Abdülaziz Bayındır: Elhamdulillahi rabbil alemin vel akıbeti lil muttakin vessalati vesselamu alerasulina muhammedin ve ala alihi vesahbihi ecmain.
Bugünkü dersimiz; bakara suresinin 120. Ayetinden. Allahu Teala bu ayette şöyle buyuruyor:
Ve len terdâ ankel yehûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum, gul inne hudallâhi huvel hudâ, ve leinittebağte ehvâehum bağdellezî câeke minel ılmi mâ leke minallâhi miv veliyyiv ve la nasîr.
sadagallahulazim
Ve len terdâ: ”Hiçbirzaman razı olmayacaktır.”
ve len terdâ anke: ”Hiçbir zaman senden hoşlanmayacaktır.”
el yehudu: ”Yahudiler.”– Yahudiler sizden hiçbir zaman hoşlanmayacaktır.
ve len nesârâ: ”Hıristiyanlar da.”– Hıristiyanlar da sizden hiçbir zaman hoşlanmayacaktır.-
hattâ tettebia milletehum: ”Onların milletine uyuncaya kadar.”
velenterda ankelyehudu velennesara hatta tettebia milletehum: ”Onların milletine uyuncaya kadar Yahudiler ve Hıristiyanlar, sizden hiçbir zaman hoşlanmayacaktır.”
Millet kelimesi din manasında kullanılır, ama dinden biraz daha özel anlamı var. Yani şeriat anlamında, yani emirleriyle, yasaklarıyla bir dini gurup anlamına geliyor. Ama biz şimdi Türkçe’mizde ‘din’ kelimesini söyledigimizde ‘millet’ olarak da anlaşılıyor. Aynı anlamı ifade ediyor. Ayette söylenmek istenen: Sen eğer onların dinine uymassan, Yahudi senden asla hoşlanmayacaktır. Demek ki; taviz vermekle onların hoşlanacağı hale gelmek asla mümkün değildir.
Aynı zamanda Hıristiyanlar da öyle ne kadar taviz verirsen ver asla senden hoşlanmayacaklardır. Ne zamana kadar?
hatta tettebia milletehum: ”Onların dinlerine uyuncaya, tabi oluncaya kadar.”
Yani ne zamanki Hıristiyan olursan Hıristiyanlar senden hoşlanmaya başlar. Ne zaman ki Yahudi olursan Yahudiler senden hoşlanmaya başlar.
Ben Yahudi olmayacağım ama onlarla iyi geçinmek için elimden geleni yapacağım diyorsanız, boşuna beklersiniz sizden asla razı olmazlar. Ne kadar taviz verirseniz verin neticede ben müslümanım diyorsanız, sizden hoşlanmaları mümkün değildir.
gul inne hudallâhi huvel hudâ: ”De ki; Hidayet Allah’ın Hidayetidir.”
Yani din, Allah’ın dinidir. Allah’ın dini de İslamdır. İslam da kayıtsız şartsız Allah’ın emirlerine teslim olmaktır.
ve leinittebağte ehvâehum: ”Eğer onların hevalarına uyarsan”
bağdellezî câeke minel ılmi: ”Bu bilgi sana geldikten sonra.”
mâ leke minallâhi miv veliyyiv ve la nasîr: ”Allah’tan yana sana ne bir dost kalır ne de bir yardımcı.”
Yani Allah’ın dostluğunu ve yardımını bekleme.
Şimdi onların arzularına uymak demek ne demek oluyor?
Onların arzularına uymak, yani Yahudi ve Hıristiyanların arzusuna uymak şu: Onlar İslam tebliğiyle karşılaştıkları zaman, onunla ilgili olarak kendi zihinlerinde var olan bilgiyi birebir bulurlar. Yani birebir bu dinin doğru olduğunu anlayabilecek bilgi onların zihinlerinde var. Bunu gayet iyi bilirler, ama bildikten sonra doğruya teslim olmak istemedikleri için bilmez gözükürler ve yalana sarılırlar. Dolayısıyla burda kendi arzuları devreye girmiş olur, bilgileri değil. Bilgileri devreye girecek olsa problem yok. Ama arzuları devreye girmiş olur. Eğer sen onlara uyarsan onların bilgilerine değil onların arzularına uymuş olursun. O zaman onlar nasıl batılda ise sen de onlar gibi batılda olmuş olursun sen de yoldan çıkmış olursun. Böyle bir durumda Allahın dinine değil de Yahudinin ve Hıristiyanın arzusuna uymuş olduğun için Allah’tan yana herhangi bir yardım bekleme, Allahu Tealanın da dostluğunu bekleme senin işin bitmiş olur. Şimdi burda ”heva” kelimesi çok mühim.
Ali İmran suresinin 81. ayetinde Allahu Teala, Yahudilerden Hıristiyanlardan ve bütün kitap verdiği nebilerden kesin söz almıştı. Şöyle buyuruyordu bu ayeti kerimede: estauzubillah.
Ve iz ehazallâhu mîsâgan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbiv ve hıkmetin summe câekum rasûlum musaddigul limâ meakum letué’minunne bihî ve letensurunneh, gâle eagrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, gâlû agrarna, gâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn.
