Bismillahirrahmanirrahim.
“Vel muhsanâtu minen nisâi illâ mâ meleket eymânukum, kitâballâhi aleykum, ve uhille lekum mâ varâe zâlikum en tebtegû bi emvâlikum muhsinîne gayra musâfihîn. Fe mâstemta’tum bihî minhunne fe âtûhunne ucûrehunne farîdah. Ve lâ cunâha aleykum fîmâ terâdaytum bihî min ba’dil farîdah. İnnallâhe kâne alîmen hakîmâ.”
Bu okuduğum ayet Nisâ Suresi’nin 24. ayetidir. 83. sayfada. Bazı Şii guruplar, daha doğrusu Caferiler… Şiilerden de sadece Caferiler bu ayetin mut’a nikâhını helâl kıldığını söylüyorlar. Bu akşam inşallah mut’a nikâhından bahsedeceğiz. Mut’a nikâhı, aslında adına nikâh denmeyen bir ilişki biçimidir. Bir kadınla bir erkeğin, yani aralarında evlenme engeli olmayan bir kadınla bir erkeğin; şahitsiz, velisiz, tamamen denetimsiz olarak anlaşıp belli bir süre erkeğin ödeyeceği bir bedele karşılık beraber olmaları anlamına geliyor. Bu süre çok kısa da olabilir. Birkaç hafta da olabilir.
Buna nikâh denmemesinin sebebi, burada bir karı kocalık hukuku doğmuyor. Miras yok, nafaka yok, tabi veli ve şahit şartı yok. Şahidin bulunması gerekmiyor. Talâk diye bir olay yok. Yani boşama olayı yok. Süre bittiği zaman zaten ayrılıyorlar. Çocuk olursa, erkek çocuğu reddedebiliyor da. Yani orada bir takım hukuki sıkıntılar da oluyor.
Dolayısıyla bu aslında nikâh değil, bu zina. Ama nikâh diye adlandırılıyor. İşin garibi hadis kitaplarında bununla ilgili hadislerin olmasıdır. Mesela Sahih-i Müslim’i şerh eden İmam Nebevi, Peygamber efendimiz bu nikâha iki kere müsaade etti. İki kere yasakladı diyor. Kaynaklarda Hz. Ebu Bekir zamanında, Ömer zamanında böyle bir nikâhın olduğu; Ömer’in yasakladığı da ifade ediliyor. Yani hadis kitaplarına baktığınız zaman işin içinden çıkmanız mümkün değil.
Biliyorsunuz bizim ulema, yani eski ulemayı kastediyorum. Son zamanlarda durum değişti tabi. Ve hızla da değişiyor Allaha şükür. Bu tür olaylara Kur’an-ı Kerim açısından bakmaz. Hadisler açısından bakar. Hadisler açısından baktığınız zaman da işin içinden çıkmak hemen hemen imkânsız. Şunu hep göz ardı ediyoruz. İslâm âlemi üzerinden Abbasi iktidarı geçmiştir. Bize hep Emeviler kötülenir, çünkü Emeviler Batı’nın istemediği insanlardır. Ama Abbasi iktidarı bir İran projesidir. Yani onları İranlılar iktidara getirmişlerdir. Tefsir, hadis, fıkıh, kelâm bütün İslâmi ilimler de o devirde oluşmaya başlamıştır. Dolayısıyla burada çok ciddi bir sis perdesi var. İnşallah Cenab-ı Hak o perdeyi kaldırmayı nasip eder. Aslında o perde çok rahat bir şekilde her zaman kalkıyor.
Başlangıçta şunu söyleyeyim, böyle bir nikâhın Arap toplumunda olması mümkün değil. Müslümanlığın her hangi bir döneminde böyle bir nikâhı yapmış olma ihtimalleri yok. Dolayısıyla, Peygamber efendimiz savaşta müsaade etmiş, sonra yasaklamış; işte, Hayber fethi sırasında müsaade etmiş, yasaklamış. Bunları kabul etmek mümkün değil. Biraz sonra bunu ben baştan şöyle söyleyeyim, ondan sonra detaylara birlikte ineriz inşallah.
