Elhamdü lillâhi rabbil-âlemîn. Vel-‘âkibetü lil-müttekîn. Vessalâtü ves-selâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedivve ‘alâ âlihî ve ashâbihî ecme’în. Bugün Bakara Suresi’nin 142. âyetinden itibaren okuyacağız. Kıble konusu ile ilgili âyetleri okuyacağız. Kıble’nin daha önce nereye olduğunu ve ne tarafa çevrildiğini, Kâbe’ye nasıl çevrildiğini burada anlamaya çalışacağız inşallah.
Euzübillahimineşşeytanirracim “Se yekulüs süfehaü minen nasi ma vellahüm an kıbletihimülletı kanu aleyha” (Bakara 2/142) Bu insanlardan sefih olanlar yani kendi değerini bilmeyen, kendini bilmez olan kimseler şöyle diyeceklerdir; bunları bulundukları kıbleden çeviren nedir? “kul lillahil meşriku vel mağrib yehdı mey yeşaü ila sıratım müstekıym” (Bakara 2/142) De ki doğu da Allah’ındır batı da. Allah Teâlâ gereken gayreti göstereni sıratım müstekıym’e yönlendirir. Öyle bedava sıratım müstekıym’e yönelmek yok. “Ve kezalike cealnakmüm ümmetev vesetal li tekunu şühedae alen nasive yekuner rasulü aleyküm şehıda” (Bakara 2/143) İşte böylece sizi orta ümmet yaptık. Merkezde olan bir ümmet yaptık. Böyle yaptık ki insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun.
Bu şühedae kelimesi şehidin çoğuludur. Şehit hem ismi faîl olur, hem ismi meful olur. İsmi faîl olursa şahit manasındadır, ismi meful olursa meşhut manasındadır. Şahit demek; bir şeyi gözleriyle görüp, algılayan kişi anlamında olduğu gibi; uzman manasına da gelir. Yani bir konuyu çok iyi kavrayıp, anlamış olan bir kişi anlamına da gelir. Meşhut dediğimiz zaman da herkesin gözünün üzerinde olduğu kişi, yani örnek kişi manasına gelir. Bu âyeti kerime’ye her iki anlamı da vermemiz mümkündür.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in şahit olduğuna dair âyet var. Mesela Fetih Suresi’nde var; Esteuzubillah “İnna erselnake şahidev ve mübeşşirav ve nezıra“ (Fetih 48/8) Beş yüz onuncu sayfa. Seni şahit olarak, müjdeci olarak ve uyarıcı olarak gönderdik. Şimdi peygamber efendimizin şahit olması nedir? Şimdi bazıları bunu anlam saptırması meydana getirerek, peygamber (s.a.v.)’in ölmediğini, hala yaşadığını ve bizi gözetlediğini söylerler. Yani peygamberimiz şahittir, bizi görüyor, gözetliyor derler. Şimdi şahit demek illa da gören ve gözetleyen kimse manasında değil, buradaki şahitliğin anlamını Allah Teâlâ Nahl Suresi’nin 89. âyetinde çok net bir şekilde bildiriyor, hem de şehit kelimesiyle bildiriyor. Nahl Suresi 16. Suredir. Aç seksen dokuz. Kaçıncı sayfa? İki yüz yetmiş altıncı sayfa. Burada diyor ki Allah Teâlâ “Ve yevme neb’azü fı külli ümmetin şehıden” (Nahl 16/89) “Ve yevme neb’azü fı külli ümmetin şehıden ala haüla” (Nahl 16/89) Her ümmetten kendilerine karşı bir şehit yani şahit çıkardığımız gün, her ümmetin içinden bir şahit çıkardığımız gün kendilerinden, ….06:12….”şehıden ala haüla” (Nahl 16/89) bunlara şahit olarak getiririz.
Demek ki her ümmetin içerisinden Cenab-ı Hak şahitler çıkaracak. Ahirette bir şahit çıkaracak. Bir tane şahit çıkaracak. Başka şahitlerde var ama buradaki anlatılan tek bir şahit, her ümmetten bir şahit. O zaman her ümmetten bir şahit, o ümmetin peygamberi olur. ….06:38….seni de getirdiğimiz zaman “şehıden ala haüla” (Nahl 16/89) şu müminlere şahit olarak getirdiğimiz zaman “ve nezzelna aleykel kitabe tibyanel likülli şey’iv” (Nahl 16/89) işte o zaman yani her şey olacak siz şahitliği yapacaksınız. “ve nezzelna aleykel kitabe” (Nahl 16/89) Sana şu kitabı indirdik ki “tibyanel likülli şey’iv” (Nahl 16/89) her şeyi açıklayan, açıklasın diye indirdik. “ve hüdev ve rahmetev ve büşra lil müslimın” (Nahl 16/89) doğruyu gösteren rahmet ve Müslümanlara bir müjde olmak üzere bu kitabı sana indirdik.