Ve iz ehazallâhu mîsâgan nebiyyîne: ”Allahu Teala, nebilerin kesin sözünü aldığı zaman.”
lemâ âteytukum min kitâbiv ve hıkmetin: ”Size bir kitap ve bir hikmet veririm de”
summe câekum rasûlum musaddigul limâ meakum: ”Sonra bir Rasul gelir sizinle beraber olanı tasdik eder yani sizdeki kitabı tasdik eder.”
Mesela Yahudi ve Hıristiyan, Kuran-ı Azimüşşan, Tevrat’ı ve İncil’i reddetmiyor ve onu koruyor.
letué’minunne bihî ve letensurunneh: ”Ona mutlaka inanacak ve yardımcı olacaksınız.”
Peki bunlar ne olacak yani bir kitap geliyor kendi kitaplarında olanla örtüşüyor. O zaman bu bizim bildiğimiz kitaptır diyecekler. İşte böyle bir durumda mutlaka buna inanacaksınız, ve mutlaka yardımcı olacaksınız, diye Allahu Teala onlardan söz almıştır.
gâle eagrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî: ”Bunu içinize yerlesştirdiniz mi? Buna karşılık benim ağır yükümü yÜklendiniz mi?”
gâle eagrartum: ”Evet diyecekler.”
ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, gâlû agrarna, gâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn: ”Allahu Teala dedi ki; şahit olun bende sizinle beraber şahitlerdenim.
Şimdi bunların bir kısmına Allah’ın kitabı ulaştığı zaman onlar inanırlar.
Yahudi ve Hıristiyanların bir kısmını Allahu Teala maide suresi 83. Ayetinde belirtiyor:
Ve izâ semiû mâ unzile iler rasûli terâ ağyunehum tefîdu mined dem’ı mimmâ arafû minel hagg, yegûlûne rabbenâ âmennâ fektubnâ meaş şâhidîn.
Ve izâ semiû mâ unzile iler rasûli: ”Şu Rasul’e indirilen kitabı işittikleri zaman”(hristiyanların bir kısmı bir önceki ayette kendilerine nasrani diyenlerden bahsediliyor.)
terâ ağyunehum tefîdu mined dem’ı mimmâ arafû minel hagg: ”Bakarsınız ki gözlerinden yaş akıyor. O haktan tanıdıkları şey sebebiyle.”
Çünkü kendi zihinlerinde kendi dinleri var. Kuran-ı Kerim’de dinledikleri zaman bakıyorlar ki aynısı var ve tanıyorlar. Tanıdıkları zaman ”arafu”, ”maaruf” olmuş oluyor. kendileri için ”maaruf” olmuş olan birşey onu gördükleri zaman;
terâ ağyunehum tefîdu mined dem’ı: ”Görürsün onların gözlerinden yaşlar akıyor.
Neden?
mined dem’ı mimmâ arafû minel hagg: ” O Hak’tan gelenleri tanıdıkları için.”
Örneğin yıllardır görmediğimiz dostumuzu gördüğümüz zaman ne yaparız? Heyecandan gözlerimiz yaşarabilir. İşte bunlar da bunu görüyorlar ve gözleri yaşarıyor. Şimdi Allah’ın onlardan aldığı söz var.
??ve tuminunnebi: ”Ona mutlaka inanacaksınız.”??
yegûlûne: ”Şöyle derler”
rabbenâ âmennâ fektubnâ meaş şâhidîn: ”Yarabbi inandık. Bizi şahitlerle beraber yaz.”
Yani ‘eşhedü’ diyenlerlerden et, biz doğruya şahit olduk. Ondan sonra şunu söylerler;
Maide Suresi 84. Ayette;
Ve mâ lenâ lâ nué’minu billâhi ve mâ câenâ minel haggı ve natmeu ey yudhılenâ rabbunâ meal gavmis sâlihîn.
Ve mâ lenâ lâ nué’minu billâhi ve mâ câenâ minel haggı: ”Biz niye Allah’a ve bize gelen bu gerçeğe inanmayalım ki?”
ve natmeu ey yudhılenâ rabbunâ meal gavmis sâlihîn: ”Yani bizim bir umudumuz var. Rabbimiz bizi iyilerin içersine soksun diye arzu ediyoruz, ve bunlar iyi insanlar bunu istediğimiz halde neden biz buna inanmayacağız ki?”
Peki bunlara ne olur? Allahu Teala Maide Suresi 85. Ayetinde bildiriyor;
Feesâbehumullâhu bimâ gâlû cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, ve zâlike cezâul muhsinîn.
Feesâbehumullâhu bimâ gâlû: ”Allah da bunlara söyledikleri sözlere karşılık bunlara sevap verir.”
cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ: ”İçinden ırmaklar akan ölümsüz olarak girecekleri cennetleri, onlara sevap olarak verir.”
ve zâlike cezâul muhsinîn: ”İşte bu muhsinlerin karşılığıdır.”
Muhsin: Dürüst davranan demektir. Yani içinde olanı dışarıya vuran, kafasındaki doğru bilgiyi bulduğu zaman, ikisini örtüştüren ve yanlış birşey yapmayan. Güzel davraran ve samimi davrananların aldığı mükafat budur.
Peki diğer bir gurup da nasıl davranır? Onlar da kendilerine Kuran ayetleri okunduğu zaman tanırlar, ama ona uymak hesalarına gelmez. Başka hesapları vardır. Kendi arzularına göre yeni bir dinî hayat icat etmişlerdir, onu istiyorlar. Allah’ın dinine uymak istemiyorlar.
