Geçen hafta Bakara suresinden başlamıştık biliyorsunuz. Ancak iki ayet okuyabilmiştik. Şimdi yine baştan başlayalım, ondan sonraki ayetleri anlamaya çalışalım.
Euzubillahimineşşeytanirracim, bismillahirrahmanirrahim
1-Elif, lam mim. 2-Zalikel kitabu lareybe fih.
‘İşte kitap budur.’ Geçen hafta çok detaylı olarak anlatmaya çalıştığımız gibi -Herkes için kitap budur. Dinli, dinsiz, din adamı, ilim adamı… Bir insan hangi konuda çalışıyorsa çalışsın kitap budur.
‘Lareybe fih.’ Bu kitabın içerisinde insanı şüpheye düşürecek hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla bu kitabı okuyan her insan bunun Allah’ın kitabı olduğunu çok rahat bir şekilde anlar.
‘Hüdenlil müttekin.’ Korunacak olanlara yol gösterir. Yani insan korunmayı eğer prensip olarak kabul etmemişse, kendime doğru bir yol çizeyim demiyorsa, ben hayatı istediğim gibi yaşarım kimse bana karışmaz demiyorsa, bu kitap ona yol gösterir.
Peki müttekiler kimler? – ‘ellezine yü’minune bil gayb’ İmanlarını gayıplarına sokanlardır. Yani kalpten inananlardır. ‘ve yukimunesselate’ ve namazı dosdoğru kılanlar, tam kılanlar. ‘ve mimma rezaknahüm yunfikun’ kendilerine rızık olarak verdiğimizden harcayanlardır.
Şimdi burada ‘ellezine yü’minune bil gayb’ a verdiğimiz mana biliyorsunuz bizim geleneksel manaların hiç birisine uymaz. Mesela elimdeki mealde ‘Onlar gabya inanırlar’ deniyor. Peki ‘gayb’nedir?’ Güneş battığı zaman ‘gabetü’s Şems’ der Araplar. Biz ne deriz? ‘Güneş kayboldu.’ deriz. Aynı kökten. Ordaki ‘gayb’ kelimesi bizde ‘kayıp’ olarak geçmiş. Yani kayıp kelimesi esasen Arapçadaki gayb kelimesidir. ‘Kaybol, gözüme görünme!’ dersiniz. Gözünüzle göremediğiniz zaman adam kaybolur. ‘Anahtarımı kaybettim. Nerede? Gören var mı?’ dersiniz. Arar bulursunuz. Şimdi biri vardır ki ben bilmem ama siz bilirsiniz, yani bazı insanlar bilir bazı insanlar bilmez. İşte o bana göre gaybdır o kişiye göre değildir. Bazı şeyler vardır ki Allah’tan başkası bilmez. O da herkes için gaybdır. Dolayısıyla Allah ‘…Lâ ya’lemu men fîs semâvâti vel ardıl gaybe illallâh(illallâhu) ve mâ yeş’urûne eyyâne yub’asûn(yub’asûne). (Neml suresi 65. Ayet) ‘Göklerde ve yerde kim varsa…’ Göklerde tanımına kim girer? Melekler girer. Demek ki melekler de gaybı bilmez. İnsanlar da bilmez. Yani göklerde ve yerde kim varsa bunlar gaybı bilmez. Peki göklerde meleklerin bildiği bizim bilmediğimiz şeyler vardır değil mi? Yerde de bizim bilip meleklerin bilmediği şeyler vardır. Mesela Allahu Teala meleklere bazı şeyleri sormuştu. ‘Şunların isimlerini bana söyleyin’ demişti ve onlar onları bilememişlerdi. Sonra allhu Teala Adem (a.s) a öğrettiği zaman Adem (a.s) bilmişti. Bundan sonra Allahu Teala ne dedi? ‘Ben size demedim mi ben göklerin ve yerin gaybını bilirim’ diye. (Burda Arapçasını da söyledi ama yazamadım) Yani sizin bilmediğiniz nice şeyler var ki ben bilirim. Dolayısıyla gaybı allah’tan başkası bilmez. O zaman, bilmediğimiz bir şeye biz nasıl inanırız? Gayb bilinmeyen şeydir. Bilmediğin şeye nasıl inanırsın?
