Elhamdu lillahi rabbil alemin. Vel akıbetü lil muttakin. Essalatu vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Geçen hafta Bakara suresinin 178 ve 179. Ayetlerini okumuştuk. Burada kısastan bahsediliyor biliyorsunuz.
Allah-u Teala şöyle buyuruyor. Estauzubillah.
(2/Bakara 178.Ayet)
“Yâ eyyuhellezîne âmenû”
“Ey iman etmiş olanlar”
“kutibe aleykumul gısasu fil gatlâ”
“Adam öldürmelerde size kısas farz kılındı.”
Kısas farz kılındı. Yani denk ceza. Yapılan suça denk ceza. Yapılan suça denk ceza dediğiniz zaman, Arap toplumu bunu nasıl anlayacak? Mesela, yahudilikte köleyi öldüren bir kişi kısas edilmez. Mekke toplumunda da öyle, yani köleyi öldürdüyse öldürdü. Ceza alırsa, küçücük bir cezayla kurtulur. Gerçi zaten orda bir ceza da söz konusu değil, devlet yok çünkü. Kölenin de kanını dava edecek kimse yok, dolayısıyla heder olmuş olur. O zaman Allah-u Teala şöyle diyor; bir kere o toplumun geçen hafta anlatmaya çalıştım, burası iyi anlaşılmamış. Gerçi iyi anlaşılmamakta da, iyi anlamadım diyenler de haklı. Burası o kadar kolay anlaşılabilecek yerlerden değil. Ben okumadığım tefsir hemen hemen kalmamıştır, şu ayetin hüre hür, köleye köle, kadına kadın kısmını anlayabilmek için. Beni tatmin eden bir izaha rastlamadım. Allah’a şükür işte geçen hafta, yine ayetler arası ilişkiyle şahsen beni tatmin eden bir izaha rastladım ama, demek ki size anlatacak kadar bir kuvvet bulmamış.
Şimdi burada diyor ki Allah-u Teala, yani kısas suçla ceza arasında denklik anlamına geliyor. Yani şimdi siz kendinizi Mekke toplumunda yaşayan bir insan olarak düşünün ve ayet Allah-u Teala Kur’an’ı Kerim’i Mekke ve Medine’deki Arapların diliyle indirmiştir. Mekke’de kadınları ne yapıyorlardı? Kızları diri diri gömüyorlardı değil mi? Onun kendileri açısından demek ki erkek kadar bir önemi yok. Oğlun oldu diye müjde verilince göklere çıkacak gibi seviniyorlar, kızın oldu diye bir müjde verilince, onu müjde değil büyük bir üzüntü ile karşılıyor ve kızgınlığını içine gömmeye çalışıyor. Bunu öldüreyim mi? Yaşasın mı? diye kendi kendine karar vermeye çalışıyor. Şimdi, öldürülen bir kişinin çocuk olmasıyla büyük olması arasında değişen bir şey var mıdır? Yani cansa candır. Dolayısıyla burada, bu kadınların, yani bu çocukların, bu kız çocuklarının öldürülmesi onlar için çok basit bir olay olarak kabul ediliyor. Şimdi siz böyle bir toplumda yaşayan, yani o kafayla yetişmiş bir insansınız, Medine’ye göç etmiş olsanız bile, Medine’deki insanlarda o toplumun insanları. Orada Allah-u Teala diyor ki,
hüre hür, el hurri bil hurri. Hüre hür, tamam anlayabiliyorlar, doğru. Köleye köle. Efendiyle köle bir olur mu? Köleye köle, tamam, birbirlerini öldürürlerse öldürelim. Güzel. Kadına kadın. İyi. Burada tamam.
Ama İsra suresinde – işte biliyorsunuz, Allah-u Teala bir ayeti mutlaka ikinci bir ayetle açıklar- İsra suresinde de, ne diyordu Allah-u Teala?
(17/İsra 33. Ayet.)
“Ve lâ tagtulun nefselletî harramallâh”
“Allah’ın haram kıldığı canı öldürmeyin”
“illâ bil hagg”
“haklı sebep olursa başka”
“illâ bil hagg” İsra 33. Ayet. Bakın burada nefis dedi. Nefis dediği zaman, kölesi, kadını, hürü ayırd edilebilir mi? Hepsi aynı değil mi?
“Ve lâ tagtulun nefselletî harramallâhu illâ bil hagg” Ondan sonra,
“ve men gutile mazlûmen”
“kim haksız yere öldürülmüşse”
“fegad cealnâ liveliyyihî sultânen”
“ onun velisine yetki verdik” Onu öldürme yetkisini verdik . O da,
“felâ yusrif filgatl”
“O suçluyu öldürmede aşırı davranmasın”
Tabi burada, öldüren kişi öldürülür. Kan davalarında öldüren kişi değil, öldüren kişinin yakınlarından biri öldürülür, ama burada öldüren kişinin kendisi öldürülür. Elbette ki bir yargılama söz konusudur. Yargılamada o kişinin kasten bilerek birisini öldürdüğü sabit olursa, öldürülen kişinin akrabasının onu öldürme hakkı vardır, diyor burda Allah-u Teala. Onu öldürmekte aşırıya gitmesin, yanlış yapmasın.
“innehû kâne mensûrâ”
“Çünkü o yardım görmüştür”
Şimdi orada, Arapların, birinci ayette Arapların genel anlayışı açısından olay ortaya konuyor. Meseleyi hazmetmeleri sağlanıyor. İkinci ayette de, o kölenin, kadının yada hürün, herhangi bir ayrıma tabi tutulmaksızın hepsinin, kim kimi öldürürse onun kısas edileceği ifade ediliyor.
Tabi ayetlerin her ikisini birden değerlendirmek gerekiyor. Şimdi ayetleri şöyle düşünmemiz lazım. Kur’an’ı Kerim’de, bir Kur’an kavramı vardır. O Kur’an kavramı da, pek bilinen bir kavram değildir. Bizde Kur’an dediğimiz zaman, şu kitap hemen anlaşılır. Tamam. bu Kur’an’dır elbette. Elbette Kur’an’dır. Ama Kur’an’ı Kerim’in içinde Kur’an’lar vardır. Kur’an’ı Kerim’in içerisinde Kur’an’lar vardır.