Bunlar ne yapar? Allahu Teala bunları da Maide Suresi 86.Ayette şöyle bildiriyor;
Vellezîne keferû ve kezzebû biâyâtinâ ulâike ashâbul cahîm.
vellezîne keferû: ”O gerçeğin üstünü örtenler.”
Üstünü örten kişi o tanıdığı şeye ne diyecek? tanımıyorum diyecektir yani tanıdığı halde tanımıyorum diyecektir. Bu kişi ne yapmış olur? Yalan söylemiş ve gerçeklerin üstünü örtmüş olur. Onun için bütün kafirlere Kuran-ı Kerim yalancı adını verir. Çünkü gerçeğin üstünü örterler ve sanki böyle birşey yokmuş gibi davranırlar.
ve kezzebû: ”Allah’ın ayetini okumana rağmen kabul etmez yalan söylerler ve yok canım o öyle değildir derler.”
ulâike ashâbul cahîm: ”Onlar da cehennem ashabıdır.”
O zaman Yahudi ve Hristiyanlar Kuran’ı Azimüşşan ile karşı karşıya geldikleri zaman Kuran’ı tanırlar, ve bunlar için Allahu Teala Bakara Suresi 89. ayetinde şöyle buyuruyor:
Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi musaddigul limâ meahum ve kânû min gablu yesteftihûne alellezîne keferû, felemmâ câehum mâ arafû keferû bih, felağnetullâhi alel kâfirîn.
Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi: ”Yahudi ve Hristiyanlara Allah katından bir kitap geldi.”
musaddigul limâ meahum : ”Beraberlerinde olan kitabı tasdik ediyor.”
Yani Tevrat’la İncil’i tasdikliyor.
ve kânû min gablu yesteftihûne alellezîne keferû: ”Daha önce bunlar o kitapla gelecek peygamberle dünyaya karşı fetihler talebinde bulunuyorlardı.”
Yani o kitaba uydukları takdirde dünya onların olacaktı. Müslümanların gördüğü Dünya hakimiyetini onlar da görecekti. Bundan dolayı da kafirlere karşı övünüyorlardı.
ve kânû min gablu yesteftihûne alellezîne keferû: ”O tanıdıkları şey geldi, gördüler.”
Yani zihinlerinde olanı karşılarında buldular.
keferû bih: ”Ona karşı kafirlik ettiler yani onun üstünü örttüler.”
felağnetullâhi alel kâfirîn: ”Allah’ın laneti bu kafirlere olsun Allah bunları dışlayacaktır. Rahmetinden uzak tutacaktır.”
Rahmetinden uzak tutmanın biraz daha açık şeklini cenabı hak burda bize söylüyor. Müslümanlara söylüyor bakara 120. ayetinde:
Allahu Teala şöyle buyuruyor Bakara 120. Ayetinde, ‘velenterda ankel yahudu velennesara hatta tettebia milletehum.’
Onlar suçlu olduklarını, yanlış yaptıklarını çok iyi biliyorlar ve kendilerine suç ortağı arıyorlar. Siz onlarla bir olmassanız onlar sizden asla razı olmazlar. Çünkü sen doğru yolda olacaksın kendisi yanlış yolda olacak ve seni doğru yolda gördükçe onun içerisinde birçok gelgitler olacak ve kendi içinde de o doğru var. Zaten kendi içinde mücadele vermekten yorgun düşüyor, seni de karşısında gördüğünde iyice fıttırır. O da ister ki sende onula birlikte olasın ve birlikte onun içindeki doğruları bastırasınız. Zaten kafirlik aynı zamanda bir şey ile içten gelen şeyi bastırmaktır. Bastırılmasına rağmen içerdeki gerçek, zaman zaman ortaya çıkar. Yani bastıramadığı haller oluyor o kafirlerin. O zaman da içlerinden keşke bizler de müslüman olsak diye içlerinden geçirirler. Yani gerçekleri bilmekle gerçeklere uymak arasında çok büyük fark vardır. Çünkü gerçeklere uyabilmen için kişinin kendi şahsi gerçeklerinden vazgeçmesi lazım. Arzularından vazgeçmesi lazım. Kişinin şahsi gerçekleri dediğin şeyin, gerçeklerle alakası olmadığı için arzu ve heves olur. Bunlar kişinin içinde karşılığını bulamaz. Yani fıtrata ters geldiğinden dolayı Münker denir. Yani bu vücud onu reddeder.
Örneğin yalan söylerseniz, o yalandan dolayı rahatsız olursunuz. Birisinin hakkını yerseniz rahatsız olursunuz. Neden rahatsız olurusnuz? Çünkü insan vücudu onu tanımıyor, onun için yaratılmamış ondan hoşlanmıyor. Ancak siz, illa da bu olsun dediğiniz zaman bastırıyorsunuz ve iç yapınızda birsürü sıkıntılar meydana geliyor. O sıkıntılar meydana geldiği için hiç olmassa günah arkadaşı arıyorsunuz. Birlikte bastıralım diye. İşte o da münker oluyor. Yani vücüdun tanımadığı birşey oluyor. Maruf ise vucudun tanıdığı şeydir.