Biz imanımızı hangi kelimeyle ifade ediyorduk? Eşhedü.. Eşhedü ne demek? Ben şahidim. Yani göreceksin, tutacaksın.. ya gözünle göreceksin ya aklınla göreceksin. Göz insanı yanıltabilir ama akılla görebilirsen yanılma ihtimali çok az olur. Hele ikisiyle birlikte gördüysen çok sağlam olur. Peki buna şehadet derler değil mi? Şehadet getirmek denmez mi? Şehadet ne demek? Ortada bulunan şey demektir. Şimdi Cenab-ı Hak kendisi için ‘Alimül gaybı veşşehadeh’ demiyor mu? Gaybı ve şehadeti bilir. Şimdi gaybı ve şahadeti derken gayb ve şehadet birbirinin zıttı olmuyor mu? Birbirinin zıttıysa o zaman biz gabya nasıl eşhedü diyebiliriz? ‘Ben görmedim ama şahidim ki bu vardır.’ Denir mi? Bu akşam Ensar Vakfındaki sohbete gittin mi? Yok gitmedim. Orda kim vardı? Şu şu şu adamlar.. Gitmedin de nereden biliyorsun? Yemin ederim ordalar. E gittin mi duydun mu? Yok. Nerden biliyorsun? Sen gaybda olana nasıl şahitlik yapabilirsin? Öyleyse gabya iman edilmez.
O zaman bu gayb ne? Allah-u Teala böyle buyurduğuna göre bu gayb ne? Şimdi diyorlar ki Kuranı Kerim’de belirtilmiş olanlara iman edilir. Kuranı Kerim’de belirtildiği zaman gayb mı? Öğretildikten sonra gayb olmaya devam ediyor mu hala? Artık o şahadete çıkmıştır.
Şimdi Cenab-ı Hak Cin Suresinde ne diyor? ‘Alimül gaybi’ Bütün gaybı bilendir. ‘Fela yudhiru ala gaybihi aheda’ Allah kendi gaybına kimsayi mazhar etmez. Yani gaybını kimseye bildirmez. (Arapça) Razı olduğu Peygamber başka.
Mesela şimdi buraya bir başbakan gelse ya da cumhurbaşkanı gelse bu binanın çevresinde bir koruma ordusu olur mu? Olur değil mi? Mecburen olacak. Allahu Teala şeytanlara kıyamete kadar ruhsat verdi mi? Bunlardan peygamberleri istisna etti mi? Etmedi. Peki şeytanların asıl görevi neydi? Doğru yolun üstünde oturmak. Şimdi doğru yolun ne olduğu peygambere vahiyle geliyor. Dolayısıyla şeytan asıl fitneyi orda yapabilirse ondan daha büyük bir başarı elde edemez. Onun için peygambere vahiy geldiği zaman şeytanlar üşüşüyordu. Allahu Teala da onları oraya sokmasın diye çevresine meleklerden bir koruma duvarı oluşturuyordu. Cenab-ı Hak her şeyi kanununa kuralına göre yapar. Biz buna bakmadığımız için hemen hayalimizde ‘e canım Allah’ın her şeye gücü yetmez mi?’ Allah her şeyi kuralına göre yapar. Bundan sen ibret alacaksın. Vahiy gelirken bile Peygamberin etrafında koruma oluşturuluyor. Nerden biliyoruz? Razı olduğu Rasulune gaybı bildirir de nasıl bildirir?
(Arapçası söylendi) ‘Onun önünden arkasında gözcüler diker.’
O korumaları görürsünüz başbakanın ya da cumhurbaşkanının böyle sürekli sağı solu gözlerler değil mi? Bir yerden bir kıpırdama oldu mu hemen orda ne oluyor falan. Gözcüler diker. Niye böyle yapar:
(Arapçası söylendi) ‘Peygamber kesin olarak bilsin ki gelen melekler Allah’ın mesajlarını, emirlerini getirmişlerdir.’
Yani araya şeytanın vesvesesi katılmamıştır.
Arapçası söylendi)‘Meleklerin beraberinde olanı tümüyle kavrayabilsin her şeyi zihnine tek tek iyice yerleştirsin diye’
Çünkü şeytan vesvesesi olduğu zaman araya birtakım şeyler girer, olayı kesin olarak kavrayamaz. Şimdi gayb bu şekilde Peygamber’e bildirildiği zaman hala gayb olmaya devam eder mi? O zaman Kuranı Kerim’in içerisindeki şeyler gayb mıdır? Gayb olur mu? Şimdi biz Rasul e inandıktan sonra Rasulun getirdiğine de kesin olarak inanırız. Zaten okuyorsan gayb değil. Dolayısıyla gabya inanırların açıklamasını yapanlar cennettir, cehennemdir hepsi Kuran’da yazan şeyleri söylerler. Kardeşim Kuran’da yazılanlar gayb olmaz ki… Görüyorsun ve okuyorsun. Neyse bundan sonra geleneği değiştireceksiniz başka çare yok. Gayba inanılır mı Mehmet Hoca? Bilmediğin şeye nasıl inanacaksın? Kuran da yazıyorsa gayb olmaya devam eder mi? Bak işte Allhu Teala ben gaybımı kimseye açıklamam diyor. ‘Fela yuzhiru’ İzhar edilmiş olan artık gayb olur mu? Ortaya çıkarılmış olan şey gayb olur mu? Öyleyse gayb ne?