Şimdi, Tirmizide İbni Abbastan rivayet edilen bir hadis var. İbni Abbas orada diyor ki: “Ne zaman ki Mu’minûn suresi indi, mut’a nikâhı yasaklandı.” Ama ondan önce, Buharide Ayşe validemizden gelen bir rivayet var. Ayşe validemiz eski Arap toplumunda nikâh çeşitlerini sayıyor. Onun içerisinde mut’a nikâhı yok. İbni Abbas da diyor ki işte, Mu’minûn suresi indikten sonra böyle bir nikâh söz konusu olmamıştır. Şimdi, Mu’minûn suresi Mekke’de inmiştir. Açın 23. sureyi orada görelim. Gerçekten bu söz doğrudur. Bu söz doğrudur, onu hep birlikte göreceğiz doğruluğunu.
Kaç? 343. sayfa. Burada Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Kad eflehal mu’minun” “Müminler iflah oldu, umduklarına kavuştular.” “Ellezîne hum fî salâtihim hâşiûn” “Onlar namazlarında huşu içerisinde olanlardır.” Yani sağlarıyla sollarıyla oynamaz, şöyle düzgün bir namaz kılarlar. Huzur içerisinde namaz kılarlar. “Vellezîne hum anil lagvi mu’ridûn” “Bunlar lagivden kaçınan insanlardır.” Yani boş sözlerle uğraşmazlar. Öyle lüzumsuz konuşmalar yapmazlar. “Vellezîne hum liz zekâti fâilûn” “Zekâtı veren insanlardır.”
“Vellezîne hum li furûcihim hâfizûn” “Bunlar feclerini koruyan insanlardır.” Bu ön ve arka, erkekler için de kadınlar için de kullanılır. Ön ve arkayı korurlar. “İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymân” “Bunu sadece eşlerine karşı değil…” Yani namuslarını korurlar, sadece eşlerine karşı değil. Şimdi, Türkçede afedersiniz apış aralarını korurlar diye bazıları tercüme eder. Doğrudur. Yanlış değil. Bunu sadece eşlerine karşı… “ev mâ meleket eymânuhum” “…Ya da elleri altında bulunan köle veya cariyelere karşı.” Eşleri veya… İkisi birden olmaz. Veya diyor. Dolayısıyla, bir kimsenin eşi varsa öyle cariyeyle… Cariye dediğimiz esir kadındır. Esir kadınla cinsel ilişkiye falan giremez. Çünkü ‘veya’ diyor, ‘ve’ demiyor. Bunla ilgili çok sayıda ayet var.
İnşallah, Allah nasip ederse, 23 Aralık olacak galiba… Abdurrahman hoca! 23 Aralık değil mi? Şey… Şeyin üçüncü haftası… Aralık ayının. 23 Aralıkta inşallah, öyle hatırlıyorum tarihini. Ali Rıza Demircan bu konuda yaptığı çalışmayı… İşte, kitabı var bu konuda, basılıyor. Vakıfta birlikte yaptık o çalışmayı. Ama asıl yürüten o oldu projeyi. O cariyelerle ilgili çalışma bitti, kitap da matbaada. İnşallah o gün buraya da gelecek; kendisi de bu konuyu, cariyelik konusunu, Cariye ve Cinsellik konusunu ilk defa anlatacak inşallah size.
Şimdi, peşin olarak şunu söyleyeyim. Bir kere, cariyeler esir olan hanımlardır. Köleler de öyle, onlar da esir olan erkeklerdir. Bunlarla ilgili olarak detaylarını Ali Rıza hoca’dan dinleyeceğiniz için sadece özet veriyorum. Bu konuda lütfen soru falan da sormayın. Zaten o kadar çok soru birikti ki… Sadece konuya bir şey yapmış olalım yeri gelmişken.