Maide 47. Ayette geçen;
Velyahkum ehlul incîli bimâ enzelallâhu fîh, ve mel lem yahkum bimâ enzelallâhu feulâike humul fâsigûn. ve mel lem yahkum bimâ enzelallâhu feulâike humul fâsigûn.
Velyahkum ehlul incîli bimâ enzelallâhu fîh: ”İncil ehli Allah’ın incilde indirdiği ile hüküm versinler.”
Peki Allah’ın İncil’de indirdiği hüküm neydi?
Gelen peygambere inanmaktı. Yani İncil’i tasdik eden bir peygamber geldiği zaman buna inanmaktı. Asıl hükümleri budur.
ve mel lem yahkum bimâ enzelallâhu: ”Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse.”
feulâike humul fâsigûn: ”Onlar sapıklardır yoldan çıkmış olanlardır.”
Kimileri ise ayette geçen hüküm kelimesini, hakimlerle ilintilendirdikleri için üstlerine alınmazlar. Onlar kafir biz değiliz derler. Siyasi ayetler olarak da piyasaya sürülmeye çalışılıyor.
Maide Suresi 48. Ayette Şöyle buyruluyor;
Ve enzelnâ ileykel kitâbe bil haggı musaddigal limâ beyne yedeyhi minel kitâbi ve muheyminen aleyhi fahkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebiğ ehvâehum ammâ câeke minel hagg, likullin cealnâ minkum şir’atev ve minhâcâ, ve lev şâallâhu lecealekum ummetev vâhıdetev ve lakil liyebluvekum fî mâ âtâkum festebigul hayrat, ilallâhi merciukum cemîan feyunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn.
ve enezelna ileykel kitâbe: ‘‘Sana bu kitabı gerçeklerle dolu olarak indirdik.”
musaddigal limâ beyne yedeyhi minel kitâbi: ”Kendi önünde olan kitapları tasdik eden”
Yani Tevrat ve İncil’i veya diğer kitapları..
ve muheyminen aleyhi: ”O kitaplar üzerinde de gözcü.”
fahkum beynehum bimâ enzelallâhu: ”Onların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet.”
Yani kuranı kerime gelirlerse mumin olurlar.”
ve lâ tettebiğ ehvâehum: ”Onların arzu ve heveslerine uyma çünkü onlar Tevrat ve İncil’in dışında yeni bir din oluşturmuşlardır, gerçekle ilgisi yoktur.”
ammâ câeke minel hagg: ”Bu gerçekten uzaklaşarak buna uyma.”
likullin cealnâ minkum şir’atev ve minhâcâ: ”Onlardan herbirisi için bir şeriat ve bir metod belirlemişizdir.”
ve lev şâallâhu lecealekum ummetev vâhıdetev: ”Allah emretseydi elbette hepinizi tek bir dinde oluştururdu.”
Allah emrederse artık sizin müslüman olmama şansınız yok. Çünkü Allah birşeyi emrettiği zaman.
‘izaerade şeyenen yegule lehu kun’ Herkesin müslüman olmasını istediği zaman, ‘kün’ der. İnsanların kendi ellerinde olmadan, herkes müslüman olur. Çünkü ‘şey’ kelimesinin anlamı odur.
‘şae şey’en’: Bir şeyi yaratması demektir. Allah sizin kalplerinizde imanın yaratılmasını emretse bütün yeryüzünden ne kadar insan varsa hepsi müslüman olur.
ve lakil liyebluvekum fî mâ âtâkum: ”Ama size verdiğiyle, sizi zor bir imtihandan geçirdiği için Allah bunu emretmez.”
Yani Allah sizin kalbinizde, öyle emriyle iman yaratmaz. Siz o gerekeni yaparsınız, ondan sonra yaratır. Yani bunu sizin iradenize ve sizin gayretinize bırakmıştır.
festebigul hayrat: ”Öyleyse hayırlarda yarışın.”
Yani şimdi onlar müslüman olmazlarsa, onları illa da müslüman edeceğiz diye uğraşmanıza gerek yok tamam Kuran-ı Kerim’e göre hükmünü verirsiniz. Derisiniz ki; kardeşim bak sizin bu Kuran-ı Kerime uyma gereğiniz vardır. Uyarsanız mü’min siniz uymazsanız kafirsiniz. Hüküm budur. Dolayısıyla yukarıdaki ayette kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse onlar kafirdir. Demek tüm insanları içerisine almak demektir. Kim olursa olsun Allah’ın bir emirlerini yerine getirmek zorundadır. Çünkü mahkeme de yada devlet mekanizmasında vs..olan hükümler değil. Bunları da içine kapsayacak şekilde Allah’ın tüm hükümleri tüm insanlığı kapsar. Dolayısıyla Allah’ın imanla ilgili hükümleri vardır. Amelle ilgili hükümleri vardır. Ahlakla ilgili hükümleri vardır ve bu her insanı ilgilendirir.
Önce biz kendimizle ilgili hükmü vermemiz lazım. Yani Allah ne diyorsa, başımızın üzerine diyebilmemiz lazım. Bunu diyemediğimiz zaman yani Allah’ın şu hükümlerine tamam da, şu diğerlerini uygulayamıyorum dediğiniz zaman, sizin de hükmünüz belli olur. Müslüman olamazsınız. Allah’a teslim olamassın.