Mesela diyor ki Allah-u Teala;
(41/Fussilet 3.Ayet)
“Kitâbun fussilet âyâtuhu kur’ânen arabiyyen”
“Bu bir kitaptır ki, ayetleri Arapça Kur’an olarak açıklanmıştır.”
Bu ne demek? İşte Kur’an bir topluluk anlamına geliyor. Aynı kökten “karye” (القَرْية) Karye de, insanların topluca yaşadıkları yer anlamına geliyor. En küçük birimden en büyük birimine kadar “karye” (القَرْية) kelimesi kullanılıyor Arapçada. İşte Kur’an’da ayetlerin topluluğu anlamında kullanılıyor, yani şu Kur’an’ı Kerim’de. Gerçi, sabahların tan yerindeki ışık toplanması için de kullanılıyor. Ama, genelde ayetler topluluğu olarak kullanılıyor ve küme. O ayetler kümesi bir araya getirilince ancak hükümlere varılabiliyor, orda ortaya çıkan hükme, hikmet deniliyor.
Bu tıpkı malzemeyi bir araya getirmeden yemek yapmamak gibidir. İşte diyelim; bir et yemeği yapacaksanız, etiniz olacak, suyunuz olacak, tuzunuz olacak, ondan sonra onun içine sebze katıyorsanız sebzeleriniz olacak, ateş olacak, tencere olacak. Hepsi bir araya gelmeden, o yemeği yapamazsınız. Hangisini önce, hangisini sonra aldığınız hiç önemli değil. Tuzu ilk önce de almış olabilirsiniz, en son da almış olabilirsiniz. Eti önce alıp dolaba koymuş da olabilirsiniz, en son da almış olabilirsiniz hiç önemli değil. Malzemenin hangisi önce gelmiş, hangisi sonra gelmiş önemli değil. Ama malzeme toplanmadan, yemek yapılmaz. Yemeği pişirelim de, sonra tuz buluruz derseniz, gereken lezzeti olmaz. Yemeği pişirelim, eti sonradan katalım diyemezsiniz. İşte aynen onun gibi, ilgili ayetlerin inmesi tamamlanmadan hiçbir hükme varılmaz. Onun için Allah-u Teala Peygamber (S.a.v.)’e şu emri vermiştir.
(20/Tâhâ 114.Ayet)
“Ve lâ tağcel bil gur’âni min gabli ey yugdâ ileyke vahyuhu”
“Sana vahiy tamamlanmadan önce” Taha 114 müydü? Taha 114.
“ve lâ tağcel bil gur’âni min gabli ey yugdâ ileyke vahyuhu”
“Sana vahyi tamamlanmadan Kur’anla hükmetmekte acele etme.”
Yani malzeme tamamlanmadan yemek pişirme, demek gibi bir şeydir bu. Şimdi, burdaki el Kur’an’ı geleneksel anlamda alırsanız, “sana vahiy tamamlanmadan Kur’an’la hükmetmekle acele etme” dediniz mi , peygamberimizin vefatından üç ay öncesine kadar Kur’an inmeye devam etti, ne zaman hükmetmeye başlaması lazım? Son üç ayında, değil mi? O zaman burada bir yanlış olduğu ortada. İşte bu ayetler kümesi bir araya getirilince ancak mana anlaşıldığı için, yani tıpkı malzeme bir araya getirildiği zaman ancak yemek yapılması gibi, işte bu iki ayeti birlikte değerlendirmezsek -ve bunla alakalı şeyleri de daha sonra okuyacağız- gereken sonuca varamayız.
Burada diyor ki Allah-u Teala,
(2/Bakara 178.Ayet)
“Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumul gısasu fil gatlâ”
“Adam öldürmelerde size kısas farz kılındı”
“el hurru bil hurri vel abdu bil abdi vel unsâ bil unsâ”
“Hüre hür, köleye köle, kadına kadın”
İşte öbür ayetle birleştirdiğiniz zaman, bunların… hür bir kişi köleyi öldürürse öldürülür. Erkek kadını öldürürse öldürülür. Kadın erkeği öldürürse öldürülür.
Peki mutlaka öldürülür mü? Nasıl oluyor? Diyor ki burada Allah-u Teala,
“femen ufiye lehû min ehîhi şey’un”
“öldürülen kişinin kardeşi tarafından yada öldüren kişinin kardeşi”
burda “ehîhi” kelimesi, öldüren kişiye de gidiyor ama, öldürülen kişinin kardeşi bu aslında. Burada bir şey yapılıyor, insanlar arasında bir sıcaklık meydana getirilmek isteniyor. Öyle bir ifade kullanılmış ki, bunu öldüren kişiye de gönderebiliyorsunuz, kardeşi ifadesini. Yani arada bir dostluk olması gerektiğini hatırlatıyor Allah burada. Öldürülen kişinin kardeşi tarafından, kim kimden, herhangi bir şey affedilirse,
“fettibâum bil mağrûfi”
“marufla ona tabi olmak gerekir”
Demek ki, affetme yetkisi öldürülen kişinin yakınlarına aittir. Öldürülen kişinin diyelim, beş tane, altı tane yada on tane mirasçısı olsa. Beş tane diyeyim, o beş mirasçının beşinden bir tanesi dese ki, “ben affediyorum tazminata razıyım yada tazminatsız affediyorum” derse, bu kişiyi beşe bölüp, dördünü öldürüp birini sağ bırakma imkanı var mı? Böyle imkan olmadığına göre, tamamı sağ bırakılır ve bu defa kısas neye dönüşür? Tazminata dönüşür. Öldürme hakkı da, doğrudan doğruya yakını öldürülmüş kişilere ait olduğu için, bu insanlar son ana kadar bunu öldürmek için kararlı olabilirler, eline kılıç verirsin, hadi vur bakalım, dersin. O zaman der ki; Allah’ından bulsun der affeder. Sonra şeye çevirir. Yani öyle insani bir yapı içerisine koyuyor ki Allah-u Teala, hem insanları tatmin ediyor, hem karşı tarafı suç işlemeye karşı caydırıyor, hem de insanlar arasında bir dostluk ortaya çıkarıyor. Ve suçlu gereken dersi aldıktan sonra da affediliyor. Beri taraf ta, tazminat alarak az çok tatmin ediliyor ve problem bitiyor. Böyle olunca da adam öldürmeler İslam ülkelerinde hiç olmuyor.
