Elhamdu lillahi Rabbil alemin. Vel akibetu lil muttakin. Vessalatu vesselamu ala Rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Bakara suresinin 164. Ayetinden itibaren okumaya devam edeceğiz. Konuşma içerisinde Ramazan’da, televizyon programlarında Mevlana konusuna çok küçük değinmeler yapmıştık biliyorsunuz. Ramazan’da Mevlana konusuna, küçük değinmeler yapmıştık. O konuda bize bir cevap gönderilmiş. Onu konuşma sırasında okuyacağız ve onunla ilgili de küçük bir değerlendirme yapmış olacağız. Dolayısıyla bu sohbette, hem ilgili ayetler hem de Mevlana konusu işlenmiş olacak. Allah nasip ederse. Estauzubillah.
(2/Bakara 164.Ayet)
“İnne fî halgıs semâvâti vel ard vahtilâfil leyli ven nehâr vel fulkilletî tecrî fil bahri bimâ yenfeun nâs ve mâ enzelallâhu mines semâi min mâin feahyâ bihil arda bağde mevtihâ ve besse fîhâ min kulli dâbbeh, ve tasrîfir riyâh ves sehâbil musahhari beynes semâi vel ardı leâyâtin ligavmin yağgılûn.”
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor.
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı olmasında”
Gece ile gündüz arasında bir sürü farklar vardır. Mesela şeyde bile, güneşin batmadığı kuzey bölgelerinde bile, gece ile gündüz arasında büyük farklar var.
“Geceyle gündüzün farklı olmasında,”
“vel fulkilletî tecrî fil bahri bimâ yenfeun nâs”
“insanların menfaatine denizde akıp giden gemide”
“ve mâ enzelallâhu mines semâi min mâin”
“Allah’ın gökten indirdiği suda”
“feahyâ bihil arda bağde mevtihâ”
“ölümünden sonra yeri o suyla diriltmesinde”
“ve besse fîhâ min kulli dâbbeh,”
“yeryüzüne bütün canlı hayvanları yaymasında”
“ve tasrîfir riyâh”
“rüzgarların gidip gelmesinde, esmesinde”
“ves sehâbil musahhari beynes semâi vel ard”
“gökle yer arasında insanların emrine olan bulutlarda”
“leâyâtin ligavmin yağgılûn.”
“aklını kullanan bir toplum için elbette ayetler vardır.”
Ayet demek, işaret demektir. Bir şeyi gördüğün zaman bir başka şeyi hatırlatandır. Dolayısıyla siz bunları, bunlar üzerinde düşünürseniz, bunlar sizi başka şeylere götürür demektir. Tabii ki Allah-u Teâlâ’nın gücüne, kudretine ister istemez götürür ama bizi götüreceği başka şeyler, başka bilgiler de vardır. Dikkat ediyorsanız, Allah-u Teâlâ bizi her zaman yarattığı ayetlere yöneltiyor, onlar üzerinde çalışmamızı, onları dikkatle incelememizi, araştırmamızı hep sürekli istiyor. Allah-u Teâlâ’nın yarattığı ayetleri incelemenin yanında, indirdiği ayetleri de incelemek gerekir. İndirdiği ayetlerle yarattığı ayetleri birlikte incelediğimiz zaman da, kısa yoldan gerçek bilgilere ulaşmak mümkün olur.
(2/Bakara 165.Ayet)
“Ve minen nâsi men yettehızu min dûnillâhi endâda”
“insanlar içerisinde Allah’la kendi arasına endad koyanlar vardır.”
Yani, bir takım endada tutunanlar vardır. Allah-u Teâlâ yukarıda, kendileri aşağıda, kendileri ile Allah’ın arasında endad var. Endad ne demek? Allah’a benzer nitelikle gördükleri varlıklar demektir. Allah’a benzer nitelikle varlıklar demektir. Yani Allah’a ait bazı özellikleri onlara da verirler.
“yuhıbbûnehum kehubbillâh,”
“onları Allah’ı sever gibi severler”
Dolayısıyla siz Allah’ın emirlerini onlara söylediğiniz zaman, size onların sözleriyle karşılık verebilirler. Yani Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor ama falan da böyle buyuruyor diyebilirler. Onların sözünü Allah’ın sözü gibi
kabul ederler.
“vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh,”
“ama müminlerin Allah sevgisi çok daha güçlüdür.”
Çünkü onlar Allah’la kendi aralarına koyduklarını her zaman sevgi besleyemezler. Onların aslında bir şeylerinin olmadığını, güçlerinin olmadığını da gayet iyi bilirler, bu sebeple de sürekli git-gel ler yaşarlar. Ondan sonra, onların güçlerini Allah’tan aldığını iddia etmeye başlarlar, aklileştirmeye başlarlar. Dolayısıyla orada sağlam bir duruş sergileyemezler. Ama müminler Cenab-ı Hak’la ilgili inançlarında sürekli sağlam bir duruş sergilerler, dolayısıyla müminlerin inancı Allah’a olan inancı çok sağlamdır.
“velev yerallezîne zalemû iz yeravnel azâb”
“Bu zalimler o azabı gördükleri günü şimdiden görebilseler”
Yani kıyamette azapla yüz yüze geldikleri günü şimdiden görebilseler.
“ennel guvvete lillâhi cemîa”
“Bütün gücün ve kuvvetin Cenab-ı Hak’ka ait olduğunu o zaman görecekler ama şimdiden görseler, ne kadar iyi olurdu.”
Yani bir takım insanlara Allah gibi güç ve kuvvet yüklemenin ne kadar yanlış olduğunu şimdiden görebilselerdi, çok iyi olacaktı.
“ve ennallâhe şedîdul azâb.”
“Allah’ın azabının şiddetli olduğunu da şimdiden bir görebilselerdi cehennemden belki kurtulma imkânları olurdu.”
(2/Bakara 166.Ayet)
“İz teberra ellezînet tubiû”
“çünkü o kendilerine tabi olanlar, peşinde gittikleri Allah gibi birtakım özellikler kendilerine tanıdıkları varlıklar, kendilerini bunlardan uzak göreceklerdir.”
Git kardeşim, benim seninle alakam yok! diyecektir. Hâlbuki ben bir ömrü verdim senin için. Ömrümü sana harcadım, diyecekler ama bunlar onları kendilerinden uzaklaştıracaklardır.
“İz teberra ellezînet tubiû minellezînettebeû” Yani
“tabi olunanlar tabi olanlardan kendilerini uzaklaştırdığı zaman”
“ve raevul azâb”
“o azabı gördükleri sırada uzaklaştıkları zaman”
“ve tegattaat bihimul esbâb.”
“ aralarındaki bütün bağların koptuğunu gördükleri zamanki durumu şimdiden fark edebilselerdi çok şey değişirdi.” İşte o zaman
(2/Bakara 167.Ayet)
“Ve gâlellezînet tebeû”
“o tabi olanlar şöyle diyeceklerdir.”
“lev enne lenâ kerraten”
“ah bir kere daha şu dünyada yaşama imkanımız olsa,” dünyaya bir daha dönebilsek, bir daha dönebilsek.
