Elhamdülillahi rabbilalemin vel akıbetu lil müttekin vessalatu vesselamü ala Resulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Geçen salıdan bu salıya kadar biliyorsunuz Kuzey Kutup Bölgesi’ne bir seyahatimiz olmuştu. Norveç’in en kuzeyinde olan yerleşim yerlerinden Tromso’ya kadar gittik. Yetmiş derece enleminde olan bir yer. Oradan yukarı birkaç yerleşim bölgesi daha var. Ama yani yetmiş iki – yetmiş üç derecelik.. Yetmiş derece dediğimiz enlem.. Biliyorsunuz kutup doksan derece, ekvator sıfır derece, bunun arasındaki hayali bir takım bölümlerden birisi olarak kabul edilen enlemler.. Yetmiş derece enlemine gittik. Orada gözlemler yaptık. Bizim derslerimizi takip eden herkes bilir ki bir kaç yıldır güneşin doğmadığı ve batmadığı yerlerde beş vakit namazın tespit edilebileceğini söylüyorduk. Burada yedi kişilik bir ekiple gittik. Şu anda kameramanlık yapan Miktat Şem Bey “Beni geç” diyor. Geçmiyorum işte. Mustafa Arslan, Mustafa Evli, Halit Mollaoğlu, Servet Bayındır, ve Profesör Adnan Öktem Bey, bir de ben.. Yedi kişilik bir ekip olarak gittik. Siz oralara giderseniz size hemen kısa bir tavsiye yapayım; mutlaka kayak elbisesiyle gidin, sakın öyle kalındır, bilmem yündür filan hiç aklınızın köşesinden bile geçmesin. Yanınıza kayak elbisesi alın. Onunla gidin. Çünkü ben bot giydim, içerisine de Miktat Bey’in, sağolsun, aldığı, şey, yün.. Erzurumluluğun üzerine gittik, Erzurumla hiç kıyas kabul etmiyor. Dört çift çorap giydim. Ama ayaklarım dondu yine. Birkaç kere arkadaşlar “Burada galiba heykelimiz kalacak.” diye şey yaptılar.
Derece olarak soğuk değil de, deniz kenarı olduğu için çok fazla üşütüyor. Ama o şartlar altında arkadaşlarımız gerçekten çok büyük bir çalışma yaptılar. Burada hepsine çok teşekkür ediyorum. Ayrıca gittik oraya havaalanından bizi Bingöllü bir arkadaşımız, Hüseyin Kartay Bey karşıladı. Genç bir kişi; genç bir eşi var. Gece geç vakit olmasına rağmen evlerinde bize nefis bir balık ziyafeti yaptılar. Bu saatte söylenebilir; hepiniz nasıl olsa akşam yemeğinizi yemişsinizdir. E neyse, hemen balıkçıya gidersiniz buradan çıktıktan sonra. Norveç balığı ile ünlü biliyorsunuz. İki tane temel ürünü var; birisi balık, birisi petrol. Ve o soğuk sularda yetişen balıklar da daha lezzetli oluyor. Ertesi akşam “Bize güzel bir, uygun bir lokanta işte tavsiye et.” filan dedik, o da gitti, geldi, dedi “Haydi gidiyoruz.” Nereye? Yine kendi evine.. Eşi demiş ki “Hayır.” demiş “Ne gerek var? Ben hazırlarım.” Sevda Hanım o da.. Sonra üçüncü gün orada bir pizzacıyla tanıştırdılar. Ben hiç pizza yemem. Nedense hoşlanmam da yani. Bizim evde çocuklar alır, ben tadına bile bakmam. Fakat Konyalı bir pizzacı. Duran Kömür adında bir arkadaşımız.. Orada güzelce, hakikaten Konya etli ekmeğini aratmayan, ondan daha da güzel yapılmış olan pizzalarla, arkasından çaydır, diğer ikramlardır hepsiyle yedik içtik. Haydi hesap.. “Hesap yok.” dedi. “Siz buraya kadar geldiniz de ben para mı alırım?”
Şimdi bir de Sandra Mariam diye bir hanım var orada. Altı çocuk annesi bir hanım. Sekiz sene önce müslüman olmuş. Canla başla çalışıyor. Eşi orada yoktu. Eşi Kuveyt’e galiba gitmiş. Orada bir cami açmış. Üniversitede bir mescidin açılmasında gayret göstermiş ve açılmış mescid. Bir başka cami daha var. toplam sekiz yüz kadar değil mi Miktat Bey? Sekiz yüz kadar müslüman var. Altmış sekiz bin nüfuslu bir yer.
İnşallah arkadaşlarımız montajları yapar bitirirler. O zaman esas üzerinde konuşacağız. O kadar güzel bir yer ki tarif edilmez. Şeyde gördüğünüz.. Filmlerde göreceksiniz inşallah.. Mesela Alanya’dan oraya tatile giden bir Muşlu arkadaşla şey yaptık. Alanya’da yaşıyor; tatile gitmiş. “Ben her sene geliyorum.” diyor. Alanya’dan buraya nasıl tatil? Şimdi biz çok üşüyoruz, niye? Çünkü saatlerce dışarıda kalmamız lazım. Yoksa beş dakika gir çık onda problem yok. Şimdi.. Ama tabi bu faslı bitireyim.. Oslo’ya gittik; Oslo’da Çorumlu Celal adında bir delikanlı bizi karşıladı havaalanında. O da son derece heyecanlı.. Bu dersleri sıkı bir şekilde takip eden, aklı başında.. Hatta şöyle bir şey yazmış, e-mail yazmış Halit Bey’e, demiş ki “Siz bu çizginizi bozmadığınız sürece sizinle beraberim.” Yani bu çok akıllıca bir söz.. Çünkü bir çok şeyi araştırmış. Sonra dönüşte de tekrar Oslo’ya uğradık. Oslo’da bir rasat yapalım dedik. Kardan rasat yerine çıkamadık. Arabalar kara saplandı ve geri dönmek zorunda kaldık. Ondan sonra.. Ama Seyyid Ahmet Bey var. Evvelden.. Önce Celal güzel bir ikramda bulundu. Seyyid Ahmet Bey’in evinde de çayımızı içtik filan. Çok güzel dostluklar oluştu.
Oradan da Almanya’ya geçtik. Almanya’da Karlsruhe’de Almanca Konuşan Müslümanlar Birliği var. Daha önce söylemiştik; bizim buradaki çalışmaları Almanya’ya taşımak isteyen ve orada bir akademi kurma kararı alan bir kuruluş.. Ki entellektüel seviyeleri yüksek bir kuruluş. Yani cemaatler gibi değil. Entellektüel seviyeleri yüksek olduğu için de dikkate alınan bir kuruluş. Görüşlerinden yararlanılan bir kuruluş.. Fakat bizim bu tarafa yönelince kendi işlerinde ciddi manada çözülmeler olmuş. Şimdi bir grup istiyor, bir grup istemiyor. Dedim “Bu gayet normal, yani bu olmasaydı ben sizden şüphe ederdim yani. Öyle olacak tabi. Bu işin kanunu bu.” Onlarla da çok güzel toplantılar yaptık. Allah razı olsun. Tabi orada bir günümüzü onlarla geçirdik.
