Bugünkü dersimiz yine Bakara suresinin 177. ayetidir. Bundan önceki derste, bu ayet vesilesiyle Allah’ın veli kullarının kimler olduğunu öğrenmeye çalışmıştık. Şimdi ayeti tekrar okuyoruz. Çünkü ayetin sadece bir kelimesi ve o kelimenin etrafındaki diğer ayetlerle ilgili hususları anlamaya çalışmıştık. Şimdi ayetin tamamını anlamaya gayret edeceğiz. Allah-u Teala burada şöyle buyuruyor.
(2/Bakara 177.Ayet)
“Leysel birra en tuvellû vucûhekum gıbelel meşrigı vel mağrib”
“Yüzlerinizi doğu ya da batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir.”
“Ve lâkinnel birra men âmene billâhi vel yevmil âhır”
“Ama iyilik; Allah’a, ahiret gününe inanan kişilerin yaptığıdır.”
“Vel melâiketi vel kitâbi ven nebiyyîn”
“Meleklere, kitaba ve nebilere inanan kişinin yaptığıdır.”
“Ve âtel mâle alâ hubbihî”
“Mal sevgisine rağmen, kendisinde olan mal sevgisine rağmen, malını verebilen”
“zevil gurbâ”
“yakınlığı olan kişilere, yakınlarına mal verebilen kişi”
“vel yetâmâ”
“yetimlere”
“vel mesâkîn”
“ve çaresiz kalmış olan kimselere veren kişidir. Onun yaptığıdır”
“vebnes sebîli”
“ ve yolda kalanlara”
“ves sâilîn ve fir rigâb”
“İsteyenlere ve boyunları baskı altında olanlara,
yani hürriyetlerini kaybetmiş olanlara, onlara bütün mal sevgisine rağmen, mallarını onlara veren kişilerin yaptığıdır iyilik”
“ve egâmes salâh”
“namazı tam ve vaktinde kılan kişidir” Onunla beraber.”
“ve âtez zekâh”
“zekatı da verendir”
“ vel mûfûne biahdihim izâ âhedû”
“Birileriyle karşılıklı sorumluluk altına girdikleri zaman, yani birisine söz verdiği zaman sözünü yerine getiren kimselerdir”
“ves sâbirîne fil beé’sâi ved darrâi ve hînel beé’s”
“Sıkıntı zamanlarında, zor anlanda sabreden zarara uğradığı zaman sabreden, savaşta, yaralanmada, ani baskınlarda sabreden kişilerdir”
“ulâikellezîne sadegû”
“işte sadık olanlar bunlardır.”
Yani her insan kendisi açısından kendisini dürüst iyiliksever ibadetinde taatında kabul edebilir. Ama Allahu Tealanın da onaylayacağı kişiler bunlardır.
“ve ulâike humul muttegûn”
“işte kendilerini korumuş olan insanlar da bunlardır. Allahtan gereği gibi çekinen insanlar bunlardır.”
Şimdi bu ayeti kerime hemen her gün okumamız ve kendimizi ona göre gözden geçirmemiz gereken ayetlerdendir. Şimdi ayete tekrar başlayalım. Diyor ki Allahu Teala;
“Leysel birra en tuvellû vucûhekum gıbelel meşrigı vel mağrib”
“yüzünüzü doğu tarafına, batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir.”
Şimdi burada şu anlatılır. Peygamberimiz (Sav), namaz farz olduğu zaman, namazını Beyt-i Makdis’e doğru kılıyordu. Beyt-i Makdis, yani bugünkü Mescid-i Aksa denen yerin bulunduğu tepe. Orada, Süleyman As tarafından yapılan bir mabet vardı. Onun olduğu yer. Beyt-i Makdise çevirmesi Allah-u Teala’nın bir emriyle idi.
O emir de; Enam suresi 90. Ayet. Bu ayette Allah-u Teala Nebi olarak gönderdiği bütün zatları sayıyor. Adem As dan en sonuncusuna kadar. Buradan on sekiz tane nebinin adını sayıyor. Onların kardeşleri, babaları ve soylarından gelenler diyerek bütün nebileri burada ayetlerin hükmüne dahil ediyor. Sonunda da onların her birisine kitap ve hikmet verdiğini bildiriyor. Sonunda da Enam 90. Ayette diyor ki,
(6/En’âm 90. Ayet)
“Ulâikellezîne hedallâh”
“Bunlar Allah’ın doğru yola yönelttiği kimselerdir.”
Bunlar doğru yolda olan insanlardır. Doğru yolda oluşlarını Allah onaylamıştır.
“Febihudâ humugtedih”
“sen de bunların yollarına uy.”
Onlardan İsa As’da Musa As’da var. Hepsinde beş vakit namaz kılma var. Medine-i Münevvere’de, Musa As’ın ümmeti olan Yahudiler, namaz kılarken Beyt-i Makdis’e dönüyorlardı. Henüz Peygamber (Sav)’e kıble ile ilgili bir emir gelmemişti. Öyleyse yapması gereken neydi? Onların yollarına uymak, çünkü bu Allah’ın emri. Bu Mekke’de inmiş olan bir emirdir.
“Ulâikellezîne hedallâh”
“Onlar Allah-u Teala’nın doğruluklarını tasdik ettiği kimselerdir.”
“Febihudâ humugtedih”
“sen onların doğru yoluna uy.”
