Elhamdülillahirabbil’alemin vel’agıbetulilmuttegıyn vessalatuvesselamu ‘ala rasulina muhammedin ve’ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Bakara suresinin 110. ayetinden itibaren inşallah okuyacağız. Ama 110. Ayeti 109. ile bağlantılı olduğu için 109.dan başlayacağız. Burada Allah’u teala şöyle buyuruyor.
”Vedde kesirun min ehlil kitabi lev yeruddunekum min ba’di imanikum kuffara..”
“Ehli kitaptan çoğusu şunu çok ister, keşke sizi imanınızdan sonra kafirliğe çevirseler. Keşke kafir yapsalar.”
”..haseden min ındi enfusihim”
“Kendilerinde olan bir şeyden dolayı duydukları kıskançlık sebebiyle.” Çünkü onlar sizin doğru yolda olduğunuzu biliyorlar, kendileri bu yola gelmek istemiyor, sizin de o yoldan çıkmanızı çok istiyorlar.
”min ba’di ma tebeyyene lehumul hak”
“ bu bütün gerçek kendileri açısından ortaya çıktıktan sonra böyle yaptılar.” Yani iyice anladılar ki müslümanlar hak yoldadır. Bu sebeple çok istiyorlar ki sizde imanınızdan sonra kafir olasınız. Ondan dolayı müslümanlığı hristiyanlığa benzetme çalışmaları taa peygamberimiz sallallahu’aleyhi ve sellem zamanında başlamış, bu ayeti kerime onu gösteriyor. Çünkü “ehli kitap bunu çok ister” dediğine göre, o zamanki yahudiler ve hristiyanların yapmaya başladıkları ve günümüze kadar devam eden kesintisiz bir harekettir. Belki birçoğuna garip gelir ama bana göre bu sahada bayağı başarılı olmuşlar. Şimdi her derste Kuran’ın ve peygamber sallallahu’aleyhi vesellemin sünnetinin bir vaadiide, mevcut islam anlayışınında bir başka vadiide olduğunu çok net olarak görüyoruz. Bunu nasıl başarmışlar, tabii bunun ayrıntıları, yapılacak ciddi bir tarih çalışmasından sonra ortaya çıkar. Bizdeki tarih çalışmaları siyasi tarihtir. Hiçbir siyasetci kendi döneminin kötü gösterilmesini istemediğinden, dolayı emirle yazılmış olan tarihlerdir. Onlarla gerçeği öğreneceğimizi hiç zannetmiyorum. Ama elimizde çok güzel belgeler var. O da, Kuran’ı Kerim ve sahih sünnet. Bir de ona rağmen oluşturulmuş olan bir din.
İşte bu günlerde, kölelik-cariyelik konusu tartışılıyor. Televizyonda gösterilen bir film sebebiyle yeniden gündeme geldi. Aslında bunların tartışılması son derece güzel. Eğer çok güzel bir şekilde tartışılabilecek olsa çok iyi. Ümid ediyoruz ki bundan sonra çok daha fazla bu konular gündeme gelir ve tartışılır. İnsanlar doğru islamiyeti öğrenirler. İşte cariyeler yani savaş esiri olan hanımlar bizim mezheblerin tamamının ittifakıyla, işte adına icma diyeceksek bundan daha kapsamlı bir icma olmaz, mezheblerin tamamının ittifakıyla bir kimse cariyesini odalık olarak kullanabilir. Yani onun cinselliğinden yararlanabilir ve onda bir sayı yoktur. Evet bazen öldürmesine bile müsade edenler var malesef. Tabi bu, Kuran-ı Kerim’e son derece açık bir şekilde aykırıdır. Ben bu ehl-i kitabın neler yapmış olabileceğini görmeniz açısından kısa bir örnek vereyim. Elinizdeki meali lütfen bir açın. Nisa suresinin 3. ayetini. Bakalım burada nasıl bir meal vermiş. Elinde farklı mealler olanlar varsa onlar da lütfen okusunlar. Ben bu elimdeki mealden okuyacağım. Elimdeki meal Türkiye Diyanet Vakfının hazırladığı meal. Bu meali tercih etmemizin sebebini biliyorsunuz. En çok satılan türkçe meal olması. İşte Diyanet Vakfı tarafından bastırıldı. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından bastırıldı. Ve Suudi Arabistan tarafından bastırıldı. Zaten Suudi Arabistan’ın siparişiyle hazırlanmıştı. Hala daha bastırılıyor. 3. ayetin mealini bir okuyalım hep beraber. Diyor ki burada :
“Eğer kendileriyle evlendiğiniz takdirde yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız, beğendiğiniz veya size helal olan kadınlardan ikişer üçer dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın yahut sahibi olduğunuz cariye ile yetinin.”
Şimdi haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın. Ne anladınız buradan? Adaleti gözetemeyecekseniz bir tek kadınla evlenin, tamam. Yahut sahibi olduğunuz cariye ile yetinin. Bu ne demek?
