“Bu Kur’an en sağlam olana iletir. Uygun işler ve davranışlarda bunan mü’minlere de müjde verir onlar için gerçekten büyük bir karşılık vardır.” (İsra 17, 9)
Elhamdulillahi rabbil âlemîn vel-akibetu lil-muttekîn vessalâtu vesselâmu alâ rasûlinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn
Bugün Bakara suresinin 65 ve 66. ayetlerini okuyacağız. Biliyorsunuz 40. ayetten beri İsrail oğullarından bahsediyor Bakara suresi. Bugünkü ayetlerde de yine israiloğullarından bahsediyor. Esteîzu billah. (2/65)“Velekad alimtumullezina’tedev minkum fissebt” içinizden cumartesi gününde yasakları çiğneyenlerin durumunu çok iyi biliyorsunuz. Bu Yahudilere söyleniyor. Yahudiler cumartesi günü içinizden cumartesi günü yasakları çiğneyenlerin durumunun ne olduğunu gayet iyi biliyorsunuz. “Fekulnâ lehum kûnû kıradeten hâsiîn” kendi çağlarında yaşayanlar için ibret verici bir ceza haline getirmiştik. “vemâ halfehâ” ve arkalarından gelenler için de. “Ve mev’izaten lil-muttakîn” kendini korumak isteyenler için de bir öğüt yapmıştık. Yahudilerde cumartesi yasağı var. Onlar “şabat” diyorlar. İşte Kur’ân-ı Kerim de “sebt” deniyor. “Sebt”le şabat arasında biliyorsunuz bir şey var. Yani ses yakınlığı var. Zaten İbranice-Arapça aynı kökten gelen iki dildir. Birbirlerine yakın dillerdir. Yahudiler, cumartesi günü iş yapmazlar; işte tartla sürmezler, av avlamazlar, hayvan kesmezler, yani iş yapmazlar. İşin özeti onu sayıyorlar, otuz kırka kadar çıkarıyorlar yapılamayacak şeyleri. Hatta asansöre binerken düğmeye bile basmıyorlar. Cuma günü akşam güneş batmasından başlıyor. Cumartesi güneş batıncaya kadar devam ediyor, yani 24 saat sürüyor. O süre içerisinde herhangi bir iş yapmıyorlar fakat tabi burada çok enteresan bir durum var. Bunların cumartesi yasağını çiğnemeleri ile ilgili detaylı ifadeler Araf suresinin 163. Ayetinde 171. Sayfa. Burada Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: Esteîzu billah. (7/163)“Ves’elhum anil-karyetilletî kânet hâdiratel-bahr” deniz kıyısındaki o şehrin halkının durumunu Yahudilere sor. Oranın adı “Eyle”, Filistin’de Eyle diye bir kent. Şuandaki ismi ne bilemiyorum. Ama eski şeylerde Eyle diye yazılı. “İz ya’dûne fissebti” cumartesi günü sınırları aşıyorlardı, yapmamaları gereken şeyi yapıyorlardı. “İz te’tîhim hîtânuhum yevme sebtihim şurraâ” balıklar cumartesi günü kıyılara bol miktarda geliyor, böyle sürü sürü. “Ve yevme lâ yesbitûne lâ te’tîhim” ama cumartesi yasağı bittiği zaman balıklar gelmiyor. “Kezâlike neblûhum bimâ kânû yefsukûn” fasıklık etmeleri sebebiyle onları böylece yıpratıcı bir imtihandan geçiriyorduk. “Fasık” ne demek? Yoldan çıkmak demek. Yani kendilerine verilmiş olan bir emir, cumartesi günü iş yapmayacaksın. Balık avlamak da bir iş. O zaman yasağı çiğnemiş oluyorlar. Yasağı çiğnedikleri zaman ne olur? Şimdi mesela biraz sonra da okuyacağız diğer ayetleri. Yasakları çiğnediği zaman insanlar, işte çarpılırsın… bilmem şöyle olur, böyle olur… gibi böyle şeylerle insanları korkuturlar. Hayır, hiçbir şey olmaz! Niye çarpılacaksın? Yani günah işleyen bir kişi çarpılsa kimse günah işler mi? Hatta günah işlediğiniz zaman insanın biraz da hoşuna gitmeye başlar bir müddet sonra. Ha bu iyiymiş, dersin. Ondan sonra farklı bir değerlendirme içerisine girersiniz ve daha da hoşunuza gider, günaha devam eder durursunuz. İşlenen günahlar kısa sürede alışkanlık doğurur. Yani bütün günahlar öyledir. Yani şimdi her zaman örnek veriyorum, kolay anlaşılabildiği için. Sigara alışkanlığı gibidir. Birinciyi sigarayı içersiniz. Hoşunuza gidişi böyle berbat bir şeydir. Hiç hoşunuza gitmez bunu kim içiyor, böyle şey içilir mi, dersiniz. Özentiyle bir tane daha içersiniz. Ondan sonra istetmeye başlar. Bir müddet sonra da artık bırakamıyorum demeye başlarsınız. Zevk almaya başlarsınız. Bütün günahlar öyledir. Bir müddet sonra insanlara zevk vermeye başlar, bunlar da öyle. İlk önce o balıkları korka korka avlıyorlar, bakıyorlar ki bir şey olmadı, bi daha avlıyorlar, gene bişey yok. Aa bu işte çok kârlı, iyi, nasıl olsa bol miktarda da balık geliyor, devam ediyorlar.
