş kaldırıyor Cenab-ı Hakk’a? Biliyor ki bir müddet sonra cezamı çekeceğim.
Günah işlemenin mantığı şu, sabırsızlık. Ayet-i kerimede belirtildiği gibi
14/3: “yestehıbbûnel hayâted dunyâ alel âhıra”
Dünya hayatını ahretten daha çok sevdiler.
Bu dünya kelimesi, “el hayâted dunyâ” çok önemli bir kavram.
“hayâted dunyâ” değil, “el hayâted dunyâ”.
“hayâted dunyâ” olursa o isim tamlaması olur, dünya hayatı diye tercüme edersiniz.
“el hayâted dunyâ” sıfat tamlamasıdır, ama onu Türkçeye tam birebir tercüme etmek o kadar kolay değil. Ama şöyle diyebiliriz, yüz yüze olunan hayat, yaşanan hayat. Ahira ne? O da biraz sonraki hayat.
Şu anda kendisini frenleyemediği için günah işliyor. Sabırsızlık gösteriyor. Bütün günahkârlar öyledir. Adam maaşını alır, bilir ki evin kirasını vermek lazım. Çocuklara ayakkabı lazım, okul masrafları var. Kasaba, bakkala borçlar var. Ama giderken kumarhanenin önünden geçince parayla dalar içeri. Tamamını kaybeder, çıkar. İşte o anda kendini frenleyemez. O anı tercih eder. Bütün günahkârlar öyledir. Biraz sonrasını düşünemediğin için, o anı düşündüğün için, hemen şu anda ne olursa olsun dediğin için günahkâr oluyorsun. Şeytanı da kâfir yapan o. Şu anda ne olursa olsun. Bütün insanları da yoldan çıkaran o, gerisini düşünmemek. Türkçede çok güzel bir ifade var bunu tanımlayan. Gerisini düşünmez bu adam, derler.
İşte, “yestehıbbûnel hayâted dunyâ alel âhıra” budur. Hemen bir şeyler olsun, gerisi ne olursa olsun. Bu olmaz. Bu aklını kullanmayan insanların yaptığı şeydir. Buna son derece dikkat etmemiz lazım. Bunun sebebini İbrahim’in (as) dilinden Ankebut suresinin 25.ayetinden öğreniyoruz. İbrahim ‘in (as) puta tapanlara söylediği söz:
29/25: “Ve kâle innemettehaztum min dûnillâhi evsânen”
Dedi ki, siz Allah’la kendi aranıza putlar koydunuz.
“ meveddete beynikum fîl hayâtid dunyâ”
Dünya hayatıyla aranızda bir sevgi bağı oluşsun diye.
Şimdi diyorsunuz, ya kardeşim bunda ne var? Evet, bunda bir şey yok ama bizim cemaatin birlikte olması için buna ihtiyaç var. Allah Allah! Ya, boş ver, o kadar da olur, diyor. Onu fazla karıştırma diyor. Ayeti okuyorsun, tamam tamam o ayeti okuma, diyor. Allah Allah! Yani o birlikteliğimiz dağılmasın. Kardeşim, Allah’ın emrine aykırı birliktelik hiç olmasın.
Geçen hafta da konuştuk onunla ilgili olarak. Bazıları çıkmış diyor ki Yahudilikle Hıristiyanlıkla inançta birlikteliğimiz var. Nerden var? O da Allah’a inanıyor, biz de, öyle mi? O zaman peygamberimizin de Mekkeli müşriklerle inanç birlikteliği var mı diyeceğiz? Allah’a inanmayan bir kimse müşrik olur mu? Müşrik nedir? Allah’a ortak koşan. Demek ki Allah var ki, ona ortak koşuyor. O da Allah’a inanıyor deseydi peygamberimiz (sav) ya da diğer peygamberler. Ne olurdu? Hiçbir mücadeleye gerek yok. O zaman sen kendi kafana göre yeni bir din mi icat ediyorsun? Hoşgörü bilmem ne. Allah Allah! Allah-u Teala diyor ki,
98/4: “Ve mâ teferrekallezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câet humul beyyineh”
Kendilerine kitap verilenler o beyine gelmeden ayrılığa düşmediler.
Bakara suresi, 23. Ayet. Diyor ki Allah-u Teâlâ burada:
2/213: “Kanen nasü ümmetev vahıdeh”
Bütün insanlar tek bir ümmet, tek bir topluluktu.
“ fe beasellahün nebiyyıne”
Allah onlara nebiler gönderdi, peygamberler gönderdi.
“mübeşşirın ve münzirın”
Müjde veriyor ve uyarı yapıyorlar.
“ve enzele mealhümül kitab”
O nebilerle birlikte kitap indirdi.
Kitapla gelmeyen tek bir nebi yoktur.
“ve enzele mealhümül kitabe bil hakkı”
Gerçeği içeren kitap.
Hiç kimse bu kitaba yanlış diyemez. “La raybe fi” olan kitap, o derece. Üzerinde şüphe edilmeyecek kadar doğru olan.
