Bugün zikir konusuyla ilgili olan ayetleri okuyacağız. Dersimiz Bakara suresinin 152’inci ayetine kadar ulaştı. Allah’ü Teala burada şöyle buyuruyor.
“Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurûn”(Bakara 152)
“Siz beni zikredin ki bende sizi zikredeyim, bana şükredin nankörlük etmeyin”
Bu ayeti kerimeden önceki ayeti de hatırlarsak ikisi birilikte daha güzel bir şekilde anlaşılır. Onu geçen hafta okumuştuk. Allah’ü Teala şöyle buyuruyor;
Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn”(Bakara 151)
“Nitekim size içinizden bir elçi gönderdik, sizden bir elçi, size ayetlerimizi okuyor, sizi geliştiriyor, size bu kitabi ve hikmeti öğretiyor, size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.”
Bir elçi geliyor, Muhammed s.a.v. geçen hafta onun Kuranı kerimi nasıl öğrettiğini hikmeti nasıl öğrettiğini Müzzemmil suresindeki ayetlerle birlikte anlamaya çalışmıştık. O size kitabı öğretiyor, bir kere Allah’ın ayetlerini okuyor. Allah’ın ayetleri peygamber s.a.v. inan ayetlerdir. Sonra kitabı öğretiyor, şimdi okumakla, öğretmek arasında fark var. Bir şeyi okursunuz, karşı taraf anlamış mı anlamamış mı üzerinde fazlaca durmazsınız ama öğretiyorsanız karşı tarafın anlamış olması sizin için çok önemlidir. Onun için ayetleri okur, size kitabı ve hikmeti öğretir. “Sizi geliştiren size kitabı ve hikmeti öğreten bir elçi sizin içinizden sizden biri olarak çıktı” diyor. “Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor” zaten peygamberimiz s.a.v. de daha önceden böyle bir kitaptan haberdar değil. Böyle bir kitabın kendisine indirileceğini de ummuyordu. Ondan sonrada şöyle diyor Cenabı Hak:
“Fezkurûnî”
“Öyleyse beni zikredin”
Şimdi, ”öyleyse beni zikredin”, “öyleyse” ifadesi, bir önceki ayetteki anlamın sonucudur. Yani madem bu elçi size ayetlerimi okuyor, kitabımı öğretiyor, hikmeti öğretiyor, o zaman beni zikredin. Ne demektir o zaman “beni zikredin” Önce zikir kelimesinin manasını size söyleyim de , ondan sonra ne olduğunu anlayalım. Biliyorsunuz zikir dendiği zaman Türkçede akla tespih çekmek gelir. Değil mi? Yani Allahu Ekber, Elhamdülillah, Lailaheillallah bunlar birer zikirdir ve doğrudur. Allahu ekber demek Allah en büyüktür demektir. Lailaheillalah Allah’tan başka ilah yoktur. La havle vela kuvvete illabillah, güç ve kuvvet ancak Allah’ın yardımı ile olur. Yani o bizim zikir dediğimiz cümleciklerin her birisi, insanlar için büyük önem taşıyan anlamlar içerir. Ama zikir sadece o değil. Zikir kelimesine Türkçede öğüt anlamı da verilir, doğru Kuranı kerimin birçok ayeti insanlar için öğüttür. Zaten onu da Allahü Teala müttakiler için “meida” kelimesiyle ifade ediyor yani öğüt. Ama zikir kelimesinin anlamı daha kapsamlıdır. Şimdi bu sure, Kuranı kerim Mekkei mükerremede Mekke toplumunda indiği zaman, insanlar zikir kelimesinden ne anlıyorlar, yani Allahü Teala İbrahim suresi 4’üncü ayette diyor ya:
“Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî”(İbrahim- 4)
“her elçiyi kendi kavminin, kendi toplumunun diliyle göndermişizdir.”