Bunlar esir olanlardır. Esirlerle ilgili olarak Muhammed suresinin 4. ayetinde Allah-u Teâlâ iki tane seçenek veriyor. Ya karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakma. İki tane şart var. Aldığınız esirleri ya hiç fidye almadan serbest bırakırsınız, ya da fidye alarak serbest bırakırsınız. Şimdi, fidye almaya karar verdiyseniz ve bunların da fidyesini ödeyecek kimse yoksa o zaman bunlar evlere dağıtılırlar. Esir kampı olmaz. Yani askere dağıtılırlar; fidyesini sen al, bunun bakımını da sen üstlen. Onun bakımıyla ilgili olarak da Peygamber (S.A.V), yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, ağır işler yüklemeyin, eğer ağır iş yapacaksanız birlikte yapın, bunlara kölem cariyem de demeyin. Onlar da sizin gibi insanlardır, Allah’ın kullarıdır diyor. Sizin kardeşlerinizdir diyor.
Ne oluyor? Ailenin bir ferdi olarak, ferdi gibi, ki bununla ilgili olarak Kur’an-ı Kerimde birçok düzenlemeler var, şey yapılır. Şimdi, bunlardan her hangi birisiyle bir Müslüman evlenmek isterse normal bir evlilik… Onların onayları olmadan zorla evlenme de olmaz. Onlar onay verirse, mehir de verilmek suretiyle evlenilir. Evlenen kişi eğer onun sahibiyse, evlenme akdiyle birlikte onun mehri hürriyetine kavuşması olur. Bunların hepsinin ayetlerde, hadislerde uygulaması var. İnşallah onları şey yapacak.
Şimdi, tekrar buraya dönüyorum ayeti kerimeye. Cenab-ı Hak diyor ki: “Vellezîne hum li furûcihim hâfizûn” “Onlar namuslarını koruyan insanlardır.” “İllâ alâ ezvâcihim” “eşleri hariç.” “ev mâ meleket eymânuhum” Ya da… Onlardan yararlanmanın da yolu sadece nikâhtır. Nikâh dışı yararlanma olmaz. İster sahibi olsun, ister başkası olsun. Onlar ayetlerde zaten var. Biraz sonra ayetlerden bir tanesini daha okuyacağız inşallah.
“fe innehum gayru melûmîn” “Onlar bundan dolayı ayıplanmazlar.” Şimdi, Mekke’de inmiş olan bu sure nikâhsız ilişkiye müsaade etmiyor. Kesin… Ya normal hanımlarla evli olursunuz, ya da köle cariyelerinizle ya da işte, bir hanım kendi kölesiyle de evlenebilir. O da mümkün. Ama mutlaka nikâhlı olacak. Şimdi, buna müsaade etmediğine göre Mekke’de inen bu ayet; artık ondan sonra Peygamber (S.A.V), işte, savaşlarda bize mut’a yapmaya müsaade etmişti, bilmem işte falanca zaman şu olmuştu bu olmuştu sözlerinin bir anlamı kalır mı? Hiçbir anlamı kalmaz.
Şimdi, bana öyle… Hatta şeyde, Buharide çok garip bir hadis var. Buharide ve Müslimde geçiyor. Bakayım onu bulabilirsem… Neyse burada yok. Şeyde, o sende vardır herhalde, o hadisi şerif. Buhari ve Müslimde geçen hadis mealen şöyle. Şimdi metnen şey yapılmaz, şey yapılmayabilir de… Diyor ki: “Peygamber (S.A.V) mut’aya müsaade etmişti…”
Buldun mu? Yok, o değil. O değil. Şeyi okuyor.
(Abdülaziz Bayındır hoca burada konu ile ilgili bir ayeti hatırlamaya çalışıyor.)
“tayyibâti mâ ehallallâhu lekum” Maide suesinde değil mi? “lâ tuharrimû tayyibâti mâ ehallallâhu lekum”
(Enes hoca Maide 87. ayet olduğunu söylüyor.)