Sonra işte Frankfurt Üniversitesi’nde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, Diyanet Vakfı’nın finanse ettiği bir bölüm var. Orada normal diploma veriyorlar, işte çocuklara din dersi öğretmenliği yapabilecek vasıfta çocuklar yetiştiriyorlar. Oradaki öğrencilerden de bir kısmını şey yapmışlardı, hocalarıyla öğrencileriyle bir akşam güzel bir sohbet yaptık. Ve döndük. Şimdi kısa bir özet, asıl anlatacağımı inşallah daha sonra, arkadaşlarımız filmleri montajladıktan sonra buradan size de göstererek yapacağız. Ama şimdilik şunu söyleyeyim: Güneşin hiç doğmadığı bir zamanda gittik. Yani biz güneşi görmedik orada. Güneş bizi gördüyse bilmem ama biz görmedik. Rasatlarımızı yaptık ve döndük.
Türkiye’de hangi kriterlerle beş vakit namaz belirleniyorsa orada da aynı kriterlerle beş vakit namaz çıplak gözle belirleniyor. Güneşin doğuşu ve batışı problem. Kuran’ı Kerim’in çok açık ayetleriyle doğuş ve batışın oradaki anlamını da anlama imkanımız oldu. Yani Kuran’da Allahü Teala’nın belirttiği prensipler yüzde yüz orada uygulanıyor. En küçük şey yok, yani sağa sola çekmeye gerek yok. Ayetin tamı tamına anlamı bakıyorsun işte sabah namazı oldu, öğlen namazı oldu, ikindi oldu, akşam oldu, yatsı oldu.. Gayet net bir şekilde.. Ama tabi o prensipleri Kuran’ın Kuran’la açıklanması metoduyla ayetleri anladığınız zaman ortaya çıkarıyorsunuz. Tabi o zaman Hadis-i Şerifler de birebir doğru anlaşılmış oluyor. Son derece, kısaca dize söyleyeyim; Allahü Teala ne oruçta ne namazda vakitleri belirtirken güneşin doğuş ve batışından asla bahsetmiyor. “Allah’ın kelamı böyle olur işte!” diyor insan yani. Öyle bir kelime kullanıyor ki; o güneşin doğmadığı yerde de doğduğu yerde de, batmadığı yerde de battığı yerde de birebir uygulanabiliyor. Bu da muhteşem bir sonuç ortaya çıkardı. Onlar ne yapıyorlarmış? Biliyorsunuz bize hep anlatırlar; “altı ay gece, altı ay gündüz olur.” İnşallah resimlerde göreceksiniz, kesinlikle böyle birşey yok.
Ama Adnan Öktem Bey dedi ki “Burada..” dedi “Olay gecenin ve gündüzün tanımıyla alakalıdır.” dedi. Kendisi astronomdur. İstanbul Üniversitesi Uzay Bilimleri’nde hocadır. Televizyona birlikte çıkmıştık; belki hatılarsınız. Dedi ki “Burada gece gündüzün tanımı meselesi..” “Biz..” dedi “Güneş doğunca gündüz oldu deriz, batınca.. Yani güneşe bağlı olarak bir tanım yaparız.” dedi. Ama Kuran’ı Kerim güneşe bağlı olmayan bir gece gündüz tanımı yapıyor. Aydınlığa bağlı olarak yapıyor. Aydınlığa bağlı olarak gece gündüz tanımı yaptınız mı yüzde yüz gece ve gündüz oluşuyor. Yani altı ay gece – altı ay gündüz denmesinin sebebi, güneşin doğuş ve batısına dayalı bir tanım yaptıkları için. Ama aydınlığa bağlı yaptığınız zaman her gün gündüz her gün gece oluyor. Her gün tan yeri ağarıyor, her gün öğlen vakti oluyor, her gün ikindi oluyor, her gün akşam oluyor, her gün yatsı oluyor. herhangi bir problem yok yani orada.
Peki orada onlar nasıl uyguluyorlar? İşte Mekke’deki kriterlere göre uygulayacaklar. Tabi onlarla da bu konuda görüşmemiz oldu. Miktat Bey onu da detaylı bir şekilde çekti, onların inşallah hepsini göreceksiniz şeylerde. Mesela bugün, dün müydü? Hah, dün, namaz vakitleri.. Akşam namazı vaktiyle bugünkü akşam namazı vakti arasında kaç saat fark vardır Miktat Bey? Dört saat? Öyle miydi Halit Bey? Dörtten biraz fazlaydı galiba. Dört saat üç dakika.. Yani dünkü akşam namazından dört saat önce bugün akşam namazını kılıyorum. Ya bu ne biçim bir şey kardeşim? Böyle şey olur mu? Şimdi, öğlen namazı.. Rakamları yanlış hatırlıyorsam liste Halit Bey’de.. Öğlen namazı bugün 11.51, ikindi namazı 11.55; dört dakika sonra.. Akşam namazı 12.50, yatsı kaçtı? 17.30’du değil mi? Pardon, 19.30. Şimdi, on saat kadar akşamla yatsı arasına bir vakit koymuşlar. Bu ne saçmalıktır? Bu ne şeydir? Bundan dolayı orada zaten küçücük olan sekiz yüz kişilik cemaat parça parça olmuş. Şimdi, ben onlara ayetlerle bunların yanlış olduğunu anlattım.
Bu, hani Eskimoların yaşantısı filan deniyor ya onlar ‘Sami’ diyorlar; bizim Eskimo dediklerimize. ‘Yenimo’ da demiyorlar, ‘Sami’ diyorlar. Samiler.. “Şimdi o Samilerden..” dedim, “Birisi müslüman olsa..” Şimdi hala dağlarda çadırlarda yaşıyorlarmış. Yani kerpiç evlerde hala yaşıyorlarmış. Vaktimiz olsaydı onları da görmeye giderdik. Şimdi onlardan birisi müslüman olsa.. Saati yok, öyle Mekke’den takvim gönderecek bir adamı da yok. Gönderse zaten okuma yazma bilmiyor. Öyle kabul edeceksiniz. Radyosu yok, televizyonu yok, bu adam nasıl namaz kılacak? Öyle şey olur mu yani? Yok efendim falan yerin de, yok efendim en yakın bölgenin takvimi.. Yok efendim bilmem Mekke’nin takvimi.. Ya da “Oluşmayan namaz vakitlerinde namaz da kılmaya gerek yoktur.” diye bir takım saçma sapan görüşü olan gruplar var biliyorsunuz. Bunların tamamının yanlış olduğu, masa başı fetvalar olduğu çok net bir şekilde ortaya çıktı. Ve en heyecan verici tarafı da ayetlerin birebir hiç sağa sola çekmeye gerek olmadan o durumu anlatıyor olmasıdır. Güneş doğmasının tanımı nedir? Batışının tanımı nedir? Orada tabi gözümüzle görünce de ilgili ayetler akla geliyor. Bir de ekip olmanın da büyük faydası var; şimdi Adnan Öktem bir başka açıdan olaya bakıyor, Servet Bayındır bir başka açıdan bakıyor, biz bir başka açıdan bakıyoruz, diğer arkadaşlarımız başka açıdan bakıyor. Yani aynı şeyi.. İşte diyelim şimdi bu kürsü.. Siz kürsünün o tarafını görürsünüz, birisi bu tarafı, birisi arkadan görüyor. Hepsi birleşip de tarif ettiği zaman bütünü tam olarak tarif etmiş oluyorsunuz.