Dolasıyla esas olan, zikir kelimesinin o toplumda hangi anlama geldiğidir. Daha sonra kazandığı anlamlar, onunla mutlaka bağlantılı olacaktır. Şimdi müfredatta zikir şöyle tarif ediliyor; “ezzikrütareten yukalu yuradu bihi heyetun lil nefsi bihayün küllil insanen yahfeten ma yehnetihim ma yahtena” yani zikir; söylendiği zaman bir şöyle anlaşılır, kişinin elde ettiği bir marifeti korumasına imkan veren özelliktir, kişinin elde ettiği bir marifeti korumasına imkan veren özelliktir. Marifeti korumasına imkan veren özellik. Marifet ne demek? O da “idraku şeyi bi tefekkerun ve tedebburin lihi” şimdi diyorki bir şeyi bağlantıları ile birlikte düşünerek öğrenmektir, kavramaktır. Bir şeyi bağlantıları ile birlikte düşünüp kavramak, şimdi mesela bu ne? Su, su dediğiniz aklınıza ne geliyor? İçersiniz, susuzluğunuz giderilir, bu bir bilgi, başka işte bunun doğduğu yerler bilinir. İçtikten sonra, vücudunuzda sağlayacağı birtakım menfaatler bilinir, nasıl sizi rahatlatacağı bilinir. Bu su sadece sizin için değil, diğer canlılar içinde son derece önemlidir, onu bilirsiniz ve bu su nereden kaynaklanıyor, bir insan mı üretiyor, yoksa üretilmiş olarak tabiatta mı var, onu da bilirsiniz. Hani mesela birisi dese ki ben su üretme tesisi kurdum, ne yani hiç yoktan mı üretiyorsun, böyle birtakım maddeleri birleştirerek mi üretiyorsun diye sorarsın, evet dediği zaman, hayret ya öyle şey olur mu dersin, niye ? çünkü senin suyla alakalı zihninde birtakım bilgiler vardır. İşte zikir şu suyla alakalı sizin zihninizde olan bilgi neyse, yani sadece şu gördüğünüz madde değil, bunun sizin zihninizde oluşturduğu çağrıştırdığı birçok şeyler. Bunu onlarla birlikte bilmezseniz, sizin açınızdan bu hiçbir şey ifade etmez. Çünkü bunu görmek önemli değil, önemli olan bunun ne işe yaradığını bilmektir. İşte onun için marifet, marifet buna deniyor, yani bizim Türkçemizdeki marifet kelimesi bir beceri olarak anlaşılıyor ama Arapçadaki marifet o değil. Yani bilme manasına geliyor, bir şeyi bilmek, o şeyin ne işe yaradığını bilmektir. O da bağlantılarıyla birlikte onu öğrenmeyi gerektirir, işte bağlantılarıyla birlikte öğrendiğiniz şeyi, kafanıza yerleştirdiğiniz zaman o zikir olur. Yani şimdi su hakkında sizin kafanızda eğer bir bilgi olmasa ben bunu size gösterdiğim zaman, sizin için hiçbirşey ifade etmez. İşte kafanıza bu konuda yerleşmiş olan bilgi sizin için bir zikirdir. Marifetin kafaya yerleştirilmesi olduğu içinde bunun doğru bilgi olması gerekiyor. Peki marifet neden doğru bilgi olacak? Şimdi bu marifet; Arapçada bir maruf kelimesiyle de ifade edilir. Marufu, Allah’u Teala emretmemizi öğütlüyor,
“Vemu bil maruf venha anil münker”
“marufu emret ve münkerden yasakla” diyor
O zaman marifet, işte o maruf olandır, yani emredilebilecek olan, Allah’ın emrettiği doğru bilgidir. Öyleyse zikir ne olur? Kişinin elde ettiği doğru bir bilgiyi, kafasına yerleştirerek, korumasına zikir denir. Yani “özümseme” diyoruz ya Türkçe’de doğru bir bilgiyi kafaya koyup iyice kavramış oluyorsunuz, o iyice kavrama idrak kelimesinden anlaşılır ayni marifeti idrak, ama bağlantılarıyla birlikte bileceksiniz. Bu ne? Su, ne işe yarar? İşte ne işe yarar sorusuna cevap verebiliyorsanız onun bağlantılarına, demek ki sizde zikir haline gelmiştir o bilgi. İşte Allahü Teala’nın ayetleri de, insanlarda böyle zikir haline gelmeli, yani her bir ayet hangi ayetlerle bağlantılıdır. İşte peygamberimizin öğrettiği bu, o bağlantılardan dolayı ortaya çıkacak yeni bilgiler vardır. Onlarda, o yeni bilgilerin adına “hikmet” deniyor, onlarda doğru bilgilerdir ve bu sayede siz Kuranı hayatınıza taşıma imkanı elde etmiş olursunuz. Mesela “La ilahe İllallah” zikirdir. Doğru, neden zikirdir? “Allah’tan başka ilah yoktur” dediğiniz zaman sizin zihninizde çağrıştıran birçok bilgiler var. Allah’tan başka ilahın varlığını iddia eden ve ona kulluk eden insanlar var. Bu kulluğun onlarda meydana getirmiş olduğu rahatsızlıkları da hatırlarsınız, yani psikolojik rahatsızlıklar ya da cenabı Hakk’ın yasaklarına girmiş olmaktan kaynaklanan rahatsızlıklar. Ondan sonra, La İlahe İllallah’ı özümseyen