Yahya Şenol: Evet İsveç’ten gelen bir soruyla başlıyoruz hemen ikinci yarıya. Hocam bazı senedi sahih hadisler var ki Kur’an’a uymuyor. Acaba Peygamberimizden sonra Sahabe’nin devrinde verilen hükümlerde de yanlışlıklar olmuş mu?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Bir hadisi Şerifin ayeti kerimeye uygun olup olmadığı öyle kolay bir şekilde anlaşılacak bir şey değildir. Dolayısıyla orada çok ciddi bir ilim ister, büyük bir ekip çalışmasını ister. Ama söylediği doğru. Mesela Buhari’de –en sahih hadis kitabı olarak kabul edilir- peş peşe birbirine zıt rivayetler görürsünüz. Bunlardan birisi doğru olsa diğerinin yanlış olmak zorunluluğu vardır. Ama bunların hangisi doğrudur diye tesbit etmek için mutlaka Kur’an sünnet bütünlüğü esasına göre hareket etmek lazım. Birinci bölümde anlatmaya çalıştığımız gibi. Bir de başka bir şey söylemişti neydi o?
Yahya Şenol: Sahabe döneminde de yanlışlıklar olmuş mudur?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Tabii ki Sahabe döneminde yanlışlıklar. Yani yanlışlığı Peygamberimiz de yapmıştır. Peygamberimizin yanlış yapmasının çok büyük bir önemi var. Çünkü bazıları iddia ediyor, diyorlar ki hadisler Peygamberimize gelen vahiydir diyorlar. Vahiyse Allah Peygamberimizi önce yanlışa sürükleyecek, arkasından da onu ayıplayacak. Olacak şey değil. Dolayısıyla o yanlışların Kur’an’ı Kerim’de olması, Peygamberimizin sözlerinin vahiy olmadığı, Kur’an’dan çıkarılmış hüküm olduğunu gösteriyor ama maalesef o yanlışların üstü kapatılır, ondan sonra Peygamberimize ismet sıfatı, yani masumiyet sıfatı verilir. Hata yapmaz sıfatı verilir, ondan sonra da hata yapan bir insan, hata yapmayan bir peygamberi ya da kendisine vahiy gelmeyen bir insan, her şeyi vahiyle belirten bir peygamberi nasıl taklit edecek? Bu da imkânsızlaşır. Böyle olumsuzluklar olumsuzlukları takip eder. Elbette ki Sahabenin hataları kusurları vardır. Zaten Nisa suresinin 59. Ayeti, birinci bölümde okuduğumuz, bunu göstermektedir.
Yahya Şenol: Evet. Umre ile ilgili bir soru var. Umreye gittiğimizde devamlı umre yapan, her gün veya iki günde bir ihrama giren arkadaşlarımız var. Bir de elli tavaf gibi kendilerine hedef koyan arkadaşlarımız var. Bunlar doğru mudur? Mehmet Yıldız sormuş.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Şimdi bu konularda bizim örneğimiz Peygamberimiz SAV’dir. Peygamberimiz umre yapmıştır ve bir kere. Tekrar tekrar yapmamış. Aişe validemiz veda haccında adetli olduğu için umre yapamamış. Bir gün Peygamberimiz SAV bakmış ki çadırında ağlıyor. Niye ağlıyorsun? E diğer kadınlar bir hac ve umre yapmış olarak geri dönecekler, ben sadece hacla döneceğim deyince Peygamberimiz yeğeni Abdurrahman’a demiş ki, götür halanı ihrama girsin. Mekke sınırlarına kadar göndermiş, ihrama girsin, gelsin umre yapsın. Böyle bir tek örnek var. Şimdi bu tür şeylerde Peygamberimizden ne görürsek onu yapmamız lazım. Öyle ikide bir git-gel umre yap, falancaya umre, filancaya umre, filancaya umre. Bu ibadet yemek yemeye benzer. Oturun sofraya, bu tabağı amcam için yiyorum. Güzel. Bunu da işte oğlum için, bunu hanım için, bunu kızım için, bunu… Vallahi kimin için yersen ye, o mideye gider, başka bir yere gitmez. Bu ibadetler de öyledir. Kim yaparsa sevabı onadır. Başkasına değil. Şimdi Servet Hoca’nın bu konuda bir makalesi var. Bizim sitede yayınlanıyor mu?