Maide 87. ayet evet. Şimdi, Buhari ve Müslimde geçen böyle bir şey var. Diyor ki, Peygamber (S.A.V) mut’aya müsaade etmiş ve bu ayeti okumuş. “Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tuharrimû tayyibâti mâ ehallallâhu lekum ve lâ ta’tedû” O hadisi bulabilir misin sen şeyde? Benim burada var ama… Hâlbuki burada hepsini hazırlamıştım. Ama şimdi… Neyse, arada buluruz. Tamam, şimdi… Bir dakika şurada var. Şurada var dur. Şuraya bir baksana Yahya! Ben bunu şey yapayım…
Yani, “Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tuharrimû tayyibâti mâ ehallallâhu lekum ve lâ ta’tedû” “Allah’ın size helâl kıldığı temiz şeyleri haram kılmayın.” Bu ayetteki o temiz şeyler kadınlarmış! Allah kadınları bir yiyecek gibi, bir eşya gibi ne zaman helâl kılmış ki? Böyle bir saçmalık olur mu? Peki, “Yâ eyyuhâllezîne âmenû”nun kapsamına kadınlar girmiyor mu? “Ey Müminler!” derken kadınlar nasıl ayrılıyor.
“Allah’ın size helâl kıldığı temiz şeyleri haram kılmayın.” Yani şimdi, kadınlar Allah’ın helâl kıldığı temiz şeylerse, bunun için sınır getirmenin anlamı ne? Ve maalesef bu Buhari ve Müslimde geçiyor. İşte ben bütün bunları gördüğüm zaman… Bir de mesela diyor ki, Peygamber (S.A.V) Evtas senesinde üç günlüğüne müsaade etti diyor mut’aya. Evtas dediği Huneyn savaşıdır. Muhammed Hamidullah diyor ki, ben diyor eşeğin sırtında yüz yirmi kilometre yol yürüdüm Evtas dağına rastlayamadım diyor. O Huneyn’de diyor; bitki bitmeyen, suyun olmadığı bir yerdir. Huneyn savaşına Müslümanlar sabahleyin gitti, akşama bitti iş. Efendim diyor, savaş sırasında Peygamber efendimiz müsaade edermiş.
Siz savaştığınız bir toplumun hanımlarının yanında gece yatacaksınız öyle mi? Bunlar şişme şey mi, top mu af edersiniz, şey mi yani ne, insan değil mi bunlar? Yani kendi yakınlarını öldüren insanların yanında mışıl mışıl uyumasına müsaade edecek öyle mi? Sonra, hangi savaşta böyle bir fırsat olmuş ki?
Ha, yine diyor ki Buharide, e “Biz bir savaş sırasında Peygamber (S.A.V)e dedik ki: Ya Resulallah!..” Çok af edersiniz “… Kendimizi hadım mı ettirelim?” Yani husyelerimizi mi çıkarttıralım? “Yok yok öyle yapmayın dedi ve bizim mut’a yapmamıza müsaade etti.” Ya kardeşim! Bunun hiçbir şekilde iler tutar tarafı yok.
(Yahya Şenol söz konusu hadisi bilgisayardan gösteriyor.)
Buldun mu? En baştaymış ya. Sağol. İşte, görmedin mi görmüyorsun.
(Enes hoca konuyla ilgili bir ayet okuyor.)
Tabi yani, Huneyn savaşında olmasına ihtimal yok. Ya zaten Huneyn’de Havazin bütün çoluğunu çocuğunu almış, cepheye gelmiş. Orası bir yerleşim bölgesi değil. O Evtas gün(?) Böyle bir şey olmasına hiç trilyonda bir ihtimal yok. Ondan sonra işte öbürü… Bak, şeyde ifadeyi okuyayım ben. Diyor ki… İbni Mesuddan geliyor bu da. Hep de büyük sahabilerin adları kullanılıyor böyle şeyler için. Muttefekun Aleyh olan bir hadistir. Buhari ve Müslimde geçen bir hadis.
Şimdi, bakın! “Peygamber (S.A.V) ile savaşa çıkardık. Yanımızda hanımlar olmazdı. Dedik ki: ‘Ya Resulallah! (afedersiniz) yumurtalarımızı çıkarttıralım mı?’…” Evet dese ne yapacaklar? Sanki orada ameliyathaneler var tövbe estağfurullah. Böyle bir soru sorulur mu? Allah-u Teâlâ fıtratı değiştirmeyi yasaklıyor. Bu sadece hayvanlarda yapılan bir işlemdir.