Şimdi burada ‘Ellezine yugminune bil gayb’ Şimdi ben buna Arapça bir tefsir yapayım bakayım burada Arapçacılar var. Enes hoca var, Yahya var, Haşim bakıyor. Şimdi mana vereyim bakayım itirazlar gelecek mi?
Şimdi ‘Amene’ if’al babından değil mi? İf’al babının hemzesinin değişik manaları vardır. Duhulet diye bir manası var değil mi? (burada söylenenler anlaşılmadı)15-16 dk arası
Şimdi diyeceksiniz bunu nereden çıkardın? Bilhassa Enes hoca diyecek yani yarın bana hesabını sorar onun. Burada sesinin çıkmadığına bakmayın. Şimdi ‘Yudhilune imanihim fi gaybihim’ Peki şimdi Yahya’ya desem hafız olduğu için hemen hatırlar da Haşime sorayım bunu bir ayetle ispatlayabilir miyiz Haşim? O zaman Yahya ‘ya soralım.
Şimdi az önce verdiğim mananın hayali olmadığını göstermek için tamam mı?
Hucurat suresi 516. Sayfa 14. Ayet
Şimdi bakın burada diyor ki: ‘Galetil arab’u amenna’ : Bedeviler dediler ki inandık. Az önceki verdiğim manaya göre ‘Udhulel imanu fi kulubina’ ya da ‘Edhalne el imani fi kulubina’ Yani ‘İman kalbimize girdi.’ Dediler. Allahu Teala ne diyor?
‘kul lem tu’minû’: De ki siz inanmadınız.
‘ve lâkin kûlû eslemnâ’: Eslemna diyin, teslim olduk diyin. Niye?
ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum: Henüz iman kalplerinize girmiş değildir.
Şimdi soru… Kalp gayb mıdır, değil midir? Kalbin içi? Gaybdır. Kalbin içinde olanı melekler bilebilir mi? Melekler bilemezler. Hemen bir sayfa çevirin. Ordan bakın Kaf suresi 17-18. Ayetler.
(ARAPÇASI)
Şimdi sağda solda melekler yok mu? Bizim yaptıklarımızı yazan melekler değil mi? Şimdi sağ tarafta bir melek oturuyor, sol tarafta bir melek oturuyor. Ve alıyorlar. Alıcı bunlar. Ne çıkıyorsa alıyorlar. Ne alıyorlar. ‘Yerfuzu’, yerfuzu atmak demek. ‘Ma yelfuzu bil kavlin’. Yani ağzından bir söz çıktı mı ‘İlla ledeyhi’ mutlaka yanında vardır ‘Rakibun’ bir gözcü ‘Hatyedun’ hazır. Hazır bir gözcü… neye hazır. Onu yazmaya hazır. Ağızdan çıkanı yazıyor. Kalpte olanı yazıyor mu? Onu bir tek Allah bilir. Bir de o kişi bilir tabii. Çünkü o kalbin sahibidir. O zaman başkası için kalbin içi nedir? Gaybdır.
‘ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum’ yerine başka hangi kelimeyi kullanabiliriz Enes Hocam ‘Fi kuyubihim’ denir mi?’
Kalp insanın gaybı değil mi? Gaybıdır. Peki gaybıysa ‘Fi kulubikum’ yerine ‘Fi guyubihim’ denemez mi? Kafayı sallıyor ama yarım da değil çeyrek sallıyor. Hafifçe sallıyor. Böyle hemen evet demeyenler benim işime yarıyor. Hemen evet deseler ben burada ikisini de oturtmam.evet diyen adam bana ne lazım. O zaman hiçbir ilerleme olmaz ki. Kendi kanaatleri geldikten sonra evet diyecekler. Ben üzülmeyim diye evet diyen adam bana da yaramaz kimseye de yaramaz. O zaman ne zaman kafayı tam sallarsa anlarız ki tamamdır.
Şimdi ‘ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum’ diyor. Kalpte olanları kaf suresinde belirtildiğine göre Allah’tan başkası bilmez. Onun için bir kimsenin mümin olup olmadığının kararını yalnız Allah verir. Ama şimdi bir iki tane daha ayet okuyacağım. Enes hoca belki de ayağa kalkacak evet diye bağıracak. Ben biliyorum. Şimdi göreceksiniz.
