Elhamdulillahi rabbil alemin. Vel akıbetu lil muttakin. Vessalatu vesselamu ala rasulina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Bakara suresinin 180. Ayetini okuyacağız. Bu ayette Allah-u Teâla şöyle buyuruyor.
(2/ Bakara 180.Ayet)
“Kutibe aleykum izâ hadara ehadekumul mevtu in terake hayrân, elvasıyyetu lilvâlideyni vel agrabîne bilmağrûf, haggan alel muttegîn”
“Kutibe aleykum”
“Ey müminler, size farz kılınmıştır.”
“izâ hadara ehadekumul mevtu”
“sizden biriniz öldüğü zaman, ölür ölmez”
“in terake hayrân”
“eğer geriye mal bırakmışsa”
“elvasıyyetu lilvâlideyni vel agrabîne bilmağrûf”
“bilinen şekilde anne, baba ve yakınların lehine olan o vasiyyeti yerine getirmek ey müminler size farz kılınmıştır.”
“haggan alel muttegîn”
“Bu muttakiler üzerinde bir haktır. Muttakiler üzerinde bir hak olarak size farz kılınmıştır.”
Yani sizden herhangi birisi vefat eder, geriye mal bırakırsa Müslümanlar fazla vakit geçirmeden o kişinin malını anne baba ve en yakınlarına onlar lehine yapılmış olan verilmiş olan o emre göre taksim etmek. Yani herhangi birisi öldüğü zaman onun bıraktığı malları mirasçılar arasında paylaştırmak bu ayetle Müslümanlara farz kılınmıştır.
(2/ Bakara 181.Ayet)
“Femen beddelehû bağde mâ semiahû”
“o ölçülere işitip öğrendikten sonra kim değiştirirse onu”
“feinnemâ ismuhû alellezîne yubeddilûneh”
“onun günahı değiştirenler üzerinedir.”
“innallâhe semîun alîm”
“Allah işitir ve bilir.”
Şimdi burada el vasiyyetu kelimesi önemli.
“O vasiyet size farz kılınmıştır.”
Bize farz kılınan vasiyet nedir? Vasiyet ölene değil, Müslümanlara farz kılınmıştır. “O vasiyet,” Allah-u Teâlâ’nın Nisa suresinde yaptığı vasiyettir. Nisa suresi 11. Ayeti açıyoruz. Burada Allah-u Teâlâ diyor ki,
(4 / Nisa 11.Ayet)
“Yûsîkumullâhu”
“Allah size vasiyet eder”
Arapçada vasiyet, yani bizim Türkçede vasiyet dediğimiz zaman bir kimsenin ölümünden sonra yerine getirilmek üzere verdiği talimata denir vasiyet. Ama Arapçada vasiyet bir kimseye bir görev yüklemektir. O görev hemen de olabilir, daha sonra da olabilir.
“Yûsîkumullâhu”
“Allah size vasiyet eder”
ifadesinde haşa cenabı hakkın ölmesi söz konusu değildir. Burada Arapçadaki haliyle zaten bu vasiyet Allah’ın bize yüklemiş olduğu görevdir.
“Yusikum”
“Allah size görev yükledi” der.
Buradaki siz kim oluyor? Bütün Müslümanlar.
“Yusikumullahu”
“Allah size görev yükler”
“fî evlâdikum”
“evladınız hakkında size görev yükler”
“lizzekeri mislu hazzıl unseyeyn”
“erkeğe iki kız payı vermenizi size görev olarak yükler”
Şimdi buradaki “siz”i ölen kişi olarak düşünme imkânınız var mı? Ölen kişiye görev yüklenir mi? O zaman siz ifadesinden anlaşılan, yaşayanlar. “Ey müminler, Allah size görev yükler.” Demektir ki, sizden birisi ölür, geriye mal bırakırsa, malını oğlana iki kıza bir pay olmak üzere paylaştırın.
İşte öbür ayet de aynıdır. O biraz daha bunu açıyor.
(2 / Bakara 180.Ayet)
“Kütibe aleykum”
“Ey müminler, size farz kılındı”
Burada “yusikum” da aynı anlama gelir.
(4 / Nisa 11.Ayet)
“Yusikum”
“Allah size görev yükler.”
Allah’ın yüklediği görev farz bir görev değil midir?
(2 / Bakara 180.Ayet)
“Kütibe aleykum”
“size yazıldı, size farz kılındı.”
“İza hadara ehadekumul mevtu”
“sizden birisine ölüm hazır olduğu zaman.”
Yani ölüm gelmiş ve adam ölmüş, hadara kelimesi de daha yeni ölmüş anlamına geliyor. Demek ki, ölür ölmez görev yerine getirilmesi gerekiyor. Görev biniyor Müslümanlara.
“İzâ hadara ehadekumul mevtu in terake hayrân,”
“eğer geriye mal bırakmışsa, ölen kişi geriye mal bırakmışsa size farz kılındı”
“el vasıyyetu”
“o vasiyeti yerine getirmek.”