kişinin Allah’tan başkasına kul olmayacağını, yalnızca onun kulu olup ona ibadet edip, ondan yardım dileyeceğini öğrenince de, bunu kavrayan bir kimsenin, dünyanın en güçlü insanı olacağını da anlarsınız ve bilirsiniz ki, sizi kendisine köle etmek isteyen çok sayıda insan vardır. İşte tüm bu bağlantıları bildiğiniz zaman La ilahe İllallah zikir olur. Peki, La ilahe illallah kelimesinin anlamını bilmiyorsanız, O zaman bu zikir olur mu? Aynı şekilde Kuranı kerim de de okuduğunuz herhangi bir ayetin anlamını bilmiyorsanız o sizin için zikir değildir. Onun bağlantılarını da bilmek şartı ile, anlamını bilmek sadece o cümlenin anlamını bilmek değil, o sayılmıyor, bağlantılarını da bilmek lazım ki biz sürekli onun üzerinde duruyoruz, işte Kuran sizin açınızdan zikir haline ne zaman gelir? Bir ayetin anlamını öğrenir, bağlantılarını da bilir
seniz ve onu özümserseniz sizin için zikir olur. Zikir kelimesi unutmanın karşılığı olarak ta kullanılır, bu da çok tabi bir şeydir, bir şey kafanıza iyice yerleşmişse zaten onu unutmazsınız. Mesela, birisine gösteriyorsunuz, bu nedir? Su diyor, fakat bir başkasına gösterdiğin zaman bunun su olduğunu bildiğinden emin olduğunuz bir kişiye bunu gösterip bu nedir diye sorsanız, bilmiyorum ki ne olduğunu diye cevap verse, ne dersiniz? “Ha bu adam hasta galiba!” Dersiniz, Bu adam iyice sıyırtmış, bak suyu bile tanımıyor dersiniz, yani su bile onun için maruf değil. Suyu bile tanımıyor dersiniz. İşte bu zikir, hem tabiattan elde edilen doğru bilgilerdir, hem de Allah’ın kitaplarından elde edilen doğru bilgilerdir, bu ikisi birbirine tamı tamına uyuştuğu için Allah’ın zikrini kavrayan insanların tabiata yaklaşımı diğer insanlardan çok farklı olur, eşyayı çok iyi tanırlar, onlarla ilişkileri son derece kaliteli olur. İşte burada Allahü Teala diyor ki, mademki bu peygamber, S.A.V. size Allah’ın ayetlerini öğretiyor, Allah’ın ayetlerinin bağlantılarını öğretiyor, o bağlantıların kurulmasıyla ortaya çıkan yeni bilgileri öğretiyor, yani kitabı ve hikmeti öğretiyor, size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor, öyleyse ”fetkuruni” “beni zikredin” ne demek olur? Herhangi bir konuda ben neyi emrettim neyi yasakladım onu bilin demek olur. Onu hatırlayın demek olur. Yani bir şeyle karşılaştığınız zaman o konuda benim neyi emrettiğimi hatırlayın demek olur. Mesela şimdi biz bu manayı neden vermiş oluyoruz? Bu da Kuranı kerimin, hani az önce söyledik ya, zikrin ayetin bağlantılarını bilmek olduğunu, bu ayetin bağlantılarını da bilmezsen zikir kelimesini anlatırken hiçbir şeyden haberin olmaz değil mi? Ali İmran 3. sure nin 135. ayetini açalım, 66 ncı sayfa. Bak burada Allahu Teala ne diyor, diyor ki, müminlerin özelliklerini anlatıyor.
“Vellezîne izâ fealû fâhişeten”
“Müminler çirkin bir davranış yaparlarsa”
“ev zalemû enfusehum”
“Kendilerine kötülük yaparlarsa, yani kendilerini kötü duruma sokacak işler yaparlarsa”
“zekerûllâhe”
“Allah’ı hatırlarlar, Allah’ı zikrederler”
“Fezkurune” , “beni zikredin” dedi ya, burada da yine zikir, “zekerûllâhe” Yani Allah’ın kuranda koyduğu emir ve yasakları hatırlarlar, ha! işte bu günahtı. Hatırladıkları an ne yaparlar;
“festagferû li zunûbihim”
“hemen günahları için bağışlanma, mağfiret dilerler”
Demek ki Allah’ı hatırlamak ne demekmiş? Allah’ı hatırladığın zaman günah olduğunu nereden bileceksin? Allah’ı hatırlamak demek, o konudaki Allah’ın emir ve yasaklarını hatırlamak demek. Bazı insanlarda, ayeti tamamlayalım da;
“ve men yagfiruz zunûbe illâllâhu ”
“Allah’tan başka günahları kim affedecek ki?”
Mesela şimdi biliyorsunuz, Hıristiyanlıkta sonradan oluşturulmuş bir husus var. Hani günahları Allah’tan başkasının affetmeyeceğini söylerler şu şeyde papazlar başlığını açarsan oradan okuruz. Hıristiyanlar bugün günah çıkartmak için papazlara giderler, Allah’tan başkası sizin günahınızı nasıl affeder? Onu da bilirler ki, hiç kimse, Allah’tan başka hiç kimsenin günahı affetme yetkisi yoktur. “Katoliklere göre, yalnız Allah günahları bağışlar”
“ve men yagfiruz zunûbe illâllâhu ” varya bu ayeti kerimede
“Allah’tan başka günahları kim affeder?”