Maide suresi 109. Ayet. 125. Sayfa ‘yevme yecme ullahurrusul’ : Allah’ın peygamberleri topladığı günde… Ne zaman oluyor bu? Kıyamet gününde. Bütün Peygamberleri Cenab-ı Hak topluyor bir araya ‘Fe yekul’: şöyle diyecektir peygamberlere. ‘Maza ucibtum’ : Size hangi cevap verildi? Nasıl karşılandınız? Yani insanlar size inandı mı inanmadı mı? Diyecekler ki ‘Kalu lena ilmelena’: Ya Rabbi! Bizim bu konuda hiçbir bilgimiz yok. ‘İnneke ente allamulguyub’ : Gayıbları bilen sensin. Şimdi Peygamberimiz (sav) hayatta iken bir örnek anlatayım bak. Osman bin Maz’un (r.a.) dindarlığıyla ashab arasında öne çıkmış biriydi. Öyle değil mi Enes Hocam? Bak hemen evet dedi görüyor musun? Doğruları hemen der. Kafasına yatmayanları demez. Sahabenin önde gelenlerindendi. Gerçekten çok dindar bir insan Zaten onunla ilgili çok hadisler var. Vefat etmiş. Ümmü Ala diye de bir hanım var. Osman bin Maz’un Mekke’den Medine’ye hicret edenlerden. Hicret sırasında Ümmü Ala iki odasından birisini ona vermiş. Bunun dindarlığı çok hoşuna gittiği için vefat edince Ümmü Ala diyor ki ‘Osman senin cennetlik olduğuna şahidim’ öyle miydi ibare. Yanlış hatırlamayım. Öyleydi galiba değil mi? ‘Ben şahidim ki sen cennetliksin.’ (izleyenlerden biri) ‘Allah’ın sana nimet verdiğine şahitlik ederim’ Cennetlik kelimesi değil bak sen iyi hatırlıyorsun. ‘Allah’ın sana çok nimet verdiğine şahitlik ederim.’ Yani tabi cennetlik demektir o. Peygamberimiz (sav) bunu duyunca ‘Sen ne diyorsun’ diyor. ‘Ben Allah’ın peygamberi olduğum halde vallahi nasıl karşılanacağımı bilmiyorum.’ Ümmü Ala diyor ki: ‘Vallahi artık bundan sonra kimseyi tezkiye etmeyeceğim.’ Diyor ki Peygamberimiz ‘Ben Osman’la ilgili iyilikten başka bir şey bilmiyorum.’ Ama peygamberimizin bilemeyeceği şey nedir? Kalbinde gerçekten iman var mı yok mu? Onu bilemez Peygamberimiz. Ama dış görünüşüne bakarak çok iyi bir Müslüman der. Peki bunun delili var mı? Tevbe suresinde bir ayet vardı ya. 202. Sayfa 101. Ayet burada Allahu Teala diyor ki:
(Arapçası) ‘Çevrenizdeki bedevilerden münafıklar vardır.’
Ne demek. Mümin olmadıkları halde sana mümin görünen insanlar vardır.
‘Ve min Ehlil medineti’ : Medine halkından da ‘maradu alennifak’ yani münafıklıkta öyle bir maharet kazanmışla ki, öyle usta münafıklar ki ‘La tağlemuhu’ sen onları bilmezsin.
Bilmediği zaman ne yapar ona. İşte ideal Müslüman der değil mi? Bunun ayeti var mı? O da Münafıkun suresinde 63. Sure. Şimdi ben bu konu üzerinde çok duruyorum. Çünkü bu ayete şu anda bizim verdiğimiz manayı veren hiç kimseyi ben hatırlamıyorum. Onun için iyi anlaşılması lazım bu konunun. 553. Sayfa. Burada diyor ki:
(Arapçası) ‘Münafıklar sana geldikleri zaman derler ki: Biz şahidiz. Sen gerçekten Allah’ın elçisisin. Allah biliyor ki sen elbette onun elçisisin. Ama Allah şahit bu münafıklar yalan söylüyorlar.’
Niye? Seni Allah’ın peygamberi saymadıkları halde Allah’ın peygamberisin diyorlar.
(İttehazu….) ‘Yeminlerini bir kalkan edinmişler. O kalkanın arkasından sıyrılıp Allah’ın yolundan çıkıyorlar.’
Sen kalkanı görüyorsun arkasından ne yaptıklarını görmüyorsun.
(İnnehum kanu…) ‘Ne kötü yapıyorlar. Bundan önce inandılar. Sonra kafir oldular. Sonra kalpleri üzerinde yeni bir yapı oluştu.’ Yani huyları değişti, huyları bozuldu. Türkçe karşılığı bu bunun. ‘Bunlar artık anlamazlar.’