Bu emir olduktan sonra Peygamberimiz (Sav) kendisine herhangi bir ayet gelmediği konuda mecburen onlara uyacaktı. Bu ayet gereği Beyt-i Makdis’e yöneldi. Sonra kıble Kâbe’ye doğru çevrildi Allah-u Teala’nın emriyle. Kâbe’ye çevrilmesi Yahudileri bayağı rahatsız etti. Çünkü Yahudilerde de beş vakit namaz var. Rahatlıkla gelip Peygamberimizin mescidinde namaz kılabiliyorlardı. Ama Kıble dönünce, Peygamberimizle beraber Kâbe’ye dönmek onlara ağır geldi ve dönmedi bir çoğu. İşte bu zaman aralığında birtakım problemler çıkmış olması lazım. Şimdi Allah- u Teala Burada şunu söylüyor diyor ki,
“Leysel birra en tuvellû vucûhekum gıbelel meşrigı vel mağrib”
“Yüzünüzü doğuya çevirmişsiniz, batıya çevirmişsiniz. İyilik bu değil.”
Zaten Kâbe-i Şerif’e dönmemizin sebebi şu şekilde izah ediliyor ilgili ayeti kerimede. Estauzubillah. 150 olması lazım Bakara 150.
(2/Bakara 150.Ayet)
“Ve min haysu haracte fevelli vecheke şatral mescidil harâm”
“Nerede namaz için kalkarsan, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir”
“ve haysu mâ kuntum fevellû vucûhekum şatrah”
“Nerede olursanız olun yüzünüzü o tarafa çevirin.”
Mescid-i Haram’ın bulunduğu yöne, Mescid-i Haram’ın kendisine değil, o yöne. Onun için öyle milimetrik hesaplar yapmaya gerek yok. Neden böyle yapalım ya Rabbi?
“liellâ yekûne linnâsi aleykum hucceh”
“İnsanların size karşı ellerinde bir delil olmasın.”
Ne bu Müslümanlar? Biri bir tarafa çeviriyor, biri bir tarafa çeviriyor. Ya da işte İslam son din deniyor, tutmuşlar Yahudilerin döndüğü kıbleye dönüyorlar. Çünkü yahudiler Beyt-i Makdis’e dönerken, hristiyanlar doğuya dönerler. Ayeti kerimede
(2/Bakara 145.Ayet)
“ve mâ bağduhum bitâbiın gıblete bağd”diyor.
“Onlardan biri diğerinin kıblesine uymaz”
diye bildiriyor Allah-u Teala. Şimdi burada diyor ki Cenab-ı Hakasıl iyilik bu değil. Yani Kâbe’ye dönmenin asıl sebebi, İnsanların dillerinde sizin aleyhinize söyleyecek sözleri olmasın.
Ondan dolayı bazı durumlarda kıbleye dönülmeyebilir. İşte Bakara suresinin 239. Ayeti olacak. Orada Allah-u Teala diyor ki,
(2/Bakara 239.Ayet)
“Fein hıftum fericâlen ev rukbânâ,”
“Eğer korkarsanız herhangi bir şeyden namazı yürüyerek kılın.”
Yürüyerek kılan kişi mesela buradan eve doğru gidiyorsunuz, kıble de tam arkanızda, yüzünüzü kıbleye dönüp de geri geri gidecek haliniz yok ya, namaz kılarken. Tabii ki gideceğiniz tarafa yürüyeceksiniz, o arada da kendinize göre namazı kılacaksınız. Nasıl kılarsan kıl. Ama kıl. Kıble kalkıyor devreden. Ama namaz kalkmıyor.
(2/Bakara 177.Ayet)
“Leysel birra en tuvellû vucûhekum gıbelel meşrigı vel mağrib”
“ İyilik yüzünüzü doğuya ya da batıya çevirmeniz değildir.”
“Ve lâkinnel birra men âmene billâh”
“Ama iyilik Allah’a inanan kişinin yapacağı iyiliktir.”
Allah’a inanmak başka, Allah’ı var ve bir kabul etmek başkadır. Şimdi örnek olarak söyleyelim. İblis; Allah-u Teala kendisini “Adem’e secde et” dediği zaman secde etmedi. Cenab-ı Hakda ona sordu, neden secde etmedin? Deki ki, “ben daha hayırlıyım.” Şimdi orada iblis Allah’a inanmayan birisi olarak kabul ediliyor. Ne demek inanmayan? Cenabı hakkın orada iblise verdiği emir, iblisin aleyhinde bir emir olarak değerlendiriliyor. İblis demiş oluyor ki cenabı hakka burada, “sen benim kıymetimi bilmedin.” Bunu söyleyen birisi, Allaha güvenini kaybetmiş olan birisidir, değil mi? İşte inanmamak, güvenmemek demektir. Yoksa iblis, sen yoksun diye bir şey söylüyor mu?
Diyor ki,
(38/ Sâd 79. Ayet)
“rabbi fe enzırnî ilâ yevmi yub’asûn.”
“Ya Rabbi “ diyor,”
Ya Rabbi diye hitap ettiği bir zatı yok sayabilir mi? Onun için kâfirliği çok iyi kavramak lazım. Kâfir Allah’ı kabul etmeyen, yani Allah’ı yok sayan diye tanımlanıyor. Sürekli söylüyorum, böyle bir insan yeryüzüne ne gelmiştir, ne gelecektir. Birtakım hasta tipleri bir kenara ayırın. Ama inanmadığını söyleyenler tabiî ki olacak. Ondan dolayı kâfir oluyorlar zaten. İşte iblis cenabı hakka olan güvensizliğini ortaya koyuyor. Allah-u Teala, ne yaparsa en hayırlısını yapar. Onun için elhamdulillah diyoruz. İlk sözünüz, Kur’an’ı Kerimi açtığınız zaman, ilk okuduğumuz kelime bu değil mi? Elhamdulillah.
