Elhamdülillâhi Rabbil-‘âlemin. Vel’âkıbetü lil-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ alihi ve sahbihi ecmain.
Hacla ilgili ayetleri okuyoruz. Hac mevsimine denk gelmedi ama sıradan okuduğumuz için mecburen böyle oluyor. Yukarıdan aşağı hızlı bir şekilde okuyalım, geçen hafta okuduğumuz kısımları, sonra okumadığımız kısımları, biraz daha ayrıntılı okuruz inşallah.
(Bakara suresi 197.ayet)
“Hac, bilinen aylardadır.” Kitaplarda bu ayların, şevval zilkade ve zilhicce olduğu yazılı, bize göre geçen hafta sebebini anlatmıştım zilkade, zilhicce ve muharrem olmalı. “kim bu aylarda hac ibadetine başlarsa, yapmak zorunda olduğu üç şey vardır. Hac ibadeti sırasında yani ihramlı iken, eşiyle ilişkiye giremez, fâsıklık yapamaz” başka zamanda yapamaz ama şimdi daha çok dikkat etmesi lazım “ bir de insanlarla mücadeleye girmez. Hayırdan ne yaparsanız onu Allah bilir. Azık edinin, azığın en hayırlısı takvadır” Takva kişinin kendini korumasıdır. Mümin bir kişi kendisini önce şirke karşı korur, bu onun ebedi cehennemde kalmasını engeller. İkinci olarak, büyük günahlara karşı korur, bu da onun cehenneme gitmesini engeller. Yani cehenneme gitmeden doğru cennete gitmesini sağlar. Üçüncüsü de diğer günahlara karşı korur, bu da onun cennette yüksek mertebelere çıkmasını sağlar. “Ey sağlam duruş sahipleri benden çekinin.” Asıl çekinilecek olan Allah’u Teala’dır. Allah’a karşı yanlış bir şey yapmazsanız, Allah’u Teala sizin yardımcınız olur.
(Bakara suresi 198.ayet)
“ Rabbinizin ikramının peşine düşmenizde size bir günah yoktur.” Yani hacca gittiniz orada ticaret yapacaksınız, kar peşindesiniz hac mevsimine kadar, bunda bir sakınca yoktur. Mal götürüp satabilirsiniz. “Arafat’tan sel gibi aktığınız zaman, Meş’aril Haram’ın yanında Allah’ı zikredin.”
Şimdi “Uzkurûllahe” kelimesi; Kuran’ı Kerim’de daha çok “namaz kılın” anlamındadır. Çünkü Allah’u Teala Taha suresinde, Musa(a.s)’a bir emir veriyor. Diyor ki:
“ekımis salâte li zikri” (Taha suresi 14. ayet) “benim zikrim için namazı kıl.” Allah’ı zikirde Allah’ın kitabından okumaktır. “Meş’aril Haram’ın yanında Allah’ı zikredin.” İfadesinin içersine “namazı orada kılın” şeklinde anlam vermek mümkündür. Bu sebeple, biliyorsunuz, peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem güneşin batması ile birlikte Arafat’tan çıkıyor, akşam namazını yolda kılmıyor, Meş’aril Haram da yatsı ile birlikte kılıyor. O da bu ayeti kerimeden anlaşılandır. Yani hacılar eğer vakit geçmeyecekse, zamanında Meş’aril Haram’a yetişeceklerse yani Müzdelife’ye akşam ve yatsıyı orda kılarlar. “Allah’ın size öğrettiği gibi Allah’ı zikredin.” Tabi burada da “kemâ hedâkum” da şeyi gösteriyor Cenabı Hakkın bildirdiği gibi, akşam namazının vakti, güneşin batmasıyla başlar, yatsıda, havanın kararması zamanına kadar, hava kararıncaya kadar kılınır yani Meş’aril Haram’da kılacaksınız diye süreyi aşmayın demiş oluyor Allah’u Teala . Size gösterdiğim gibi yapın akşam namazının ilk vakti Kuran’ı Kerim’de belli yatsının son vakti belli, havanın kararma vakti, ama ikisinin arasını ayıran kesin bir hüküm Kuran’ı Kerim’de olmadığı için peygamberimiz zaman zaman bu iki namazı birleştirmiştir.