(Arapçası) ‘Onları gördün mü görüntüleri seni hayran bırakır. Konuştukları zaman sözlerine kulak verirsin ne güzel konuşuyorlar diye. Sanki duvara dayalı keresteler gibidirler. Her sesi aleyhlerine sanarlar. ‘
Birisi bizim üçkağıtçılığımızı ortaya çıkaracak diye korkarlar.
‘Humul aduvv ve devamı’: Asıl düşman onlardır ama sen dost biliyorsun. Onlardan sakın. Allah kahretsin onları. Nasıl da çevriliyorlar.’
Şimdi peygamberlerin bilmediği neymiş? İmanın kalpte olup olmaması. Dış görünüşünü biliyor, hayran kalıyor. O zaman şimdi bu ayete nasıl mana veririz?
(Yahya Hocayla konuştuktan sonra) 509. Sayfada. Yahya hemen itirazını belirtti. 30. Ayet:
(Arapçası) ‘Ve lev neşau’: Aslında burada biliyor demek doğru değil. Şimdi Cenab-ı Hak gaybları bildirmiyor ya. Yani farklı bir kural koysaydık yani gaybları bildirecek olsaydık elbette ki onları bilirdin. ‘isteseydik sana onları gösterirdik’ diyor. Ama Allahu Teala kimin mümin kimin kafir olduğunu kimseye bildirmiyor. O insanın gaybıdır.’ Eğer biz farklı bir kural koysaydık elbette sana gösterirdik’. Bu gösterdiği manasına gelir mi? ‘Fel araftum bi simahum’ : ‘Sen de o zaman onları baktığın zaman yüzlerinden tanırdın.’ Ama yüzlerinden değil de ‘Vele tağrifennehum’ Elbette onu tanıyacaksın ‘Fi lahnil kavli’ ‘konuşmalarındaki gevşeklikten tanıyacaksın.’ Bakacaksın ki sözlerinde bir tutarsızlık var. Gevşeklik var, ondan tanırsın. O zaman çok dikkat edersen tanıyacaksın. Onların özelliklerini Cenab-ı Hak bildiriyor ayetlerde onlardan birtakım şey yaparsın ama bazıları var ki işte Tevbe suresinde belirtildiği gibi öylesine usta münafıklar ki bilemezsin diyor. Şimdi durum böyle iken şu ayeti kerime bakalım.
‘yevme yecmeullahurrusul’ : Allahın bütün peygamberleri topladığı gün ‘Fe yekul’ şöyle diyecektir. ‘Maza ucibtum’ Nasıl karşılık verildi? İnandılar mı size. O demektir. Onlar ne diyecektir. ‘La ilmelena’ :’Bizim bu konuda bir bilgimiz yok ki’ İşte Osman bim MAzun’u hatırlayın. Peygamberimiz kesin olarak mümindir diyemiyor. ‘İnneke entel allemul guyub’ : Çünkü sen gaybları bilensin. Burdaki gayb kalpler manasına gelir mi?
Peki o zaman başka hangi manaya gelir? Mesela peygamberimiz hayatta iken ölen Osman bin Mazun’da ‘La ilmelena’nın kapısına girer mi? Girer. Yani diyemeyiz ki bizden sonraki durumu biz bilmiyorduk şeklinde. O da olur ama bu ayet o kapsama da girer. O zaman buradaki ‘La ilmelena’ daki gaybın manası ne olur? Kalpten başka bir mana olur mu? Olmaz. (İzleyicilere fikirlerini sorduktan sonra bir fıkra anlattı. Onu almadım.)
Evet… Şimdi imanda kesinlik esastır. Mesela Hıristiyanlar diyor ki siz bu iman konusunu diyorlar siz bilemezsiniz. Sizin yerinize biz inanırız. Kilise öyle diyor yani. İfadeleri o. Şimdi geçen haftanın Cuma günü Tübingen’de Fransa’dan çok üst düzeyde insanlar gelmişlerdi. İçlerinde Berlin’de büyük elçilik yapan emekli bir büyük elçi de vardı. Üniversitelerin çok üst düzey elemanlarıydı. Yaşlı insanlar. Rektör vardı, dekan vardı , başka hocaları vardı. Benim ‘Tanrı ve Hürriyet’konusun Kuranı Kerim’e göre anlatmamı istemişlerdi. Dikkatle de dinlediler sonuna kadar. Onlara imanın kalpte olduğunu… tabii Katoliklikte böyle bir şey yok. İmanın kalpte olduğunu, dolayısıyla kalpte imanın olup olmadığını peygamberin de bilemeyeceğini, onun için hiçbir peygambere Cenab-ı Hakk’ın insanları hidayete erdirme görevi vermediğini çünkü onların gücü yetmez buna. Öyle bir görev verse hiçbir peygamber bu görevi yerine getiremez. Çünkü iman kalbine girmiş mi girmemiş mi nereden bilecek? Ondan dolyı Cenab-ı Hak diyor ki
(Arapçası) ‘Sen istediğini yola getiremezsin yani yola gelmiş sayamazsın. Allah gereken gayreti gösterini yola getirir. Kimin yola geldiğini en iyi o bilir.’