“ li yahküme beynen nasi fımahtelefu fıh”
İnsanların ihtilaf ettiği konularda o hiç kimsenin ihtilaf etmeyeceği kitapla hüküm versin diye.
“ve mahtelefe fıhi illellezıne utuhü mim ba’di ma caethümül beyyinat”
Kendilerine o açık belgeler geldikten sonra kendilerine kitap verilenler ihtilaf ettiler.
Kitap gelmiş, ediyorlar. Niye?
“bağyem beynehüm”
Aralarındaki üstünlük tartışmasından dolayı.
Çünkü doğrulara uymak istemiyor ki. Dertleri benim dediğim.
Hani bir hikâye anlatıyorlar ya.
Adamın birisine muhasebeci lazımmış. Yüksek miktarda maaş verecek. Gazetede ilan etmiş. Ama imtihanı kendim yapacağım, demiş. İki kapılı bir yer. Buradan imtihana giren diğer kapıdan çıkıyor. Birbirlerini görmüyorlar. Girene soruyor, iki kere iki kaç eder, diye. Dört, diyen herkese çık diyor. Sonunda birisi geliyor. İki kere iki kaç eder diye soruyor. Kaç etmesini istersiniz efendim, diyor. Hah işte benim aradığım adam sensin, diyor.
İnsanlar doğruların peşinde değil, kendi doğrularının peşinde. Ama Allah’ın kitabı evrensel doğruları takdim ediyor. O işine yaramıyor ki. Hakkı aramak istemiyor ki kendisinin haklı çıkmasını istiyor. Hukuk falan avam için, onlar için hukuk falan yok. Bunlar her zaman haklı olacaklar. Şartlar ne olursa olsun. Onun için kitap falan da dinlemiyorlar.
“fe hedellahüllezıne amenu limahtelefu fıhi minel hakkı bi iznihi”
Sonra Allah-u Teâlâ inanan kişileri yoluna soktu, yoluna kabul etti.
İhtilaf ettikleri konuda o gerçekle. Doğruyu gösterdi ihtilaf edilen konularda, gerçekleri gösterdi.
“vallahü yehdı mey yeşaü ila sıratım müstekıym”
Allah gereken gayreti gösterenleri doğru yola sokar.
O zaman Allah-u Teâlâ hiç peygamber göndermeseydi insanların birlikteliği devam edecekti. İblis melekler gül gibi geçinip gidiyorlardı. Âdem’e secde emredilmeseydi şeytan isyan edecek miydi? Etmezdi tabii. Etrafınıza bakın, herhangi bir kişiden bir şey istemeyin hep siz ikram edin. Dünyanın en iyi insanı sizsiniz. Ama deseniz ki, şunu da sen yapar mısın? Der ki, hep beni görüyorsun. Ya ben sana o kadar şey yaptım, yaptım. Onu da başıma kakma. Kardeşim ben ne yapayım sana hiç emir vermeyecek miyim?
İttifak ettiğimiz şeyler var. Amentüde ittifakımız var. Öyle saçmalık olmaz. Siz bana yeryüzünde Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan bir tek kişi getirin, o zaman size hak vereyim. Öyle değil. Allah’tan başka ilah olmadığı meselesidir esas olan. Onu karıştırma. Olmadı o zaman. Seninki başka bir dindir o zaman.
Tekrar ayete dönüyoruz. Bakara suresi 21-22.ayetler. Bu çok önemli bir nokta.
2/21: “Ya eyyühen nasu’büdu rabbeküm”
Ey insanlar, Rabbinize kul olun, başkasına değil.
“ellezı halekaküm”
Sizi yaratmış olan Rabbinize.
“vellezıne min kabliküm”
Sizden öncekileri de yaratmış olan Rabbinize kul olun.
“lealleküm tettekun”
Belki böylece korunursunuz.
2/22: “Ellezı ceale lekümül erda firaşev”
Yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına yayandır o.
“ ves semae bina”
Göğü de size bina yapmış, yedi katlı koskoca bir bina yapmış.
“ve enzele mines semai maen”
Ve gökten size su indirmiştir.
“fe ahrece bihı mines semerati rizkan leküm”
O suyla sizin için yerden rızık çıkarmıştır.
“fe la tec’alu lillahi endaden”
Öyleyse Allah’a benzer varlıklar oluşturmayın.
“ve entüm ta’lemun”
Siz de pekala bilirsiniz ki Allah’a benzer varlık yoktur.
Mesela İsa (as) için diyor ki Hıristiyanlar yüzde yüz tanrı, yüzde yüz insandır. Peki, İsa bir şey yaratır mı? Hayır. İsa rızık verir mi? Hayır. Rablık vasfı var mı? Hayır. Ama Rab derler. Neyin sahibi? Hiçbir şeyin. O zaman niye ona kulluk ediyorsunuz? Her şeyin sahibini bırakıyorsunuz, hiçbir şeye sahip olmayana kulluk yapıyorsunuz.
Böylece bir ara veriyoruz.