Hamd ne demek? Birisinin yaptığı şeyi güzel yapması demektir. Şimdi siz bazı şeyleri güzel yapabilirsiniz. Ama her şeyi güzel yapabilir misiniz? Mümkün değil.
Her yaptığını güzel yapmak yalnız Allah’a mahsustur. Şimdi iblis, Allah’ın o emrini güzel kabul etmiş oldu mu? Etmedi. İşte onun için kâfir oldu. Yani bir kişi sizin… bazı konularda size güvenmemiş olsa? Ne dersiniz? “Bu adam bana inanmaz” dersiniz değil mi? Yani siz benim gibi bir adam yoktur der, ya da aklınızdan geçer mi? İşte iman bu.
Onun için bizim imanımızın adına teslimiyet deniyor. Teslimiyet, İslam diyor Cenab-ı Hak bize. Yani, tam teslimiyet. Allah ne diyorsa o. Onun için iyilik, Allah’a inanan kişinin yaptığıdır. Allah’ın emirleri asla tartışılmaz. Onun için müminlerin sözü kendilerini Allah ve Rasulune çağırıldığı zaman, başüstüne demekten ibarettir. Allah ne derse odur. Nur suresinde 355. Sayfada;
(24/Nûr 51.Ayet)
“İnnemâ kâne gavlel mué’minîne izâ duû ilallâhi ve rasûlihî liyahkume beynehum ey yegûlû semiğnâ ve etağnâ”
“Müminlerin sözü, Allah ve Rasulune çağırıldıkları zaman aralarında bir karar versin diye, söyleyecekleri sadece şudur. İşittik itaat ettik.” Başüstüne.
“ ve ulâike humul muflihûn.”
“İşte umduklarına kavuşacak olanlar onlardır.”
Ama bazı kimseler öyle değil. Şeytana sorsan, şeytan Allah’a inanmadığını söyler mi? Der mi ki, ben Allah’a inanmıyorum. Mümkün değil. Demez.
Şimdi burada 47. Ayette Allah-u Teala şöyle diyor. Açtığımız Nur suresinin 47. Ayeti’nde diyor ki,
(24/Nûr 47.Ayet)
“Ve yegûlûne âmennâ billâhi ve bir rasûl ve atağnâ”
“ Derler ki Allah’a ve Rasulune inandık. Boyun eğdik, boynumuz kıldan incedir derler”
“summe yetevellâ ferîgun minhum mim bağdi zâlik”
“bu sözü söylediklerinden sonra bakarsınız ki, onlardan birisi şöyle gerisin geri dönüyor.”
Biz bunu çok yaşıyoruz. Müslümanlıkta mangalda kül bırakmayan kişilerin Allah’ın ayetlerine çağırdığın zaman kaçacak delik arıyorlar. En çok yaşadığımız olaylardandır.
“Ve yegûlûne âmennâ billâhi ve bir rasûl ve atağnâ”
“Allah’a inandık, Rasule inandık.”
Rasul, Allah’ın elçisidir. Dolayısıyla Allah’ın elçisi olduğunu anladığınız zaman onun bütün sözlerinin Allah’tan gelen sözler olduğunu kabul etmeniz lazım. Çünkü elçilik gereği söylenen sözlerdir onlar.
“Summe yetevellâ ferîgun minhum mim bağdi zâlik”
“Bundan sonra onlardan bir grup yüz çevirir.”
“ve mâ ulâike bil mu’minîn.”
“Bunlar mümin değillerdir.”
Yani Allah’ın ayetini gösteriyorsun duymazlıktan geliyorlar, görmezlikten geliyorlar. O ayeti, üzerini örtmek için… o ayetin üzerini örtmek için için yapmadıkları cambazlık kalmıyor. Kelimelerle oynuyorlar. Bunlar mümin değillerdir.
(24/Nûr 48.Ayet)
“Ve izâ duû ilallâhi ve rasûlihî liyahkume beynehum.”
“Allah ve Rasulunu aralarında bir hüküm versin diye çağırdıkları zaman,”
“izâ ferîgun minhum muğridûn”
“Bakarsın ki bunlardan bir grup, böyle geri geri kaçıyorlar.”
Şey yapıyorlar böyle, arayı açıyorlar. Uzaklaşıyorlar.
(24/Nûr 49.Ayet)
“Ve in yekul lehumul haggu yeé’tû ileyhi muz’ınîn.”
“ Ama hak kendilerinden yana olsa, haklı olsalar koşa koşa gelirler.”
Haklı olmadıklarını bildikleri için ayak sürütüyorlar.
(24/Nûr 50.Ayet)
“Efî gulûbihim meradun”
“Bunların kalplerinde hastalık mı var?”
“emirtâbû “
“Yoksa şüpheye mi düştüler.”
“em yehâfûne ey yahîfallâhu aleyhim ve rasûluh,”
“Allah ve Rasulu onlara zulmedecek diye mi korkuyorlar?”
“ bel ulâike humuz zâlimûn.”