(7/164)“Ve iz kâlet ummetun minhum” şimdi bunlar bu cumartesi yasağını çiğneyince içlerinden bazıları bunlara karşı çıkıyor, diyor ki; “Yapmayın! Bakın Allahu Teâlâ size bu yasağı koydu. Bunu işlerseniz ağır cezaya çarptırılırsınız. Sonunuz kötü olur.” Bir kısmı da diyor ki; “Ya bunlar laf dinlemez, tamam siz doğrusunuz, haklısınız felan, ama bunlar laf dinlemez. Boş ver umutsuz vakıa. Bunlarla konuşmaya gerek yok.” İkinci grup şöyle diyor; “ve iz kâlet ummetun minhum” onlardan büyükçe bir topluluk, “ümmet” kelimesiyle ifade edilen büyükçe bir topluluk demek ki, “lime teizûne kavmenillahu muhlikuhum ev muazzibuhum azâben şedîden” ya bu adamlarla ne uğraşıyorsunuz, ya bunlar görüyorsunuz günahkar, bunlar laf felan dinleyecekleri yok, Allahu Teâlâ zaten bunları helak edecek, cezalarını verecek bunların ya da azaba çarptıracak boş verin bunları; diyorlardı nasihat edenlere. “Kâlû ma’ziraten ilâ rabbikum veleallehum yettekûn” o mücadeleyi devam ettirenler, bu işi yapmayın diye onlara karşı çıkanlar diyorlar ki; “bunlar bu işten vazgeçer ya da geçmez, biz onların vazgeçip geçmeyeceğine bakmıyoruz, Allah’ın huzurunda bize bir özür olsun diye bunu yapıyoruz. Yani yarın Cenâb-ı Hakka hesap verirken diyeceğiz ki; ‘Ya Rabbi! Senin emrin çiğnenirken biz karşı çıktık, vazifesini yapmış bir kişi olarak Allah’ın huzuruna çıkmak istiyoruz, o kadar. Onlar akıllarını başlarına getirir, bu işlerden vazgeçer, kendilerini koruyacak duruma gelirlerse daha da iyi olur.”
(7/165)“Felemmâ nesû mâ zukkirû bihî” kendilerine hatırlatılan şeyi ne zaman ki unuttular. Unutmak ne demek? Unutmuş felan değil ama ilgilenmiyorlar artık. Yepyeni bir mantık içerisine girmiş oluyorlar, artık onunla ilgilenmiyorlar, unutmuş gözüküyorlar. Hiç gündemlerine almıyorlar. “Enceynellezîne yenhevne anissû’” böyle bir durumda kötülüğe engel olanları kurtardık. “Ve ehaznellezîne zalemû bi azâbin beîsin bimâ kânû yefsukûn” ama o zalimlik yapanları da kendilerini ağır bir baskı altına alan bir azapla yakaladık fasıklıklarına karşı. Peki o ağır baskı altına alan azap nedir? (7/166)“Felemmâ atev an mânuhû anhu” kendilerine yapılan uyarılar karşısında halâ kafalarını dikince, dik kafalılık edince “kulnâ lehum” onlara dedik ki; “kûnû kıradeten hasiîn” alçak maymunlar haline gelin dedik, alçak maymunlar haline gelin dedik!
Bir de Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor. (7/167)“Ve iz teezzene Rabbuk” bir gün de Rabbin şöyle ilan etti: “leyeb’asenne aleyhim ilâ yevmil-kıyameti men yesûmuhum sûel-azâb” şurası kesin kıyamet gününe kadar onlara ne kadar ceza verebilirim diye gayret gösteren, insanları onların üzerine salacaktır. Mesela bakın işte Yahudilik tarihi hep şeylerle doludur, cezalarla doludur. Daha Hitlerin verdiği cezalar, bu cezaları görenlerin şeyi en son bi tanesi öldü mü, ölmedi mi ben şahsen bilmiyorum, ama geçen seneler yaşayanı vardı. Sürekli kendilerine eziyet eden ceza veren kişiler kıyamete kadar gelecektir. Yani belli bir zaman parlıyorlar, parladıkları zaman mutlaka kabuklarına sığmıyorlar. İnsanlara haksızlık yapıyorlar, haksızlık yapınca onlara ceza veren başka insanlar geliyor. “İnne rabbeke leşedîdul-ikâb” senin Rabbin elbette ki cezayı çok şiddetli verendir. “Veinne rabbeke leğafururrahîm” elbetteki o Ğafur ve Rahim’dir.