Geçen hafta anlatmıştım, İstanbul müftülüğünde 21 sene mahkeme kayıtlarını idare eden bir konumdaydım. Arşivi yönetiyordum, doktoramı orda yaptım. Çok sayıda araştırmaya yardımcı oldum. Ki İstanbul’un fethinden, 1924 de şeriatın kaldırılmasına kadarki bütün kayıtlar orda var. Tabi arada kayıplar da var, ama büyük bir çoğunluğu var diyelim. O süre içerisinde ben, iki tane adam öldürme olayına rastladım İstanbul’da. Bu kadar olmuştur demiyorum , benim rastladığım bu, rastlamadıklarım olabilir. Ama bu çok az olduğunu gösterir değil mi? Yada hiç olmadığını gösteriyor. Yani öyle bir sistem ki, bütün taraflar tatmin oluyor ve suç oranı ciddi manada azalıyor.
Onun için kısas dediğimiz zaman insanların aklına hemen adam öldürmek geliyor, değil o. Bu kısas davaları idam değildir. Ve kararı da suçtan zarar gören kişiler veriyorlar, son kararı, dolayısıyla son derece güzel.
Şimdi orda diyor ki Allah-u Teala,
(2/Bakara 178.Ayet) Devam;
“zâlike tahfîfum mir rabbikum ve rahmeh”
“bu rabbiniz tarafından bir hafifletmedir”
Nasıl bu hafifletme? Çünkü israiloğullarında böyle bir hafifletme yoktu, Tevrat’ta böyle bir hafifletme yok.
Allah-u Teala, Tevrat’la ilgili olarak Maide suresinin 45. Ayetinde şöyle buyuruyor.
(5/Mâide 45.Ayet)
“Ve ketebnâ aleyhim fîhâ ennen nefse bin nefs”
“Yahudilere Tevrat’ta şunu yazdık.”
Ki hristiyanlar da ondan sorumludurlar biliyorsunuz.
“ Cana can”
“vel ayne bil ayni”
“göze göz”
“vel enfe bil enfi”
“buruna burun”
“vel uzune bil uzuni”
“kulağa kulak”
“ves sinne bis sini”
“dişe diş”
“ vel curûha gısâs”
“ ve yaralarda da kısas vardır diye yazdık”
Peki tazminata dönüşüyor mu? Hayır.
“Femen tesaddega bihî fehuve keffâratun leh”
“kim bunu tasadduk ederse, suçluyu bağışlarsa, onun için kefaret olur”
Şimdi ya suçluyu bağışlayacaksınız yada cezasını çektireceksiniz.
Ama İslâm’da bir hafiflik getirilmiş, bir de tazminat getirilmiştir farklı olarak. Çünkü adam birden bire bağışlamaya razı olmayabilir. Ama tazminat, bir malın cazibesi vardır insanlarda, işi biraz daha rahatlatır.
(2/Bakara 178.Ayet) Devam;
“Femeniğtedâ bağde zâlike felehû azâbun elîm”
“Kim bundan sonra düşmanlık ederse onun için acıklı bir azap vardır.”
Sonra ayet şöyle devam ediyor,
(2/Bakara 179.Ayet)
“Ve lekum fil gısası hayâtun yâ ulil elbâb”
“Ey içi temiz olan, ayakları üstünde dik durabilen insanlar, kısasta sizin için hayat vardır.”
Yani, kısası siz adam öldürmek gibi görüyorsunuz ama kısasta hayat vardır.
“Leallekum tettegûn”
“Belki böylece kendinizi korumuş olursunuz”
Şimdi Allah-u Teala Kur’an’ı Kerim’de, hangi şartlarda insanların öldürülmesine müsaade ediyor? İşte birisi bu, cana can! Birisi de savaş. Muhammed suresinin 4. Ayetinde, Estauzubillah.
(47/Muhammed 4.Ayet)
“Feizâ legîtumullezîne keferû fedarber rıgâb”
“kafirlerle savaş meydanında karşılaşırsanız boyunlarını vurun, onlara tam hakim olunca da esirleri alın, esirleri daha sonra karşılıklı yada karşılıksız serbest bırakın” diyor.
Bi savaş meydanında öldürülebilir, iki. Üçüncüsü de, bu terör suçu, yol kesme, adam öldürme falan, burada da kişilerin yapmış oldukları fiillerin karşılığı olmak üzere ağırlaştırılmış cezalar verilir. Yakalanmadan önce tevbe ederlerse, o normal adi suçlar gibi cezalandırılır. Sadece üç tanesi var. Savaş zaten belli. O sizi öldürmek için gelmiş, siz de onu öldürüyorsunuz. Öbüründe de, adam öldürmemiş olan kişilere ölüm cezası yok. O da gene cana can. Peki başka var mı ölüm cezası?
Şimdi ben size Buhari ve Müslim’de olan hadis okuyayım. Çoğunuz duymuşsunuzdur, Peygamber (S.a.v.)’in şöyle söylediği iddia ediliyor.
Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik eden ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şahitlik eden kişinin kanı, üç sebepten biri dışında helal değildir. Birincisi zina eden dul. Kadın da olur erkek de olur. Tabi bu evli anlamına alınıyor. Zina eden dul, cana can ve dinini terk eden, cemaatten ayrılan kişi. Dinini terk eden, cemaatten ayrılan kişi.
Şimdi bunun bizim fıkhımıza yansıması nasıl? Fıkhımıza yansıması biliyorsunuz, evli olan kişiler zina etmiş olurlarsa yada zina eden kişi evli olursa, taşlanarak öldürülür. Recim cezası uygulanır. Bir de dinden dönen kişi ne olur? Öldürülür.
Şimdi, Peygamberimize ait olduğu iddia edilen dememin sebebi, bu sözün peygamberimize ait olması mümkün değil. Bu sözü asla Peygamberimiz (S.a.v.) söylemiş olamaz. Ama söyletirler. Minareyi çalanlar kılıfı da hazırladıkları için, bu sözü peygamberin sözü diye Buhari’ye de, Müslime de yerleştirirler.
Şimdi, zina edenlerin cezası, Tevrat’ta ve İncil’de ölümdür. Öldürülmeleri.