“Hayır bunlar zalimlerdir. Müşriklerdir.”
Müşrik. Ne demek müşrik? Çünkü
(31/ Lokmân 13.Ayet)
“ve inneşşirke le zulmün azim” diyor Allah-u Teala.
“Şirk büyük bir zulümdür.”
Bunlar müşrik. Ne demek? Bazı konuları hesaplarına geldiği zaman, Allah’ın emrine uyarlar, hesaplarına gelmediği zaman, başka şeylere uyarlar. Evet. Yani Allah’ın yanına bir başkasını katarlar. Şimdi:
(2/Bakara 177.Ayet) devamı;
“Ve lâkinnel birra men âmene billâh”
Demek ki, Allah’a inanmak öyle Allah vardır demekle olmuyor. Öyle inandın mı tam inanacaksın. İşte onun adıma İslam deniyor. Teslim olacaksın.
“Vel yevmil âhır”
“Ahiret gününe de inanacaksın”
Şimdi ahret gününe inanmak ne demek? Yaptığın her şeyin hesabını vereceğini bilerek yaşamak demektir.
“Vel melâikeh.”
“Meleklere de inanmaktır.”
Meleklere niye inanıyoruz? Şimdi kitabı anladık. Allah-u Tealanın emirleri bize geliyor. Rasulu anladık. Allah’ın emirlerini getiriyor. Ahiret gününü anladık. Yeniden dirileceğiz. Allah’ı anladık. Tamam, inanıyoruz. Peki meleklere niye inanıyoruz? Efendim? Bu melekler içerisinde de rasul var. Yani Rasulullah’a nasıl inanıyorsan, bir de Rasulullah’a o vahyi getiren bir rasul daha var. Yani Allah’ın rasulu Muhammed (Sav), bir de Allah’tan aldığı ayeti Muhammed SAV’e getiren bir rasul daha var. O Cebrail As. Şimdi Cebrail As, Allah’ın ayetlerini Muhammed SAV’e getiriyor. Getirdiğinde bir melek ordusuyla beraber geliyor. Cin suresinde Cenab-ı Hak bunu belirtiyor;
(72/ Cinn 26.-27.-28. Ayet)
“Âlimul ğaybi felâ yuzhiru alâ ğaybihî ehadâ.”
“Allah kendi gaybına hiç kimseye açmaz”
“İllâ menirtedâ min rasûl”
“razı olduğu rasul başka”
“Feinnehû yesluku mim beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ”
“O Peygamberin önünde ve arkasında gözcüler diker”
Şimdi burada Muhammed (sav) olsa şöyle şunu düşünün. Bütün çevresini melekler kontrol altına alırlar. Tam bir güvenlik çemberi oluştururlar orada. Niye?
“Liyağleme”
“Peygamber bilsin. Allah’ın rasulu bilsin ki,”
“en gad ebleğû risâlâti rabbihim”
“Bu gelen melekler”
sadece Cebrail As tek başına değil, melekler ordusuyla beraber geliyor. Bunlar “Rablerinin emirlerini tam olarak gelip bu peygambere bildirmişlerdir.”
Araya şeytanlar girmiyor. Çünkü tam bir güvenlik çemberi oluşturarak şeytanları araya sokmuyor. Şeytanlar araya sokulsa vesvese verirler. Problem çıkarırlar. Yani bugünkü tabirle parazit yaparlar.
“Liyağleme en gad ebleğû risâlâti rabbihim ve ehâta bimâ ledeyhim”
“Peygamber onlarla beraber olanı tam olarak kavrasın”
“ve ahsâ kulle şey’in adedâ”
“ Her şeyi böyle tek tek kuşatsın, her şeye tam olarak hakim olsun. En küçük şüphesi olmasın”
Çünkü ilk önce inanacak olan odur. O da gelen meleklere inanması lazım. O meleklere biz de inanırız.
Şimdi Peygambere vahiy böyle gelir. Melekleri devre dışı bıraktığınız zaman, meleksiz vahiy bize de gelir. Bize de gelir. Falanca kâfire de gelir. Bal arısına da gelir. Musa As’ın annesine de gelir. Hz Meryem’e de gelir. Yani, bu şekilde olmayan bir vahiy. Yani Cenab-ı Hak sizin içinize yaptığınız bir şeyin iyilik olduğunu da fısıldar, kötülük olduğunu da fısıldar. Her insanda olur. Yaptığınız iyilikten dolayı mutluluk duyarsınız, sıkıntı… Yaptığınız kötülüğün de sıkıntısını çekersiniz. İşte melekle, melek vasıtasıyla gelen vahyi dışlayarak, direk Allah’tan vahiy aldığını söyleyen insanlar var. Mesela İmam Gazali diyor ki, Levh-i mahfuzdaki bilgiler bizim kalbimize olduğunu gibi yansır diyor. Meleği aradan çıkarıyor. O zaman Peygamberden daha üst bir bilgiye sahip olmuş oluyor. Bazıları da; “Bu bize yazdırıldı” diyor. İşte şimdi kendi bilgisini Cenabı Hakka ait olarak göstermek için her türlü cambazlıklar yapılır. Ama meleklere inandığınız zaman bunlar devre dışı kalır. Ama yalanı gene söyleyen söyler ona engel olamazsınız.