Aynı şeyi biliyorsunuz, öğlen namazı ile ikindi namazı arasında yapıyor. Öülen namazının ilk vakti Kuran’ı Kerim’de var. Güneşin batıya kaydığı vakit diye İsra suresi 78.ayet’te belirtiyor. Son vakti de yine Kuran’ı Kerim’de var, Hud suresi’nin 114. ayetinden de anlaşıldığı gibi, ama öğle ile ikindiyi ayıran vakit, net bir şekilde Kuran’ı Kerim’de olmadığından zaman zaman bu ikisini birleştirdiği olmuştur, yolculukta da birleştirmiş, yolculuk dışında da ama esas olan namazların her birini kendi vaktinde kılmaktır. “her ne kadar bundan önce yanlış yapıyor olsanız, yanlış yola girmiş olsanız dahi, Cenabı Hakk’ın size gösterdiği şekilde yapın.” Şimdi daha önce Arafat’tan akma meselesi var, “Arafat’tan aktığınız zaman” “efadtum” dediği zaman burada ilk muhatap Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selem sonra Müslümanlar. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selemi hac yaptığı zaman Arafat’a çıkınca Araplar şaşırmıştı!
—Sen humus değil misin, buraya niye çıkıyorsun?
Mekkelilere humus adını verirlerdi. Mekkeliler İbrahim(a.s)’ın ve onun oğlu İsmail(a.s)’ın soyundan gelen insanlar, aynı şekilde Kuzaa kabilesi de, Kinane de, Benî Âmir de Mekke’de oturmamasına rağmen onlarda o soydan kabul edildikleri için, onlara da humus deniyordu. Humus; bizim Türkçede de bu kökten bir kelime kullanılır, hamaset diye, yani şiddetli olmak, sert olmak. Burada şu anlamı veriyorlar, bunlar dinlerine çok şiddetle bağlı insanlardır Mekkeliler, düşmana karşıda çok şiddetlidirler. Allah’ın emirlerini yerine getirme konusunda çok dikkatlidirler. Mekkeliler Arap yarımadasının en dindar insanları sayılıyordu. Zaten soy itibari ile de İbrahim(a.s)’in soyundan geldikleri için de saygın bir yere sahiptiler. Bir de Kâbe-i Şerif’in koruyucuları olmaları itibari ile Fil vakasından sonra Mekkelilerin değeri biraz aha arttığı için Mekkelilerin değeri biraz daha yükseldi. Onlar kendilerini çok kutsal gördükleri için Arafat’a çıkmıyorlardı. Müzdelife’ye kadar çıkıyorlar daha yukarısına çıkmıyorlardı çünkü Humus deniyor. Onlar çok kutsal kişiler, Arafat’a çıktıkları zaman Arafat’tan onlar istifade etmeyecek, Arafat onlardan istifade edecek çünkü onların gittikleri yer kutsanır. Biz Harem dışında bir yeri kutsallaştırmak istemiyoruz diye çıkmıyorlardı Arafat’a. Arafat’a diğer Araplar çıkıyordu çünkü bunlar, çok kutsal insanlar. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selem Arafat’a çıkınca herkes şaşırmıştı. Hâlbuki burada emir veriyor Allah’u Teala “Arafat’tan aktığınız zaman” daha önce yanlış yapıyordunuz diyor.