(Burada Abdülaziz Bayındır hadisi Arapça okurken Enes hoca düzeltmelerde bulunuyor.)
“Bundan sonra bize müsaade etti”… “Kadın bir kumaş karşılığında belli bir süreye kadar nikâhlanıyor” diyor.
Abdullah İbni Mesud okumuş sonra bu ayeti kerimeyi. “Allah’ın size helâl kıldığı temiz şeyleri haram kılmayın” ayetini okumuş. Allah-u Teâlâ sanki helâl kılmışmış. Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığını Mu’minûn suresinde görmedik mi? Demiyor mu “sadece eşlerinize”? Bu eş değil. Öyle şey değil. O eşle de nikâhla evleniliyor, ancak talâkla boşanılıyor, ancak ölümle ayrılınıyor. Bunun bütün hükümlerini Cenab-ı Hak beyan etmiş.
Şimdi, zaman zaman burada konuşuyoruz. Bazen Buharide, Müslimde, hatta Kütübi Sittede olan hadisler doğru olmayabiliyor. Bazen de çok zayıf bir kitapta geçen hadis doğru olabiliyor. Çünkü bunları ayetlerle karşılaştırdığınız zaman, mesele tümüyle ortaya çıkıyor. Şimdi, madem ayeti kerimede Cenab-ı Hak sadece eşleriniz veya eliniz altında bulunanlarla yapacağınız nikâhlı ilişkiyi helâl kılmış, o zaman bunların hiç birisi olmaz.
Zaten savaşlarda… İşte, Bedir savaşı zaten çölün ortasında oldu. Böyle bir şey mümkün değil. Ondan sonra Uhud savaşı Medine’nin yanında oldu, o da mümkün değil. Hendek savaşı Medine’nin içinde oldu, o da mümkün değil. Ondan sonra Müslümanlar şeye gittiler. Tebük’e gittiler. O uzun yol; gideceksiniz, geleceksiniz, o kadar sıkıntı içerisinde. Bu da mümkün değil. Yani kimin ordusu böyle bir şey yapmış? Orada uzun süre kalacak da, yağmaya müsaade edeceksiniz de falan o zaman olacak. Ki Peygamber efendimiz hiçbir zaman yağmaya müsaade etmemiştir.
Ondan sonra, zaten alacağınız esirlere de esir muamelesi yapabiliyorsunuz. Onları da nikâhsız olarak şey yapamıyorsunuz. Onunla ilişkiye giremiyorsunuz. Yani Kur’an-ı Kerim bunu da kesin hükme bağlamış. Bu kapıyı tamamen kapatmış. Ama nasıl olmuşsa olmuş, bugün şeyler… İlk okuduğumuz ayeti kerimeye dönelim. Bugün Şia… 83. sayfa. Burada bir ayeti kullanarak diyor ki şey vardır. Ayetin küçük bir parçasını kullanarak, “mut’a nikâhı vardır.”
Maalesef, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılan “Kur’an Yolu” tefsirinde de, onun birinci baskısında da; Şia’dan biraz farklı olarak, şahit bulundurulması, işte, velisinin izni şartını da getirmişler. Ama olabilir demişler. Geçici nikâh olabilir demişler. Allaha şükür ki ikinci baskıda onu kaldırdılar.
Şimdi, burada Nisâ suresinin 83. ayeti. Şey 24. ayeti. Allah-u Teâlâ 19. ayetten itibaren başlıyor, evlenme ile ilgili hükümleri koyuyor. Evlenilmesi yasak olan hanımları sayıyor. En sonda diyor ki: “Vel muhsanâtu minen nisâi” “Evli kadınlarla da evlenemezsiniz” diyor. “illâ mâ meleket eymânukum” “Ama eliniz altındakiler hariç.” Bak, yani evli kadınlarla da evlenemezsiniz, eliniz altındaki yani esir kadınlar hariç, onlarla evlenebilirsiniz. Yani onları nikâhlayabilirsiniz.
