Elhamdülillahi rabbil alemin. Vel akibetü lil muttakin. Vessalatu vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün dersimiz Bakara suresinin 171. Ayetine geldi. Yahya, bu ayetle ilgili bizim internette bir şey vardı, onu sen bul da. Bakara 171’le alakalı bir yayın vardı.
Bu ayeti kerime ile ilgili çok farklı mealler var, inşallah biraz sonra göreceğiz. Bize göre, o verilen meallerin tamamı yanlış. Tabi böyle bir sözü söylemek, gerçekten çok rahatsız edici. Ama maalesef gerçekler böyle, biraz sonra göreceksiniz.
Bir de, bu meal vesilesiyle Kur’an’ı Kerim’deki benzetmelerden bahsedeceğiz. Ve o benzetmelerdeki bazı eksiklikler dolayısıyla, nasıl yanlış anlamaların olduğunu da anlatmaya çalışacağız.
Ha kitap, tamam. O zaman Doğru Bildiğimiz Yanlışlar kitabını getirir misin? Doğru Bildiğimiz Yanlışlar. Yok bundan daha rahat bakarız.
Şimdi bu ayet-i kerime’de Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor. Estauzubillah
(2/Bakara 171.Ayet)
“Ve meselullezîne keferû”
“Kâfirlerin örneği”
“ke meselillezî yen’ıku bi mâ lâ yesmeû illâ duâen ve nidââ ”
“ke meselillezî yen’ıku”
“karganın ötmesine benzer”
Neaka, yen’ıku, Arapçada karganın ötmesi, ama aynı zamanda çobanın hayvanlarına seslenmesi anlamına da geliyor.
“Bi mâ lâ yesmeû illâ duâen ve nidââ”
“kulak asmadığı, çağırma ve bağırma dışında herhangi bir şekilde, kulak asmadığı bir söze karşı karganın ötmesine benzer kâfirlerin tavrı”
“summun bukmun umyun fe hum lâ ya’kılûn”
“Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler.” Akıllarını kullanmazlar.
Şimdi burada iki tane benzetme var. Birisi, teşbih-i temsili denen edebiyatta, o şekildeki benzetme. Diğeri de mecaz olarak ya da istiare-i temsiliyye şeklinde olan benzetmedir.
Şimdi elimizdeki mealde bu ayeti kerimeye nasıl anlam verildiğine bir bakalım, sonra işin ayrıntısına gireceğiz. Veya isterseniz önce doğrusunu anlamaya çalışalım da, sonra yanlışlar kolay.
İşte Allahu Teâlâ kâfirlerin durumunu kargaya benzetiyor. Kâfirlerin durumunu kargaya benzetiyor. Yani, siz ne söylerseniz söyleyin, hani halk arasında vardır ya, “hiç sözüme kulak astığı yok” “bir kulağından girip öbür kulağından çıkıyor” “kardeşim ben burada çene çatlatıyorum, sen hiç bakmıyorsun” şeklindeki sözlerimiz, yani karşı taraf bir cevap veriyor ama, sizin istediğiniz cevap değil ya da hiç sesini çıkarmıyor.
İşte burada Cenab-ı Hak onlardan bir grubunu anlatıyor. Diyor ki,
“Meselullezîne keferû”
“bu kâfirlerin örneği”
“ke meselillezî yen’ıku bi mâ lâ yesmeû illâ duâen ve nidââ”
“çağırma ve bağırma dışında herhangi bir şekilde kulak asmadığı söze karşı bir öten karga gibidir”
Yani siz kargaya konuşun, sözler anlatmaya çalışın, onun duyduğu bağırma ve çağırmadır. O hani zanneder ki, ya onu kovuyorsunuz, ya da bir şeye çağırıyorsunuz. Ama onun dışındaki içerikle ilgilenmez. İşte bu kâfirler de böyle, siz ne derseniz deyin, onlar sizin söylediğinizin sözün içeriği ile ilgilemiyor. Sadece ses olarak algılıyor, ondan sonra o sese karşılık verecekse öyle veriyor. Ne konuşuyorsun? falan. Niye böyle?
“summun bukmun umyun”
“Bunlar sağırdırlar”
Aslında sağır değiller, sağır gibi davranıyorlar. Burada Mecaz-ı Mürsel var, şey var istiare var.
“Sağır gibi davranıyorlar, kör gibi davranıyorlar ve dilsiz gibi davranıyorlar.” “Gerçekleri görmüyorlar, gerçeklere karşı kördürler, sağırdırlar, dilsizdirler.”
