Prof.Dr. Abdulaziz Bayındır: Elhamdulillahi Rabbil alemin, vel akibetulil muttakin vessalatu vesselamu ala rasulina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugünkü dersimiz kısas konusunda olacaktır. Kasten öldürülmüş olan bir kişinin, öldürülenin yakınları tarafından açılan bir dava sonucu öldürülmesi, kısas. Bunu hep duyarsınız, kısasa kısas diye. Allah-u Teala Bakara suresinin 178. Ayetinde şöyle buyuruyor:
(2/Bakara 178.Ayet)
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû kutibe aleykumul kısâsu fîl katlâ “
“Müminler adam öldürmelerde size kısas farz kılındı.”
“el hurru bil hurri “
“Hüre karşılık hür.”
“vel abdu bil abdi “
“köle karşılık köle.” Yani hürhürü öldürürse Köle köleyi öldürürse
“vel unsâ bil unsâ”
“Kadına karşılık kadın.”yaptigina karsilik olarak öldürülür. kısasla
“fe men ufiye lehu min ahîhi şey’un “
“Kimin lehine, kardeşi tarafından herhangi bir şey bağışlanırsa,”
“fettibâun bil ma’rûfi “
“onun güzellikle uygulanması gerekir,”onun pesine düsülmesi gerekir.
“ve edâun ileyhi bi ihsân,”
“ve ona güzellikle ödeme yapmak gerekir.”
“zâlike tahfîfun min rabbikum ve rahmeh,”
“Bu sizin Rabbiniz tarafından yapılan bir hafifletmedir,” Rabbinizin bir ikramıdır.
“fe meni’tedâ ba’de zâlike fe lehu azâbun elîm.”
“Bundan sonra kim düşmanlığa devam ederse ona acıklı bir azap verilir.”
(onun payına düşen acıklı bir azaptır)
Şimdi ikinci ayeti de okuyalım:
(2/Bakara 179.Ayet)
“Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi
“Ey dik duruşlu, içi temiz olan insanlar, kısasta sizin için hayat vardır.”
“leallekum tettekûn.”
“Belki böylece korunursunuz.” Canınızı korursunuz.
Tekrar basa dönelim;
(2/Bakara 178.Ayet)
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû kutibe aleykumul kısâsu fîl katlâ “
“Müminler adam öldürmelerde size kısas farz kılındı.”
“el hurru bil hurri “
“Hüre karşılık hür.”
“vel abdu bil abdi “
“köle karşılık köle.”
“vel unsâ bil unsâ”
“Kadına karşılık kadın.”
Şimdi biliyorsunuz her derste tekrarladığımız bir Kur’an prensibi var. Allah-u Teala bir ayeti mutlaka bir başka ayetle açıklar. Eğer o açıklamayı görmezsek,
“el hurru bil hurri
“Hüre karşılık hür.- köle karşılık köle. – Kadına karşılık kadın,”
Ayetinden birinci cümlenin erkeklerle ilgili olduğu sonucuna varırız.
Ama bir erkek bir kadını öldürürse, kısas edilmez. Bunu anlarız değil mi? Ya da ister erkek olsun ister kadın olsun, köleyi öldürürse kısas edilmez. Ya da bir köle efendisini öldürürse, kısas edilmez. Bunu anlarız.
Fakat Kur’an-ı kerimin o methodu, son derece hayati önem taşıyor. Şu size söylediğim Fıkıh’ta ciddi bir kafa karışıklığıdır. Şu söylediklerimi söyleyenler vardır Fakihler arasında, işin içinden çıkamadıkları için. Her defasında size tekrar ediyorum, maalesef Kur’an’ın Kur’an’la açıklanması olmazsa olmaz şart olduğu halde, bunu biz mevcut kitaplarımızda göremiyoruz. Ne Tefsirlerde var ne Fıkıhta var ne Kelamda var ne de herhangi bir adına İslami dediğimiz bir ilim dalında var. Öyle olduğu için de herşey birbirine karışıyor, İslamın bütün güzelliği kayboluyor.
Şimdi burada, bu ayet-i kerimeyi açıklayan ikinci bir ayet mutlaka olmalı, çünkü Kur’an-ı Kerim’de bir “mesani” yani ikişerliler prensibi vardır. Hiçbir ayet tek değildir, mutlaka onu açıklayan ikinci bir ayet vardır. O ikinci ayeti bulduğunuz zaman tam olarak açıklamaya ulaşırsınız ve bütün dedikodular kesilir. Şimdi bunun ikinci ayetini açıyoruz İsra suresinin 33. Ayeti, 17. Sure, burda Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
(17/ İsra 33.ayet)
“Ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk”
“Allah’ın dokunulmaz kıldığı canı haklı bir sebep olmadan öldürmeyiniz.”
Burdaki Elim Lam’lı hak, Allah’ın haklı gördüğü bir sebep olacak, bizim haklı gördüğümüz değil. Haklılığı Kur’an-ı Kerim’de yazılı bir sebep olacak.