“feneteberra eminhum”
“biz de bunlardan uzak dursak”, bütün ömrümüzü bunlara harcadık şimdi yüzümüze bakmıyorlar.
“kemâ teberraû minnâ,”
“onlar bizden şimdi nasıl uzak duruyorlarsa biz de bunlardan uzak olsak ne olur,” keşke böyle bir şey olsa diyeceklerdir.
“kezâlike yurîhimullâhu ağmâlehum haserâtin aleyhim,”
“işte Allah onlara amellerini bir iç yangını olarak gösterecektir.”
Ah keşke, vah keşke şeklinde yaptıklarına yanıp duracaklardır.
“ve mâ hum bihâricîne minen nâr.”
“Bunlar o ateşten çıkacak değillerdir.”
Şimdi bu Mesnevî ile ilgili gelen cevap tam da bu ayetlere sıra gelmişken geldi. Dolayısıyla biz özel olarak herhangi bir seçim yapmadık. Şimdi Yahya, o konuda şeyi okusun. O cevabı gönderen kişinin adıyla birlikte bir oku bakalım. Mikrofon aç.
Yahya Şenol: Kadir Çetintaş göndermiş. Sayın Bayındır dedim,
Abdulaziz Bayındır: O cevap kısmını, ilk Bayındır’a cevap diye başlıyor.
Yahya Şenol: Sayın Bayındır’a cevap. Sayın Bayındır dedim. Çünkü sizi zevkle dinliyorum ve verdiğiniz bilgilerin doğruluğuna da inanıyorum. Ama hemen belirteyim ki, şoklardayım. Neden mi? Mevlana hakkında söyledikleriniz beni çok yaraladı. Sadece beni değil, konuşup muhabbet ettiğimiz eş dost da, sizden böyle bir şey beklemiyordu. Bu yüzden sizi tanıyan çevremdeki insanlar da aynı fikirdeler. Sizin gibi bir insan ki, Prof olmuş, Süleymaniye Vakfı başkanlığını yürütüyorsunuz. Bulunduğunuz makamın hakkını veriyor musunuz? Diye sorarım size. Sevgiden, aşktan, insana iyilikten, ahlâktan bahseden bir insan hakkında nasıl böyle düşündünüz? Sizi buna sevk edecek neydi bilemiyorum. Açıklayacağınızı da sanmıyorum. Çünkü bu konuda ispat yoktur. Sadece sizin fikirlerinizdir, ya da size empoze edilmiş. Yani birilerinin söylemleriyle orada olduğunuzu ve bu cümleleri kurduğunuzu düşünüyorum. Aklıselim bir insanın yapacağı söyleyeceği şeyler değil bunlar. Hocam, Mevlana o sema hareketiyle sadece kendisi için Allah’tan alıp kula veriyorum demiyor, bütün insanlığa mesajıdır bu. Sanırım bir tek siz anlamamışsınız. Orada şunu söylüyorsunuz. Haktan alıyor, halka veriyor. Sen kimsin? Haktan alıp halka verdiğine göre sende tanrısın diyorsunuz. Hocam bende ilham ya da fikirlerim olunca çevremdeki insanlara anlatıyorum. Bu fikirdir, yorumdur, bilgidir ama siz bunu tanrıya nasıl bağladınız? Söylenecek bir söz bulamıyorum. Açıp Mevlana’nın kitaplarını okursanız ve özellikle Fih-i Mafih adlı eserinde çok güzel şeyler anlatır. Ve diğer eserlerini de okurken, sevgiden, aşktan ne kadar bahsettiğini görünce düşünceleriniz güzelleşir umarım. Şunu da ifade edeyim. Mevlana hazretleri diyor ki, küfür olmasaydı, din de olmazdı. Farkında mısınız, küfrü yaratıyorsunuz ki, bu sözlerinizle din olsun, insanları bu şekilde etkimiz altına alalım. Bize muhtaç olsunlar. Dünya bu saçmalıktan kurtulacaktır. Sevgi hâkim olunca, her güzelliğin Allah’tan olduğunu bilince, dine gerek kalmayacaktır. İnsanlar o kadar sapkın ve küfür dolu ki, Allah gerektiği için dini ve Kur’an’ı gönderdi. Amaç önce küfrü yok edip, sonra sevgiyle bütünleşmektir. Dünyanın hatta evrenin dini, sevgidir. Sevgi yaratandır. Sağlık ve sıhhat diliyorum ve yüreğinize sevgi.
Abdulaziz Bayındır: Evet, şimdi burada bir başka dinden bahsediyor. Neydi adı?
Yahya Şenol: Sevgi dini.
Abdulaziz Bayındır: Yok yok. Kişinin adı.
Yahya Şenol: Kadir Çetintaş.
Abdulaziz Bayındır: Kadir Çetintaş İslam’dan bahsetmiyor. Bir başka dinden, sevgi dini diye bir dinden bahsediyor. Sevgi yaratandır, diyor. Sevgi dini hâkim olduğu zaman, dine de ihtiyaç kalmayacaktır, diyor. İşte küfrü oluşturuyorsunuz ki, dine ihtiyaç olsun ve insanlar size muhtaç olsun şeklinde söylüyor. Bunların İslam’la uzaktan yakından alakası yok. Ama kendilerini şoka sokan Ramazan’da sorduğumuz bir soru. Şoka gireceğinize soruya cevap verirsiniz olur biter. Biliyorsunuz, soruyu sorduk birisi stüdyodan kaçtı. Yine soruyu sorduk birkaçı böyle… kendilerini şey yaptılar, işte Mevlana aslında onu demek istememiştir, aslında şöyledir demeye başladılar.
Şimdi burada öncelikle şunu söyleyeyim. Şimdi biz burada Hanefi mezhebini tenkit ediyoruz. Şafii, Maliki, Hanbelî’yi… Hepsini tenkit ediyoruz biliyorsunuz. Şia’yı tenkit ediyoruz. İlgili ayetleri ortaya koyuyoruz. Tarikatları tenkit ediyoruz, cemaatleri tenkit ediyoruz. Şimdi bütün bunları yaparken dikkat ederseniz halkın desteğini alan, devletin desteğini alan, ilahiyat fakültelerinin desteğini alan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın desteğini alan bütün kuruluşları karşımıza almış durumdayız. Bunun manası nedir? Yani üç-beş tane de bizim muhalifimiz var demektir değil mi?
Şimdi bunları niye yapıyoruz? Eğer insanları kendi etrafımıza toplamak istersek yapmayız elbette. Ama biz öyle bir şey yapmıyoruz. İnsanları Allah’ın kitabı etrafında toplamaya çalışıyoruz. İnsanlar bizim çevremizde toplansa ne olur? Toplanmasa ne olur? Yani farz edin ki, bugün bütün dünya… mesela benim ağzıma bakıyor olsa, yat diyorsunuz yatıyorlar, kalk diyorsunuz kalkıyorlar. Bunun Allah’ın huzurunda bana ne faydası olur? Esas olan Cenab-ı Hak’kın ayetlerini söylemektir. Bunları söylerken de, insanlardan çekinirsek, her halde Cenab-ı Hak’kın gazabını celb etmiş oluruz. Çünkü kâfirlik dünya menfaatlerini ahirete tercih etmekle başlar. Eğer herhangi bir kişinin bize aferin demesini bekleyecek olsaydık, bugünlere asla gelemezdik ve Cenab-ı Hak’kın bu kadar ikramını da asla göremezdik.