Yahya Şenol: Yayınlanıyor.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Yayınlanıyor. Orada okursanız görürsünüz. Yani… Öyle değil mi? Bir yemek gibi. Herkesin yemeği kendi midesine. Dolayısıyla bunu amcama yaptım, bunu dayıma yaptım, bu ölmüş babama. Yok, kardeşim bunun hepsi sanadır.
Doç. Dr. Servet Bayındır: Vekaletle Hac meselesi.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Ha vekâletle hac konusu. Öyle bir başlık vardı. Şimdi dolayısıyla orada o başkalarına yapacağınız duanın faydası olur, başkası değil. Evet.
Katılımca: Hocam tavaf da aynı mı?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Tavaf da öyle, yani ikide bir o kadar tavaf, bu kadar tavaf. Hele bilhassa hacda, daha önce gelmiş olanların tavafından yeni gelenler tavaf yapmaya fırsat bulamıyor. Yani ciddi sıkıntıya sebep oluyorlar. Öyle aşırıya gitmenin anlamı yok. Bakın Peygamberimiz ne yapmış. Veda haccında Mekke’ye girdiği zaman bir tavaf yapmış. Ve Kâbe’nin bayağı uzağında konaklamış. Oradan doğrudan Arafat’a çıkmış, bir daha Kâbe’ye gelmemiş. Arafat’tan indiği zaman farz tavafını yapmış. Bir de Mekke’den ayrılırken tavaf yapmış. Kâbe’ye gidip namaz kılma durumu da yok. O tavafları yaptığı zaman Kâbe’de namaz kılmış. Onun dışında namaz kılmak için Kâbe’ye gittiği de yok. Bulunduğu yerde kılmış namazını. Şimdi siz bu şekilde hac ve umre yaptığınızı düşünün ne kadar rahat olur değil mi? Yani Cenab-ı Hak herhalde Peygamberimizi ona uyalım diye, örnek alalım diye göndermiştir. Ama biz öyle yapmıyoruz maalesef. Kendi kafamıza göre ibadetler oluşturuyoruz.
Yahya Şenol: Evet. Vermiş olduğunuz örnekten adetli iken umre yapılabilir sonucunu mu çıkarmalıyız?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Yok, Aişe validemiz adetten temizlendikten sonra ağlıyordu. Adetliyken umre yapamamıştı. O adetten temizlenmesi Arafat’tan döndükten sonra, şeyde oldu, Mina’da idi o olay. Adetliyken umre yapılır mı yapılmaz mı? Yapılır konusunda herkesin ittifakı vardır. Yani adetliyken Kâbe tavafı yapılır da, ama yapana işte ceza, şu ceza, bu ceza gerekir derler. Yani eğer sahih olmasaydı herhangi bir cezayla kurtaramaz. Onun bir delili yok. Yani şu ceza, bu cezanın bir delili yok. Evet.
Yahya Şenol: Umre yapanın aynı sene içinde hac yapması gerektiği söyleniyor. Umre yapanın aynı yıl hac yapması bir zorunluluk mudur?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Umre yapanın hac yapması diye bir şey yok. Yani umre yaptıysa hac zamanına kadar… Şöyle bir şey vardır eski kitaplarda. İşte bir insan hac aylarında umre yaparsa hac zamanına kadar bekleyebilir. Çünkü o zaman mesela Türkiye’den çıktığınızı düşünün, aylarca yolda gidiyorsunuz ve oraya varmışsınız. Bir daha geri gel-git. Orada beklenebilir. Beklesin demişler. Ama şu anda öyle değil ki. Şu anda ulaşım vasıtaları çok gelişti. Zaten bırakmıyorlar da. Belki bazıları kaçak olarak kalabiliyor. Ya da insanların işleri müsait olmuyor. Dolayısıyla işi müsaitse, bir problemi yoksa kalabilecekse kalır, kalmayacaksa kalmak zorunda değildir.