Şimdi can dediğiniz zaman, hür, köle, kadın, erkek ayırımı olur mu?
Katılımcılar:Olmaz
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Olmaz. Burda ‘nefs’ kelimesi geçiyor. Kur’an-ı Kerimde nefs, insanın bu vücudu için kullanılır, çok sayıda ayet-i kerimede geçer. O insanın müslüman mı, kafir mi, erkek mi, kadın mı, köle mi, hür mü olduğu hiç önemli değildir. O zaman şimdi burada ne oldu? Allah’ın haklı kıldığı bir sebep dışında, hiç bir sebeple bir nefsi öldürmeyin. O zaman hüre hür; Allah-u Teala, hür bir insanın öldürülmesini nasıl haklı kılmış? İşte burda okuduk, bir başka insanı öldürürse. Bir de fesat konusu var; onu inşallah daha sonraki dersimizde, haftaya Allah nasip ederse, işlemeye çalışacağız. Bugün ona girmeyeceğim, ona girersek konumuz tamamen dağılır. Peki köle? Biliyorsunuz köleliği Kur’an-ı Kerim kaldırmıştır. Ordaki köle kelimesinin anlamı, esirdir. Esirler ancak savaşla elde edilebilir, onun kuralı da Kur’an-ı Kerim’de konmuştur. O da 47. Surenin 4. Ayetinde Allah-u Teala diyor ki:
(47/Muhammed 4.Ayet)
“Fe izâ lekîtumullezîne keferû fe darber rikâb,”
“Kafirlerle (savaş meydanında) karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun,”
“hattâ izâ eshantumûhum”
“onlar üzerinde tam hakimiyetinizi kuruncaya kadar.”
“fe şuddûl vesâk,”
“Ondan sonra bağı sıkı tutun” (esir alın).esir aldikdan sonra yapilacak olan nedir?
“fe immâ mennen ba’du ve immâ fidâen…”
“Artık bundan sonra yapacağınız iki şey vardır, ya karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakın…”
Esirlerin öldürülmesi var mı? Savaş sırasında başka. Esirlerin öldürülmesi var mı burda? Esirler için iki tane seçenek verilmiş. Ya karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakacaksınız. Ne öldürülmesi söz konusu ne köleleştirilmesi söz konusudur. İkisi de yok. Peki esir öldürülmezse, o zaman esir Allah tarafından korunmuş, kendisine can dokunulmazlığı tanınmış bir nefis oluyor mu esir edildikten sonra? Can dokunulmazlığı var mı? Çünkü ya karşılıklı ya karşılıksız, mutlaka serbest bırakacaksınız. Yani ya fidye alırsınız ya da almazsınız, ama serbest bırakacasınız. Üçüncü bir seçenek yok. Öyleyse:
(17/İsra-33.Ayet)
“Ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk”
“Allah’ın dokunulmaz kıldığı canı haklı bir sebep olmadan öldürmeyiniz.”
Ayetinin kapsamına esirin de öldürülmemesi girer mi? Girer. Şimdi kadın ve erkek neden ayırt ediliyor? Çeşitli toplumlarda kadına ve erkeğe bir takım farklı yaklaşımlar var. Çeşitli değerlendirmeler, piskolojik yaklaşımlar var. Cenab-ı Hak bunları orda ayrı ayrı belirtmiş; hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama kendi prensibi gereği ikinci ayette bunların hepsini tek bir kelimede birleştirmiş. Hangisi o? ‘nefis’ kelimesi.
“Ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk”
“Allah’ın dokunulmaz kıldığı canı öldürmeyin, haklı bir sebep olursa baska ”
Peki burdaki ‘nefs’ kelimesine din faktörü giriyor mu? Yani bir müslümanın kafir karşılığında öldürülmemesi meselesi. Din faktörü yok. Peki Kur’an-ı Kerim’de hani Allah- Teala’nın dokunulmaz kıldığı canlar içerisinde kafirlerin canı da var mı? Allah kafirleri dokunulmaz kılmış mı, kılmamış mı?
Onu Allah-u Teala’nın ayetinden görelim. Yine Bakara suresinin 190. Ayetinde:
(2/Bakara 190.Ayet)
“Ve kâtilû fî sebîlillâhillezîne yukâtilûnekum
“Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın,”
‘katele’ karşılıklı vuruşmak, birbirini öldürmektir. Yani savaş meydanında öldürmeye müsade etti ya Allah-u Teala, o da herkese değil bizimle savaşanlara. sınırı aşmayın- demek ki savaş dışında gidip te adamı öldürmeyeceksiniz.
“ve lâ ta’tedû”
“sınırı aşmayın.” Demeki gidip de Savaşı dışında adami Öldürmeyeceksin!
“innallâhe lâ yuhıbbul mu’tedîn.”
“Allah sınırları aşanları sevmez.”