“Nikah kıyın demek hocam” (bir katılımcı)
Nikah kıyın yok burada. Nikah kıymadan, şimdi elinizin altında bir cariye var, O zaten var, elde bir. İşte onunla idare et, niye evleniyorsun ki madem adaleti gözetemeyeceksin. Şimdi bakın bu ayetin meali sizin elinizde, birtakım parantezler kullanılmış. Fakat bu ‘yetinin’ kelimesi parantez dışında. Yani ne demektir bunun anlamı? Ayette ‘yetinin’ diye bir kelime var demektir değil mi? Ayetin metninde var demektir. ‘yetinin’ O zaman bu ayet erkeklerin cariyelerle cinsel ilişkisine müsade ediyor. Yani bu haliyle. Ama bu Allah’u tealaya yapılmış çok büyük bir iftiradır. Çok büyük bir iftiradır. Arapça bakımından bu ayete bu meali vermenin imkan ve ihtimali yoktur. Şimdi neden böyle söylüyorum? Ayetin arapçasına bakalım. Diyor ki burada, “veinkhıftum ella tugsidu filyetama” Yani yanınızda büyümüş artık reşid olmuş yetim kızlara mallarını teslim etmek yerine onunla evlenmeyi düşünüyorsunuz. Fakat ona karşı iyi davranmaktan korkuyorsunuz. Yanınızda büyüdüğü için hala çocuk gibi muamele edeceğinizi düşünüyorsanız onlar ile evlenmeyin.
Peki ne yapacaksınız? Evet Adem bey bu konuda da bir basın bildirisi hazırlayın. Çok önemli bir konu. Ali Rıza hoca ile birlikte yaparsanız daha iyi olur. Çünkü biz bir hafta burada olmayacağız. Diyor ki, yanınızda büyümüş reşid olmuş bir yetim kız var. Babasından kalan malı ona vermek yerine evleneyim de bu mal elden çıkmasın diyorsanız evlenebilirsiniz ama ona çocuk gibi muamele etmekten endişeniz varsa onunla evlenmeyin. O zaman “fenkihu ma dabelekum minennisaai mesna ve sülasete ve ruba’a” sizin hoşunuza giden kadınlardan, ikişer üçer dörder nikahlanın. “veinhıftum ella ta’dilu” onlara adil davranmayacağınızdan korkarsanız, “fevahideten” , arapça da burada “fevahideten” in başındaki fiil ‘inkehu’ dur, o hazfedilmiş, yani oraya yazılmamıştır, dillerde hep bu olur türkçede de vardır. Bir taneyi nikahınıza alın. “ev ma meleket imanukum” ya da yönetiminiz altındaki cariyeyi nikahlayın. Ayetin söylediği bu. Ayetin söylediği ya bir kadını nikahlayın, ya da elinizin altındaki bir cariyeyi nikahlayın. Elinizin altındaki cariyeyi nikahladığınız zaman kendi; çünkü esir kadın erkek esir kampına bırakılmaz ailelere dağıtılır. Aile içerisindeki hukuku da ailenin en yakın evlatları gibi olur. O zaten çok detaylı bir şekilde Nur suresinin 58. ayetinde net bir şekilde anlatılıyor.
(“Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar (köleleriniz) ve sizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza girecekleri zaman) sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında (izinsiz girme konusunda) ne size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”)
Aileyle kaynaşır. Ama onun cinselliğinden yararlanma diye bir şey yok. Eğer erkek elinin altındaki cariye ile evlenmek isterse onu hürriyetine kavuşturmadan da evlenmesi mümkün değildir. Hürriyetine kavuşturur, hürriyet bedeli de onun mehri olur. Şimdi bu ayette, eğer bir başkasının cariyesiyle evleniyorsa bir insan, orada hürriyet şartı yoktur. Daha az bir mehir olabilir. O durumda, yani o cariye ondan aldığı parayı emri altında bulunduğu kişiye verir, sonra eşiyle beraber çalışır artan borcunu da öder ve hürriyetine kavuşur. Bir kere Kuran’ı Kerim köleleştirmeyi kesin olarak yasaklamıştır. Esirleri mutlaka serbest bırakılmalıdır. Muhammed suresinin 4. Ayetine göre “fe imma mennem ba’du ve imma fidaaen” diyor.
“ Artık bundan sonra (esirleri) ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin.” Ya karşılıksız yada karşılıklı serbest bırakılması gerekir esirlerin, asla köleleştirilemez. Bu yasaklanmıştır. Sadece Ahzab suresinin 50. ayetiyle peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e Mısır’dan hediye edilen Mariye’ye peygamberimiz için müsade edilmiştir.
“Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helâl kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helâl kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” Özel bir müsade, bir başkası için değil. İşte şimdi bakın görüyorsunuz, ayetin metnine ilave yapılarak, esir kadınlar odalık olarak kullandırılıyor, üstelik de şu var normal kadınlardan dört tane alabilirsiniz ama esir kadının sınırı yok. İbn-i Abidin’ de şöyle bir ifade gördüğümü hatırlıyorum, bir kişinin dört tane karısı, bin tane de cariyesi olsa, binbirinci cariyesini alırken karısı dese ki ben buna razı değilim, kadının kafir olmasından korkulur diyor. Niye çünkü Allah’ın helal kıldığını haram kılıyor. Şimdi sen Allah’ın helal kıldığını nereden çıkarıyorsun? Allah bir kere nikahsız cariyeyle ilişkiyi kesin haram kılıyor. Nikahlı olan da en fazla dört olur, o dört taneye de hukukunu yerine getirmek şartıyla müsade edilmiştir. Bakın bugün insanlar hukukunu yerine getirmekten korktukları için bir taneyle bile evlenmiyorlar. Hadi bakalım bunu eğer engellemek isteyenler varsa her birisinin hukukunu yerine getirmek şartını koysun o zaman görürsünüz.