Aslında bunların ne kör, ne sağır, ne de dilsiz. Şimdi Kur’an’ı Kerim’de bu tür benzetmeler çok var. Ama maalesef bu benzetmeler doğru anlaşılamadığı için Kur’an mealini okuyan ya da tefsirleri okuyan Müslümanlarda çok ciddi sıkıntılar ortaya çıkıyor.
Şimdi mesela bunlardan Bakara suresinin en başında olan bir benzetmeye bakalım. 6.ayet. Allah-u Teâlâ burada şöyle buyuruyor,
(2/Bakara 6.Ayet)
“İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn”
“şu kafirler var ya, gerçekleri görmezlikten gelenler, onlar için fark etmez, ister uyar,
ister uyarma, inanmazlar”
Niye? Çünkü baştan kararlarını vermişler, sen ne dersen de, bu kulağından girer öbür kulağından çıkar. İşte karga gibi. Sadece ses olarak algılar, mana olarak değil, çünkü kendisini kapatmış ona. Şimdi ondan sonrası
(2/Bakara 7.Ayet)
“Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh, ve lehum azâbun azîm” Şimdi burada verilen manaya bakalım,
“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir”
Allah kalplerini ve kulaklarını mühürlediyse bunlar işitebilirler mi? O zaman bunlar, sorumlu da olmazlar değil mi? Çünkü, Allah-u Teâlâ hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmaz. Ondan sonra
“gözlerinde de perde vardır, gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir. Onlar için dünya ve ahirette büyük bir azap vardır”
Böyle bir meal verilmiş. Böyle bir insana azap edilir mi? Kalbini mühürlemişsin, kulaklarını mühürlemişsin, gözüne de perde çekmişsin. Yani ne görebiliyor, ne duyabiliyor, evet, ne de hani inanabiliyor, kalbi mühürlenmiş.
Şimdi buna istiare-i temsiliyye derler Arapçada. Yani bir örnek vererek, bir örnekle bunları anlatıyor. İstiarede bir benzetme yapılır ama, benzetmeden bahsedilmez. İstiare kelimesinin anlamı şudur, ödünç alma manasına geliyor. Mesela bir kelimeyi ya da bir örneği ödünç alarak, bir kişiyi yada bir şeyi tanımlamak için kullanırsınız. Kelimeyi ödünç alırsanız ona istiare denir. Ama bir örneği ödünç alırsanız, ona istiare-i temsiliyye denir, ama aradaki benzetmeyi kullanmazsınız.
Yani bir kişiye dersiniz ki, “arslandır, bu adam aslandır” dersiniz. O adam aslan değildir, bunu çok rahatlıkla bir Türk anlar. “Bu adam arslandır” yani arslan gibidir demiş oluyorsunuz değil mi? O gibi kelimesini kullanmasınız. Arslan kelimesini bu kişi için, borç almış kullanmış olduğunuz için, buna istiare denir.
Bir de bir örnek olay, bir şey için anlatılır. “Bu adam saman altından su yürütür” dersiniz. Şimdi, saman altından su yürütmenin ne kadar zor olduğunu… yani bu adam bu kadar usta ki, işini en zor şartlarda bile en başarılı bir şekilde yapabiliyor, diye bir mana verir. Yani hiç kimse orda gerçek manada samanın altından suyu yürüttüğünü düşünmez. Oradan anlaşılan anlamı öbür tarafa aktararak anlatılmak istenen şeyi düşünür ki, atasözlerinin büyük bir bölümü bu şekildedir.
Şimdi burada da, böyle bir istiare-i temsiliyye var, fakat ondan hiç bahsedilmiyor. Ondan bahsedilmeyince, sanki gerçek gibi ortaya çıkıyor. Yani şimdi, “ bu adam saman altından su yürütür” dediğiniz gerçekten saman altından su yürüttüğünü düşünecek olursanız konuyu anlayamazsınız değil mi? Onun için burada, bu tür şeylerde -Türkçenin yapısıyla Arapçanın yapısı arasında fark var- bu yapıları da dikkate alarak meal vermek lazım.