Orada da çok güzel gelişmeler, yani yeni yeni bilgilerle, yani ayetleri anlama açısından yeni bilgilerle de geri döndük. İnşallah bunu gerekli şekillerde, montajlar tamamlandıktan sonra size burada takdim edeceğiz.
Evet.. Böyle kısa bilgi yetiyor. Şunu da bu arada ilave etmiş olayım; şimdi mesela orada Frankfurt’ta ayrılırken polise pasaportu uzattık, Türkmüş hemen tanıdı. Burada girerken pasaportu uzattık hemen tanıdı. Allah Allah.. Bakıyorsunuz bizim siteye mesela geçen haftaki konuşma dört yüz küsur kere dinlenmiş. Hiç kimsenin tanımaması lazım. E bu nasıl oluyor? Dün Almanya’da, işini gücünü bırakmış, buradaki çalışmaları yaymakla, facebook’ta yaymakla.. Sadece onunla uğraşan Mustafa Enes Keser var. Onunla görüştük. “Nasıl?” dedim “izleyici durumun..” “E bir bakayım.” dedi. Hemen baktı. “Hocam,” dedi, “Bu ay sekiz yüz bin..” dedi. Yani şey o, tıklama sayısı yani. Yoksa kişi sayısı değil tabi.. “Peki..” dedi ki “Şu geçen hafta ki derse bakayım.” dedi. Yedi bin.. E bize baktık, dört yüz küsur.. Ondan sonra “Bir de soru cevaba bakayım.” dedi. “Geçen hafta yedi bin üç yüz..” Allah Allah.. Şimdi biz bunları hiç hesaba katmıyoruz kendi aramızda. Şimdi geldim bugün Yahya’yla konuştum. Yahya dedi ki “Ya Hocam sadece onlar mı?” dedi. “Kaç tane şey var, siteler var. İşte mesela Miktat Bey ve oğlu Ramazan, diğerleri işte Mehmet Türkmen Bey.. Youtube’da bir sürü şeyler var.” Evet.. Ve şunu gördük, gerçekten izleyiciler içerisinde çok böyle aklı başında, entellektüel seviyesi çok yüksek olan çok sayıda insan var. Zaten siz burada da.. Yani şöyle bir yoklama yapsak seviyenin ne kadar yüksek olduğu hemen ortaya çıkar. Yani Allah’a hamdolsun gerçekten Kuran-ı Kerim’in önemi hemen her yerde ciddi manada anlaşılmaya başlanmış. Dün, işte o.. Dün değil, evvelki gün.. Almanca Konuşan Müslümanlar Birligi’nde, oradaki başkana dedim ki “Şu bizim çalışmalar olmasa,” dedim, “Siz İslam’ı Avrupa’da nasıl yayacaktınız?” dedi. “Vallahi çok zor.” dedim. Çünkü öbür taraftan mesela Sandra Mariam’a sorduk; “Bir kadın Müslüman..” “Kadınlar arasında çok yayılıyor burada İslamiyet.” dedi. “Peki Müslüman olan kadınlara ne diyorsunuz?” “‘Kocandan ayrıl.’ diyoruz.” “Niye diyorsunuz?” dedim. “E, şey.. Fetva veren hocalar öyle diyor.” E doğru. Hangi mezhebe bakarsanız böyle. Hangi mezhebe baksanız böyle. Peki Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi Vessellem) bir tek kadını kocasından ayırdığını bilen varsa beri gelsin. Ne oluyor? Siz kimi takip ediyorsunuz? Kuran-ı Kerim’de bunu emreden bir tek ayet bulabilen varsa beri gelsin. Ama Allahü Teala öbür taraftan Tahrim Suresi’nde Lut Aleyhisselam’ın karısını, Nuh Aleyhisselam’ın karısını ve Firavun’un karısını bize örnek olarak veriyor. Peki şu anda o örneği biz kullanamayacaksak ne manası var? Ve şimdi tutuyorsunuz, ya da erkek Müslüman olur da kadın da Ehli Kitap’tan birisi olmazsa yine adamı, ailesini bozmakla Müslüman olmak arasında tercihe zorluyorsunuz. Kadını da erkeği de.. E şimdi böyle bir din anlayışıyla nereye kadar gidersiniz? Ha, Allahü Teala bunu emrediyorsa başüstüne tabi.. Bizim haşa bir şeyimiz yok. Peygamberimiz bunu uygulamışsa başüstüne. Peygamberimizin kendi kızı Zeynep, kendine baş düşman olan Ebu Vail ile evliydi. Böyle bir şey olsaydı Peygamberimiz ilk önce onu kocasından ayırır, boşardı. Boşamadı. Hicretin yedinci yılında Müslüman oldu. Ailesiyle devam etti yani. Yani o kadar çok örnekleri var ki bunun. Ve şimdi biz Kuransız ve Sünnetsiz bir Müslümanlığı insanlara Müslümanlık diye takdim ediyoruz. Ondan sonra “Gelin, siz bu dine inanın.” diyoruz. Şimdi okuyacağımız ayetler de onlarla alakalı..
Ve Bakara Suresi 113. ayeti okuyoruz:
Euzu billahi mineşşeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahim.
Ve kaletil yehudü leysetin nesara ala şey’ ve kaletin nesara leysetil yehudü ala şey’in ve hüm yetlunel kitab, kezalike kalellezine la ya’lemune misle kavlihim, fallahü yahkümü beynehüm yevmel kıyameti fima kanu fihi yahtelifun.
Sadakallahul Azim.
(Yahudiler, “Hıristiyanlar bir temel üzerinde değiller” dediler. Hıristiyanlar da, “Yahudiler bir temel üzerinde değiller” dediler. Oysa hepsi Kitab’ı[31] okuyorlar. (Kitab’ı) bilmeyenler de tıpkı bunların söyledikleri gibi demişti. Artık onların aralarında uyuşamadıkları davada, kıyamet gününde hükmü Allah verecektir.)
Diyor ki burada Allahü Teala, “Ve kaletil yehudü leysetin nesara ala şey” Yahudiler dedi ki, “Nasranilerin, yani Hristiyanların bir temeli yok.” Yani ne İsa Allah’ın Peygamberi ne de İncil Allah’ın Kitabıdır. Yahudilerle Hristiyanlar arasındaki temel fark bu değil mi? İsa Aleyhisselam kime gönderilmişti? İsrailoğullarına, değil mi? Peki inandılar mı? İnanmadılar. Halbuki inanmalarının gerekli olduğu kitaplarında yazmıyor mu? Yazıyor değil mi? İsa Aleyhisselam.. Mesela hala bugün Yahudiler Mesih beklentisi içindeler. E Mesih çoktan geldi. İsa Aleyhisselam’a Kuran’ı Kerim’de Mesih denmiyor mu? E niye inanmadınız? Hala bekliyorsunuz. Çok beklersiniz. E İncil’le ilgili olarak mesela İsa Aleyhisselam diyor ki şeyde, neydi o Ayet-i Kerime? Maide süresindeydi değil mi? Hah, evet, Ali İmran Suresi 49. ayet.. Üçüncü süre.. Hatta oradan degil de yukarıdan başlayalım. Mesela İsa Aleyhisselam Yahudilere ne diyor? Kırk beşten başlayalım. Ali İmran Suresi 45.. Elli beşinci sayfa..
