Bugün Bakara suresinin 104. ayetinden itibaren okumaya devam edeceğiz inşallah. “Müninler Raina demeyin unzurna deyin ve dinleyin. O kâfirler için acıklı bir azap vardır.” Şimdi burada konuşurken, doğru kelimelerin seçilmesinin önemine işaret ediliyor. Raina kelimesi, bizi güt ya da bizi gözet anlamındadır. Yani bizi de düşün, biz de burada varız gibi Raina demeyin Uznurna diyin. O da gene yani bizim halimizi düşün, işte bize bak, “bize bak, deyin” Şimdi bu raina kelimesinin, çok değişik anlamları var. Yahudilerin dilinde yani İbranice de sövme anlamına geldiği ifade ediliyor tefsirlerde. Yani Müslümanlar raina dedikleri zaman, Yahudilerde aynı şeyi söyleyerek, alttan alta peygamber sallallahu aleyhi ve selleme hakaret etmiş oluyorlardı. Ama eğer unzurna denirse herhangi bir şey yapılmaz. “ve söylenenleri dinleyin” diyor, “kâfirler için elem verici bir azap vardır.” da başkalarının bu sözü kullandıklarının, üstü kapalı olarak ifade edilmesidir. Şimdi bu konuya daha öncede değinmiştik. Bu konu tahrifle ilgili bir konudur. Tahrif ne demek ti? Değiştirmek ve bozmak… Şimdi değiştirmek ve bozmak… Bugün Kuran’ı Kerim’i mesela; elimizde bir Kuran’ı Kerim var, bir metin var. Bu metnin herhangi bir kelimesini ya da cümlesini insanların değiştirip, bozmalarına imkân var mıdır? Yoktur. Niye? Çünkü o zaman hemen fark edilir. Bir harekeyi bile değiştiremezsiniz. Peki, bunda değiştirme imkânı yokta Tevrat’ta İncil de mi var? Şimdi tabi Yahudiler büyük bir göç yaşamışlar. O zaman Tevrat’ın orijinal nüshaları kaybolmuş, İncil içinde aynı şey söz konusu. Onların asıl nüshaları yok. Bu konuda kimsenin ihtilafı yok yani. İsrail peygamberlerine inen Tevrat nüshaları ile İsa aleyhisselama inen şekliyle İncil nüshası bugün yok. Kuran’ı Kerim orijinal şekliyle duruyor, elhamdülillah. Buna herhangi bir kimsenin müdahale etme imkânı yok. Çünkü Kuran’ı Kerimler metinleri yazılı ve kelimelerde milyonlarca hafızın hafızasında ezber edilmiş. Bir tek harekeyi bile değiştirme imkânı yok, bazı kıraat farklılıkları var onlarda, öze dokunmuyor. Kuran’ı Kerim gibi, Tevrat gibi, İncil gibi topluma mal olmuş kitapları değiştirmek kolay değildir. Yani şimdi Tevrat’ın ve İncil’in zamanın da o büyük sosyal olaylar sırasında kaybolması, sonra meallerinin ortaya çıkması ayrı bir konu. Çok sayıda İncil ortaya çıkmış bunu İznik’te dörde indirmişler biliyorsunuz ve Konstantin’in baskısıyla. Çok büyük olaylar yaşanmış ve Hz İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu söyleyen nüshalar bırakılmış ve diğerleri imha edilmiş.
Şimdi bu şekilde bir tahrif mümkün olmadığına göre yani Kuran’ı Kerim açısından herhangi bir harfinin harekesini bile değiştiremiyorsunuz bırakın harflini. O zaman tahrif nedir? Yorum reddedildi. Yanlış anlama da değil. Şimdi Arapça da kıyı (Tam anlayamadım 6.47)ya harf denir. Tahrifte bir şeyi kıyıya çekmektir. Yani şöyle uç noktaya doğru çekiyorsunuz. Şimdi meseleyi şöyle düşünün, Türkiye ile Suriye sınırını düşünün. Tam sınırda bir şey ayakta duruyor mesela; bir kişi ayakta dursun. Suriye tarafından bakan o kişiyi nerede düşünür? Efendim? Suriye de düşünür. Türkiye’den bakan Türkiye de düşünür. Tamam mı? İşte tahrif bir şeyi ta uç noktaya kadar getirmektir. Yani kelimeye öyle bir anlam vereceksiniz ki o anlam kelimenin uç anlamı olacak. Bir de yerleşik manası vardır, bir de uç manası vardır. Uç manayı verdiğiniz zaman oradan öbür tarafa geçme imkânı vardır. Yani bu adam Suriye de mi? Türkiye de mi? diye nasıl ihtilaf ortaya çıkıyorsa işte onu da söyleme imkânı olur. İşte Tahrif kelimeyi uç anlamlarına getirmektir. Sözlük olarak mümkün, uç anlamına çekerek yanlış niyetler zemin hazırlamaktır.
Mesela Türkçe de anlatırlardı, virgülün ne kadar önemli olduğunu ifade etmek için ne söylerlerdi? Oku da adam ol baban gibi, eşek olma. Ya sen ne söylüyorsun? Yok, canım oku da adam ol baban gibi dedim. Eşek olma dedim yani. Senin gibi adam olmasını söyledim. E ama orada kendisi başka bir şey kasteder, itiraz edildiği zaman karşı tarafa başka bir anlamı söyler. İşte buna benzer bir şeydir tahrif.