Şimdi burada şu var. Az önce söylediğim tabloda, bizim son derece zayıf olduğumuz sonucu ortaya çıkabilir. Ama esasında öyle değil. Cenab-ı Hak’ka sonsuz şükürle şunu söyleyeyim ki, biz bugün dünyanın en güçlü cemaatiyiz. Bunu çok samimi olarak çok inanarak söylüyorum. En güçlü cemaat biziz. Çünkü Allah’a dayanıyoruz. Allah’ın kitabına dayanıyoruz.
Şimdi gelelim Mevlana ve Mesnevî meselesine. Az önce söylediğim gibi, biz o mezhepleri tenkit ediyoruz ama şunu her zaman aklımızdan çıkarmayalım. Eğer bugün Kur’an’ı Kerim olmasaydı, biz İsa As’ı bir sapık olarak tanımlayacaktık. Kendini tanrı olarak ilan etmiş, Allah’ın oğlu olduğunu iddia eden bir kişi diyecektik. Ama Kur’an’ı Kerim doğruları bize anlattığı için, bu defa onu o şekilde yapanların sapık olduğunu ifade ediyoruz.
Bakın elimizde Allah’ın kitabı var. Kur’an’ı Kerim. Ayetlerin meallerine yapılan, yani Arapçası, orijinal metni olmasına rağmen ne kadar büyük anlam kayması yapıldığını her gün, her dersimizde anlatıyoruz. Mesela, bu konuda dersimiz olduğu için bakabilirsiniz. Bugün kölelik ve cariyelik denen bir sistem vardır. Mezhepler içerisinde bunu kabul etmeyen tek bir mezhebi ben şu ana kadar duymadım, bilmiyorum. Bilmiyorum Servet Hoca, sen duydun mu? Servet Hoca da duymadı. Yahya sen duydun mu? Yok. O da duymamış. Siz duydunuz mu? Bakın kölelik ve cariyelik… Bir mesele şöyle söyleyeyim. Bir esir kadını bir Müslümanın eğer sahibi olursa, o kadın da Yahudi ya da Hıristiyan ya da Müslümansa bir erkeğin onu odalık olarak kullanacağı konusunda kimsenin en küçük bir şüphesi yoktur. Bu hükme varmak için Kur’an’da anlamı değiştirilmemiş tek bir ayet yoktur. Çünkü Kur’an’ı Kerim bunu kesin olarak yasaklar, nikâhsız ilişkiye asla müsaade etmez. Ama tarihimiz bunlarla doludur.
Bunu şunun için anlatıyorum. Şimdi biz burada Mevlana diyerek tenkit edeceğiz ama Mevlana’nın bu anlattıklarımızla uzaktan yakından alakası olmayabilir. Onun adı kullanılarak bunlar ona söyletilmiş olabilir. Yani elimizde Kur’an’ı Kerim’in orijinal metni olmasına rağmen ayetlerin anlamını bu derece değiştiriyorsa insanlar… Elimizde Mevlana’nın Mesnevî’sinin orijinal metni yok. Ya da Ebu Hanife’nin görüşlerinin orijinali yok. Ya da diğer mezheplerin. İnsanlar çok rahatlıkla sözlerine müdahale edip değiştirebilirler. Bu hiç de zor bir şey değil. Ama ben şimdi burada Mevlana derken, mesela şu kitabın üzerinde, yani şu kitabın yazarı olarak ilan edilen Mevlana’yı söylüyorum. Gerçek Mevlana’nın ne durumda olduğunu sadece Allah bilir. Bizim onu bilme şansımız yok. Dolayısıyla yani onun belki bununla hiç uzaktan yakından alakası olmayabilir. Belki bu fikirlerin mücadelesini de vermiş olabilir. Ama zamanla… işte cariyelik meselesinde… Mesela Peygamberimizin bile odalık kullandığına dair rivayetler bilirsiniz. Bir tek ayette sadece Peygamberimize mahsus olmak üzere Maria ile ilgili özel izin verilmiştir. Bir başkasına bu izin yoktur. Onu bizim sohbetlerimizde bulabilirsiniz.
Şimdi Ramazan’da şöyle bir şey sormuşlardı. Yani o televizyon programına çağırırken Mevlana’yla, tarikatla falan ilgili herhangi bir şey soracağını söylemediler. Başka konularda konuşacağımızı söylemişlerdi. Orada gittik, birdenbire pat diye, birinci toplantıda bana Mevlana’yı sordular. Dedim ki, bak orada Yaşar Nuri Öztürk vardı. Mehmet Demirci vardı. İkisi de tasavvuf hocası. Bunların ikisi de Mevlana konusunda çalışmalar yapmış. Yaşar Nuri Öztürk kitap yazmış, yedi tane tez yönetmiş. E Mehmet Demirci’de ondan aşağı kalmaz. İkisi de tasavvuf hocası. Mehmet Demirci Dokuz Eylül Üniversitesi’nin tasavvuf hocası, emekli olmuş. Yaşar Nuri Öztürk’de bizim İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden emekli olmuş, biren emekli Profesör. Bunlara sorun dedim orada, hatırlarsınız. Yok, efendim illa siz söyleyeceksiniz. Ben de o zaman dedim ki, bakın burada bunlar da var. Şimdi dedim ben size bir soru sorayım. Semada bir el yukarıda, bir el aşağıda. Bunun manası nedir? Haktan alıp, halka veriyor, dediler. Hak kim? Allah. Halk? İnsanlar. Yani şimdi bir el aşağıda olduğu için insanlar aşağıdalar, Allah yukarıda, kendisi ikisinin arasında. Değil mi? Öyle olmuyor mu? Yani Allah yukarıda, halk aşağıda, kendisi ikisinin arasında. Sorduğum soru neydi? Sen kimsin? Madem insanlar aşağıda, Allah da yukarıda, arada sen ne iş yapıyorsun? Buna cevap vermeleri gerekmez mi? Şimdi bu az önce okuduğunuz, cevap mı? Şok oldum. Şoktayım. Böyle bir cevap olur mu? Şimdi okuduğum ayete bakın. Bunu diyor az önce… Değil mi? Bunu sadece sen söylüyorsun, bir delil yok, atıyorsun gibi bir takım şeyler. Peki, şimdi tam bu ayetler geldiği zaman bu e-mail gelmiş. Yani tam da o da sırasında yani. Gerçi geçen hafta gelmişti de, yani o yetişemezdi, çünkü akşamüzeri gelmişti. Dedim önümüzdeki hafta şey yapalım. Tam da baktım ayetler de ona uygun.