Yahya Şenol: Evet, bu hac ayları ifadesiyle ilgili bir soru. Bakara 197’de “Hac bilinen aylardır” buyruluyor. Muhammed As’ın bu ayetin hükmünü üç gün ile sınırlaması, sınırlama ve daraltma hakkı var mı?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Peygamberimizin sınırlaması diye bir olay söz konusu değil. Ben onu “bilinen günler” diye hac suresindeki ayeti kerimeden okudum. Hac ayları, o aylarda şey başlar yani, o aylarda bir kere önce bir ticaret yapılır. Zilhicce hac ayı, o zilhiccenin de ortasındadır hac günleri ki, “eyyamen malumat,” var. Yani sonra bu konuda bizim çok sayıda sohbetimiz vardır. Şimdi ona girmeyeyim yani. Çok uzar iş. Bu kardeşimiz o sohbetleri dinlesin, konuyla ilgili bütün deliller var orada. Hac aylarından hac gününe kadar bütün detaylar Kur’an’ı Kerim’de vardır, ama bütün mesele ilgili ayetleri birlikte okumaktadır.
Yahya Şenol: Evet, Maide suresinin 101. Ayeti Kur’an’ın tek kaynak olduğunun delili olabilir mi? Maide 101.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Bakayım.
Yahya Şenol: 123. Sayfa.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır:
(5/Maide 101.Ayet)
“Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tes’elû an eşyâe in tubde lekum tesué’kum, ve in tes’elû anhâ hîne yunezzelul gur’ânu tubde lekum, afallâhu anhâ, vallâhu ğafûrun halîm.”
Kur’an’ı Kerim tek kaynak elbette. Yani bu ayeti kerimeden belki o şekilde bir yorum yapılabilir. Ama Kur’an’ı Kerim’in tek kaynak olduğu sadece bu ayet değil her tarafta var. Ama Kur’an’la beraber hikmetin de indirildiği, Peygamberimizin bize Kur’an’la birlikte hikmeti de öğrettiği, sadece Peygamberimizin değil bütün Peygamberlerin ümmetlerine kitabı ve hikmeti öğrettiği, çok sayıda ayette geçiyor. İşte o hikmet, Kur’an’dan çıkarılan doğru hüküm, Kur’an’ın içerisinde bulunan hükümler. Yani tıpkı tabiattaki madenler gibi. O madenler nasıl çıkarılabiliyorsa işte Kur’an… Baktığınız zaman göremezsiniz. İşte şu dağda altın madeni var dersiniz, onu görebilmek için o konuda uzman olmak lazımdır. İşte bu Kur’an’ı Kerim’in içerisindeki hikmetleri görebilmek için de uzman olmak lazım. Siz baktığınız zaman göremezsiniz. Birinci derste Peygamberimizin o çıkardığı hikmeti ulemanın görmediği gibi. Onun bir metodu vardır, o metoda göre çalışmazsanız göremezsiniz. İşte bu dağda maden var, o madeni ortaya çıkarmanın da bir metodu vardır. Bir takım alet edevatı vardır. Onlara uymazsanız bulamazsınız. Kur’an’ı Kerim’deki hikmetler de gene Kur’an’ı Kerim’in içindedir. Peygamber SAV’in bize öğrettiği, uyguladığı sünneti, Kur’an’daki hikmetlerdir.
Yahya Şenol: Arapça bilmeyenler müteşabih ayetlerin müteşabihlikten kaynaklanan özelliklerini, benzerliklerini Türkçe meallerde bulabilirler mi?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Arapça bilmeyenlerin böyle bir şeye yönelmeleri olmaz. Yani bu çok yanlış olur. Çok yanlış hükümlere varırsınız. Bu olmaz. Neden olmaz. Çünkü Allah-u Teâlâ diyor ki, eztauzubillah.
(41/Fussilet 3.Ayet)
“Kitâbun fussılet âyâtuhû gur’ânen arabiyyen”
“Bu bir kitaptır ki, ayetleri Arapça Kur’an olarak açıklanmıştır.”
Şimdi o Kur’an’da… o bütün detaylar Arapça Kur’an’ın içerisindedir. O detayları siz Türkçeye isteseniz de aktaramıyorsunuz. Bir bölümünü aktarırsınız, öbür tarafı kalır. Onun için o… bu bir uzmanlık işidir, herkes yapamaz. Zaten
“Li kavmin ya’lemun” diyor arkasından
“bilenler topluluğu”
O topluluğun içerisinde mutlaka Arapça bilenlerin olması gerekir. Yani şimdi Kur’an’ı Kerim okuyun, anlayın diyoruz ama sakın öyle fetva çıkarmaya kalkmayın, çok yanlış yaparsınız. Sakın ha! Evet.