(2/Bakara 177.Ayet) devamı;
“Vel kitâbi ven nebiyyîn”
“Kitaba inanan”
çünkü gelenin Allah’ın emirleri olduğunu anlayacaksınız, inanacaksınız. Ne demek kitaba inanan? Kur’an’ı Kerim’i gösterdiğin zaman, “ya işte bir bakayım! Hele ben hocama bir sorayım!” Ne demek yani? Sen bu ayeti hocana mı tasdik ettireceksin?
Şimdi yanlış bir algı var. Herhangi bir dini konuda birisine bir soru sorulduğu zaman diyor ki; “bir bakayım şu alim ne demiş? Bu alim ne demiş? Bu ne demiş? Bu ne demiş?” Ya kardeşim sen bu işin alimisin. Allah ne demiş? Rasulullah ne demiş diye bir baksana. Ne oldu yani bu dinin yeni kitapları mı oluştu? Yeni Peygamberler mi geldi? Ne oluyor?
Bu ulemayı ancak siz yola getirebilirsiniz. Bunları biz yola getiremeyiz. Bunlar bizi dinlemezler. Ancak sizi dinlerler. Nasıl? Gidersiniz bir şey sorarsınız. Hocam niçin diye sorduğunuz zaman mecburen bir delil arayacak. O zaman doğruyu kendisi de görmeye başlayacak. Bizi dışlamaları çok kolay olur.
“Ven nebiyyîn”
“Ve nebilere inananlardır.”
Çünkü nebi Allah-u Teala’dan vahiy alan, bütün nebiler hem Allah-u Tealadan vahiy alırlar, hem aldıkları vahiyleri tebliğ ederler. Dolayısıyla bütün nebiler aynı zamanda rasuldür. İşte nebilere inanan, Allah’ın gönderdiği rasullere inanan kimsedir. Çünkü Allah-u Teala, o ayetleri onların kafalarında olsun diye indirmiyor. İşte, bizim içimize doğan şey, sadece bizi ilgilendirir. Ama o nebilere gelen ayetler, bir başkasına iletilmek üzere gelen ayetlerdir. İnsanlara duyurulmak üzere gelen ayetlerdir. Onun için onlara elçi deniyor.
Ama siz çok güzel bir rüya görebilirsiniz. Bu sadece sizi ilgilendirir. Bu da Cenabı Hakkın, sizinle perde arkasından konuşmasıdır. Müslüman olmanız gerekmez. İşte Yusuf As ile birlikte hapishanede olan kişiler, rüya gördüler ve doğru çıktı. Bu Cenabı Hakkın onlara perde arkasından bir bilgi vermesidir. Rüya bir perdedir orada.
İşte
(91/Şems 8. Ayet)
“Feelhemehâ fucûrahâ ve tagvâhâ” ayeti kerimesinde olduğu gibi,
“her nefse Cenab-ı Hak günahını ve takvasını yanlışı ve doğruyu bildirir.”
Yusuf As’ın bulunduğu bölgedeki o kralın gördüğü rüya. Demek ki yani doğru rüya görmek için Müslüman olmak veya peygamber olmak gerekmiyor. Bu da Cenabı Hakkın verdiği bilgidir. Ama bu git de falancaya tebliğ et diye verilen değil. Git insanlara tebliğ et diye verilen sadece Peygamberlere verilen bilgidir. Bir de; bize Kur’an’ı Kerim inmiş, elimizde Kur’an’ı Kerim varken, bu Kur’an’ı Kerimi bütün insanlığa ulaştırmak da, Allah’ın bize verdiği bir görevdir.
Evet. Şimdi burada inanç esasları sayıldı. Bakayım ne eksik kaldı?
Bir hadis vardır. Peygamber (Sav)’in Cebrail As’la görüşmesini anlatan. O hadisin tek bir rivayeti vardır. Müslim rivayetinde bir kader kelimesi geçer “ve bil kaderi” diye. Oradan bir inanç oluşturulmuştur, Emevi’ler döneminde. Çünkü başarısızlıklarını Cenab-ı Hak’ka fatura etmek için. Bugün de dikkat ederseniz başarılı insanların aklına hiç kader gelmez. Kaybetmeye başladıkları zaman, hemen kadere faturayı kesmeye başlarlar.
Peki kader yok mu? Var elbette, olmaz mı? Allah-u Teala diyor ki;
(54 /Kamer 49. Ayet)
“İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader “
“Yarattığımız her şeyi, bir kadere göre yaratmışızdır.”
Yani bir ölçüye göre yaratmıştır. Kader ölçüdür, Allah-u Tealanın koyduğu ölçüdür. Kader odur. O ölçüye uyarsan…. mesela namaz kılmanın bir kaderi vardır. Önce abdest alacaksın. Değil mi? Elbisen temiz olacak. Kıbleye döneceksin. Vakit gelmiş olacak. Namaz iki rekatlıksa, iki rekat kılacaksın, Üç rekatlıksa üç rekat, dört rekatlıksa dört rekat. Beş rekat kılsan, namaz kılmış olur musun? İşte kaderine uymamış oluyorsun. Peki yatsı namazını üç rekat kılsan? Olmaz. Öyle üç, üç diye bir ömür boyu yatsı namazı kılıyorum, desen bir kere kılmış olur musun? Ölçüsünü sen koyamazsın. İşte kader o.
“Allah-u Teala’nın koyduğu ölçülere göre hareket etmektir kader.” Her şeye Cenab-ı Hak bir ölçü koymuştur. O ölçülere uyarsan kadere uymuş olursun. Uymazsan uymazsın. Tamamen sana kalmış bir şey, O ölçüye uyarsan başarılı olursun, uymazsan başarılı olamazsın.