Peygamberimiz (S.a.v.)’e iki tane yahudi geliyor, işte zina ettiklerini söylüyorlar. Peygamberimiz (S.a.v.)de soruyor. “Tevrat’ta zinanın cezası nedir?” Diyorlar ki, “ya Rasulullah, işte ya Muhammed diyorlar, yüzünü karartır, eşeğe ters bindirir, şehri dolaştırırız.” Abdullah bin Selam diyor ki, “ya Rasulullah bunlar yalan söylüyorlar.” Peygamberimizle beraber Beyt-i Midras’a gidiyor Abdullah bin Selam. Beyt-i Midras denen şey, Tevrat eğitiminin yapıldığı yer. Orada peygamberimiz yemin verdiriyor. “Tevrat’ı Musa’ya indiren Allah hakkı için, sizin kitabınızda bu zinanın hükmü nedir?” diye soruyor. Onlar da, orda bir genç birisi diyor ki, “eğer bu yemini verdirmeseydin söylemezdim, bunun hükmü recimdir taşlanarak öldürmektir.”
Henüz Kur’anı Kerim’de bir hüküm inmemiş. Neden? diyor uygulamadınız? Diyorlar ki, “ya Muhammed, eskiden fakir fukara zina ederse onları recmederdik. Ama eşraftan birisi zina ederse, ona bu cezayı uygulamazdık. Halk isyan ettiler. Sonra yüzünü karartıp, eşeğe ters bindirerek, şehri dolaştırma konusunda anlaştık. Artık şimdi, eşraftan da zina etse, halktan da zina etse, o cezayı veriyoruz.”
En’am suresinin, Mekke’de inmiş olan En’am suresinin 90. Ayetinde Allah-u Teala,
(6/ En’am 90.Ayet)
“Ulâikellezîne hedallâhu febihudâ humugtedih”
diye Peygamberimize emir veriyor. On sekiz tane peygamberi saydıktan sonra,
“ kendilerine yol gösterdiğimiz peygamberler bunlardır, onların yoluna uy” diye emir veriyor.
“Uy” diye emri aldığı için peygamberimiz gidiyor Tevrat’taki hükmü araştırıyor.
O sırada Kur’anı Kerim’den de, Maide suresinden bir ayet iniyor. O kaçıncı? Diyor ki, estauzubillah.
(5/Mâide 43.Ayet)
“Ve keyfe yuhakkimûnek”
“Bunlar seni nasıl hakem tayin ediyorlar?”
“Ve ındehumut tevrâh,”
“yanlarında Tevrat var”
“fîhâ hukmullâhi”
“orda Allah’ın hükmü var”
Şimdi bu recmin Allah’ın hükmü olduğunu da, Kur’anı Kerim ayrıca tasdik etmiş oluyor. O zaman Peygamberimiz diyor ki, “ya Rabbi senin hükmünü bunlar öldürmüşler, ilk defa uygulayacak olan benim” diyor. Ve iki tane yahudiyi de taşlatarak öldürüyor. Sonra aynı suçu işleyen bir kaç müslümana da, aynı cezayı uyguluyor. Daha sonra Kur’an’ı Kerimde ilk, zinayla ilgili ilk ayetler iniyor.
İlk ayetler iniyor. Nisa suresi 15 ve 16. Ayetler. Diyor ki, Allah-u Teala orda,
(4/Nisa suresi 15.-16. Ayet)
“Vellâtî yeé’tînel fâhışete min nisâikum festeşhidû aleyhinne erbaaten minkum”
“kadınlarınızdan fuhuş işleyerek gelmiş olanlara, içinizden dört şahit getirin”
“fein şehidû feemsikûhunne fil buyût”
“Eğer şahitlik ederlerse onları evlerde tutun”
“ hattâ yeteveffâhunnel mevt”
“ölüm gelip onları… işlerini tamamlayıncaya kadar, ölünceye kadar”
“ hattâ yeteveffâhunnel mevtu”
“ölünceye kadar”
“ev yec’alallâhu lehunne sebîlâ”
“ ya da Allah onlara bir yol açıncaya kadar”
Şimdi, diyelim zina etmiş bir kadın, dört tane şahit var, ev hapsine tutuluyor. Ne zamana kadar? Ölene kadar. Yada Allah bir yol açıncaya kadar. Şimdi böyle bir kadına bunu söylediğiniz zaman, nasıl bir beklenti içinde olur? Demek ki, bir hafifleme gelecek değil mi? “Allah bir yol açıncaya kadar” diyor. Peki bununla, bu fuhuşu işlemiş olan bir de erkek var.
“Vellezâni yeé’tiyânihâ minkum”
“bu suçu işleyen kadını da erkeği de”
“feâzûhumâ”
“ikisine de eziyet edin”
Eziyet demek, yani sözlü olarak onları ayıplamak demek. Utanmıyor musunuz? Şeklinde. Erkek hapsedilmiyor.
“Fein tâbâ ve aslehâ”
“tövbe eder ve durumlarını düzeltirlerse”
“Feağridû anhumâ”
“ikisinden de artık yüz çevirin yani eziyeti bırakın.”
Kadın evinde kalıyor, yanına girip çıkan kaç kişi olur, onlar önce utanmıyor musun? falan söyler. Sonra artık bakarlar ki, tamam artık, tövbekar oldu, yaptığı hatayı anladı. Ondan sonra vazgeçerler. Ama erkek şehirde dolaşıyor, her rastlayan diyecek ki, “ya şuna Allah için gidip iki kelime söyleyeyim.” Allah bize ona eziyet edin diye emrediyor. Adam kime anlatacak? “Vallahi de tevbe ettim, billahi de tevbe ettim” dese bile, diyecekler ki, “tevbe olmaz ıslah olacaksın, gene biz lafımızı söyleyelim.” Dolayısıyla onun durumu daha zor.
Sonra tabi Allah bir yol açıncaya kadar meselesi bir rahatlamanın geleceğini ifade ediyor. Sonra Nur suresinin 2. Ayeti geliyor. Önce kadınlarla ilgili bir açıklık geleceği ifade edildiği için, önce kadınlarla başlıyor ayet.
(24/ Nûr 2.Ayet)
“Ezzâniyetu vez zânî feclidû kulle vâhıdin minhumâ miete celdeh”
“Zina eden erkek de zina eden kadından her birine yüz celde vurun, yüz kırbaç vurun.”
“Ve lâ teé’huzkum bihimâ raé’fetun fî dînillâh”
“Allah’ın koyduğu bu cezayı uygulamada onlara karşı sizi bir acıma duygusu tutmasın, acımayın.”