Şimdi bunu en iyi anlayacağımız Nisa suresinin 46. ayetidir. 85. sayfada, Allah’u Teala burada diyor ki: “Yahudilerden kimileri kelimeleri, mevzilerinden kenara çekerler.” Yani kelimeleri yerleşik anlamından başka anlama çekerler. “yuharrifûne” çekerler “el kelime” kelimeleri “an mevâdııhî” aslı yerleşim yerinden uzaklaştırarak başka tarafa çekerler. Nasıl yaparlar? “Şunu söyleyerek yaparlar.” “semi’nâ ve asaynâ derler.” “vesma’ gayra musmeın derler.” “ve râınâ derler” Burada da raina var. Bakara 104 te de raina var. Şimdi oradaki raina, buradaki raina, bu kelimeyi aynı kimselerin söylediğini gösteriyor. İşte demek ki Yahudiler, o kâfirler ifadesiyle Yahudiler kastediliyor. Şimdi bu semi’nâ ve asaynâ ne demektir? Şu anda semi’nâ ve asaynâ dediğimiz zaman, şu andaki yerleşik anlam işittik, isyan ettik ama bu ayetler indirildiği zaman ki yerleşik anlam işittik sıkı sarıldık demektir. Sıkı sarılmak, işittik ve sıkı sarıldık.
—Bir katılımcı: ne dediğini anlayamadım. 11. 01
—A.Bayındır: Yok biraz sonra göreceğiz onu atana net anlayamadım 11.05 manasının olduğunu, sıkı sarılmak tam itaat etmektir değil mi? Onun yerleşik manası oymuş o zaman. Ama şu anda semi’nâ ve asaynâ ya işittik, isyan ettik anlamı veriyorlar ki, biz onu Bakara 93. ayetin anlamını, anlamaya çalıştığımız zaman görmüştük. Demek ki zamanla kelimeler anlam değiştiriyor. Yani bu yaşanan asırlar içersinde kelimeler de anlam kayması oluyor. Bunu nereden anlıyoruz. Diyor ki “kelimeleri yerleşik anlamlarından sağa sola çekerler” diyor. Demek ki semi’nâ ve asaynânın yerleşik manası başka onların kastettikleri mana başka. Ne diyerek yerleşik anlamdan uzaklaştırıyorlar, semi’nâ ve asaynâ diyorlar. semi’nâ ve asaynânın yerleşik manası, işittik sıkı sarıldık, yani dinledik sıkı sarıldık. Yani sen bize bir takım emirler verdin ya biz onları dinledik ve sıkı sarıldık. Ama aynı zamanda dinledik isyan ettik manası da var. Daha önce burada anlatmıştık asa kelimesinin anlamı (“ehadahu ehdal asa”bu yazımdan emin değilim 12.26 ) değneği tutar gibi tuttu, değneğe sarılır gibi sarıldı. Mesela; dağdan yukarı çıkarken ya da dağdan aşağı inerken değneğe sarılırsanız, ne yaparsınız? Kendinizi korumanız için sıkı sarılmanız lazım. İşte ona sıkı sarılma manası verilir. Bazen de değneğe niçin sarılır insanlar? Karşı taraftakinin kafasına vurmak için. Ona da isyan derler işte. Onun için iki anlamı vardır ama yerleşik anlamı sıkı sarılmak. Şu anda o manaya kullanılmıyor. Mesela; elinizdeki meallerde ne anlam verilmiş. İşittik isyan ettik, işittik karşı geldik. Bak meale de hangi anlam yansımış görüyor musunuz? Tahrif edilmiş anlam yansımış. Çok ilginç değil mi? Şu elimizdeki mealetahrif edilmiş anlam yazılmış. Zaten bu böyle olduğu için ben şahsen yani ulaşamadığım tefsirlerde, okumadığım tefsirde olabilir de, şu anda size anlatacağım şeyi anlatan, bu ayeti anlayan bir tane tefsir şu ana kadar bulamadım. Bu ayeti doğru şekilde anlatan bir tefsire şu ana kadar rastlayamadım. O da kelimelerin geçmişine bakmadan herhalde ya da ayetler arası ilişkiye dikkat etmeden yapmaları sebebiyle bu tefsirleri, işittik isyan ettik manasına da gelir, işittik ve söylediklerine de sıkı sarıldık ilk manası bu. Ama öbür manada kast edilebilir.
İkincisi “vesma” gayra musmeın” vesma dinle, musme da esma ı işittirmek manasına gelir, esma, işittirmek (lütfen bu kısmı çek eder misiniz? 14.29 ) gayra musmeın, bir şey işittirilmeyen kişi demektir. Yani sana dinle diyoruz ama sana dinle demek bizim haddimize değil, kusura bakma ama dinle diyorum. Ama buna gayra musmeın bakın kelimeye bak, söz işittirilmez, sana da söz işittirilmez ya, biz konuşsak ta ne olacak yani. Zaten senin kulağına işlemez manasına da gelir, aynı kelime, Türkçede de bu tip şeyler olur. Yani gayra musmeın işittirilmeyen kişi. Burada bir özür beyanı içinde söylenebilir, başka maksat için de söylenebilir. İşit, dinle, söz dinletilemeyen kişi, zaten dinlemezsin ama dinle ya da sana dinle demek haddimize değil. İki manaya da geliyor. Bunların hangi maksatla söyledikleri, birinci manası demek ki saygıyı ifade ediyor ama ikinci manası da hakaret taşıyabiliyor.