böyle inanmaları çok tabii değil mi? Yani, Tevrat ve İncil Allahü Tealanın kitabı ise, elbette ki orada da bu hüküm var. “yalnız Allah günahları bağışlar” bu onların ifadesi “Katolik kilisesi din ve ahlak ilkeleri” kitabından alınmış, 1441 inci paragraftan almışız, ama hemen ondan sonra şöyle yapıyorlar; “bir kilse ruhanisi günahların bağışlandı derken, Allah’a ait bir yetkiyi kullanır” bu da onların ifadesi. “Allah’a ait bir yetkiyi kullanır” Allah kendine ait olan bir yetkiyi başkasına kullandırır mı? Ondan sonra devamen şöyle söylüyorlar: “bu sebeple ne kadar büyük olursa olsun, kilisenin bağışlayamacağı günah yoktur” bakın nereden nereye vardılar? Şimdi günahları yalnız Allah affeder, kilisenin bağışlamayacağı günah yoktur, öyleyse kilise nedir? Allah’tır. Kilise Allah’tır. Buna da ne diyor cenabı hak? Şirk diyor. Ondan sonra şöyle diyor; günahları bağışlama yetkisi yalnız papaya ve onun tarafından yetki verilen yerel piskoposa ya da papaza aittir. Şimdi “papa” kelimesinin anlamı nedir? “Baba” değil mi? Bizde de kilise babaları diyorlar, papa İtalyancadaki baba demektir. Peki bu hırıistiyanlar Allah’a hangi ismi veriyorlar, ona da papa diyorlar değil mi? Bakın neden bu papa ismini, ona papa diyorlar? Boşuna değil; Allah papa, bu da papa, ne oluyor bu öbür papa? Asıl Allah o oluyor haşa! Çünkü insanlarla ilişkide olan o. Şimdi Vatikan’da halka konuşurken pencereden, ta yukarılardan, 4 veya 5 inci kattan şöyle elini uzatıyor, şu şekilde yapınca hepsini bağışlamış oluyor haşa! İşte kendisine niye papa dediklerini anladınız mı? Papaz da, aslında odur yani onlarda biraz daha küçük baba, o büyük baba bunlarda küçük baba. Şimdi bizim, şimdi biz burada, hrıstiyanları tenkit ederken hepimiz ittifak ediyoruz. Çok güzel nasıl olsa o karşı taraf. Yani muhalif partinin üyesi, vur vurabildiğin kadar. Ama kendi tarafından birisi olduğu zaman o kadar dürüst davranamıyorsun. Şimdi bizdede tevba almak diye bir olay yok mu? El almak tevbe almak nedir? Bizde papa demezler ama ne derler? Efendi baba derler değil mi? Bunların hiçbirisi boşuna kullanılmış kelime değildir. Her yerde vardır bu yani şirkin yapısı her yerde aynıdır. Allahü Teala insandan uzaklaştırdıkları kadar uzaklaştırırlar, araya bir boşluk koyarlar kendi kafalarından, o boşluğa önce en üste o dinin peygamberini koyarlar, onun altına da mutlaka dini bir kurumu koyarlar, en altta da insan ezebildiğin kadar ez, Allah’ın adını kullanarak. Şimdi bunlar bunu söylerken, bakın ne diyor, “yalnız Allah günahları bağışlar” şimdi buradan kafirliğin mantığını lütfen kavrayalım. “Yalnız Allah günahları bağışlar” bu doğru bir cümle değil mi? Şimdi doğruyu biliyor, peki ondan sonra “günah bağışlama yetkisi yalnız papaya aittir” ne oldu şimdi? “Yalnız Allah günahları bağışlar” sözünün üstünü örttü mü? Bu kişi de bu doğru bilgi var mı? O doğru bilginin üstünü örterek “yalnız papa günahları bağışlar” diyor, ondan sonra da papanın yetki verdiği kişiler bağışlıyor, işte o doğru bilginin üstünü örttüğü için bunlar kafir oluyor, papa yı Allah’ın yerine koyduğu için de ne oluyor? Müşrik oluyor. İşte ben bir konferansta, Katoliklere aynen şunu söyledim, çünkü onlarda bizim tercüme yapanların dışındakilerin hepsi katolikti, tercüme yapanlar Müslüman. Mustafa Evli burada yok galiba. Aynen şunu söyledim. Dedim ki; “siz dedim Allah’a da papa dersiniz, papa’ya da papa dersiniz, o gökteki babanız bu da yerdeki babanız, öte yandan da dersiniz ki şirk en büyük günahtır. Peki bu şirk değilse şirk nedir? Dedim” tabi hiçbirisinin sesi çıkmadı. Bunu şunun için söylüyorum, herkes kendisinin ne mal olduğunu bilir, gayet iyi bilir ve buradan da şuraya intikal edelim konuyu daha iyi anlayabilmek için; Allahü Teala bütün kafirlerle ilgili şunu söylüyor ya; Ali İmran 106 ıncı ayette
“Yevme tebyaddu vucûhun ve tesveddu vucûh”
“o gün bazı yüzler ak, bazı yüzler kara olur”
“fe emmellezînesveddet vucûhuhum”
“yüzleri kara olanlar”
“e kefertum ba’de îmânikum”
“onlara denir ki, siz inandıktan sonra kafir mi oldunuz?”