Sen tahmin edebilirsin, bu adamı yola gelmiş sayabilirsin ama %100 konuşamazsın. %100 ü söyleyecek olan sadece Allah olduğu için kişinin yola gelmişliğine hükmedecek olan da sadece Allah’tır. Başkası değil. Şimdi bütün bunları antlınca adamlar hayret ettiler. Epeyce sorular sordular yani dedim işte hürriyet bu. Yalnız Allah’a kul olacaksınız. Allahla kendi aranıza hiçbir şeyi koymayacaksınız. Hiçbir kurum olamaz. Hiçbir insan olamaz. O zaman Muhammed (sav) in görevi nedir dediler. O sadece öğretmenliktir. Bütün bunlar o akşam epeyce konuşuldu, yemekte de sorular sordular en son o büyükelçi ile Alman-Fransız kültür teşkilatının başkanı en sonunda dedi ki Allah tevbeyi ne zaman kadar kabul ediyor? Çok hoşuma gitti bu soru. Biz de dedik ölene kadar. Son nefesinize kadar kabul eder.
İman gaybda oluyor. Dolayısıyla benim müminliğime karar verecek olan yalnız Allah. Bundan daha büyük bir hürriyet olabilir mi? Muhteşem bir şey… İşte ‘Ellezine Yugminune bil gayb’ ‘Yudhiline imanihim fi guyubihim’ demektir. İmanlarını kendi kalplerine indirmiş olan insanlar. Çünkü diğer tarafta ‘…fi kulubikum’ geçiyor. Ve bunun karşılığı olarak arka tarafta bak burada bir grup saydı arka tarafta ikinci grup kafir olanlar diyor. İmanlarının üstünü örtüyor. Onlarda da iman var ama üstünü örtmüşler. Kafirler de iki gruba ayrılıyor. Birisi açıkça kafirliğini gösteriyor. Bir grupta kendini mümin gösteriyor. O zaman burada üç grup insan saydığına göre şimdi kafir, münafık, mümin. İman da kalpte olacağına göre. O zaman açıkça ben müminim diyen bir kişiyle yani münafıkla gerçek müminin farkı nedir? Birisinin imanı kalbinde vardır, birisinin yoktur. Birisinin imanı kalbindedir birisinin dilindedir. O zaman ‘yugminune bil gayb’ tam oturdu mu şimdi? İmanları kalplerinde olan insanlar…Oldu mu Enes Hocam?
Enes hoca: Olmaya başlıyor.
‘Ellezine yugminune bil gayb’ : İmanlarını kalplerine yerleştirmiş olan insanlar. ‘Ellezine yehafune bil gayb’ da öyledir. İçten korkanlar. Korkmuş görünmek kolay. Ama içten korkmak herkesin yapabileceği bir şey değil Allah’tan.
Mesela bakın bir ayet daha okuyayım size. Tam bunun zıttı. Ali İmran suresi 86 :
‘Keyfe yehdillâhu kavmen keferû ba’de îmânihim’ : İmana geldikten sonra kafir olan, imanlarının üstünü örtüyorlar.
Şimdi burada size çok ilginç bir şey daha söyleyeyim. Burada sık sık anlatıyorum ama Tübingen’de olan olaylardan. Sizin için daha güzel olur. O bizi dinleyen Fransızlardan bir kısmı yani önemli bir kısmı ateistti. Şimdi bunlara dedim ki Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan yoktur da inanmadığını söyleyenler vardır. Hiçbirisinin gıkı çıkmadı. Bunu da böylece bilesiniz. Olmayan bir şeyin üstü örtülmez. Olanın üstü örtülür.
Şimdi burada diyor ki Allahu Teala Keyfe yehdillâhu kavmen keferû ba’de îmânihim’ :‘İnandıktan sonra kafir olan yani imanlarının üstünü örten kişileri Allah nasıl yola getirir?’ Bunlar her şeyi biliyor.
ve şehidû enner resûle hakkun: Şehadet bakın şahitlik. ‘Şahit oldular ki Resul gerçektir, haktır.’
ve câehumul beyyinât(beyyinâtu): ‘Onlara çok açık belgeler geldi. ‘ İşte Kuran’ı Kerim, başka şeyler.
vallâhu lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne). : ‘Allah zalimler topluluğunu yola getirmez.’ Bu yanlışlar içinde olanları Allah yola getirmez. Kendileri gelirse başka. Bunu zaten devamında da söylüyor Allahu Teala. Başka yerde bunu belirtiyor Allah
(Arapçası): ‘Tevbe edenler ve durumunu düzeltenler hariç.’