Şimdi tekrar aynı ayetlere dönelim. Bakın görüyor musunuz? Müslümanlar nereden nereye gelmişler. Kuran-ı Kerim’in son derece titiz bir şekilde üzerinde durduğu, büyük günahların büyüklerinden saydığı zina meşrulaştırılmış. Ne yapmışlar? Ayete bir kelime sokuşturarak olması mümkün olmayan bir manayı vererek meşrulaştırmışlar. Bu ilgili ayetlerin tamamında böyle malesef. Ve şimdi hangi mezhebte böyle? Tamamında. Bir tane istisnası yok. Ya da ben şuana kadar bir istisnasını bulamadım. Ali Rıza Demircan hoca’nın bu konuda yaptığı bir çalışması var, Ensar vakfı tarafından basıldı.
“Yeni baskısı bitti hocam” (bir katılımcı)
Yeni baskısı bitti. O önceki baskı evet. Şimdi bakın burada hakikaten, yaptırdığım bir master çalışması var, kadına tanınan haklar ve sorumluluklar, Kuran-ı Kerim’in tanıdığı, mezheplerin tanıdığı ve Yunan-Roma hukukunda kadın konusunda bir karşılaştırma yapan bir master çalışması yaptırdık. Bitti ama birtakım tashihler var. Orada çok net bir şekilde ortaya çıkıyor ki, Kuran-ı Kerim’in verdiği haklar kadının elinden tamamen alınmış, Yunan ve Roma, yani evlenme ve boşanma ile ilgili kısımlar büyük ölçüde onların fikirleri alınmış ve islam diye gösterilmiş. Mesela çağımızda da öyle, çağımızda faizsiz diye kurulan kuruluşlar Türkiye’de değil sadece, bütün dünyada batılıların yaptıklarını alıyorlar, yeşil bir ambalajla ambalajlayarak, işte islami diye sunuyorlar. Yani öteden beri bu böyle olmuş.Müslümanların son derece dikkatli olması gerekiyor. Ondan sonra da başımıza bu felaketler nereden geliyor? Vallahi cenab-ı Hak çok merhametli. Eğer o kadar merhametli olmasa!
Bir de dua edin ki şu hocalıkla alakası olmayan müslümanlar var, onlar olmasa biz çoktan batmıştık. Yani samimi müslümanlar var, sokaktaki müslümanlar var. O sokaktaki müslümanlara dua etmek lazım. Hani o insanların beğenmediği, avamdan dediği müslümanlara dua etmek lazım. “vedde kesirun min ehlil kitab” Ehl-i kitabın çoğusu çok ister, “lev yeruddune min ba’dikum kuffara” keşke sizi imanınızdan sonra kafirliğe çevirseler diye çok isterler. “haseden min ‘ındi enfusihim” kendi içlerinde bulunandan kaynaklanan bir kıskançlıktan dolayı, onlarda bulunan neydi? Tevrat ve incil. Tevrat ve İncil son peygamberi haber veriyor. Ve bakıyorlar ki bu bizim beklediğimiz peygamber, ve bu peygamberin de,-geçen hafta konuşmuştuk- çok büyük bir başarıya imza atacağını kendi kitaplarında görüyorlar. Dünya hakimiyeti onların eline geçecek diye görüyorlar. Bu defa müslümanları yollarından uzaklaştırırsak Allah bunlara bu hakimiyeti vermez diye ellerinden gelen herşeyi yapıyorlar. “min ba’di ma tebeyyene lehumul hak” gerçek onlar için açıkça ortaya çıktıktan sonra. işte “haseden min ‘ındi enfusihim min ba’di ma tebeyyene lehumul hak” Gerçek bütünüyle ortaya çıktıktan sonra böyle çok isterler, onun için gerekeni yaparlar. “fa’fu” onları affedin “vasfahu” yani onlara ilişmeyin, ilişkilerinizi de kesmeyin. Yani büyüklük bizde kalsın diye bir halk tabiri vardır ya, büyüklük sizde kalsın. “hatta ye tiyallahu bi emri” Allah’u tealanın emri gelinceye kadar. Yani cenab-ı hak bu dünyada müslümanlara hakimiyeti verecektir. Ahirette de bu insanların hesabını görecek, defterlerini dürecektir. Siz misiniz müslümanları saptıran? “innellahe ‘ala kulli şey in kadir” Allah herşeye bir ölçü koymuştur. Müslümanların gayrimüslimlerle ilişkisinde de bir ölçü vardır. Bu dünya inanç bakımından herkesin alabildiğine hür olduğu bir yerdir. Dolayısıyla inancından dolayı hiç kimseyi ne mahkum edebilirsiniz ne de cezaya çarptırabilirsiniz. Bu cenab-ı hakka ait olan bir şeydir. Ona Allah’u teala yeri ve zamanı gelince kendisi yapacaktır.