Şimdi tekrar baş tarafa dönüyoruz: Bakara sûresinin 65 ve 66. Ayetlerine. “Velekad alimtumul-lezine’tedev minkum fissebt” Allahu Teala o Yahudilere söylüyor, Medine’deki Yahudilere diyor ki ey Yahudiler siz çok iyi biliyorsunuz; cumartesi yasağını çiğneyenlerin ne hale geldiğini gayet iyi biliyorsunuz, onlar maymuna döndüler. Ha şimdi artık bu dönüşüm yok, artık insanların kişilikleri dönüşüyor, maymun gibi oluyorlar, maymun iştahlı oluyorlar, tatmin olmaz bir yapıya sahip oluyorlar ya da domuz gibi oluyorlar. Siz bunu çok iyi biliyorsunuz. “Fekulnâ lehum kûnû kıradeten hâsiîn” onlara demiştik ki; alçak maymunlar olun! (2/66)“Fecealnâhâ nekâlen limâ beyne yedeyhâ ve ma halfehâ” onu o zaman yaşayanlara da arkasından gelenlere de ibret verici bir ceza yapmıştık. Bunların maymuna döndüğünü gören diğer Yahudiler bundan ibret almalıydı. Bunu hepiniz de biliyorsunuz. Bunu hep göz önünde bulundurun! Sizin başınıza da buna benzer cezalar gelebilir. “Ve kulnâ lehum kûnû kıradeten hasiîn vecealnâ limâ beyne yedeyhâ vemâ halfehâ vemev’izaten lil-muttekîn” kendini koruyanlar için de bunu bir öğüt yapmıştık. Kendini korumak isteyenler koruyabilirler.
Şimdi bu ayetlerin indiği Medine’nin durumunu gözlerinizin önüne getirin. Yahudilikte bugün, işte açın sinegogtan bir Yahudi ilmihali alın, biz aldık, vakıfta vardı ama şuanda orada mı bilmiyorum. Ama epeyce kitaplar aldık sinegogtan. Yahudi ilmihali alın görürsünüz. İmanın şartlarından bir tanesi de gelecek peygambere inanmaktır. Bütün peygamberler kendilerinden sonra gelecek peygambere inanma konusunda kendi ümmetlerinden kesin söz almışlardır. Yahudilerden de bu söz alınıyor Muhammet (a.s.)’ın geleceğine dair Yahudilerin kitaplarında. Şey var tabi İsa (a.s.)’la ilgili de var. Muhammet (a.s.) da İsa (a.s.) İsrailoğullarından zaten. Muhammet (a.s.) yine İbrahim (a.s.)’ın soyundan ama, çünkü İsrailoğulları dediğimiz Yakup (a.s.)’ın çocuklarıdır. Yakup (a.s.) da İbrahim (a.s.)’ın oğlu İshak’ın oğludur. Peygamberimiz de İbrahim (a.s.)’ın diğer oğlu olan İsmail’in soyundandır. Dolayısıyla peygamber efendimizin soyuyla İsrailoğullarının soyu tepede birleşiyor zaten. Ve bununla alakalı işte Hacer’in soyundan gelenlerle ilgili olarak bugün açarsanız Tevrat’ta cümleleri görürsünüz. Tevrat üzerinde çok dikkatli bir çalışma yapanlar, mesela bizde şey yok, Tevrat İbranicesi yok. Zaten bizim arkadaşlarımız arasında İbranice bilen de yok. Ama Arapçası var. Arapçası İbranicasine çok daha yakın. Arapçayla İbranice birbirine yakın iki dil olduğu için bunun üzerinde çalışma yapan bir arkadaşımız, o son peygamberin Mekkeye gelip daha sonra Medine’ye yerleşeceğine dair cümleleri Tevrat’tan çıkardı. Zaten Yahudiler kendi kitaplarından gelecek son peygamberin Medine’ye geleceğini öğrenmişlerdi. Daha önce de biliyorsunuz, bu Bakara Suresi’nin 40. ayetinde Cenabı Hakk’ın verdiği bir söz var, Yahudiler bunu biliyorlar. Yani biliyorlar ki o son peygamber geldiği zaman dünya hakimiyeti kurulacak, biz bu dünya hakimiyetinden pay alalım diye gelip Medine’ye yerleşiyor dört tane kabile. Dört kabile medineye yerleşiyor ve Medine’deki Medine halkına aslında gelecek peygambere inanma konusunda da hazırlıyorlar. Evs ve Hazrec kabileleri var. Bunlar Medine’nin yerli kabileleri. Arap kabileleri tıpkı bugün olduğu gibi orada da aynı şeyi yapıyorlar. Evs ve Hazrec kabilelerini birbirine vurduruyorlar, araya fitne ve fesat sokuyorlar. Her iki tarafa silah da satıyorlar, yiyecek de satıyorlar ve onları soyup soğana çeviriyorlar. Bugün de biliyorsunuz aynı oyunu oynuyorlar. Değişik grupları birbirine vurdurarak ordan geçiniyorlar.
Şimdi oraya gelen yerleşen Beni Kaynuka kabilesi var, Beni Kurayza var, Beni Nadir var, Yahudi kabileleri, bir de Beni Urayd. Bunu Muhammet Hamidullah, İslam Peygamberi’nde bu dördüncüsünün adını söylüyor. Bu dördüncüsü peygamber (s.a.v.) vefat ettiği zaman zırhının rehin olarak bulunduğu aileye mensup olan Yahudiler. Bunlar Medine’den sürülmemişler, çünkü yanlış işler yapmamışlar. Öyle anlaşılıyor ki bunlar İslamlaşmışlar.
