Bugün okuyacağımız Ayet, Bakara Suresinin 190. Ayeti, inşaallah 191.de onunla birlikte okuyacağız. Bu vesileyle Müslümanların hangi şartlarda savaş yaptıklarını, savaşta uygulanan temel kuralların neler olduğunu bu Ayetlerle görmeye çalışacağız. Bir de herkesin diline doladığı Tevbe Suresi’nin 5. Ayeti ile Tevbe Suresi 28. Ayeti, O Ayetlerle bu Ayetler arasındaki ilişkiyi kurarak Peygamber (s.a.v.)’in savaşlardaki ana siyasetini anlamaya çalışacağız. Tabi o ana siyaset, Kur’an’ı Kerim’in gösterdiği siyasettir. Yani Allah’u Teala’nın bu konuda bize neyi emrettiğini öğrenmeye çalışacağız. Allah’u Teala şöyle buyuruyor:
Yazının bütününde, önce ayetlerin tamamını yazıyorum. Sn. Bayındır gelen pasajlarda, bölüm bölüm açıklıyor.
Bakara Suresi 2/190 Ayet: “Ve kâtilu fi sebilillâhillezine yukâtilûneküm ve lâ ta’tedû, innellâhe lâ yuhıbbul mu’tedin”
“Ve kâtilu fi sebilillâhillezine yukâtilûneküm”
“Ve kâtilu fi sebilillâh – Allah yolunda savaşın, vuruşmaya girin”
“ellezine yukâtilûnekum – sizinle vuruşmaya girenlerle”
“ve lâ ta’tedû – sınırı aşmayın”
Demek ki; bizimle savaşanlarla savaşmamızı müsaade ediyor “Sizinle savaşanlarla savaşın, sınırı aşmayın”. Bu konuyu biraz daha detaylandıran Ayet, 194. Ayet. Orada diyor ki;
Bakara Suresi 2/194 Ayet: “Eşşehrul harâmu biş şehril harâmi vel hurumâtu kısâs, fe menı’tedâ aleykum fa’teû aleyhi bi misli ma’teda aleykum vettekullâhe va’lemu annellâhe meal muttekıyn”
“fe menı’tedâ aleykum – kim sizin hakkınıza tecavüz eder saldırıda bulunursa”,
“fa’teû aleyhi bi misli ma’teda aleykum – ona karşı, onların size yaptığının dengini yapın”
Şimdi dengini yapın dendiği zaman, aşırı gitmeyinin anlamı daha da net bir şekilde ortaya çıkar. Neden? Çünkü, İslam’da esas olan insanlara Allah (c.c.)’ın ayetlerini götürmektir. İnsanlara Allah (c.c.)’ın Ayetleri’ni götürürken, yani siz insanların iyiliği için çalışırken, sistemi-düzeni bozulan, menfaatleri bozulan kişilerin, size karşı düşmanlık ettiklerini görüyorsunuz. Sizi yerinizden yurdunuzdan ediyorlar. İlişkilerinizi bozuyorlar, sürgüne zorluyorlar, sizinle savaşıyorlar. Ee burada eli kolu bağlı kalmanın da bir anlamı yok. Yani sizin sağ yanağınıza vurdukları zaman, sol yanağınızı çevirmeniz gerekmiyor. Yapılması gereken nedir? Allah’u Teala, işte az önce okuduğum 194. Ayette ne diyor? “Kim size bir saldırıda bulunursa, onun yaptığı saldırının dengi bir saldırıda bulunun” diyor. Ama ondan daha fazlasını yapmıyacağız. Çünkü siz işlenen suça uygun bir ceza verirseniz, karşı taraf sizin haklı olduğunuzu bilir. Her ne kadar verilen cezadan rahatsız olsa bile der ki, ben bunu hakettim. “Ben bunu hakettim” diyen bir kişi, yine sizin tebliğinizi dinler. Yani ona okuyacağınız Ayetleri yine dinler. Ama haksızlık yaparsanız, o zaman dinlemez. Yani aşırıya kaçarsanız dinlemez.
Dolayısıyla Müslümanlıkta, işte burada görüyorsunuz, savaş hiçbir zaman mal elde etmek için, ganimet elde etmek için, toprak elde etmek için, hakimiyeti genişletmek için değil; bize karşı işlenen bir suçun cezasını vermek içindir. Onun için Allah’u Teala
“Ve kâtilu fi sebilillâh – Allah yolunda savaşın”
“ellezine yukâtilûneküm – sizinle savaşanlarla” ama
“ve lâ ta’tedû – sınırı aşmayın, aşırıya gitmeyin” (Bakara Suresi 2/190) ne kadar suç işlemişse, ders’i o kadar ceza verirsin. Suçla ceza arasında tam bir uyumluluk vardır. Bu çok enteresan, hem insanlara karşı işlenen suçlarda bu böyledir, hem de topluma karşı işlenen suçlarda bu böyledir, hem savaş suçlarında böyledir. Yani hiç kimse yaptığından daha fazlasıyla cezalandırılmaz.
Yalnız bunu doğru anlamak lazım. Bunu en iyi anlamamıza sebep olan, gerçi biraz sonraki Ayetlerden anlayacağız ama başlangıçta zihninizde yanlış bir imaj olmasın diye söylüyorum. Peygamberimiz (s.a.v.)’in sözleri. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki; “Eğer bir kimse bir ağaçtan hurma yemişse, ihtiyaç duymuş yemiştir. Problem yok. Ama cebine doldurur da götürürse, ya da eteğine doldurur götürürse (hadiste etek kelimesi geçiyor) eteğine doldurur da götürürse, götürdüğünü iade ettikten sonra bir o kadar daha verir” Çünkü götürdüğünü iade etmesi ona bir ceza değil, o zaten vermesi gereken şeydir. Yani Bir Kilo hurma götürdüyse İki Kilo hurma vermesi lazım. Yine diyor ki;
Maalesef hadis kaynaklarını bilemiyorum.
“Kaybolmuş bir deveyi bulan kişi, eğer o deveye sahiplenirse, yakalandığı zaman, tabi durum ortaya çıktığı zaman, hem bulduğu deveyi verecek hem de aynen o devenin dengi bir deve daha verecek” Çünkü o bulduğu deveyi verdiği zaman, bu kişiye ceza verilmiş olmuyor, o zaten yapması gerekendir. Onun Cezası ikinci devedir. Dolayısıyla şimdi bunun uygulamasının nasıl olduğunu da, prensibin nasıl olduğunu da Allah’u Teala hemen devamı Ayette anlatıyor. Şimdi bu Ayeti tekrar okuyalım.