“O vasiyet” hangi vasiyet? Nisa suresinin 11. Ayetindeki Allah’ın vasiyeti, Allah’ın yüklediği görev. O da
(4 / Nisa 11.Ayet)
“yusikumullahu fi evladikum”
“Allah size evladınız hakkında görev yükler”
“lizzekeri mislu hazzıl unseyeyn”
“erkeğe iki kız payını görev olarak yükler.” Ondan sonra diyor ki,
“fein kunne nisâen fevgasneteyni felehunne sulusâ mâ terak”
“eğer ikiden fazla kız ise kalanlar, onlara ölünün bıraktıklarından üçte ikisi gerekir.”
Şimdi burada terake kelimesi var. Bakın dikkat edin te-ra-ke. Türkçe bu kelime kullanılır mı? Terekesi. Terike denir tabi. Tereke de denir Türkçede. Burada terake diyor. Yani
“mimma terak”
“babanın bıraktığından” Öbür ayette de ne diyor?
(2 / Bakara 180.Ayet)
“İn terake hayran” Burada,
“mimma terake”, o biraz daha açıklıyor,
“in terake hayran”
“geriye mal bırakmışsa.” Geriye mal bırakmışsa
“lilvâlideyni vel agrabîne”
“anne baba ve en yakınlara, en yakınlar için olan o vasiyeti yerine getirmek size farz kılınmıştır.”
Anne baba ve en yakınlar için olan “o vasiyet” Nisa suresinin 11. Ayetindeki “Allah’ın vasiyeti,” yani Allah’ın yüklediği görevdir.
(4 / Nisa 11.Ayet)
“Yûsîkumullâhu fî evlâdikum lizzekeri mislu hazzıl unseyeyn”
“Allah size evladınız konusunda erkeğe, iki kız payını görev olarak yükler.”
“fein kunne nisâen fevgasneteyni felehunne sulusâ mâ terak,”
“eğer bunlar ikiden fazla kız iseler, ölenin bıraktığının üçte ikisi kızlara verilir.”
“ve in kânet vâhıdeten felehen nısf,”
“kız bir ise, bir tane kızı varsa ölenin bıraktığının yarısı kızınındır.” Ondan sonra
“ve liebeveyhi likulli vâhıdim minhumes sudus”
“anne babadan her birine ölenin bıraktığının altıda biri vardır.”
“mimmâ terake in kâne lehû veled,” “ölen kişinin eğer çocuğu varsa.”
Şimdi burada Allah kimler lehine vasiyette bulundu? Ölenin oğlu, kızı, anası babası değil mi?
Öbür ayette ne dedi? Bakara 180 de.
(2 / Bakara 180.Ayet)
“Kütibe aleykum”
“size farz kılınmıştır”
“izâ hadara ehadekumul mevtu”
“sizden birisine ölüm daha yeni gelmişse,”
“in terake hayrân,”
“geriye mal bıraktıysa”
“elvasıyyetu lilvâlideyni vel agrabîne bilmağrûf,”
“anne baba ve en yakınlara”
kişinin en yakınları oğlu kızı değil mi? Anne baba da var, işte, “anne baba ve en yakınlara, Allah’ın yaptığı vasiyeti yerine getirmek, size farz kılınmıştır.” Ki o miras payları Nisa 11 de, 12 de, 176 da anlatılıyor. Ne diyor Allah-u Teâlâ?
Şimdi tekrar ayeti anlayalım.
(2 / Bakara 180.Ayet)
“Kutibe aleykum”
“ey müminler size farz kılındı.”
“izâ hadara ehadekum”
“sizden birisi daha yeni öldüyse”
“izâ hadara ehadekumul mevtu in terake hayrân,”
“geriye mal bırakmışsa”
“elvasıyyetu lilvâlideyni vel agrabîne”
“anne baba ve yakınları için olan o vasiyeti –Nisa suresindeki vasiyeti- yerine getirmek size farz kılınmıştır.”
Yani sizden biriniz ölür, geriye mal bırakırsa, o malın anne baba ve en yakınlar arasında Allah’ın emrettiği şekilde paylaştırma görevi kime yüklenmiş oluyor? Müslümanlara. O aileye değil. Aileye değil, Müslümanlara yükleniyor. Ne zaman yapılacak? Hiç vakit geçirmeden, derhal. Çünkü hadara kelimesi de onu gösteriyor.
Onun için şöyle demişlerdir. Terike-i meyyite, hukuk-u erbaa taalluk eder. Çok açık Türkçeyle konuşuyorum değil mi? Terike-i meyyite, hukuk-u erbaa taalluk eder. Teçhizü tekvin, kadai duyün, tenfizi vesaya, kısmet beynel verese.
Ben anladım, sizin anlamanıza da gerek yok zaten. Diyor ki, bir kişi öldüğü zaman onun bıraktığı mallarda şu haklar vardır diyor. Dört tane hak vardır diyor.
(4/ Nisa 11.Ayet)
“min bağdi vasıyyetin yûsî bihâ ev deyn”
“ölenin yaptığı vasiyetten ya da borcunun ödenmesinden sonra arta kalan paylaşılacaktır” diyor.