(Ali İmran Suresi 45. ayet:İz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin minh, ismuhul mesîhu îsebnu meryeme vecîhan fîd dunyâ vel âhıreti ve minel mukarrebîn.
(Hani melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’a çok yakın olanlardandır.”)
İz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin minh,
“Meryem, Allah kendinden bir kelime ile seni müjdeliyor.”
O kelime, babası olmadığı halde Allahü Teala’nın “Ol!” emridir. Hristiyanlar “söz” diye diyerek; ki bu, söz, tabi doğru, öyle tercüme ediyorlar ama bu söze bir kısım hayali anlamlar yüklüyorlar. İsa Aleyhisselam’ın ebediliğini, Tanrılığını buna yüklemeye çalışıyorlar. Halbuki o Allah’ü Teala’nın “Ol!” sözüdür. Babası olmadığı için Allahü Teala.. Gerçi babası da olsaydı Allah’ın “Ol!” emri olmasaydı olmazdı ama babasız olarak olması için Cenab-ı Hak “Ol!” emrini vermiş. Kaldı ki, bu konuda, bu konuda da çok ciddi ilmi çalışmaların yapılması lazım. O şuandaki konumuz dışı, çünkü Meryem’in rahminde çocuğun oluşumuyla, Adem Aleyhisselam’ın oluşumu ve insanların yeniden dirilmesi arasında Kuran’ı Kerim’de çok sıkı bağlar kuruluyor. Ayrıca bir bitkinin oluşumuyla insanın oluşumu, bir hayvanın oluşumuyla insanın oluşumu aynı kanun ve kurallara bağlı olarak geçiyor. İşte bu biyoloji üzerinde çalışanlar, zooloji üzerinde çalışanlar, işte bitkilerle ilgili çalışma yapanlar bu konularda kendi aralarında birleşerek bir de Kuran’ı çok iyi bilen kişiler birleşerek insanın ve yani canlı hayatın başlangıcı konusundaki temel prensipleri ortaya koyarlarsa o zaman bir çok yeni bilgilere ve bir çok yeni ufuklara açılmamız mümkün olur.
Buradan Almanya’ya giderken de İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünden bir hanım doçent, ki diğer, bizim ekibimizde olan Adnan Hoca da aynı fakültenin hocası.. Onunla da bu konuda biraz uçakta konuştuk. “İşte biz,” dedi “Zaten bitkinin, hayvanın ve insanın oluşumunu aynı kurallara bağlı kabul ederiz.” dedi. Zaten Kuran’ı Kerim de onu söylüyor. Ama bu konularda çok ciddi eksikler var. O konuşmalarda onu anladım. Bu, birlikte yapılacak çalışmalarda aradaki boşluklar rahatlıkla doldurulabilir çünkü Kuran-ı Kerim’de bu konuda çok guzel bilgiler var. Ama bu bizim anlayabileceğimiz, sonuçlandıracağımız bilgiler değil; bu bilgilerin adamlarının birlikte yapacakları ve Kuran’ı çok iyi bilenlerin de içinde bulunduğu bir ekiple oluşturulabilecek ve sonucu alınabilecek çalışmadır.
ismuhul mesîhu îsebnu meryem“Adı Mesih’tır.”
İşte bu Hristiyanlar Mesihi bekliyor, şey.. Yahudiler “Mesih gelecek..” hala “Gelecek..” diyorlar. Ve Meryem oğlu İsa..
vecîhan fîd dunyâ vel âhira“Dünyada da ahirette de itibarlı..”
ve minel mukarrebîn“Ve Mukarreblerden.. Allah’a yaklaştırılmış kişilerden..”
(Ali İmran Suresi 46. ayet:Ve yukellimun nâse fîl mehdi ve kehlen ve mines sâlihîn O, beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, salihlerden olacaktır.)
Ve yukellimun nâse fîl mehdi“Beşikte iken insanlarla konuşacak.”
ve kehlen“ve olgunluk sırasında da..”
ve mines sâlihîn“ve iyi, salih insanlardandır.”
(Ali İmran Suresi 47. ayet: Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer, kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’ izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn.
(Meryem), “Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?” dedi. Allah, “Öyle ama, Allah dilediğini yaratır. O, bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir” dedi.)
Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun
Şimdi Meryem Validemize bu haber verilince Meryem tabi şaşırıyor. Yani bir melek insan kılığında geliyor, ona söylüyor. Meleklerin insan kılığında gelip insanlarla konuşmasının Kuran’ı Kerim’de çok örnekleri var. Belki bizimle de gelip konuşmuşlardır. Ama bilemeyiz biz. Bunlar başka şekillerde öğrenmiş oluyorlar ya da onlar kendi kimliklerini açıklamış oluyorlar daha doğrusu.
Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veled”Benim çocuğum nereden Ya Rabbi?”
diyor melek, şey Meryem Validemiz. “Bana çocuk nereden?
lem yemsesnî beşer“Bana hiç bir erkek eli değmedi.”
kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ“İşte bu böyledir, Allah emir verdiğini yaratır.”
Yani o söz işte, “yeşa” onu gösteriyor. “Kûn!” dedi mi olur. Erkek elinin değmesine gerek yok. “Ol!” dedi mi olur. Zaten “yeşa” da o anlama gelir. Yani, Allahü Teala, çünkü
izâ erâde şey’en en yekûle lehu kûn! “Birşeyi istediği zaman “Kûn! ” der.”
(Yasin Suresi 82. ayet: İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn. Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.)
Bir şeyin oluşuna da Arapca’da “Şae” fiili kullanılır. İşte Allahü Teala oluşuna karar verdiğini yaratır. “Kûn!” der, olur biter. Bakın O zaten burada hemen onu söylüyor.
“Şae”nin manasını Allahü Teala burada anlatıyor. izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn “Allah bir işe karar verdi mi ona “Ol!” der.”
İşte burada sözün ne olduğunu da burada açıklıyor. Allah’ın sözü, kelimesi.. İşte buradaki kelime “Ol!” sözüdür. O da oluşur. “Olur” değil, “Oluşur”. Bize derler, “hemen olur.” Hayır, hemen olmaz. Allah kanun koymuştur. O kanuna göre.. Allah “Ol!’ der, o da oluşmaya başlar. “yekûlu”.. O da oluşmaya başlar. Kendi kuralına göre oluşur.
(Ali İmran Suresi 48. ayet:Ve yuallimuhul kitâbe vel hikmete vet tevrâte vel incîl Ve Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek.) Ve yuallimuhul kitâbe vel hikmeh “Allah O’na Kitabı ve hikmeti öğretecektir.”
Ki bütün Nebilere Cenab’ı Hak bunu öğretmiştir.
vet tevrâte vel incîl “Tevrat’ı ve İncil’i öğretecektir.”
(Ali İmran Suresi 49. ayet: Ve resûlen ilâ benî isrâîle ennî kad ci’tukum bi âyetin min rabbikum, ennî ehluku lekum minet tîni ke heyetit tayri fe enfuhu fîhi fe yekûnu tayran bi iznillâh, ve ubriul ekmehe vel ebrasa ve uhyîl mevtâ bi iznillâh, ve unebbiukum bi mâ te’kulûne ve mâ teddehırûne, fî buyûtikum inne fî zâlike le âyeten lekum in kuntum mu’minîn.