Bakara Suresi 2/190 Ayet: “Ve kâtilu fi sebilillâhillezine yukâtilûneküm ve lâ ta’tedû, innellâhe lâ yuhıbbul mu’tedin”
“Ve kâtilu fi sebilillâhillezine yukâtilûneküm – Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın”,
“ve lâ ta’tedû – sınırı aşmayın”
“innellâhe lâ yuhıbbul mu’tedin – Allah sınırı aşanları sevmez”
Yani cezada aşırılık yok. Bu muhteşem bir prensiptir. İslam Ceza Hukuku, tabi Kur’an’ı Kerim’i kasdederek söylüyorum. İslam derken sakın Fıkıh Mezhepleri’nin ortaya koyduğunu kasdettiğim aklınızın köşesinden bile geçmesin. O siyasetin etkisiyle oluşturulmuş olan bir şeydir. Ama Kur’an ve Sünnette olanı kasdediyorum. İslam derken kasdım budur, başkası değil. Elinize kağıdı kalemi alın, Matematiksel olarak hesabını yapın. Suç ile Ceza arasında böyle müthiş bir uyum vardır.
Ama biraz sonra, hani neden Fıkıh Kitaplarında olan değil, onu örneği ile size anlatacağım. Savaş Hukuku açısından onun örneğini anlatacağım. Cenab-ı Hakk lütfederse, Allah nasip ederse haftaya da yargılama “Ceza Yargısı Açısından Objektif Delil Kuralı”nı anlatmaya niyetliyim Cenab-ı Hakk eğer fırsat verirse. Objektif Delil Kuralı bugün maalesef Ceza Yargılaması Hukukunda hiç yoktur.
Şimdi burda uygulamayı da anlatıyor. Cenab-ı Hakk bir örnekle de anlatır insanların çok iyi kavraması için. Diyor ki;
Bakara Suresi 2/191. Ayet “Vaktulûhum haysu sekiftumuhum ve ahricûhum min haysu ahracûkum vel fitnetu eşeddu minel katl, ve lâ tukâtilûhum ındel mescidil harâmi hattâ yukâtilûkum fih, fe in kâtelûkum faktulûhum. kezâlike cezâul kâfirin”
“Vaktulûhum haysu sekiftumuhum – nerede bulursanız onları öldürün” Kim? Sizinle savaşanlara. Tabi bu savaş meydanında olan şeyle alakalıdır, onun dışında değil. Onu da niye söylediğim diğer ayetlerde göreceğiz.
“ve ahricûhum min haysu ahracûkum – onlar sizi nerden çıkardılarsa, sizde onları ordan çıkarın” Yani şimdi siz, sizi Mekke’den Medine’ye göçe zorladılar. Siz Mekke’ye geri geldiğiniz zaman, o kişilere ceza vermiş olmuyorsunuz ki! Adeta sizin Yüz Liranızı gasp eden kişiden Yüz Lirayı almak gibi oluyor bu. Bir Yüz Lira daha ona bir ceza verilecek ki, cezasını çekmiş olsun. Dolayısıyla ona verilecek ceza, o sizi madem Mekke’den sürdü, Siz de onu Mekke’den süreceksiniz. Ceza o olacak. Yani size takdırdığını o da tadacak!
“ve ahricûhum min haysu ahracûkum vel fitnetu eşeddu minel katl – fitne adam öldürmekten daha beterdir”
Fitne kelimesinin esas kökü El Fetn, anlamı Altın’ı ateşte eritmektir. İşte Altın’ı potaya koyuyorsunuz, potada altına ateş yakarak Altın’ı eritiyorsunuz. Kuyumcular altını niye eritirler? Oradaki katılan bir takım maddeler varsa, yabancı maddeler varsa ayıklansın ve saflaşsın. İşte Fitne‘de aynen onun gibidir. Eğer altının içerisinde yabancı madde yoksa, saflığı bütünüyle ortaya çıkar değil mi? Bu açıdan bakınıldığı zaman, Fitne, imtihan demektir.
“Va’lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitne – mallarınız ve evladınız bir fitnedir” (Enfâl Suresi 8/28) Fitne demek yani sizin için bir imtihan vesilesidir. O malları nasıl kullanıyorsunuz, evladınıza karşı nasıl davranıyorsunuz?
Yani sizin madeninizde katkı var mı yok mu ortaya çıkacak. Madenimizde katkı yoktur da, kendimizi bozmuş muyuz bozmamış mıyız, fıtratımızı bozmuş muyuz bozmamış mıyız orada ortaya çıkacak! Peki şimdi o Pota’da erimekte olan Altın’ın yerinde olmak ister misiniz? Alttan ateş yanıyor ve siz ordasınız! Onu düşündüğünüz zaman, Fitne büyük bir sıkıntıdır. Toplumda büyük çalkanmaları meydana getirir. işte “vel fitnetu eşeddu minel katl” bu! Yani öyle bir alev ortalığı sardı denir ya, fitne ateşi yandı, her taraf işte karmakarışık. İşte bu adam öldürmekten beterdir! Dolayısıyla suç işleyene, işlediği suçun cezasını vermezseniz, yani yaptığının dengi bir cezayı vermezseniz Fitne ortaya çıkar. Adamın işlediği yanına kâr kalınca fitne ortaya çıkar. Mesela bugün fitne, bütün dünyayı sarmış vaziyettedir. Çünkü suç ile ceza arasındaki uyumluluk tamamen kaybolmuştur. Tamamen kaybolmuştur! Ve Ceza Hukuku açısından konuşmamız gereken o kadar çok şey var ki! İnşaallah zaman zaman bunları, ara ara bunları anlatmaya gayret göstereceğiz Allah (c.c.) nasibederse.