Şimdi Peygamberimiz (s.a.v.)’in ahirette yapacağı şahitlik, bu kitapla Kurân-ı Kerîm’ le olacaktır. Yani insanlar gelecek, sen namaz kıldın mı? Bilmiyordum Ya Rabbî. Aa işte bak işte Kurân-ı Kerîm’de var. Oruç tuttun mu? Zekâtını verdin mi? Neyse bütün yapılan ibadetlerin hesabı verilirken, bir de elinde Kurân-ı Kerîm ya da zihninde Kurân-ı Kerîm Peygamberimiz (s.a.v.) bir şahit olarak orada olacaktır. Oradaki şahidin anlamı uzman demektir. Yani konuyu gayet iyi bilen bir kişi demektir.
Kurân-ı Kerîm’de bu kelimenin bu anlamda açıkça kullanıldığı Yusuf Suresi var. İki yüz otuz yedinci sayfa mı? İki yüz otuz yedinci sayfa. Kaçıncı âyetti? 26. âyet. Evet. Züleyha, Yusuf (a.s.)’a sahip olmak istemişti, kapıları kapamış seninim demişti ona. O zaman Yusuf (a.s.) ona yaklaşmamıştı. Züleyha ikisi de birlikte kapıya doğru Yusuf (a.s.) kapıya doğru kaçarken, o da arkadan Yusuf (a.s.)’a Yusuf (a.s.)’ı yakalamaya çalışıyordu. Tam o sırada kocası geldi kadının ve o halde iken onları gördü. O zaman kadın demişti ki, ”ma ceazü men erade bi ehlike suen illa ey yüscene ev azabün elım” (Yusuf 12/25) Senin eşine kötü bir davranışta bulunmak isteyenin cezası nedir? Yani işi tam tersine çevirdi. Yusuf (a.s.) ona sahip olmak istiyormuş gibi gösterdi. Hapsedilmeden başka bir şey mi? Ya da acıklı bir azaptan başka bir şey mi? dedi. Yusuf (a.s.) da dedi ki; hayır o benden murat almak istedi “Kale hiye ravedetnı an nefsı” (Yusuf 12/26) Şimdi ikisi arasındaki ihtilaf olunca “ve şehide şahidüm min ehliha” (Yusuf 12/26) Kadının ailesinden bir şahit, şahitlik etti.
Bu şahit orada var mı? Orada yok. O zaman bu kim? İşte bugün kriminoloji uzmanı dedikleri kişi. Yani bu konularda uzman olan kişi. Çünkü bizim anladığımız manada şahit olsa der ki; evet ben gördüm, bu kadın Yusuf’a yok Yusuf bu kadına sahip olmak istiyordu ya da kadın Yusuf’a sahip olmak istiyordu işte bu yalan söylüyor şu doğru söylüyor der. Ama öyle demiyor, uzmanlığı gereği konuşuyor diyor ki; şimdi bakın diyor çünkü kocası diyor ki işte bu kaçıyordu, o arkasındandı, işte elbisesini çekiyordu gibi olayı anlatınca o uzman kişi de diyor ki; “in kane kamısuhu kudde min kubulin fe sadekat ve hüve minel kazibın” (Yusuf 12/26) Bir bakın diyor; eğer Yusuf’un gömleği önden yırtılmışsa, kadın haklıdır. Çünkü Yusuf ona sahip olmak istediği zaman kadın, gömleğini önden çeker ki Yusuf bir şey yapamaz. “Ve in kane kamısuhu kudde min dübürin” (Yusuf 12/27) Ama gömleği arkadan yırtılmışsa, Yusuf kaçarken kadın kendine çekiyordur arkadan “fe kezebet ve hüve mines sadikıyn” (Yusuf 12/27) O zaman kadın yalan söylüyor, Yusuf haklıdır. “Felemma raaa kamısahu kudde min dübürin” (Yusuf 12/28) Kadının kocası Yusuf’un gömleğinin arkadan çekilip, yırtıldığını görünce, “kale innehu min keydikünn” (Yusuf 12/28) dedi ki bu sizin tuzaklarınızdan karısına bunu söyledi. “inne keydekünne azıym” (Yusuf 12/28) sizin tuzağınız pek yamandır, pek büyüktür. Siz pek büyük tuzak yaparsınız dedi. Ondan sonra Yusuf (a.s.)’a döndü dedi ki Yusuf’u “Yusüfü a’rıd an haza” (Yusuf 12/29) Yusuf bu işten vazgeç dedi. Yani hiç olmamış bil, böyle bir şey hiç olmamış. Ondan sonra karısına da dedi ki “vestağfirı li zembik” (Yusuf 12/29) İşlediğin günahtan dolayı da Allah’tan af dile dedi. “inneki künti minel hatıın” (Yusuf 12/29) Çünkü sen hata etmiş olanlardansın.