Buradaki vasiyetin manası da farklı, onu inşallah size açıklamaya çalışacağım. Zaten ayette öyle dediği için önce kişi defnedilir, arkasından borçları ödenir. Arkasından
Ama bu ayet mirasçılar arasında malın paylaştırılmasını aileye değil Müslümanlara yüklüyor. Çünkü aileye bırakıldığı zaman birçok haksızlıklar, sıkıntılar ve içinden çıkılması zor olan problemler meydana gelmektedir.
(2 / Bakara 180.Ayet)
“Haggan alel muttegîn”
“muttakiler üzerinde bir haktır, muttakilerin boynunda bir borçtur bunu yapacaklar”
Peki oradaki birtakım paylardan bahsetti Allah-u Teâlâ. Bir kız varsa, ölenin bir tek kızı varsa mirasın yarısı, iki ve daha fazla varsa, mirasın üçte ikisi, oğul ve kız varsa, oğul iki pay, kız bir pay, evlatlar varsa anne baba altıda bir, evlatlar yoksa, anne üçte bir, baba üçte iki, ölenin kardeşleri varsa, annenin payı altıda bire düşüyor… diye böyle miktarlar belirtiliyor. Şimdi Allah’ın yaptığı vasiyet bu.
Onun için bundan sonra diyor ki, ikinci ayette
(2 / Bakara 180.Ayet)
“Femen beddelehû bağde mâ semiahû”
“kim bu emri duyduktan sonra o maruf miktarı değiştirirse, kıza farklı oğlana farklı, verilen emirlere aykırı bir taksimat yaparsa”
“feinnemâ ismuhû alellezîne yubeddilûneh”
“bunun günahı onu değiştirenleredir.”
Yok, efendim bu işte daha fakir buna fazla verelim, bu küçük fazla verelim, bu büyük… Öyle şey yapamazsınız. Neyse o. Değiştirirseniz, birine diğerinden fazla verirseniz, günahı sizin boynunuza olur. Onun için Allah bu görevi öyle kişilere yüklüyor ki bunlar, mirastan yararlanmayan insanlar. Peki, elime bir menfaat geçmiyor bari günaha girmeyeyim diyecektir.
“innallâhe semîun alîm”
“Allah semi ve alimdir, Allah işitir ve bilir.”
Bundan sonraki ayeti okumayacağım çünkü onun bağlantısı farklı. Vakit kalırsa okurum inşallah.
Şimdi, ayeti kerime böyle. Peki, siz bu görevi duymuş muydunuz? Yani birisi öldüğü zaman mirasını paylaştırma görevi, Müslümanlara Allah tarafından yüklenmiş farz bir görevdir, diye duymuş muydunuz? Duyamazsınız çünkü bu ayetler, maalesef işi bitirilmiş ayetlerdendir.
Şimdi bakın verilen meali ben size okuyayım. Şuradan okuyorum. Türkiye Diyanet Vakfının mealinden, istersen Yahya sen oku, sen benden daha güzel okursun. Azıcık değişiklik olsun.
Yahya Şenol: Birinize ölüm geldiği zaman eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah’tan korkanlar üzerine bir borçtur.
Abdulaziz Bayındır: Şimdi bakın. Yavaş yavaş okur musun?
Yahya Şenol: Birinize ölüm geldiği zaman,
Abdulaziz Bayındır: Şimdi birimize ölüm gelmiş. Ölmüş müyüz? Hayattayız. Birimize ölüm geldi.
Yahya Şenol: Eğer bir mal bırakacaksa,
Abdulaziz Bayındır: Mal bırakacaksam geriye,
Yahya Şenol: Anaya, babaya,
Abdulaziz Bayındır: Anama mesela,
Yahya Şenol: Babaya
Abdulaziz Bayındır: Babama,
Yahya Şenol: Yakınlara
Abdulaziz Bayındır: Yakınlarıma
Yahya Şenol: Uygun bir biçimde vasiyet etmek
Abdulaziz Bayındır: Uygun bir biçimde vasiyet etmek, kime farz bakalım?
Yahya Şenol: Allah’tan korkanlar üzerine bir borçtur.
Abdulaziz Bayındır: Bana ölüm geldi. Allah’tan korkanlara borç. Bu nasıl bir Türkçe cümle? Ölüm bana geliyor, ben vasiyeti yapacağım, borç Allah’tan korkanlar için. Sizden biri dedi, bir kişiden çok kişiye ne zaman intikal etti? Bir şey anladınız mı? Peki, işin bir tarafı bu.
Bu vasiyet ne zaman farz oluyor buraya göre? Ölüm geldi, yani adam ölüm döşeğinde, ölmek üzere. Adam ölmek üzere, can çekiştiriyor, artık yavaş yavaş elden ayaktan canlar çekiliyor. Annesi gelip diyor ki, “oğlum bak falan yeri bana vasiyet edeceksin.” Babası da diyor ki, “filan yer benimdir ha.” Oğlu da diyor ki, “dükkânı kimseye vermem.” Kızı diyor ki, “filan daire benimdir.” Adam ne diyecek? “Ya çekilin başımdan, Allah aşkına” diyecek. “Ya ben can çekiştiriyorum.” “Sus sus kâfir gidersin, Allah’ın emri.” Allah farz kılmış. Adam gerçekten kâfir gider. O anda yani… Çıldırır adam, o anda ölür gider. Böyle bir vasiyet olur mu? Ölmek üzere olan bir kişi, hani keçi can derdinde kasap mal derdinde gibi bir şey oluyor. Şimdi?