Hz Ömer Ra, hepinizin bildiği olaydır. Şam’da bir yere ordusuyla birlikte girmesi… girerken orda veba hastalığının olduğunu duyuyor ve girip girmeme konusunda istişare ediyor. Üç ayrı istişareden sonra girmemeye karar veriyor. Ebu Übeyde bin el Cerrah olması lazım. O itiraz ediyor, diyor ki, “bunu sen söylememeliydin” diyor. Şimdi bir vadiye gitsen, ha “sen Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diyor. “Evet diyor, evet. Allah’ın bir kaderinden başka bir kaderine kaçıyorum” diyor.
Çünkü o olumsuzluklar da, mesela namazı üç rekat kıldığın zaman namazın olmayacağı da Allah’ın koyduğu bir ölçü değil mi? Yatsıyı üç rekat kılarsan. O da bir kader. Dört rekat kılarsan, olacağı o da bir kader.
Şimdi, “ evet diyor Allah’ın bir kaderinden diğer bir kaderine kaçıyorum. Allah’ın koyduğu bir ölçü var. Vebanın bulunduğu yere girersen hasta olursun. Yine koyduğu bir başka ölçü var, girmezsen olmazsın. Ben de bu ikisi arasında tercih yapıyorum. O da Allah’ın kaderi, bu da Allah’ın kaderi.” Diyor ki, “sen bir vadiye gitsen bir tarafta otlak var öbür tarafta kırsal bir bölge var. Ot yok. Bir şey yok. Hayvanını ot olmayan bir yere bağlasan Allah’ın kaderiyle bağlamış olmaz mısın? Ben ot olmayan yere değil ot olan yere bağlarım. O da Allah’ın kaderi.” Ne demek, ot olmayan yere bağlarsan karnı doymaz, öbür tarafa bağlarsan doyar. Evet.
Tabi birçok şeyler biliyorsunuz maalesef böyle dine sokuşturuluyor işte. Bakın Kur’an’ı Kerimde yok. Sonda bir hadisle uyduruluyor. O hadisin doğru tarafı var, “ana rahminde kişinin kaderi belirlenir diye yani ölçüleri belirlenir.” Yani vücudunun bütün ölçüleri gerçekten belirlenir, doğru. Melek gelir yazar, doğru. Ama oraya iki tane cümle eklemişlerdir. O yanlış.
Diyorlar ki işte; Peygamberimiz güya demiş ki, orda kişinin said mi şaki mi olacağı orda yazılabilir. Yani vücud ölçülerinde çünkü doğuştan birtakım rahatsızlıklarla doğanlar, sağlam doğanlar var. O said şaki o manada alınırsa problem yok. Ama devamı olan kısımda sıkıntı var. İşte Allah-u Teala, o said ve şaki cennetlik ve cehennemliktir diye nlamlandırıyorlar. Ana rahminde iken birisinin cennete gideceği veya cehenneme gideceği yazılıdır diyorlar. Eğer cennetlik yazılmışsa, ömür boyu cehenneme gidecek işler yapsa, sonunda mutlaka cennete gidecek bir ameli yapar ve cennete gider. Eğer ana rahminde cehennemlik yazılmışsa, ömür boyu cennete gidecek işler yapmış olsa, sonunda mutlaka cehenneme gitmesini gerektiren bir davranış yapar ve cehenneme gider diyorlar.
Bu Kur’an’ı Kerime yüzde yüz aykırı olan bir şeydir, anlayıştır. Yani böyle Peygamberimize bazı sözleri söyleterek, bazı ayetleri de yanlış değerlendirerek; mesela Hadid suresinin 22. Ayetini farklı değerlendiriyorlar.
Allah-u Teala orda diyor ki, Estauzubillah;
(57/Hadîd 27.Ayet)
“Mâ esâbe mim musîbetin (fil ardı ve lâ fî enfusikum) illâ fî kitâbim min gabli en nebreehâ”
“Bir kişinin başına bir olay gelmez ki, onu ayrı bir varlık olarak yaratmadan önce bir kitaba kaydedilmiş olmasın.”
“inne zâlike alallâhi yesîr.”
“ Bu Cenabı Hakka kolaydır.”
Mesela yine ayette vardır. Bir yaprak düşse mutlaka kaydı vardır.**
Yani bunun manası şu siz ne yaparsanız yapın, Allah’ın onayı olmadan hiçbir iş yapamazsınız. Bu çok kesin bir şeydir. Yani o da Allah’ın koyduğu ölçülerdendir. Allah’ın onayının çıkmasından sonra, o mutlaka kayda geçer, kayda geçtikten sonra gerçekleşir. Kayda geçtikten sonra artık geriye döndürülemez.
Onun için Cenab-ı Hak bize dua yaptırır.
(7/A’râf156.Ayet)
“Vektüblena fi hazihiddünya haseneh.”
“Bize bu dünyada güzellik yaz” diye.
Eğer anlatıldığı gibi, ezelden her şey yazılıp bitmiş olsaydı, herhalde bu duayı Cenab-ı Hak bize yaptırmazdı. Ama yazılmadan hiçbir şey olmaz.
Ha iki kelimeyi atlamışım bak. Servet Hoca şey yaptı, ben de baktım ne eksik okudum diye.