Mesela şimdi bu meali verirken bu benzetme edatını söylemek gerekiyor. Hani bir arap için o benzetme edatını söylemeye gerek yok. Yani, “Şu adam arslan gibidir” demekle, “şu adam arslandır” demek arasında büyük bir fark yok. “Şu adam arslandır” demek, tabi anlamı daha güçlü bir şekilde ifade eder. Bir Türk için bu problem değil. Ama işte o az önce ayeti kerimede okuduğum gibi, bir istiare-i temsiliyye olduğu zaman, yani örnek bir olayda, benzetmeyi söylemeksizin, o olayı bir başka şeye monte ettiğiniz zaman, Türkler bunu gerçek gibi algılıyor. Hatta tefsirlerde de, maalesef birçoğunda da, gerçek gibi algılanıyor, ondan sonra zannediyorsunuz ki Allah bu kişinin kalbini gerçekten mühürlemiş. Kulağına mühür basmış, gözüne perde çekmiş o zaman diyorsunuz ki, bu adamın suçu ne değil mi?
Şimdi burda şöyle bir meal verilmesi zorunludur, yani madem toplumun diline çeviriyorsunuz oo toplumda onun anlaşıldığı şekilde bir anlam verilmesi lazım. Şöyle demesi gerekir, “sanki Allah,” o sanki yi söyleyeceksiniz, o sanki zaten vardır da, anlaşıldığı için söylenmez. Yani şimdi, “şu adam aslandır” dediğiniz zaman onu, gerçek manada arslan şeklinde düşünürseniz, o zaman herkes sizin aklınızdan şüphe eder. Ama şimdi burada öyle olmuyor. Burada bizim alıştığımız bir benzetme şekli olmadığı için, sanki gerçekmiş gibi düşünüyoruz.
Dolayısıyla burada yapılacak meal, verilecek meal şudur: “sanki Allah, onların kalplerine mühür basmış, işitmelerine… işitme organlarını mühürlemiş, gözlerine de perde çekmiştir. Yani kalbi mühürlü, işitmesi mühürlü, gözü perdeli olan kişi gibi davranıyorlar. Halbuki öyle değiller.” Şimdi anlaşıldı mı konu? Ama bunu oraya koymadığınız zaman anlama sıkıntısı çekiyor musunuz? çekmiyor musunuz? Halbuki bu bir ifade tarzıdır, o insanların tavrını ve kararlılığını ifade etmek içi söylenmiştir.
Şimdi benzer bir şey Yasin suresinde var. Birçok yerde var da, bizim en çok karşılaştığımız ayetlerden örnekler vermiş olayım. 439.sayfayı açıyoruz. Mesela 8.ayet. Bakın meale.
(36/Yasin 8.Ayet)
“Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik”
Yani şöyle boyunlarında çenelerini şöyle yukarıya kaldıran, aşağıya indirmeyen halka. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır, bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır. Şimdi deniyor manevi halkalar var burada, adamlar kafalarını eğemiyorlar. O zaman sorumlu değiller ki bunlar. Ne yapsın adam? Önlerinden bir set ve arkalarından da bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler. Böyle bir adam sorumlu olur mu?
Şimdi burada da, olay aynı. Burda da bir istiare-i temsiliyye var. Bu yabancılar alegori mi diyorlar buna? Bir istiare-i temsiliyye, yani bir örnekle anlatma olayı var. Metafor. Efendim? Metafor. Alegori de deniyor, alegori de deniyor değil mi. Evet. Metafor da diyorlar, alegori de diyorlar. Öyle zannediyorum yani.
Şimdi buradaki mana şu. “Sanki” O sanki kelimesini katmak lazım, sanki kelimesi zaten var da, o dildeki anlatım sebebiyle o yazılmıyor. Yazılırsa arapça açısından anlamdaki kuvvet zayıflar.
Yani şu manada; “Ahmet arslan gibidir” ile “Ahmet aslandır” arasında bir anlam kuvveti farkı var. “Arslandır” dediğin zaman daha güçlü bir ifade kullanmış oluşturuyorsunuz, “aslan gibidir” dediğin zaman zayıflatmış oluyorsunuz. Şimdi Arapçada da bu gibiyi yazarsanız, verilmek istenen anlamdaki vurgu azalır. Ama şimdi Türkçe’de anlaşılmadığı için, mecburen o gibiyi yazacaksınız.
Yazmadınız mı, millet o Ahmet değil de, gerçek aslan zannediyor onu. O zaman da olmuyor, “aslan namaz kılar mı?” demeye başlıyorsunuz mesela.