Teslimiyet: Mesela bir kişi savaşta düşmanından birini yakaladı ve silahı doğrulttu ve tetiği ezdi ve teslim ol yoksa seni vururum dediğinde, şimdi o adam diyebilir mi ki teslim oluyorum ama şartım var? Şart koşabilen bi adam teslim etmiş olur mu? O kişi pazarlık yapıyordur teslim olmuyordur.
Şimdi Allah’a teslim olan kişi Allah’a karşı şart felan ileri süremez. Ya tam teslim olur, yada pazarlık yapar. Kendisini Cenabı Hakk ile pazarlık yapacak seviyede görüyor ise, bu da kişinin kendisini tanrı yaptığının belirtisidir. Dolayısıyla Allah’ın indirdiğiyle hükmetme meselesini evvela bizim kendi nefsimiz için düşünmemiz lazım.
İnsanların çok hoşuna gidiyor. bir söz vardır kedi ulaşamadığı ete pis kokuyor dediği gibi. Bir çoğunun resmi makamlarda yada belli yerlerde bulunma arzu ve hevesi var. Kendi orda olamadığı için ordakilere kafir diyebilmek için ayetleri kıullanıyorlar. Burada düşünmek gerekir: Bu kişinin hakkında hüküm verdiği kişi bir kenera koymalı. Öncelikle sen kendini kurtarmaya bakmalısın. Kendini kurtarmaya çalışmalısın. Yani sen başkasının müslümanlığı yada kafirliği ile sorumlu değilsin ki. Sen kendinden sorumlusun, senin dışındaki kişilere de doğruları anlatmakla hükümlüsün. Senin vazifen budur.
ilallâhi merciukum cemîan feyunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn: ”Hepinizin dönüşü Allah’adır. Allah Teala ordan, sizin nerde ihtilaf ettiğini haber verecek.”
Şimdi burada bazılarının aklına da geleceği gibi, Allah emretseydi hepimizi birtek ümmet yapardı ama imtihandan geçirmek için böyle yapmıştır. Hayırlarda yarışın derken, sanki Allahu Teala onların dinini kabul ediyormuş gibi anlaşılmasın. Burada anlatılmak istenen aynı konuyla alakalı şu ayete de baktığımızda; Enam Suresi 20. Ayet:
Ellezîne âteynâhumul kitâbe yağrifûnehû kemâ yağrifûne ebnâehum, ellezîne hasirû enfusehum fehum lâ yué’minûn.
Ellezîne âteynâhumul kitâbe: ”Kendisine kitap verdiğimiz topluluklar varya, işte onlar.”
yağrifûnehû: ”Onu tanırlar.”
O kelimesi Peygamberimiz’e de Kuran-ı Kerime’de gidebilir. Kuran’da bulunan hükümlere de gidebilir, kıble olarak da düşünülebilir.
Diğer bütün ayetlere baktığımız zaman. Nasıl tanırlar?
kemâ yağrifûne ebnâehum: ”Kendi oğullarını tanıdıkları gibi.”
Yani çok iyi bilirler ki; Muhammed peygamber, Allah’ın peygamberidir (sav). Getirdiği ise Allah’ın kitabıdır. Kendi evlatlarında şüpheleri olmadığı gibi, bunda da şüpheleri olmaz.
Yani ‘Arefe’ kelimesinin ‘yearifu’ kelimesinin anlamı şu: Mesela siz birşeyi görüyorsunuz ve o şeyle alakalı zihninize resmi yerkleşiyor. Yani birşey tanıtılıyor. Daha sonra o ve benzeri şeyleri gördüğünüz zaman ne diyorsunuz? Ben bunu biliyorum, bunu tanıyorum diyorsunuz.
Mesela bir bardağı düşünün. Bu bardağı hepiniz bildiğiniz için kime sorulursa aynı bardak cevabını verir. Yani bardağın bilinmesi ‘arefe’ sizin için ise ‘ma’ruf’ olur. Neden? Çünkü bunun şekli sizin zihninizde var. Daha önceden kafanıza yerleşmiş. Ama mesela şu, mp3’ü, hiç bilmeyen birisine gösterdiğin zaman bu nedir? diye sorduğunuzda: Bilmiyorum, kelimesini kullanacaktır. İşte bunun içinde ‘inker’ kelimesi kullanılacaktır. Yani bununla ilgili fikir zihninde yok ise, o da ‘münker’ olur. tanımadığı birşey olur. ayrıca tanıdığı halde tanımamazlıktan gelirse, ona da ‘münker’ denir. Yada vücüda aykırı ise, yani vücüd tanımayı reddediyorsa, ona da ‘münker’ denir. İşte burada Bakara Suresi 146. Ayette Allahu Teala şöyle diyor:
Ellezîne âteynâhumul kitâbe yağrifûnehû kemâ yağrifûne ebnâehum, ve inne ferîgam minhum leyektumûnel hagga ve hum yağlemûn.
Ellezîne âteynâhumul kitâbe yağrifûnehû kemâ yağrifûne ebnâehum: ”Kendilerine kitap verilenler bu dini, bu peygamberi, kendi evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar.” Ki bu bilgiler onların zihninde zaten var idi. Onun için hemen tanıyorlar.
ve inne ferîgam minhum leyektumûnel hagga ve hum yağlemûn: ”Ama onların bir gurubu bile bile hakkı gizlerler.”