İşte bu Mekkeliler Muhammed (s.a.v.)’i ve müslümanları Mekke’den çıkarmışlardı. Bunun cezası nedir? Onları Mekke’den çıkarmaktır. Bu Mekkeliler, Medine’ye hücum yaparak Bedir’de Uhud’da Hendek’te Müslümanları yok etmeye şey yapmışlardı. O zaman bu savaşa katılanlar, bunlara bu suçların cezalarının verilmesi gerekir. Şimdi şuna çok dikkat edin;
“Ve kâtilu fi sebilillâh ellezine yukâtilûneküm – Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın” (Bakara Suresi 2/190) Mekke’nin tümü mü savaştı Müslümanlarla? Kadınlar çocuklar savaştı mı? O zaman onlar şeyin dışında. Savaşanlar! Suçu kim işliyorsa Ceza ona verilecek. Savaşanlarla savaşın diyor. Ondan sonra diyor ki;
“Vaktulûhum – onları öldürün” çünkü sizi öldürmeye onlar kalkacaktı. Bekleyeceksin, gel bizden bir kişiyi öldür, ondan sonra ben de seni öldürüyüm. Olmaz ki, adam harekete geçmiş. Onun için savaşla ilgili olarak Allah’u Teala, Muhammed Suresi 47/4. Ayeti’nde
Muhammed Suresi 47/4. Ayet: “Fe izâ lekıytumullezine keferû fe darber rikâb, hattâ izâ eshantumûhum fe şuddul vesâka fe immâ mennem ba’du ve immâ fidâen hattâ tedaal harbu evzârahâ zâlik, ve lev yeşâullâhu lentesara minhum ve lâkil li yebuve ba’dakum bi ba’d, vellezine kutilû fi sebilillâhi fe ley yudılle a’mâlehum”
“Fe izâ lekıytumullezine keferû fe darber rikâb – kafirlerle savaş meydanında karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun” yapılacak şey o. Çünkü onlar sizi öldürmeye gelmişler. Bekleyemezsin, orda üstün gelmeye çalışmak zorundasınız.
“ve lâ tukâtilûhum ındel mescidil harâmi hattâ yukâtilûkum fih – Mescid’il Harâmın yanında onlarla savaşmayın” (Bakara Suresi 2/190) ama onlar orda sizinle savaşırlarsa savaşın. Orda savaşmazlarsa savaşmayın.
Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke’ye girerken, nasıl bir talimat vermişti? “Kim ki Ebu Sufyan’ın evine sığınırsa güvendedir. Kim ki evlerinden dışarı çıkmazsa güvendedir. Kim ki Kâbe’ye sığınırsa güvendedir”. Aslında Peygamberimiz (s.a.v.)’in söylediği bu Ayeti Kerime’nin hükmü değil mi? Yani Mescid’il Harâmın yanında sizinle savaşmazlarsa savaşmayın! Evine giren adam sizinle savaşıyor mu? Ebu Sufyan’ın evine giren savaşıyor mu ya da Kâbe yanında bulunan savaşıyor mu? Yok! Ama hücum eden birkaç kişi olmuştu. Onun için ne diyor? Orada savaşmazlarsa savaşmayın! İşte Mekke’ye bu şekilde girilmiş olmasının sebebi de bu Ayettir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in orada verdiği talimatın sebebi budur.
“fe in kâtelûkum faktulûhum – ama Kâbe’nin yanında bile olsa, sizinle savaştılar mı öldürün”. Çünkü ne oldu? Suça denk bir ceza! Suçlu hale geldi ve cezasını görecek.
“kezâlike cezâul kâfirin – o kafirlerin cezası bu şekildedir.” (Bakara Suresi 2/190)
Şimdi burada bir takım hususlar var.
Mümtehine Suresi 60/8 ve 9. Ayetleri biliyorsunuz Müslümanlar’ın Gayrimüslim’lerle ilişkilerinin belkemiğini oluşturan ayetlerdir. 549. sayfada Allah’u Teala burada şöyle diyor:
Mümtehine Suresi 60/8 ve 9. Ayetleri “Lâ yenhâkumullâhu anillezine lem yukâtılûkum fid dini ve lem yuhricûkum min diyârikum en teberrûhum ve tuksitû ileyhim. İnnallâhe yuhıbbul muksitıyn. Innemâ yenhâkumullâhu anillezine kâtelûkum fid dini ve ahracûkum min diyârikum ve zâherû alâ ıhrâcikum en tevellevhum, ve mey yetevellehum fe ulâike humuz zâlimûn”
“Lâ yenhâkumullâhu anillezine lem yukâtılûkum fid dini ve lem yuhricûkum min diyârikum – Allah sizinle din konusunda savaşmamış olanlara karşı bir yasak koymaz”
Öbür Ayette ne dedi? “Sizinle savaşanlarla savaşın”. Yasak koymaz ne demek? Yani onlarla, zaten biraz sonra gelecek, onlarla iyi geçinmenizi, dostane ilişkiler içerisinde olmanızı yasaklamaz demektir 2.nci Ayette onu göreceğiz
“Lâ yenhâkumullâhu anillezine lem yukâtılûkum fid din – din konusunda savaşmamış” Sizin yaptığınız birtakım yanlış davranışlara karşı savaşmış, o sayılmıyor. Sırf Müslüman olduğunuz için, dininizden dolayı sizinle savaşmamış olan kişilere karşı Allah (c.c.), size bir yasak koymaz.
“ve lem yuhricûkum min diyârikum – ülkenizden çıkarmamış olanlara” Mekkeliler hem savaştılar hem de müslümanları ne yaptılar, Mekke’den çıkardılar. Medine’ye gitmek zorundaydılar. O zaman Mekkelilere karşı dostane ilişkiler içerisinde olamazsın. O günkü Mekkelileri düşünürseniz. Bak neyi yasaklamaz?
“en teberrûhum – onlara iyilikte bulunmanızı
“ve tuksitû ileyhim – haklarını vermenizi” yasaklamaz.
Yani sizinle savaşmamış, sizi ülkenizden çıkarmamış olanlara iyilikte bulunmanızı ve onların paylarını vermenizi yasaklamaz. Yani, eğer bir toplum içerisinde yaşıyorsanız, siz de karar verici durumda iseniz ve bu insanlar inancınızdan dolayı sizinle savaşmıyor, sizi ülkenizden çıkarmıyorsa haklarını tastamam korumak zorundasınız, onlara vereceksiniz ve iyilikte bulunacaksınız.
“İnnallâhe yuhıbbul muksitıyn – Allah’u Teala adil davrananları, dürüst davrananları sever. Dengeli davrananları sever”
“Innemâ yenhâkumullâhu anillezine kâtelûkum fid din – Allah’ın size koyduğu yasak, inancınızdan dolayı sizinle savaşanlara karşıdır” Yani sırf innemâ derken sadece, bu bir. Bir, inancınızdan dolayı savaşan
“ve ahracûkum min diyârikum – sizi ülkenizden çıkarmış olan”
“ve zâherû alâ ıhrâcikum – çıkarılmanız konusunda destek vermiş olan”
Üç tane. Üç kırmızı çizgi.