Allah, onu İsrailoğullarına bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle diyecek): “Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü’minler iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır.”)
Ve resûlen ilâ benî isrâîl“Bunu İsrailoğullarına elçi olarak gönderdi Allahü Teala.” İsrailoğulları kim? Yahudiler.. Şimdi Yahudilere gelen bir elçi bu. Ve Yahudiler peki İsa Aleyhisselam’ı kabul etti mi? Etmedi.
Ve resûlen ilâ benî isrâîl ennî kad ci’tukum bi âyetin min rabbikum“Size Rabbiniz’den ayet getirdim.” diyecek onlara.
Nedir o ayet? Yani “Benim peygamberliğimin belgesi..” Şimdi geliyor, İsrailoğullarına “Ben Peygamber’im.” İyi güzel, hoş geldin, sefa geldin. Nereden bileceğim senin Peygamber olduğunu? “İşte belgem!” Belge nedir? “Rabbiniz’den bir mucize..” diyor, “Bir ayetle geldim.”
ennî ehluku lekum minet tîni ke heyetit tayr
“Sizin için çamurdan kuş görüntüsünde bir şey halk eder, yaratırım. Çamurdan bir kuş şekli yaratırım.”
Şimdi bizde yaratma kelimesinin etrafında kıyametler kopar. Allah’ın ayeti, Allah’ın Resulü bunu söylüyor. Bir insan “Ben yaratırım.” dedi mi, “Sen Tanrı mısın?” derler. Ya, peki o zaman Isa’ya Tanrı mı diyeceksiniz? Tövbe estağfurullah.. Bu, mezhepler arasındaki ihtilafa kurban giden kelimelerden birisi budur.
ehluku lekum minet tîni
Tabi Allah’ın yaratması başka. Allah Basir’dir, görür. E ben de görüyorum dediğin zaman ne oluyor? Sen kendini Allah gibi mi saymış oluyorsun? Senin görmen başkadır, Allah’ın görmesi başkadır. İnsanın yaratması sadece çamura şekil vermektir ama Allah’ın yaratması, Allah o çamuru yaratır. Allah o canı verir, sen yapamazsın.
Diyor ki,
ennî ehluku lekum minet tîni ke heyetit tayr
Zaten “halk etmek”, şekil vermek demektir. Yani “Kuş şekli gibi bir çamur yaratırım.” diyor. “Çamurdan kuş, kuş heykeli yaparım” diyelim. Öyle bir ifade edelim.
fe enfuhu fîhi
“Ve ona üflerim.”
Peki..
fe yekûnu tayran bi iznillâh
“Allah’ın izniyle, Allah’ın onayıyla kuş olur.”
Orada Allah’ın müdahalesi olmasa kuş olmaz. İşte ondan sonrası Allah’a aittir. “Ben onu kuş yaparım.” demiyor; “Kuş şekli veririm.” diyor, “üflerim.” O kadar. Her insanın yapabileceği birşeydir. Ama ondan sonra bunun kuş olması Cenab-ı Hakk’ın emriyle olur ve bu da, o kişiyi Cenab-ı Hakk’ın gönderdiğinin belgesi olur. Onun için efendim, işte şeyler, evliyanın kerameti, Peygamberin yaptıklarını işte biz de yaparız filan “Kûn!” bi iznillâh dedin mi bilmem ne filan.. Bunlar saçmalığın danişkasıdır. İnsanların dinini sömürmek için uydurulmuş büyük yalanlardır. Yani keramet adı altında kendilerini Peygamber yerine koyan bir sürü afedersiniz üçkağıtçı vardır. Tarihte de var, bugunde de var. En büyükuçkağıtçılık da din sömürüsüdür. Bundan daha büyüğü olmaz. “Peygamber yaparsa ben de yaparım.” derler. Peygamber niye yapıyordu? Peygamberliğinin belgesi olsun diye yapıyordu. Sen de Peygamber misin ki belge gösteresin? E kerameti inkar mı ediyorsun? Yo, niye inkar edelim? Allahü Teala bütün insanoğlunu, bütün insanları kerametli yaratmıştır. Allah bütün insanlara ikramda bulunmuştur. O başka birşey. Keramet Allah’ın ikramıdır. Herkese keramet vermiştir, sadece müslümana mahsus değil.
“Velekad kerramnâ benî âdeme” diyor Allahü Teala.
(Isra Suresi 70. ayet:
Velekad kerramnâ benî âdeme vehamelnâhum fî-lberri velbahri verazaknâhum mine-ttayyibâti vefaddalnâhum ‘alâ keśîrin mimmen ḣalaknâ tafdîlâ
Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.)
Ha, tabi ki Müslümanlara, daha çok dinini yaşayanlara daha fazla ikramı olur Allahü Teala’nın.
ve ubriul ekmehe vel ebrasa ve uhyîl mevtâ bi iznillâh
“İşte körü, anadan doğma körü, alaca hastalığına tutulmuş olanı iyileştiririm, ölüleri diriltirim. Hepsi Allah’ın izniyle.”
Ben kendim değil. Sadece benim Peygamber olduğumu siz anlayasınız diye yani. Bir belge olsun diye.
ve unebbiukum bi mâ te’kulûne ve mâ teddehirûn
“Ne yediğinizi ve evinizde neler biriktirdiğinizi size haber veririm.”
fî buyûtikum
Tabi yine Allah’ın izniyle..
inne fî zâlike le âyeten lekum
“İşte bunda sizin için gerçek bir belge vardır.”
“Benim Peygamber olduğumun belgesi.” Mesela birisi geliyor bir okula diyor ki “Ben öğretmen oldum.” Okul müdürü der ki “Tamam ne güzel, hoş geldin, sefa geldin. Şu tayin belgeni, evrakını verir misin?” der. Nedir o evrak? O kişinin öğretmen olduğunun belgesidir. E bu insanlar da geliyor, İsa Aleyhisselam da geliyor diyor ki “Ben size Peygamber gönderildim.” Peki belgenizi görelim beyefendi.. Hani size bir kaç kere anlatmıştım ya.. Biz İstanbul Müftülüğünde oturuyoruz, rahmetli Timurtaş Hoca, Ahmet Vanlıoğlu, ben üçümüz, 1980 öncesi, bir adam geldi, iri yarı.. Oturdu; Timurtaş Hoca masasından kalkmıştı, tek bir telefonumuz vardı, o da paraleldi zaten. Onunla konuşuyordu. Konuşurken geldi Timurtaş Hoca’nın masasına oturdu. İri yarı bir adam.. “Beyler,” dedi, “Ben Peygamberim..” dedi. Şimdi Ahmet Vanlıoğlu söz ustasıdır. Dedi ki, “A, öyle mi? Çok memnun olduk. Hoş geldiniz, nasılsınız?” “Teşekkür ederim.” dedi. “Peki ne yapabiliriz? Bizden ne istiyorsun?” “Bu millet çok sapıtmış.” dedi. “Kimse benim Peygamberliğime inanmıyor. Bana bir belge verin.” dedi. “Bir de basın toplantısı yapın. Yoksa..” dedi, “Çok büyük felaket gelecek bu milletin başına..” Ahmet Vanlıoğlu dedi ki “Afedersiniz, siz kimin Peygamberisiniz?” dedi. “Allah’ın Peygamberiyim.” “O zaman yanlış geldiniz.” dedi. “Biz kendi tayin ettiklerimize belge veriyoruz.” dedi. “Allah’ın tayin ettiklerine belge verme yetkimiz yok. Git sen O’ndan al.” dedi.”Doğru söylüyorsun ya!” dedi, kalktı, gitti adam. Sonra gazetelerde çıktı adam, akli dengesi bozukmuş. Ama şimdi bak, ona bile inanmıyorlarmış; müftülükten belge almaya geldi değil mi? Ama işte, Allah’tan alınan belge böyle olur. Bir başkası onu taklit edemediği için onun adına ‘mucize’ deniyor. Ama müftülükten alınan belgeyi herkes taklit edebilir. Ona kimse ‘mucize’ demez.