Dolayısıyla kafirlik etmiş olurlar. Hak olan bir şeyin üstünü örtmüş olurlar, gizlemiş olurlar.
Bakara 147. Ayette de söylendiği üzere;
Elhaggu mir rabbike felâ tekûnenne minel mumterîn.
Elhaggu min rabbik: ”Hak rabbinden gelendir.”
felâ tekûnenne minel mumterîn: ”Sakın bu konuda şüphe edenlerden olma.”
Bu kişiler, ehli kitap, eski kitapları bilenler. Bunlar nasıl bunu kabul etmiyorlar acaba burada yanlış birşey mi var bir bildikleri mi var? diye sakın düşünme. Bunlar pekala anlıyorlar ancak hesaplarına gelmiyor.
Peki ondan sonra ne diyor Allahu Teala, Cenabı hak, insanları zorla dine getirmiyor emir vererek yapmıyor. Maide Suresi 48. Ayette de buyrulduğu üzere;
ve lev şâallâhu lecealekum ummetev vâhıdetev: ”Allah isteseydi hepinizi mu’min yapardı. Ancak öyle değil, insanları serbest bırakıyor inanç konusunda.”
Onun için Bakara Suresi 148. Ayette buyuruyor ki;
Ve likulliv vichetun huve muvellîhâ festebigul hayrât, eyne mâ tekûnû yeé’ti bikumullâhu cemîâ, innallâhe alâ kulli şey’in gadîr.
ve lukullin richetun huve muvellîha: ”Herkesin yöneldiği bir yön vardır o tarafa yönelir.”
Kendine göre bir hayat tarzı belirlemiş. Dini de o hayat tarzına uydurmuş sen ne yaparsan yap onu bu hayat tarzında çeviremessin. Senin yapacağın sadece ona tebliğde bulunmaktır o kadar.
Peki ne yapalım Yarabbi? Onlarla savaşalım mı? Hayır! sen kimle savaşırsın? Bakara Suresi 190. Ayette geçtiği gibi;
Ve gâtilû fî sebîlillâhillezîne yugâtilûnekum: ”Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşırsın.”
E savaşmıyorsa, illa sen onu kendi dinine çevirecek değilsin ki. O zaman bizim yapacağımız ne?
Tekrar Bakara 148. Ayete dönerek;
festebigul hayrat: ”Hayırlarda yarışın.”
eyne mâ tekûnû yeé’ti bikumullâhu cemîâ: ”Nerede olursanız olun, Allahu Teala herkesi, nerede olurlarsa olsunlar toplayıp getirecektir. Hesap soracaktır.”
innallâhe alâ kulli şey’in gadîr: ”Allah herşeye bir ölçü koymuştur.”
Kadir; ölçü koyan demektir. Allah imanın da küfrü de ölçüsünü koymuştur. Herşeyin ölçüsü vardır. Hayrın da, şerrin de ölçüsü vardır. Dolayısıyla bu ölçüye göre karşılıklarını bulacaklardır.
Yani bu insanlar kafir tamam peki onlarla ilişkimiz nasıl olacak? Bu ayet işte bunu gösteriyor. Maide 48. :Ayette de bunu gösteriyor
festebigul hayrat:”Hayırlı işlerde yarışın.”
Demekki biz Yahudi ile de, Hıristiyanlarla da, diğer din mensuplarıyla da, hangi ilişkilerde olacakmışız? Hayırlı işlerde yarışacakmışız. İnsanların hayrına faydasına olan şeylerle onlarla yarışacağız. Yani yarışan ne için yarışır? Geçmek için yarışır değil mi? Yani şu anda hangi konuda onların ileri durumu varsa, onlarla yarışıp geçmemiz lazım. İnsanlığın hayrına olan şeylerde onlarla yarışıp geçmemiz lazım. Bize verilen emir bu. Onları müslüman yapamayız ama yarışırken ne olur? onların sizi daha çok tanıma fırsatı olur. sizi daha iyi anlamaya fırsat bulurlar ve onları içerisinde kötü niyetli olmayanların müslüman olmaları da kolaylaşır.
Mustafa Bey’in de tanık olduğu(39:51) bir hatıramız var, bu ayetle ilgili olarak tübingende konferansların birinde konuşurken- ki burada nasıl konuşuyorsak ordaki konferanslarda da aynı karaklıkta konuşuyoruz en küçük eğip bükme yapmadan- o ara baktım ki, bazılarında şöyle bir tedirginlik vardı; acaba bu adam bizi müslüman mı yapmaya çalışıyor? diye. Dedim ki: Biz buraya sizi müslüman yapmaya gelmedik, zaten cenabı hakkın peygamberlere söylediği şey de budur. Yani bir ayette de geçtiği üzere: ”onların yola gelmeleri senin görevin değil ki” diye peygamberimize buyuruyor. Senin görevin nedir? Onlara doğruyu anlatmaktır. Zaten Allahu Teala bana böyle bir görev vermediğine göre ben size sadece bildiğim doğruları anlatıyorum. Cenabı hakkın bize verdiği emir Bakara Suresi 148. Ayette geçtiği üzere;
veli kullin vichetun vemuvelliha: ”Herkesin kendisine belirlediği bir hedef vardır ve ona yönelir. Onu; kendinize tarafa yöneltmeye çalışmayın.”