Demek ki hangi durumda olursa olsun kendi gayreti olursa yola gelir. Yoksa yola gelmek yok. İşte bütün bunlar gösteriyor ki insan tam, kesin bilgiye sahip olmalıdır iman konusunda. Yani biz iman konusunda ‘Eşhedü’ diyoruz. ‘Ben şahidim.’ Allah’ın varlığına ve birliğine yer yüzünde herkes şahittir. Niye? Yine çok ilginç bir şey daha oldu. Stutgartta bizim Türklerin bir camisinde kısa bir sohbet yaptım. Orda işte Allah’a iman konusunda konuşurken çocuklar vardı şurada oturuyor. İki tane de yeni buluğa ermiş delikanlı çağında iki genç. Tam karşımdan geçiyorlardı. Siz durun bakalım dedim. Daha yeni buluğa eriyorlar. Daha yeni büyüyorlar. O yerde oturan çocuklara sordum. ‘Siz Allah konusunda babana-yanında da babaları var-soru soruyor musun?’ dedim birisine ‘Evet soruyorum’ dedi. Babasına dedim ‘Soruyor mu?’ ‘Evet’ dedi. Ayakta olan o iki tane delikanlıya ki daha yeni çocukluktan çıkmış olanlara ‘Peki siz Allah konusunda kimseye bir soru soruyor musunuz ?’ dedim. ‘Hayır sormuyoruz’ dediler. Dedim bak senin sorman çok normal, seninde sormaman çok normal. Şimdi mesela siz öğretmensiniz. Lütfen bakın. Buluğa eren çocuklar size soru soruyorlar mı? Allah’la ilgili Allah var mı yok mu diye? Soruyorlar mı? Yok. Çünkü kesin kanaate varmış oluyorlar onlar o zaman. Ama ondan küçük yaşta oldukları zaman çok sorarlar çünkü araştırma dönemindeler. Çünkü çevrelerini okuyorlar o zaman. Göklerin, yerin bir sahibinin olması gerektiğini anlıyorlar ama tam bir kanaate varamıyorlar. Buluğa erince o kanaat kendisini gösteriyor sorumluluk ne zaman başlıyor? Buluğla başlıyor. İşte ‘enesti bi rabbikum’ olayı o anda oluyor. Ve kıyamete kadar devam ediyor. İşte orda ‘eşhedü’ oluyor. Ve Cenab-ı Hak ne diyor:
(Arapçası): Araf 172: ‘Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini aldığımız zaman’ yani zürriyetlerini devam ettirecek olan tohum alınmaya başladığı zaman. Çünkü tohum sırttan alınmaz. İşte buluğa ermiş olan çocuk, baba olacak yaşa gelmiş midir? Zürriyeti artık sırtından alınmaya.. kız olsa ana olacak yaşa gelmiştir. İşte o zaman ne diyor? ‘Onları kendilerine karşı şahit tuttuğu zaman.’ ‘Enesti bi Rabbikum’ ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Diye. ‘Galu bela’ ‘Evet. İşte o zaman çevrelerini okuyarak, kainatı okuyarak şahit oluyor herkes. Onun için artık soru sormasına gerek yok. Gözümle gördüğüm şeyi niye ben sorayım. Hangi gözle? Akıl gözüyle görüyor. Başka gözüyle değil. Zaten en güçlüsü odur.
Evet.. ‘Şehidne’ diyorlar. : ‘Şahit olduk’
(Arapçası): ‘Yoksa siz kıyamet günü kalkıp derdiniz ki ‘Ya Rabbi! Bizim senin varlığından haberimiz yoktu ki.’’ Diyemeyeceksiniz bunu.