Bakara suresi 199. ayet
“Sonra akın Arafat’tan aşağıya doğru, diğer insanların aktığı gibi” Yani Müzdelifede şeyi Meş’aril Haram’da vakfeyi yaptıktan sonra Minaya doğru akın. Şimdi burada bir husus var bu fıkıh açısından son derece önemli Nısf-ül Leyl dediğimiz vakit yani gecenin yarısı diye ifade edilen vakit, yatsı namazının son vaktidir. Yatsı namazının bittiği andır Nısf-ül Leyl, akşam güneşin batmasından havanın kararmasına kadar olan birinci üçte biridir gecenin. Havanın tamamen kararmasından tanyeri ağarmasına kadar Nısf-ül Leyl gecenin yarısı ya da gecenin ortası (Vasatul leyli, tam doğru yazdığıma emin değilim 12.48 dk) dedikleri zamandır. Tanyerinin ağarmasından güneş doğuncaya kadar gecenin üçüncü bölümüdür. Şimdi o Nısf-ül Leyli denilen vakitte yatsı namazının zamanı bitmiş artık gece başlamış oluyor. “Summe efîdû min haysu efâdan nâsu” Yani yatsı namazını kılıyorsunuz o vakit bitiyor, ondan sonra aşağı doğru akabilirsiniz demektir. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selem diğer Müslümanlarla birlikte geceyi Meş’aril Haram’da yani Müzdelifede geçirmiş. Fakat bazılarını, işte bazı eşlerini, izin isteyenleri ve çobanları Nısf-ül Leyl’ den sonra göndermiştir çünkü onlar yapmaları gereken görevi bitirmişler. Orada yatmalarının sebebi bir ibadet olduğu için değil, dinlenmek için. Çünkü bir gün önce Mina’dan çıkmışlar, Arafat’a kadar büyük bir bölümü yaya ya da devenin üstünde yahut at üstünde çıkmışlar. O gün Arafat’ta akşama kadar ibadet yapmışlar, sonra geri dönmüşler çok yorucu bir gün. Hacca gidenler gayet iyi bilir, arabalarla gitmemize rağmen son derece yorucu olduğunu görüyoruz.
Tabi ki geceyi Müzdelifede geçirecekler ama Nısf-ül Leyl’e kadar vazife bitmiş oluyor. Ondan sonra aşağı doğru kayılabilir ama Hanefiler bunu kabul etmiyorlar tanyeri ağarana kadar oradan çıkılmaz diyorlar. Şimdi bunun Kuran’ı Kerim’deki kaynağını bulup, peygamberimizin uygulaması ile karşılaştırdığımız zaman problem tamamen çözülmüş oluyor.
Nısf-ül Leyl denen gece yarısı denen durum, bu gün mesela birisine sorsanız.
—Gece yarısı ne zaman?
—Ne der?
—Gece saat 12.
Saatin yok. Peygamberimiz hangi marka saat kullanıyordu? Saat yoksa gecenin yarısını neyle hesap edeceksin? Onun için gece yarısı, tamamen bunlar ufuktaki ışık hareketleri ile ilgilidir. Batı ufkunda ışık tamamen kaybolup, ufuk karardığı anda gece yarısı başlar ve gece yarısı gecenin en uzun bölümüdür. En uzun bölümüdür gecenin çünkü gece yarısı insanların uyuduğu, insanlar orada uyurlar, teheccüd namazına kalkar ibadet yaparlar, sonra tekrar uyurlar. Ondan sonra sabah namazına kalkarlar, uzunca bir bölümdür. Şimdi burada şöyle bir kıraatede rastladım, Keşşaf tefsirinde gördüm, hoşuma da gitti aslında
( “Summe efîdû min haysu efâdan nâsiy” sin’den sonra ya var) Bu kısımdan çok emin değilim 15.52 dk. “Summe efîdû min haysu efâdan nâsiy” Nâsiy ne demek? Unutan kişi. “unutan kişinin aktığı yerden akın” Unutan kişi kim? Kuran’ı Kerim’de kimdir unutan kişi biliyor musunuz? Adem(a.s)’dır. Neydi o ayeti kerime? Ayetin başı aklıma gelmedi.
(Taha 115.ayet) “Ve lekad ahidnâ ilâ âdeme min kablu fe nesîye ” “Daha önce Âdem’e bir görev yüklemiştik, unuttu.” Allah’ın yüklediği görevi unuttuğu için, şu ağaçtan yeme diye işte o’na unutan adam denmiş oluyor.