Peki başka ne yapın diyor bize? “ve egımussalate ve aatuzzekah” Namazı tam ve sürekli kılın. Bir kere Allah’u teala hiçbir şekilde taviz vermiyor. Namazı kılmamak diye birşey bir müslüman için asla düşünülemez. Namazın kazası diye birşey de hiçbir zaman için olmaz. Bir namazı vaktinde kılmadınız mı, ömrünüzü namazla geçirseniz o bir vaktin kaybını karşılamanız mümkün değildir. Yapacağınız tek şey, af dileyip cenab-ı haktan, bir daha aynı şeyi yapmamaktır. Bakın mesela namazını sonradan kılabilirsin, kaza edersin sözüyle de müslümanlar hep namazsız hale getirilmişlerdir. Şimdi bu öyle birşey ki ödeme zamanı olmayan bir borç, ne zaman ödersen öde. O zaman alabildiğim kadar alırım değil mi? Bir yerde bir dükkan açılsa, veresiye verilir, ödeme günü mühim değil ne zaman getiriseniz getirin. İlk giden adam dükkanın bütün mallarını alır. Ve bir daha da ödemez zaten, nasıl olsa mühim değil, takibat yok birşey yok ne olacak. Ve müslümanlar namaz karşısında öyle, canım ilerisinde kılarız. Sana bu yetkiyi kim verdi? İşte kitaplarda öyle diyor. Peki Allah’ın kitabı ne diyor, peygamberimiz ne yapıyor? Peygamberimiz ne diyor? Var mı peygamberimizin hadisinde ‘namazını daha sonra kılarsın’? Sadece iki kişi için var; unutan için ve uyuyakalan için, o kadar üçüncüsü yok. Unutmak va uyuyakalmak da insanın elinden gelmeyen birşeydir yani unutursun insansın. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem de unutmuş. Hendek savaşında. Uyuyakalabilirsin, peygamberimiz de kalmış, ama aklına geldiği zaman, uyandığı zaman kılmış namazını.
“veatuzzekah” ve zekatı da verin. Daha çok dikkat edin şimdi muhterem arkadaşlarımız, zekat öyle bir şey ki öyle muhteşem bir şey ki, o tam olarak uygulandığı zaman, toplumda hayal edemediğiniz bir gelişme ve kalkınma olur. Bunda da çok ciddi yanlışlar vardır. Mesela ben size çok kısaca bir Hanefi mezhebini özetleyeyim zekat konusunda. Çok şükür bu konuda üç tane doktora yaptırıyoruz. İnşallah bu doktoralar bitince çok güzel neticeler ortaya çıkacak diye ümid ediyorum. Çünkü öylesine ihmal edilmiş ki, bugünki kitaplardan okuyup da zekatı doğru dürüst anlamak hemen hemen imkansız. Dolayısıyla bunların Kuran ve sünnet köklerinin çok iyi bir şekilde araştırılıp ortaya konması lazım ki, inşallah bu doktoralar vesilesiyle bunu da yapacağız.
Kuran-ı Kerim’de Tevbe suresinin altmışıncı ayetinde sekiz sınıfa zekatın verileceği belirtiliyor. Tevbe 60 ı açın. Dokuzuncu sure altmışıncı ayeti. Diyor ki Allah’u teala burada “inemmassadakatü lil fukara.” Sadakalar yani zekatlar fakirler içindir diyor. “velmesakin” ve miskinler içindir. Şimdi fakirlerin tarifi yapılıyor, temel ihtiyaçları dışında nisab miktarı mala sahib olamayan kişidir deniyor, bir yıllık yada bir aylık giyeceği yiyeceği de buna dahil edilerek. Tamam, peki miskinler kim? Miskinler de diyor bir günlük yiyeceği olmayandır. Bu zaten fakir kapsamına giriyor. Zaten fakir bu işte, miskin. Ama ayet-i kerinmeye baktığınız zaman miskin çok farklılaşıyor, peygamberimizin hadisine baktığınız zaman miskin farklılaşıyor. Hadis-i şerifte, detaylara, delillere fazla girmeyeceğim çünkü konu tamamen dağılır.Ama ayet ve hadislerde miskin, işsiz olan kişi demektir. İşsizlikle fakirlik arasında bir fark vardır. “vel ‘amiline ‘aleyha” zekat için çalışanlar, sonra “vel muellefeti gulubuhum” kalbleri islama ısındırılanlar, bu hanefi mezhebinde kaldırılmış, bu yok. Niye yok? Diyor ki, Hazreti Ömer zamanında kaldırıldı, bu konuda icma var. Allah Allah nasıl oluyor yani. Peygamberimiz zamanında islam tamamlandı, Hazreti Ömer zamanında kaldırıldı. O zaman o onu kaldırıyorsa biz de başkasını kaldrırız, zaten her toplantıda hemen hemen, işte ‘Hazreti Ömer böyle yapmıştı biz de yaparız’, hep söylenir durur bu kelime. Bu da hazreti Ömer’e büyük bir iftiradır. Yani mesela bir fakire zekat veriyordunuz, zenginleşti vermeyeceğim ona artık zekat dediğiniz zaman fakirlere zekat verilmez mi demiş oluyorsunuz? İşte Hazreti Ömer de müellefe-i kulub denilen kişilere vermek istememiş, tamam o onun ictihadıdır. Müellefe-i kulub’a zekat verilmez dememiştir ki, kalbleri islama ısındırılanları. Bunu kaldırmışlar. Ondan sonra yani siz insanları islama ısındırmak için, mesela bakın Allah nasib ederse yarın Kuzey Kutba gideceğiz. İslam ve müslümanlar için çok önemli bir hizmeti yapacağız. Bu hizmetler için, eğer zekat doğru dürüst olsaydı ben orada gittiğim yerde büyük bir yemek verirdim oranın önde gelenlerine, müellefe-i kulub fonundan, ondan sonra gelenlerin cebine de bir diş kirası ayarlardım, onlara gayet güzel islamı anlatırdım. Ve bunu Türkiye’de de yapardım, heryerde de yapardım.Yani öylesine bir ufkumuz daraltılmış ki birçokları soruyor Süleymaniye vakfının faaliyetlerine zekat olur mu? Buraya olmazsa nereye olur söyler misiniz bana. Çünkü öylesine fakirleştirilmiş, öyle bir daraltılmış ki. Bu sekiz sınıf sosyal ihtiyacların tamamını içine alıyor ama biraz sonra göreceksiniz ne kadar daraltıldığını.Şimdi müellefe-i kulub gitti, şimdiye kadar bir sınıf var işte, fakirler.