Katılımcı: Kimse rahat ölmüyor. Uçaktan düşen, Arabadan Uçuruma düşen
Abdulaziz Bayındır: Evet, yani o düştüğü zaman da iş daha kötü yani. Düşerken havada, “bir dakika vasiyet edeyim, ondan daha sonra düşeyim” diyecek. Şimdi tabi böyle bir şey, böyle bir vasiyet olmaz.
Yahya Şenol: Açıklama bölümü de vardı.
Abdulaziz Bayındır: Yahya bir de açıklama bölümünü okumak istiyor, orayı bir dinleyelim.
Yahya Şenol: 180. ayetin bir açıklaması var elimizdeki Mushaflarda. Mirasla ilgili ayetler gelmeden önce kişinin servetinden ana, baba ve akrabalarına bir miktar verilmesi için vasiyet etmesi emredilmiştir. Ancak Nisa suresi…
Abdulaziz Bayındır: Bu ayetin miras ayeti inmeden önce indiği ifade edilmeye çalışılıyor. Evet.
Yahya Şenol: Ancak Nisa suresinde gelen miras ayetleri ile herkesin hakkı kesin ve net olarak belirlenmiş, efendimiz de, “Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Bundan sonra varise vasiyet yoktur” buyurmuş böylece yukarıdaki ayet nesh edilmiştir.
Abdulaziz Bayındır: Ayeti hadis mi nesh etti, ayet mi nesh etti? Hadis nesh etti. Şimdi, hadis ayeti nasıl nesh eder? Çünkü Allah-u Teâlâ Bakara suresinin 106. ayetinde diyor ki, estauzubillah.
“Mâ nensah min âyetin ev nunsihâ ne’ti bi hayrin minhâ ev mislihâ”
“Bir ayeti nesheder ya da unutturursak daha hayırlısını ya da dengini getiririz.”
Hadis ayetten daha hayırlı mıdır? Yoksa ayetin dengi midir? İkisi de değil. Nasıl nesh eder? Şimdi bazıları da diyor ki, hatta aslında orada cümleyi öyle bir şekilde kurmuş ki, bir daha oku sanki ayetten nesh edilmiş gibi bir hava da veriyor. Çünkü emin değil onu yazan kişi. Ne verdiği mealden emin, ne yazdığı şeyden. Bir daha okur musun?
Yahya Şenol: Nisa suresinde gelen miras ayeti ile herkesin hakkı kesin ve net olarak belirlenmiş, efendimizde “Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Bundan sonra varise vasiyet yoktur” buyurmuş, böylece yukarıdaki ayet neshedilmiştir.
Abdulaziz Bayındır: Yani sanki hem ayetlerde hem hadiste… Ayetler nesh etmiş, hadisler de onu teyit etmiş gibi de bir hava var dikkat ediyorsanız. Peki, Nisa suresi 11 ve 12. Ayette vasiyet var mı? Yok mu?
Abdurrahman Yazıcı: Hatta “vasiyyeten minallah” diyor
Abdulaziz Bayındır: Tabi “yusikumullah” diye başlıyor ayet, 12. Ayet de “vasiyyeten minallah” diye bitiyor. “Allah size vasiyet eder, Allah’ın vasiyeti olarak” diye bitiyor.
O değil de, şimdi diyor ki Nisa 11. Ayette, işte kızına şu kadar, oğluna şu kadar, annene şu kadar, babana şu kadar falan dedikten sonra,
(4/ Nisa 11.Ayet)
“min badi vasiyyetin yusi biha ev deyn,”
“min badi”
“vasiyetten sonra”
ölen kişinin yaptığı vasiyetten ya da borçtan sonra diyor. Peki, vasiyeti yok sayıyor mu, Nisa suresindeki ayetler? Saymıyor. Peki, nasıl kaldırdı oradan? Vasiyet var.
Şimdi kayıtlara geçsin diye söyleyeyim, birkaç kere anlattım. Dinleyenler kulaklarını şöyle iki taraftan tıkasınlar, dinlememiş olanlar dinlesinler. Dinleyenler için tekrar olmasın. Medine-i Münevvere’de, Muhammed Yakup Külliyetül Luganın dekanı, el Camial İslamiyye’de. Dedi ki, “Hikmet Beşir isminde bir zat vardır burada, tefsirde zirvedir” dedi. “Bizim üniversiteden emekli olmuştur, dört ciltlik Kur’an tefsiri var, bir de Kur’an ansiklopedisi var” dedi. “O da senin gibi Kur’an’ı Kur’an’la tefsir ediyor” dedi. “Sizi bir görüştürmek istiyorum.” “Çok iyi olur” dedim. Adamla ayarladı, akşam evine gittik, üniversiteden bazı hocalar da vardı.