Raina, şimdi raina kelimesi Yahudiler tarafından sövme manasında da kullanılıyor ama Arapça olarak ta rai çoban demektir ya da rai güt manasına da gelir. Raina bizi güt. Bizi güt derken de iyi niyetle de olabilir, sen bizi hayvan yerine koyuyorsun, koy manasına da gelebilir. Ya da raina bizi gözet manasına da gelebilir, biraz dillerini eğip, bükerlerse ki ayette öyle söylüyor. Dillerini eğip bükerek raina çobanımız manasına da gelir. Böyle değişik anlamlara kullanılabilecek yani kinayeli kelimeler bunlar. “dillerini eğip bükerek ve dine saldırmak niyetiyle” demek ki niyetleri iyi olsa bu kelimeleri kullanmalarında bir problem yok. Ama kötü niyetli oldukları için kelimeleri kullanıyorlar. Şimdi işte bak, tahrif neymiş? Kelimeyi asıl yerleşik anlamından başka anlama çekmekmiş, değil mi? Başka anlama çekmek. Yoksa bu kelimeyi kaldırmak, bunu kim yapabilir? Siz gidinde İncil’den bir kelimeyi çıkarın Tevrat’tan çıkarın bakayım ya da Kuran’ı Kerim’den herhangi bir yerden bir harfi değiştirin, yapamazsınız ki. Ama anlam kayması yoluyla istediğinizin daha fazlasını yapabilirsiniz. Kelimelere anlam kaydırması yaptınızmı tamam. Şimdi bu kelimeleri söylediğiniz zaman iki anlamada gelebilecek kelimelerdir. Ama Allah’u Teala diyor ki:“Onlar keşke, işittik itaat ettik deselerdi” Bunu sağa sola çekme imkânı var mı? Mümkün değil yani, tek mana. Yani semi’nâ ve asaynâ yerine işittik itaat ettik deselerdi. semi’nâ ve asaynânın manası da itaat etmek zaten sıkı sarılmak yani itaatten daha
Güçlü bir ifade bu, sıkı sarıldım diyor ama başka bir manaya da gelebiliyor. semi’nâ ve asaynâ demiş olsalardı vesma deseler di, dinle, gayra musmeıni söylemeselerdi. Sana bir şey işittirilmez ya da sana işittirmek haddimize değil ya. O kısmı katmazlarsa sağa sola çekemezler. Sadece vesma deselerdi. Venzurnâ deselerdi raina yerine. Çünkü rainayı başka manalara da kullanabiliyorlar. “Deseler di onlar için hayırlı olurdu. Elbette ki hayırlı olurdu daha da sağlam olurdu.” Çünkü az önceki sözleri, semi’nâ ve asaynâ dedikleri zaman itiraz etseniz, sen ne biçim konuşuyorsun, işittik isyan ettik ne demek? Der ki aa. Sen bilmiyor musun bu kelimenin asıl manası işittik sıkı sarıldık. Ben o niyetle söylemiyorum ki. Hemen kendini kurtarır. Vesma’ gayra musmeın de ya sen ne diyorsun? Aaa siz de her şeyi ters anlıyorsunuz kardeşim gayra musmeın derken sana bir şey işittirmek haddimize değildir onu kastettik, der. Raina da ne diyorsun? Ya öyle deme bizi gözet falan. Şimdi öbürünü söylese hiç itiraza mahal yokta, başka manayı kastetme imkânı da yoktur. “kâfirlikleri sebebiyle” yani aslında bunların niyetleri kötü, Peygamber sallallahu aleyhi ve seleme sanki peygamber gibi, muamele yapıyor gibi gözüküyorlar ama asıl niyetleri onu kabul etmemek, onu dışlamak. Nasıl olsa kendi aralarında bunlar şifreleşiyorlar. Bıyık altından içten içe gülüyorlar vr tabi insanı fena halde rahatsız eden bir tavır içine girmiş oluyorlar. “Bunlar çok az inanırlar.” “onlardan ancak çok azı inanır.” Yani çünkü gerçeği bilmediklerinden değil, gerçeğe teslim olmak istemediklerindendir.
Şimdi burada bunların kâfir oldukları ifade edilince, öbür tarafa geçersek (Bakara 104. ayet) “Müminler raina demeyin, unzurna diyin ve dinleyin.” ve lil kâfirine derken o kâfirler kimmiş? Yahudilermiş, bak ayetler arası ilişkiden, o kâfirlerin kim olduğu net bir şekilde ortaya çıkıyor. “o kâfirler için acıklı bir azap vardır.” İşte demek ki Tahrif; kelimelerin anlamlarını başka taraflara çekmekmiş.