Şimdi kadının kocasının bu kararı vermesinin sebebi o şahit olan kişi. Bu görgü şahidi değil değil mi? Nedir? Uzman. Demek ki uzmanlık da mahkemede bir şahitlik gibi kabul ediliyormuş. Ve burada da peygamberimiz (s.a.v.)’e bütün peygamberler ahirette şahit olarak gelecekler. Mesela buna bir örnek olarak İsa (a.s.) ile ilgili “Ve im min ehlil kitabi illa le yü’minenne bihı kable mevtih” (Nisa 4/159) Al-i İmran’dı galiba? Nisa mı? Evet, yüz ikinci sayfa, Nisa 159. Şimdi bundan önceki âyette İsa (a.s.)’la ilgili bilgiler veriliyor. Allah Teâlâ diyor ki esteuzubillah “ve ma kateluhü ve ma salebuhü ve lakin şübbihe lehüm” (Nisa 4/157) yani Yahudiler İsa (a.s.)’ı öldürmek istediler ama öldüremediler. Onu çarmıha da geremediler. Yani çarmıha gerildiği söyleniyor ama onu da yapamadılar. İsa’yı ne öldürdüler, ne çarmıha gerdiler. Ama onlara öldürdükleri kişi, onlar için bu İsa’ya benzetildi. Yani İsa’yı öldürdüklerini zannettiler. “ve innellezınahtelefu fıhi le fı şekkim minh” (Nisa 4/157) İsa konusunda ihtilaf edenler gerçek bir şüphe içerisindedirler. Yani kesin bir kanaate varabilmiş değillerdir. “ma lehüm bihı min ılmin illettibaaz zann” (Nisa 4/157) Bu konuda kendilerinin bir bilgisi yoktur. Sadece tahminlere uyarlar. İşte İsa çarmıha gerildi falan diye. Olmayan bir şeyi çarmıhı kendilerinin sembolü de yapmışlardır biliyorsunuz. “ve ma kateluhü yekıyna” (Nisa 4/157) Yani kesin bir bilgiyle onu öldürmüş değillerdir. Öldürdüklerini zannetmişlerdir Yahudiler. “Ber rafeahüllahü ileyh” (Nisa 4/158) Hayır Allah onu kendisine yükseltmiştir.
Şimdi buradan hareketle İsa (a.s.)’ın göklere yükseldiği, işte ahir zamanda da tekrar döneceği iddiaları vardır biliyorsunuz. Hâlbuki öldürülen herkesin ruhu, Allah Teâlâ’nın belirlediği bir yüksekliğe kadar çıkar. Kâfirlerin ruhu için kapılar açılmaz. Ama diğerlerinin ruhu için açılır ve gider, sonra tekrar geri gelir. “İnnellezıne kezzebu bi ayatina vestekberu anha la tüfettehu lehüm ebvabüs semai” (Araf 7/40) Kâfir olan ve ayetlerimiz karşısında yalan söyleyenler için gök kapıları açılmaz diyor Allah Teâlâ. Yani onlarda öldükleri zaman peygamberimizin hadis-i şerifinde belirtildiği gibi, Araf 40. âyet evet. Kaçıncı sayfa? Yüz elli dört. “İnnellezıne kezzebu bi ayatina” (Araf 7/40) Âyetlerimize karşı yalan söyleyenler “vestekberu anha” (Araf 7/40) kendilerini ondan büyük göstermeye çalışanlar “la tüfettehu lehüm ebvabüs semai” (Araf 7/40) onlara, onlar için gök kapıları açılmaz. Ne zaman açılmaz? Yaşarken mi? Öldükleri zaman, ruhları çünkü oraya çıkar.
Her ölen kişi için bir miraç getirilir. Hadis-i şerifte belirtiliyor, bir miraç. Yani bizim anladığımız, bizim bildiğimiz asansöre benzer bir alet ama peygamberimiz (s.a.v.) onu çok güzel tanımlıyor; hiç kimsenin gözü bu kadar güzel bir şey görmemiştir diyor miraca, onunla çıktığını ifade ediyor. Ondan sonrada diyor ki görmüyor musunuz? Ölmekte olan kişiler hayranlıkla böyle gözlerini dikerek canlarını verirler. Çünkü o anda o şey geliyor, ruhlarını götürmek üzere o alet gelince şaşkınlık içerisine geliyorlar ve o sırada canlarını vermiş oluyorlar.