Yahya Şenol: Evet. Ayrıca müteşabih ayetlerin farkına varmak konusunda Kur’an okuyan herkesi bu konuya yavaş yavaş alıştırmak için önceden ilan edilmek ve verilen süreye kadar yetiştirmek üzere herhangi bir konu başlığı verebilir misiniz ilerleyen zamanlarda. Aykan Peker. Alıştırma için ufak ufak ödevler diyor yani.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Ödev? Neyse, bizim tabi bu kardeşimizin dediği gibi yapabilsek çok iyi olur da, burada bir ara konulu dersler yapmaya kalktık. İtirazlar yükseldi, illa biz ayet ayet devam edelim diye. Sonra vazgeçtik. Yani o konulu dersler için ayrıca bir program yapmak lazım. Yani o şu anda pek mümkün gözükmüyor. Belki cumartesi derslerine bu kardeşimiz katılırsa… Ha zaten sen bir program yapmıştın cumarteside, onu ilan edelim, hazırlansınlar. Cumartesi için olabilir bu, Salı için değil de.
Yahya Şenol: Evet. Sayın hocam Nisa suresi 103. Ayette, “ korkudan emin oldunuz mu o vakit namazı tam erkânıyla eda edin” buyruluyor. Ülkemizde şöyle bir uygulama var malumunuz. 90 kilometreyi aşan yolculuklarda farzlar iki rekât olarak kılınıyor. Korku faktörü olmaksızın. Oysa ayet farzın iki rekât kılınmasını korku faktörüne bağlıyor. Bu çelişkiyi nasıl izah edebiliriz?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Öyle bir çelişki yok. Korku faktörü olduğu zaman iki rekât bir rekâta düşer. Yolculukta namaz iki rekâttır. Kısaltma… Dört rekâttan iki rekâta düşmüş falan değildir. Yolculukta iki rekâttır ve tamdır. Kısaltma falan yoktur. İki rekâttır. Sadece akşam namazı üç rekâttır. O kısaltma yolculuk için korku sırasında yani karşınıza düşman çıktığı zaman bir rekâta düşebilir. O orada söz konusudur. Bu korkuyla ilgili çok sayıda derslerimiz var. Yani onları lütfen şey yapın. Zaten sitede yazılar da var değil mi bununla alakalı.
Yahya Şenol: Yani bu seferilik namazıyla alakalı ders var sadece, görüntülü ders var.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Ders var sadece. O zaman bu yazıları falan koyalım. Çok sayıda yazılarımız da var bu konuda.
Yahya Şenol: Evet, Isparta’dan Ayten Dinçkan sormuş. Kur’an ışığında gerçek İslamı öğrenmek ve yaşamak isteyen biri olarak sizin ve sizin gibi Kur’an’ı anlayan ve anlatanları dinlediğimiz ya da okuduğumuz zaman Allah’ın isteklerinin gayet net ve açık olduğunu görüyoruz. İçimiz rahatlıyor. Diyoruz ki tamam, Allah izin verirse elimizden geldiğince biz bunları yaparız. Fakat tarikat veya cemaatlere yakın olanları takip ettiğimizde ise onlar da Kur’an ve hadis ışığında gittiklerini söylüyorlar. Bu sefer eyvah! Diyoruz, bu olay çok karışık, çok zor. Bilgisi sınırlı olan bizler ne yapmamız gerektiğini şaşırıyoruz. Karamsarlığa kapılıyor, kendimizi cehennemlik gibi görmeye başlıyoruz. Gerçek doğruyu nasıl anlayabiliriz?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Tamam işte o tarikat ve tasavvuf ya da cemaatlerde size din adına söylenenlerin, “bir ayetini bize gösterir misiniz?” Diye söyleyin, onlardan ayet isteyin, foyaları meydana çıkacaktır. Göreceksiniz ki, herhangi bir şey gösteremeyecekler. Yapacağınız bu. Nisa suresinin 59. Ayetine göre, kafanıza yatmadığı zaman, “Hangi ayette bu var? Onu bize lütfen gösterin.” “Yok, siz anlamazsınız” diyorlarsa, “Kusura bakmayın, anlamadığım dinden zaten ben sorumlu olmam bu başka, bu Allah’ın dini değil, başka bir din” der ayrılırsınız. Evet.