Gittikten sonra orada Hikmet Beşir’e dedi ki işte bu da senin gibi, “sen Kur’an’ı Kur’an’la tefsir ediyorsun, bu da ediyor.” Dedim, “sen nasıl tefsir ediyorsun?” Anlattı. İşte bir tane örnek vardır, “evdemen mesfuhan” mesela bir de “dem” geçer, öbür tarafta “demen mesfuhan” geçer. İşte akan kan, yani haram olan kanlar, akan kandır diye, o mesfuhan kelimesine yapılan açıklama.
Böyle bir iki tane örnek vardır, zaten o usul-i tefsir kitaplarında vardır. “Hepsi bu kadar mı?” dedim. Dedi “evet,” dedi. Daha başka?
Peki, dedim “bunlar zaten tefsir kitaplarında var. Sen ne yapıyorsun ki?” dedim “Nasıl Kur’an’ı Kur’an’la tefsir ediyorsun. Zaten var” dedim.
“Bak Abdulaziz bey,” dedi, “Ben niye kendi kendime bir şeyler yapıp da, milletin oklarını üzerime çekeyim, sana tavsiye ederim. Milletin yaptıklarını yap, hiç karışma, rahat olursun.” Dedi. “Hiç kimse sana bir şey diyemez.”dedi.
Peki dedim “Ben nasıl yaptığımı size bir anlatayım” dedim. İşte muhkem ayet, bazı ayetler muhkemdir diyor ayet, ilgili ayetleri okudum tabi. İşte Allah-u Teâlâ diyor ki, estauzubillah. Çok kısa özetleyeyim. Konu uzun biliyorsunuz zaten. Hud suresinde
(11 / Hus 1.Ayet)
“kitâbun uhkimet âyâtuhû summe fussılet mil ledun hakîmin habîr”
“Bu bir kitaptır ki, ayetleri muhkem, hüküm ifade edecek şekilde indirilmiş, sonra da hakim ve habir tarafından açıklanmıştır.”
Tabi o sonralık zaman sonralığı değil yani, aynı bizim Türkçede de bazen sonra deriz ama, zaman sonralığı değil yani öyle bir sıralama kastedilmez. Niye Allah açıklamış?
(11 / Hus 2.Ayet)
“Ellâ tağbudû illallâh,”
“Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye.”
“Açıklamayı Allah yapmıştır” dedim, “Kur’an’ı Kerim’in tamamı böyle açıklanır,” tabi işte müteşabih, muhkem, muhkemle… “açıklanan ayet muhkemdir, açıklayan ayet onun müteşabihidir.” “Aradaki benzerlik, yani teşabuh de o açıklananı bulmamıza yarar” falan dedim.
Sonra dedim “isterseniz size bir örnek vereyim” dedim. Ve bu ayeti kerimeyi okudum. Bu ayeti kerimenin size anlattığım şekildeki tefsiri, herhangi bir tefsir kitabında yok. Ve bunu tefsir edemedikleri için hepsi de, aynen bizim mealde olduğu gibi bir sonuca varıyor. Yani buradaki bu meali… okuduğumuz meal Diyanet Vakfının, bu meali yapan kişilerin suçu falan değil. Gelenek böyle oluşmuş. Okudum dedim ki, estauzubillah
(2 / Bakara 180.Ayet)
“Kutibe aleykum izâ hadara ehadekumul mevt”
İşte burada verdiğim manayı verdim. Aynı manayı verdim. Aynen işte bu, buradaki vasiyeti Nisa suresindeki ayetler açıklıyor diye aynen… verince Hikmet Beşir, biraz düşündü. “A dedi çok enteresan” dedi. “Miras bırakanların mirasları başkaları tarafından pay edilmediği için, aileye bırakıldığı için çok büyük haksızlıklar oluyor. Böyle olursa dedi haksızlıkların önüne geçilir.”
Hemen o sırada Muhammed Yakup devreye girdi. Bunların hepsi de profesör. Muhammed Yakup devreye girdi, dedi ki, “üstadım dedi, Abdülaziz beyin metodu iyi değil mi?” dedi. “La! La! La! La! Hâzâ li yudılle an sebîlillâh dedi. “Hayır! Hayır! Hayır! Hayır! Bu insanları Allah’ın yolundan saptırır” dedi.
Ben şimdi bu sözü hiç duymadım. Ondan sonra dedim ki, “Bak dedim, ben bu ayete bir meal verdim. Şimdi de siz lütfen bir meal verin, ama takdirde bulunmadan. – Takdirin manası şu.- Yani cümleler nasılsa öyle mana vereceksiniz, kendinize göre şurada şu, şunu şu şekle sokalım, bunu bu şekle sokalım demeyeceksiniz. Buradaki cümleler nasılsa hiç ilave ve çıkarma yapmadan olduğu gibi mana vereceksiniz” dedim. “Tamam!” dedi. “Tamam!”
Şimdi ben başlarken “kutibe aleykum eyyühel müminun” diye başladım. Yani “ey müminler size farz kılınmış” diye başladım. O da benim gibi başladı. “Kutibe aleykum eyyuhel muminun.” “Ey müminler size farz kılındı” diye başladı, gerisi gelmedi. Durdu, durdu, durdu, durdu, baktı gerisi gelmiyor. Dediki,dediki “La mümkinü Tafsîr-i bi Dünil takdir”
Araya diyor böyle işte “ekleme, çıkarma yapmadan bu ayet tefsir edilemez” dedi.