Evet, onlar için gök kapıları açılmayacak “ve la yedhulunel cennete” (Araf 7/40) Cennete de giremeyeceklerdir. “hatta yelicel cemelü fı semmil hıyad” (Araf 7/40) O gemicilerin urganları iğne deliğinden geçinceye kadar. Gemici urganı iğne deliğinden geçerse bunlarda cennete girerler. Deve deniyor ama deve değil bu gemici urganı. Keşşâf tefsirinde onu yazıyor, ilgi duyan bakabilir. “ve kezalike neczil mücrimın” (Araf 7/40) günahkârlara böyle ceza veririz. Dolayısıyla yani ölen herkesin ruhu yükselir. İşte buradaki İsa (a.s.)’ın ruhunu da Allah Teâlâ yükseltmiştir. “ve kanellahü azızen hakıma” (Nisa 4/158) Allah aziz ve hakimdir. Ondan sonra diyor ki burada “Ve im min ehlil kitabi illa le yü’minenne bihı kable mevtih” (Nisa 4/159) Ehl-i kitaptan her birisi, ölümünden önce mutlaka ona inanacaktır. Şimdi burada kable mevtih’deki hu zamirini, İsa (a.s.)’a götürüyorlar diyorlar ki; İsa ölmeden önce, İsa ölmedi gökyüzünde, İsa dönecek, ölecek, İsa ölmeden Ehl-i kitaptan herkes ona mutlaka inanacaktır. Nasıl olacak peki? Farz edin ki bugün İsa (a.s.) geldi. İs (a.s.)’ın göğe yükseldiği günden bugüne kadar, ölen Ehl-i kitap yeniden dirilecek de ona inanacaklar mı? Bu ne demek? Buradaki zamir, Ehl-i kitaptan her bir ferdi gösterir.
Ehl-i kitaptan herkes mutlaka kendi ölümünden önce yani bu hayattayken, İsa’nın Allah’ın resulü olduğuna kesin inanacaktır. Ki inanıyorlar, biz burada defalarca papalığın kitabından gösterdik. Ama orada kalmıyorlar, sıkıntı orada. Sonra tekrar tanrı yapıyorlar onu. Peki, “ve yevmel kıyameti yekunü aleyhim şehıda” (Nisa 4/159) Kıyamet günü, kıyamet günü İsa (a.s.) onlara karşı şahitlik yapacaktır. İşte her ümmetin peygamberi o ümmete yaptığı tebliği, ona gelmiş olan kitabı ortaya koyarak, kıyamet günü bir uzman kişi sıfatıyla hesabın başında bulunacak.
O zaman şimdi tekrar başa dönelim; peygamberimiz (s.a.v.)’in bize şahit olması kıyamettedir. Bize örnek olması bu dünyadadır. Biz de kıyamet günü insanlara şahitlik yapacağız. Bu dünyada da gözlem yapıyoruz insanların tavırlarını. Aynı zamanda da biz bu dünyada insanlara örnek olmak durumundayız. Örnek olmamız lazım. Yani örnek bir hayat yaşamak zorundayız. Çünkü Allah Teâlâ’nın kitabı bizde var. “Ve kezalike cealnakmüm ümmetev vesetal li tekunu şühedae alen nasi” (Bakara 2/143) İşte böylece sizi merkezde bir ümmet yaptık ki insanlara şahitler olasın. Her tarafı görebilesiniz. “ve yekuner rasulü aleyküm şehıda” (Bakara 2/143) Bu peygamber de size şahitlik yapsın. Yaşadığı sürece o zaman bizzat gözlemleyerek şahitlik yapıyordu, vefatından sonra da ahirette şahitlik yapacak. Zaten onu Maide Suresi’nin son ayetlerinde İsa (a.s.) için de görüyoruz. İsa (a.s.) diyor kaçıncı sayfaydı? Yüz yirmi altıncı sayfa. Şimdi bu konularda çok fazla hurafeler uydurdukları için mecburen uzatıyoruz kusura bakmayın.
Mesela İsa (a.s.), İsa (a.s.)’ın vefat ettiğini âyetten biliyoruz. Şimdi diyor ki Allah Teâlâ “innı müteveffıke ve rafiuke ileyye” (Ali İmran 3/55) Seni vefat ettireceğim ve kendime yükselteceğim diyor. Şimdi vefat iki şekilde olur; uyku şeklinde de ölüm şeklinde de olur. Burada ölüm olduğunun delili var, İsa (a.s.)’ın vefatının. Diyor ki; “felemma teveffeytenı” (Maide 5/117) Sen beni vefat ettirince “künte” (Maide 5/117) ha o başında “Me kultü lehüm illa ma emartenı bihı” (Maide 5/117) Allah Teâlâ, İsa (a.s.)’a soruyor diyor ki; Sen dedin mi ki onlara beni ve annemi Allah ile kendi aranıza iki tane tanrı olarak koyun? Tabii ondan sonra diyor ki eğer demişsem sen gayet iyi bilirsin Ya Rabbî diyor. Sen benim içimde olanı bilirsin ama ben sende olanı bilmem. Sen bütün gaybı bilirsin. Onlara bana emrettiğinden başka hiç bir şey söylemedim. Benimde sizin de rabbiniz olan Allah’a kulluk edin dedim “ve küntü aleyhim şehıdem ma dümtü fıhim” (Maide 5/117) İçlerinde yaşadığım zaman onlara şahitlik ediyordum. O zaman peygamberimiz de yaşadığı sürece ne yapıyordu? Müslümanların ne yaptıklarını gözetiyordu. “felemma teveffeytenı” (Maide 5/117) Beni vefat ettirdiğin zaman, işte bu vefatın ölüm olduğunun da delili bu; genellikle İsa (a.s.) tekrar gelecek diyenler, mutlaka ama mutlaka hiç istisnası yok âyetlerin birini alır diğerini almazlar. Şimdi bu adamlara iyi niyetli demek mümkün mü? Cenab-ı Hak selamet versin, şimdi İsa (a.s.) tekrar geri gelecek diye yazı yazan birisine, Ali Rıza Demircan hoca ne kadar uğraştıysa bu âyeti yazdıramadı. Çok uğraştı. En baştan ya bunlar iyi niyetli çocuklar yazacaklar dedi. Peki, bekle dedik. Bir seneden fazla oldu değil mi? Fazladır. İki sene oldu galiba. Uğraşıyor ya şu âyeti de yazsanıza. Bu âyeti yazarlarsa sistem çöküyor. Çünkü niyet Kurân’a uymak değil, Kurân’ı kendine uydurmak. Ondan sonra da Kurân’a uyanları batıl yolda gitmekle suçlamak. Yani hakkı batıl, batılı hak göstermek. Ne adına? İslam adına değil mi? Ali Rıza hoca ki son derece iyi niyetli bir insandır çünkü yakından biliyoruz, ne kadar uğraştıysa yazdıramadı. Hep öyle yapıyorlar.