“fe zûkûl azâbe bimâ kuntum tekfurûn”
“o zaman kafirliğinize karşı bu azabı tadın”
Şimdi bakın buradan şunu lütfen görün, işte bakın doğruyu biliyor ama yapmıyor. Allahü Teala haşa zalim mi ki, kuluna bilmediği bir konuda ceza versin. O zaman şunu da çok iyi kavrayalım, herkes kendi imkânları ile kendi bilgisi ile kendi becerisi ile doğru inancı anlar, ya Allah’ın indirdiği kitaptan bunu anlar ki onu ona birisi iyice öğretmesi lazım, peygamberimizin ümmetine öğretmesi gibi. Öğretmeden bu iş olmaz, mutlaka biri öğretecek. Ya da Allahü teala’nın yarattığı ayetlerden dolayı kavrarlar. O kavradığı doğruyu kendi kafasına göre örtüp te yeni doğrular ortaya koyduğu zaman işte o zaman örttüğü için kafir, kendisini onun yerine koyduğu için de müşrik olur. Her müşrik kafirdir, her kafirde müşriktir. Bu paranın iki, yazı ve tura tarafı gibidir, para aynı paradır da şu taraftan baktığınız zaman dersin ki bu yazıdır, öbür tarafından baktığınızda bu da turadır dersin. Tura kelimesi bizim “tuğra“ kelimesi varya, tuğra, hani eski altınlar vardır Osmanlı altınları, bir tarafta padişahın tuğrası yani imzası basılır onun için ona tuğra yani resimli tarafına ondan dolayı tuğra derler, öbür tarafında da onunla ilgili bilgiler falan vardır ona da yazı derler, ama ikisinin de anlattığı aynı şeydir. Dolayısıyla şirk ve küfür bir paranın iki tarafı gibidir. Şimdi, bir başka ayeti kerimeyi de okuyarak bu şeyleri anlamaya çalışalım. Zuhruf suresinde cenabı Hak, kaçıncı ayetti? Zuhruf 43. sure 36 ve 37 nci ayetler. 491. sayfa diyor ki Allahü Teala;
“Ve men ya’şu an zikrir rahmâni”
“Rahman’ın zikrine karşı körlük eden”
Şimdi “ahşayahşuişa” gözdeki bozukluk, hani dersiniz ya tam seçemiyorum. Mesela bunu veririm ya şunu bir oku, gözlüğüm de yok iyi de seçemiyorum sen okurmusun işte yaşu bu demek yani. Rahman’ın zikrine karşı böyle körlük eden mi diyelim, yani Türkçe nasıl ifade edelim? Körlük eden diyelim yani, çünkü bu aslında öyle değil ama kendini o noktaya koyuyor. Aslında görüyor, işine gelmiyor, şimdi ayeti kerimeyi gösteriyorsunuz oradan bir başka tarafa aktarıyor, mesela az önce Katolik kilisesi ile ilgili hani günahların affı. Şimdi siz bunu gösterirsiniz ya siz demiyor musunuz “yalnız Allah günahları bağışlar”. Onu dedikten sonra hemen atlıyor “yalnız papa bağışlar” diyorsunuz. Yalnız Allah bağışlar doğru ise yalnız papa bağışlar yanlış olması lazım, nasıl oluyor ikisi birden? Değil mi? Şimdi bizde de ayeti gösterirsiniz bakar okur, “falan ne diyorsa ben onu yaparım” der! İşte bu ne yapmış olur Allah’ın ayetlerine karşı körlük etmiş olur. Yani görmezlikten gelmiş olur. İşte bu kafirliktir. Ve bunu, bu kafirliği bizim saygıdeğer büyük ulemamız içinde yapanlarda vardır. Yani ayeti böyle bir parça olarak oraya yazar tamamını yazmaz, ya tamamını bilmiyor musun? Böyle makasla keserek, hadisi de almaz ondan sonra oraya bir hüküm yerleştirir. Biz şimdi Hıristiyanları tenkit ettiğimiz dürüstlükte, Müslümanları da tenkit edebilsek, herhalde çok rahat edeceğiz. Bak şimdi ben bunu tenkit ederken bile biraz azcık kendimi kıstım, hemen ilk hamleden biraz geri adım attım ki, milleti yavaş yavaş alıştıralım, yoksa, cümleyi geri sarmaya başlarım, ama önemli olan konuyu kavramaktır. Bakıyorsunuz yani, Türkiye’de çok ciddi boyutlarda İslamı Katolikleştirme çalışmaları var, ve bunlar da halkın İslam alimi gibi gördüğü birçok kimseyle birlikte yürütülüyor. Bu işin önderliğini onlar yapıyorlar. Bu hususlarda çok uyanık olmamız lazım, çok dikkatli olmamız lazım. Efendim böyle şey olur mu? Demeyin, olur! Alim olmak demek, doğru insan olmak, ya da dürüst mümin olmak demek değildir, şeytanda az bir alim değildi. Burada yapacağımız şey şudur, herkes cehenneme gidebilir ama ben asla gitmemeliyim, onun için ben kedi paçamı kurtarmak için ne yapabilirim? Efendim o kadar bencil miyiz? Kardeşim tamam sen, bazıları diyor ki, millet kurtulsun da ben cehennemde yanıyım diyor, yansın cehennemde sanki yer mi yok? İstediği kadar yansın, kendini Allah’tan daha merhametli sayanlar var haşa! Ne biçim bir mantıksa. Yan! Sanki umurumda idi. Şimdi önce Allah’ü Teala bize ne emrediyor?
“kû enfusekum” (Hadid-14)
“kendinizi koruyun”
Ondan sonra;
“ve ehlîkum”
“ve ailenizi koruyun”
Neyden?
“nâren”
“ateşten koruyun”
“vakûduhân nâsu vel hicâretu”
“yakıtı insanlar ve taş olan bir ateşten koruyun”
“ve iddedtil kafirun”
“kafirler için hazırlanmıştır”
Onun için öncelikle kendimizi ve yakınlarımızı korumaya çalışalım, başka insanları elbette ki ateşe atacak değiliz, onlara da doğruları anlatmaya çalışacağız. Evet işte diyor ki Allahü Teala burada;
“Ve men ya’şu an zikrir rahmâni” (zuhruf-36)
“kim ki Rahmanın zikrine karşı körlük ederse, görmezlikten gelirse”
“nukayyıd lehu şeytânen”
“onun başına bir şeytan sararız”
Nukayyıd; bir yumurtanın kabuğunu düşünün, o kabuğun içerisinde kalmak gibi bir şey. Yumurtanın kabuğu çok ince bir şey, istersen her an kırabilirsin, ama o kabuğu kırmazsan, orada öyle kala kalırsın, dünyan küçülür, ufkun daralır çok dar bir hayatın içine girersin. İşte
“nukayyıd lehu şeytânen”
“bir şeytanı onun çevresine yumurta kabuğu sararız”
Şeytan onu, yumurta kabuğunun yumurtayı sarması gibi sarar, ona bu fırsatı veririz.