“en tevellevhum – onları kendinize veli edinmenizi yasaklar”.
Yani mesela seçimlerde onlara oy veremezsiniz. Yetkili bir makama getiremezsiniz, Sizi ülkenizden çıkarıyorsa, sizinle savaşıyorsa ya da destek veriyorsa. Bunları destekleyemezsiniz! Bunları yetkili makamlara getiremezsiniz eğer gücünüz yetiyorsa. Bunlarla dostane ilişkilere giremezsiniz.
“ve mey yetevellehum – kim onları kendisine veli ederse”
“fe ulâike humuz zâlimûn – bunlar yanlış yapmış olurlar”. Zalim kimselerdir.
Zalim, yapmaması gereken davranışı yapan kişi demektir. Tam Türkçe karşılığı, bunlar yanlış yapmış olurlar. Yanlış yaparlarsa, yaptıkları yanlışın cezasını çekerler.
“men ceâ bis seyyieti duzebi – kim bir kötülük yaparsa karşılığını görür”. Bu sanırım hadis veya En’âm Suresi 6:160 Ayette geçiyor.
O ister müslüman olsun kim olursa olsun, hiç farketmez. İster Peygamber olsun, isterse herhangi bir kişi olsun. Yanlış yaptı mı, Cenab-ı Hakk onun cezasını verir. Tabi bir çok şeyi de affeder. Çünkü Kur’an herkes için geçerlidir.
Şimdi durum böyleyken, Fıkıh’ta gayrimüslimlerle ilişkilerin üzerine oturtulduğu bir Ayet var. Bu Tevbe Suresi’nin 5. Ayeti. 186.ncı sayfada. Şimdi meal’den okuyum ben size.
Tevbe Suresi 9/5 Ayet: “Fe izenselehal eşhurul hurumu faktulul muşrikine haysu vecedtumûhum ve huzûhum vahsurûhum vak’udû lehum kulle mersad, fe in tâbu ve ekâmus salâte ve âtevuz zekâte fe hallû sebilehum, innellâhe ğafûrur rahıym.”
Tevbe Suresi 9/5 Ayet Meali : “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan, esirgeyendir”.
Şimdi az önce okuduklarımıza tam ters bir durum oldu mu? Şimdi bu Ayet ile çok sayıda Ayetin hükümsüz hale getirildiği kabul edilir. İkiyüz (200)’ün üzerinde Ayet. Yani ilişkileri düzelten çok sayıda Ayetin, bu Ayet ile ortadan kaldırıldığı iddia edilir. Şimdi az önce, yani okuduğum Bakara Suresi’nin 190. Ayeti‘nde Cenab-ı Hakk bir kural koydu. Öyle bir kural koydu ki, Müslümanlar, karşı tarafın hakettiği cezadan ne biraz fazla ne de biraz noksan, tamtamına cezasını verme hakkına sahip kılındı. Bu da İslam’ı anlatmanın önünün sürekli açık olmasını gerektirdi. Ama burada (Tevbe Suresi 9/5 ) öyle bir şey ortaya çıktı ki, kişi müşrik olduğu için nerede bulursan öldüreceksin. Peki nasıl tebliğde bulunacaksın buna? İslam’ı nasıl anlatacaksın? O zaman öldürülmesin diye “ben müslüman oldum” diyecek. Ne olacak? Bir münafıklar ordusu meydana gelecek!
Şimdi, Fıkıh’ta olanı İslam Hukuku saymayın dememin sebebi bu. Peki niye böyle? Size sık sık okuduğum bir ayet var biliyorsunuz. Hûd Suresi 11’in ilk ayetleri. Allah’u Teala orada şöyle buyuruyor.
Hûd Suresi 11/1-2 “Elif lâm râ, kitâbun uhkimet âyâtuhû summe fussilet mil ledun hakimin habir. Ellâ ta’budû illellâh, inneni lekum minhu neziruv ve beşir”.
“Elif lâm râ, kitâbun uhkimet âyâtuhû summe fussilet – Bu bir kitaptır ki Ayet’leri muhkemdir. Yani hüküm ifade eden ayetler olarak indirilmiş, sonra da ayrıntılı olarak açıklanmıştır”.
“mil ledun hakimin habir – Hakim ve habir tarafından” Yani Allah (c.c.) tarafından açıklanmıştır.
Açıklamayı niye Allah (c.c.) yapıyor?
“Ellâ ta’budû illellâh – Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye”
Şimdi bakın Allah (c.c.)’ın açıklamasını takip edeceğiz, nasıl bir sistemin ortaya çıktığını göreceğiz. Ama adına İslam Hukuku dediğimiz Hukuk Sistemi’nin, bu işi ne hale getirdiğini göreceğiz.
Tevbe Suresi’nin başında Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:
Tevbe Suresi 9/1-5 “Berâetum minallâhi ve rasûlihi ilellezine âhettum minel muşrikın. Fe silhû fil erdı erbeate eşhuriv va’lemû ennekum ğayru mu’cizillâhi ve ennellâhe muhzil kâfirin. Ve ezânum minallâhi ve rasûlihi ilen nâsi yevmel haccil ekberi ennallâhe berium minel muşrikine ve rasûluh, fe in tubtum fe huve hayrul lekum, ve in tevelleytum fa’lemû ennekum ğayru mu’cizillâh, ve beşşirillezine keferûbi azâbin elim. İllellezine âhettum minel muşrikine summe lem yenkusûkum şey’ev ve lem yuzâhirû aleykum ehaden fe etimmû ileyhim ahdehum ilâ muddetihim, innellâhe yuhıbbul muttekıyn. Fe izenselehal eşhurul hurumu faktulul muşrikine haysu vecedtumûhum ve huzûhum vahsurûhum vak’udû lehum kulle mersad, fe in tâbu ve ekâmus salâte ve âtevuz zekâte fe hallû sebilehum, innellâhe ğafûrur rahıym.”
“Berâetum minallâhi ve rasûlihi ilellezine âhettum minel muşrikın – Antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere Allah ve Rasulu tarafından ilişkinin kesildiğini bildiren bir ultimatomdur bu” diyor.
Artık ilişki kesilmiştir.