”vefirri kab” boynu eğri olmuş olan kişiler, yani esir alınmış olan insanlar konusunda zekat vereceksiniz. Ne demek, bu insanlar, esir alınanlar ya karşılıklı ya karşılıksız serbest bırakılacaktır.Şimdi siz karşılıklı serbest bırakılmasını istiyorsanız, bunlar da esirdir nereden para bulup fidyelerini verecekler, o zaman bunlara zekattan ayıracaksınız pay, bunların fidyesini siz zekattan ödeyeceksiniz, onları da serbest bırakacaksınız gidecekler. Yani hem onun bakımını üstlenen ailenin masraflarını karşılamış olacaksınız, hem de bu insanlar hürriyetine kavuşturacaksınız. Fakat buna ne demişler? Demişler ki, bunlara olmaz zekat, ya mükateb olacak, ne demek? Sahibiyle sözleşme yapacak, ondan sonra vereceksiniz. Nerede peki böyle birşey. Ondan sonra sahibi de ona veremez diyor.
Mükatebe ile ilgili bir tek ayet var, Nur suresinin 33. Ayeti ” veaatuuhum mimma lillahillezi aataakum” O kendi eliniz altındaki esirlere Allah’ın size verdiği mallardan verin diyor Allah. Onlar da diyor ki verilmez. Şimdi bakın ne hale gelmişiz görüyor musunuz. Bu da yok, o da fakire çevriliyor, çünkü o zaman fakir durumuna gelecek deniyor, ama Allah esir diyor burada. “velğarimine” borçlulara verin zekatı diyor. Bugün mesela işletme sermayesi sıkıntısı çeken birçok insan var. Faize düşüyorlar. Bizim kitaplarda yazılana bakarsak, e kardeşim adamın fabrikası var, o kadar alet edevatı var saçsın. Ne güzel, güzel. Bu olay sadece o kişi ile alakalıysa saçsın. Arkasından yüzlerce işsiz kalan insan ne olacak. Onların aileleri ne olacak. Ama bunu da fakirdir diye tanımlıyorlar. Kardeşim o zaman Allah’u teala bir tek kelime söylerdi, niye böyle sekiz tane sınıf sayıyor. Sonra ilk dört tanesinde ‘lam’ harf-i ceri var tahsis ifade ediyor, diğer dört tanesinde ‘fi’ var, fon oluşturulması, hiç bunlara dikkat eden yok. “ ve fisebilillah” Allah yolunda harcayın. Allah yolunda’yı da tutuyorlar diyorlar ki bir savaş, adam savaşa gidiyor, savaşa giderken silah alacak parası yoksa ona verilir. E kardeşim ben şimdi savaşa giderken bana silah alacaksın, ben o silahı ne zaman öğreneceğim atmayı. Sonra ben seni nereden bulacağım o saatte. Burada ayet öyle mi diyor. Önceden hazırlık yapacaksın, sonra sadece savaşla alakalı değil ki , bu son derece kapsamlı bir kavram.
Kuran-ı kerim’in bütün ayetleri diğerlerini açıklıyor.Ondan sonra “ve ibnu sebile” yolculara yani. Yolculara harcamak ne demek? Yolları yaparsınız, kervansaraylar yaparsınız, o yollarda insanların ihtiyaclarının karşılanacağı şeyleri yaparsınız. Dolayısıyla bu ayetlerin de anlattığı sekiz sınıf, sosyal ihtiyaclarının tamamını fazlasıyla karşılayacak bir yapıdadır diğer ayetleri de açıkladığınız zaman. Ama Hanefi mezhebindeki açıklamada sekiz sınıf ikiye düşer. Fakirler ve zekat toplayan memurlar. Üçüncüsü yoktur. Yani o kelimeler vardır da tanımları hep fakir olur. Hep fakir, hep fakir. O zaman da zekat bir işlev yapamaz. Bakarsınız ki bir kuran kursuna gitmişler, ben istanbul müftülüğüne ilk geldiğim zaman bunları gördüm, zekatı fakirin eline teslim etmek lazım, eee, giderler kuran kursuna talebeleri sıraya dizeler, çocuklara zekatlarını verirler tek tek, ondan sonra da yönetim onları ellerinden toplar. Zekat veren vermiş oluyor, Peki o çocukların ahlakı ne olacak? Öyle rahatsız oluyordum ki ilk zamanlar. Şimdi kuran kursundaki çocuklar geliyor, mendilimi çıkarmak için elimi cebime atınca, bana ne verecek diye bakıyorlardı. Allah Allah, bu kişiliğe bakın. Sonra bunu yapmayın yapmayın dedik, vazgeçtiler mi geçmediler mi bilmiyorum ama ben müftülükteyken ciddi manada azalmıştı. Şuandaki durumu bilmiyorum.