“huve lehu karîn”
“şeytan onun yakın arkadaşıdır.”
“Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli”(Zuhruf-37)
“onlar bunları Allah’ın yolundan engellerler”
Çünkü artık çevresini kuşatmış ya, her şeyde bir bahane bulurlar.
“ve yahsebûne ennehum muhtedûn”
“ama bunlar kendilerini doğru yolun ortasında hesap ederler”
Dindarlığı da kimseye vermezler. Allah’ın ayetlerini görmüyor, başkalarının sözünü Allah’ın sözünün yerine koyuyor, en iyi dindar da o oluyor. Çevrenize bakarsanız bu tür dindarlardan çok görürsünüz. Hatta çoğunluk o tür dindarlardandır maalesef. Demek ki Rahman’ın zikri meselesi basit bir olay değilmiş.
“Fezkurûnî ezkurkum”(Bakara-152)
Şimdi esas ayetimize geçersek, bu bakara suresinin 152. ayeti. Allah’ü Teala diyor ki;
“Fezkurûnî”
“beni hatırlayın”
Yani her şeyde, mesela diyelim ki ezan okundu, ezan okunduğu zaman Allah’ı nasıl hatırlarsınız? Allah’ın namaz kılma emri aklınıza geldiği zaman hatırlamış olursunuz. Allah’ü Teala Musa(A.S.)e ne demişti?
“İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene”(Taha-14)
“ben Allah’ım benden başka ilah yoktur.”
“fa’budnî”
“öyleyse bana kulluk et”
“ve ekımis salâte”
“ve namazı kıl”
“li zikrî.”
“benim zikrim için”
“beni hatırlaman sebebiyle ya da beni zikretmen için namazını kıl”
İşte namaz Allah’ın zikridir. Ondan dolayı, Bakara 239. ayette Allahü Teala ne diyor, diyor ki;
“Hâfizû alâs salavâti ves salâtil vustâ”(Bakara-238)
“namazları koruyun, üzerine titreyin, titizlikle namazları koruyun ve özellikle de orta namazı” özellikle de demeyelim de “orta namazı”
“ve kûmû lillâhi kânitîn ”
“Allah için itaatkarlar olarak dik durun”
“Allah için itaatkârlar olarak dik durmak” ne demek oluyor? Yani yalnız Allah’a boyun eğin başkasına değil. İşte bu;
“İyyâke na’budu” (Fatiha-5) nun karşılığıdır.
“Fe in hıftum”(Bakara-239)
“eğer korkarsanız”
Yani olur ya, başınıza, hayatının bin bir türlü sıkıntısı vardır, işe geç kalmaktan da korkabilirsin, bir yere yetişememekten de korkabilirsin, korkunun tarifini yapmamış Allah’ü Teala burada, herkesin kendisine bırakmış.
“Fe in hıftum fe ricâlen ev rukbânâ”
“korkarsanız yürüyerek ya da binili olarak namazınızı kılın”
“fe izâ emintum”
“güvene kavuştuğunuz zaman, korkunuz, sıkıntınız geçtimi”
“fezkurûllâhe”
“Allah’ı zikredin”
Demek ki Allah’ı zikretmek aynı zamanda neymiş? Namaz kılmakmış. Çünkü namaz Allah’ın sürekli yerine getirmemizi istediği bir zikridir, emridir. Öyleyse ezan okundu namaz vakti geldi, adam namazı hatırlamıyorsa onun başına bir şeytan sarılmış demektir. Dikkat ederseniz böyleleri dindarlığı hiç kimseye vermezler, beş vakit namaz kılandan daha dindar sayarlar kendilerini, çünkü
“ve yahsebûne ennehum muhtedûn” (Zuhruf-36)
Ayet açık; kendilerini doğru yolda kabul ediyorlar. Az önce okuduğumuz ayette, yani Zuhruf suresinin 36. ayetinde
“Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli”(Zuhruf-37)
“şeytan onları yoldan çıkarır, ezan okunur namaz hiç akıllarına gelmez, bir günah karşısında Allah’ın emirlerini pek hatırlamaz ya da bir vacib görev karşısında Allah’ın emirlerini hatırlamaz” ondan sonra şeytan onu hak yoldan şöyle kenara kenara iter ama bunlarda kendilerini doğru yolun ortasında sanırlar. Evet, demek ki
“Fezkurûnî”
Emri son derece önemliymiş, yani zikir çok çok önemli bir şeydir, ondan dolayı kuranı kerimin adı zikirdir. Ondan dolayı
“Fezkurûnî ezkurkum”(Bakara-152)
Diyor Allah;
“siz beni hatırlayın ki, ben de sizi hatırlayım”
Peki “ben de sizi hatırlayım“ ne demek oluyor? Cenabı Hak günahlarını affeder, günahın yoksa sevabını artırır, senin dereceni yükseltir, giderek itibarın yükselir, ondan sonra kafandaki bilgileri daha iyi kullanmaya başlarsın, daha önce aklına gelmeyen yeni bilgiler gelir. Çünkü şöyle bir merdiveni yukarı çıktığını düşünün ya da merdiven diyelim, şöyle geri geri bir dağa yuları çıktığınızı düşünelim. Her adımınızda bir geriye dönüp baksanız bir adım önce göremediğiniz şeyleri görmeye başlarsınız, her adımda daha yeni şeyler görürsünüz, biraz daha yukarı çıktığınızda daha yeni şeyler, en tepeye çıktığınız zaman da hiç kimsenin bir şeyleri görmeye başlarsınız. Cenabı Hak size yeni yeni bilgilerin kapısını açar. O bilgilere ulaşırsınız. Şimdi siz günahla, iki de bir gözlüğümüzü sileriz değil