Dedim, “istediğin ekleme ve çıkarmayı yap, ama bir şartım daha var” dedim. “Nedir?” dedi. “Sonunda, bu ayet mensuhtur demeyeceksin” dedim. “Tamam” dedi. Şimdi meali verdi. “Bu ayet mensuh olmadan olmaz” dedi.
Çünkü öyle yanlış mana veriyorlar ki, bakın ne yapıyorlar. “Kütibe aleykum ala ahadikum” diye, yani “size farz kılınmıştır,” “sizden birine farz kılınmıştır”a çeviriyorlar. Ondan sonra “iza hadara ehadekumul mevtu” “iza hadarahul mevtu” ya çeviriliyor. “Sizden birine ölüm geldiği zaman” “işte ona ölüm geldiği zaman”a çevriliyor. Yok, “iza hadarahul mevt” “in terake hayran’ı “iza kane indehu malun kesirun” diyor, “yanında çok malı varsa” “tereke” “bırakmış” kelimesinin manasını vermiyor, çünkü ölmedi ya adam. Ondan sonra “el vasiyyetü”ye de, “en yusiye” manası veriyor. Yani değiştirmediği kelime kalmıyor. Ondan sonra hiç bir şey de ifade etmez hale geliyor.
Bakıyor ki olmadı, şimdi arada sırada ben hep size anlatıyorum ya, benim saat tamirimi. Rahmetli babamın aldığı saatleri, hep aldığı gün açardım içerisindeki bütün parçaları çıkarırdım. Fazla parça… tekrar yerine koyarken birkaç tane parça artardı. Ondan sonra saatçiye götürürdüm, adam tamir edemezdi. Çünkü çıkarırken birkaç tanesini kırmışım. Şimdi o da bakıyor öyle bir hale getiriyor ki, ayete verilecek mana… bak işte siz de Türkçesinde gördünüz, bir şey ifade etmiyor.
“Bu ayet mensuh olmadan olmaz” dedi. Dedim, “Bakın siz Arapsınız, ben değilim. Ben bir Arap ülkesinde falan da okumadım, onun için benim konuşmam biraz zayıftır” dedim. “Lütfen dedim çok dikkatle dinleyin, eğer herhangi bir ilave ve çıkarma yaparsam ya da en küçük bir hatamı yakalarsanız derhal müdahale edin. Hiç affetmeyin” dedim. Tekrar meal verdim ayeti kerimeye. Hiç birisi ağzını açamadı.
Sonra bizim Muhammed Yakup dedi ki, -Muhammed Yakup bizim vakfı gayet iyi bilir. Bana telefon etti, Süleymaniye vakfının bütün faaliyetlerinde bulunmak isterim dedi. Masraf bana ait. Ama hiç çağıramadık.- Şimdi mealini verince hiçbirisi ağzını açamadı tabi. Açamayınca bizim Muhammed Yakup tekrar devreye girdi, dedi ki, “Abdülaziz beyin metodu iyi değil mi efendim” dedi. Dedi ki, “bu ayet için olabilir” dedi “ama başkaları için olmaz” dedi. Hani o muhkem- müteşabih meselesi. “Mesela?” dedim. “Elif lam mim. Ha mim bunların manasını ver bakayım” dedi. “Bunların işte manası anlaşılmaz.” Müteşabihin manası, anlaşılmaz mana veriyorlar ya, müteşabih kelimesine.
Dedim ki, “bu ayetler indiği zaman herhangi bir Arap peygamber sav’e gelerek dedi mi ki, ya Muhammed, Bu ne? Hem açık Arapça ile inmiş hem de hiç kimsenin anlamadığı manası anlaşılmaz kelimeler söylüyorsun diye hiç gelip de itiraz eden oldu mu? Dedim. Hayır dedi. Dedim ki, “eğer anlaşılmaz bir şey olsaydı bunlar peygamber efendimize yüklenmek için bahane aramıyorlar mıydı? Fırsatını aramıyorlar mıydı?” “Evet” dedi arıyorlardı. Peki dedim, “Bu tür meseleler Arapça bilmeyen, adına mevali dediğimiz, Arap kökenli olmayan kişilerin ilim sahasına atılmasından sonra ortaya çıkmadı mı?” Dedim. “Evet” dedi. Peki dedim, “Siz ne hakla sonradan çıkan bir, yani Arapça bilmeyenlerin problem yaptığı bir şeyi, sanki Kur’an’da varmış gibi, sanki ilk dönemde varmış gibi gösteriyorsunuz?” dedim.
Adamın dünyası tamamen altüst oldu. Koskoca ev, başladı sağa sola dolaşmaya. Ne yapacağını şaşırdı, yani oturamıyor, biraz oturuyor, kalkıyor, gidiyor oraya, bir kitap karıştırıyor geliyor. Baktım, yeter bu kadar dedim. Sonra dedim, çok istifade ettik teşekkür ederiz, ayrıldık.
Şimdi hâlbuki bu metod, aslında bu metod Allah’ın bize emri. Yani bu bizim keyfi olarak yaptığımız bir şey değil. Cenab-ı Hakne diyor? Diyor ki, estauzubillah. Hud suresinin ilk ayetleri.