Ya da şöyle diyebilirdiniz: (Arapçası): ‘Ne bilelim ya rabbi! Babalarımız daha önce müşrik olmuşlar, biz de onlardan sonra gelen evlatlarıydık. O hakkı batıl gösterenin yaptığından dolayı bizi helak mı edeceksin.’ Bunu da diyemezsiniz. Çünkü siz Allah’ın varlığına şahitlik edersiniz ama onun dışındaki tanrılara hiçbiriniz şahitlik edemezsiniz. Onun için işte o papaza sormuştum. Profesör papaz. Bizim vakıfta..’Sen İsa’ya tanrı diyorsun.’ ‘Evet Tanrıdır.’ ‘Peki delilin var mı?’ ‘Yok’ Yok dedi aynen öyle. Arkadaşlarımız da şahittir. İnanan hisseder diyor. İyi valla. Dedim ki peki ‘Allah’ın varlığına, birliğine delilin var mı? ‘Çoookk’ ‘Peki dedim sen hiç elinde delilin olmayan bir şeyi tanrı olarak ortaya koyuyorsun. Yarın Allah’ın huzurunda bunun hesabını nasıl vereceksin.’ Böyle diyince işi değiştirmeye çalıştı. İşte ‘Eşhedü’. Demek ki kalbin içine girmesi lazım yoksa insan gayba ‘Eşhedü’diyebilir mi? Yani görmediği şeye. Onun için ‘Ellezine yugminune bil gayb’ : İmanları gayblerinde olanlar. İmanları kalplerine girmiş, yerleşmiş olan insanlardır. ‘Ve yukimunessalah’ ‘namazlarını tam kılanlar, ‘Ve mimma razaknakum yunfikun’ ‘Kendilerine verdiğimiz rızıktan harcayan insanlardır.’ Çünkü Allah’a inanıp güvendiği için Allah ne emir vermişse hemen yapıyorlar. Müttakiler bunlardır. Mesela bu salat, bütün dinlerde var. Evrensel dil bu. Bu haftasonu Ankara’da üç günlük toplantımız vardı. Cuma, cumartesi, Pazar… diyanet işleri başkanlığı düzenlemişti. Fetva ve dini sorularla ilgili… orda birçok arkadaşımızın yaptığı şikayet şu. ‘Evrensel dili yakalayamıyoruz’ Ben de dedim ki : ‘Biz arkadaşlarımızla fetva verdiğimiz zaman bir bardak su, tertemiz, kaynağından çıkmış bir bardak su düşünerek… bu suyu kafire de versen zevkle içer, müslümana da, çocuğa da versen zevkle içer, ihtiyara dai hayvana da versen zevkle içer, bitkiye de. Sen dini bir bardak su olarak sunabiliyor musun insanlara?’
Peki ‘Yukimunessalah’ ne demektir. O mu? Evet o. Senin Rabbınsa, ki herkes inanıyor. Öyleyse ona ibadet edeceksin. Roma’daki toplantıda Yahudiler günde üç vakit ibadet ediyorlarmış. Dedim o üç değil beş. Hıristiyanlara dedim ‘Siz niye namaz kılmıyorsunuz?’ Seslerini çıkaramadılar. Çünkü biliyorlar onlar da namaz ibadeti olduğunu. Bak ‘Yukimunessalah’ ‘Ve mimma razaknakum yunfikun’ ‘Kendilerine rızık olarak verdiğimizden de harcarlar.’ ‘Vellezine yugminune vema ünzile ileyk’ ‘Bunlar sana indirilmiş olana inanan insanlardır. ‘ve ma unzile min kablik’ ‘Senden önceki indirilmiş olanlar da’ ‘evrenselleşti mi? Yerel dil mi evrensel dil mi? Evrensel. Bütün dünyayı kapsayan bir çağrı. İşte bunları konuştuğumuz zaman siz çok iyi biliyorsunuz. Sık sık gidiyoruz. Rusyasına, Avrupasına… Bugüne kadar bize bir tek cümleyle itiraz eden çıkmamıştır. Bir cümlecik olarak… Çünkü buradan söylediğin zaman insana taze, çok güzel bir su verdiğin zaman buna kim itiraz edebilir? İnanıp inanmamak başka bir olay… o ayrı bir şey. Zaten bizim o konuda bir yetkimiz de yok, görevimiz de yok.
‘vellezine yü’minune bima unzile ileyk’: Sana indirilene inanır. ‘ve ma unzile min kablik’ : senden öncekilere de indirilmiş olana inananlardır. ‘ve bil ahireti hüm yukinun..’: Ahiret konusunda da kesin bir kanaatleri vardır.
Şimdi tabiat güz gelince ölüyor, yaz gelince tekrar diriliyor. Toprakta kaybolmuş olan bitkilerin yeniden ortaya çıktığını gören bir insan ölen kişinin yeniden dirileceğini nasıl düşünemez? ‘ve bil ahireti hüm yukinun.’ :Ahiret konusunda da kesin bir inançları vardır. ‘ulaike ala hüden min rabbihim ve ulaike hüm-ül muflihun.’ ‘İşte Allah’ın gösterdiği yolda olanlar onlardır, umduklarına kavuşacak olanlar da onlardır. ‘