Yahya Şenol: Evet. Hakan Çerçi’nin sorusu var. Gavs nedir? Şu anda yaşayan gavs var mıdır? Bir isim vermiş onu okumayayım. Şu an böyle bir efendi biri kendini gavs olarak nitelendiriyor, dünyanın en ağır sorusunu hazırlayın getirin ben cevaplandırayım diyor. Bu ne anlama gelir? Gavs her şeyi bilmek midir?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Yani en ağır değil canım, ilkokul öğrencilerine sorulan sorulardan bir tanesini götürün, sorun. Bakalım cevaplandırabiliyor mu?
Yahya Şenol: Gavs her şeyi bilmek midir?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Evet, gavs ne demek? Sait oradan getirsene şeyi. Bu arada başka bir soru daha sor. Servet hocaya ver o hemen bulur onu.
Yahya Şenol: Evet. O zaman bir sonraki soruya, Almanya’dan gelen soruya geçiyorum. Hocam14 Nisan 2010 tarihli videonuzda diyorsunuz ki, imamlar için camilerde giyilmesi özel bir kıyafet yoktur. Peygamberimiz dışarıda hangi kıyafetle dolaşmışsa mihraba da o kıyafetiyle çıkardı. Hatta ayakkabısını bile çıkarmamıştır dediniz. Bunların bazı kültürlerin etkisiyle oluştuğunu söylediniz. Daha sonraki bir konuşmanızda ise ben de Süleymaniye’de imamlık yaparken bu kıyafetleri giymek zorunda kalıyorum dediniz. Hocam Diyanetin dayatması Peygamberimizin sünnetinden daha mı önemlidir? Siz giymiyorum deseniz sünnete uymuş olmaz mısınız? Yoksa onu giyerek sünnete karşı mı gelmiş oluyorsunuz?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Zaten bu soruyu sormaları gerekirdi. Ben bunu söylerken birisi böyle yakalayacak diye bekliyordum. Yaptığı itiraz yüzde yüz haklı yani. Şimdi… Zaten ben orada bunu giyerken oradaki imam ve müezzin için giyiyorum cemaat için değil. Şimdi o arkadaşlar, yani Allah razı olsun istiyorlar geçip de namaz kıldırmamızı, amirleri yasaklıyor. Şimdi bu sıralar artık onu da yapamıyorlar ya, galiba sıkı tembih edildi kendilerine. Bu adamı sakın mihraba geçirmeyin diye. Yok, zaten yazılı emir var. Evet, yani, Abdülaziz Bayındır’ın imamlık yapması yasaktır diye yazılı emir var yani.
Katılımcı: Camiye girmesi de….
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Herhalde güçleri yetse onu da yaparlar. Şimdi ben kendim için ya da orada cemaatin için değil, oradaki görevlilere şey yapılmasın diye yapıyorum yani. Çünkü onların iyi niyetleri var, onlar sıkıntıya sokulmasın diye yapıyordum. Şimdi zaten artık ona da gerek kalmadı. Evet. Buldun mu gavsı? Bitti mi sorular.
Yahya Şenol: Yok bitmedi. O şey Tarikatçılığa bakış mı?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Yok Tarikatçılığa bakışta olmaz o.
Yahya Şenol: Onda olur.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Aracılık ve şirktedir o. Onu da getirmişti.
Katılımcı: Hocam bu yolda giderken dört rekat, anlayamadım.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Yolculukta namaz iki rekâttır. Ve kısaltma yok. Dört rekât olmaz, iki rekâttır. Kısaltma yok orada. Onu biz zaten burada defalarca anlatmıştık. Ve şeyde sitemizde bunun, yani kurandersi.com sitesinde bunun videosu var. Onu lütfen izleyin. Çünkü onu anlatmaya başladığımız zaman vakit yetmez yani, çok uzunca anlatmak lazım.
Yahya Şenol: Namaz kılarken özellikle namaz sureleri için surelerin iniş sıralarına uymazsak namazın bozulacağı söyleniyor doğru mu?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Onu söyleyenlerin namazı bozulur, size bir şey olmaz. Çünkü kafadan atıyorlar böyle şeyleri. Hah. Gavs ne demekmiş bak. Tarikatçıların darda kaldıklarında sığındıkları yardım istedikleri kutuptur. Darda kalan sofiler, “yetiş ya gavs!” Diye gavsa sığınırlar. Gavs olarak bilinen esma ve sıfat-ı ilahi mazharı sayılırlar. Yani Allah’ın isim ve sıfatlarını üzerlerinde taşırlar. Ne demek bu? Allah’ın maketi hâşâ.