Daha sonra bunlar dünya hakimiyetini yeni gelecek peygamberle kurmak için Medine’ye gelmişler. Medine’deki arap halklara diyorlar ki; işte yeni peygamber gelecek, o peygamberle biz birlikte olacağız, o zaman göreceksiniz, size tam hakimiyet kuracağız, işte Arap yarımdasına hakim olacağız, işte Suriye’ye, İran’a, artık dünyaya; o günkü dünyaya hakim olacağız, diyorlar. Fakat peygamberimiz (s.a.v.)’i gördükleri zaman inanmıyorlar. Yani onun Allahın peygamberi olduğunu o kadar kesin biliyorlar ki; fakat inanmak kolay değil, inandığınız zaman dükkanınızı kapatmanız gerekir. Artık onun emrine; gerek onun emrine girmek istemedikleri için direniyorlar, bile bile direniyorlar, yanlışta bile bile direniyorlar, işte bu Yahudilere cenabı hakk demiş oluyor ki; bakın, bu cumartesi yasağını çiğneyenlerin ne hale geldiğini gayet iyi biliyorsunuz! Bu peygambere karşı da böyle yaparsanız başınıza gelmedik şey kalmaz, haberiniz olsun! Ama dinlemiyorlar. Önce Beni Kaynuka, arkasından Beni Nadir, sonra beni Kurayza Medine’den çıkarılıyor. Beşinci senede artık Medine’de Beni Urayd dışında Yahudi kalmıyor. Beni Urayd zaten problem çıkartan bir kabile değil. Onlar oradaki hakimiyetlerini kaybediyorlar, daha sonra da biliyorsunuz Mekke’nin fethinin arkasından da, şey Mekke’nin fethi dedim, bu Hudeybiye, Hudeybiye antlaşmasının arkasından, o musalahasının arkasından da Hayber’i fethediyor Müslümanlar. Dolayısıyla artık bir varlık gösteremiyorlar ve biliyorsunuz işte İspanya’dan kovulurken de sığındıkları sadece Müslümanlar olmuştu. Onları gene rahat ettiren, rahat hayat yaşatanlar Müslümanlar olmuştu.
Şimdi onlar Peygamber (s.a.v.)’e inanmadan hâlâ dünya hakimi olacaklarını zannederek biliyorsunuz işte, dünya hakimiyetini kurmak için Orta Doğu’da neler yapıyorlar, biliyorsunuz bize vaat edilen topraklar falan diye bir takım şeyler söylüyorlar da o vaat yanlış değil, doğru, ama bir şartı var, neydi o şart? Gelen peygamberlere inanancaklar. Bakın işte Allah o peygamberi Peygamber (s.a.v) hayatının 13 senesini Mekke’de geçirdi ama… Mekke’den Medine’ye sürgün edildi. Aslında bu sürgün de değil, sürgünde eşini dostunu toplarsın, allahaısmarladık der, çeker gidersin. Öldürülme kararı verildiği için Peygamberimiz (s.a.v.) kaçarak canını kurtarmıştır. Hatta önce Medine’nin tam zıt tarafı olan Taif tarafında bir mağaraya gizlenmiş, sonra birazcık ortalık yatışınca sahil yolundan Medine’ye gitmiştir. Yani Mekkelilerin alışık olmadığı yöntemleri kullanarak Medine’ye gitmiştir. Şimdi Medine’ye giden Muhammet (s.a.v.) bir buçuk sene sonra Mekke ordusunu Bedir’de yenebilmiştir Allahın yardımıyla. Daha sonra Uhut’ta, daha sonra Hendek’te sekiz sene sonra Medine’nin, tekrar Mekke’ye gelmiş ve Mekke’ye hakim bir komutan olarak girmiştir ve Peygamberimiz vefatı sırasında bu Türkiye’nin dört katı büyüklüğünde bir bölgeye hakim bir kişi olarak dünyadan ayrılmış. Bu hakimiyet bir siyasi hakimiyet değil, siyasi hakimiyet başkan öldüğü zaman kaybolur gider, bu hakimiyet gönüllere olan hakimiyet, bir iman ve inanç hakimiyeti olduğu için ondan sonra müthiş bir şekilde yayılmıştır. Muhammet Hamidullah’ın verdiği bilgiye göre Medine’den her güne yüz bin metre karelik arsa düşüyor, Peygamberimizin Medine’de geçen on yıllık hayatı içerisinde onun topraklarına katılan, hergün yüz bin metre kare. Son derecede az insan ölmüş yüz elli kadar mı, yani o kadar süre içerisinde savaşlarda, yani aklımda yanlış kalmış olabilir.