Bak ne diyor Allah-u Teâlâ
(2/ Bakara 165.Ayet)
“Ve minen nâsi men yettehızu min dûnillâhi endâda”
“insanlardan kimileri Allahın dunundan”
Dun aşağısı demek, yani Allah yukarıda, Allah’ın aşağısında ama insanların üstünde oluyor, “Allah’la kendi aralarında endada tutunurlar. Yani Allah’a ait özellikler yükledikleri kişilere tutunurlar.” Şimdi o özellikler yüklenmiş mi? Yüklenmemiş mi? Biraz sonra Mevlana’ya nisbet edilen Mesnevî’de göreceğiz.
“ yuhıbbûnehum kehubbillâh,”
“Allah’ı sever gibi onları severler”
Öyle ki, ayetleri onların sözüne uydurmaya çalışırlar. Yani onların sözünü ayetlere değil, ayetleri onların sözüne uydurmaya çalışırlar.
“vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh,”
“Müminlerin Allah sevgisi daha güçlüdür.”
“velev yerallezîne zalemû iz yeravnel azâbe”
“o zalimler görseler, o azabı görecekleri günü şimdiden görebilseler, bir öngörüleri olsa,”
“ennel guvvete lillâhi cemîan”
“gücün tamamı Allah’a ait olduğunu bir görseler.”
Öyle aracı falan yok, arada kimse yok, öyle haktan alıp halka vermek falan böyle bir şey yok, bunu bir görseler.
Ha, şimdi efendim biz Kur’an’ı Kerim’den okuyup anlatıyoruz tamam, siz de okursunuz. Bu başka, bu zaten Allah’ın kelamı olduğunda herkesin bildiği bir şey. Ama şimdi biraz sonra Mesnevî’den okuyacağım, bakın neler var orada.
“Ve ennallâhe şedîdul azâb.”
“Allah’ın azabının şiddetli olduğunu bir bilseler”
Şimdi peki, bakın Allah’la insanların arasına aracı koyup onu Allah’ı sever gibi sevenler varmış.
Şimdi Mesnevî’de ne diyor? Bu Mesnevî Yeni Şafak Gazetesinin kültür hizmeti olarak yayınladığı, gerçi ben diğer nüshalarında da gördüm, Arapçasını da, şimdi okuyacağım şeyin orijinalini de ben gördüm, yani tercümede bir hata yok.
Şimdi bakın burada şöyle diyor. Yani Mevlana’ya nisbet ediliyor. Onun sözü müdür? Değil midir? Onu Cenab-ı Hak bilir. Ben zaten asıl Mevlana’yla ilgili bir şey söyleyemem, ama burada Mevlana denen zatla ilgili olarak söylüyorum. Yani bu kitabın yazarı olarak gösterilen kişiyle. Bu Mesnevî kitabıdır. O ulaşma ve kesin bilme sırlarını açıklamada… Ulaşma, yani Allah’a ulaşma ve kesin bilgi sırlarını. Sır ne demek? Başkasının bilmediği şeyler demektir. Gizli olan şeyler. O gizli bilgileri açıklamada dinin asıllarının asıllarının asıllarıdır. Bu dinin asılları, temelleri nelerdir?
Katılımcılar: Kur’an.
Abdulaziz Bayındır: Efendim? Kur’an’ı Kerim’dir. Ve Kur’an’dan çıkan hükümleri ifade eden sünnettir. Yani Kur’an’ın hükümlerini bize bildiren, hikmetini bildiren sünnettir. Peki, Kur’an’ı Kerim’in aslı nereden geliyor? Levh-i Mahfuz’dan. Levh-i Mahfuz’a o bilgiler nereden gelmiş? Allah’tan. O zaman bu Mesnevî kimden alınmışmış? Allah’tan. Şimdi Haktan alıp, halka vermek. Kimden alıyormuş? Doğrudan Allah’tan alıyor. Yani öyle Levh-i Mahfuz’dan, şuradan buradan değil. Ve diyor ki Allah’ın en büyük fıkhıdır. Fıkıh kelimesinin Türkçe karşılığı ince detaylı bilgi. Böyle ince bilgi. Allah’ın en büyük fıkhıdır bu Mesnevî diyor. (Bir katılımcıya cevaben) Hayır, Kur’an’ın üstünde, bak Kur’an üçüncü sırada kalıyor. Asıllarının asıllarının asıllarıdır. Diyor. Kur’an çok aşağıda kalıyor buna göre. Bu çok yukarılardan haber veriyor. Allah’ın en aydınlık yoludur. Allah’ın en açık delilidir.
Böyle gidiyor, devam ediyor. Peki, bu arada olan neyi temsil ediyor? Hangi özellikler burada var? Bunda var. Yani şimdi bunun cevabını versinler. Yani ben bir şey demiyorum. Madem bu kadar uzmanları var bunun, enstitüleri var, bütün dünyada bunun sevenleri var. Cevabını versinler, yani sen kimsin diye soruyu sormanın şeyi ne? Mesnevî’den değilse çıkarsınlar Mesnevî’den. Yalnız çıksın söylesinler. Ama o zaman şu şiiri de çıkarmaları gerekecek. Ya da daha birçok şeyi çıkarmaları lazım. Yani sadece ben örnek olarak onu veriyorum. (Doç. Dr. Servet Bayındır hocanın sorusuna cevaben) Bağlı zaten. İnternete bağlı. Al senin tarafına al onu.
Bir şeyhin… 2210. Bölüm diyelim burada. 1. Cilt 2210. Bölüm. Bir şeyhin Bayezide Kâbe benim, benim çevremde tavaf et demesi. Bayezid-i Bestami’ye bir şeyh demiş ki, Kâbe benim, benim çevremde tavaf et. Ümmetin şeyhi Bayezid, Hac ve Umre için Mekke’ye doğru koşuyordu. İlk defa gittiği şehirlerde, değerli kişileri soruşturup arardı. Bu şehirde basiret direklerine dayanan kimdir? Diye dönüp dolaşırdı. Hak buyurdu. Allah emretmiş bak, bu nerede bakalım kaynağı ne? Bakın ki Kur’an’ı Kerim’de böyle bir şey var mı? Hak buyurdu. Yolculukta gittiğin yerlerde önce adam aramalısın. Böyle bir hayat duydunuz mu? Önce adam aramalısın. Defineye yönel, zira bu kâr ve ziyan peşi sıra gelir. Bu kâr ve ziyan peşi sıra gelir. Kâr ve zararı parça, ayrıntı bil. Ekin ekenin amacı buğdaydır, saman onun peşi sıra gelir. Hac vakti olduğunda Kâbe’ye yönel, gittiğinde Mekke’de görülür. Miraç’taki amaç dostu görmektir, peşi sıra arş ve melekler de görüldü.
Biraz atlıyorum çünkü çok uzun.