Ve yine sık sık okuduğumuz Mümtahine Suresinin 8 ve 9. Ayetlerinde de, Kur’an-ı Kerim’in 60. Suresinde diyor ki Allah-u Teala:
(60/ Mümtahine 8.Ayet)
“ Lâ yenhâkumullâhu anillezîne lem yukâtilûkum fîd dîni “
“Din konusunda sizinle savaşmayan”
Bakın savaşanla savaşın dedi değil mi. Burda da tam onu tersinden ifade ediyor Allah-u Teala. Din konusunda yani inancinizdan dolayi sizinle savaşmayan
“ve lem yuhricûkum min diyârikum”
“ülkenizden çıkarmayan kimselere”
“en teberrûhum”
“iyilik yapmanızı Allah yasaklamaz, “
“ve tuksitû ileyhim,”
“onların haklarını vermenizi yasaklamaz.”
“innallâhe yuhıbbul muksitîn.” Yasaklamak bir kenara dursun,
“Allah, hak sahibinin haklarını verenleri sever.”
(60/ Mümtahine 9.Ayet)
“İnnemâ yenhâkumullâhu”
“Allah’ın size koyduğu yasak, sadece şudur”
“anillezîne kâtelûkum fîd dîni”
“din konusunda sizinle savaşanlara, karşıdır”
O sizi öldürecekse siz de onu öldüreceksiniz. Çünkü Allah-u Teala bir mümaselet koymuştur:
(42/Şura-40.Ayet)
“Ve cezâu seyyietin, seyyietun misluhâ..”
“yapılan bir kötülüğün cezası onun dengi bir kötülüktür.”
(60/ Mümtahine 9.Ayet)
“ve ahrecûkum min diyârikum”
“sizi ülkenizden çıkaranlara karşı”
“ve zâherû alâ ıhrâcikum”
“ve çıkarılmanıza destek verenlere karşıdır.” Bunlara karşı
“en tevellevhum,”
“onları dost edinmenizi, veli edinmenizi, yönetici edinmenizi yasaklar.”
Burda üç tane kırmızı çizgi var;
Şimdi bunlar bu üç kırmızı çizginin dışına çıkmadığı zaman, kafirlerin can güvenliğini Cenab-ı Hak tanımış mı? Tanımış. Öyleyse
(17/İsra-33.Ayet)
“Ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu”
“Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıymayın”
Bu kapsamın içerisine esirler giriyor mu? Giriyor. Kafirler giriyor mu? Müslümanlar giriyor mu? O zaman burada herhangi bir ayrım olmuyor, öbür tarafta detay vermiş. Detay vermesinin sebebi, insanlarınn bu meseleyi çok iyi anlamaları, kendi kafalarına göre sınıflandırma yapmamalarıdır. Evet orda
demiş ama siz bunu birer kategori olarak düşünmeyin diye diyor ki Cenab-ı Hak Hud suresinin ilk ayetlinde:
(11/Hud 1.Ayet)
“Elif lâm râ kitâbun uhkimet âyâtuhu summe fussılet min ledun hakîmin habîr(habîrin).”
“Elif lam ra, bu bir kitaptır ki ayetleri hüküm ifade eder şekilde ortaya konmuş sonra Hakim ve Habir tarafından açıklanmıştır.”
Yani Allah kendisi bir yerde bir ayeti kısaca, özlü olarak ifade etmiştir, sonra bir vaşka yerde açıklamıştır. O ikisini birlikte almazsanız olmaz. Peki böyle olmasının sebebi nedir:
(11/Hud 2.Ayet)
“Ellâ ta’budû illallâh(illallâhe)…”
“Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye…”
Açıklamayı siz yaparsanız, sistemi tamamen bozarsınız. O zaman dersiniz ki, işte bazı kitaplarda bulursunuz, bir erkek bir kadını öldürdüğü zaman ona karşılık öldürülmez dersiniz. Ondan sonra bir hür köleyi öldürdüğü zaman ona karşılık öldürülmez dersiniz. Bir müslüman bir kafiri öldürdüğü zaman ona karşılık öldürülmez dersiniz. Kur’an-ı Kerimin sistemini tarumar edersiniz. Din hürriyeti diye birşey kalmaz. Din hürriyetinin olmadığı yerlerde de insanlığın münafık olmasını engelleyemezsiniz ve sistem tümüyle çöker. Bu sebeple muhterem arkadaşlar Allah razı olsun hepinizden, yani son zamanlarda gördüğümüz ve duyduğumuz şeyler bizi gerçekten son derece mutlu ediyor. Artık bu işleri iyice anlayan ve kavrayan sizler ve anadolunun çeşitli yerlerinde, sadece anadolu değil avrupada, heryerde bu işi çok iyi kavrayan asyada, güney bölgelerde yani dünyanın güney yarımküresinde, her tarafta şu dersleri sıkı sıkıya takip eden çok sayıda insan var. Şimdi bunlar takip ederken, bakıyorlar ki burda bu insanlar kendi görüşlerini anlatmıyor, açıyor kendi elindeki Kur’an-ı Kerimi, bakıyor doğru. Hani şimdi deseniz ki falanca kütüphanedeki şu kitapta şöyle yazıyor derseniz, hiç kimsenin ona ulaşma imkanı olmaz, anca bir iki kişi ulaşır. Ama burada öyle değil. Burada herkes hemen elinin altında Kur’an-ı Kerimi açıp bakıyor, ‘tamam doğru söylüyor’, sonra mantığına da son derece uyuyor. Dolayısıyla kendisine mal ediyor. Hiçkimsenin “bu Süleymaniye Vakfı çalışmasıdır” demesine ihtiyacı olmuyor. Hiç gerek yok. Ya da Abdulaziz hocadan bahsetmesine hiç gerek yok. Çünkü o sadece bir teşrifatçı gibi, “buyrun şurdan gelin şu tarafa bakın , işte şurayı görüyorsunuz” demek gibi ya da turist rehberi gibi birşey, o kadar. Bu güzellikleri Cenab-ı Hak ortaya koymuş.