“İn kuntum tué’minûne billâhi vel yevmil âhır”
“Allah ve ahiret gününe inanıyorsanız böyle yaparsınız”
“velyeşhed azâbehumâ tâifetum minel mué’minîn”
“bunların azabına, bunlara verilen bu cezaya müminlerden bir taife de şahit olsun.”
Yüz değneğe indiriliyor. Şimdi deniyor ki, evliler…. bu hüküm bekarlarla ilgilidir, evlilerle ilgili recim devam ediyor deniyor.
Halbuki Kur’an’ı Kerim’de, hani ayetler ayetlerle açıklanır diyoruz ya, -yani Allah-u Teala diyor, biz demiyoruz, Allah bize o emri veriyor- Bu surenin hemen 6. Ayetinden itibaren, 349. Sayfa.
(24/ Nûr 6.Ayet)
“Vellezîne yermûne ezvâcehum ve lem yekul lehum şuhedâu illâ enfusuhum”
“eşlerine zina suçu atan, kendilerinden de başka şahidi olmayanlar”
“feşehâdetu ehadihim erbeu şehâdâtim billâhi”
“onlardan birinin şahitliği 4 kere şahitlik etmeleridir”
Yani kendisi dört kere şahitlik ediyor. Şimdi dört şahit getirecek, bir de kendisi kaç eder? Beş. Şimdi, dikkat edin. Diyor ki, “dört kere şahitlik eder”
“innehû lemines sâdigîn”
“doğru söyleyenlerden olduğuna dair”
Yani, “ bu kadının zina ettiğini gördüm, ben doğru söylüyorum.”
(24/ Nûr 7.Ayet)
Vel hâmisetu enne lağnetallâhi aleyhi in kâne minel kâzibîn”
“beşincisinde” beş tane olması lazım ya
“şunu söyler, eğer yalan söylüyorsa, Allah’ın laneti ona olsun.”
(24/ Nûr 8.Ayet)
“Ve yedrau anhel azâb”
“Kadından o azabı şu giderir”
Azap dediği, yukarda hemen 2. Ayetteki
(24/ Nûr 2.Ayet)
“velyeşhed azâbehumâ tâifetum minel mué’minîn”
“müminlerden bir grup azabına şahit olsun, kadınla erkeğin”
O azap, yüz değneklik cezadır. Yüz değnektir. Arapçada başka anlama alınmasına en küçük bir ihtimal yoktur. Burada anlatılan yüz değnektir. Bu kadın evli mi? Bekar mı? Evli. Kocası çünkü, şey yapıyor. Evlinin cezası var mıymış Kur’an’ı Kerim’de? Ne kadarmış? Yüz değnek.
Birde burada kısaca şunu da söyleyeyim, fıkıhta bu tür davalarda kadınların şahitliği geçersizdir. Ama şuraya bakın. Bakın erkek dört tane şahitlik yaptı, beşincisinde kendisine laneti söyledi, doğru olduğunu söyledi. Peki kadın ne yapacak o cezadan kurtulmak için?
(24/ Nûr 8.Ayet)
“en teşhede erbea şehâdâtim billâhi innehû leminel kâzibîn”
“Kadın da dört kere şahitlik edecek, “kocam yalan söylüyor” diye.”
Bak, “O ben doğruyum dedi, bu yalan söylüyor.” Matematikteki eksi 4 a, artı 4 a yı götürüyor. Dikkat edin bak. O dört kere yemin ediyor, şahitlik ediyor, “ben doğruyum” diyor. Kadın da dört kere şahitlik ediyor, “kocam yalan söylüyor” diyor. Şahitlikler arasında eşitlik var mıymış? Bakın Kur’an ayeti. Eşit değil mi, birebir eşit? Ama mezheplerin tamamında kadınların bu konuda hiç şahitliği kabul edilmez.
(24/ Nûr 9.Ayet)
“Vel hâmisete enne ğadaballâhi aleyhâ in kâne mines sâdigîn”
“Kocası doğru söylüyorsa Allah’ın gazabı kendisine olsun der”
Yine o, koca “yalan söylüyorsam” dedi, bu “doğru söylüyorsa” dedi. Eksi artı, matematik hesabı. Ben geçen hafta söyledim ya, Ceza Hukuku tam böyle matematikliktir İslâm’da. İnsanlar bu işi hayal bile edemezler. Bugünkü ceza hukukçuları böyle bir şeyi hayal bile edemezler. Bakın şahitlik, eşit mi kadın erkek arasında? Bu kadın evli mi? Buna uygulanacak ceza neymiş? Yüz değnekmiş.
Peki, Ahzab suresinin 30. Ayetinde de, 33. Sure 30. Ayetinde de Allah-u Teala, peygamber eşleri ile ilgili olarak söylüyor. 420. Sayfa. Diyor ki,
(33/ Ahzab30.Ayet)
“Yâ nisâen nebiyyi men yeé’ti minkunne bifâhışetin mubeyyineh”
“sizden kim mübeyyine bir, yani ispatlanabilir bir fuhuş işlerse”
“yudâaf lehel azâbu dığfeyn, ve kâne zâlike alallâhi yesîrâ”
“o azap” (gene azap kelimesi, Arapça bakımından bilenler için söylüyorum.) “Onun için o azap ikiye katlanır.”
Peygamber eşleri evli mi? Peki, recim olsa; bir öldürüp, diriltip bir de öldürme imkanı var mı? Ölüm cezası ikiye katlanabilir mi? Yüz kırbaç? Katlanır. Var mıymış evlilerle ilgili hüküm Kur’an’ı Kerimde? Bu üçüncü.
Dördüncüsü, Nisa suresinin 25. Ayeti. Orda esir kadınların evlenmesiyle ilgili hükümler var. Orda diyor ki Allah-u Teala, esir kadınlarla evlenirken namuslu olacak, gizli yada açık zina etmeyecek. Ondan sonra diyor ki,
(4/Nisa suresi 25.Ayet)
“feizâ uhsınne”
“evlendikleri vakit”
“fein eteyne bifâhışetin”
“ bir fuhuş yaparak gelirlerse”
“fealeyhinne nısfu mâ alel muhsanâti minel azâb”
“onlara diğer evli kadınlara verilen azabın yarısı verilir.”
Gene azap kelimesi. Azabın yarısı verilir. Diğer evli kadınlara verilen ceza ölümse, ölümü ikiye bölebilir misiniz? Ama, yüz kırbacı elliye indirebilirsiniz değil mi?