Yani bakın Allah’u teala “ve egimussalah” diyor, namazı bir acayip hale getirmişiz. Adama diyorsun ki, yani bir müslümana ‘sen namaz kılıyor musun’diye sormak ona en büyük hakarettir!. Ne demek namaz kılıyor musun?. Müslümansan namaz kılıyor musun diye sorulur mu? Elbette kılıyordur. Ama malesef bugün insanlar böyle. Namaz kılınmayabileceği kafasına iyice yerleşmiş. Zekata sıra gelince, o da bir acayip, herkez kendi kafasına göre veriyor, vermiyor. Halbuki zekatın bir veren ve alanı vardır, Allah’u teala peygamberimize ve müslüman yöneticilere emrediyor. Esta’izubillah “huz min emvalihim sadakaten” mallarından sadaka al! “tutahhiruhum” böylece onları arındırmış olursun. “ve tüzekkiihim” ve geliştirmiş olursun. Ekonomi zekatla gelişir, başka bir şekilde değil. Ama o dört tane büyük fonlar oluşur, o fon yönetimleri şunlar bunlar, tabii istismarları engelleyecek prensibler konur.
Faiz ekonomiyi mahveder. Ama zekat ekonomiyi müthiş bir şekilde geliştirir. İşte ihtiyacın olduğu zaman senin gidip de kredi almazsın, o fonlardan destek alırsın. Zaten bu ticari işler, koskoca bir kuruluştur. Mesela trilyonluk kuruluşlar bazen birkaç milyon lira bulamadığı için batar. Çünkü döndüremezsiniz elinizde nakit olmazsa. Malınız vardır ama paraya çeviremediğiniz için, ayağınız biraz yoldan kaydığında bütün servetinizle beraber gidersiniz. İşte her zor durumda olana zekat yetişir. Ve ne sosyal güvenlik problemi kalır ülkede, ne kredi ihtiyacı kalır, ne de bir başkası. Ne de tüketiciyi teşvik için özel gayretlere ihtiyac kalır. İşte Allah’u teala diyor ki, namazı dosdoğru kılın, zekatı da verin. Bu zekat kelimesi çok önemli, zekat geliştirme demek. Yani sizi ekonomik yönden geliştirecek olan o zekatı, ahlaki yönden de geliştirir, ekonomik yönden de geliştirir, sosyal yönden de geliştirir, her konuda geliştirir, işte o zekatı verin. “vematukaddimu li enfusikum min hayrin teciduuhu ‘ındellah” Kendiniz için önceden yapacağınız her hayrı Allah katında bulursunuz. Bakın verdiğiniz zekatların bu dünyada çok ciddi karşılıklarını alırsınız ama asıl alacağınız ahirettedir. Aynı zamanda ahiret yatırımı yapmış olursunuz. “innellahe bima te’ameluune basir” Çünkü Allah’u teala ne yapmakta olduğunuzu görür. “Ve galu len yedhulel cennete illa men kane huuden evvenesaara” Şimdi herşeye rağmen müslümanların hak yolda olduğunu biliyorlar gayet iyi görüyorlar. Kıskançlıklarından yaptıklarını da yapıyorlar, kalkıp bir de şunu söylüyorlar, yahudiler diyor ki yahudi olmayan cennete giremez, hristiyanlar da diyor ki hristiyan olmayan cennete giremez.
Bizim Türkiye’de de dinlerini parça parça eden, değişik insanların etrafında toplaşanlar var, herkez kendi cemaatinden başkasını cennete sokmuyor. İyi, yani o kapıda siz duracaksanız, o cemaatin kimliğini soracaksanız doğrudur. Öyle bir yetki aldıysanız Cenab-ı haktan, tamam. Ama böyle bir yetkiniz yoksa bu iddanızın delili nedir? Onu getirin de görelim. “tilke emaniyyuhum” bu onların kuruntularıdır. Kendi kurgularıdır, temennileridir, beklentileridir. Şimdi temenniyi şöyle tarif ederler; olması mümkün gözükmüyor ama olmasını istiyorlar. Yani araplar öyle açıklar. Yani bunlar onların ümniyeleri olacağından kanaatleri yok ama hep o tarafa doğru kendilerini yönlendiriyorlar, yahudiler diyor ki yahudi olacaksın ki cennete gidesin, hristiyan diyor ki hristiyandan başkası cennete gidemez. Onların kurguları bu. Onun için cenab-ı hak diyor ki, bakın kurgu, güvenleri yok, kendilerini şartlandırıyorlar o şekilde. “gulhaatu burhaanekum” delilinizi getirin. Getirin delilinizi. “in kuntum sadikin” iddanızda haklıysanız getirirsiniz. Hadi! Tevrattan getirin delilinizi, İncilden getirin delilinizi bakalım varmı. Getirin. Delil yok. Peki o zaman neye dayanarak söylüyorsun? Allah’a ait bir konuda sen nasıl konuşabilirsin? Mesela bizde de işte her cemaat bizden olmayan cennete gitmeyecek.Peki tamam güzel, var mı delilin getir bir görelim. Delilin varsa hayhay. Ama o delil Allah’a ait bir delil olacak. Öyle sen kendi kafandan, falan böyle demiş, filan böyle demiş, delil olmaz. Çünkü cennete de sokacak olan Allah’u teala, cehenneme sokacak olan da O. Getir bakalım.