Bayezid, yolculukta zamanının Hızır’ı olan bir kimseyi bulmak için çok aradı. Boyca hilâl gibi bir şeyh gördü. Onda erlerin gücünü ve sözünü gördü. Gözü kör ama gönlü güneş gibiydi. Rüyasında Hindistan’ı görmüş bir fil gibiydi. Gözü kapalı uyumuş kişi yüz neşe görür de gözünü açınca görmezse şaşılacak şey. Rüyadan iyice şaşılacak şey aydınlatılır. Gönül uykuda pencere olur. Uyanık olan ve hoş rüya gören kişi ariftir. Ayak toprağını gözüne sür. Önünde oturdu.
Şeyhin önünde oturmuş. Durumunu soruyordu. Onu yoksul ve aile sahibi buldu. Şeyh yoksulmuş ve ailesi, çoluk çocuğu varmış. Şeyh, “Ey Bayezid niyetin nereye? Gurbet dengini nereye götüreceksin?” Dedi. Bayezid, “Erken vakitte Kâbe’ye niyetim var dedi. Kâbe’ye gidiyorum.” Şeyh, “Peki yol azığı olarak neyin var?” dedi. Bayezid,” İki yüz gümüş dirhemim var. İki yüz gümüş dirhemim var. İşte elbisemin köşesinde sıkıca bağlı” dedi. Şeyh dedi “Benim çevremde yedi defa tavaf et. Bunu, hac tavafından daha iyi say. Çevremde yedi defa tavaf et. Bunu hac tavafından daha iyi say. Ey cömert,o dirhemleri önüme koy. Bil ki, hac yaptın ve muradın gerçekleşti. Umre yaptın, bakî ömrü elde ettin.
Yani ahireti elde ettin. Temizlendin. Safa’da koştun. Canının gördüğü Hakkın hakkı için.” Canının gördüğü Hakkın… Canı ne? Hak olarak neyi görüyor orada o? Şeyhi. Şeyh Hak. Büyük harfle. Yani ne oluyor? Allah oluyor. Biraz sonra daha da açık söyleyecek. Canının gördüğü Hak’kın hakkı için. Hak beni, o büyük Allah oluyor. O yukarıdaki tanrı, bu aşağıdaki tanrı. Bakın tam aynı yapıda.
Hak beni kendi evine üstün tutmuştur. Ben Kâbe’den üstünüm diyor. Kâbe onun lütuf eviyse benim tabiatım onun sır evidir. Bütün o sırlar benim içimde var diyor. Şimdi neden sırlarının, sırlarının sırları? Yani sırları açıklıyor. O evi yaptırdığından beri, Kâbe’yi yaptırdığından beri ona gitmedi. Allah mahallede oturan bir adam mı hâşâ? O evi yaptırdığından beri ona gitmedi. Bu eve ise, kendisini anlatıyor, kendisi bir ev. Bir ev düşünün içine giren, bu eve ise o Hayy, diri Hak’tan başkası girmedi.
Ev dediği vücudu. Kendi vücudunun içinde kim varmış. Allah varmış. Buna ne derler? Hulûl derler. Onun için Allah’ın en büyük fıkhı…
Şimdi bununla Allah’ın en büyük fıkhıdır, Allah’ın en aydınlık yoludur. Ulaşma ve kesin bilme sırlarını açıklamada, dinin asıllarının asıllarının asıllarıdır sözü arasında tam bir uyum var mı?
Yani bu önsöz Mesnevî… Şeye ait değildir deniyorsa o zaman… Ben sadece bir örnek veriyorum, daha nice örnekler var. Şimdi devam ediyorum. Bak ne diyor? Madem beni gördün, Hak’kı gördün. Kimi görmüş yani? Allah’ı görmüş. Onun için az önce, canın gördüğü Hak’kın hakkı için dedi. Yani Allah o kendisi oluyor tanrı. Ama o yüce tanrıyı da inkâr etmiyor. O aracı tanrı oluyor. Küçük bir tanrı o. Sadakat Kâbe’sinin çevresini döndün. Demek ki o etrafta dönmüş, Bayezid. Şuraya dikkat edin.
Bana hizmet Allah’a itaat ve şükürdür. Kendini tamı tamına Allah yerine koydu mu? Bana hizmet Allah’a itaat ve şükürdür. Sanma ki, Hak benden ayrıdır. Gözünü iyice aç. Bana bak. Böylece insanda Hak’kın nurunu göreceksin. Hak, Allah, böyle büyük harfle yazmışlar, baş harfini. Bayezid bu nükteleri anladı, altın halka gibi kulağına taktı. Ondan dolayı Bayezid’in derecesi arttı. O adamdan dolayı, Kâbe falan bitti artık daha, Kâbe’ye gitmesine gerek yok. Sona ulaşan son noktaya vardı. Orada gerçeği anlamış ve son noktaya ulaşmış.
Şimdi burada ben tekrar gerçekten soruyorum. Bakın işte kitap bu. Çıksınlar, Mevlana ve Mesnevî’nin peşinde koşan, araştırmasını yapan, doktorasını yapan, bu konunun Profesörü olan çok sayıda insan var. Bu konuda araştırma merkezleri var, ilim adamları var. Bunları sevenler var. İşte Kur’an ayetleri ortada, işte bu söylenenler.
Servet Bayındır hoca konuşuyor ve bilgisayarın ekranında bir yazı gösteriyor ama anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: İşaretle ben bakayım.
Doç. Dr. Servet Bayındır: Divan-ı Kebir. Milli eğitim Bakanlığı yayınları. Sayfasını falan vermiş.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Evet Servet Hoca bir şey buldu. Milli eğitim Bakanlığının… Yukarıda mı?
Doç. Dr. Servet Bayındır: Divan-ı Kebir adlı kitap. Milli eğitim Bakanlığı yayınları.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Sen söyle, buradan söyle sen.
Doç. Dr. Servet Bayındır: Divan-ı Kebir Mevlana’nın önemli eserlerinden birisi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yapmış olduğu bir tercümeden alıntı yapmışlar. Kayseri’de bir Alevi derneğinin internet sitesi. Mevlana’nın Hz Ali’ye yazdığı bir şiir var. Şiirinde bildiğiniz Hz Ali, tırnak içinde, onu tarif ediyor.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Şimdi nereden başlayacağım okumaya? Baştan mı?
Doç. Dr. Servet Bayındır:Her tarafı. Her tarafı aynı. Mesela Ali nurunu gördü. Şit.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Bunu en iyi Yahya okur, vereyim de o okusun.
Doç. Dr. Servet Bayındır:Az daha yukarıdan.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Bu Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanmış. Ne dedin adını?
Doç. Dr. Servet Bayındır: Divanı Kebir.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Divanı Kebir. Mevlana’nın.
Yahya Şenol: Evet. O açıklayıcı imam, o Allah velisi, safa ehlinin vücut güneşidir. Yerde, gökte, mekânda, zamanda Hak’la duran o imamın zatı iç ve dış temizliğiyle vasıflanmak vaciptir. Çünkü küfürden, ikiyüzlülükten kurtulmuştur, temizdir. Onun toprağı, birlik âlemidir. O, insanın hakikati ve canı gibiydi. Her şey fanidir, fakat can yaşar ölmez. Onun hareketi, kendinden diri olan ezeli varlıktandır. Beka çevresinde döner dolaşır. Yaratıkları yaratanın zatı gibi, o bakîdir.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Bak, yaratıkları yaratanın zatı gibi, o bakîdir. Hz Ali için söylüyor.