Peki, böyle bir tahrif Kuran’ı Kerim’de var mı? Kelimelerin anlamlarını başka tarafa çekerek yapılan bir tahrif var mı Kuran’ı Kerim’de? Kuranda olmaz tabi, meallerde olur. Kuran’da olamaz ki, hiçbir tarafa çekemezsin ayetin manasını. Ama meallerde, tefsirlerde var. İşte az önce söylediğim ayeti kerimeyi, bunu bir türlü, işte bakın semi’nâ ve asaynâ yani yerleşik manasının dışında bir manayı meale koymuşlar. Ve bilmiyorum bakayım şurada, açıklamasını bir okuyayım, inşallah şurada, buradan doğru bir şey çıkar. İnşallah ben yanlış çıkarım. Yahudiler Allah’ın kendilerine gönderdiği kitabı tahrif etmiş, kelime ve cümlelerin yerlerini değiştirmiş. Tahrif bu mu? Tahrif kelime ve cümlelerin yerlerini değiştirmek mi? E buyurun şimdi gerisini okumama gerek var mı? Gerçekten çok enteresan şey yani ama ben gene okuyayım. Tekrar ediyorum tahrif, zaten sözlük manası odur, kelime ve cümlenin yerini değiştirmek değil, uç noktaya çekmektir. Kelime ve cümlelerin yerini değiştirmiş, manalarını saptırmış, gerçekleri ve bu arada Hz. Peygamberin geleceğini müjdeleyen kısımlarını örtmüş, bozmuş ve inkâr etmişlerdir. Sanki peygamberimiz getirin şu Tevrat a bak, bugün Tevrat ve İncil’e bu günde bakıyorsunuz var. Onu yapamazlar ki. Niye yapamazlar? Yani peygamberimizin geleceği ile ilgili kısımları bozup, ortadan kaldıramazlar, neden?
-Bir katılımcı:…24.32 anlayamadım………bekliyorlar.
—A.Bayındır: Hayır bekliyorlar değil. Bugünkü Yahudiler ve Hıristiyanlar da Kuran’ın ayetlerinden muhatap değiller mi? Kuran’ı Kerim’in ayetlerinde, şeyde Tevrat’ta ve İncilde adı yazılı o peygambere inanın. Neydi o ayeti kerime? Araf 157. ayet 169. sayfa Bakın bu olmaması gereken bir şeydir. Sistemi nasıl altüst ettiğimizi görün buradan. Az önce ayetin doğru tefsirini yapan birisini bulamadım demiştim ya, işte bak hemen, hemen ortaya çıktı. Biz tefsiri bıraktık, mealden ortaya çıktı. Şimdi burada ne diyor Allah, diyor ki estağuzubillah Araf 157. ayet 169. sayfada: “Ümmi nebi olan resule uyanlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı olarak buldukları nebiye uyanlar” Bugünkü Tevrat ve İncil’de o nebiden bahis yoksa bu ayetin, bugün ki Yahudi ve Hıristiyanlarla ne anlamı olabilir? Bir anlamı olur mu? Biter yani bu ayet hiç bir anlamı, bugünküleri de ilgilendirmiyor mu bu ayet? Kıyamete kadar ilgilendirmeyecek mi? Bu ne demektir? Kıyamete kadar Tevrat ve İncil’de Muhammet aleyhisselamı bulacaksınız. Bugün Paraklit diye bir kelime var şeyde Meryem ana mıydı? İnternet sitelerinde bile bu kelime Muhammet manasına gelmez demek için kırk dereden su getiriyorlar. Şu anda bile yani, anlamını çekiyor, değiştiremiyor kelimeyi, anlamını sağa sola çekiyor.İşte size defalarca burada anlattık. Bir arkadaşımız Tevrat üzerinde araştırma yaptı. Peygamberimizin doğacağı işte Mekke, Medine hatta yaşayacağı mahalleye varıncaya kadar ifade ediliyor, bugün ki Tevrat’ta. Yani o eğer değiştirilecek durumda olsa bu ayetin bir anlamı olmaz, değil mi? Ama işte anlamını sağa sola kaydırmak var. Onun için siz onlara, biz diyoruz, elinizdeki Tevrat ve İncil sizin için ne mana ifade eder dediğimiz zaman? Sadece tarih anlamı ifade eder diyorlar. İkinci kelimeyi biliyorlar, arkasından bakın getirin bizim peygamberimiz burada var deriz, dememek için diyorlar ki biz, buna uymayız diyorlar. O tarihi bir anlam ifade eder. Açıkça bunu söylüyorlar. O zaman da size söyleyecek bir şey kalmıyor. Evet, şimdi açıklamayı okuyorum tekrar. Yahudiler Allah’tan kendilerine gönderdiği kitabı tahrif etmiş, kelime ve cümlelerin yerlerini değiştirmiş, manalarını saptırmış gerçekleri ve bu arada Hz. Muhammed’in geleceğini müjdeleyen kısımları örtmüş, bozmuş ve inkâr etmişlerdir. Son cümle doğru, inkâr etmişlerdir, oraya kadar değil. Rasulallah’ın zamanında da ilk anda kötü maksatlarını belli etmeyecek sözler kullanarak, hah onu yakalamış, ilk anda kötü maksatlarını belli etmeyecek sözler kullanarak onu tahkir etmek ve kinlerini tatmin etmek yoluna gitmişlerdir. Mesela; bakalım şimdi üçünü de anlatabilecek mi? Eğer üçünü de anlatırsa tamam. Mesela; raina kelimesi bizi gözet manasına gelir, 28. 46 tam yazamamış olabilirim ayın’ın kesvesi bir uzatılıarak söylenirse ra i na bizim çobanımız manasına gelir. Tamam. İşte buna benzer kelime oyunları. Niye diğerlerini söylemiyorsun? Üçünü de söylesene. Orada var mı?
—Bir katılımcı: 29.03 ne dediği tam anlaşılamıyor.
—A.Bayındır: Yok yok o ayeti okumuyoruz, şeyi okuyoruz, tekrar şeye döndük. Nisa 46’ya döndük.