Katılımcı: Allah’ın kopyası.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Efendim. Evet. Allah’ın kopyası gibi hâşâ. Allahın isim ve sıfatlarının onların şahsında ortaya çıktığına inanırlar. Böyle. Şimdi tabi bunun Müslümanlıkla uzaktan yakından ilişkisi yok, bu tam bir şirktir. Onu tanrı ilan etmektir. Ve enteresandır, bütün tarikatlar kendi şeyhlerini gavs sayarlar. Hiç, aşağı yerlerde…Zaten ne işleri var. Evet.
Yahya Şenol: Evet. Kadınların bir saç telinin görünmesinin bin yıl yanması demek olduğu söyleniyor. Bunun Kur’an’da yeri var mıdır?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Vallahi böyle yıl mıl falan filan işaretleri gördüğünüz zaman anlayın ki bunlar uydurmadır. Yani bir saç teli göründüğü zaman bin yıl yanacakmış falan. Böyle bir şey olmaz. O zaman on tane gözükürse on bin…Bunların hepsi uydurma şeyler. Evet.
Yahya Şenol: Hocam Kur’an’da geçen İbrahim Peygamberle, Urfa’da ateşe atılan İbrahim aynı kişi midir?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Şimdi şeye baktığımız zaman, yani ayeti kerimelerin yapısına, aynı kişi olması gerekiyor ama bu tabi bizim ihtisasımız değil. Tarihçilerin bileceği bir şeydir ama yani aynı olması gerekiyor. Yani ayeti kerimelerle karşılaştırdığımız zaman oldukça uyumlu gözüküyor. Evet.
Yahya Şenol: Evet. Vesileyle ilgili bir soru var. Hz Ömer, Peygamberimizin amcası Abbas ile tevessül ederek, “ ya Rabbi kuraklık içinde kalınca Peygamberimizle sana tevessül ederdik, bize yağmur verirdin. Şimdi de onun amcasıyla tevessül ediyoruz. Bizi suya kavuştur” derdi. Ve yağmur yağardı. Buhari hadisi. Bu hadisi açıklar mısınız?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Şimdi orada yağmur duasına giderken Abbas’ı da götürüyorlar. O da dua ediyor. Yani tevessül demek, ya Rabbi senden Peygamberimizle beraber dua etmeye çıkardık. Bize yağmur verdin. Şimdi Peygamberimizin amcasıyla beraberiz. Eh onun duasını kabul et! demektir bu. Ama bugünkü tevessülcüler öyle mi yapıyor? Yani işte birisi dua etsin ondan şey yapsın değil. Yani tamam elbette biz dua ederiz. Yağmur duasına çıktığımız zaman hep beraber çıkarız. Belki Cenab-ı Hak içimizden birisinin duasını kabul eder diye. Hz Ömer’e mal edilen o sözde Hz Ömer işte, peygamberimizin amcasıdır, ya Rabbi bunun duasını belki kabul edersin diye şey yapıyor. Şimdi ama bugün ne yapıyor? Ölmüş adamlarla, işte uzakta bulunan insanlarla falan yani, dua etmeye çıkan birisi ile değil de başkalarıyla tevessül ediyorlar. Yani Allah’la kendi aralarına koyuyorlar. Burada Allah’la kendi aralarına koymak yok. Onun duasını belki Cenab-ı Hak kabul eder diye götürüyorlar. Bugün de kitaplarda küçük çocukları götürün, işte hayvanları götürün susuzluktan melesinler, yani bir ortam oluşsun o ortamda daha duygu dolu bir şekilde dua edin diye kitaplara yazılıdır.
Yahya Şenol: Evet yine yolcu namazı ile ilgili bir soru. Yolcu olduğumuz zaman yolcu namazı ruhsatından yararlanmak istemememizin hükmü nedir?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: O ruhsat değil. Yolcu namazı ruhsat değil. Yolculukta namaz iki rekât, ruhsat falan değil.
Yahya Şenol: Dört kılabilir miyiz? Herhalde soru öyle sorulmuş.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Hayır, dört falan kılamazsınız. Orada dört kılmak demek, yolcu olmadığınız zaman namazı sekiz rekât kılmak gibi bir şeydir. Ruhsat falan değil. İki rekâttır o. Zaten o dersi dinlerseniz bunun böyle olduğunu ilgili ayet ve hadislerle çok net bir şekilde görürsünüz. Evet.