Yahya Şenol: Hak’kın yüksek sıfatları Ali’nin vasfıdır.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Hak’kın yüksek sıfatları, yani Allah’ın sıfatları, Ali’nin sıfatlarıdır. O zaman ne oluyor Ali?
Yahya Şenol: Hak’kın sıfatları zaten ayrı değildir. O tanrının zatına yapışmış o olmuştur.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Tanrı olmuştur diyor.
Yahya Şenol: Hani duyduğun lahutun gizli hazinesi yok mu? İşte odur. Çünkü o Hak’tan Hak’la görünmüştür. O hazinenin nakti, tükenmez ilimdi. İşte o ilimden maksat yüce Ali’dir. Hak’kın hikmetini ondan başka kimse bilemez. Zira o hâkimdir, her şeyin bilginidir. İptidasız evvel o idi.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Bak, başı yok.
Yahya Şenol: İptidasız evvel o idi. Sonsuz ahir de o olur.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Evet. Ebedi ve ezelidir demek istiyor.
Yahya Şenol: Peygamberlere yardım eden o idi. Velilerin gören gözü de hakikaten odur. Yüzünün nurlu parıltısı kendi ziyasından bir güneş yarattı. O Hak iledir. Hak ondan görünür. Hak’ka ki, o Hakk ile ebedidir. Âdem’in toprağı onun nurundandı. O sebeple meleklerin tacı oldu. Allah’ın isimleri ondan belirdi.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Allah Allah.
Yahya Şenol: O temiz ve yüce imamın ilmi sayesinde Âdem her şeyi anladı. O nur tek olan yaratanın nuru olduğu içindir ki, melekler onun huzurunda secde ettiler. Evet, muhakkak ki Âdem o imamın nuru ile bütün ilahi isimleri bildi. Şit, kendinde Ali’nin nurunu gördü ve yüksek âlemi öğrendi. Nuh, kendini yüksek menzile ulaştırıncaya kadar isteğini hep ondan buldu. Gene ondandır ki, kurtuluşa eren Nuh, dehirde gayret tufanını buldu da, beladan kurtulmuş oldu. Halil Peygamber dostlukla onu andı da, ateş ona al lale oldu.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Neyse yeter artık bu kadar. Daha fazlasına gerek yok.
Doç. Dr. Servet Bayındır: Kaynağını …
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Kaynağını oku yeter. Gerek yok bu kadarına.
Yahya Şenol: Divan-ı Kebir’den seçme şiirler. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. 1. Cilt. Sayfa 3-5arası. İstanbul 1989 baskısı. Şöyle bir not var ama çok güzel. Onu da bir okuyayım.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Oku.
Yahya Şenol: Yanlış anlamayın sakın. Bu naat aşk ile yazılmıştır. Lütfen akılla değil de, gönülle anlamaya çalışın.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Evet. Zaten bu şeyler hep böyledir. Tamam, o kalsın sende.
Katılımcı: Bu mektubu yazan arkadaş da diyor ki, cevap olarak yazan. Mevlana diyor ki, sevgi olmadan din olmaz. Küfür olmadan din olmaz diyor. Öbür arkadaş diyor ki, küfürü okudukdan sonra hic bir sey olmaz.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Şimdi sevgi deniyor. Allah-u Teâlâ da diyor ki ayeti kerimesinde. Estauzubillah.
(3/Ali İmran 31. Ayet)
“kul in kuntum tuhıbbûnallâhe fettebiûnî”
“Onlara şunu söyle. Allah’ı seviyorsanız bana uyun.”
Öyle lafla sevgi olmaz. Eğer ben Allah’ı seviyorum diyen varsa, yapacağı tek şey, Peygamberimize uymak ve Kur’an’ı Kerim’i tatbik etmektir. Hak din bu. Ama batıl o kadar çok dinler var ki, şimdi burada işte Ali (Ra)’ın adı kullanılıyor. Asıl bunun arkasında çok büyük bir siyasi yapılanma var. Kimsenin umurunda değil Hz Ali aslında. Orada başka bir şey var. Ama şimdi yeni bir tartışma başlatmak istemiyorum şu anda. Şu birazcık bir, azıcık bir şey yapsın, yeri geldiği zaman onu da konuşuruz inşallah. Evet, burada Abdurrezzak Hocanın getirdiği bir yazı var. Biliyorsunuz bu sıralar televizyonlarda sürekli bize laf atan bir cübbeli Ahmet var. O da kendi şeyhi için Rabıta-i Celile-i Tarikat-ı Aliye-i Nakşibendiyye diye bir kitap…
Yahya Şenol: Tarikat-ı Aliye’de Rabıta-i Celile.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Tarikat-ı Aliye’de Rabıta-i Celile. Güya bu kitabı bize karşı yazmışmış. Ben baktım, yani hiç iler tutar tarafı yok. Bunun neresinden tutacaksın? Yani tenkit etmek için azıcık bir şeyler olması lazım değil mi? Yani, hani birisine vurduğun zaman elin havada kalmayacak. Azıcık eline dokunabilmesi lazım. Bunlarda hiç bir şey yok. Bunlarla ne konuşacaksın ki?
Onlarda da öyle değil. Yani o mektubu olmasaydı, gerek yoktu. Dikkat ederseniz yıllardır ben bu konulara pek girmem. Ama madem bu arkadaşlarımız öğrenmek istiyor, tamam görsünler. Ve bir soru sorduk. O sorudan dolayı niye şok oluyorlar? Onlar bana istediklerini sorsunlar. Her şeyi sorsunlar. Akıllarına ne geliyorsa. Biliyorsam cevap veririm, bilmiyorsam araştırırım.
Bak diyor ki, sebeb-i telif-i risale olan üstadım. Yani bu yazıyı yazmamın sebebi olan üstadım. Seyyidim. Yani efendim. Senedim. Senet ne demek? Dayanağım demek. Ruhumun ruhu. Kalbimin kıblesi. Bir insanın kalbinin kıblesinde ne olur? İnsan Cenab-ı Hak’ka yönelir değil mi? Nur-u didem. Yani gözlerimin nuru. Ve sürur-u sinem. Kalbimin sevinci. Alim-i amil. Bilgisine göre hareket eden. Mürşid-i Kamil. Bu mürşid-i kâmil kelimesi içeriği çok ağır şeylerle doludur. Bizim Kur’an ışığında Aracılık ve Şirk kitabında bunlarla ilgili çok güzel bölümler vardır. Kutb-ül medar. Yani bu dönen kâinatın tam tepesi oluyor. Kutb-ül irşad. Yani bu da çok acaip bir şeydir. Yani bunlar çünkü birer tasavvuf terimidir ve altında, İslamla uzaktan yakından alakası olması imkansız olan anlamlar vardır. Kutb-ül Aktab. O da aynı. Gavs-ül evtad. Aynı. Vahidüzzaman. Ne demek? Bu zamanın teki. Bir tek. Bir tek olmak kimin özelliğidir? Allah’ın özelliği. Zamanın bir teki. Bu vahidüzzaman diyor. Mesela bir de Bediüzzaman var biliyorsunuz. Onun manası ne? Zamanın harikası. Bedi kelimesi Cenab-ı Hak’kın, bediussemavati vel ard. Göklerin ve yerin bediidir.