İşte buna benzer kelime oyunlarıyla akıllarınca peygambere hakaret ediyorlardı. Şimdi bu ayetleri açıklarken tefsirlerin içinden çıkamadıkları kelime semi’nâ ve asaynâ, onun için içinden çıkamıyorlar. Oraya kadar anlatmak kolay ama semi’nâ ve asaynâ nın içinden çıkamıyorlar. Hâlbuki dikkat etseniz semi’nâ ve asaynâ nın manasını zaten ayet söylüyor.
Şimdi, ben size bir yani şimdi, Kuran’ı Kerim’in meallerinde, hemen okuduğumuz ayette tahrif var değil mi? Yani tahrifi anlatan mealde, tahrif var. Peki, şimdi çok sayıda tahrif örneğini her gün okuyoruz da. Şimdi düşünüyorum sizin için en uygun hangi si olur neyi örnek vereyim diye de, neyse ben Hacc suresinden örnek vereyim çünkü zihnimde olan başka bir örnek vardı. Onu vermeye kalkarsam bu akşam yetmez onun için. Fazlaca bir zamanımızı almasın. 22. sureyi açıyoruz. Ellinizdeki meallere bir bakın 15. ayet 332. sayfa. Şimdi şu meale bakın. Hacc suresi 15 size okuyorum. Her kim Allah’ın ona(resuluna) asla yardım etmeyeceğini zannetmekte ise bunu kim böyle düşünüyor asla yardım etmeyecek diye? Mekkeli müşrikler, ondan bahsediliyor burada. Kâfirler, peygambere dünya ve ahirette asla yardım etmez diye düşünüyorsa. (Allah ona yardım ettiğine göre) artık o kimse tavana bir ip atsın. Şimdi şu tavana bir ip atın bakalım. Boğazına geçirsin o (ipi) sonra da ayağını yerden kessin. Tavana ipi bağlasın dese anlarımda, şimdi burada tavan dedi. Bazılarda yukarıya diyor, değil mi? Göğe doğru mu diyor? Tavan gene neyse de orada bir halkaya falan takarsın da, şimdi burada öyle diyor. Sen de ne diyor Yahya, göğe mi diyor? Tavana ip çeksin diyor. Ha iyi gene tavana ip çeksin gene biraz şey, sonra diyor boğazına bağlasın ayağını yerden kessin. Şimdi adam, Allah peygambere yardım etmez diyecek. Ondan sonra da kendini asacak. Hadi astı, farz edin ki tavana attı ipi, ipi de boğazına bağladı, ayağını da yerden kesti. Ne olur bu adam? Boğulur. Ondan sonra ne yapacakmış bak? Şimdi bu kimse baksın. Kim? İntihar eden adam bakacakmış. Nereye bakacaksa tabi, acaba hilesi, bu yaptığı şey, öfke duyduğu şeyi, Allah’ın peygambere yardımını gerçekten engelleyecek mi? Böyle bir şey hiç, yani bu kadar yanlış cümleyi kurmak için uğraşsanız başarabilir misiniz? Bütün gücünüzü harcayın böyle bir yanlış cümle kurmak için. Şimdi adam düşünüyor diyor ki Allah peygambere yardım etmez, diyor. E…Madem yardım etmez, sevinmez mi bir kâfir yardım etmez dediği zaman, sevinmez mi? Sevinen adam kendini asar mı tavandan? Hadi tavandan astı kendisini, astıktan sonra dönüp bakacak ki bu hilesi, ne demek bu hile? Kendisini asacak ki peygambere yardım kesilsin, olur mu öyle şey? Yani neresinden tutsan tutulacak tarafı yok. Bahçelerde muşmula gel bize bazı bazı, madem yüzme bilmiyordun niye çıktın minareye? Benziyor mu ona? Bu bile bir mana ifade ediyor yani, burası hiçbir şey ifade etmiyor. Şimdi bu tabii, evet, şimdi bir de dipnotunu okuyayım. Bu ayet şu manada da anlaşılmıştır. Her kim Allah’ın resuluna dünya ve ahirette yardım etmeyeceğini zannediyor idiyse bir merdivenle göğe çıksın da, ha olur bak işte, merdivenlerle çok rahat göğe çıkılır, değil mi? Merdiven nereye dayanır? Ha doğru aya dayarlar, en yakın şey, oradan çıkarsın yukarı doğru. Merdivenin bir ucunu aya dayarsın çıkarsın. Merdivenle göğe çıksın da, peygambere gelen vahyi kessin. Eline de iyi bir bıçak alması lazım vahiyi böyle kesecek bıçakla. Bunu yapamayacağına göre şimdi baksın bakalım hilesi, hangi hile? Merdiven herhalde ha… Öfke duyduğu şeyi yani Allahın peygambere yaptığı yardımı engelleyebiliyor mu? Dam başında saksağan, vur beline kazmayı. Şimdi görüyor musunuz bak, biraz sonra doğru manayı vereceğim.
Bir de yukarıdan aşağıya okuyalım şeyi, ayeti. 11. den itibaren, orayı da sen oku Yahya 11’den itibaren sen oku. Fark etmez, ha bunu al bunu. Bunu al ki şey bozulmasın. Öbürünü bana ver o zaman sen. “İnsanlardan biri Allah’a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur. Bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir) O dünyasını da ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.”
(Hacc suresi 12. ayet) O, Allah’ı bırakıp kendisine ne faydası ne de zararı dokunacak olan şeylere yalvarır. Bu, Hak’tan büsbütün uzak olan sapıklığın ta kendisidir.”
(Hacc suresi 13 ayet) “O, zararı faydasından daha yakın olan bir varlığa yalvarır. O yalvardığı ne kötü bir yardımcı ne kötü bir dosttur.”