“bela men esleme vechuhu lillahi vehuve muhsinun” Bunların dediği gibi değil. Tam tersine, kim yüzünü Allah’a teslim ederse, samimi olarak iyi niyetle, içinde iyi niyet var. Tamamen Cenab-ı hakka teslim oluyor. İşte teslim olana zaten müslüman derler. Allah ne diyorsa o. Bitti. Bunu diyebiliyor musunuz? Lafta herkez söyler de, Cenab-ı hakkın sözünü şuna buna tasdik ettirmeden kabul etmez. Ayeti okursunuz, e ben anlamam ben bir bizim hocaya bir sorayım. Tamam. Yani sor bakayım Allah doğru mu söylemiş yanlış mı, Haaşa. Manası odur başka bir anlamı var mı? “bela men esleme vechehu lillah vehuve muhsin” yüzünü Allah’a teslim eden, Allah’a teslim olan. Allah ne diyorsa o, başımın üstünde yeri var diyen. “vehuvemuhsinu” içinde de samimi. Çünkü dıştan Allah’a teslim olmuş gözüken çok insan vardır. Siz onu bir mücahit olarak görürsünüz. Hayber savaşındaydı yanlış hatırlamıyorsam. Birisi müthiş bir şekilde mücadele ediyor, peygamber sallallahu aleyki ve selleme diyorlar ki ‘Ya rasulallah bu ne kadar iyi bir kahraman, Allah yolunda müthiş bir mücadele.’ Peygamberimiz diyor ki ‘O münafıktır.’ Allah Allah. En önde mücadele ediyor, karşıdaki düşmanla canla başla savaşıyor, münafık olacak. Bunu duyan sahabelerden birisi, şimdi ismi aklıma gelmedi, siz hatırlarsınız, takib ediyor onu, Allah Aallah nasıl olur bu? Ağır bir yara alınca kılıcının sivri ucunu yukarıya doğru koyuyor, vücudunu üzerine indirerek intihar ediyor. Sonra geliyor diyor ki, ’senin Allah’ın peygamberi olduğuna şahitlik ederim’ diyor peygamber efendimize, ‘bir kez daha şahitlik ederim.’ ‘Ne oldu hayırdır?’ ‘Ben o adamı takib ettim, intihar etti’ diyor. ‘Sen doğru söylemişsin.’ Bakın içindekini bazen bu kadar gizleyebilir. O Allah’ın peygamberiydi, Cenab-ı hak bir şekilde bildirdi, peki bize kim bildirecek? Onun için çok dikkatli olalım, son derece dikkatli olmamız lazım. Karşımızda büyük bir mücahid gibi gözüken, büyük bir dindar gibi gözüken, önder gibi gözüken nice insanlar bu durumda olabilir.Onun için diyor ki Allah’u teala “men esleme vechehu lillahi” yüzünü Allah’a teslim etmiş, “vehuve muhsin” içinden de samimi, bir üçkağıtcılık yok, niyeti farklı değil. Allah ne demişse o. Allah’ın emirlerini tam olarak kayıtsız şartsız kabul ediyor ve yapabildiği kadar yapmaya çalışıyor.
“felehu ecruhu inde rabbihi” Rabbinin katında bu yaptığının karşılığı vardır. Allah ona onun karşılığını verecektir. “vela havfun aleyhim” bunların üzerinde hiçbir korku olmaz. Bunlar bu dünyada da korkmazlar. Şimdi bu dünya kimin? Kimin? Allah’u tealanın. Peki benim rabbim kim? O da Allah. Bu düna benim Rabbiminse benden daha zengin, benden daha arkası güçlü, benden daha iyi durumda olan bir insan olamaz. Ben ne bu dünyada bir korku çekerim ne de ahirette, yeter ki ona karşı iyi olayım. Mal da onun, bu vücudum da onun, yaratan da o yaşatan da o, istediği zaman öldürecek olan da o.O zaman benim yapacağım bir hesap yoktur, benim hesabım her zaman O’nun rızasına uymanın azami yollarını aramaktır. Ve onu yaşamaktır, o kadar. Ondan sonrası O’na kalmıştır. Böyle bir kişinin üzerinde ne bu dünyada olur ne de ahirette. Çünkü Allah’a teslim olmuştur. Allah her yerde vardır. Her zaman vardır. Ve her zaman herkesten daha güçlüdür.