mi? Dene sileriz gözlüğümüzü? İyi görelim diye, günahlarla böyle kirlenen gözlükten doğru şeyler gözükmez ki. Onun için insandır her zaman günah işleyebilirsiniz ama hemen arkasından tövbe edip, yani gözlüğünü silmeniz lazım ki doğru görebilesiniz. Şimdi burada size bir örnek daha vereyim de, ondan sonra bu iş bitmiş olsun. Şu cumartesi yasağını çiğneyenler diye bir başlık vardı. Oradan bakayım da, Bu ayeti kerimelere girersek çok zaman alacak, oradan ben kısaca özetleyim çabucak. Şimdi bu, doğru bildiğimiz yanlışlarda, “cumartesi yasağı” bu ayeti kerime, bu bakara suresindeki ayet, yani siz diyor;”içinizden cumartesi yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz, bu sebeple onlara aşağılık maymunlar olun demiştik, bunu yaptık ki hemen orada olanlar ve olmayanlar için caydırıcı bir ceza hem de sakınanlar için bir öğüt olsun”. Şimdi burada esas ben bu zikir kelimesiyle ilgili olarak, birde “tarikatçılığa bakış” ta orada var evet “cumartesi yasağı” diye, Araf suresindeki ayetler. Şimdi burada esas, size şu ayeti kerime için bu hikâyeyi okuyacağım, 165. ayete bakın, yani biliyorsunuz, Yahudilerde bir cumartesi yasağı var, aslında onu Allah koymadı, kendileri ihdas ettiler sonra o yasağa uymadılar, yani işlenen günahlar, işlenen haramlar insanın mahrumiyetini artırıyor. Bu cumartesi yasağını çiğneyen, Yahudilerle ilgili olarak 165.ayeti kerimede şöyle buyuruluyor;
“Fe lemmâ nesû mâ zukkirû bihî enceynellezîne yenhevne anis sûi ve ahaznellezîne zalemû bi azâbin beîsin bi mâ kânû yefsukûn” (Araf-165)
“yani kendilerine hatırlatılan şeyleri unutanlar”
Çünkü Yahudiler önce kendi yaptıkları yanlışlardan dolayı, Cenabı Hak onlara olan emirlerini ağırlaştırıyor. Şimdi, Eyle’de, Eyle kentinde Yahudiler yaşıyormuş, yılın bir ayında her taraftan oraya balıklar akın ediyor, balık çokluğundan neredeyse su görünmez oluyormuş, o ayın dışında da neredeyse hiç balık gelmiyormuş oraya. Fakat balıklar, cumartesi günü geliyor, Allah imtihan için bunu yapıyor, cumartesi günü oraya balık geliyor. Ama cumartesinin dışında da gelmiyor, şimdi bunlar cumartesi günü o balıkları görüp ağızları sulanıyor ertesi gün yok. Ne yapalım diyorlar, Razi tefsirinde belirtildiğine göre şöyle şey yapıyorlar. Diyorlar ki; içeride kuyular kazalım, denizden oraya da birer ark açarız, nasıl olsa çok fazla balık geliyor nasıl olsa o balıklar kuyulara dolar, o gün denizle bağlantısını keseriz kuyuların, bu balıklar çıkıp gidemezler orada kalırlar. Bağlantısını kesmekle balık avlamış olmuyoruz ki sadece bağlantıyı kesmiş oluyoruz, ertesi günde o balıkları alır yeriz diyorlar. Şimdi, derken bunu yapmışlar, birisi yapıyor öbürleri ne olacak acaba falan, bunlara bir bela gelecek mi, gelmeyecek mi diye bakıyor, e gelmedi, biz de yapalım, biz de yapalım… derken yaygınlaşıyor. İçlerinden bir gurup bunlara sürekli diyor ki bunlara ; “yapmayın” bakın “Allah’ü Teala’nın büyük bir cezası gelir sizlere etmeyin” diyor, ve bunlarda karşı çıkıyor, babamız da yaptı dedemizde yaptı hiç birşey olmadı falan diyorlar, artık Allah’ın emirlerini unutuyorlar ve bu yeni bir balık tutma yöntemi haline geliyor. Sonra bir kısımda, balık tutmayanlar iki guruba ayrılıyor, bir gurup diyor ki bunların adam olacakları yok diyor, bir daha bunlara laf söylemeye gerek yok, ne kendini kötü duruma düşürüyorsun ki? Öbürlerine de diyorlar ki, o hala uyarmaya devam edenlere, diyorlar ki;
“Ve iz kâlet ummetun minhum ”(Araf-164)
“onlardan bir gurup şöyle diyor”
Uyarmaya devam edenlere diyor ki;
“lime teizûne kavmenillâhu muhlikuhum ev muazzibuhum azâben şedîdâ”
“Allah bunları helak edecek, büyük bir azapla azaplandıracak, bu adamlarla uğraşmayın, bunlar bitmiş artık, bunlar yola gelmezler”
Sürekli bize söyledikleri gibi yani, öbürleri de diyor ki;
“kâlû ma’zireten ilâ rabbikum”
“biz bunları bu adamlar yola gelsin diye yapmıyoruz ki, Allah bize emrettiği için yapıyoruz”
“ve leallehum yettekûn”
“Bakarsınız ki, kendilerini korurlarda”
Yani bizim bunlara gidip nasihat etmemizin esas sebebi, Allah emrettiği içindir. Allah’ın emrini yerine getirdiğim zaman ben alacağımı almış oluyorum, ücretimi Cenabı Haktan istiyorum, bunlardan değil. Belki bakarsınız ki bunlarda kurtulmuş olur, o zaman daha da güzel bir sonuç elde etmiş oluruz.