“unutan kişinin aktığı yerden akın” yani onun gittiği yerden akın. Şimdi böyle olduğu zaman, yani şöyle bir düşünceyi ortaya koymuştuk biliyorsunuz. Bu benim delillere dayandıramadığım ama hissettiğim bir husus. Arafat Âdem(a.s)’ın bahçesidir. Cenabı Hakkın işte şu bahçeye yerleş dediği yerdir Arafat. O ağaçta, Arafat’ın hemen yanındaki Batn-ı Urane denir yanlış hatırlamıyorsam. Orda bir vadi, küçücük bir yer ki, mesela vakfede orada durulması yasaktır. Orada olmalı diye ben tahmin ediyorum o ağacın. O ağaçtan yemiş Âdem(a.s), sonra Cenabı Hak inin aşağı diyince, oradan Müzdelifeye doğru inip geceyi orda geçirmiş, sonrada sabahleyin Mina’ya gelmiş. Şeytan’da çıkarılmış o bahçeden, Âdem(a.s) ve Havva validemizde çıkarılmış. Bu benim gene senaryom, bir yere, şu delile bu delile dayandırdığım bir şey yok ama bakarsın ki bu “nasiy” birazcık bunu hatırlatıyor yani. Mina’ya geldiği zaman herhalde şeytanı, orda işin kötü olduğunu anladılar yani her yer o bahçe gibi değil, aşağıya indiler baktılar ki aa! Çok kötü. Çünkü Allah’u Teala diyor ki: “Burada kalırsanız ne acıkırsınız, ne susuzluk çekersiniz, ne gölgede kalırsınız.” Orda baktılar ki o bahçe gibi değil. O zaman suçlu kim şeytan, Mina’da şeytanı taşladılar diye düşünüyorum şahsen. Bir kere taş attılar, sonra artık baktılar tekrar geliyor, bir daha taşladılar tekrar geliyor, bir daha taşladılar diye, ben şahsen öyle düşünüyorum yani. Bunun delillerini felan bulursam sizlere anlatırım ama işte bu “nasiy” meselesi biraz onu hatırlatıyor. Evet “diğer insanların aktığı yerden sizde akın, Allah’tan bağışlanmanızı dileyin Allah gafur ve rahimdir.”
(Bakara suresi 200.ayet)
“Hacda yapmanız gereken ibadetleri yaptığınız zaman, Allah’ı zikredin” nasıl zikredeceksiniz? Burada namaz kılma meselesi değil. Burada başka bir şey, “babalarınızı hatırladığınız gibi Allah’ı hatırlayın” Şimdi Araplarda babalarla, dedelerle övünmek çok yaygın, oturup bir konuştular mı Allah… Mangalda kül bırakmıyor işte benim babam senin babanı döver gibilerden. Herkes kendi geçmişini müthiş bir şekilde övüyor. O zaman “eşedde zikrâ” “ondan daha sağlam bir şekilde” şimdi örnek veriyor. Siz onu büyük bir heyecanla anlatıyorsunuz ya Cenabı Hakkı da öyle hatırlayın ama “Cenabı Hakkı daha şiddetli, daha güçlü bir şekilde hatırlayın.” Yani Allah’ın ayetlerini okuyun, dua edin, yalvarın yakarın, bir şeyler yapın. Şimdi “Fe izâ kadaytum” a “bu ibadetleri yaparken” şeklinde meal verdik. Hâlbuki tefsirlerde şöyle deniyor; “Hac ibadetlerinizi, hac menâsikı nizi tamamladığınız zaman deniyor, bence bu doğru bir tefsir değil yani peki, öyle kabul edersek, Arafat’ta yapılacak ibadetle ilgili herhangi bir hüküm yok Müzdelifede sadece bir namaz kıldı ondan sonra ne olacak? Peki, Mina’da ne yapacak? Ya da Kâbe’yi tavaf ederken ne yapacak? Safa ile Merve arasında sa’y ederken ne yapacak? Bütün bunlarla ilgili bir takım yani ne yapılacağına dair bir takım hükümler olması lazım Kuran’ı Kerim’de.