(Hacc suresi 14. ayet) “Muhakkak ki Allah iman edip iyi davranışlarda bulunan kimseleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere kabul eder. Şüphesiz Allah dilediği şeyi yapar.”
(Hacc suresi 15.ayet) “Her kim Allah’ın dünya ve ahirette, ona asla yardım etmeyeceğini zannetmekte ise artık o kimse tavana bir ip atsın. Sonra da ayağını yerden kessin. Şimdi bu kimse baksın acaba hilesi, bu yaptığı, öfke duyduğu şeyi, yani Allah’ın peygambere yardımını gerçekten engelleyecek mi?”
Şimdi bundan sonra, ondan sonraki ayeti oku bakalım.
(Hacc suresi 16. ayet) “ İşte böylece biz, o Kuran’ı açık seçik ayetler halinde indirdik.” Görüyor musunuz? “Gerçek şu ki Allah dilediği kimseyi doğru yola sevk eder.”
Açık seçik ayetler değil mi? Şimdi bir kâfir gelse, şunu, bana bir izah edin dese, sizden birine değil mi. Arkasından da bak işte sizin açık seçik ayetleriniz bu dese, ne yapacaksınız? Sizde ki açık seçiklik bu mu, diyecek? Evet, Allah dilediğini doğru yola iletir. Evet, şimdi nasıl olması gerektiğine bakalım ayetlerdeki mananın. Burada da harf kelimesi var. Tahrifte harf kökünden gelen bir kelimedir. Onun için bu aklıma geldi. Başka bir şey yapacaktım ama bu da az sürmeyecek galiba yani böyle anlaşılıyor bu gidişle. Daha kısa, daha çabuk biter düşüncesiyle bunu şey yaptım. Neyse, baş tarafını okumadan alt taraf anlaşılmaz. Diyor ki burada ayeti kerimede Allah’u Teala: “Kimileri vardır ki Allah’a kıyıda ibadet eder.” Yani böyle her an git gel içerisinde “işler iyi giderse” elhamdulillah Allah beni seviyor, Allah bana yardım ediyor, der. Bir gün Medine’de zengin birisiyle dolaşıyorum. Hocam dedi, Allah beni çok seviyor, dedi. Nereden biliyorsun dedim? Biz dedi işte, bir dul kadının üç tane çocuğuyuz. İstanbul’a geldik, şöyle iş açtık, böyle zengin olduk. Tuttuğumuz altın oluyor falan. Ha iyi dedim. İstanbul’da şu şu zenginler var onlarla senin aran, ya bırak hocam onlarla ben kıyas edilir miyim? O zaman sen kaybettin, Allah onları daha çok seviyor, dedim. Bir de dedim, bak burada peygamberimiz sallallahu aleyhi vessellem var, yani aç kaldığı zamanlar olmuş. Demek Allah onu sevmiyormuş. Bak Medine’deyiz dedim. Neyse, yıllar sonra işini kaybetti falan ve daha kötü durumlara düştü sonradan inşallah toparlanmıştır. Şimdi kişileri böyle, bazı kişiler böyle yani o kötü duruma düştüğü zamanda intihara kalkıştı. Ne oluyor kardeşim ya? Ne zenginlikten dolayı şey yap, geldi benden intihar fetvası istedi o zaman da onun için diyorum. Niye intihar edecekmiş? İşte şu kadar bin dolar borcum var, ben intihar edersem, sigorta oraya öder, işlerim onlarda borcumu eşime öder, onlarda borçları öder, rahat ederler. Ben de işte sigortadan para almak için. Diyor ki ayet: “Kimi insanlar böyle kıyıda ibadet eder, eğer” hatta şunu da söyleyeyim, bir gün geldi bana bu adam, hocam işler tıkırında, şimdi Fransa’dan bir buçuk milyon dolar akreditifim geliyor. Şu kadar da işte şey yaptık. O sırada bir tane öğrenci gelmiş benden yüz lira kadar mı ne yardım istemiş. Dedim ki: Ya bak sen de iyi geldin dedim. Şu öğrenci yardım istiyor, onu ver dedim. Valla yok hocam dedi. İnanır mısın param yok, dedi. Kalktı gitti. Bir buçuk milyon dolar diyorsun, şu kadar da ihracat bağlantısı yaptım diyorsun. Ne oluyor? İşte Cenabı Hak insanı böyle imtihan eder. Yüz liramıydı neydi istediğimiz, basit bir rakam. Çok küçük bir rakamdı. “Bazı kişiler böyle kıyıda ibadet ederler. Eğer işleri iyi giderse yani ona bir hayır gelirse, bir mal gelirse, bir imkân gelirse Elhamdulillah Allah beni çok seviyor diyor, işlerim güzel. Ona bir fitne gelirse” Fitne ne demek biliyor musunuz? O pota varya kuyumcuların, onun adına fitne derler. Onun içersinde şeyi kaynatırlar hurda altını, iyisini kötüsünden ayırmak için, işte insanların imtihan edilmesi için de fitne ifadesi kullanılır. Yani iyi adamın kötü adamdan ayrılması için Cenabı Hak, yani şimdi orada altın kaynarken onun yerinde olmak ister misiniz? İşte fitne adamı, o derece yakar ama iyi adamı o ortaya çıkarır. Kötü adamdan iyiyi ayırır. Onun için ona imtihan denir. Netice açısından imtihan denir. İşte kaynarken verdiği sıkıntı açısından Türkçede ki fitne manası olur. Daha birçok anlamları vardır. “Allah onu bir imtihana tabi tuttu mu, yüzüstü geri döner.” Hani o az önce hoplayıp zıplayan adam şimdi artık büyük bir üzüntü içersine girer. “dünya da gider, ahirette.” Çünkü Cenabı Hakka değil, eğer imkân veriyorsa kulluk oluyor, imtihan ediyorsa yüz çeviriyor. Olmaz dünya da gitti ahirette gitti. Yüzüstü geri döndü ya. “apaçık zarar işte budur.” Bu defa ne yapar, işleri bozulunca? Cenabı Hakka baskı yapmaya başlar. Mesela; gider Eyüp Sultan’a.