Şimdi peki Peygamberimizden sonra ne oldu? Peygamberimizden sonra, bütün dünya biliyor; Kuzey Afrika, ta işte bugün Doğu Türkistan, Çin’in ortalarına kadar, Azerbaycan, daha sonra Anadolu yani eski dünya, Allahu Teala hakimiyeti verdi. Yahudiler de o hakimiyetten nasip alabilirlerdi ama bir şartla; kendi kitaplarında yazılan Muhammet (a.s.)’a inanmaları şartıyla. Onun için Allahu Teala Yahudilere de Hıristiyanlara da şunu söylüyor, diyor ki; esteîzu billah “yâ ehlel-kitab lestum alâ şey’in hatta tukîmut-tevrâte vel-incîl vemâ unzile ileykum min rabbikum” ehli kitap; tevratı, incili ve Rabbinizden size indirileni tam olarak uygulamadan hiçbir temeliniz olmaz. Hiçbir temeliniz olmaz yani size hiç birşey yok. Onun için bu şeyde de Bakara Suresi’nin 40 evet 40. ayetinde de diyor ki; “yâ benî İsrail uzkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum” İsrailoğulları benim size vermiş olduğum nimeti hatırlayın! “Ve evfû biahdî ûfi biahdikum” size yüklediğim görevi yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Size yüklediğim bir görev var, gelecek peygambere inanacaksınız! İşte kitabınızda yazılı! Bu bugün açın sinegogtan alın bir ilmihal, ilmihalde imanın şartlarıyla ilgili şeyleri açın, derler ki; bir meşiha, mesih meşiha gibi bir ifade kullanıyorlar, yani gelecek peygamberin geleceğine inanırım, derler. Altına da şu notu düşerler; gelmesi gecikti ama hâlâ beklerim. Ben de bir Yahudi’ye dedim ki: daha çok beklersiniz, siz gelen peygambere inanmayın, çok beklersiniz!
Şimdi işte Allahu Teâlâ orada Yahudileri uyarıyor, diyor ki; bakın yapmayın; bir cumartesi yasağını çiğnediğiniz zaman başınıza neler geldiğini gördünüz, burada ne kadar yasaklar çiğniyorsunuz; Allah’ın peygamberine karşı geliyorsunuz. İşte kısa sürede hakimiyetlerini kaybettiler. Ha şimdi, şimdi durum ne şimdi? Zaten hemen her derste biz burada anlatmaya çalışıyoruz. Müslümanlar da yani Kur’ân-ı Kerîm’e uyma konusunda ehl-i kitaptan fazla da geri kalmış değiller. Yani Kur’an-ı Kerîm’e uyma yerine Kur’an-ı Kerîm’i kendilerine uydurma Müslümanlarda oldukça yaygın bir hastalık maalesef. Şimdi bakın, ha size bir ayet okuyum da ondan sonra konuşayım. En’am Suresi yani 6. surenin 44-45. Ayetlerini açın. 131. Sayfa. Hatta 42’den başlamakta fayda var. Çünkü konu bütünlüğü açısından. Allahu Teala şöyle buyuruyor: esteîzu billah (6/42)“velekad erselnâ ilâ umemin min kablik” senden önce birçok ümmetlere elçi gönderdik. “Ve ehaznâhum bil-be’sâi ved-darrâi” onları çeşitli baskılar ve sıkıntılarla imtihana tabi tuttuk. “Leallehum yetedarraûn” belki Allah’a yalvarırlar. Yani o peygambere uymaları için başlarına çeşitli sıkıntılar da gelmiştir. Mesela Mekkeliler, Mekkeliler öyle bir açlık çekmişlerdi ki; Müslümanları Mekke’den çıkardıktan sonra bir çarığı, bir çarıktaki o bir deri parçasını ıslatarak teker teker ağızlarına alıp emiyor ve kendilerini tatmin etmeye çalışıyorlardı. Yine Peygamberimiz (s.a.v.) Hudeybiye, Medine’ye yaptıkları Hendek savaşından sonra çok büyük maddi sıkıntıya düşmüşler. Çünkü Medine’yi alacaklarına kesin inandıkları için birçok kabileye vaatte bulunarak ordan paralı asker getirmişlerdi Medine’ye. Bu onları büyük bir maddi sıkıntıya sokmuştu. Bir de Yemame’nin reisi Müslüman olduğu için onlara buğday göndermeme kararı almıştı. Yani Mekke’de büyük bir açlık var. Peygamberimiz (s.a.v.) tuttu onlara 500 v kadar altın gönderdi, fakirlere dağıttırdı. Yemame kralına Mekke’ye buğday gönder, diye talimat verdi. Oraya buğday göndertti. Ondan sonra şeyden Ebu Süfyan’ın deri satamadığı derileri vardı, onu da yüksek bir fiyata satın alarak oraya büyük bir maddi gelir sağlayacak, yani