Dolayısıyla, “kada” kelimesi bir ibadeti yerine getirmek evet ibadetin bitmesi manasına da gelir. (Cuma suresi 10.ayet) “namaz kılındığı zaman yeryüzüne dağılın” ama orda “fenteşiru” deliliyle burada namazın bittiği anlaşılıyor ama bu ayeti kerime de öyle olmaması gerekir. Biliyorsunuz ayetler birbirini açıklayan vasıftadır. Şimdi bu surenin 125.ayetini açalım. Burada diyor ki Allah’u Teala: “O beyti Kâbe i Şerifi, insanlar için sevap kazanma yeri” ya da dönüp dolaşıp gelecekleri yer manasında da olabilir. “bir sevap kazanma yeri, bir güven yeri yaptığımız zaman, onlara şöyle dedik: İbrahim’in makamını musalla edin” Musalla ne demek? Dua yeri yapın demek. Makam-ı İbrahim neresidir? Kâbe’nin yanındaki o yer değil. Orası makam-ı İbrahim değil. Millet orda birbirini yiyor namaz kılacaklar diye, öyle bir şey olsa ve buda musalla namazgâh yapın manasında olsa, hepimizin orada namaz kılması gerekir, başka yerde olmaz. Makam kelimesi çoğulu olmayan bir kelimedir Arapçada yerine göre tekil ve çoğul anlamında kullanılır. Dolayısıyla, İbrahim’in durduğu yerleri, dua yeri yapın, oralarda dua edin yani. Şimdi beş vakit namazı zaten her zaman kılıyoruz. Akşam ve yatsı namazını da niye Müzdelife de birleştirdiğimizi de burada anlatmaya çalıştık. Ayeti kerimeden gördük onun şeyini, peki musalla ne demek? Musalla dua yeri demek, salât duadır yani. Şimdi ikametü’s-salât olursa namaz kılmak manasına gelir. Burada “orayı dua yeri yapın” diye Allah’u Teala bize emrediyor.
Peki, İbrahim’in durduğu yerler neresidir? Burada da (Bakara 128. ayette)
Cenabı Hak şöyle buyuruyor: İbrahim(a.s)’in yaptığı duayı bize anlatıyor, İbrahim (a.s) şöyle bir duada bulunmuş demiş ki: “Rabbimiz, bizi (İsmail(a.s) ve kendisini) sana teslim olan iki kişi yap, soyumuzdan da sana teslim olan öncüler oluştur,” bak İbrahim(a.s) bunu ne zaman söylüyor?
Bir önceki ayette ,(Bakara 127.ayet) “İbrahim(a.s) ve İsmail(a.s) o beytin duvarlarını yükseltirken söylüyor” daha beyit yapılmadan, bitmeden söylüyor. Kâbe i Şerif hani yıkılmış, Nuh tufanında İbrahim(a.s) temellerini bulup yükseltiyor. Yoksa orayı Âdem(a.s) yapmış.
(Bakara 128.ayet)
Diyor ki: “Ya rabbi, bizi sana teslim olan iki kişi yap, soyumuzdan da sana teslim olan bir öncüler grubu oluştur, menasıkimizi yani ibadet yerlerimizi bize göster” İşte bu menasık, öbür tarafta Makam-ı İbrahim. Çünkü Allah’u Teala İbrahim(a.s)’a hac ibadetlerinin nerelerde yapılacağını gösterdiği için, İbrahim(a.s) gitmiş onların her birisinde durmuş ve duasını yapmış ve insanlar İbrahim(a.s)’in dua yaptığı yerleri biliyor. Onun için
(Bakara suresi 125.ayet) “vettehızu mim mekami ibrahıme müsalla” dendiği zaman “İbrahim’in durduğu yerleri dua yeri yapın.” Dendiği için, peki, oralarda ne yapacağız? Onun da belirtilmesi lazım. Onun için (Bakara 200.ayet)“Fe izâ kadaytum menâsikekum” aynı burada da menasık kelimesi var orda da var. “Menasikınızı yerine getirdiğiniz zaman” ki o, hac ibadetleri için kullanılan bir kelimedir yani “onu yerine getirdiğiniz zaman Allah’ı zikredin” Yani Kuran okuyun, dualar okuyun, düşünün, zikir zaten, eğer söylediğiniz şeyin manasını aklınıza getirmiyorsanız, kavrayamıyorsanız ona zikir denmez. Ne dediğinizi bilmeniz lazım, zikir olması için. Bir anlamın kafanıza yerleştirilmesi ve onun hatırlanması demek, onun tekrarlanması demek oluyor. Onun için, asıl hatırlanması gereken Allah’ın ayetleri olduğu için, en büyük zikir Kuran-ı azimüşşandır ama diğer bütün dualarda zikir kapsamına girer. “ibadetlerinizi yaparken Allah’ı zikredin, işte babalarınızı zikrettiğiniz gibi daha da