Evet..
(Ali İmran Suresi 50. ayet:
Ve musaddikan limâ beyne yedeyye minet tevrâti ve li uhılle lekum ba’dallezî hurrime aleykum ve ci’tukum bi âyetin min rabbikum fettekûllâhe ve etîûn.
“Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için gönderildim ve Rabbiniz tarafından size bir mucize de getirdim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”)
Ve musaddikan limâ beyne yedeyye minet tevrâti
“Önümdeki bulunan Tevrat’ı tasdik etmek üzere geldim.”
diyor.
li uhılle lekum ba’dallezî hurrime aleyküm
Bak, “Elinizdeki Tevrat’a da ben inanıyorum.” diyor.
Neydi Ali İmran Suresi 81’de, ne diyordu?
(Ali İmran Suresi 81. ayet:
Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş sâhidîn.
Hani, Allah peygamberlerden, “Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra, elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz” diye söz almış ve, “Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?” demişti. Onlar, “Kabul ettik” demişlerdi. Allah da, “Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” demişti.)
Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî
“Bütün Nebilerden söz aldık, eğer size Ben Kitab ve hikmet veririm de arkadan sizin kitlelerinizde bulunan, tasdik eden bir Resul gelirse ona mutlaka inanacaksınız.”
ve le tensurunnehu
“ve yardımcı olacaksınız.”
kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum isrî
‘dedi ki, “İkrar ettiniz mi? Bu konudaki ağır yükümü üstlendiniz mi?”’
kâlû akrarnâ
“Tamam inandık, diyor.”
kâle feşhedû ve ene meakum mineş sâhidîn
“Siz buna şahid olun, Ben de sizinle beraber şahid olurum.”
‘akrarnâ’ – ‘inandık’ diye mana verdim yanlış tabi.. Bir de tabi haftanın ciddi bir yorgunluğu var. Dün gece saat üçte geldim, ondan dolayı bazı kelimeler yanlış çıkarsa kusura bakmayın. Sabahtan da erkenden talebeleri imtihan etmeye gittim. Şimdi.. Evet.. Bu sözü onlardan da, Yahudilerden de almış. Dolayısıyla İsa Aleyhisselam gelip diyor ki “Ben tasdik ediyorum bak,” diyor “Tevrat’ı..” “Ve işte, Peygamberim, belgem de var.” O zaman Yahudilerin ne yapması lazımdı ona? İnanmaları lazım. İnandılar mı? İnanmadılar. Evet.. Ve de diyor ki bakın,
ve li uhılle lekum ba’dallezî hurrime aleyküm
“Size haram kılınmış bazı şeyleri de helal kılmak için geldim.”
Şimdi ‘nesih’, “Yani Tevrat’ın bazı hükümlerini ‘neshetmek’ için geldim.” Yani nesih ne olurdu? Ya misliyle, ya da hayırlısıyla.. Bazı işleri helal kılmak için dolayısıyla ne olmuş oluyor? Hayırlısıyla neshediyor. İşte Yahudilere yaptıklari yanlıştan dolayı bir sürü hayvanların haram olduğu Kuran-ı Kerim’de belirtiliyor; Yahya master tezinde bu çalışmayı yaptı. Ve tam bizim En’am 145’in birebir karşılığı olan bir ayet var İncil’de, bugünkü İncil’de. Ama oradan domuzu çıkarmışlar. Domuzu şey tabi Paurus çıkarmış. Domuzun dışındakiler aynen var orada. “İşte o bütün haram kılınanların diğerlerini de helal kılmak için geldim. ” diyor. Yani iyilik işte.. “Sizi daha da rahatlatacağım.” diyor. Güzel de, mesela bir olay anlatılıyor; ki tarihen vaki mi bilmem ama çok bana doğru geliyor.. Şimdi bu iç yağlarını yemedikleri için Yahudiler getiriyorlar Sinagoga. Sinagogda satıyor; gerçi bir Hadis-i Şerif’te de var galiba böyle bir şey.. Böyle bir Hadis de var değil mi? Ha, “Allah lanet etsin!” diye bir hadis var, tamam.
<Hz. Câbir r.a. anlatıyor: Mekke’nin fethedildiği sene Hz. Peygamber s.a.v.’i Mekke’de işittim, şöyle buyuruyordu: “Cenab-ı Allah içki, ölmüş hayvan, domuz ve putun alım-satımını yasakladı.” Bunun üzerine: “Ey Allah’ın Resûlü “ölmüş hayvanların iç yağı hakkında ne buyurursunuz, zira onunla gemiler yağların, derilere sürülür, kandiller aydınlatılır” dendi.
Cevâben: “O (nun satışı) haramdır” buyurdu ve ilâve etti: “Allah Yahudilerin canını alsın. Allah onlara ölmüş hayvanların iç yağını haram kıldığı vakit bu yağı erittiler, sonra satıp parasını yediler.”
Buhârî, Büyû 112, Meğâzî 50; Müslim, Müsâkât 71 (1581); Ebu Dâvud, Büyû 66 (3486); Tirmizî, Büyû 93, (7, 309-310); İbnu Mâce, Ticarât 11, (2167) – Kütüb-i Sitte Cilt 3, Hadis Şerif 215 s26
İbnu Abbas (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber (s.a.v.)’i Kâbe’nin yanında otururken gördüm. Bir ara başını semaya kaldırarak güldü ve şunu söyledi: “-Allah Yahudilere lânet etsin, Allah Yahudilere lânet etsin, Allah Yahudilere lânet etsin! Allah onlara (ölmüş hayvanların) iç yağını yasaklamıştı tutup bunu sattılar ve parasını yediler. Hâlbuki Allah bir millete bir şeyin yenmesini haram etti mi, onun parasını da haram etti demektir.”
Ebu Dâvud, Büyû 66 (3488) – Kütüb-i Sitte Cilt 3, Hadis Şerif 217 s28)
O hadis’i hatırladım o zaman bilgi doğru.. Şimdi.. Getiriyorlar iç yağlarını Sinagoga, e onlar da mum yaparak satıyorlar. Bugün mesela işte şimdi elektrikle aydınlanıyoruz, işte o zaman mumla aydınlanılıyor. Müthiş bir para imkanı değil mi? Yani milletin bütün aydınlanma şeylerini siz satıyorsunuz Sinagog olarak. E, öyle birşey ki gideri olmayan gelir.. Çünkü hayvan kesenler getirip bedava Sigagoga bırakmış, siz de satıyorsunuz. Müthiş bir gelir. E şimdi İsa Aleyhisselam “Bu iç yağları helaldir.” dediği zaman, bundan en fazla kim rahatsız olacak? Kurulu düzeni bozulmuş olacak. E adam niye? Dini çok iyi bilenler rahatsız olacak. Yani dinden menfaat sağlayanlar rahatsız olacaklar. Hiç inanırlar mı İsa Aleyhisselam’a? Ölüyü diriltmiş, bilmem efendim evlerindeki yiyecekleri şey yapmış, kuşu.. Hiç, umurunda bile değil. Sen benim menfaatimi yok ettikten sonra ne olursa olsun.