İşte Kur’an-ı Kerimin bu güzelliklerini insanlara anlatabilirsek, bozulan dengeler çok kısa sürede düzelir.
Şimdi bazıları, şunu söylüyor: “bu kadar zaman o alimler bilmedi de siz mi bidiniz?” ya kardeşim biz biliyoruz diye bir şey söylemiyoruz ki, Allah’ın ayetleri. O zaman da vardı şimdi de var, aksi birşey varsa buyrun. İş böyle olduğu için, hamd olsun ciddi manada yöneliş var Kur’an-ı Kerime, inşallah bu böyle devam eder.
Şimdi tekrar ilk ayetimize gelelim, burdan neyi anladık? Bakara suresinin 178. Ayeti. Demek ki bu ayette hüre hür, köleye köle, kadına kadın meselesi, sadece zihinleri bir hususta hazırlamak içindir, ama asıl hükmü veren İsra suresinin 33. Ayetidir. Çünkü orda Allah-u Teala diyor ki:
(17/İsra-33.Ayet)
“Ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk”
“Allah’ın dokunulmaz kıldığı canı haklı bir sebep olmadan öldürmeyiniz.”
“ve men kutile mazlûmen “
“Kim haksız yere öldürülürse,”
“fe kad cealnâ li veliyyihî sultânen”
“öldürülenin velisi için bir yetki vermişizdir.”
Öldürülenin velisi, öldürülenin en yakını demektir. Yani o “veli” demek, mesela şunu alırız arapçada (bardağı alıp elini yanına koyarak) “o onu velyetti deriz” yani en yakını. Öldürülenin en yakını kimdir? Mirascısıdır. Öldürülenin mirasçısına bir yetki vermişizdir diyor. Tamam, öldürülenin mirasçısına yetki var. O ne yapsın diyor?
“fe lâ yusrif fîl katl”
“O adamı öldürmede israf etmesin,”
Şimdi burda kimin yakını öldürülüyorsa, o kişi katili öldürme hakkına sahip.
“innehu kâne mensûrâ.”
“çünkü o yardım görmüştür. ”
Şimdi bunun da detaylandırılması lazım. Ayetleri bir araya getirdiğiniz zaman Hikmet dediğimiz şey ortaya çıkıyor. Yani şimdi şöyle bir su alırsınız elinize bir elinize de bir paket çay alırsınız. Birine çay otu dersiniz, diğerine de su dersiniz. İkisini birleştirmedikten sonra çay hiçbir zaman oluşmaz, hayatta çay içemezsiniz. İşte ayetler de öyle, ikisini birlikte eğer okumazsanız hiçbir zaman istediğiniz sonuca yani Kur’an-ı Kerimin hikmeti denen doğru hükme ulaşamazsınız. İşte az önce söylediğim gibi Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhepleri diyor ki: “Hür bir kimse bir köleyi öldürdüğü için kısas edilmez.” Şimdi bu Kur’an-ı Kerime uyuyor mu? Çünkü hiçbirisi o iki ayeti birlikte almıyor. Halbuki Allah’ın kesin emridir bu. Diyor ki “bir müslüman bir kafiri öldürdü diye öldürülmez.” Uyuyor mu Kur’an-ı Kerime?
Şimdi siz böyle yaptığınız zaman, insanların önünde müslümanlığa gelmeye bir engel oluşturuyorsunuz. Adam bakıyor diyor ki “bu Allah’ın dini olsa böyle olmaz. Hanefi mezhebi öyle demiyor. Diyor ki kafiri de öldürse köleyi de öldürse ona karşılık kısas edilir, sadece kendi kölesi olursa diye farklı bir görüş oratay koymuş. Ama Peygamberimiz (sav) diyor ki:
“Sizden biriniz kölesini öldürürse, onu da öldürürüz” diyor. Ebu Davud hadisi.