güçlü bir şekilde” Araplarda böyle bir şey olduğunu söylemiştik. Şimdi mesela oradaki dualardan bir bölümünü aktarıyor Cenabı Hak: “Bu insanlardan bir kısmı” hacca giden, Arafat’a çıkan, oralarda dua eden, Kâbe’de Safa-Merve’de dua edenlerden bir kısmı şöyle dua eder. “Ya Rabbi bize dünyada ver der. Sadece dünyalık ister” Hatta ben görmüştüm taşlardan ev yapıyorlar, bilmem birtakım şeyler yapıyorlar güya Cenabı Haktan ev istiyorlarmış. Yani böyle bir acayip şeyler, komik komik şeyler yapıyorlar. Kimi insanlar Cenabı Hakka dua eder. Ya Rabbi bana dünya da ver, istedikleri her şey dünyalıktır. Hacca da gitse Umreye de gitse hep dünyalık ister. O ahiretle ilgili bilmedikleri dualardır o âmin falan der ya, ama kendi bilerek Türkçe olarak söylediklerini hep dünyalık isterler. Kendi diliyle söyler, ne istediğini şuurlu bir şekilde söylediği zaman öyle, bazıları da yazılmış duaları okuyorlar o önemli değil, bunu okumamız lazımmış diyerek okuyor, önemli olan kendini vererek şuurlu ve samimi bir dille Cenabı Haktan yaptığı isteklerdir. İnsanların kimisi öyle yapar, sadece dünyalık ister. “Onun ahirette alacağı bir şey yok” çünkü istemiyor ahireti. Peki, dünyada alacak mı? Dünyalık istiyor, ev istiyor, araba istiyor, fabrika istiyor, otomobil istiyor, bir takım şunu istiyor, bunu istiyor, bakalım olacak mı? Ahiret olmayacağı belli de. Dünya olacak mı ona bakacağız. İstemiyor, istemiyorsa o zaman bir şey yok.
(Bakara 201. ayet)
“Onların içerisinde şöyle diyenlerde vardır. Rabbimiz bize bu dünyada bir güzellik ver, ahirette de güzellik ver” İkisini de istiyor. Sadece ahireti değil, dünyayı da istiyor ahireti de istiyor. Birisi sadece dünyayı istiyor, birisi de dünyayı da istiyor, ahreti de istiyor. Ondan sonra şunu da söylüyor: “bizi o ateşin azabından koru.” Diye Cenabı Hakka dua ediyor. Bu ikinci duayı biliyorsunuz namazlarımızda tekrarlarız. “rabbenâ âtinâ fîd dunyâ haseneten” “ya rabbi bize bu dünyada bir güzellik ver” “ve fîl âhirati haseneten” “ahrette de bir güzellik ver” “ ve kınâ azâben nâr” “bizi o ateşin azabından koru” Peki, bakalım kim ne alacak?
(Bakara suresi 202.ayet)
“Onlardan her birine kazançlarından bir pay vardır” Dünyalık istedim işte hacca da gittim istedim olmadı. Olmaz kardeşim, istemekle değil gereken çalışmayı da yapacaksın. İstedin tamam ama birde gereken çalışmayı da yap. “kazançlarından bir pay vardır” Ahireti istedim inşallah cennete giderim, gidemezsin. Emirleri yerine getir. Öyle lafla yok. Namaz kılmıyor, Allah affetsin diyor, etmez Allah, affetmez kılacaksın namazını. Öyle senin keyfine göre değil, İnşallah Allah nasip eder, Allah nasip etmez, emreder. Yerine getirmek için gayret gösterirsen, o zaman nasip eder. Böyle senin kendi keyfine göre değil, bu dini Cenabı Hak kimsenin keyfine göre düzenlemiş değildir. Emir vermiştir. Adam günah işliyor diyor ki: İnşallah Allah nefretini verir, nefretini vermez. Sen günaha daldıkça daha büyük zevk almaya başlarsın. Zaten nefret ettiğin için bırakırsan bir işe yaramaz ki. Allah yasakladığı için bırakman lazım ki bir ibadet olsun. Şimdi bazıları şey yapıyor, doktor yasakladığı için bırakıyor olmaz. Tamam, doktor yasakladığı için bırakırken bir de Cenabı Hakka tövbe eder, bir de Ya Rabbi ben artık bu işte tamamen yokum derse, o zaman o tövbe de olur. Bir şey yaparken Allah emrettiği için yapacaksınız ki ibadet olsun. Allah emrettiği için oruç tutan kişi ibadet yapar ama perhiz yapmak için oruç tutuyorsa ibadet olmaz, perhiz olur. Hem Allah rızası için oruç tutayım hem de perhiz yapayım, o zaman ibadette olur perhizde olur.