Yahya Şenol: Kur’an’da çok açık şekilde hırsızlık yapanın elinin kesilmesi gerektiği yazıyor. Fakat birkaç kere hırsızlık yapana nasıl hüküm verileceği belirtiliyor mu? Yani üç- beş hatta on kere hırsızlık yaptığı anlaşılan kişilerin cezası nedir?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Canım yani adamın bileği yoksa neyini keseceksin? Fakat o bir kere bileği kesilen bir kişi, bir daha hırsızlık yapacağını zannetmiyorum. Yani öyle… Bu sadece hayalde olur. Gerçek hayatta olmaz. Ama yoksa yapacağın bir şey yok. Adamın kolunu dipten kesecek halin yok. Evet.
Yahya Şenol: Evet. Ahzap suresi 32. Ayet. “Ey nebi hanımları. Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.” Ben bu ayeti, yani bu ayet biz mümin hanımlar için bir örnek teşkil etmiyor. Rasulullah hem ahlakça, hem rehberliğiyle örnek. Bu soruyu üçüncü soruşum demiş. Çok yoğun olduğunuzu biliyorum. Bu ayet konusunda bilgi rica edecektim. Bu ayet biz müminlere bir uyarı değil mi?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Bak şimdi bu ayette diyor ki Allah-u Teâlâ,
(33/Ahzab 32.Ayet)
“Yâ nisâen nebiyy”
“Ey, nebinin, Peygamberin eşleri”
“lestunne keehadin minen nisâ”
“Siz diğer kadınlardan biri değilsiniz, siz Peygamber eşisiniz”
“inittegaytunne”
“yani kendinizi koruduğunuz zaman, yani takvanızda şunu yapacaksınız.”
“felâ tahdağne bil gavli”
“konuşurken böyle edalı, karşı tarafa mesaj verir şekilde konuşmayın.”
“feyatmeallezî fî galbihî meradun”
“kalbinde hastalık olan bir kişi –sizin niyetinizde öyle bir şey yoktur ama- karşı tarafın kalbinden birtakım şeyler geçebilir, hastalık olan kişiler, bir takım umutlara kapılabilirler” diyor. Ondan sonra
“ve gulne gavlen mağrûfâ.”
“Normal konuşun,”
Yani böyle şey yapmayın, sanatlı böyle edalı konuşmayın.
Ve garne fî buyûtikunne”
“evinizde oturun”
“ve lâ teberracne teberrucel câhiliyyetil ûlâ”
“ilk cahiliye kadınları gibi böyle kendinizi gösterecek şekilde dışarıya çıkmayın”
“ve egımnes salâte ve âtînez zekâte”
“namazınızı kılın, zekatınızı verin”
“ve etığnallâhe ve rasûleh,”
“Allah ve rasule itaat edin”
“innemâ yurîdullâhu liyuzhibe ankumur ricse ehlel beyt”
“Allah sizden o pisliği gidermek istiyor, ey Peygamber ailesinin halkı”
“ve yutahhirakum tathîrâ.”
“Ve sizi iyice tertemiz kılmak istiyor.”
Şimdi burada bazı hükümler evet müşterek ama Peygamber eşlerine özel birtakım hükümler var. Genellikle fıkıh kitaplarında Peygamber eşlerine özel olan hükümleri kadınlara da uygulayarak, işte konuşurken şöyle olur, evden çıkmazlar… falan diye hükümleri verirler. Bunlar yanlış şeylerdir. Yani Peygamber eşlerine has olanlar başka bir şeydir. Mesela Peygamber eşlerinden bir tanesi, o hemen sayfanın öbür tarafında 30. Ayette diyor ki,
(33/Ahzab 30.Ayet)
“Yâ nisâen nebiyy”
“Ey Peygamberin eşleri”
“mey yeé’ti minkunne bifâhışetim mubeyyineh”
“içinizde herhangi birisi ispatlanabilir bir fuhuş yaparak gelirse”
“yudâaf lehel azâbu dığfeyn,”
“o fuhuş azabı, fuhuş cezası ona iki kat katlanır.”
Başka kadınlara yüz değnek, size iki yüz değnek. Sevabı da fazla, günahı da fazla.
“ve kâne zâlike alallâhi yesîrâ.”
“Bu Allah’a kolaydır.”