Peygamberimizin bu dediği, iki ayeti birleştirdiğimiz zaman, ayetin hükmü değil mi? Şimdi ayetleri birleştiremeyince onu anlayamıyorsunuz. O zaman diyorsunuz ki, “bak ayet ayırmış, hüre hür, köleye köle, kadına kadın.” Ama ayet öyle demiyor kardeşim. İşte Kur’an-ı Kerimde bir mesani, yani ikişerliler sistemi var. Siz dünyaya baksanıza, bir kadınla bir erkek evlenmezse nesil devam ediyor mu? Aile kuruluyor mu? İşte bu ayetler de aynen onun gibi. Onun Cenab-ı Hak diyor ki:
(20/Taha-114.Ayet)
“ve lâ ta’cel bil kur’âni min kabli en yukdâ ileyke vahyuhu.”
“vahiy tamamlanmadan önce, Kur’an’la hüküm verme konusunda acele etme.”
Ne demek? O küme tamamlansın. Yemek yapacaksan, malzeme tamamlansın ondan sonra yemek yapmaya başla. Malzeme tamamlanmadan olmaz. İşte burda bu dinin mükemmelliği malesef kaybolmuştur. İşte bakın ayetler arası ilişkiyi oraya koyduğunuz zaman bütün hadisler tamı tamına oturuyor. Bakıyorsunuz ki zaten Pergamberimizin söylediği de bundan başka bir şey değil.
Şimdi ben bu konuyu önümüzdeki hafta da inşallah anlatmak istiyorum Allah nasip ederse. Kur’an-ı Kerimle ceza hukuku prensipleri konusunda, size daha önce söylemiştim, bu mayıs ayının ortalarında Almanyada, alman cezacılara bir seminer vermiştim, bizim internet sitesinde var. Arzu eden izleyebilir. Bizim buralarda kıyamet koparan, işte kısastır bilmem zine edene verilendir, el kesmedir falan diye kıyamet koparılıyor. Orda almanlara dedim ki: “Şu mevcut ceza hukuyla hiçbir yere gidemezsiniz, uyguladığınız bu şeyler insan haklarına aykırıdır” diye anlattım çok şeyleri. Bir tek itiraz çıkmadı. Sadece sorular sordular, elhamdulillah cevaplarını verdik.
Şimdi niye oraya gittim, çünkü orada dinliyorlar da buralarda kimse dinlemiyor sizden başka. İnşallah bu vesileyle biraz daha üzerine duracağız kısasın da, yeri geldikçe inşallah anlatırız. Islam ceza hukuku öyle bir sistemdir ki, ama Kur’an-ı Kerimden olursa, Kur’an ve Sünnet bütünlüğüyle bulursunuz. Fıkıh kitaplarınadan ya da tefsir kitaplarından bunu anlamanıza imkan ve ihtimal yok. Kur’an ve Sünnet bütünlüğüne giderseniz, bir matematikçi alsın eline tahtada yazsın, sonuçlarını sağlasın. Tam bir matematiktir ceza hukuku. Ve insanların bunu aklı almıyor, böyle bir şey olur mu. Allah’ın dini olduğu zaman olur. Öyle mükemmeldir ki, mesela şimdi bu adam öldürmedi değil mi, ama sonucu neyle biter? Yüzde doksandan fazlası afla biter. Hatta peygamberimiz zamanında hep afla bitmiş. Nasıl bitiyor okuyayım bakayım size ayeti, yani hızlıca okuyayım ondan sonra konuyla alakalı başka bir ayet okuyacağım:
(2/Bakara 178.Ayet)
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû kutibe aleykumul kısâsu fîl katlâ “
“Müminler adam öldürmelerde size kısas farz kılındı.”
“el hurru bil hurri vel abdu bil abdi vel unsâ bil unsâ “
“Hüre karşılık hür.köle karşılık köle. Kadına karşılık kadın.”
“fe men ufiye lehu min ahîhi şey’un “
burda “Ahîhi” dedi öbur tarafta “veliy”kelimesini kulandi. Kardeşi tarafindan her hangi bir şey af edilirse “Ahîhi” – bu kelime öyle kullanılmış ki, kelimedeki “hu” zamirini hem katile götürmek mümkün hem maktule, yani hem öldürene hem öldürülene. Böyle bir kelime kullanarak Allah-u Teala o en zor zamanda bile kardeşliği hatılatıyor. Katil ile mağdurlar arasında bir kardeşliği hatırlatıyor. Eyer her hangi bir şey af edilirse,
Bu ayette af yetkisini devlet organlarına vermiyor. Bir kere zamanımızda bu konuyu çok ciddi birşekilde ele almamız lazım. Şu anda güçlü devlet itaatkar vatandaş mantığı vardır, her ne kadar hürriyet falan filan deselerde, hürriyet herkesin kendi çizdiği sınıra kadar. Halbuki Kur’an-ı Kerimin koyduğu sistemde, güçlü vatandaş vardır devlet diye bir şey yok. Yani bugünkü manada bir tüzel kişilik yoktur. Dolayısıyla hiç kimse devlet gücünü arkasına alarak sıradan bir vatandaştan fazla bir yetki kullanamaz. Bu Peygamberimiz (sav) zamanındaki anlayıştır. Evet mütiş bir huzur vardır, güvenlik vardır. Şimdi burda tabi alışmadığınız için biraz ters gelebilir size. Bu anlayışı tüm dünyaya yaymamız lazım ama önce biz meseleyi anlamamız lazım. Güçlü vatandaş.. işte o zaman güçlü devlet olur. Her bir vatandaş çok güçlü olmalı.