Dolayısıyla, yani yok Allah nefretini versin, Allah nasip etsin, bu tür şeylerin arkasına sığınmayalım. Kararımızı verelim, gereken çalışmayı yapalım ve Cenabı Haktan da isteyelim. İşte o zaman Allah’ın nasip edip etmediğini göreceksiniz, o zaman görürsünüz. Kesin karar verip te Cenabı Hakka sığınıp, Ya Rabbi bana lütfeyle dediğiniz zaman, gereken çalışmayı yaparsan, Allah’u Teala o zaman sana yardım eder. Yoksa yok.
Mesela; bana çok gelmişlerdir, bir kadın gelir, ne var? Oğlum işte, içki içiyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor hocam bir dua ette ondan kurtulsun. Kardeşim farz edin ki, öyle kabul edin ki, dua ettik o dua ile kurtuldu. Peki, kendisine dua edilmeyen kişiler yarın ahirette demeyecek mi? Ya Rabbi benim suçum neydi? Hiç adam uğraşmadan sıkıntıya girmeden birisi dua etti diye o kurtuldu, bana da birisi dua etmedi benim suçum neydi demez mi? Kişinin kendisi bir kere kendi kararını verecek, o zaman bizim duamızın faydası olur. Ama kendi karar vermezse kendi gerekeni yapmazsa, istediğiniz kadar dua edin.
Şimdi Servet hocanın bir şeyi aklıma geldi de, isim vermeden söyleyeyim de onun, şimdi bizim padişahlardan bir tanesi vakfiyesini okumuş. Herhalde hiç namaz kılmıyormuş ta ikindi namazından sonra altı kişiye maaş bağlamış ki bunun kılmadığı namazları kılsınlar, vakfiyesine yazmış.(Servet bey )diyor ki: Medresede ilim adamlığına daha yeni başlamış olan kişiye yevmiye 10 akçe veriyor o namaz kılanlara altı akçe veriyor. Yani onun maaşının yüzde atmışını veriyor, görevleri, ikindiden sonra padişahın kılmadığı namazları kılacaklar. Böyle şey olur mu? O zaman parası olmayan ne yapacak? Yani birisi para verecek siz benim namazımı kılın bu iş olmaz. O namazını kılarsa namazı kendisi için kılmış olur, başkası için değil.
Aynı şey hacca vekil göndermekle de ilgilidir. Hacca birisini gönderiyorlar, benim yerime hacca, yok kardeşim o kendi yerine yapar senin yerine yapmaz. Şimdi akşam oldu karnınız acıktı, birisine rica ettiniz, rica etsem benim yerime bir karnını doyurur musun deseniz, sizin karnınıza bir şey gider mi? Aynen öyledir. Öyle bir şey olsa akşam eve gelirsiniz, yorgunum, ya hanım şu namazımı bir kılda ben de dinleneyim ya da hanım der ki: Bey! Ben bu gün çok yoruldum, misafirde vardı sen şu benim namazımı bir kılsana, bu olmaz.
Cenabı Hak diyor ki: (Necm suresi 39.ayet) “leyse lil insani illa ma sea” “kişinin kendi gayreti ile olmayan, kendinin değildir.” Kendi çalışmanla olacak. Onun için, (Bakara suresi 202.ayet) “ister dünyalık istesin, ister ahireti istesin kazancından bir pay vardır başka değil.” Kazanmazsa çalışmazsa hiçbir şey yok. Ne ahireti isteyene var ne dünyayı isteyene var. E… ben çalışıyorsam niye dua ediyorum diyorsanız? Tamam, etme sen istediğin kadar çalış. Cenabı Hak şartları olgunlaştırmadıktan sonra hiçbir şey de yapamazsın. Onun için Allah’u Teala ne demiştir? Estağuzibillah,(Tekvir suresi 29.ayet), Ve “mâ teşâûne illâ en yeşâallâhu” “sizin bir şeyi yapmanız ancak Allah’ın o şeyi yaratması ile mümkündür.” Allah bir şeyi yaratmadan siz yapamazsınız. Şimdi ben size konuşuyorum değil mi burada, nice konuşmak isteyen insanlar vardır ki Allah, bu konuşmak için gereken şartları yaratmadığı için adam konuşamaz, değil mi, adam çok ister ama konuşamaz. İstemek yetmiyor ki Allah’ın o şartları yaratması lazım. Elini kaldırmak istiyorsun, felçli adam ne kadar ister elini kaldırmayı, değil mi? Allah o şartları yaratmayınca kaldıramaz.