Şimdi bakın dört tane ayet okudum. İslâm’da recim cezası var mıymış? Peki, Peygamberimiz ne yaptı? Peygamberimiz (S.a.v.), tabii ki baştan, bu ayetler inmeden öyle bir emir almış, tabii ki onu uygulayacak. Ama sonra bu ayetler indikten sonra artık uygulamamış.
Yaşlı bir adamı getirmişler, zina cezası… zina yaptığı ifade ediliyor Muvatta’da. Diyor ki, “bir sopa getirin” getiriyorlar, biraz kalın budaklı. “Bu olmaz!” Biraz daha incesini, çok ince getiriyorlar. “Bu da olmaz!” Sonra işte budaklarını da şey yapıyor. Ve ona yüz tane vurulmasını emrediyor. Hiç sormuyor evli misin bekar mısın? Diyor ki, bu fiili yaptığınız zaman, Allah’ın örtüsü ile örtünün, eğer bizim haberimiz olursa size Allah’ın kitabını uygularız diyor Kur’an’ı Kerim, Peygamberimiz. Allah’ın kitabında olan ne? Recim var mı? E. Şimdi buyurun, Peygamberimize söylettirilmiş mi yoksa söylemiş mi bunu? Üç şeyden biriyle ancak bir insanın canı kanı helal olur diyor. Birincisi zina eden dul diyor. Var mı böyle bir şey? Yok peki, ikincisi cana can. Bu var mı? Bu var. Kur’anı Kerimde var. Üçüncüsü ( لِدِينِهِ وَالتّارِكِ)- (لِلْجمَاعَةِ الْمُفَارِقِ) dinini terk eden ve cemaatten ayrılan. Dinini terk edenin cezası ölüm olması, Tevrat ve İncil’in hükmüdür. Kur’an’da böyle bir şey yok. Bu Tevrat’ta ve İncil’de var.
Şimdi bakın ben size Tevrat’tan okuyayım.
Tesniye Bab 13. “Öz kardeşin, oğlun, kızın, sevdiğin karın ya da en yakın dostun, seni gizlice ayartmaya çalışır, senin ve atalarının önceden bilmediğiniz dünyanın bir ucundan öbür ucuna dek uzakta, yakında, çevrenizde yaşayan halkların ilahları için, haydi gidelim bu ilahlara tapalım derse, ona uymayacak, onu dinlemeyeceksin, ona acımayacak, sevencenlik göstermeyecek, onu korumayacaksın, onu kesinlikle öldüreceksin” Bu neyin hükmüymüş ? Tevrat. “Onu önce sen, sonra bütün halk taşa tutsun. Taşlayarak öldürün onu. Çünkü Mısır’dan, köle olduğunuz ülkeden sizi çıkaran, tanrınız rabden sizi saptırmaya çalıştı. Böylece bütün İsrail bunu duyup korkacak. Bir daha aranızda buna benzer kötü bir şey yapamayacaktır. Tanrınız rabbin yaşamanız için size vereceği kentlerin birinde, içinizden kötü kişiler çıktığını ve haydi bilmediğiniz başka bir ilaha tapalım diyerek kentte yaşayan halkı saptırdıklarını duyarsanız, araştıracak, inceleyecek, iyice soruşturacaksınız. Duyduklarını gerçekse, bu iğrenç olayın aranızda yapıldığı kanıtlanırsa, o kentte yaşayanları, (tamamını) kesinlikle kılıçtan geçireceksiniz. Kenti yok edip, orada yaşayan bütün halkı ve hayvanları kılıçtan geçireceksiniz. Yağmalanan malların tümünü toplayıp meydanın ortasına yığın. Kenti ve malları tanrınız rabbe tümüyle yakmalık sunu olarak yakın. ( o malları da yakın diyor.) Kent sonsuza dek yıkıntı halinde bırakılacak yeniden onarılmayacak. Yok edilecek mallardan hiçbir şey almayın. Böylece rabbin kızgın öfkesi yatışacak ve rab atalarınıza içtiği ant uyarınca size acıyacak, sevecenlik gösterecek, sizi çoğaltacaktır.”
Peki İncil’de Pavlus’un İbranilere mektubu 10. Bölüm 28. Cümle. “Musa’nın yasasını hiçe sayan bir kimse, iki yada üç tanıdığın sözü üzerine acımasızca öldürülür.”
Şimdi, dinden döneni öldürme nerde varmış? Acaba bu hükümler doğru mu yanlış mı? Kur’an’ı Kerim’de, Kur’an bunu tasdik ediyor mu? etmiyor mu? Kur’an’ı Kerim musaddik ya! Bir de ona bakalım, Kur’an bu hükmü tasdik ediyor mu? Etmiyor mu?
Önce şu cümleyi bir okuyayım size. Tekrar okuyorum. “Öz kardeşin oğlu,( bu 6. 7. Cümle Tesniye 13. Bab) öz kardeşin, oğlun, kızın, sevdiğin karın, yada en yakın dostun seni gizlice ayartmaya çalışır, senin ve atalarının önceden bilmediği dünyanın bir ucundan öbür ucunda, uzakta, yakında, hakların ilahları için hadi gidelim bu ilahlara tapalım derse, (gidelim de tapalım ayartmaya çalışıyor) ona uymayacak, onu dinlemeyeceksin, ona acımayacak, sevecenlik göstermeyecek, onu korumayacaksın, onu kesinlikle öldüreceksin.”
Şimdi Kur’an’ı Kerimde bunun izi var mı? Musa As’la Hızır kıssası var, biliyorsunuz değil mi? Kehf suresinin 74. Ayeti. Musa As’la Hızır ki, abd kelimesi ile ifade ediliyor Kur’an’ı Kerim’de. Hızır olduğu hadiste belirtiliyor. 18. Sure, 300. Sayfa.
(18/Kehf 74.Ayet)
“Fentalegâ”
“Musa As’la Hızır yürüdüler”
“hattâ izâ legıyâ ğulâmen fegatelehû”
“bir oğlan çocuğuna rastladılar, oğlan çocuğunu Hızır öldürdü”
“gâle”
“Musa As dedi ki”
“ egatelte nefsen zekiyyetem biğayri nefs”
“sen şu suçsuz çocuğu, suçsuz canı, bir cana karşılık olmadan öldürdün öyle mi?”