Osmanlıda bu büyük ölçüde vardı, o tarafa girmeyelim çünkü bu benim en çok bildiğim konulardandır Osmanlı, 21 sene mahkeme arşivlerini idare ettiğim için, oraya bir girdim mi kolay kolay çıkamam onun için girmek istemiyorum. Ama şunu söyliyeyim: Ben o 21 sene içerisinde iki tane kısas davası gördüm. İstanbulun fethinden 1924’de kadar bütün İstanbul mahkemelerinin arşivi. Orda iki tane kısas davası gördüm. Uygulama kaydını görmedim. Çünkü öyle bir sistem ki insanları suç işlemekten engelliyor.
Şimdi yetkiyi, mağdurun yani suçtan zarar gören tarafın eline veriyor. Ona da diyor ki affedersen, iyi olur:
(2/Bakara-178.Ayet)
“fe men ufiye lehu min ahîhi şey’un “
“ölenin kardeşi tarafından, onun lehine herhangi bir şey affedilirse,”
“fettibâun bil ma’rûfi”
“marufla bunun arkasına düşmek gerekir “(yani onu bir tazminata dönüştürür),
Peki velisi dediğimiz zaman ölenin mirasçısı; bir tek mirasçısı mı olur ölenin? Genelde bir kaç tane mirasçısı olur. Şimdi ayeti okuyalım, bakın devamına
“zâlike tahfîfun min rabbikum ve rahmeh,”
“bu sizin Rabbiniz tarafından bir hafifletmedir,”
Burdaki haifletme, nasıl bir hafifletme onu sonra ayetlerle anlamaya çalışacağız.
“fe meni’tedâ ba’de zâlike”
“bundan sonra kim düşmanlık ederse,”
“fe lehu azâbun elîm(elîmun).”
“onun için acıklı bir azap vardır.”
Şimdi bunun velisi tarafında herhangi birşey bağışlanırsa diyor. Herhangi birşey, miktarı önemli değil. Mesela öldürülen kişinin on tane mirasçısı olsa, dokuz tanesi dese ki “bu kişi öldürülsün” bir tanesi dese ki “hayır ben bağışlıyorum”. İkna edilse yani para karşılığı falan, şimdi bu kişinin dokuzda birini sağ bırakıp diğerini öldürme imkanı var mı? Yok. Onun için tamamı sağ bırakılır. Hemen tazminata dönüşür. On tanesinin on’u da bu kişinin öldürülmesine ittifak etti, kılıcı onlardan birisinin eline verilir. Şimdi adamın zaten bütün düşmanlığı gitmiş, adam da önünde boyun eğmiş, kılıcı kaldırır. Diğer mirasçılar orda olur zaten. Bir tanesi dur, dediği zaman, adam yapamaz. Yani öyle bir sistem ki bütün piskolojik şartlar var.
Yani taraflar tamamen tatmin ediliryor, dolayısıyla düşmanlık denen bir şey kalmıyor ve sonra tam bir dostluk oluşuyor. Tabi o tazminata dönüşüyor. Onun da miktarları zaten belli. Şimdi burdan Maide suresinin 45. Ayetine geçiyoruz, 5. Sure. Burda diyor ki Allah-u Teala:
(5/ Maide 45.Ayet)
“Ve ketebnâ aleyhim fîhâ “
“Onlara Tevrat’ta şunu yazdık,”(israiloğullarına)
“ennen nefse bin nefsi”
“cana can,” “ simdi bu bizde de varmi? bizde de var.
“vel ayne bil ayni “
“göze göz” bu yok bizde.
“vel enfe bil enfi “Fıkıhta var o başka konu, onu inşallah haftaya anlatmaya çalışırım.
“vel uzune bil uzuni “
“buruna burun,” kulağa kulak,”
“ves sinne bis sinni “
“dişe diş
“vel curûha kısâs”
“ve yaralar,bütün bunlarda kısas vardır.”
“fe men tesaddeka bihî fe huve keffâretun leh”
“Kim bunu bağışlarsa o onun için keffarettir.”
“o onun için keffarettir” derken bakın diyet yok. Ya kısas ya bağışlama, ortası yok.
“ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humuz zâlimûn.”
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, onlar zalimlerdir.”
Şimdi Tevrat’ta burda belirtilen şekilde ya kısas var ya af var.
(2/Bakara-178.Ayet)
“zâlike tahfîfun min rabbikum ve rahmeh..”
“bu sizin Rabbiniz tarafından bir hafifletmedir..”