“Hasbunallah ve ni’mel vekil ve ni’mel mevla ve ni’mennasiyr”
Bugünki dersi bitirdik. Gelelim başka şeylerden biraz bahsedeyim size. Bu Cumartesi günü Mustafa Çavdar ile beraber Batman’a gittik. Batman’a bu ikinci gidişimiz. Birinci gidişimizde halka hitab etmiş ve din görevlileriyle sohbet yapmıştık. Bu gidişimizde din görevlileriyle sohbet olmadı, çünkü müftüsü değişmiş. Yeni müftü de gelip göreve başlamamış. Öyle bir ana rastladı. Fakat, Batman’lılarla çok güzel sohbetler yaptık. İnşallah yakında onların video kayıtları gelir. Sizler de onları izleme fırsatını bulursunuz. Birinci gün, Aileder diye bir dernek var, orada hem başkanı Muhamed bey, hem de orada çok gayret gösteren Abdullah Sevgili hoca var. Bir çalışma yapıyorlar. Orada çağırdıkları, çoğusu öğretmen olan bir grupla üç saat birinci günü akşamı sohbeti yaptık. Yani saat onbire kadar sürdü. İkinci gün de saat onikiden saat dörde kadar süren dört saatlik bir halka açık sohbet oldu. Halka açık ama, yani gelenler seçme, sanki özel olarak davet edilmiş ki zaten öyle gözüküyordu yarısı kadın yarısı erkek. Kadınlar da son derece uyanık, konuları gayet yakından takib eden erkekler de öyle. Ve sorulan soruları izlediğiniz zaman göreceksiniz, gayet güzel sorular. Sanki birbirleriyle anlaşmışlar gibi aynı soruyu soran bir iki kişi ya çıkıyor ya çıkmıyor. Yani gerçekten bizi son derece memnun eden bir haftasonu geçirdik. Dolayısıyla buradan o toplantıyı düzenleyen kardeşlerimize teşekkür ediyorum. Ve o toplantıya gelenlere de.
Birinci gün de çok güzel sohbetler yaptık. Karşılıklı konuşmalarla. İkinci gün her ne kadar bir kültür merkezinde bir konferans salonunda olsa bile o konferans salonunun vemiş olduğu şeyi kaldırarak, karşılıklı konuşmalarla, sohbetlerle canlılık kazandırmaya Zaten baştan sona kadar herkez heyecanla, yani dört saat sürmesine rağmen büyük bir heyecanla takib edildi. Çok güzel bir hafta sonu geçirildi. Bunu da burdan size bildirmiş olayım.
Bir de Allah nasib ederse yarın sabahleyin çok erken bir saatte sabah namazından önce havalanmış olacağız. Norveç’in kuzeyine Tromso’ya gidiyoruz. Yetmiş derece enlemde olan biryer. Bugünlerde orada güneş doğmuyor. Güneşin doğmadığı, yani tamamen ufkun altında kaldığı bir dönemde namaz vakitlerini nasıl tesbit edeceğiz? Bunu yerinde gözlemlemek için gidiyoruz. Oradaki arkadaşlarımız, dostlarımız sağolsunlar bize oranın bir yıllık video çekimlerini göndermişlerdi, onların üzerinde yaptığımız çalışmalarla ben de çok ciddi bir kanaat hasıl oldu. Zaten size zaman zaman söylüyordum, Kuzey Kutup’da beş vakit namazın vaktinin belli olduğuna inanıyorum diye. Çok ilginç olan husus şu, -döndükten sonra daha rahat konuşacağız Allah nasib ederse. Haftaya yani gelmiş olacağız yine salı günü, pazartesi döneceğiz Allah izin verirse- ayet-i kerimelerin, yani işte Allah’ın sözü olunca böyle oluyor. O gördüklerim namaz vakitleriyle ilgili ayetlerin ifadesine birebir uyuyor. Cenab-ı hak öyle kelimeler kullanmış ki Kuzey Kutup’ta da o kelşmeler aynen geçerli, burada da, Ekvator’da da. Yani Kuran-ı kerim’in Allah’ın sözü olduğu -ki hiç şüphemiz yok- tabi bir kez daha bütün açıklığıyla ortaya çıkmış oluyor.
İnşallah onu, yani teknik elemanlar var, çekimleri yapacak olan, bunu video çekimleri yapacak olan, bunların ayıklanmasını yapacak olan, ondan sonra uzay bilimlerinden olan, iyi ve güçlü bir ekiple gidiyoruz. Ve orada da çok enteresan, tam o bölgede müslümanlar var. Onlarla irtibat kuruldu, şimdi onlarda büyük bir heyecanla bizi bekliyorlar. Allah nasib ederse teklif etmişler bu Cuma günü namazı bize kıldırır mı diye, bize bir hutbe okusun arapça olarak, orada araplar varmış galiba inşallah okuyacağım. Bir de o hutbenin de konusunu gönderdik. O zamana kadar ingilizceye tercume ederek onu da yanında hazırlayacaklar Allah nasib ederse.
Oradan dönüşte de Almanya’da iki gün kalacağız. Ama Almanya’nın proğramı tam netleşmedi. Çünkü şuanda bizim için esas olan o Kuzey Kutup’da yapacağımız gözlemler, o çok önemli. Ama Almanya’da iki gün kalacağız. O iki gün içerisinde Almanca Konuşan Müslümanlar Birliği ile zaman geçireceğiz. Ve inşallah mümkün olursa Frankfurt’ta da bazı temaslarımız olacak. Ve Allah nasib ederse haftaya Salı günü ümid ederim ki Cenab-ı hak lutfederse size bu konuda daha geniş bilgi vermek nasib olur. Bu Cumartesi günü tabii olarak vakfımızda ders yok. Ama inşallah bundan sonra, Allah’a şükür vakfımız giderek zenginleşiyor, yani hocalar çok, artık bu dersleri yavaş yavaş diğer hocalara devretmeye başlayacağız inşallah. Peki şimdi bir ara veriyoruz. Sonra soru-cevap ile devam ederiz.