“legad cié’te şey’en nukrâ”
“Sen çok münker bir şey yaptın”
“legad cié’te şey’en nukrâ”
“sen çok çirkin bir şey yaptın, bir iş yaptın” dedi.
Şimdi, daha sonra… 80. Ayetti değil mi? Evet, 80. Ayette neden yaptığını anlatıyor. Diyor ki,
(18/Kehf 80.Ayet)
“Ve emmel ğulâmu fekâne ebevâhu mué’mineyni”
“bu çocuğun annesi babası mümindi”
“ fehaşînâ ey yurhigahumâ tuğyânev ve kufrâ”
“Korktuk ki, bu annesini, babasını taşkınlığa ve küfre yaklaştıracak. Oraya sürükleyecek diye korktuk.”
Şimdi küfre sürükleyecek olan ne yapacaktı Tevrat’ta? Öldürecekti. “İşte bende onun için öldürdüm “ diyor. O zaman Musa As, ne diyor? Ha, o zaman doğru öyleyse. Şimdi Kur’an’ı Kerim tasdik etti mi burayı?
Kur’an’ı Kerimde bir başka ayet daha var. Maide suresinin 32. Ayeti. 5. Sure 32. Ayet. 112. Sayfa. Diyor ki, Allah-u Teala burada,
(5/Maide 32.Ayet)
“Min ecli zâlik”
“işte bu sebepten”
bu da Adem As’ın iki oğlu Habil’le Kabil arasında geçen olay anlatıldıktan sonra,
“ketebnâ alâ benî isrâîl”
“israiloğlullarına şunu yazdık”
“ ennehû men gatele nefsen biğayri nefsin”
“bir canı bir cana karşılıksız olmaksızın kim öldürürse”
“ev fesâdin fil ard”
“yada yer yüzünde fesat karşılığı olmaksızın öldürürse”
“fekeennemâ gatelen nâse cemîâ”
“sanki tüm insanlığı öldürmüş olur. “
Bir kişiyi kafirliğe sürüklemek te, bu fesattan sayılıyor. Gene tasdik etti mi Kur’an’ı Kerim? Ama bunlar bize yazılmış değil. Bizim kitabımız bunu nesh etmiş. Geçen hafta ne yaptık? Ya hayırlısıyla yada misliyle nesh ederdi değil mi? Nasıl nesh etmiş? Hayırlısıyla.
Şimdi, bu hadiste anlatılan zinadan dolayı öldürme, cana can ve dinden dönmeden dolayı öldürme, üçü birden neyin hükmü? Tevrat’ın hükmü. Bizde, sadece cana can kalmış. Onun için Allah-u Teala ,
(2 /Bakara 178. Ayet)
“kutibe aleykumul gısasu fil gatlâ” diyor.
“size sadece adam öldürmelerde kısas yazıldı” diyor. Öbürleri değil. Peki, öbür suçlardaki şey nedir?
(42/Şura 40. Ayet )
‘Ve cezâu seyyietin seyyietun misluhâ’
“İşlenen bir kötülüğün cezası onun dengi bir kötülüktür.”
Onun için böyle matematikseldir yani her şey.
Peki şimdi bizde, din hürriyeti ne alemdedir? Allah-u Teala ayeti Kerime’sinde diyor ya. Bakara suresi 256 mıydı? “Lâ ikrâhe fid dîn” 256 gibi aklımda ama. 41. Sayfa. Kaçıncı ayet? 256. Tamam. Şimdi, diyor ki, Allah-u Teala burada,
(2 /Bakara 256. Ayet)
“Lâ ikrâhe fid dîn”
“dinde baskının hiçbir şekli olmaz”
Ne bir insan zorla imana getirilebilir, ne de bir insana zorla ibadet yaptırılabilir. Çünkü ibadetin sahih olması için niyet gerekir. Bir de adama zorla namaz kıldırırsınız, ama niyet ettiremezsiniz, o kalp işidir. İmanın sahih olması için, kalpten inanması lazım. Adam inandım der, ama kalpten olmaz, münafık yaparsınız adamı.
“Gad tebeyyener ruşdu minel ğayy”
“Sapıklık olgunluktan iyice ayrılmıştır”
“femen yekfur bittâğûti”
“Kim o zorbaları tanımaz”
“ve yué’min billâh”
“Allah’a inanır ve güvenirse”
“fegadistemseke bil urvetil vusgâ”
“en sağlam ipe yapışmış olur. kulpa yapışmış olur”
“lenfisâme lehâ”
“Artık oradan ayrılma yoktur”
“vallâhu semîun alîm”
“Allah işitir ve bilir”
Peki daha detaylı ifade de, Al-i İmran suresinde. 60. Sayfayı açarsanız. Şurada bakın, son derece açık ve net ifadelerdir. Herhangi bir şüpheye yer vermeksizin. (85. ayet)
(3/Al-i İmran 85.Ayet)
“Ve men yebteğı ğayral islâmi dînen felen yugbele minhu”
“kim İslâm’dan başka bir din peşine düşerse bu ondan asla kabul edilmeyecektir”
“ ve huve fil âhırati minel hâsirîn”
“ahirette kaybedenlerden olacaktır”
“Keyfe yehdillâhu gavmen keferû bağde îmânihim”
“İnandıktan sonra kafir olan kavmi Allah nasıl yola getirir?”
“ve şehidû enner rasûle haggun”
“Rasülun hak olduğuna şahit olmuşlar. Yani kesin deliller görmüşler, bu gerçekten bu gerçekten Allah’ın rasulüdür diye”
“ve câehumul beyyinât”
“onlara apaçık deliler gelmiş”
Bunlar kesin mümin mi? Bu halleriyle. Rasulün hak olduğuna şahitlik etmişler, yani eşhedü demişler ve kendilerine açık açık belgeler gelmiş, ondan sonra kafir olmuşlar. Bunun adı nedir? Mürted değil mi? Dinden dönmektir. Hangi dinden? İslâm dininden. Ama Peygamberimizin söylediği iddia edilen iki tane hadis var. İşte birisi bu. Diyor ki, “ettariku li dini,” “dinini terk eden”. Adam hristiyan da olsa, müslüman olsa bunu öldürmek gerekir. Değil mi? Ya da, “Men beddele dinehu faktuluhu” “Kim dinini değiştirirse”
Diyelim ki budist müslüman olursa öldürmek gerekir, öyle bi yapı oluşturmuşlar orda. Çünkü Peygamberimizin ağzından çıkmadığı açık, her haliyle gösteriyor onu. Peygamberimiz öyle lastikli laf söylemez. Söylediği sözler böyle, bire bir Kur’an’ı Kerime uyar. Ama dediğim gibi, ayetler arası ilişkiye bakarak ancak onu tesbit edebilirsiniz.