birazcık rahatlatacak imkânlar sağladı. Arkasından da mümkün olan çok büyük bir sayıyla 1500 kadar kişiyle hacca gitti. Çünkü hac, Mekkeliler için çok büyük bir ekonomik faaliyet. O çevre Arap kabilelerinden de kimse hacca gelmeyecek çünkü herkes Medine baskını için uğraşmış, başaramamış. Onlar da maddi sıkıntıya girmişler. Yani o sıkıntıları Allahu Teala onlara sıkıntı yaşatıyor, o sıkıntıları peygamber vasıtasıyla gideriyor. Gözleri ile görsünler ki bu peygambere uymak insanları rahatlatıyor. Bakınız sizin kovduğunuz; evine, malına mülküne, her şeyine el koyduğunuz bu insanlar altıncı yılda sizi bu derece besleyecek hale geliyorlar. Tüm Araplar olarak birleşiyorsunuz, Medine’ye yükleniyorsunuz, içlerinde peygamberle ittifak yapmış olan Yahudi kabilesi de sizinle iş birliği yapıyor, içten de o vuruyor; başarılı olamıyorsunuz. Bu kadar kötülük yapmış olduğunuz o Muhammet (s.a.v.) sizi açlıktan kurtarıyor. O zaman artık görün gerçeği görün de inanın. Evet, işte Allahu Teala bütün peygamberlerde böyle şeyler yaptığını bildiriyor. “Felevlâ iz câehum be’sunâ tedarraû”(6/43) keşke onlara o baskınlarımız geldiği zaman, o sıkıntılarımız geldiği zaman Allaha yalvarsalardı “velâkin kaset kulûbuhum” ama kalpleri taş kesildi. “Vezeyyene lehumuş-şeytânu mâ kânû ya’melûn” yapmakta oldukları şeyi şeytan onlara süslü gösterdi. “Felamma nesû mâ zukkirû bihî”(6/44) ne zaman ki kendilerine hatırlatılan şeyler, o verilen emirleri unuttular “fetahnâ aleyhim ebvâba külli şey’” bu defa her şeyin kapılarını onlara açtık, zenginleşmeye başladılar “hattâ izâ ferihû bimâ ûtû” verilenle şımardıkları zaman “ehaznâhum bağteten” onları bir anda yakaladık. “Ve izâ hum mublisûn” bir de bakmışsınız ki bütün ümitlerini kaybetmişler.
Şimdi bu günde benzeri şeyler var. Şimdi dikkat edin; meselâ Müslümanlar iktidara gelinceye kadar faiz haram, ama iktidara geldikleri zaman haramlık diye bir şey kalmıyor. Herkes daha çok faizli işlem yapma konusunda yarışıyor. Meğer bilmiyormuşuz, bu olmadan iş olmuyormuş, demeye başlıyorlar. Zenginleşinceye kadar bir çok günahlar günahlara karşı bakıyorsunuz ki son derece dik duran insanlar. Ellerine biraz para geçti mi biraz kıyısından, biraz köşesinden, şurdan buradan şeyapmaya dini kendilerine uydurmaya başlıyorlar. Ondan sonra bakıyorsunuz ki bundan dolayı rahatlamışlar. Gelişmişler zenginleşmişler. Ondan sonra da nasihat vermeye başlıyorlar. Diyorlar ki ya kardeşim, işte aslında amenna, tabiî ki faiz haram, biz helal demiyoruz ama bi de ekonominin işte dünya şartları, bilmem gidişatı, şu bu felan filan başlıyorlar nasihate. Ee çok güzel, ondan sonra ne oluyor? Sonra yukarıya çıkıyorlar çıkıyorlar, küt diye ne kadar yukarı çıkmışlarsa düştükleri zaman o kadar fazla zarar görmeye başlıyorlar. Şimdi bir kere, bir kere eğer siz Allaha inanıyor ve güveniyorsanız burada menfaat hesabı olmaz kardeşim! Ne demek bu: “Ya Rabbi! Sen, evet faizi haram kılmışsın ama sen biliyor musun, hiç faizcilik yaptın mı, bundaki şeyi biliyor musun…” gibi bir kafa tutmak olur Cenabı Hakk’a karşı. Başka konular da öyle. Yani hangi konu olursa olsun Allahu Teala’ya kafa tutmak olur bu. Şimdi mesela bu işte Cenabı Hakk’ın o güzelim üzümlerden bize lutfetmiş olduğu o üzüm şırası ne kadar güzel, ama o şırayı ekşiterek şarap haline getirenler, ondan büyük bir zevk almaya başlarlar. Onun için şıra tüketimiyle şarap tüketimi kıyas kabul etmeyecek kadar farklıdır. E peki ondan sonra ne olur? Bi müddet sonra artık vucut kendisini bırakır, çünkü bu vücut şarap için yaratılmamıştır, şıra için yaratılmıştır. Helal gıdalar için yaratılmıştır. Ondan sonra da bakarsınız ki ortalık yıkılmaya başlıyor.