Evet, “ve ente ala külli şey’in şehıd” (Maide 5/117) Her şeye şahit olan sensin. Demek ki, demek ki peygamberler yaşadıkları süre içerisinde bizzat görgü şahidi olarak kendi yakınında bulunan insanların ne yaptıklarını takip ediyorlar, vefatlarından sonra şahitlikleri de kıyamet günü olacak. İşte âyeti kerime de belirtildiği gibi; kendilerine indirilmiş kitapla şahitlik yapacaklardır, o kitabın bir uzmanı sıfatıyla şahitlik yapacaklardır. Yani aynen mahkemede kanunları bildiren bir kimse gibi işte şu kanunda şu yazıyor, bu kanunda bu yazıyor.
Evet, şimdi şahitlik konusunu bitirdik gelelim kıble konusuna. Yeryüzünün ilk kıblesi Kâbe’dir. İlk kıble Kâbe’dir. Allah Teâlâ, İbrahim (a.s) ile ilgili ayetleri okuduk biliyorsunuz, geçtiğimiz bundan önceki derslerde. Allah Teâlâ hem bize hem de Yahudi ve Hristiyanlara bir emir veriyor; “Kul sadekallahü” (Ali İmran 3/95) Altmış birinci sayfada 95 değil mi? Evet 95. âyette emir veriyor Cenab-ı Hak “Kul sadekallahü fettebiu millete ibrahıme hanıfa” (Ali İmran 3/95) De ki Allah doğru söylemiştir. İbrahim’in dosdoğru şeriatına uyun. Dosdoğru şeriatına uyun “ve ma kane minel müşrikın” (Ali İmran 3/95) O müşriklerden değildi.
Peki, İbrahim’in şeriatında Kâbe’nin yeri nedir? 14. sure’nin 37. âyetini açalım. Kaç? Dört yüz elli dokuz, ha iki yüz elli dokuz bu kadar ileri olmaması lazım. İki yüz elli dokuz. Şimdi burada diyor ki; İbrahim (a.s.) Kâbe-i şerif’i yaptı biliyorsunuz. Ailesinin bir kısmını oraya yerleştirdi ve şöyle dua etti “Rabbena innı eskentü min zürriyyetı bi vadin ğayri zı zer’ın ınde beytikel muharrami” (İbrahim 14/37) Yâ Rabbî benim soyumdan bir kısmını, senin bu Muharrem beyt’in yani Mescid-i Haram’ının yanında yerleştirdim. Niye? “rabbena li yükıymus salate” (İbrahim 14/37) Namazlarını kılsınlar diye. “fec’al ef’idetem minen nasi” (İbrahim 14/37) Ve insanların gönlünü de kıl, “tehvı ileyhim” (İbrahim 14/37) Bunları akar kıl. Yani insanlar hep buraya gelmek istesinler. Bakın Hac, Umre’ye bir defa giden bir defa daha gitmek ister, bir daha ister, bir daha ister bir türlü doymaz. Gönlü oraya aksın. “verzukhüm mines semerati” (İbrahim 14/37) Ve yiyeceklerden onları rızıklandır, “leallehüm yeşkürun” (İbrahim 14/37) Belki şükrederler. Belki teşekkür ederler.