Bak öyle diyor Allah (Hacc suresi 12. ayet) Şimdi ölü kişinin insana ne faydası olur ne zararı, değil mi? “Allah’la kendi arasına, kendisine faydası da zararı da olmayan birisinden yardıma gider, yardım ister” zararı da olmaz, faydası da olmaz. E bakar ki Eyüp Sultanda da olmadı, gene işler düzelmedi, habire kötüye gidiyor. O kaynama iki dakikalık iş değil ki, iyice kaynayacak ki iyi kötü birbirinden ayrılsın. İmtihan kemale erecek. Ondan sonra ne yapar? Bak diyor ki: “bu çok derin bir sapıklıktır.” Sen Allah’ın imtihanından kaçacaksın, öyle mi? Gidip onu bunu araya koyacaksın ki imtihandan sıyırasın, olur mu öyle şey?
O olmadı o zaman gider yaşayan bir aracının yanına, yaşayan birisinin yanına. (Hacc suresi 13 ayet) “Gider bir kişiye yalvarır” aman efendim işte bize dua et falan, işte bu işten kurtulalım. “onun zararı menfaatinden daha yakındır.” Ne demek? Derki hele şuraya şu yardımı yap, şunu bir et, önce bir dökül. Faydası olacak mı olmayacak mı belli değil. Sonra derki gel bizim cemaate gir. Diyor ki Allah: “ne kötü Mevla” yani ne kötü efendi, Mevla, veli kelimesi, çünkü buna veli diyor. Evliya diyerek gider yanına, yoksa bu niye gitsin ki? Allah’ın dostu diyor ya. “ne kötü Mevla, o girdiği cemaatte ne kötü cemaattir.” Bak değişti mi şimdi şey?
(Hacc suresi 14. ayet) Peki, Cenabı Hakkın yardımı kime olur? “Allah inanan ve iyi iş yapanları, bu imtihanlardan başarıyla geçenleri, içinden ırmaklar akan bahçelere sokar. Allah istediğini yapar.” Yani bu kuralı Allah koyar buna uyacaksın. Öyle imtihan edildin diye kaçma yok. Gerekirse Allah yolunda canını vereceksin. Öyle şey yok, hemen zoru gördün kaçacaksın. İnsanların çoğusu bunu böyle yapar. Kimliklerini gizlerler, şahsiyetleri kaybolur. Aman kimse bana bir şey demesin falan, filan. Niye üzeyim? Öbür tarafta Cenabı Hakkın gazabını celbe der, hiç önemli değil ama bir adamın rahatsız olması, ya niye şey yapayım? Aslında umurunda değil o, kendi menfaati önemli.
(Hacc suresi 15.ayet) Şimdi geldik asıl ayetimize diyor ki Allah’u Teala: Şimdi böyle bir adam ne yapar? Eyüp Sultan’a gitti sonuç yok. Falan efendiye gitti, gene sonuç yok. E…Allah’ta yardım etmiyor. Artık bu adamın bir umudu kaldı mı?
—Bir katılımcı: Telli baba var.
—A.Bayındır: Telli, telsiz önemli değil, hepsine de gider. Şimdi yani nereye gittiyse eli boş döndü tamam mı? Büsbütün umut kesildi. Artık Allah yüzüme bakmıyor demeye başlar. İntihar değil canım dur bakayım. Şimdi bu adam büyük bir moral çöküşüne uğrar mı? Artık Allah daha benim yüzüme bakmaz, bu iş bitti kardeşim, bitti bitti. Diyor ki Allah’u Teala: “Kim ki bir zanna kapılır, Allah ona dünyada da ahirette de artık yardım etmeyecek.” Belli oldu artık, daha bitti, bizim iş bitti, ahirette de ben cehenneme giderim, biliyorum der. “kim böyle bir kanaate varmışsa” diyor Allah “bir sebeple elini göğe açsın, niye gidip ona buna yalvarıyor.” Sebep ne?