Şimdi mesela şu anda bütün dünyada peygamber (s.a.v.) bir hadisi şerifi var, diyor ki, faiz geliri ne kadar çok olursa olsun sonu darlığa dönüşüyor, diyor. Yani faizin sonu ekonomik daralmadır. Bunun başka yolu yoktur diyor, Peygamberimiz (s.a.v.). Şimdi dikkat edin, bütün dünya sık sık krizler içerisine giriyor, şu anda da büyük bir kriz. Sebebi nedir? Faizdir, başka birşey değil. Çünkü şeyde mal para dengesi bozuluyor, mal para dengesi bozulunca… Şimdi size daha önce de şeyapmıştım, tekrar etmekte fayda var. Kur’ân-ı Kerim’de infak denilen bir kelime vardır. Cenabı hak bunu sürekli emreder. İnfak bir şeyi nafaktan geçirmektir. Nafak tünelin adıdır. İnsan vücudundaki bütün damarlar tünel gibidir, değil mi? O damarlardan kanın geçmesi de infaktır. Kelime anlamı itibariyle damarlardan kan, sürekli nasıl dolaşmak zorundaysa, hiç durmadan gece gündüz, aynı şekilde mal ve hizmetin de aynı şekilde bir ülkede, bütün dünyada dolaşması lazım, gece gündüz. Şimdi kan bağırsaklara gelir, bağırsağı bir pazar yeri olarak kabul edin, oradan üretilmiş olan şeyleri alır, gıda parçacıklarını alır, bütün hücrelere dağıtır, ciğerlere gelir, oradan da oksijeni alır, kendi de orada bir temizlenir, oksijeni alır her tarafa dağıtır. O şeylerdeki atıkları da hücrelerdeki atıkları da alır, bir kısmını nefes yoluyla dışarıya atacak şekilde, bir kısmını önden ve arkadan dışarıya atacağımız şekilde, bazı bir kısmı da ter yoluyla atılacak şekilde, tüm bu şeyleri yerine getiren kan dolaşımıdır. Şimdi bunun sürekli olması lazım. Kan dolaşımını engelleyen herhangi bir şey, işte bir damar tıkanıklığının vücudu ne hale getirdiğini bilmeyen yok, herkes biliyor. Şimdi faiz devreye girdiği zaman ne yapıyor? Faiz bu dolaşımı sağlayan, yani işte ekonomideki bu dolaşımı, vücuttaki kan neyse ekonomideki para da odur, bir yerde durmaması lazım. Mesela kan yenilip içilmez, para da yenilip içilmez. Hiç kimse paranın bi parçasını hatta ağzına sürecek olsa tükürür. Binlerce adamın elinden geçmiş, mikrop kaynağı haline gelmiştir diye. Para nasıl yenmez içilmezse kan da yenilmez içilmez. O vücuttaki o hücreler o kanı tüketmez. Hatta öyle bir şey olsa, vücutta bir kan sızması olsa bu çok ciddi bir rahatsızlıktır ve doktorlar bunu ortadan kaldırmak için, yani ilk önce bunu yaparlar. Peki yapılması gereken nedir? Bu dolaşımın sürekli olmasıdır. E birileri çıkıyor, mesela bir banka devreye giriyor diyor ki getirin paralarınızı bana diyor. Dolaşımdaki parayı birkere hapsediyor. Sürekli dolaşması gerekirken tıpkı vücdun bir yerinde bir ödem meydana geliyor ve o kan orada birikiyor. Ondan sonra da diyor ki ben parayı ancak faizle veririm, faizi herkes alamaz ki faize verebilmen için o kişinin sana teminat vermesi lazım. Peki teminatı da verdi. E toplumda kaç kişi faizle para alabilir? Eh herkeste serbestçe dolaşabilen bu para tutuklu hale gelir, tutuklu hale gelen bu para şartlı salıverilen tutuklular gibi olur, seni altı aylığına salıverdim, üç aylığına salıverdim bir yıllığına salıverdim git tekrar geri gel, şimdi bütün denge bozuldu mu bu ekonomide? Ondan sonra bakarsınız ki; bi tarafta zenginler, bi tarafta fakirler. Şimdi bunu en iyi vücuttan anlayabiliriz. Kalp vücuda kan verirken hücrelere dese ki ben sana ayda işte diyelim -bilmiyorum doktor olsa güler ama bilmiyorum, atıyorum mesleğim olmadığı için- sana ayda bir kilo kan vereceğim, dese ama bir gram fazlasını isterim, bir ayda bir gram kan istiyorum yani binde bir çok küçük bir şey. Şimdi hücre kansız yaşayabilir mi? Hücre nasıl kansız yaşayamazsa insanlar da parasız yaşayamaz. Yani o mal ve hizmetin dolaşımı için o damarlardan kan nasıl o şeyleri dolaştırıyorsa o gıdaları, para da mal ve hizmeti dolaştırır harcama kanallarından. Şimdi dese ki bir gram fazla kan istiyorum. E hücre kan üretemez ki. Bana dese ki o parayı veren kuruluş; ben sana şu kadar para verecem, ama ürettiğin hizmetin yüzde doksanını ben alırım, ürettiğin malın yani kârın yüzde doksanını alırım dese, verebilirim ama benden bir kuruş fazla istese veremem. Çünkü ben para üretemem ki