Burada şöyle mana vermek gerekiyor: “Biz,” bak mesela bir önceki ayette de şöyle şey yapmışlar. “Onların çoğu cezayı hak etmiştir.” Hangi cezayı? O değil.
(36/Yasin 7.Ayet)
Lekad hakkal kavlu alâ ekserihim”
“onların çoğusu, çoğusuna göre bu sözün gerçek olduğu iyice anlaşılmıştır.” Yani
“bunlar Kur’an ı kerim i çok iyi anladılar bu Allah’ın kitabı diye kavradılar ama engelleri var. Sanki onların boyunlarına halkalar geçirmişiz, bu halkalar çenelerine kadar dayanmışlar, bu yüzden kafaları yukarıya dikik tir, tenezzül etmiyorlar, böyle bakıyorlar.”
Sanki kelimesini koymak lazım doğru anlaşılması için. Yine ondan sonraki,
“Sanki önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremiyorlar.” Ama böyle bir şey yok. Fakat kendilerini öylesine kasıyorlar ki, böyleymiş gibi davranıyorlar.
Şimdi siz kendiniz de bu tür davranışları yapan çok görürsünüz. Ben şahsen çok rastlıyorum bir ayet okuyorum: bakıyorum ki hiç dinlemiyor, biraz dinletmeye çalışıyorsunuz, ne duyuyor, ne görüyor, ne de konuşuyor. Sağır dilsiz ve kör. Az daha zorladığınız mı, sesini çıkarmadan kalkıp gidiyor.
Şimdi bu tür insanları anlatırken Cenab-ı Hak, bir de karga örneğini vermiş. Çünkü bir başka yerde bunları Allah-u Teala, en’am’a benzetiyor. . Ayeti açalım 173. Sayfa. Burada diyor ki Allah-u Teala,
(7/Araf 179.Ayet)
“Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi “
Şimdi buraya da çok yanlış anlam verilmiş gerçekten, yani ben şimdi meal verecektim, bir bakayım mealde nasıl yazılıyor diye baktım. Şuraya bir bakar mısınız? “And olsun ki, biz cinler ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yaratmışızdır.” Sanki adeta, bir kaderciliğin bir örgüsü örülmüş gibi. Cehennem için yarattıysan ya Rabbi artık bu artık bu adamların başka şekilde yapmaları mümkün değil. Daha niye bu insanlara peygamber gönderiyorsun, inanmalarını istiyorsun, işte şunu yapmadın, bunu yapmadın diye onları sorumlu tutuyorsun, ahirette bunları niye hesaba çekiyorsun? Değil mi?
“Ve le gad zeraé’nâ licehenneme kesîran minel cinni vel ins”
Ha, önce şurayı bir okuyayım, şu verilen meali, “andolsun” hem de yeminle. “Biz cinler ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır onlarla kavramazlar, gözleri onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler, işte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar, işte asıl gafiller onlardır.”
Hiç işinizde şaşkın hayvan gören var mı? Gördünüz mü hiç şaşkın hayvan? Var mı? Şaşkın yani, hayvan şaşırmış öyle mi? Bu şaşırma kelimesi kimin için kullanılır? Hayvanlar için kullanılır mı? Ha şaşkın ördek. Ama burdaki en’am. En’am’dan bahsediyor. En’am; koyun, keçi, sığır, deve için kullanılan bir kelimedir Kur’an’ı Kerim’de. O şaşkın ördek de, bir istiaredir. Olabilir, yani yuvasından çıkmış, bulamamış şeyini…. sağa kaçıyor sola kaçıyor, öyle hayvanlar olabilir.
Şimdi “zeraé” kelimesi burada “halaka” manasında kullanılıyor, aslında “zeraé” yetiştirmek demektir. Mesela Zeraé kelimesi saçı ağarmış insanlar için de kullanılır, saçı ağarıncaya kadar büyütmek demek. Buradaki esas anlamı şudur ki, bu kelimeyle ilgili şeyler, detaylı açıklamalar, bizim Doğru Bildiğimiz Yanlışlar’da var. Onun üzerinde durmaya gerek yok, çünkü burası bu tür şeylerin anlatıldığı yer değil. Ama o kelimeyle alakalı, çok… en sonda, evet ek bölümünde, 116. Sayfada var zeraé kelimesiyle ilgili olarak. Ben sonuçlarını söyleyeyim, yani ilgi duyanlar oradan okuyabilirler.
“Gerçekten insanları, insanları sanki cehennem için yetiştirmiş olduk.”