Dolayısıyla, siz ne kadar çalışırsanız çalışın….kesildi 40.18 dk
Ya bu soruyu niye soruyorsun? Ben bunun sebebini açıkladım yani şimdi diyorlar ki hoca niye kızıyorsun? Ya dedim ki:…. Allah Allah
—Katılımcı (yazılı soru):Bizim elimizdeki şeyde böyle değil.
—A.Bayındır: Elinizdeki Kuran’da böyle diyen kim yani? Allah Allah dinlerken biraz dikkatli dinleyin, kusura bakmayın yani ne dedim ben size?
Bakara(anlaşılmadı…….40.40 dk…..) keşşaf tefsirinde böyle bir kıraat te var dendi dedim yani. Elinizde ki Kuran’da o var diyen mi oldu ki bunu hemen soru olarak soruyorsunuz?
Ne diyor? (Bakara 199.ayet)“Summe efîdû min haysu efâdan nâsiy” böyle bir kıraatte var. Elimizdeki Kuran’ı Kerimlerde yok. Keşşaf tefsirinde böyle bir şey gördüm. Bir takım kıraat farklılıkları vardır. Böyle bir kıraatte varmış. Ona da fazla itimat etmeden bu bir şey hatırlatıyor dedim yani onun üzerinde de fazla durmadık. Sadece bir bilgi olarak verdik size.
—Bir katılımcı: Sizi provake etmek isteyenlerin eline verilmiş bir silah.
—A.Bayındır: Şimdi kimse provoke edemez de Keşşaf tefsirini provoke etsinler, bizi değil. Burada ilmi meseleleri tabiî ki söyleyeceğiz. Böyle bir kıraat var bu da bir olayı hatırlatıyor o kadar, başka bir şey yok.
Yoksa şimdi Allah’u Teala şey yapıyor “siz ellerine bir delil vermeyin diyor” şimdi bu arkadaşlarımız delil verdiğimizi düşünüyorlar. Gitsin baksınlar Keşşaf tefsirine var mı yok mu? Bize muhalefet edenler, Keşşaf tefsirini yere göğe bırakmazlar. Tamam, bu bir bilgi olarak veriyoruz. İsteyen istediğini söyler. İnsanların ağzını büzmek mümkün değil, ona imkân yok. Değişik kıraatler vardır bunlar bilinen bir şeydir yani, bunun üzerinde herhangi bir şey yok yani bunu bütün ilim adamları bilir.
Evet, Cenabı Hak ne diyor?
(Tekvir suresi 29.ayet), Ve “mâ teşâûne illâ en yeşâallâhu” “sizin bir şeyi yapmanız ancak Allah’ın o şeyi yaratması ile olur.” Allah onu yaratmadan siz bir şey yapamazsınız, öyleyse, yaptığınız işte başarılı olmanın yolu Cenabı Hakka dua etmektir. Hem gerekeni yapacaksınız, hem dua edeceksiniz. Tek başına dua ile olmaz bu iş. Gerekeni yapıp, başarılı olmak için de Cenabı Hakka dua edeceksiniz. Allah’u Teala cümlemizi başarılı eylesin. Yani bu muhalefetten korkmamak lazım, muhalefet iyidir de bizim muhalifimiz yok en büyük sıkıntı o,gerçekten muhalif yok. Yani şimdi insanlar mesela, birisi yazmış, bilhassa Nurcular bu sıralar çok yazıyorlar. Senin aklın Risale-i Nur’a ermez diyorlar. Yani bu ne içim bir şeyse? Kendileri demek ki çok yüksek seviyede insanlar, böyle şey olur mu yani?
Tabi bunların bir kısmı böyle söylüyor, hepsi söylemiyor. Belki bir milyon Nurcu varsa bir iki tanesinden bu geliyor ama birazda rahatsız ediyor doğrusu. Peki, Allah yardımcımız olsun. Biraz sonra tekrar buluşuruz.