açıklama: iman kalpte olduğuna göre sen ne kadar uğraşırsan uğraş adamın kalbine imanı sokamadıktan sonra zorla müslümanım dedirtirsiniz ki, bu da Allah’ın hiç kabul etmediği münafık yapmaktır adamı. Adamı ikiyüzlü yaparsın daha kötü olur. Halbuki inanmayan bir kişinin açıkça inanmıyorum diyebilmesi gerkir. Dedim ki Allahu Teala’nın bize verdiği emir Bakara 148. Ayette geçen şu, ‘festebıgul hayrat’ biz sizinle hayırlı işlerde yarışırız, yani yarışmamız lazım. Zaten Tübingen Üniversitesi’yle olan protokolümüzü bu konuşmadan sonra imzaladık.
Allah’ın indirdiğiyle hükmetmek böyle olur. Allah ne diyorsa onu yapmalıyız ki, böyle yapınca zaten tedirginlikleri de ortadan kalktı. Herhangi bir kişi olarak, kendi kafasına göre bir hüküm, bir din, bir şeriat uyduracak değilsin. Yani insanlar çok ister felanca da benim gibi olsun. Ancak istemek başka birşeydir ancak gerçekler var ortada. Yani bir kimseyi müslüman etmeye çalışmak; bir kadını, erkek etmeye uğraşmak gibi birşeydir. Boş bir uğraştır. Yani kişinin kendisi karar verecek içten olmalıdır. Kendi karar vermesse bu olmaz ki. Senin yapacağın ona tebliğde bulunmaktır. Bakara Suresi 272. Ayette Allahu Teala şöyle buyuruyor:
Leyse aleyke hudâhum ve lâkinnallâhe yehdî mey yeşâé’, ve mâ tunfigû min hayrin felienfusikum, ve mâ tunfigûne illebtiğâe vechillâh, ve mâ tunfigû min hayriy yuveffe ileykum ve entum lâ tuzlemûn.
leyse aleyke hudâhum:”Onları yola getirme senin (sav) görevin değildir.” Tabi bizde onun ümmeti olarak ve aynı ayetlere muhatab olarak aynı konumdayız.
ve lâkinnallâhe yehdî mey yeşâé’
Burada ‘menyeşa’a’ kelimesi çok önemlidir. Mesela burada geçen mealde nasıl anlam verilmiş bakalım: ”Allah dilediğini doğru yola iletir.” Peki Allah dilemiyor mu? Nisa suresinin 26. ayetinde, Allah’ın herkesi irade fiiliyle doğru yola iletmek istediği açık ve net bir şekilde belirtiliyor. Ancak burada geçen ‘şa’e’ fiili ‘irade’ fiili değil. ‘şa’e’ fiili bir sonucu almak, neticeyi almak demektir. Yani gerekeni yapmak demektir. Allah ile ilgili olduğu zaman ol emrinin çıkması demektir. Artık olmaması mümkün değildir.
Peki Allah ne zaman hidayetin insanın kalbinde oluşmasını ister? O kişi gerekeni yaptığı zaman. Dolayısıyla burdaki ‘yeşa’e’ fiilinin faili hem ‘men’ olur hem Allahu Teala olur. Her ikiside olur. Yani gereken davranışı göstereni yola getirir. Gereken davranışı gösterdiğini gördüğü kimseye emrederek, onun kalbinde hidayeti yaratır. Onun için bu insanları yola getirmek senin görevin değildir. Ya Muhammed sen sadece yol gösterirsin (sav). Dolayısıyla bu ayetlerden onların yollarının doğru olduğu asla anlaşılmamalıdır. Şimdi şunu da tekrar okuyalım.
Araf Suresi 157. ayet, ki daha da netleşmiş olsun. Allahu Teala burada şöyle buyuruyor:
Ellezîne yettebiûner rasûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehû mektûben ındehum fit tevrâti vel incîl, yeé’muruhum bil mağrûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel ağlalelleti kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeun nûrallezî unzile meahû ulâike humul muflihûn.
Ellezîne yettebiûner rasûlen nebiyyel ummiyyellezî: ”Şu ummi rasule uyanlar, yani okuma yazma bilmeyen şu Rasul’e uyanlar.”
yecidûnehû mektûben ındehum fit tevrâti vel incîl: ”Kendi yanlarında bulunan kitapları olan, Tevrat ve İncil’de bulunan Rasul’e uyanlar.” işte bunun için yani Tevrat’ta ve İncil’de bulunduğu içinyani uyanlar.
yeé’muruhum bil mağrûfi: ”Onlara o marufu emreder.”
Kendilerinin doğru bildiğini emreder. kendilerine göre doğru. Siz insanlara Kuran’da geçen gerçekleri anlattığınız zaman anlayıp kavrayınca, size nasıl tepki gösteriyorlar şahit oldunuz mu? Şunu diyorlar: Ben zaten öyle düşünüyordum. Kavradıktan sonra öyle diyorlar. Yani o bahsettiğin doğru benim zihnimde de vardı. Onun için;
ve yenhâhum anil munkeri: ”Senin de doğru bildiğin şeyi emreden münkerden de onları yasaklar.”
ve yuhıllu lehumut tayyibâti: ”Temiz olanları onlara helal kılar.”
ve yuharrimu aleyhimul habâise: ”Ve pis olanları da onlar için haram kılar.”
ve yedau anhum ısrahum vel ağlalelleti kânet aleyhim: ”Onların üzerindeki ısrı kaldırır.”