Yani, onların bütün ihtiyaçlarını karşılıyoruz, yiyorlar, içiyorlar, ama hedefleri cehennem. Sanki biz bunları cehennem için yetiştirdik. Niye?
“Çünkü, kalpleri var onunla anlamıyorlar, gözleri var görmüyorlar, kulakları var işitmiyorlar. Yani ihtiyaçları olan her şey var, ama hiçbirisini kullanmıyorlar. Sanki biz bunları cehennem için yetiştiriyoruz”
Mesela bazı babalar, anneler evlatlarını beğenmedikleri zaman, derler ki“valla ben cehenneme odun yetiştiriyorum” derler değil mi? Onun gibi bir benzetme bu. “Sanki biz bunları cehennem için yetiştirmiş olduk.” Mana değişti mi? Tam yerine oturdu değil mi? Bunlar en’am gibidirler, yani koyun, keçi, sığır ve deve gibidir. En’am insanlar için faydalı. “Bel hum edall” “onlar daha düşük seviyededirler aslında, yani enam gibi de değildirler. Daha da düşük seviyededirler.”
“Ulâike humul ğâfilûn”
“bunlar gafildir, bunlar olup bitenden habersiz, onlar kendileri için apayrı bir dünya kurmuşlar oraya dalmış gidiyorlar.” Olup bitenden habersiz.
Şimdi en’am’dan daha düşük seviye, hangi hayvan olabilir? Kargalar daha düşük seviyede değil mi? Çünkü en’am dediğimiz koyun, keçi, sığır, deve hayvandır ama, son derece faydalı değil mi? Son derece faydalıdır. Yani sütünden yararlanırsınız, etinden yararlanırsınız, derisinden yararlanırsınız, yününden yararlanırsınız, gübresinden yararlanırsınız, her şeyinden yararlanırsınız. Ama kargalar da zarar verirler. Çok da zeki hayvanlardır. Kolayca da evcilleşirler, ama zarar verirler, yuvaları bozarlar, civcivleri öldürürler, tarlalara çok zarar verirler.
Evet. İşte burada bugün okuduğumuz ayette Allah-u Teala, olayın o tarafını anlatıyor.
(2/Bakara 171.Ayet) diyor ki,
“ Ve meselullezîne keferû”
“o kâfirlerin örneği”
“ kemeselillezî yen’ıg” Na’g, karganın ötüş sesinden türetilmiş bir kelime. O karga gibidir yani, öten… işte karga gibi öten hayvan karga gibidir, işte karga. Karga gibi,
“yen’ıgu,”
“ötüyor,”
“bimâ lâ yesmeu illâ duâen ve nidââ”
“ yesmeu”
“dinlemek”
“kulak vermek” demek. Şimdi buna “kulak asmıyor” dersek, Türkçe bakından daha uygun olur.
“Kendisine yapılan çağrı, çağırma ve bağırma dışında kulak asmadığı bir söze cevap veren kargaya benzer.”
Yani karganın yanında nutuk da atsan, senin söylediğin söz, onun için bir çağırmadan ibarettir. Ona karşı öter. İşte ona karşı öten bir karga gibidir. Sen ne söylersen söyle, senin senini, söylediğini bir karganın anlaması gibi algılar. İçeriğiyle hiç ilgilenmez, kulağının bir tarafından girer, öbür tarafından çıkar. Ne anlatırsan anlat hiç önemli değildir onun için, çünkü o kendisi için bir dünya kurmuştur, onu dışa kapatmış ve onun içerisinde o küçük dünyada kendisini hapsetmiştir. Ondan dolayı,
“ summum bukmun umyun”
“ bunlar sanki, sanki sağırdır, sanki dilsizdir, sanki kördürler”
“fehum lâ yağgılûn”
“Akıllarını kullanmıyorlar. Akılları var ama kullanmıyorlar”
Kullanmadıkları zaman böyle oluyor.
Şimdi anlaşılmayan bir şey oldu mu? Peki bu ayete bakın, önümüzdeki mealde nasıl mana verilmiş ona bir bakayım.
Bir de Yahya sana vereyim de, sen de o diğer mealleri bir oku. Sıra geldiği zaman. Orda bir onun bir tarihi şeyi anlatılıyor, oraları sen bir oku, ben da arada sırada müdahale ederim.
Burada şöyle diyor, “ Hidayet çağrısına kulak vermeyen kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir, bu sebeple düşünmezler.” Karga yok. Karga kayboldu.