Şimdi diyor ki, “Keyfe yehdillâhu kavmen keferû ba’de îmânihim ve şehidû enner resûle hakkun ve câehumul beyyinât
(9/ Tevbe 19.Ayet)
vallâhu lâ yehdil kavmez zâlimîn”
“Allah bu zalimleri yola getirmez.”
(3/Al-i İmran 87.Ayet)
“Ulâike cezâuhum”
“Bunların cezası nedir?”
Bu hadisler doğru olsa ne olacak? Öldürülmeleri. Tevrat’taki hüküm devam etseydi öldürülmeleriydi.
“Ulâike cezâuhum enne aleyhim la’netallâh”
“Bunların üzerinde Allah’ın laneti vardır.” Allah bunları dışlar.
“vel melâikeh”
“Meleklerin laneti”
“ven nâsi ecmain”
“ve bütün insanların laneti vardır.”
(3/Al-i İmran 88.Ayet)
“Hâlidîne fîhâ”
“Sürekli bu lanet içerisinde kalırlar.”
“lâ yuhaffefu anhumul azâbu”
“O azap onlardan hafifletilmez.”
Yani dışlanmışlık azabı onlardan hafifletilmez.
“ ve lâ hum yunzarûn.”
“ Onların yüzüne de bakılmaz.”
Peki bu insanlar hiç mi mümin olmazlar?
(3/Al-i İmran 89.Ayet)
“ İllellezîne tâbû”
“Ancak tövbe ederlerse”
demek tövbe kapısı kendilerine de açık. Peki öldürüyorsanız adamlar nasıl tövbe etsin? Ondan sonra
“İllellezîne tâbû min ba’di zâlike”
“bundan sonra tövbe eder kendi durumlarını düzeltirlerse”
Bizim gelenekte ne var? Adamı hapsedersin diyorlar. O da en iyisi, en iyisi böyle söylüyor. Üç gün hapsedersin diyor, zaten hapse gerek yok, anında öldür. Üç gün hapsedersin diyor. Üç gün ona… Bak doğru. Bazı mezheplerde tövbe etseler de öldürülür, ahirette. Şey yapar. Derler Karadenizli galata köprüsünden geçiyormuş birisi bir çarpmış, pardon demiş. Her ihtimale karşılık adama suya atmış, Halice atmış. Ya ne yaptın? Ya kötü bir şeyse? Şimdi bazı mezheplerde tövbe de yok. Öldürülür. Neyse, en iyisi üç gün, hapsedersiniz sadece bir yufka ekmeği verirsiniz, başkada bir şey değil, gidersiniz şüphesini gidermeye çalışırsınız, tövbe et dersiniz. Arkadaş tövbe etmezsem ne olacak? Öldüreceğiz. Adam gerçekten tövbe edecek ve ıslah mı olacak orada? Sana karşı mı tövbe edecek? Allah’a karşı mı? Böyle bir şey yok ki İslâm’da. Tövbeyi Allah’a yapar insan. Bak ne diyor Allah?
“İllellezîne tâbû”
“Tevbe edenler”
“min ba’di zâlike”
“bundan sonra tövbe edenler”
“ve aslehû”
“durumlarını düzeltenler”
“fe innallâhe gafûrun rahîm”
“Allah gafur ve rahimdir.”
Öldürülen kişi için bu mümkün mü? Ali İmran 89. Ama ondan sonra ne diyor?
(3/Al-i İmran 90.Ayet)
“İnnellezîne keferû ba’de îmânihim”
“inandıktan sonra kim kafirlik eder”
“summezdâdû küfran”
“sonra da kafirliğini artırırsa ” tevbe etmiyor
“ len tukbele tevbetuhum”
“bunların tövbeleri kabul edilmeyecektir”
Ne zaman? Kafirliğini artırıp kafir olarak ölmüş. Ahirette hepsi tövbe edecek, ama kabul edilmeyecektir.
“ve ulâike humud dâllûn” “İşte bunlar sapıktırlar.”
Demek ki, ölene kadar tövbe kapısı da açık. Peki o zaman, onun için en başta dedim ki, peygamberimize mal edilen bir hadis. Öyleyse burada bu hadis kabul edilemez. İster Buhari’de olsun, ister Müslim’de olsun, isterse kimde olursa olsun. İşte Kur’an- sünnet bütünlüğü burada işe yarıyor. Şimdi bir de diyorlar ki, kıstasınız ne hadislerde? Kardeşim bizim kıstasımız Allah’ın koyduğu kıstas, Allah’ın koyduğu ölçüler. Allah, bir ayeti diğer bir ayetle açıkladığını söylüyor, hikmet de oradan çıkan şeydir. Peygamberimiz de bize hikmeti öğretmekle sorumludur. İşte onun hadislerinin tamamı hikmettir. Mutlaka Kur’an’ı Kerime bire bir uygun olması lazımdır, kitap sünnet bütünlüğü bu açıdan son derece önemlidir. Ki Allaha hamd olsun ki Cenab-ı Hakka çok şükür. Biz tarihte bunu yakalayanı şahsen ben bilmiyorum, biz görmedik arkadaşlarımız olarak, yıllardır araştırıyoruz. Söyleyenleri var ama, bir iki tane küçük, basit örnek dışında bir şey yok. İşte bunu ortaya koyduğunuz zaman, yanlış hadisleri tesbit etmek çok kolaylaşıyor.
Daha ne Buhari’nin peşinden gitmek zorunda oluyorsunuz, ne de bir başkasının. Bazen çok zayıf dedikleri hadis, çok sahih çıkıyor, çünkü ayete bire bir uyuyor. Mesela zayıf olan hadis şudur. Peygamberimiz (S.a.v.) demiş ki,
(معه ومثله القرآن أوتيت إني) “Kitap ve onunla beraber, bir onun misli bana verildi” diyor. Kur’an’ı Kerim’de diyor ki işte, “ sana kitap ve hikmeti verdik”
İşte onun misli, tamam. Bu hadis zayıfmış, hiç önemli değil, ayete bire bir uyuyor.