para üretenler bellidir. İnsanlar dolayısıyla faizle birisine borç verdiğiniz an, onu asla yerine getiremeyeceği bir yükümlülük altına girmesine sebep oluyorsunuz, tıpkı bir damara bir hücreye ben senden bir gram kan fazla isterim dediğiniz zaman ayda bir gram, ben nerden üreteceğim? O zaman yapacağı iş nedir? Komşu hücrenin kanını çalmaktır. Başka yolu yok. Komşu hücre de öyle. O da ondan çalacak, o da ondan çalacak… e bir müddet sonra çalacak kan kalmayacağı için bakacaksınız ki teker teker hücreler kapanmaya başlayacak. Çünkü faizsiz kan yok, faizsiz nerden bulacağım, yok. Piyasaya bakın; işte o hücreler, dükkanlar teker teker kapanıyor, küçük dükkanlar kapanıyor, sonra bakarsınız ki artık elim ayağım üşümeye başladı dersiniz. bir müddet sonra eller uyuşmaya başlar. İşte bugün birçok köy, birçok büyük şehir kasaba merkezi hükümetten eğer memura maaş gitmezse hiç tamamen kapanacak. E peki bütün insanlar bir yerde toplaşıyor. Şimdi kan hep şu göğüs bölgesinde toplaşıyor, burada da damarlar patlamaya geliyor. E ne diyorsunuz bu sefer? Vücutta kan fazlası var diyorsunuz bu defa, piyasadan çekiyorsunuz, enflasyon oluyor. Kardeşim, kan fazlası yok, kan eksiği var. Sen hiç eli, ayağı, o hücreleri düşünmüyorsun ki o köyler boşalmış, o şehirler boşalmış, hiç onlara bakmıyorsun! Şuraya bakıyorsun, kan fazlası var diyorsun. Şimdi ondan sonra, bir müddet sonra, artık bu defa bankalar borç verecek kimseyi bulamayınca o para artık hiçbir işe yaramaz hale geliyor. Hiçbir işe yaramaz ki kullanılmayan para! Ne anlamı var? ondan sonra üretilmiş olan mallar da dükkanlarda duruyor. İnsanlar da bu üretici müşteri bekliyor, banka kim bu parayı kullanacak diye bekliyor. Millet de acından ölüyor. Ondan sonra da diyorsunuz ki büyük bir ekonomik krize girdik. İşte dünya, işte Japonya ekonomik krizde, Amerika. Elbette böyle Almanyadaki bi toplantıda ben söylemiştim, siz Almanlara dedim, siz ekonomiden anlamazsınız, evet söylüyorum, anlamazlar, yüz defa tekrarlarım, ekonomiden anlamaz batılılar. Bilmezler ekonomiyi. Çok açık söylüyorum. Tabi şaşırdılar. Dedim siz ticaretle faizin farkını bilmezsiniz, siz kârla faizi karıştırırsınız. Bütün gelirleri faiz diye algılarsınız. Zaten bugün Avrupa’nın başına gelen sıkıntı ondandır. Onlara da az önceki örneği verdim. Bir ay sonra anlamışlar, bir şeyler gönderdiler, neyse. Şimdi ondan sonra sadece müslümanlar değil. Çünkü Allahu Teala bir prensip koymuşsa bu mutlaka olması gerekendir. Nasıl ki Allahın yarattığı her şey güzel de verdiği emirler niye güzel değil? Bize mi kalmış? Cenabı Hakk’ın, yani şimdi siz, hadi söleyin bakalım, benim şu elim bu elimden uzun olsun diye şuraya bir zam yaptırın, bir müddet sonra ne olacaksınız? Şimdi dövme yaptıranlar var biliyorsunuz. Bir müddet sonra o dövme bir çirkinlik örneği haline geliyor. Ondan sonra da ne yapacaklarını bilemiyorlar. Dolayısıyla bu hem Müslümanlar için, hem bütün insanlar için böyle baştan çok tatlı gelir, işlenen bütün günahlar öyledir. son derece tatlı gelir, zevk verir. Ama bir müddet sonra ondan kurutulmak istersiniz. Ama bu iradeyi gösteremediğiniz için battıkça batarsınız. Dolayısıyla bugün hiç zannetmeyin ki insanlar günahı bilmeden işliyor. Böye bir insan yoktur yeryzünde. Aksi takdirde Allah zalim olur haşa. Herkes yaptığını bile bile yapar. Herkes suçu bile bile işler. Başkasına bir sürü mazeret ortaya koysa bile Allahın varlığını ve birliğini bilmeyen, bunda şüphesi olan bir tek insan yoktur. Herkes Cenabı Hakk’ın varlığında ve birliğinde şüphe etmez, çok kesin bir kanaati vardır. Onun için herkes kendini dindar sanır. Başkalarına söylemese bile kendi içinde öyle kabul eder. Ama dindar olmak değil doğru olan Allahın istediği şekilde dindar olmaktır. Bu dünyaya biz nizam veremeyiz, bugün varsın, yarın yoksun. Bu dünyaya konmuş olan nizama uymak zorundayız. Onun için adımıza Müslim deniyor, Müslüman deniyor. Ne demek Müslüman? Allah’ın düzenine teslim olan insan demektir. Allah’a akıl öğreten değil, Allah’ın emirlerine uyan insan demektir. Bunlara son derece dikkat etmeliyiz.