(11 / Hud 1.Ayet)
“Kitâbun uhkimet âyâtuhû summe fussılet mil ledun hakîmin habîr.”
“Bu bir kitaptır ki, ayetleri muhkem, yani hüküm ifade eden şekilde indirilmiştir.”
Ki bu Bakara suresinde okuduğumuz
(2 / Bakara 180.Ayet)
“kütibe aleykum”
“size farz kılındı”
“iza hadara ehadekumul mevt”
“sizden birisine ölüm geldiği zaman”
“in terake hayran”
“geriye mal bırakmışsa”
“el vasiyet”
“o vasiyet” Nasıl?
“lil valideyni vel agrabin”
“anne baba ve en yakınlar için o vasiyet size farz kılındı”
“haggan alel muttakin”
“muttakiler üzerine borç”
Tamam, ayeti anlıyoruz da, “o vasiyet” ne? Değil mi? “O vasiyet” ne? Şimdi bu anlaşıldı. O vasiyeti de “summe fussilet” sonra işte, -Nisa suresinin- daha sonra açıklanmıştır. Nisa suresinde o vasiyetin ne olduğunu Allah teker teker açıklıyor.
Nisa suresinin 11,12, 176. Ayetleri, bir de bu ayet. Kaç tane etti? Dört. Buna hangi metod diyor Kur’an? Mesani diyor. İkişerliler. Bunları birleştirmek mecburiyetindeyiz. Birleştirdiğin zaman zaten sen uğraşmana lüzum yok ki. Şimdi asırlardır çözülmemiş bir problem iki dakikada çözülüyor. Asırlardır yanlış yoldan gitmişsiniz kardeşim, ben ne yapayım? Yanlış yoldan gittiğin zaman hedefine ulaşamazsın ki. Allah’ın gösterdiği yoldan gidersen, iki dakikada varırsın. Evet.
Şimdi tabi bu yanlış yol, yanlış yanlışa sebep oluyor. Bir de vasiyet sistemi oluşturulmuştur. Hatta ona hiç girmeyeyim de. Şu ayetin devamında Bakara 181. Ayette diyor ki Allah-u Teâlâ, -ona haftaya girelim inşallah, çünkü şu anda o vasiyet konusuna girersek yeteri kadar bilgi veremeyiz size vakit de daralmış- Vasiyet ve borçtan sonra kısmı da, onunla beraber anlatırız inşallah. Şimdi bu ayette diyorki,
(2 / Bakara 181.Ayet)
“Femen beddelehû bağde mâ semiahû”
“işittikten sonra kim o miktarları değiştirirse” mirasta… Cenab-ı Hak gayet iyi biliyor,
“feinnemâ ismuhû alellezîne yubeddilûneh”
“onun günahı değiştirenleredir”diyor.
Allah-u Teâlâ kullarını gayet iyi biliyor. Mirasta çok ciddi bir sapma olmuştur.
Şimdi bizim kadromuza yeni katılan Abdurrahman Yazıcı, Doktor Abdurrahman Yazıcı kendisi burada, bu konuda bir doktora yaptı, miras konusunda. Asabelik mirasta diye. Zamanla siyasi maksatlarla bir asabelik kavramı oluşturulmuş. Nasıl oluyor? Emevi’lere karşı… Emevi’ler tabi yanlış birtakım davranışlar yapıyorlar. Halkın tepkisi ortaya çıkıyor. Halk da, ehli Beyt iktidara gelirse belki rahatlarız diye, ehli Beyt lehine bir organizasyona girişiyorlar. Ehli Beyt derken akla gelen, Peygamber Sav’in torunları. Fakat peygamber efendimizin amcası Abbas’ın oğulları da var. Bunlar Akabe körfezinin yakınında bir köyde oturuyorlar hiçbir şeye karışmıyorlar. Fakat kim bunları harekete geçiriyorsa geçiriyor, İran tarafından Ebu Müslim Horasani başkanlığında bir ordu çıkıyor, geliyor. Emevi’leri iktidardan düşürecek olan ordu. Bunlar gidip yolda Ebu Müslim Horasani ve komutanlarını ikna ediyorlar. Onlar da fazla da… bilgi fazla yok onlarda. İkna ediyorlar ki, asıl ehli Beyt biziz. Muhammed As’ın torunları değil, çünkü biz amcasının çocuğuyuz, öbürleri kızının çocukları diye şey yapıyor. Ve bunlar iktidara getiriliyor. Yola çıkanlar, Peygamberimizin torunlarını iktidara getirmek için yola çıkmış, ama yolda ikna ediliyorlar, Hz. Abbas’ın torunlarını iktidara getiriyorlar. Şimdi Hz Abbas’ın oğulları iktidara gelince bu defa sistemi değiştiriyorlar. Miras sistemini değiştiriyorlar. Bir asabelik diye yeni bir kavram sokuyorlar mirasa. O asabelik kavramıyla… yani Kur’an da olmayan sünnette olmayan bir kavram sokuyorlar. Tabi asabe kelimesi var ama, onların dedikleri şekilde yok. O kavramı sokuşturuyorlar.