“Fe silhû fil erdı erbeate eşhur – Dört ay bu Mekke topraklarında dolaşın” niye Mekke dediğimi biraz sonra göreceksiniz.
“va’lemû ennekum ğayru mu’cizillâh – Bilin ki siz Allah’ı aciz bırakamazsınız”
“ve ennellâhe muhzil kâfirin – Allah kafirleri rezil edecektir”. Yani bu kafirleri rezil edecektir.
“Ve ezânum minallâhi ve rasûlihi ilen nâsi yevmel haccil ekber – Haccı ekber gününde, (büyük Hac gününde, yani normal Hac, bir de Haccı Assar Umre, müslümanların ilk yaptıkları Hac Mekke’nin Fethi’nden sonra) Haccı ekber gününde Allah ve Rasuli tarafından bir ilandır”
“ennallâhe berium minel muşrikine ve rasûluh – Allah bu müşriklerden uzaktır. Rasulu de” yani ilişki kesilmiştir artık.
“fe in tubtum fe huve hayrul lekum – Tevbe ederseniz sizin hayrınıza”
“ve in tevelleytum fa’lemû ennekum ğayru mu’cizillâh – ama yüzçevirirseniz, bilin ki siz Allah’ı aciz bırakamazsınız”
“ve beşşirillezine keferû bi azâbin elim – o kafirleri acıklı bir azab ile müjdele”
“İllellezine âhettum minel muşrikin – Ama antlaşma yapmış olduğunuz müşriklerden”
“summe lem yenkusûkum şey’e – size herhangi birşeyi noksanlaştırmamış olan varsa, onlar bunlardan ayrıdır”
Şimdi yukarıda müşrikler, antlaşma yapmış olan müşrikler, hangi müşrikler oluyor? Antlaşmayı bozmuş olanlar! Bu Antlaşma hangi antlaşma? Hudeybiye’de Peygamberimizin (s.a.v.) yaptığı Antlaşmadır! Müşrikler Medine’ye üç kere baskın yapmışlar ama Peygamberimiz (s.a.v.) Hicretin 6. Yılında müşrikler ile bir antlaşma yapmıştır.
Tabi bu antlaşma da muhteşem bir devlet adamlığı tavrıdır. Çok kısa söyleyim çünkü, hangi başlığa girsen saatlerce konuşmak gerekiyor. Mekkeliler, Hayberlilerle antlaşma yapmışlar, bir de Katafanlılarla, Peygamber Efendimizi (s.a.v.) Medine’yi bir üçgen kıskacı arasına alacaklar. Peygamberimizi (s.a.v.) Medine’nin dışına çıkaracaklar. Bir grup orada onlarla savaşırken, bir başka grup Medine’ye baskın yapıp herşeyi tarumar edecek ve Müslümanlığa bitirecekler yeryüzünden. Böyle bir antlaşma yapmışlar. Peygamberimiz (s.a.v.) Hudeybiye Antlaşması ile onların bu ittifakını bozmuş. Çünkü onlarla bir Saldırmazlık Anlaşması yapmış. Dolayısıyla Katafanlılar, Hayberliler ve Mekkeliler’in üçlü ittifikanı bozmuş ve Mekke kolunu ayırmış onlardan. Mekke kolunu ayırınca Hayberliler’i cezalandırma imkanı ortaya çıkmış. Sonra da Hayber’e gitmiştir.
Bunların hepsi birer matematik olarak, yani işlenen suça denk cezalardır. Alın elinize kağıdı kalemi yazın rakamları, netice öyle çok net bir şekilde ortaya çıkar. İşlenen suça denk ceza!
Şimdi Peygamberimiz (s.a.v.), Mekkeliler ile antlaşma yapmış ama bunlar antlaşmayı bozmuş Medine’nin dış mahallelerine baskınlar yapmış, adam öldürmüş, hayvanları alıp gitmişler. Böylece antlaşmayı bozmuşlar. Onun için buradaki, o siz antlaşmayı yapıp biz de bozduk diye Beraet ilan ediliyor, sizinle ilişkimiz bozulmuştur diye. İlişki bitmiştir diye.
“İllellezine âhettum minel muşrikin – Müşriklerden antlaşma yaptığınız”
“summe lem yenkusûkum şey’e – Bu Antlaşma şartlarından herhangi birşeyi çiğnememiş olanlar başka” Ne olacak onlar?
“ve lem yuzâhirû aleykum ehaden – size karşı bir başkasına destek vermemiş”
“fe etimmû ileyhim ahdehum ilâ muddetihim – bunların, o Antlaşmadaki koşulan şartlarını sonuna kadar tamamlayın” Yani O Antlaşma süresi bitinceye kadar bunlara karşı verdiğiniz sözü yerine getir. Anlaşmaya siz de uyun. Antlaşmaya! Antlaşma ile Anlaşma arasında fark var. Anlaşma = Müsahale, Antlaşma = Muahade ?. Yani Antlaşmada karşılıklı bir yeminleşme var. Anlaşmada karşılıklı bir saldırmazlık şeyi var.
“innellâhe yuhıbbul muttekıyn – Allah muttakileri sever”
Diyor ki burada Cenab-ı Hakk,
“Fe izenselehal eşhurul hurum – O Haram aylar çıkarsa” onlar hangisi, yukarıda onlara müsaade edilen dörtay. Bilinen Haram Aylar değil! Buradaki Haram Aylardan maksat, onların kanının dökülmesi yasak, onlara can güvenliği verildiği aylar. Can ve mal güvenliğinin verildiği aylar. Çünkü, bu ilan, yukarıdaki Ayette de belirtildiği gibi Haccı Ekber günü, yani Hac günü yapılmıştır. Mina’da yapılmıştır. O Zilhicce’nin ortasıdır, ondan sonra Muharrem geliyor bir ay! Ondan sonra Haram Aylar bitiyor.