Benim bildiğim kadarıyla karga anlamını ilk defa biz verdik. Yani elimizdeki kitaplarda bu anlamı veren başka bir şeyde yok. Ama sözlüklerde var bu anlam, fakat tefsirlere ve meallere geçmemiş.
Şimdi diyor ki “hidayet çağrısına kulak vermeyen” şimdi parantez içerisinde o, parantezi kaldırarak okuyayım. “Kâfirlerin durumu sadece çobanın çağırıp bağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer.”
Şimdi buradan işi değiştirmişler. Bakın na’aga, yen’ıgu kelimesi, çobanın hayvana seslenmesi anlamına da geliyor. Bir karga ötmesi, bir de çobanın seslenmesi anlamına da geliyor. Şimdi kâfirlerin durumu, yani burada anlam kaydırması yapmışlar burada. Tam çoban diyorsanız, şu manayı vermek zorundasınız. “Kâfirlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka hiçbir şey işitmeyen hayvanlara seslenen, çobana benzer” diyeceksiniz. Çünkü yen’ıgu fiilinin faili o. Kâfirleri çobana benzeteceksiniz. O çoban da kim? İnsanları doğruya çağıran kişi. O zaman çok yanlış bir şey olmuş olacak. İnsanları hidayete çağıran kişiyi, kâfirleri ona benzetmiş olacaksınız. Olmadı diye, bu defa kelimenin anlamı tamamen altüst edilerek, -nasıl olsa bu meali okuyanlar arapçasından anlamazlar- gerçi arapça tefsirlerde de durum aynı, değişen bir şey yok biraz sonra Yahya okur orada olanları. “Şimdi onlar sağırdırlar, çünkü onlar sağırdırlar, dilsizdirler ve kördürler” Sağırsa, dilsizse, körse, bu sebeple akıllarını çalıştırmazlar, derseniz bir şey olmadı yani hiçbir şey anlaşılmadı.
Evet, o diğer meallerde yazılanlar da… önce Türkçe, Elmalılı mealindekini oku ve altına yaptığımız tenkidi şey yap.
Yahya Şenol: Evet. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın meali. “O kâfirlerin meseli, sade bir çağırma veya bir bağırmadan başkasını duymaz bir kulakla haykıranın haline benzer”
Abdulaziz Bayındır: Bakın, “bağırma veya çağırmadan başkasını duymaz bir kulakla haykıran.” Kulakla hiç haykıran birisini gördünüz mü?
Yahya Şenol: “Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler.”
Ömer Nasuhi Bilmen’in meali. “Ve kâfirlerin meseli, o hayvanlarının meseli gibidir ki, çağırmadan bağırmadan başka bir şey işitmeksizin, haykırır durur. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, artık onlar düşünemezler.”
Abdulaziz Bayındır: Evet şimdi kâfirlerin meseli ne, dedi?
Yahya Şenol: “O hayvanların meseli gibidir ki, çağırmadan bağırmadan bir şey işitmeksizin haykırır durur.”
Abdulaziz Bayındır: Halbuki, burada öyle bir ifade kullanılmıyor. “Kendisine yapılan çağrıya şöyle cevap veren.” Burada da anlam maalesef bozulmuş. Onun altına yazdığımız bir iki şey var orayı da oku
Yahya Şenol: Bu mealde, na’g fiiline hayvanların haykırıp durması anlamı verilmiştir, kelimenin böyle bir anlamı yoktur.
Abdulaziz Bayındır: Kelimenin öyle bir anlamı yok.
Yahya Şenol: Ama hakiki manayı verme imkanı bulamadığı için mecaza gittiğini kabul etsek bile, ayette aşağıdaki değişikliği yapmadan mecaza da gidemez, demişsiniz.
“Ve meselullezîne keferû kemeselil behai milleti ten’ıgu ve hiye lâ tesmeu illâ duâen ve nidââ”
Abdulaziz Bayındır: Yani evet, devam et.
Yahya Şenol: Burada müzekkar müennese, müfret cemiye dönüştürülmüş ve mefulün Bih’e, hal manası verilmiştir. Bu meal diğerlerine göre doğruya daha yakın olsa da, doğru değildir.