(57/Hadîd 27.Ayet)
“Mâ esâbe mim musîbetin fil ardı ve lâ fî enfusikum”
“yeryüzünde ve kendi içinizde başınıza hiçbir olay gelmez ki”
“illâ, fî kitâbim min gabli en nebreehâ”
“Onu ayrı bir varlık olarak yaratmadan önce bir kitaba, bir yere yazılı olmasın.”
Yani Cenabı Hakkın kayıtsız hiçbir işi yoktur. Mutlaka kayıt tutulur. Kayda geçmeden hiçbir olay olmaz.
Onun için Cenab-ı Hak bize
(9/ Tevbe 51. Ayet)
“Gul len yusîbenâ illâ mâ keteballâhu lenâ”
ayetini okutturur. Der ki,
“de ki, Allah’ın bizim için yazdığından başkası bizim başımıza gelmez.”
Bu ezelde yazgı değil, bu olayın olmasından önceki yazgıdır.
Şimdi bu ayetlere bağlantılarından kopardığınız zaman ondan sonra diyorsunuz ki, işte bir kader inancı oluşuyor. Şimdi işte buradan…. Buraya onun için şey yaptık. Burada görüyorsunuz,
ama, beş tane inanç var fakat altıncı olarak bize öğretilen kader yok.
Şimdi öyle bir şey anlatılıyor ki, deniyor ki, Allah-u Teala, kıyamete kadar…. Bizim ömür boyu yapacağımız her şeyi önceden biliyordu. Belli etmişti. Peki Allah’ın bilmiş olması bizim onu yapmış olmamızı gerektirmez. Peki bilgisine aykırı bir iş yapabilir miyiz? Hayır. E o zaman, daha niye bizi yarattı? Bizim madem cehennemlik olacağımızı biliyordu. Daha niye bize mümin olun diye emir veriyor? Daha niye namaz kılın diye emir veriyor. Böyle. İşte ondan sonra, ama, işte, şu, bu, falan, filan… İşte ondan sonra da bakarlar işin içinden çıkamazlar, “ya kader konusunda soru sormayacaksın kardeşim. Yıktın haneyi eyledin viran. Varayım sahibine haber vereyim heman. Allah-u Teala bu dinde;
(10/ Yunus 100. Ayet)
“ve yec’alur ricse alellezîne lâ yağgılûn.”
“aklını kullanmayanlara pisliği yağdırır”
diyecek. Siz bu işe akıl ermez diyeceksiniz. E tabi ermez. Öyle bir hale getirdiniz ki, anlaşılması mümkün değil. Ve ilgili ayetlerin bir çoğuna da, yanlış anlamlar veriyorsunuz. Ondan,sonra sonuçlar değişik oluyor.
Neyse. Şimdi devam edelim. Bunlardan hangisine girseniz, birkaç hafta devam edecek bilgiler anlatmak lazım. Şimdi burada, buraya kadar iman esaslarını Cenab-ı Hak saydı. Ondan sonra, eyleme dönüşmesini anlatıyor;
(2/Bakara 177.Ayet) devamı;
“Ve âtel mâle alâ hubbihî”
“Kendisindeki mal sevgisine rağmen, malını verir.”
Şimdi Cenab-ı Hak, insana doğuştan mal sevgisi veriyor. Küçücük çocuklara bakın, bir oyuncak verin, onun elinden alamazsınız. Hatta oyuncaklarını paylaşmaz birçok çocuk. Yani yaratılışta bu var, bu mal sevgisi var. Şimdi insanlardan kimine sorsan, Allah’ı mı çok seviyorsun, malını mı? Şeytana bile sorsan, iblise bile sorsan, o da der ki, ne biçim öyle bir söz mü olur. Tabii ki Allah’ı çok seviyorum. E madem Allah’ı çok seviyorsun öyleyse Allah rızası için şu malını kaldır ver. Ama! Demeye başlar. “Bunu benden istemeyecektin.” Ben istemiyorum. Bunu Allah söylüyor kardeşim. “Ya çok zor geliyor.” Tabii ki zor gelecek. Allah’ı malından çok sevdiğini iddia ediyorsun ya bunu ispatlaman lazım. Tabii ki canın yanacak. Tabii ki vermek istemeyeceksin. Yoksa bundan sevap mı alınır?
“Ve âtel mâle alâ hubbihî”
“Kendisindeki o mal sevgisine rağmen malını veren kişi, onun yaptığıdır iyilik.”
Kime veriyor? “zevil gurbâ” “yakınlarına, yakınlığı olan kişilere.” İnsanlar başları sıkıştığı zaman hep yakınlarını görmek isterler yanlarında, ama ellerine bir imkan geçti mi hiç görmek istemediği kişiler yakınlarıdır. Ya kardeşim bende bu adamlardan bıktım ya başımı alıp çekip gideceğim bir yerlere, adam olmuşsun nerde büyüdün kü sen? Biraz önce bunlardan bir tanesiydi. Sen bir şey elde ettiysen bunlar her birisinin orda bir payı vardı. Az yada çok. Onun için ilk önce onları düşünmen lazım. Onlar ilk önce. Cenab-ı Hak, ne diyor? Yakınlığı olan kişilere vermesi lazım.
“vel yetâmâ”
“Yetimlere.”