Bir yerde de şöyle diyor İbrahim (a.s.) “Rabbic’alnı mükıymes salati ve imn zürriyyetı” (İbrahim 14/40) Hemen orda değil mi? Ha burada tamam. Bak hemen aşağıya doğru inin 40 40 evet. “Rabbic’alnı mükıymes salati ve imn zürriyyetı” (İbrahim 14/40) Yâ Rabbî beni bu namazı kılan yap, Kâbe’yi namaz kılmak için yaptı ya bu namazı kılan kişi yap, soyumdan gelenleri de öyle “rabbena ve tekabbel düa” (İbrahim 14/40) Yâ Rabbî sen duamı kabul eyle.
Şimdi Yahudiler ve Hristiyanlar kimin soyundan gelmişlerdir? Yani İsrailoğulları. İsa (a.s.) İbrahim (a.s.)’ın soyundan değil mi? Musa (a.s.)’da İbrahim (a.s.)’ın soyundan, peygamberimiz de o soydan, Mekkeliler de o soydan. O zaman Yâ Rabbî şu namazı kılan kişi yap, soyumdan geleni de öyle dediyse ve Kâbe’yi de namaz için yaptıysa o zaman Kâbe bütün bunların kıblesi olur mu? Hepsinin kıblesi olur Kâbe. Tamamının kıblesi olur. Onu zaten bir giriş olarak şey yapıyorum. Onu Ali İmran Suresi’nde az önce okuduğum âyetten sonra zaten Allah Teâlâ bildiriyor altmış birinci sayfada. Diyor ki; “İnne evvele beytiv vüdıa linnasi” (Ali İmran 3/96) İnsanlar için konmuş, yapılmış olan ilk beyt, ilk mabet “lellezı bi bekkete mübarakev ve hüdel lil alemın” (Ali İmran 3/96) Elbette ki Mekke’de olandır. İbrahim (a.s.) ilk insan mıdır? Kim ilk insan? Adem (a.s.) o zaman ilk beyti kim yapmış olur? Adem (a.s.)’dan beri olan yerdir orası. Elbette ki Mekke’de olandır. Peki, nasıl bir bina? “vüdıa linnasi” (Ali İmran 3/96) İnsanlara yol gösterir, hedef bildirir. Kıble de öyledir. Kıbleye doğru git ondan sağa dön dersiniz. Değil mi? Hem ibadette hem başka konularda. “İnne evvele beytiv vüdıa linnasi lellezı bi bekkete mübarakev ve hüdel lil alemın” (Ali İmran 3/96) Evet. “İnne evvele beytiv vüdıa linnasi” (Ali İmran 3/96) İnsanlar için konmuş olan ilk bina “lellezı bi bekkete” (Ali İmran 3/96) elbette ki Mekke’de olandır. “mübarakev” (Ali İmran 3/96) Bereketli bir bina “ve hüdel lil alemın” (Ali İmran 3/96) ve tüm alem için bir hidayet merkezi. Çünkü Mekke aynı zamanda Ümmü’l–Kurâ. Bütün şehirlerin anası, ana merkez. Bugün bütün kara parçalarının merkezi Mekke. Yapılan ölçümlerde bunu tespit etmişler. Yani Kâbe’nin olduğu yer, dünyanın tam merkez noktası. “Fıhi ayatüm beyyinatüm mekamü ibrahım” (Ali İmran 3/97) İşte orada açık açık ayetler vardır, işaretler vardır ve İbrahim’in ibadet yaptığı yerler vardır.
İbrahim (a.s.) Kâbe’yi yaptıktan sonra, insanlara çağrıda bulunmuştu Hacc Suresi’nde. Hacc 28 olacak değil mi? Üç yüz otuz dördüncü sayfa. 27 imiş. Evet. Burada diyor ki tabii o diğer ayetlere gidersek çok uzarda onun için bundan şey yapıyorum özetini geçiyorum “Ve ezzin fin nasi bil hacci” (Hacc 22/27) İnsanlar içinde o haccı ilan et. El–Hac Elif lâmlı hac.
Yani demek ki Kâbe-i şerif’in ilk yapıldığı günden itibaren insanlar hac yapıyor. Kâbe’nin yıkılmasından sonra bir süre hac durmuş. Kâbe’nin yeri belli değil. Çünkü ayette “Ve iz yerfeu ibrahımül kavaıde minel beyti ve ismaıyl” (Bakara 2/127) İbrahim o beyt’in temellerini yükseltiyordu, İsmail ile beraber. Şimdi o beyt var, temelleri var ama kaybolmuş. Nuh Tufanı’nda kaybolmuş. Ondan sonra İbrahim (a.s.) geliyor beyt’in temellerini yükseltiyor. Ama insanların zihninde hac var. “Ve ezin” (Hacc 22/27) İlan et. Artık Kâbe yapıldı hacca gelebilirsiniz. “Ve ezzin fin nasi bil hacci” (Hacc 22/27) İnsanlar içerisinde o haccı ilan et. “ ye’tuke ricalev” (Hacc 22/27) Sana yürüyerek gelsinler. “ve ala külli damiriy” (Hacc 22/27) ve bitkin binekler üzerinde gelsinler. “ye’tıne min külli feccin amıyk” (Hacc 22/27) Her derin vadilerden aşarak gelsinler. Gelsinler ne yapsınlar? “Li yeşhedu menafia lehüm” (Hacc 22/28) kendileri için menfaatleri olan şeyi görsünler. Nedir yani? Orada önce bir ticaret yapsınlar. Çünkü hac haram aylardadır, haram ayların tam ortasındadır. Yani insanların dokunulmaz olduğu, can ve mal güvenliğinin sağlandığı aylardadır. Dolayısıyla oraya önce bir mal getirirler orada önce bir ticaret yaparlar “ve yezkürüsmellahi fı eyyamim ma’lumatin ala ma razekahüm mim behımetil en’am” (Hacc 22/28) Hani bize hep derler ticaret için gidiyor hacca. Tabii ki işte Allah zaten ilk önce gelsinler bunu yapsınlar diyor yani. İlk söylenen o. Ticaretin en iyisi orada yapılır. Bütün dünyadan insanlar geliyor.