Halbuki o andan itibaren başlayıp devam eden dört ay’dan bahsediyor Ayet-i Kerime. Dolayısıyla buradaki Haram Aylar, bu insanlara dokunmanın yasak aylar olduğu dört aydır. İşte o Dört Ay çıkınca. Şimdi siz bu Ayetin, bakın Ayetin yukarıdaki ilişkisini koparırsanız, yukarıdaki ilişkiyi kimin açıkladığı bir ilişki oluyor? Allah (c.c.)’ın açıklaması. O ilişkiyi koparırsanız Ayet ne hale geliyor. Haram aylar çıkınca müşrikleri öldürün. O zaman haram aylar, genel Haram Aylar oluyor. Bunlar hangileri? Zilkadi, Zilhice, Muharrem, Recep. Müşrikleri öldürün! O zaman bütün müşrikler oluyor! Halbuki bu Ayetler arası ilişkileri izlediğin zaman, o müşrikleri, antlaşmayı bozan müşrikleri öldürün diyor. Peki niye öldürün diyor? Onu da şimdi Ayet’ten göreceğiz.
“Fe izenselehal eşhurul hurumu faktulul muşrikine haysu vecedtumûhum – o müşrikleri nerde bulursanız öldürün”. Çünkü bu müşrikler antlaşmayı bozmuş, Bedir Savaşını yapmış, Uhud Savaşını yapmış, Hendek Savaşını yapmış olan suçlulardır. İşte bunlarla ilgili olarak Cenab-ı Hakk Bakara Suresi 2/191’de ne dedi?
Bakara Suresi 2/191. Ayet “Vaktulûhum haysu sekiftumuhum ve ahricûhum min haysu ahracûkum vel fitnetu eşeddu minel katl, ve lâ tukâtilûhum ındel mescidil harâmi hattâ yukâtilûkum fih, fe in kâtelûkum faktulûhum. kezâlike cezâul kâfirin”
Vaktulûhum haysu sekiftumuhum – Onları buldukları yerde öldürün
ve ahricûhum min haysu ahracûkum – onların sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın”
Şimdi o savaş alanında öldürme durumu. Okuduk Ayet’i Kerimeyi. Yani Mescid-i Haram’da, ne dedim ve lâ tukâtilûhum ındel mescidil harâmi , Mescidil Haram da onlarla savaşmayın. Şimdi bunlar Mescidil Haram’da yani Mekke’deler, Mekke çevresindeler. Onlarla savaşılmayacak ama onların oradan çıkarılması hükmü var. Çünkü onlar müslümanları Mekke’den çıkarmışlardı. Şimdi Mekke feth edildi, onların Mekke’den çıkarılma cezaları var. Kimin? Bütün müşriklerin mi? Peygamberimizi (s.a.v.) Mekke’den çıkaran müşrikler. Çünkü işledikleri suçun, dengi bir ceza.
35.34 dk. izleyicilerden konuşan ya da soru soran var ama duyulmuyor. Sn. Bayındır cevap veriyor.
CEVAP: Kabile kabile. Fert fert değil. Öyle ferdi anlaşma yapılmıyor . Anlaşma Kabilelerle yapılır. Öyle fert fert anlaşma olur mu? Bu bir devletler arası yapılan anlaşma. Fert fert olmaz, kabile kabile olur.
Şimdi burada diyor ki,
“Onları çıkarın” emri var ya, çıkarın! Nereden çıkaracaklar? Mekke’den! Dörtay daha süre tanındı. Eğer onlar çıkmazlarsa, yaptırımı ne? Öldürmek! Niçin? Zaten Bunlar savaş suçlusu. O zaman bunlar, Mekke’nin dışında herhangi bir yere gittikleri zaman, ister islam ülkesi olsun ister olmasın farketmez, öldürülebilirler mi? Öldürülemez! Çünkü bunlar, müslümanları Mekke’den çıkarma suçunu işledikleri için bu ceza veriliyor. O zaman bu insanlar, biz bu cezayı hak ettik demezler mi? İslam’a pencereyi kapatırlar mı bunlar? Kapatmazlar! Onun için ne diyor?
“fe in tâbu ve ekâmus salâte ve âtevuz zekâte – tevbe eden, namazı kılar, zekâtı verirlerse” yani, ben tevbe ettim diye lafla olmaz. Müslümansa, müslümanca yaşayacaksın. Namazı kıl, zekâtı ver bakalım. O zaman;
“fe hallû sebilehum – yollarını serbest bırakın” tamam artık
“innellâhe ğafûrur rahıym – Allah Gafur ve Rahim’dir”
Peki bunları Mekke’nin dışına çıkardınız. Bunlar Mekke’ye giremezler mi?
Tevbe Suresi 9/6 Ayet: “Ve in ehadum minel muşrikinestecârake fe ecirhu hattâ yesmea kelâmellâhi summe eblighu me’meneh, zâlike bi ennehum kavmul lâ ya’lemûn”
“Ve in ehadum minel muşrikinestecârake fe ecirhu – Bu müşriklerden herhangi birisi, Mekke’nin dışına çıkardınız, sizin birinizin çevresine bulunmak için, yani ben dini islam hakkında bilgi edinmek istiyorum diye, sizin çevrenizde bulunma arzusunda bulunursa, arzu eder, böyle bir isteğini duyurursa, onu yanınıza alın”
“hattâ yesmea kelâmellâhi – alın da Allah’ın Kelamı’nı dinlesin” çünkü Allah (c.c.)’ın kelamını dinlemeden Müslüman olunmaz! Baskı ile müslüman olunmaz. Çünkü kendinde bir kanaat olması lazım.
“summe ebliğhu me’meneh – sonra onu kendisini güvende hissedeceği yere kadar ulaştır” Geldi, dinledi, zaten müslüman olduysa oldu. Olmadıysa kendisini güvende hissedeceği yere kadar ulaştır. Yani Mekke’nin sınırlarının dışına çıksın.
“zâlike bi ennehum kavmul lâ ya’lemûn – çünkü bunun sebebi şu, onlar bilmeyen bir topluluktur”.
Şimdi buradaki kuralı kısaca özetleyelim size. Allah’u Teala, Bakara Suresi 2/190. Ayette ne dedi?
“Sizinle savaşanlarla savaşın, aşırıya gitmeyin” Mekkeliler ne yapmıştı?
Sonra bütün bunları rağmen Peygamberimiz (s.a.v.), onların bu yaptıklarını görmemiş, Hudeybiye’de onlarla bir “Sur Anlaşması” ? yapmış, onu da bozmuşlardı. İşte Cenab-ı Hakk burda ne diyor?