Birinci bölümde Abbasi’lerin ne hale getirdiklerini anlatmaya çalıştım, ama orada hata yaptım. Enes Hoca’da hatırlatmamış. Şimdi hakikaten belki mazeret sayarsınız saymazsınız ama, Allah’a hamdolsun son derece yoğun çalışıyoruz, yorgunluktan bazen insan, evet yerine hayır diyor. Hz Fatıma Peygamberimizden sonra ölmüştü, önce değil. Peygamberimizden sonra ölmüştür de, onlar diyor ki, asabesi varken diyor… şimdi o söylediğim şeyde, yani Nisa suresinin 176. Ayete rağmen… Nisa suresinin 176. Ayeti şu. Önce şunu söyleyeyim ben size, Fatıma validemiz peygamberimizin evladı değil mi? Vefat ettiği zaman evladı var mı? Var. Nisa suresinin 176. Ayetinde Allah şöyle diyor.
( 4 / Nisa 176.Ayet)
“Yesteftûnek, gulillâhu yuftîkum fil kelâleh”
“Senden fetva istiyorlar, de ki Allah size kelale konusunda
yani anası babası veya her ikisi olmadan ya da çocuğu olmadan ölen kişi konusunda size fetvayı Allah verir.” Ondan sonra da devamında diyor ki,
“ inimruun heleke”
“Bir kişi ölse de,”
“leyse lehû veledun”
“çocuğu olmasa,” peygamberimiz çocuksuz mu öldü? Öldüğü zaman çocuğu var mıydı? Vardı.
“ve lehû uhtun”
“Onun erkek ya da kız kardeşi olsa”
“felehâ nısfu mâ terak,”
“kız kardeşi olursa bıraktığının yarısı onundur.”
“ve huve yerisuhâ il lem yekul lehâ veled,”
“Eğer erkek kardeşi olursa mirasın tamamını alır.”
Peygamberimiz vefat ettiği zaman evladı var. Evladı varsa kardeşi bile olsa mirastan pay alabiliyor mu bu ayete göre? Alamıyor. Amcası nerden alacak? Bu açık ayete rağmen, yani hiç kimsenin asla şüphe edemeyeceği bu açık ayete rağmen, asabe kavramından dolayı miras, yarısını Fatma aldıktan sonra gerisi Abbas’ın diyerek, asabedir asıl sülaleyi devam ettiren odur demişlerdir.
Yani şunu söylemek istiyorum. Siyaset dine karıştığı zaman artık o dinden hayır gelmiyor. Bu din o zaman bozulmuştur. O zamandan beri de bir Allah’ın kulu kalkıp ta, – bilgimize göre yani şu anda benim bildiğime göre inşallah vardır- şu Süleymaniye Vakfının yaptığını yapan birisini o günden beri bilmiyoruz.
Onun için ben size her zaman tekrar tekrar söylüyorum. Yaptığımız iş… biz devir, çağ değiştiriyoruz. Çağ değiştiriyoruz. Çağ ilimle değişiyor. Bunun lütfen farkına varalım, bu işe canla başla, bu üç beş kişinin başaracak… Başarıldı Allah’a şükür, başarmada problem yok. Ama yerleştirmede problem var şimdi. Çok büyük ekipler kurulup temizlik harekâtına girmek lazım. Bu bir örnek işte size fazla bir şey yok. Bir de arkasından, – inşallah haftaya anlatırız, – bir vasiyet diye bir şey uydurmuşlar, bir mana vermeleri lazım tabi. Yani sistem bir kere bozuldu mu gider. Şimdi adam ölene kadar malını yiyor içiyor, ondan sonra başkasına. Başı ağrıdığı zaman, canı sıkıldığı zaman, akrabası gelecek, mal bırakacağı zaman başkasına bırakacak. Hastalandığı zaman yanında akrabasını görecek, öldüğü zaman mal başkasına gidecek.
Size anlatmıştım. Bir kere daha söyleyeyim. Kütahya’da Mustafa Çavdar’la beraber gittik, camide vaaz ediyorum. Vaazdan sonra iriyarı bir adam geldi. “Hocam! İşte ben Avrupa’da çalıştım, Allah’a şükür biraz malımız mülkümüz var. Onları bir vakfa bağışlıyorum. Ölene kadar benim ama ha! Hanım ya da hangimiz geç ölürsek maldan hiçbir şey gitmeyecek! En son ölen öldüğü zaman mal bir vakfa kalacak.” Dedim, “sen hayır falan yapmıyorsun. Sen mirasçıdan mal kaçırıyorsun.” “Onlara hiç bir şey vermem! Çoluk çocuğumuz yok zaten.” Sen mirasçıdan mal kaçırıyorsun. Öldüğün zaman o mal senin değil ki. Niye veriyorsun başkasına. Vereceksen şimdi ver. Biraz canın yansın. Azcık canın yansın ki, sevap alasın. Sen şimdi vereceksin malı başkasına, bir de hava atacaksın malımı falan yere bağışladım, bir de seni hayır hasenat sahibi diye millet karşılayacak sağda solda. Oh yaşadın. Dünya da iyi ahiret de. Git görürsün. Peki, burada bırakıyoruz.