“Li yeşhedu menafia lehüm ve yezkürüsmellahi fı eyyamim ma’lumatin ala ma razekahüm mim behımetil en’am” (Hacc 22/28) Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği behımetil en’am üzerine, belli günlerde Allah’ın adını ansınlar. Behımetil en’am dediğimiz; Enam Suresi 142. 143’de belirtilen; koyun, keçi, sığır ve deve. Yani dört ayaklı hayvanlardan Enam denenler. Onların üzerine Allah’ın adını ansınlar. Yani hacca gelsinler, belli günlerde ansınlar. O hangi gün o? Kurban bayramı günleri. Bak belli günler diyor demek ki insanlar öteden beri aynı günde kurban kesiyorlarmış. Memleketinizde kestiğiniz kurbanı gelin burada kesin. Şimdi bizde her kurban bayramında efendim ben yolculuğu çıkıyorum kurban olur mu diyor? Nasıl olmaz kardeşim? Bak gelip orada kessinler diyor âyet. Peygamberimizde öyle yapmıştır. Veda Haccı’nda kurban bayramı kurbanını kesmiştir peygamberimiz şeyde. O kestiği kurban, kurban bayramı kurbanıdır.
Şimdi bütün bunlar neyi gösteriyor; öteden beri Kâbe’nin kıble olduğunu gösteriyor mu? Öteden beri Kâbe kıbledir. Zaten ha sonra Davud (a.s.) zamanında kıble değişmiştir, Tevrat’taki ifadelere göre. Şu anda Kubbet-üs–Sahra denen, hani o altıgen böyle üstü altın gibi bir kubbesi olan bir yer var; orası bir harman yeriymiş, Davud (a.s.) satın alıyor ora ilk önce sunak haline getiriliyor ve kıble oluyor. Oradan peygamber efendimiz (s.a.v.)’e kadar kısa bir süreliğine Kudüs kıble oluyor. Kısa bir süreliğine. Ama enteresandır Beytü’l–Makdis’in kıblesi de Kâbe’ye doğrudur. Yani orda yapılan şeyin o mabedin kıblesi de Kâbe’ye doğrudur. Peki, bunun kanıtı ne? Bunun kanıtı Tevrat’tır. Bak burada diyor ki, biraz küçülteyim de şunu tamam… 39.46…43. bölüm bir ve ikinci cümleler; “Adam beni doğuya bakan kapıya götürdü, İsrail Tanrısının görkeminin doğudan geldiğini gördüm. Doğuya bakan kapı.”
Doğu biliyorsunuz sürekli değişir. Yani o kışın güneşin doğduğu yer ile yazın doğduğu yer değiştiği için böyle iniş çıkışlar olur. Doğuya doğru bakan kapı işte Kudüs’de Kâbe’ye doğru bakan kapıdır zaten âyeti kerime’de okuyacağız “şatral mescidil haram” (Bakara 2/149) dendiği zaman mescidil haram’ın bulunduğu ana yön esas olur. Şimdi o doğuya bakan kapı sebebiyle kiliselerin kıblesi doğudur. Bakın kiliselere, kiliseler doğuya doğru döner. Çünkü Mısır’ın da Mısır’a onların bulundukları bölgeleri düşünürseniz Kâbe doğuda kalıyor. Ama tabii sonra bu asıl ana konu unutulunca, güneşin doğduğu taraf şeklinde yorumlayanlar oluyor. Ama mesela şeyde güneşin doğduğu taraf ifadesi yok Tevrat’ta. Evet.