“Onlar sizi nerden çıkarttılarsa, siz de onları ordan çıkarın” diyor. Şimdi Allah (c.c.) bunları Mekke’den çıkarma emrini verdi mi? Bu emri verdi ama hemen bu uygulanmadı. Uygulamada bir takım kolaylıklar getirdi Allah’u Teala. Müslümanlar Mekke’yi feth ederken, Mescidi Haram’da savaşmaları yasak edildiği için, savaşsız girildi Mekke’ye değil mi? Sadece kendileri eğer hücum etmişlerse, onlara cevap birkaç ufak tefek olay oldu o kadar. Ama bunların suçlarının cezası duruyor, Mekke’den çıkarılacaklar. Çünkü
“ahricûhum min haysu ahracûkum – onların sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın” onlar müslümanları Mekke’den çıkardı, o zaman müslümanlarda bunları Mekke’den çıkaracaklar.
Mekke’nin fethinden sonra, Ramazan’da feth edilmişti şeye kadar. O sene ki Şevval, Zilkade, Zilhicce Ramazandan üç ay sonra Hacc yapılıyor Hz. Ebu Bekir Başkanlığında, o zaman bu ilan yapılıyor bu Tevbe Suresi’ndeki ilan. Yani sizin Mekke’den çıkarılmanız bu şekilde olacak diye. Sonra bunlara Dört ay daha süre tanınıyor. Hemen bugün pılınızı-pırtınızı toplayın değil, işinizi-gücünüzü yapın alacağınızı-borcunuzu vs. dört ay bir süre var. Bunlar Mü’min olanlar için değil, olmayanlar için dörtay! Peki bu dörtay sonunda çıkmazlarsa? O zaman öldürülecekler! O zaman onlar için, orada yaşatılmayacaklar Mekke’de. Arap toplumunda değil, Müslümanların içinde değil. Mekkede yaşatılmayacak. Çünkü suçu, suçları o! Müslümanları Mekke’den çıkarma suçu.
Şimdi bu Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’ı Kerim’de koyduğu açıklama. Şimdi bütün bu Ayet ilişkilerini bir kenara bırakın. Yani Allah’u Teala ne diyor, “Açıklamayı ben yapıyorum ki, Allah’tan başkasına kul olmayasınız”! Çünkü açıklamayı Abdulaziz Hoca yaparsa, o zaman siz bunu Allah (c.c.)’ın açıklaması zannedersiniz. Abdulaziz Hoca’nın sözüne uymuş olursunuz, haş’a o kendini Allah’ın yerine koymuş olur, siz de onu Allah (c.c.) yerine koymuş olursunuz. Abdulaziz Hocaya kulluk edersiniz, kendinizi Allah (c.c.)’a kulluk ediyor zannedersiniz. Bu da Cenab-ı Hakk’ın kabul ettiği bişey değildir.
Onun için bütün ayetleri birer birer matematik şeyi gibi peşpeşe açıklanır. Bu açıklamalar düzgün bir şekilde takip edildiği zaman, muhteşem bir sistem ortaya çıkar.
Şimdi, bütün bunları ortadan kaldırırsanız, ortadan sadece birşey aldınız mı olmaz! Yani “müşrikleri nerde buldunsa öldür!” Bunun altı var üstü var, ilişkisi olduğu ayetler var. Olur mu böyle birşey. Ondan sonra buna ters gelen bütün Ayetleri yok say! E artık biraz güçlenmişler ya, toprak elde etmek istiyorlar, daha dini yaymak kimin umurunda. Mesele insanları islama çağırmak değil, mesele toprak elde etmek, ganimet elde etmek ve hakimiyet alanını genişletmek. E biraz zor genişletirsiniz! Sahabe dönemindeki o şeyler daha sonra ne oldu? Müslümanlar iyice içlerine kapanmak zorunda kaldılar.
Peki şimdi birşey daha! Mekke’ye gittiğiniz zaman, Hac ve Umre için. Dışarda levhalar var görürsünüz. “Müslüman Olmayan Giremez” diye değil mi? E peki, bir insanın Mekke’de yaşayanların dinden çıkma hakkı yok mu? Peki onlar dinden çıktıkları zaman Mekke’den başka yere mi taşınacaklar. Bu iman kalp ile kalpte oluyorsa, insan inanmadım derse, kendi kendine inanmadığını, inanmıyorsa inanmaz. O zaman adamı Münafık yapmak zorunda bırakacaksın, söyleyemeyecek inanmadığını. Peki bunun ayeti hangisi? Şimdi bu Ayet’in cevabını sizden bekliyorum, ben söylemiyeceğim. Diyor ki Ayet’i Kerime burda;
Tevbe Suresi 9/28 Ayet: “Yâ eyyuhellezine âmenû innemel muşrikûne necesun fe lâ yakrabul mescidel harâme ba’de âmihim hâza, ve in hıftum ayleten fe sevfe yuğnikumullâhu min fadlihi in şâ, innellâhe alimun hakim”
“Yâ eyyuhellezine âmenû innemel muşrikûne necesun fe lâ yakrabul mescidel harâme ba’de âmihim hâza – Müşrikler, bu müşrikler birer pisliktir, bu yıllarından sonra Mescidil Harama yaklaşmasınlar”
“Hum” zamiri nereye gidiyor Enes Hoca? Hangi müşriklere? En yukardaki! Şimdi hangi müşrikler Mekke’ye giremiyorlarmış? O suçu işleyen müşrikler. Bu hangi suç? Müslümanları Mekke’den çıkarma suçu! Anladık mı? Yani Kur’an’ı Kerim’i Allah (c.c.)’ın açıkladığı zaman ortaya çıkan sisteme bakın. Kur’an’ı Kerim’i başkaları açıkladığı zaman ortaya çıkan sistemsizliğe bakın. Görüyor musunuz?