Şimdi, peki tekrar okuduğumuz ayete gelelim. Bakın, diyor ki burada Allahü Teala, Bakara 113,
“Yahudiler diyor ki, Hristiyanların bir temeli yok.”
Bunu derken ne demiş oluyorlar? “İsa Allah’ın Peygamberi değildir.” demiş oluyorlar, değil mi? Halbuki inanmaları için gereken her şey var mı? Var. Ama inanmıyorlar. “İncil Allah’ın kitabı değildir.”diyorlar. İnanmaları için herşey var. Peki..
kaletin nesara leysetil yehudü ala şey’in ve hüm yetlunel kitab
‘Hristiyanlar da diyorlar “Yahudiliğin bir temeli yok.”’
Kardeşim temeli var, bunlar Tevrat’ı şey yapıyorlar, inanıyorlar. Musa Aleyhisselama inanıyorlar. Tevrat sizin de Kitab’ınızın bir parçası. Onu alıyorsunuz, Kitab-ı Mukaddes diyerek birleştiriyorsunuz, bugün hala onu okuyorsunuz siz. Nasıl böyle dersiniz? Ama şunu deyin; “Bizim Peygamberimize inanmadikalri için yani İsa Aleyhisselam’a inanmadıkları için, İncil’e inanmadıkları için Cenab-ı Hakk bunları kafir saymıştır.” derseniz onda bir problem yok.
ve hüm yetlunel kitab
“Onlar Kitab’ı okudukları halde böyle derler.”
kezalike kalellezine la ya’lemune misle kavlihim
“Bilmeyenler de aynı şeyi, onların sözleri gibi söylüyor.”
Şimdi bilenler kim oluyor burada? Bak, Hristiyanlar biliyor, hala Mesih’i bekliyorlar. Ama inanmıyorlar. Şimdi bilmiyorlar mı İsa Aleyhisselam’ın Peygamber olduğunu? Biliyor. Peki Yahudi şey Hristiyanlar biliyor ki Yahudilere Tevrat gelmiş ve Musa Aleyhisselam gelmiş. Onlar da gayet iyi biliyor. Çünkü dediğim gibi Tevrat’ı İncil’le birleştirerek Kitab-ı Mukaddes diye bugün hala onu uygulamaya çalışıyorlar ki birçok konularını almıyorlar onun. Peki.. E nasıl diyorsunuz siz bunu?
Bilmeyenler de aynı şeyi söylüyorlar. Bilmeyenler kim olur? Kim olur bilmeyenler? Mekkeli Müşrikler olur. Ve bugünkü Yahudi ve Hristiyan olmayan kişiler olur değil mi? ‘Aynı şey’ dedikleri nedir? Mesela bugün Hristiyanın ve Yahudinin Kuran-ı Kerim’e inanma mecburiyeti var mı? Kendi Kitablarından dolayı? İnanmadıkları için.. İnanmıyorlar, ne diyorlar? Ne demiş oluyorlar bunlar? Allah.. “Kuran Allah’ın Kitabı değildir.” demiş olmuyorlar mı? “Muhammed Allah’ın Peygamberi değildir.” demiş olmuyorlar mı? Kuran-ı Kerim için ‘Muhammed’in Kitabı’ diyorlar. Yani ‘Muhammed’in yazdığı Kitab’ diyorlar. İslam için de ‘Muhammedîlik’ diyorlar. ‘Allah’ın dini’ demedikleri için ‘Muhammed’in uydurduğu bir din’ diyorlar. Peki.. Ehli Kitab’dan olmayanlar ne diyor? Yani Yahudi ve Hristiyanlar bunu diyor da; Yahudi ve Hristiyan olmayanlar ne diyor? “Kuran Allah’ın Kitabı.” diyorlar mı? Demiyorlar. “Muhammed Allah’ın Peygamberi.” diyorlar mı? Demiyorlar. O zaman ne farkları var bunların? Hangisinin durumu daha kötü? Aynı değil.. Ehli Kitab’ın daha kötü. Ellerinde Kitab var. Bildikleri halde bunu söylüyorlar. Öbürleri bilmediği halde bunu söylüyor. Müşriklerin durumu onlardan biraz daha iyi.
Peki bizim gelenekte hangisi öne alınıyor? Ehli Kitab’ı öne alıyorlar. Ehli Kitab’ı, her zaman söylüyorum, gereksiz yere şımartarak hak etmedikleri bir yer veriliyor onlara. Kuran-ı Kerim’e bakarsanız eğer Ehli Kitab müşriklerden daha aşağı seviyededir. İşte zaten bu ayet de onu göstermiyor mu? Bilmeyenler de öyle söylüyor. Peki sizin bildiğinizin farkı ne? Hiç bir temelleri yoktur diyor. Mesela “Canım ya bırak..” diyorlar, “Allah öyle bir Kitab indirmemiştir.” diyorlar. Mesela işte ateistler, yani İslam’ı kabul etmek istemeyenler, “Tamam biz Allah’a inanıyoruz. Amenna ve saddekna ama Allah niye bana karışsın ki kardeşim?” diyor ya.. “Allah böyle şeyleri emretmez ya..” “Ya ben namazı kılsam, oruç tutsam Allah’a ne faydası var ne de zararı var. Niye emretsin kardeşim? Siz kendi kendinize bir din oluşturmuşsunuz, haydi gidin!”
Peki bunun Kuran-ı Kerim’de ayetleri var mı? Tebareke Süresini açsanıza.. İmtihanda kaybedeceksiniz bu gidişle yoksa, karışmam, bak. Yakında ikinci dönem geliyor zaten, karneleriniz zayıf gelirse karışmam. Tebareke Suresinde 561. sayfa.. Şubat tatili geliyor, onun için diyorum. Şimdi.. 6. ayetten itibaren;
(Tebareke (Mülk) Süresi 6. ayet:
Ve lillezîne keferû bi rabbihim azâbu cehennem, ve bi’sel masîr
Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ne kötü varılacak yerdir orası!)
Ve lillezîne keferû bi rabbihim azâbu cehennem
“Rablerine karşı kafirlik yapanlar, yani Allah’ı görmezlikten gelenler, hayatı yaşarken Allah’ı devre dışı bırakanlar, “Allah benim işime niye karışsın ki?” diyenler için cehennem azabı vardır.”
ve bi’sel masîr
“ne kötü hale gelmektir o! Ne idiler, ne oldular?”
(Tebareke (Mülk) Süresi 7. ayet:
İzâ ulkû fîhâ semiû lehâ şehîkan ve hiye tefûr
Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı korkunç uğultuyu işitirler.)
İzâ ulkû fîhâ
“oraya atıldıkları zaman”
semiû lehâ şehîkan ve hiye tefûr
“bu cehennem böyle kaynarken oluşturduğu bir ses duyacaklardır.”