Dolayısıyla o Peygamber eşlerinin bir takım özel hükümleri var, Peygamber eşleri aynı zamanda müminlerin annesidir. Onlara has olan hükümler bütün kadınlara uygulanmaya kalkılırsa doğru olmaz, ama ben de onlar gibi olmak istiyorum diyen kadın için de, “olma” diyecek halimiz yok tabi. Evet.
Yahya Şenol: Evet. Ramazan içinde teravih namazıyla ilgili Hz Aişe hadisinde dikkatimi çeken bir konu oldu. Peygamberimizin arkasında duranlar Peygamberimize uyuyorlar. Orada Peygamberimiz onlar için ben bunlara imamlık yapıyorum dediği belirtilmediği için, imamın kendisine uyanlar için niyet etmesine gerek yok. Ben bunu anlıyorum ama fıkıh kitaplarında imamın, ben bana tabi olanlara imamım, demesi gerektiği yazıyor. Bu konuyu açıklar mısınız?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Yani bu kardeşimizin anladığı gibidir doğru olan. Ben bana tabi olanlara imamlık yapıyorum, hatta kadın cemaat varsa ona da niyet etmelidir deniyor ki, enteresan bir şey. Yani bu niyet konusunda o kadar gereksiz ifadeler var ki fıkıh kitaplarında. Yok, efendim niyet şöyle olacak, çok detaylar, şunlar, bunlar. Bu kardeşimizin anladığı doğru. Yani bir kişi kendi başına namaz kılıyor. Baktın işte farzı kılıyor, arkasına gidersiniz, ben de sana uydum dersiniz, hemen cemaatle namaza dönüşür. O yani kadın da olabilir, erkek de olabilir, herhangi bir sakıncası yok. Tıpkı o şeyde olduğu gibi.
Yahya Şenol: Evet derste konusu geçen uyuşmazlık mahkemesiyle ilgili bir soru. Uyuşmazlık Mahkemesini İslam toplumu ve cemaatler kendi içlerinde de kurmak zorunda mı? Diğer mahkemeler şirk mi? Adem Gerede.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: (Soruyu soran kişiye hitaben) Sen hemen bir şey yap. Bunları da mahkemeye ver. Ya mahkeme niye şirk olsun. Yani uyuşmazlığı çözeceksiniz. Şimdi bizim söylediğimiz başka, senin söylediğin başka.
Yani Müslümanların yöneticilerle uyuşmazlığa girme hakları var. Hâlbuki gelenekte böyle bir hakk tanınmamıştır. Hâşâ yönetici tanrı yerine konacak şekilde, öyle bir işaretle kelle bile uçurtmuştur. Sen kim oluyorsun? Yani Allah-u Teâlâ’nın koyduğu hükümleri hayatımızda tam olarak tatbik edersek, herkes tam bir hürriyet içerisinde Müslümanlığı yaşar. Dolayısıyla İslam toplumu hürriyetin doruk noktasında olduğu toplumdur. Eğer hürriyetlere müdahale ediliyorsa orada artık din gereği gibi yaşanamaz.
Katılımcı: 60. Ayette onu mu söylemek istiyor?
Yahya Şenol: Yetehakemu ilettağut.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Tağuta. O başka bir olay. 60. Ayetin olayı farklı. (Nisa suresi 60. Ayet) Adam… İki kişi geliyor Peygamber efendimizin yanına gitme yerine bir başka tarafa gidiyorlar. Çünkü kendi istedikleri gibi hüküm almaya çalışıyorlar. Mesela bize çok olur o. Ben müftülükteyken bana çok gelirdi. Adam tam şeriatçı olarak… Bakarsın ki böyle şalvarlı, cübbeli, sarıklı, yanında da böyle zavallı bir adam. Onu şikâyet eder. Belki namaz bile kılmıyor. Ya da kılıyor. Sonra haksız olduğunu anlayınca… Mesela bir tanesi vardı. Bana şöyle dedi. Sen dedi, laik Türkiye Cumhuriyetinin memuru olarak şeriata göre hükmediyorsun. Seni şuraya şikâyet edeceğim, buraya şikâyet edeceğim. Çünkü kendisinin kaybedeceğini anlayınca böyle yaptı. O başka bir şey yani, ne oluyor? Münafık olmak herkesin yapabileceği bir şeydir. Önemli olan biz olmayalım. Evet.
Yahya Şenol: Vakit geldi.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Peki. Epeyce vakit de geçti zaten. Şimdi hemen yatsı namazımızı geçirmeyelim. Hadi Allah rahatlık versin.