Şimdi şimdi Müslümanlar başlangıçta o Yahudilerin kıblesine yani Davud (a.s.)’dan itibaren oluşan kıbleye dönerek namaz kılıyorlardı. Şimdi birçokları burada çok gereksiz ifadeler kullanıyorlar. Mesela kaynaklarda şunları bulursunuz; peygamberimiz (s.a.v.) Medine’ye vardığı zaman, işte Yahudilerle aralarında bir sıcaklık olsun diye onların kıblesine döndü. Tövbe Estağfurullah. Artık resul olmaktan çıkıyor, şari durumuna geliyor. Yani bu Muhammed (s.a.v.) kendi kafasıyla böyle bir şey yapar mı? E tabii öyle diyecekler, çünkü siz Kurân-ı Kerîm’e bakmadan, dini konularda hüküm ortaya koyarsanız böyle yaparsınız. Yapacak başka bir şey beklenemez. Ondan sonra da derler ki, şimdi hadisle bu peygamberimizin uygulamasıyla sabit olan bir olaydır. Âyeti kerime geldi hadisi nesh etti. Yani hadisle belirtilen hükmü ortadan kaldırdı.
Şimdi Muhammed (s.a.v.) Mekke’de de Medine’de de Kudüs’e doğru namaz kılmıştır. Diyorlar ki Mekke de Kudüs’e doğru namaz kıldı niye? Müşriklere muhalefet olsun diye. Tamam kabul. Medine’de de Kudüs’e doğru namaz kıldı. Yahudilerle arası iyi olsun diye. E…E peki tekrar Kâbe’ye döndü; müşriklerin tarafına mı döndü şimdi?
Şimdi işin esası şu; Allah Teâlâ emrediyor peygamberimize bu kıbleye uymayı. Nerede emrediyor? Enam Suresi’nin 83 galiba değil mi? Yüz otuz yedi. 83 mü? 90. âyet mi? 90 tamam. Kaçıncı sayfa dedin? Yüz otuz yedinci sayfa. Şimdi burada 83. âyetten itibaren ben ilk ayeti şey yapmışım hatırlamışım, 83. âyetten 93. âyete kadar on sekiz tane peygamberin adı sayılıyor. İsa ve Musa’da burada var. Mesela Musa (a.s.) 84. âyette. İsa (a.s.) 85. âyette. 90. âyette şöyle söylüyor Allah Teâlâ; bütün burada on sekiz peygamberi sayıyor, babaları diyerek Adem (a.s.)’a kadar çıkarıyor, oğulları diyerek peygamberimize kadar indiriyor, kardeşleri diyerek bilmediğimiz bütün peygamberleri işin içine katıyor, sonra diyor ki “Ülaikellezıne hedellahü” (Enam 6/90) İşte onlar Allah’ın kendilerine yol gösterdiği, doğruyu gösterdiği kimselerdir. “fe bi hüdahümuktedih” (Enam 6/90) Onların hidayetlerine uy. Zaten ondan önce de “Ülaikellezıne ateynahümül kitabe” (Enam 6/89) Bunlar kendilerine kitap verdiğimiz kişilerdir diyor, ondan önceki âyette. Onların doğru yollarını gösteren nedir? Kitap değil mi? “fe bi hüdahümuktedih” (Enam 6/90) ne olur? Onların kitaplarına uy olur.
Peki, Yahudilerin kitaplarında Kudüs’e dönerek ibadet etmek varsa, henüz de Kurân-ı Kerîm onu değiştirmemişse, bu âyet gereği peygamberimiz ne yapması lazım? Oraya uymak zorundadır, kendi kafasına göre yapmış değil ki. Ama siz gayet iyi biliyorsunuz mesela bu ayetler, bütün nebilere kitaplar verildiğini bildiriyor. Adem (a.s.)’dan en son peygamber Muhammed (s.a.v.)’e kadar. Ama bizim kitaplarda dört’e indirilir kitap sayısı. E dört’e indirdiğin zaman zaten anlayamazsın ki, işte diyor ki Allah burada 90. âyette Enam “Ülaikellezıne hedellahü” (Enam 6/90) Onlar kendilerine Allah’ın yol gösterdiği kimselerdir. “fe bi hüdahümuktedih” (Enam 6/90) Sen onların yollarına uy. Bu emri veriyor.
Dolayısıyla peygamberimiz (s.a.v.) bir konunun Tevrat’ta olduğunu, Kurân’ın da onu tasdik ettiğini öğrendiği an, ona uymuştur. E kıble konusunda tasdike gerek yok çünkü artık o asırladır yapılabilen şeydir. Zaten bu âyeti kerime onların hüdalarına uy dediği için burada şüphe edilecek bir şey yok, aralarında ihtilaf ettikleri bir konu değil. Peygamberimiz (s.a.v.) ondan dolayı Mekke’de de ki çünkü bu sure Mekke’de inmiştir, Enam Suresi. Mekke’de de namaz kılarken Kudüs’e dönmüştür, Medine’de de namaz kılarken on beş ya da on altı ay Kudüs’e dönmüştür. Daha sonra inşallah haftaya okuyacağımız âyetler ezan okundu değil mi? Ha yirmi geçe o zaman şimdi ara verelim daha sonra şey yaparız. Evet, inşallah haftaya bu kıble ile ilgili âyetleri daha detaylı bir şekilde okumaya çalışacağız, bugün bir giriş yapmış olduk.