‘Isır’ neydi? Gelecek peygambere inanma görevi. Yani muhammed (sav) inandığı zaman görevini tamamlamış olurlar, ve kendileri üzerinde olan ağır halkaları da kaldırır.
Ağır sorumluluklar getiriyor Kuran-ı Kerim. Aslında bütün peygamberlerde ve şeriatta değişmeyen hükümler vardır, ama tüm peygamberlerde de kolaylıklar da vardır. Yahut Yahudilerin yapmış oldukları yanlışlardan dolayı kendilerine yüklenen ilave görevler de olur. İşte aradaki farklardan dolayı her bir dinin ayrı bir şeriatı olur, ve şeriatın çok büyük bir bölümü aslında birbiriyle aynı olur, ama bir kısmı farklı olduğu için o az bir farktan dolayı, herbirine ayrı bir şeriat denir.
Ayete dönecek olursak, şimdi burda Yahudi ve Hıristiyan olan herkes için söylenen söz şu:
fellezîne âmenû bihî: ”Ona inanan yani o Rasul’e inanan.”
ve azzerûhu: ”Onu destekleyen.”
ve nasarûhu: ”Ona yardımcı olan.”
vettebeun nûrallezî unzile meahû ulâike humul muflihûn: ”Onunla birlikte indirilmiş o nura yani kurana uyanlar.”
Demek ki Yahudi ve Hristiyanın doğru yolda olmasının şartları neymiş burada? Muhammed aleyhisselama inanacak. Yani ‘eşheduennmuhammeden abduhu verasuluhu’ diyecek. Şimdi bazılar ne diyor? Muhammed’i Allah’ın Peygamberi bilir, ama kendi şeriatında kalabilir diyorlar. Yada bazıları da diyor ki, ‘amentüde’ ittifakımız var. Neymiş o amentüde ittifakları? Yani ‘lailahe illallah’ demektir. Aslında ‘lailahe illallah’ demek değil. O Allah’a inanmak, diyorlar. Çünkü Hıristiyanlar ‘lailahe illallah’ demiyor ki. İsa’ya da İlah diyorlar. Yani amentüde ittifakımız var diyenler Yahudi ve Hıristiyanların da Allah’a inandıklarını söylüyorlar. Peki şeytan Allah’a inanmıyor mu? O zaman Şeytan’la da mı ittifakımız var amentüde. Yani İblis Cenab Hakka; Ya Rabbi diye hitap etmiyor mu? Ben Allah’tan korkarım demiyor mu? Demek ki bu düşünce geçersizdir.
Allahu Teala ne buyuruyor burada?
fellezîne âmenû bihî: ”(yahudi ve hıristiyanlar için söylenen bir söz) O peygambere inanacak.”
ve azzerûhu: ”Onu önemseyecek, ona saygı duyacak yani ona gereken saygıyı ve desteği verecek.”
ve nasarûhu: ”Ona yardımcı olacak.”
vettebeun nûrallezî unzile meahû ulâike humul muflihûn: ”Onunla birlikte inen o Nur’a, yani kurana uyacaklar.”
O zaman bizden ne farkları kalır? Kalmaz. İşte o zaman
ulaike humul muflihun: ”İşte hedeflerine ulaşmış olanlar onlar olacaktır.”
Öyleyse biz kendi arzumuza uyarak, Kuran’da Sünnet’te olmayan yeni bir din icat edip kendi kafamıza göre bir takım hayali diyaloglar içerisine girdiğimiz zaman ne olur? Cenabı Haktan dinleyelim, Bugün okuduğumuz ayetin hükmü olur o da şudur:
Ve len terdâ ankel yehûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum, gul inne hudallâhi huvel hudâ, ve leinittebağte ehvâehum bağdellezî câeke minel ılmi mâ leke minallâhi miv veliyyiv ve la nasîr.
Ve len terdâ ankel yehûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum: ”Senden, Yahudiler ve Hırıstiyanlar asla razı olmayacaklardır. Onların dinine, şeriatına uyuncaya kadar.”
Kiliseye yada havraya gitmek gerekiyorsa, gideceksin. Onlarla aynı ibadeti yapacaksın. O zaman senden razı olurlar. Yoksa hangi tavizi verirsen ver sadece razı olmuş gibi gözükürler.
Kuran ve Sünnet’te olmayan yeni bi anlayış ortaya çıkarıyorsun. Amentü’de ittifakımız var diyorsun. Peki allaha inanmayan birisini bul bakalım yeryüzünde öyle bir insan var mı? İnanmadığını söyleyen var.
bağdellezî câeke minel ılmi: ”Sana bu bilgi geldikten sonra hele onların arzularına uy. O tarafa doğru bir tavizlere başla.”
mâ leke minallâhi miv veliyyiv: ”Allah’tan yana sana bir dostluk olmaz.”
ve la nasîr: ”Bir yardımcı da olmaz.”
Yani Allah sana en küçük bi yardım ve destekte bulunmaz. O zaman da görünürde bir takım imkanlar elde etmiş olursun, ama sonu son derece acıklı olur.