Şimdi yetimlere verdiğin zaman gidip te seni bir yerde methetmez ki adam. Zaten çocuk. Ama, eğer medya eşliğinde verirsen olur. Çağırırsın gazetecileri, bir tane bir yetimin ayağına bir ayakkabı giydirirsin, on liralık ayakkabı giydirir on bin liralık reklam yaparsın. Olabilir. Ama yalnız Allah’ın rızasını düşünüyorsan da, senin için hiç önemli değil.
“vel mesâkîn”
“Miskinlere veriyor.”
Ne demek miskin? İşsiz kalmış çaresiz kalmış, aslında yapabilir. İnsanlar bunu zengin zannediyor fakat hiçbir şeyi yok. Şimdi birçok kimse maaşla geçiniyor. Maaş bir kesildi mi bitti. Ölümlerden ölüm beğen, işte oldu miskin bu. Ama kimseye de bir şey söyleyemez. Alışkın da değil. İnsanlar da onu fakir bilmiyor. Bir de onlara bir şeyler verdiğin zaman, falanca bana bunu verdi demeye de utanırlar. E o zaman reklam tarafı da yok. Yalnız Allah rızası için vereceksin.
“vebnes sebîli”
“ ve yolda olanlara, yolda kalmış kimselere verirler”
“ves sâilîne”
“isteyenlere de”
Şimdi bazıları ister, bazıları isteyemez. Yani miskin durumda olanlar isteyemezler. Yani çaresiz kalmıştır ama isteyemez.
“ve fir rigâb”
“Ve de hürriyetlerini kaybetmiş olan insanlar”
Mesela hapishanede olanlar. Ya da çok ağır borç altında kalmış, alacaklıları takip ediyor. Adam artık hayatı zindan olmuş. Bu insanlara. Bu kişilere verirler.
“ve egâmes salâh”
“Ve namazlarını da tam ve zamanında kılarlar.”
Namazı şimdi geçirdik bilmem kaza, böyle bir şey yok. Tam kılacaksın ve zamanında kılacaksın. Sonra kılarım diye bir olay yok. Şimdi kılacaksın. Böyle bir şey yok. “Namazını tam ve zamanında kılarlar.”
“ve âtez zekâh”
“Bakın bütün o yardımların yanına bir de zekatlarını da verirler.”
Demek ki, yakınlara, yetimlere, miskinlere, yolculara şey yapanlar verdikleri zekat olması gerekmiyor. Zekat olabilir de olmayabilir de.
“vel mûfûne biahdihim izâ âhedû”
“sözleştikleri zaman da verdikleri sözü tam olarak yerine getirirler, yarım olarak değil, tastamam yerine getirirler.”
Tam. Ya söz vermezsin, ya da yerine getirirsin. Bazıları söz verip de caymayı kurnazlık zannediyor. Senin şimdi elinde birtakım fırsatlar var, onlar bitsin o zaman görürsün. Bakalım kimin kurnaz olduğu ortaya çıkar. Sana tanınan krediyi bitirdiğin zaman görürsün.
“ves sâbirîne fil beé’sâi ved darrâ”
“Zor zamanlarda sabreden insanlardır.”
Mesela işler kötü gidiyor. Sabredersin.
“Darra da”
“zarara uğradın ziyan ettin” gitti sabredersin.
Sen bu dünyada para kazanmaya gelmedin. İmtihanı kazanmaya geldin. Bu da imtihanın sorularından bir tanesi. Kazanırsın da zarar da edersin kar edersin. Bunlar imtihan sorularıdır. Her halükarda soruları doğru cevaplandıracaksın, sabredeceksin.
“ve hînel beé’s”
“Savaş zamanında,” yaralanma zamanında, ani baskınlarda da sabırlı olacaksın.
Mesela şimdi Van’da evleri yıkılıyor işyerleri yıkılmış bir sürü insan var. Dünkü ağalar bugün evsiz kalmış oluyor. Bütün bunlarda yapılacak, onlara sabretmek düşecek, bize de onlara yardımcı olmaz düşecek. Yani zenginlikle fakirlik arasında çok ince bir çizgi var. Her an, her saniye biz de aynı durumda olabiliriz. Bugün biz bir şey yapalım ki, yarın beklemeye yüzümüz olsun.
“ulâikellezîne sadegû”
“işte ben iyiyim diyen kişiler sözlerinde sadık olanlar bunlardır.”
İyiyim demek bütün bunları yapabilmek demektir. Sen bakma ben aslında iyi adamımdır, der. Hiç, “ben kötüyüm” diyen bir adamı gördünüz mü şimdiye kadar? O arada sırada söyler de, onu öylesine söyler, biraz sonra gidip oturup konuşsan, sana der, “sen bakma ben aslında iyi adamım.” Ama Allah-u Teala’nın iyi dediği işte bu kişilerdir.
“ve ulâike humul muttegûn”
“İşte kendilerini koruyacak olanlar da bunlardır.”
Demek ki hiç bedava Cenab-ı Hak kimseye hiçbir şey vermiyor ona göre.
Peki dersimizin bu bölümünü bitiriyoruz ikinci bölümde inşallah soru cevap kısmında beraber oluruz.
——————————————————————————————————————————————–
**“ Ve ındehû mefâtihul ğaybi lâ yağlemuhâ illâ hû, ve yağlemu mâ fil berri vel bahr, ve mâ tesgutu miv veragatin illâ yağlemuhâ ve lâ habbetin fî zulumâtil ardı ve lâ ratbiv ve lâ yâbisin illâ fî kitâbim mubîn.” (6/ En’âm 59.ayet)