Allah’u Teala Bakara suresinde 153 falan olabilir. 153. ayetmiş tamam. 22. sayfa da. Diyor ki Allah’u Teala nasıl yardım isteyeceğimizi gösteriyor. Diyor ki: “Namaz kılarak ve sabrederek, sıkıntılara katlanarak Allah’tan yardım isteyin” İşte sebep bu, onu da Allah kendisi anlatıyor, tamam. Kim artık Allah bana yardım etmez diye büyük bir moral çöküntüsü uğramışsa felyemdud bi sebebin o sebepte orada, “namaz da sabırla ellerini Allah’a açsın” summel yakta buradaki summe kelimesi sonra manasında değildir. Birçok tefsir bu kelimenin anlamını maalesef şey yapmadığı için, sözlüklerden alıp kullanmadığı için anlaması zordur. Summe yani bir şeyi toplamak, bir araya getirmek manasındadır. Aynı zamanda demektir. Aynı anda, eş zamanda bizim Türkçe de birdenin karşılığıdır. “Summel yakta” “diğer ilşkileri kessin” Öyle Eyüp Sultanmış, falan adammış, onlara gitmeyi bıraksın. Kessin o ilşkileri. “felyenzur” “o zaman baksın” “hel yuzhibennekeyduhu” “onun başvurduğu bu çare giderecek mi” ki hel tasdik içindir. Yani mutlaka giderecektir, görür. “Giderecek mi gidermeyecek mi görsün” diyor. “mâ yagîz” “kendisini bunalıma sokan şeyi giderecek mi görsün” Bunalımdan kurtulması için ne yapması lazım. Diğer ilişkileri tamamen kesecek, oraya buraya gitmeyi bırakacak. Ellerini Allah’a açacak ve ibadete sarılacak. Bir kere ilk anda gönlü rahat olur, ondan sonra da işleri. Şimdi ne oldu? Ne oldu şimdi anlaşıldı mı? Şimdi öbür ayeti okumayı hak ettik mi? “işte böylece Kuran’ı Açıklayan ayetler halinde indirdik” Neyi açıklıyor bu? Bunalıma bir kişinin durumunu ve çaresini, tam olarak açıklıyor mu? “işte böylece biz açıklarız”, diyor. E…Şimdi siz o kelimeyi o tarafa çek, bunu bu tarafa çek, ondan sonra ne oluyor? Hilkat garibesi bir şey ortaya çıkmıyor mu? Kuran’ı Kerimden bak aynı kelimelere verdik manayı. Ne yaptık? Biz sadece o ilişkiler, Kuran’ı Kerim’in kendi iç ilişkilerine baktık, başka hiçbir şeye bakmadık. Zaten tefsirlere baksaydık yanmıştık, bunların yandığı gibi. Bunlar kendileri yapmamış ki bu mealleri, bütün tefsirler böyle meal vermiş. Benim size verdiğim meali size veren bir tanesine, ben rastlamadım. Diyeceksiniz siz nereden buldunuz? Bunu her defasında söylüyoruz Cenabı Hakkın gösterdiği yoldan giderek.
Şimdi benim yollarda, yanlış yola girmem çok meşhurdur. Onun için arabayla bir yerden giderken, bizim çocuklar baba ne olursun birisine sor derler. Çünkü o kadar çok boşuna dolaşmaya alışmışlardır ki. Artık yavaş yavaş onları dinlemeye, büyüdüler ya daha artık şey yapmıyoruz yani. Önceden uyarıyorlar yolu güzel gidiyorum. Şimdi ama çocukken bizim köyden, hatırlıyorum, bizim köy çok böyle kayaları dik bir köydür. Yüksekçe kayaları vardır. Dağlık demeyeyim de çok kayalık bir köydür, hep taş. Şuradan kısa yoldan ben bir gideyim diye, birkaç kere ana yoldan çıkıp kısa yol tuşuna basmak istiyordum o zaman, tuş yoktu ama kısa yoldan gideyim diyordum. Şimdi kısa yoldan giderken önüm büyük bir uçuruma çıkıyordu tekrar geri dönüyordum geldiğim yere. Hadi şu kısa yoldan gidiyorum oradan da büyük bir uçurum çıkıyor, oradan da geri dönüyorum. Sonra kendi kendime dedim ki ondan sonra kısa yoldan gitmek yok. Ana yoldan gitmek var, artık ondan sonra o yok. Şimdi de bizim bu anlamları bulmamızın sebebi biz kısa yoldan gitmeyi bıraktık, ana yoldan gidiyoruz Elhamdulillah. Cenabı Hakkın gösterdiği yoldan, işte bu manalar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Önümüze uçurumlar çıkmıyor.
Evet, özet, demek ki tahrif neymiş? Manayı sağa sola çekmekmiş. Aslında o verilen, öbürlerinin verdikleri anlam, kelime manasına aykırı bir şey değil. Ama kardeşim bunların hepsini bir bütünlük içersinde düşüneceksin, ilgili ayetleri bütünlük içinde düşüneceksin. Arkasından da Allah böyle açıkladık diyor yani, olur mu böyle bir şey? O zaman Kuran’ı Kerim’in manasında tahrif yapılmış mı? Maalesef, dolu, dolu, çok büyük bir ihtiyaçtır bu, bunun doğrusunu yani Allah’a hamd olsun bu mesele iyice anlaşılmaya başlanmış. Türkiye’nin birçok yerinde şu Allah razı olsun sizin bu salonu bu saatte doldurmuş olmanızda onu gösteriyor. Elhamdulillah, inşallah çok yakında çözüme kavuşur. Tabi birçok meallere yansıyor da, zaten hiç birisinin bizi referans vermesi şey değil. Ben şimdi söyleyeyim de, bir arkadaş profesör olmuş İslam Hukukundan, ben senin internetteki yazılarını indirdim de profesör oldum dedi. İnternetten indirmiş bizim haberimiz yok. Dedim peki, bizden aldığını söyledin mi? Söyler miyim? Dedi. Senden aldığımı bilseler kim yapar beni profesör, dedi. Şimdi birçok meallerde bizden alıyorlar ama bizden aldıklarını yazsalar herhalde kimse almaz diye korkuyorlar. Peki, birazcık ara veriyoruz.