İfadesinin işte karşılığı bu. Kısastan diyete geçiş. Maddi tazminatı Cenab-ı Hak ümmet-i Muhammed için koymuştur. Bu sizin için bir hafiletmedir. Çünkü yaratılıştan insanların mala karşı bir arzusu vardır. Şimdi o yargı sıransında maktulun yani öldürülen kişinin yakınlarından biri ya da ikisi diyecek ki, “zaten ölen öldü. Tekrar bir adamın daha öldürülmesine gerek yok, paraya da ihtiyacımız var, biraz tazminat alalım” diyebilir. Yani bütün piskolojik şartlar ortaya konarak, hem problem çözülüyor, hem taraflar arasında düşmalık ortadan kaldırılıyor hem de insanlar tatmin ediliyor. İşte bu “hafifletme” budur. Peki hafifletme olduğu zaman acaba Bakara-178. Ayet, Maide-45. Ayeti nesh etti mi etmedi mi? Şimdi Bakara 106. Ayeti lütfen açalım. Allah-u Teala burda şöyle diyor:
(2/Bakara-106.Ayet)
“Mâ nensah min âyetin ev nunsihâ ne’ti bi hayrin minhâ ev mislihâ …”
“Biz bir ayeti nesh eder ya da unutturursak, “
bu gün Tevrat ve incilde bulunan bir cok hüküm yahudi ve hristiyanlar tarafindan gizlenmis Müslümanlara gösterilmiyor buda maide 15.ayette var.ona gecmeyelim. İsteyen oraya bakip görebilir.
“Mâ nensah min âyetin ev nunsihâ”
“Biz bir ayeti nesh eder ya da unutturursak, “
“ne’ti bi hayrin minhâ ev mislihâ”
“ya daha hayırlısını ya da dengini getiririz…”
Şimdi Tevrat’ta bulunan az önce okuduğumuz ayet, dengiyle mi nesh edilmiş, daha hayırlısıyla mı?
Katılımcılar: Daha hayırlısıyla.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Daha hayırlıysa. Daha kötüsüyle nesh yok. Daha hayırlısıyla ve dengiyle. Şimdi Allah-u Teala Şura suresinin 13. Ayetinde diyor ki:
(42/ Şura-13.Ayet)
“Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan…”
“Allah Nuh’a neyi emrettiyse, sizin için bu dinin şeriatı yaptı.”
O zaman Nuh a.s.’dan beri bütün Peygamberlerde bulunan hükümler Kur’an-ı Kerimde de devam ediyor mu? O devam edenler misliyle mi nesh’dir hayırlısıyla mı? Misliyle. Aynen devam ettiğine göre. O zaman ‘nesh’ nedir? ‘İnstinsah’ kelimesini duymuşsunuzdur. Yani şuraya bir kitap koyuyorsunuz, alıyorsunuz kalemi, oraya bakıp yazıyorsunuz. Buna ‘istinsah’ denir. ‘Nüsha’ diyoruz değil mi, yani o kitabın bir kopyasına diyoruz. Mesela siz bir mektup yazdınız birisine, o mektubu güzel yazıyla yazmak için temize geçtiğinizde, önceki mektubu yüzde yüz yenisine yazar mısınız yoksa bazı değişiklikler yapar mısınız?
Katılımcılar: Değişiklik yaparız.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: İşte o bazı değişiklikler size göre daha hayırlısı değil mi? . O sizin yazdığınıza nesh denir. Yüzde doksanı aynı olduğu için, misliyle nesh etmişsinizdir. Yüzde on’u, beş’i daha iyi olduğu için, hayırlısıyla nesh etmişsinizdir. İşte Kur’an-ı Kerimde önceki kitapların son nüshasıdır, ama büyük çoğunluğunu aynı yazar, yüzde doksandan fazlası aynıdır değil mi. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim önceki kitapların tamamını nesh etmiştir. Çok büyük bir bölümünü, misliyle.
Onun için mesela birisi size sorsa “Nuh a.s. zamanında evlenme hükümleri neydi?”, açar Kur’an’a bakarsınız. Tevrat’ta neydi, İncil’de neydi ? o saklanan hükümler, açın Kur’an-ı Kerime bakın. Aynısıdır. Çünkü hepsi Allah-u Tealanın kitabıdır.
Ama bazıları hayırlısıyla nesh edilmiştir.” İşte bu kısasta olduğu gibi. Mesela recm cezası Tevrat ve İncil’de varken Kur’an-ı Kerimde kaldırıldığı gibi. Böyle hayırlısıyla nesh edilen bir kaç mesele vardır. Ama büyük bir bölümü misliyle nesh edilmiştir.