“Fe lemmâ nesû mâ zukkirû bihî”
“kendilerine hatırlatılan”
Yani sürekli uyarı, demek ki uyaran kişiler olması gerekiyor toplumlarda. Unutmuyorlar, unutmuş gözüküyorlar. O zaman ne oluyor;
“enceynellezîne yenhevne anis sûi”
“bu, sürekli uyaran kişileri o kötülükten kurtardık”
Uyaranları kurtarıyor Allah ama o suçu işleyenlerle, uyarıdan vazgeçenleri ne yapıyor?
“ve ahaznellezîne zalemû bi azâbin beîsin”
“o kötü azapla onları yakaladık”
“bi mâ kânû yefsukûn”
“fasıklıkları sebebiyle”
Bir gurubu günah işlediği için fasık, bir gurubu da uyarıyı terk ettikleri için fasık.
“Fe lemmâ atev an mâ nuhû anhu” (Bakara-166)
“yasaklandıkları şey karşısında böyle diklenince”
“kulnâ lehum kûnû kıredeten hâsiîn”
“onlara dedik ki alçak maymunlar olun”
Şimdi bunlar gerçek manada maymun mu oldular yoksa huyları maymuna mı dönüştü? Ayeti kerimenin zahirine baktığımız da gerçek manada maymun oldukları anlaşılıyor, olabilir. Şimdi şöyle bir şey anlatılıyor; o şehrin kapıları kapalı, mesela İstanbul’un eski İstanbul’un çevresindeki suru hatırlayın, Edirnekapı diye bir kapı var değil mi? O kapı akşam kapatılıyor, sabah açılıyor güvenlik için, işte Topkapı var, Mevlana kapı var, o kapılar gibi kapıları düşünün. Akşamdan kapılar kapatılmış, sabahleyin dışarıdan o şehre mal getiren insanlar geliyor kapılar açık değil, çalıyorlar açan yok. Yani o kitaplar da yazan, bu ayet hadis değil. Karıştırmayın da yani, bazı tefsirlerde yazanları anlatıyorum. İşte çıkıyorlar duvardan bakıyorlar ki içerde, elbiseli kişiler dolaşıyor ama hiç insana benzemiyorlar. İniyorlar aşağı, bunlar maymuna dönüşmüşler, bunları tanıyorlar ama konuşamıyorlar, birkaç gün sonrada hepsi ölüp gidiyorlar diye söyleniyor. Ne derece doğru onu Allah bilir. Şimdi asıl önemli olan şu, “alçak maymunlar olun” emrine hepsinin muhatap olmuş olması. Demek ki;
“Fezkurûnî ezkurkum”(Bakara-152)
Son derece önemliymiş,yani;
“siz benim emrimi yerine getirin ki, bende sizin değerinizi yükseltiyim”
Demiş oluyor Cenabı Hak burada.
“veşkurû lî”
“bana şükredin, teşekkür edin”
Bakın bu kadar nimet veriyorum.
“ve lâ tekfurûn”
“bana karşı nankörlük etmeyin”
Bu sebeple, kuranı kerimin iyi kavramak çok önemli, insanları uyarmak son derece önemli, uyarıyı da asla karşı taraf uyansın diye değil, tabi ki uyanması bizim çok büyük arzumuzdur ama asıl yapmamız gereken Allah emretti diyedir. Çünkü eğer Allah emretti diye yapmazsan biraz sonra usanırsın. Öbürlerinin yaptığı gibi. “Ya bunların adam olacakları yok” dersin. Diyemezsin! Bakın, Yunus(A.S), “bunların adam olacakları yok” dedi çekti gitti, Cenabı Hak bize nasıl, sonra tevbekar oldu da Allahü Teala onu balığın karnından kurtardı yoksa onu yaptı diye Allah, peygamber demedi, balığın karnına attırdı değil mi?