Abdulaziz Bayındır: Yani enteresan bir şey, gerçekten son derece üzücü bir şey. Şimdi ben bu ulemanın yanlışlarını görünce son derece rahatsız oluyorum. Niye rahatsız oluyorum? İşte bugün Mehmet Hoca’ya defalarca söyledim. Çok… beni bu işler çok rahatsız ediyor diye, insan gerçekten üzülüyor. Ya bu kadar uzun asırlar geçmiş, niye bunu bir kere bir, tenkit süzgecinden geçirmemişsiniz? Birisi bir yanlış yaptı mı, arkasından gelenler illa da o yanlışı yapmak zorunda.
Şimdi bugün Mehmet hoca, bir arkadaşın yazdığı kitaptan bir cümle okudu, bir öğretmenin. Şöyle yazmış, “öğrencinin kopya çektiğini şöyle anlarız, eğer ikisi de aynı yanlışı yazmışlarsa, mutlaka kopyadır.” Çünkü yanlışta ittifak olmaz, doğrularda olur. İkisi de aynı doğruyu yazsa, kopya olmaz, çünkü ikisi de okumuş olabilir. Ama ikisi de aynı yanlışı yapmışlarsa, mutlaka biri diğerinden kopya çekmiştir. Şimdi bunlara bakıyorsunuz ki hepsi kopya. Hepsi kopya.
Peki şimdi bana hep soruyorlar Siz nasıl oluyor da, bu farkları yakalıyorsunuz? Kardeşim, ben bir kere kopya çekmek zorunda değilim. Ondan sonra, Allah-u Teala bize ilk insan olarak Adem As’ı örnek verdi mi? Bütün şartlar onun lehine olmasına rağmen, öğretmeni Allah-u Teala, kaldığı yer her türlü ihtiyacının karşılayabileceği bir yer olmasına rağmen, şeytanın tuzağına düştüyse, o zaman herkes düşer kardeşim. Böyleyse ben her şeyi kontrol…. şeyden tenkit süzgecinden geçiririm. Hiç Allahtan başka hiç kimseye teslim olmam. Rasul SAV’e de Cenab-ı Hak tarafından ciddi bir kontrol uygulandığı için, ve bize…. Allah bize örnek saydığı için ona da teslim olurum. Allah emrettiği için, başka bir şeyden dolayı değil. O zaman onun dışında herkesin yaptıkları tenkit süzgecinden geçirir, Peygamber SAV’den bize gelen rivayetleri, bizzat peygamberimizden geldiği kanaati olsa en küçük tereddüt etmeden uyarım. Ama arada bazı ilave ve çıkarmalar olduğunu bildiğim için, orda da birisinin tuzağına düşmemek için Kur’an’ı Kerim’i esas alır, çok ciddi, çok uzun vadeli bir çalışmayla, oradaki uyumu bulurum. Buluncaya kadar da Hadisi Şerifi bir kenara atmam. Ama onun dışındaki her türlü insan sözünü, ciddi tenkitten geçiririm. Biz bunu hamdolsun yaptığımız için Cenab-ı Hak’da gösteriyor doğruları çok şükürler olsun. Devam et sen şimdi.
Yahya Şenol: Suat yıldırım meali, “ İnkarcıları hakka çağıranın durumu, tıpkı bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen hayvanlara haykıran kimsenin durumu gibidir. Sağır dilsiz ve kördür onlar, bundan ötürü akledip anlayamazlar.”
Abdulaziz Bayındır: Şimdi sağır, dilsiz ve kör olanlar kim? İnkarcıları hakka çağıran bak görüyor musun? Bir daha okur musun?
Yahya Şenol: “İnkarcıları hakka çağıranın durumu, tıpkı bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen hayvanlara haykıran kimsenin durumu gibidir. Sağır dilsiz ve kördür onlar. Bundan ötürü akledip anlayamazlar.”
Abdulaziz Bayındır: Hakka çağıranlar sağır, dilsiz ve kör oluyor. Evet. Devam et.
Yahya Şenol: Sonra tefsirlerden örnekler var. Taberî tefsiri, “Kâfirler Allah’ın kitabından kendilerine okunanı tam anlamadıkları, Allahın tek ilah olduğunu kabule yanaşmadıkları ve öğüt dinlemedikleri için hayvanlar gibidirler. Seslenildiğinde onlar da sesi duyarlar, ama sözleneni akıl edemezler.” Böyle anlamışlar, İbni Abbas, İkrime mücahit.
Abdulaziz Bayındır: Tabi bu arapça bakımından kabul edilebilecek bir şey değil yani. Her şeyi… sistemi tamamen bozmuşlar. Evet.