Şimdi bunları tenkit etmek öyle kolay mı? Her birisinin arkasında dünya kadar cemaat var. Ama sadece Allah rızası için bunlar yapılabilir, başka bir şey için değil. Başka hiçbir maksatla yapılamaz. Ve biz bu insanlara, hayattayken tövbe edin, doğruya dönün demek için bu kadar riski üstleniyoruz. Allah rızası için. Gerçi Cenab-ı Hak’ka dayanan kişiyi Allah-u Teâlâ korumaya kadirdir, o ayrı bir konu.
Feridü-l Asr. Gene asrın teki. Zaten hiçbir tarikat şeyhi tekliği kimseye vermez. Müceddidü-l -karni’l-hamis aşer 15. Asrın müceddidiymiş. Bu müceddit kelimesi de neyse. Ya bu kadar müceddid var da, hangi yeniliği yapmışlar o yok. Yani herkes kendisini müceddid diyor, ben yenilik yaptım. Tamam da, bir cümlelik söyle bakayım ne yaptın? Şöyle bir yarım cümle de kabul ediyorum. Yarım cümle. Ne yaptın?
Katılımcı: İnsanları yoldan çıkardı.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Ha yoldan çıkarma konusunda problem yok. Ama o eskiden beri var yoldan çıkaranlar, yeni bir şey değil ki. Bağiyetül halef. Yani bütün geçmişlerin arayıp bulamadığı adam demek istiyor. Bakiyyetüsselef. Yok. Arkadan gelenlerin aradığı adam. Geçmişlerin de geriye bıraktığı kişi. Hadil enam. Bütün canlılara yol gösteren. Bu Allah’ın ismi tabi. Kaşifuzzalam. Karanlıkları açan. Şimdi bitti artık. Ondan sonra kimmiş bu adam. El Hac Mahmut el Ufi. Oflu Hacı Mahmut diyor. Şimdi bütün bunlardan sonra ne bekliyordunuz?
Katılımcı. Allah.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Allah’ı bekliyordunuz, bakın ne çıktı. El Hac Mahmut el Ufi hazretlerine. Erol sen mi diyordun? Ben bunu okudum birisine diye. Evet zelil, hakir, mehin, fakir yani bu defa kendisini düşük… küçülttükçe küçültüyor. Öbürünü yüceltti. Şimdi kendi boyunu küçültmeye başladı. Sanki yetmiyormuş. Allahın verdiği şeyi saklamanın, Cenab-ı Hak seni insan olarak yaratmış. Ne demek zelil, hakir? Mehini fakir. Yani fakir ve alçak manası. Mehin de. Türabı akdamil evliya. Yani evliyanın ayaklarının toprağı. Ya kardeşim toprak olmak bir fazilet değil yani, toprak. Yani Peygamberimizin çiğnediği o kadar topraklar vardı ki, onların hiçbirisinin bir fazileti yok.
Yahya Şenol: ya leyteni küntü türaba var.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Ha, “ya leyteni küntü türaba.” Doğru. Bak o ayeti kerimede olduğu gibi. O cehenneme gidecek olanların söyleyeceği sözdür. Ve gubaru evvabül fukara. Fakirlerin kapılarının tozu. Tarafından min gayri haddin ithaf olunur. Bu da cübbeli Ahmet’in kendisi oluyor.
Evet Abdürrezzak hoca bunu buraya koyuyorum.
Neyse şimdi şu ayetleri tekrar okuyayım. Biraz şey oldu ama olsun. Çünkü bundan sonra yatsı namazını da kılacağız.
Katılımcı: Hocam yan sayfada rabıta olacak. Zatın zati ve ilahi sıfatlarına sahip olmasıyla ilgili yazı var orada.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Evet. Bakın evet. Gördüm gördüm. Bu rabıta dedikleri bir şey var biliyorsunuz. Rabıtada şeyhi yücelerin yücesi yaparlar, kendileri cücelerin cücesi olur. Evet, aynen öyledir. Yani bu bir şey değil. Ondan sonra şeyhin karşısında iyice ezilirler, adeta secdeye varır gibi. Ondan sonra o şeyh, Allah’la kendi aralarındadır. Allahtan geleni, o şeyh aracılığıyla aldıklarına inanırlar. O şeyhin vasfı ne olması lazımmış? Bakın burada ne yazmış cübbeli. İlahi ve zati sıfatlarla muttasıf. İlahi sıfatlar ne demek? Allah’a ait özellikler. Zati sıfatlar ne demek? Sırf Allah’ta olan başkasında olmayan özellikler demek. Ve millet anlayamaz diye parantez içerisinde yazmış. Allah-u Teala’nın sıfatlarını takınmış. Anlayamazlar diye yazmış. Müşahade. Allah Teala’yı görür gibi olmak mertebesine ermiş. Kamil bir şeyhe kalbi bağlayıp huzur ve gıyabında o şeyh efendinin sureti, sireti ve özellikleriyle ruhaniyetini hayalen kendisiyle birlikte farz ederek yanındayken takındığı tavrı ayrıyken de sürdürmeye çalışmaktır rabıta. Şimdi ne yapıyor? Yani Allah’ın sıfatlarıyla sıfatlandırmış, özellikleri.
Şimdi şu ayeti okuyayım. Bakın tam, birebir uyuyor mu? Uymuyor mu? Şimdi bakın. Şimdi diyorlar ki, Abdulaziz Hoca çok sert. Hayır. Bak bu akşam hiç sertleşmedim dikkat edin. Ayetler zaten yeteri kadar sert, benim sertleşmeme gerek yok ki. Bakın ne diyor Allah-u Teâlâ,
(2/ Bakara 165.Ayet)
“Ve minen nâs”
“insanlardan kimileri,”
“men,”
“öyle bir kimseler vardır ki,”
“yettehızu min dûnillâh”
“Allah’ın dunundan yani Allah’ın bir aşağısından,”
Allah’ı çünkü, Allah’ı kendilerinden uzak kabul ederler bunlar. Hâlbuki Allah şahdamarından da yakın. Şahdamarıyla hiç insanın arasına bir şey girebilir mi? Mümkün değil. Girdiği zaman ölürsün anında. Zaten bunların da dinle alakaları kesiliyor orada. O bir başka din oluyor artık, Allah’ın dini olmaktan çıkıyor. O zaman ayetleri istedikleri gibi anlamlandırıyorlar. Ben burada bir ders yapmıştım biliyorsunuz, cübbeli Ahmet Kur’an’ı Kerim’de şirki anlatan ayetin başını sonunu kesiyor, ortasına da yanlış mana vererek Allah şirki emreder diye anlamlandırmış. Yani aracılığı. İşte aracılık şirk zaten. Emreder, zaten buna… Böyle yani Allah’ın ayetlerine uymak değil onu kendilerine uyduruyorlar. Yaptıkları o.