Ba’de âmihim, Hum Zamir’i, onların bu yılından sonra! Demek ki o yıl orada bulunan müşriklere! Çünkü Dörtay daha süre tanınıyor ya. Bak, hep yukardan beri, aynı kişilere dikkatler çekiliyor! O zaman öyleyse, Mekke’nin dışına konulan, “Müslüman Olmayanlar Giremez” Levhası doğru birşey mi? Bu defa İslam, bir siyasi grubun simgesi haline geliyor. Allah (c.c.)’ın dini olmaktan çıkıyor, bir siyasi ve sosyal grubun bir Alamet-i Farikası haline yani, bir ayrıştırıcı özelliğa haline geliyor. Halbuki bütün insanlar, İslam’a eşit uzaklıkta olmalı. Bir insan müslüman diye, sürekli müslüman kalacak değil ve adamın annesi müslüman olabilir, babası müslüman olabilir. İslam hristiyanlık gibi değil ki, vaftiz ettiğin zaman, tamam artık senin dinini klise üstlenmiş, “Artık sen ne yaparsan yap, Cennet’i garantiledin” diyelim. İslam kişisel, onun için kişi müslüman olduğunu ifade ederken hangi kelimeyi kullanıyor? Eşhedû diyor “Eşhedû = Ben tanıklık ederim” yani “Ben gözümle görmüş, elimle tutmuş gibi çok kesin bir kanaatle biliyorum ki, Allah (c.c.)’tan başka İlâh yoktur”. Yine ben çok kesin bir kanaatle biliyorum ki, Muhammed, çünkü Eşhedû diyorsun şahitlik, gözle görmek tutmak, böyle şahitlikten daha güçlü bir şey olmaz. Biliyorum desen şey olmaz. Çünkü bilgi yanlış olabilir, ama ben gözümle gördüğüme inanırım dersin, senin dediğine değil! Denmez mi, insanlar öyle söyler.
İşte gözümle görmüş gibi biliyorum dediğimiz şey’dir Eşhedû diye ifade ettiğimiz şey! Bu kişisel! Efendim Babam müslüman olduğu için biz de müslümanız. Kardeşim bu baban, sen, sen kendi kararını sen vereceksin. Ha güzel baban iyi bir insansa, müslüman ise sana müslüman olmanı kolaylaştırmıştır o, eğitiminle, bir takım güzel örnek olmalarıyla falan. Gerçi şuanda ki Müslümanlık görüntüsü mü kötü, örnek mi kötü o da tartışılır da ama Kur’an ve Sünnet’teki Müslümanlığı ortaya koyduğun zaman, açıklamayı da siz yapmazsanız, Cenab-ı Hakk yaparsa, o zaman Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in uygulamalarının yüzdeyüz %100 Kur’an olduğunu net bir şekilde görürsünüz. O’na yeryüzünde Hayır diyecek bir tek insan çıkmaz!
Teslim olmayabilir, yani size zaman zaman anlatıyorum ya, İslam’ı şöyle kaynağından el değmeden alınan su gibi insanlara takdim etmemiz lazım! Çünkü bu suyu yaratan kim ise Kur’an’ı indiren de O’dur. İçerisine hiçbir şey katmaya hakkımız yok, onun için açıklamayı Cenab-ı Hakk yapacak! Açıklamayı Allah’u Teala yaptığı zaman neler oluyor, insanlar yaptığı zaman neler oluyor? Yani insanlar Din’e uyma yerine, Din’i kendilerine uydurmayı çok seviyorlar. Çünkü niyet, hakimiyet kurmak, niyet dünyayı, niyet daha çok dünyacı olmak, niyet birtakım başka şeyler oluyor.
Peki tekrar kısa bir özet yapıyım. Bizim Abdullah diyor ki, “Baba sen çok karışık anlatıyorsun, milletin aklında kalmıyor”. Ben de onun için kısa bir özet yapıyım.
Burada Sn. Bayındır’a nacizâne görüşümü bildirmek istiyorum. Aslında Sn. Bayındır karışık anlatmıyor. çok net anlatıyor. Ama sözlerinin arasına “ŞEY” kelimesini çok katıyor ve başlanan cümle bitmeden, yorum yaptığı için karıştırılıyor. Cümlelerdeki ana fikir dağılıyor. Dinlerken yorucu oluyor. saygılarımla F.Karapınar
Şimdi Suç ile Ceza arasında tam bir uyumluluk vardır. Bu uyumluluk bütün şeylerde var, bütün sistemde var. Yani Savaş’ta da var, Normal Ceza Hukuku’nda da var, Yargı Hukuku’nda da var, her şeyde var. Hatta Hukuki İlişkiler de de böyle. Dolayısıyla insanlar “Bunu ben haketmiştim” demek durumunda olurlar ceza uygulandığı zaman.
İşte savaşta da Cenab-ı Hakk diyor ki, “Sizinle savaşanlarla savaşın ama aşırıya gitmeyin” diyor. Peki Mekke’liler Müslümanları öldürmeye kalktılar, Mekke’den sürdüler ve bir sürü şeyler yaptılar. Sonra Müslümanlar Mekke’ye hakim oldukları zaman, Allah’u Teala Mescidil Haram’da savaşı yasakladığı için savaşsız girdiler ama “Mekke’den çıkarılma cezaları” devam ediyordu. Onun için kendilerine bir süre tanındı, o süre sonunda; eğer çıkmamış olanlar varsa ölüm ile tehdit edilerek çıkmaya zorlandılar. Nereye çıktı? Mekke’nin dışına çıktı mı yetiyor. Çünkü işlediği suç, müslümanları Mekke’den sürgün etmekti. Bunlar da Mekke’den sürgün edildiler mi tamam! İşte O müşriklerin, artık o seneden sonra, yani kendilerine tanınan o süreden sonra, bir daha Mekke’ye girme hakları ellerinden alınmış oldu. Bu da işledikleri suçun dengi bir cezadır.
Peki bugün kü müşrikler, o suçu işledi mi? O zaman bugün kü müşriklerle bişeyleri yoktur. Bu, işte Cenab-ı Hakk’ın koyduğu bir kuraldır. Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki ilişki de Mümtehine Suresi 60/8 ve 9.’ncu Ayetlerde, ortaya konan Üç tane kırmızı çizgi var.
Birincisi; İnancımızdan dolayı bizi öldürmeye kalkmaları. İnancımızdan dolayı! Başka suçlar falan işlemişsiniz o ayrı,
İkincisi; Bizi ülkemizden çıkarmaları,
Üçüncüsü; Çıkarmaya destek vermeleri.
Bu üçü, zaten evrensel bir suçtur, Savaş Suçu’dur! Buna itiraz eden bir insan olmaz ki! Niye? Çünkü İslam, Fıtrat Dini’dir. Bir insana İslam’ı anlattığınız zaman, az önce dedim ya; kaynağından alınmış bir suya kimin itirazı olur? İslam dediğimiz Kur’an ve Sünnet bütünlüğü içerisinde anlatılandır. Ona yeryüzünde Hayır diyecek hiç kimse olmaz! Ama kim Hayır der? Menfaatlerine ters düşerse, beklentilerine ters düşerse, kendisi için çizdiği hayat tarzına ters düşerse o Hayır der ama suçluluğunu da herzaman bilir!