Keşşaf tefsiri. Keşşaf, Zemahşeri diyor ki, ayetin başından kaldırılmış kelimeyi ekleme zorunluluğu vardır. ayete şöyle anlam verilir. Kâfirleri imana çağıran, tıpkı hayvanlara seslenen kişi gibidir. Kâfirleri imana çağıran tıpkı hayvana seslenen kişi gibidir.
O da Suat Yıldırımın yaptığı. İşte oradan almış, o da aynı şey, arkasında bu imana çağıranlar sağır, dilsiz, kör oluyorlar. Tabi orda bizim çok özet bir şekilde okudu, mecburen öyle, vakit biraz daraldı. Şimdi sonuca gelelim.
Bu ulemanın her zaman tekrarladığımız çok temel bir yanlışı var. O temel yanlıştan dolayı doğruları bulamıyorlar maalesef. Yani birçok konuda böyle olduklarını biz burada hep tekrarlayıp duruyoruz. Temel yanlış da Kur’an’ı Kerim’i kendilerinin açıklamaya kalkmalarıdır. Kur’an’ı Allah-u Teala açıklıyor.
Bakın ben mesela, en baştan şu bir ayeti anlayabilmek için kaç tane ayet okudum değil mi size? Ben de öyle değil de, işte arapça bilgimle falan filan anlamaya çalışsaydım, -onların arapçayı benden daha iyi bildiği kesin yani- ben bir Türk olarak 24 saat Türkçeyle, arada sırada da Arapçayla uğraşıyorum. Onlar Arap toplumunda doğmuşlar, büyümüşler, bütün ömürleri Arapçayla geçmiş. Ama bir metodoloji yani bir metod meseleyi nasıl değiştiriyor. Allah-u Teala diyor ki,; estauzubillah.
(11/ Hud 1.Ayet)
“Kitâbun uhkimet âyâtuhû summe fussılet mil ledun hakîmin habîr”
“Bu bir kitaptır ki, ayetleri muhkem kılınmış, hüküm ifade eden ayetler kılınmış, sonra da hakim ve habir tarafından, Allah tarafından açıklanmıştır.”
Gerçi bu ayetin de tefsirinin…. neyse artık…. bu tefsiri de, bu ayeti de tamamen anlaşılmaz hale getirmişlerdir. Çünkü bu ayeti doğru anlayacak olsalar, onların tefsirlerinin tamamını çöpe atmak gerekir. Çünkü açıklamayı Allah yapar, ama onların kendileri yapmış. Ondan sonra Allah-u Teala diyor ki,
“Kitâbun uhkimet âyâtuhû”
“ O bir kitaptır ki, ayetleri muhkem kılınmış”
“summe fussılet”
“sonra ayrıntılı olarak açıklanmıştır”
“ mil ledun hakîmin habîr”
“hakim ve habir tarafından yani Allah tarafından açıklanmıştır”
Niye Allah tarafından açıklanmıştır?
(11/ Hud 2.Ayet)
“Ellâ tağbudû illallâh”
“Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye”
Çünkü bir başkası açıklama yaptığı zaman, siz onun açıklamasını Allah’ın sözü zannedersiniz. Ona kulluk etmiş olursunuz, ama Allah’a kulluk ettiğini zannederek.
“İnnenî lekum minhu nezîrun ve beşîr.”
“Ben de sizin için Allah’tan yana uyarıcı ve müjdeciyim.”
Şimdi Allah-u Teala burada böyle yapmış ve bunun metodolojisini tüm ayrıntısı ile Kur’an’ı Kerim’e koymuş ki, – maalesef o metodoloji bizim selefimizden miras aldığımız kitapların hiçbirisinde yok- o metodolojiyi biz uyguladığımız için her derste bu farkı siz görüyorsunuz.
İşte bu ayette de görüyorsunuz, hakikaten bu ayeti kerimeye doğru anlam vermiş bir tek kişiyi ben şu ana kadar göremedim. Eski tefsirlerde… işte burada en önemli tefsirlerden örnekler aldık. O tefsirlerde olmayınca Türkçe meallere de yansımıyor maalesef. Çünkü hiç kimse bir, o metodolojinin içine girmiyor, hiç kimse de, acaba eskiden yanlış yapmış olamaz mı? Sorusunu kendisine sormuyor.
Evet şimdi bu dersimize ara veriyoruz, yatsı namazımızı kılacağız. Ondan sonra ikinci dersimize başlayacağız.