Şimdi bak okuyorum ayeti.
“Ve minen nâs men yettehızu min dûnillâh endâden”
“Allah’la kendi aralarında endad oluştururlar. Yani Allah’a benzer varlıklar.”
Şimdi Allah’a benzer varlık, az önce Mevlana’da okuduk. Tam Allah’ın özellikleri değil mi? Çünkü benim içimde Allah’tır diyor. Girip daha çıkmıyor diyor. İşte bana bakarsan Allah’ı görürsün dedi. Burada ne diyor? Burada aynı şey aynı değişmiyor yani. İlahi ve zati sıfatlarla muttasıf. Anlaşılmaz diye diyor ki, Allah-u Teâlâ’nın sıfatlarını takınmış. Allah ne diyor burada?
“Endad.”
“Allah’a benzer varlıklar.” Öyle değil mi?
“Allah’la kendi aralarına Allah’a benzer varlıklar koyup onlara tutunanlar.”
“ yuhıbbûnehum kehubbillâh,”
“Allah’ı sever gibi onları severler.”
Mevlana’da ne dedi? Bana hizmeti, Allaha itaat ve şükür bil diyor. Bunlar da aynı işte. Allah’a ibadet yerine, şeyhlerine ibadet ediyorlar o şeyde. Rabıta zaten ibadettir başka bir şey değil. Allah’tan başkasına ibadettir. Bunu biz Tarikatçılığa bakış kitabında yıllarca önce yazdık.
Bana cevap olarak yazılmış kitapmış. Ben bunu nasıl dikkate alıp da cevap vereyim. Bunun neresi bana cevap. Sen doğru söylemişsin diyen bir kitap değil mi? Başka bir şey değil. Evet. Diyor ki,
“vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh,”
“Müminlerin Allah sevgisi daha güçlüdür.”
Şimdi o mektupta bak dikkat ediyor musunuz? Sonunda hemen döndü, işte ben de içime gelen, doğan şeyleri insanlara söylemiyor muyum? Dedi. Hiç sağlam duramadı. En sonunda sevgiye kadar indi, o mektupta. Bunlar da, okursunuz, hiç bir noktada kalamazlar. Çünkü rüzgâr önündeki gazel gibidirler, rüzgâr ne tarafa eserse o tarafa giderler. Çünkü sağlam bir şeyleri yok. Dayanakları yok.
“Velev yerallezîne zalemû iz yeravnel azâb”
“şu zalimler” diyor Allah. “Şu zalimler, o azabı görecekleri günü şimdiden görselerdi keşke.
” ennel guvvete lillâhi cemîa.”
“Bütün güç ve kuvvetin Allah’a ait olduğunu bir görselerdi.”
Başkasının gücünün ve kuvvetinin olmadığını.
“Ve ennallâhe şedîdul azâb”
“Allah’ın azabının şiddetli olduğunu bir görselerdi.”
(2/ Bakara 166.Ayet)
“İz teberra ellezînet tubiû minellezînettebeû”
“Kendilerine tabi olunanlar, olanlardan uzak kaldığı zaman,”
Mesela Mahmut Efendi cübbeli Ahmet’ten fersah fersah kaçacaktır. Mevlana’da tabilerinden kaçacaktır. Bu ayet öyle diyor. O azabı görmüşler hepsi de.
“Ve tegattaat bihimul esbâb.”
“aralarındaki bütün bağlar paramparça olmuş.”
(2/ Bakara 167.Ayet)
“Ve gâlellezînet tebeû”. Mesela cübbeli Ahmet Mahmut Efendiye diyecek, öyle diyor.
“O tabi olanlar.” Ya da Mevlana’yı bu şekilde tanrılaştıranlar diyecekler ona,
“lev enne lenâ kerraten”
“ah keşke bir daha bir fırsat geçse de elimize”
“feneteberra eminhum”
“bunlardan uzak kalsak.”
“kemâ teberraû minnâ,”
“Bunlar şimdi nasıl bizi bıraktı terk ettiyse biz de bunları terk etsek keşke bir daha bir fırsat geçse”
“kezâlike yurîhimullâhu ağmâlehum haserât”
“Allah onların bu yaptıkları amelleri kendilerine bir iç yangını olarak bir hasret olarak gösterecektir.” Eyvah koskoca ömürü, koskoca zamanı, o imkanları nerde harcamışım diye yanıp tutuşacaklardır.” Evet.
“Haseratin aleyhim,”
“kendi aleyhlerine böyle hasret olacak.”
“ve mâ hum bihâricîne minen nâr.”
“O ateşten asla çıkamayacaklardır.”
Ben bunu şimdi söylüyorum ki, akılları başlarına gelsin, tevbe etsinler fırsat varken. Evet. Ve son olarak şunu söyleyeyim, artık bundan sonra nasıl olsa herhalde ders yapamayız öyle zannediyorum. Ya da bir on dakika daha bir ayırırız. Şimdi yatsı namazına geçeceğiz. Bir on dakika daha devam ederiz ikinci bölüme. Birkaç tane soruya cevap veririz.
Peygamber SAV’le ilgili olarak Cenab-ı Hak mesela şeyi açın, hemen çok kısaca oraya şey yapayım, Cin suresini. Yok, hemen bir kısa… Son olarak bağlamış olayım. İkinci yarı yaparız, kısaca hemen namaz kılıp geliriz.
Diyor ki, 21. Ayet, Allah Peygamberimize emrediyor,
(72/ Cinn 21.Ayet)
“Gul innî lâ emliku lekum darran ve lâ raşedâ.”
“Ya Muhammed onlara de ki,” 572. Sayfa, 21. Ayet,
“ya Muhammed onlara şunu söyle, benim size ne zarar vermeye gücüm yeter ne sizi olgunlaştırmaya.” Bu da Peygamberimiz işte, buyurun.
“Gul innî len yucîranî minallâhi ehadun”
“beni Allah’tan hiç kimse kurtaramaz.”
“ve len ecide min dûnihî multehadâ.”
“onun dışında sığınak da bulamam.”
Ya, “ben kendimi kurtaramam ki, sizi kurtarayım” demiş oluyor değil mi? “Ben kendimi kurtaramam” diyor, Allah-u Teâlâ… Böyle de diye Allah emrediyor Peygamberimize.
“İllâ belâğan minallâhi ve risâlâtih,”
“Benim yaptığım Allah’tan aldığımı size tebliğ etmek, Cenab-ı Hak’kın gönderdiği ayetleri size bildirmektir.” O kadar başka bir şey yok.
“Ve men yağsıllâhe ve rasûlehû”
“Kim Allah ve Rasulune isyan ederse,”
“feinne lehû nâra cehenneme”
“onun payına düşen cehennem ateşidir.”
“ hâlidîne fîhâ”
“orada”
“ebeda.”
“Ebediyen orada ölümsüzleşeceklerdir.”
Cenab-ı Hak cümlemizi muhafaza eylesin. Şimdi hemen yatsı namazına geçiyoruz.