Mesela soba yanarken bir ses çıkarır değil mi? O odun sobasını düşünün, yandığı zaman bir ses çıkarır. O ses ne sesi biliyor musunuz? O içeride yanan oksijeni dışarıdan içeriye alıyor ya bu şeydeki, o havanın şeye giriş sesi, sobaya. E cehennem çok daha büyük bir şey olduğu için aynı şekilde hava cehenneme girerken çıkardığı o uğultu..
semiû lehâ şehîkan
“o cehennem için bir ses, bir uğultu işitirler.”
ve hiye tefûr
“o kaynadığı,”
Kaynar böyle, müthiş bir şekilde şey yapıyor. Mesela o köz halinde olduğu zaman bakarsın da sanki kaynar gibi bir görüntüsü vardır.
(Tebareke (Mülk) Süresi 8. ayet:
Tekâdu temeyyezu minel gayz, kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr.
Neredeyse cehennem öfkeden çatlayacaktır! Oraya her bir topluluk atıldıkça oranın bekçileri onlara, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorarlar.)
Tekâdu temeyyezu minel gayz
“Kininden sanki ikiye ayrılacak..”
Mesela bazen sobayı yak, nerdeyse soba çatlar gibi olur böyle.. Odunla doldurduğunuz zaman çatlayacak zannedersin.
kullemâ ulkıye fîhâ fevcun
“onun içerisine her bir bölük bırakıldığı zaman”
Tabi bu ateşin etrafında kızarıyorlar. Yanmıyorlar, kızarıyorlar. Derileri yanıyor, içlerine kadar işliyor.
seelehum hazenetühâ
“Cehennemin bekçileri onlara sorar”
e lem ye’tikum nezîr
‘”Size bir uyarıcı gelmedi mi? Başınıza bunların geleceğini söyleyen çıkmadı mı?” derler.’
(Tebareke (Mülk) Süresi 9. ayet:
Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey’in entum illâ fî dalâlin kebîr.
Onlar da şöyle derler: “Evet, bize bir uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalanlamış ve ‘Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ demiştik.”)
Kâlû belâ
‘”Geldi tabi, elbette” derler.’
kad câenâ nezîr
“Geldi.” Çünkü orada yalan söylemenin bir anlamı yok artık.
fe kezzebnâ
“Ama biz yalana sarıldık. Biz yalan söyledik.”
ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey’
‘”Allah böyle bir şey indirmemiştir.”
Allah niye böyle Kuran indirsin kardeşim, İste Muhammed yazmış. Allah niye Kitab indirsin ki?”
in entum illâ fî dalâlin kebîr
‘”Siz çok büyük bir çok yanlış yoldasınız ya, çok yanlış düşünüyorsunuz. Allah bana niye karışsın kardeşim, ya? Öyle dedik.’
(Tebareke (Mülk) Süresi 10. ayet:
Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na’kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr.
Yine şöyle derler: “Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık.”)
Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na’kilu
“Keşke söz dinleseydik, ya da aklımızı çalıştırsaydık!”
mâ kunnâ fî ashâbis saîr.
“Cehennemliklerin içinde olmazdık.”
(Tebareke (Mülk) Süresi 11. ayet:
Fa’terefû bi zenbihim, fe suhkan li ashâbis saîr.
İşte böylece günahlarını itiraf ederler. Artık alevli ateştekiler Allah’ın rahmetinden uzak olsun!)
Fa’terefû bi zenbihim“Suçlarını itiraf ettiler.”
Ne demek? Bu dünyada gerçeği gayet iyi anladılar. Ama yalana sarıldılar demektir.
mâ kunnâ fî ashâbis saîr.“Ya söz dinleseydik, ya da aklımızı çalıştırsaydık!”
Ya bu kadar nimeti vermiş olan Allah hiç emir vermez mi? Tabi ki verecektir. Allah bizi boşuna mı yarattı? Ebedi hayatı boşuna mı? Böyle şey olur mu?
Evet, şimdi.. Peki.. Efendim? Ha, ayetin sonu kaldi diyor Yahya, hakli tabi.. Şimdi dışarıdaki arkadaşlar da diyor, “Bazen..” diyor “Böyle videoyu hemen bitiriyorsunuz, niye bitti?” diye. Aman ona dikkat edelim gerçekten..
fallahü yahkümü beynehüm yevmel kıyameti fima kanu fihi yahtelifun.
“Allah ahirette, Kıyamet Gününde ihtilaf ettikleri konuda aralarında hükmünü verecektir.”
Şimdi ben size bir şey söyleyeyim, onunla bitireyim. Bugün biz, Müslümanların ellerinde bir Kitab var bu Kuran-ı Kerim’e inanmadığını söyleyen bir Müslüman cemaat tanıyor musunuz? Peygambere inanmadığını söyleyen birisi var mı? Hatta Kuran-ı Kerim’i ezberlerler, güzel okuma yarışmaları yaparlar, hatta hatta çok, en güzel yazılarıyla yazarlar, en iyi kılıflarda, altın yaldızlı kılıflarda, cok guzel kılıflarda asarlar, bir şeyde.. Kuran ziyafetleri yaparlar, falan filan.. Peki, biz bu insanları okudukları ve inandıkları, biz bu Kuran’a kesinlikle uyarız dedikleri Kuran’a çağırdığımız zaman çok açık ayetleri gördükleri halde, çok açık hadisleri gördükleri halde görmezlikten gelenlerle öbürlerinin ne farkı var söyler misiniz? Ne farkı var? Bir de bunun üzerinde düşünelim bakalım.
Peki şimdi reklamlara başlıyoruz; şimdi biliyorsunuz biz iki senedir Kuran-ı Kerim’i anlama, meal bilgi yarışması yapıyoruz. Bu sene üçüncüsünü inşallah yapacağız. Otuz kadar sivil toplum kuruluşunun üye olduğu Kuran’ı anlama platformumuz var. Kuran-ı Kerim meal bilgi yarışması.. Bu sene yirmi dört merkezde yapılacak. 8 Mayıs 2011’de olacak inşallah. Son kayıt tarihi de 17 Nisan 2011’de. www.kuranianlamaplatformu.com sitesine girdiğiniz zaman görürsünüz ve bizim burada arkadaşlarımız size.. Yani alabileceğiniz kadar broşürler vardır, alıp eşinize dostunuza dağıtabilirsiniz. İşte Sait Bey gösteriyor orada.
Bir de muhterem arkadaşlar, Kuran-ı Kerim’in otuzuncu cüzünün meali, biliyorsunuz çıktı, bunu kısa sürede bitirdik. Bunun ikinci baskısını yaptık ama ikinci baskıya Yasin Suresini, Tebareke Suresini, işte Ayet-el Kürsi, Fatiha Suresi, ondan sonra Amenerrasulu, onları da ilave ettik. Dolayısıyla tabi biliyorsunuz, zaten sonunda namazın nasıl kılınacağı, namaz içerisinde okunan dualar filan da var. Bunu şimdi bu hafta çıkmış. Keşke biz yurtdışına gitmeden önce çıksaydı, çünkü oralarda da çok istediler bundan. Ama yoktu. Bunu da duyurmuş olduk.
Reklamlar bitti mi? Bitti tamam. Şimdi çay faslı..