Bu ayet de, Tevart’taki o, Maide 45. Ayetinde haber verilen hususu hayırlısıyla nesh etmiştir. Bu sebeple bazıları şunu söylüyor: şerun men gablena şerun lena- öncekilerin şeriatı bizim için şeriattır. Hayır. Böyle bir şey olamaz. Artık Tevrat’ın İncil’in işi bitmiştir. Şöyle düşünün, bir mektubu az önce dediğim gibi, temize çekeyim dediğiniz zaman, öncekini mi gönderirsiniz yeni yazdığınızı mı? Sizin için geçerli olan, yenidir. Artık öncekinin geçerliliği kalmadı. İşte Cenab-ı Hak’ın son nüsahsı, kitabı budur. Tevra’ın, İncil’in artık geçerliliği kalmamıştır. Mensuh’dur. Ya misliyle ya hayırlısıyla. Ama Kur’an-ı Kerimde bu nesih, bu Allah-u Teala’nın ortaya koyduğu nesihdir, malesef ne usul-ü fıkıh kitaplarımızda vardır ne usul-ü tefsirde vardır. Orda öyle bir nesih tanımı yaparlar ki, ne kendilerini tatmin eder ne de bir başkasını. Gerçeğe de uymaz. Dolayısıyla önceki kitaplar nesh olunmuştur diyemezler de, tahrif olunmuştur derler. Peki güzel de, önceki kitapların tahrif edildiğini ifade eden bir tane ayet gösterebiliyor musunuz? Bu defa ne oluyor? Kur’an-ı Kerimin koyduğu diğer din mensuplarıyla ilişkilerde kopukluk oluyor. Kelime tahrifini diyorsanız, o burda da var. Yani anlam kaydırmaları burda da var. Zaten Allah-u Teala yahudileri anlam kaydırmasından dolayı hep ayıplar.
(5/Maide-41.Ayet)
“yuharrifûnel kelime min ba’di mevâdııh”
“Kelimeler yerlerine yertleştirildikten sonra, başka tarafa kaydırırlar”
Şekline ifade eder Allah-u Teala. Şimdi sonuç olarak kısas Kur’an-ı Kerimin esaslı bir hükmüdür. Allah-u Teala’nın esaslı bir hükmüdür. Öteden beri var olan bir hükümdür. Önceki şeriatlerde kısasın tazminata çevrilmesi yokken, Allah-u Teala bu ümmet için, hayırlı bir şekilde olmak üzere onu tazminata çevirmiştir. Ondan sonra o, dişe diş, göze göz, buruna burun, onlar da kaldırılmıştır. Niye?
(2/Bakara-178.Ayet)
“.kutibe aleykumul kısâsu fîl katlâ..”demiştir. yani
“Adam öldürmelerde.”
Öberleri de tazminatla halledilecek şeylerdir. Ve öldürülenin, maktulun yakınlarına da yetkiyi vererek cezayı iyice düşürmüştür. Bugün sizin babanızı öldürseler, dava açma hakkınız yoktur. Savcı açacak davayı. Ne oluyor o zaman ? güçlü vatandaş mı? Bakın Kur’an-ı Kerim kişiye infaza kadar yetki veriyor. Burda dava bile açamıyorsunuz. Avrupa’da konuşmamın sebeplerinden birisi bu.” Siz bu ceza hukukuyla hiç bir şey yapamazsınız dedim.” Ben bunu Türkiye’de söylesem kimse şey yapmaz, o yüzden Avrupada dedim ki, burdan giderek bize gelsin. Onlar düzeltsin ki biz de düzeltelim.
Gerçekten çok enteresandır, mesela Osmanlı yargı hukuku konusunda doktora yaptık. Söylediğim gibi 21. Sene o mahkeme arşivinde çalıştım. Kitap basıldı, Kültür Bakanlığına gönderdik. Bir yazı geldi “almaya değer bulunmamıştır” diye. Hemen arkasından belki iki dakika sürdü sürmedi, Harvard’dan bir yazı geldi, Amerika’dan. “Doktoranızın basıldığını duyduk, şu adrese ödemeli 25 adet lütfen gönderir misiniz?” işte görüyor musunuz. Batı’da bu konuda ilgili olan yerlere gidin, görürsünüz. İngiltere’nin meşhur bir Üniversitesinde birisi gelmişti, Dr. Roths Murphy Michigan galiba, dedi ki “sizin o doktoranızı biz orda ders kitabı olarak okutuyoruz”, Türkiye’de kimsenin haberi bile yok.
Ve bu kadar yargı konusunda sıkıntılar oluyor da bir Allah’ın kulu da demiyor ki, ya peki ne oluyor? Osmanlıda hiçbir dava üç günden fazla uzamazdı. Şimdi Oda TV davası, bugün ilk defa adamları mahkemeye çıkardı. Bu ne demek oluyor?
Şimdi siz karşı tarafı seversiniz sevmezsiniz o ayrı bir konu, ama bakın ne olursa olsun, muhatabınızı sevip sevmemek ayrı bir şeydir, adalet ayrı birşeydir. Hiçbir zaman duygularınıza yenilmeyeceksiniz. Bu olmaz. Karşınızda bir insan var, Allah’ın bir kulu var, o Cenab-ı Hakk’a karşı suç işlediyse suçunun cezasını tabi vermeli ama. Böyle ne oluyor yani yıllarca adam daha mahkemeye bile çıkarılmıyor. Bir tarafta üç günde bitmeyen dava olmayan bir Osmanlı yargı sistemi var, ondan yararlanmak isteyen hiç kimse yok. Ya bunlar ne yapıyor orda?
Evet peki Allah yardımcımız olsun.