Bunun manası ne? Bunun manası şu diğer ayetlerle birlikte olduğu zaman. Şimdi, savaşta hanımları esir almışsınız ve müsaade etmişsiniz. Şey yaparsa… Yani bunun fidyesini ödeyin serbest kalın. Zaten ayet onu kesin olarak emrediyor. Fidyesini ödeyecek kimse yok. O zaman bu kadının fidyesini ödeyebileceği yollardan bir tanesi evlenmesidir. Evlenebilmesi için önceki nikâhın geçersiz sayılması lazım. Çünkü eğer memlekette kocası olsa, kendisini koruyacak birisi olsa fidyesini verecek. Bu kadın sonsuza kadar öyle kalacak değil ya.
Şimdi, bu ayeti kerime o esirliği… Fidyesini ödeyebilenler öder, ödeyemeyenler için o esirliği bir boşanma sebebi olarak kabul ediyor. Ondan sonra bu kadın isterse… Zaten ondan sonraki ayette “fenkihûhunne bi izni ehlihinne” diyor (Nisâ 25). Bunların bulunduğu ailelere de kadının ailesi deniyor. Ailesinin izniyle, bunların da taraf olarak onayıyla onları nikâhlayın diyor. Yani kendileri razı, mehrini de veriyorsunuz… Zaten burada mehrini de şart koşuyor, biraz sonra okuyacağız. Onu da veriyorsunuz ve nikâhlanıyorsunuz. Eğer kendi emrinizin altındaki cariye ise zaten evlendiğiniz an onun hürriyetine kavuşması gerekir. O ayetlerden net bir şekilde anlaşılıyor. Ama bu akşam o konu üzerinde durmayacağız.
Şimdi, diyor ki Allah-u Teâlâ: “kitâballâhi aleykum” “ Bu Allah-u Teâlâ’nın sizin üzerinize yazmış olduğu, farz kıldığı şeydir.” “ve uhille lekum mâ varâe zâlikum en tebtegû bi emvâlikum muhsinîne gayra musâfihîn” “Bunun dışındakiler, bunun dışında kalanlar size helâl kılınmıştır…” Yani şurada haram kılınan hanımları saydı, saydı, saydı; haram kılınan hanımların dışındakiler size helâldir. Ama bir şartla, mallarınızla talip olacaksınız onlara, yani mehir vereceksiniz, başka “muhsinîn”, muhsin olacaksınız. Muhsin, ihsan. Hısn kelimesi vardır Arapçada, kale demektir. “Muhsinîn”, o kadınları “kale” gibi koruyacaksınız. Yani nikâhınıza aldığınız kadınları kale gibi korumanız şartıyla. Kendinizi de koruyacaksınız. Nedir, “gayra musâfihîn” “Musafi olmamak şartıyla.” Yani suyunuzu boşa akıtmak yok. Sifah, nikâhsız olarak suyu akıtmaktır. Türkçede sifah, zina olarak da kullanılır. Doğrudur; Arapçada da öyledir. Yani zinaya düşmemek, kendinizi korumak, alacağınız hanımları da korumak şartıyla.
Niye zinaya düşmemek diye tercüme ediyor. Çünkü Nur suresinde Cenab-ı Hak diyor ki: “Ez zânî lâ yenkihu illâ zâniyeten ev muşrik” “Zina eden bir kadınla zina eden bir erkek ya da bir müşrik nikâhına alabilir.” “ve hurrime zâlike alel mu’minîn” “Zina edenler müminlere haram kılınmıştır.” İster kadın olsun ister erkek olsun, zina eden birisi zina etmeyen birisi ile evlenemez. Ha tövbe eder… Zaten bir sonra gelen ayet: “İllellezîne tâbû min ba’di zâlike ve aslehû” Yani tövbe edip durumunu düzeltirse, ondan sonra tekrar evlenebilir. Durumunu düzeltmesi için uzunca bir süre gözlem altında tutulması lazım. Yani bu adamın gerçekten düzeldiği kanaatine varılması lazım.
İşte burada da bütün ayetlerde erkekler için namuslu olma şartı getirilmiştir. Yani evlenecek erkek… Kadınlar için de “muhsanat” namuslu olma şartı getirilmiştir. Bir de ikisi de kendini zinadan koruyacak, kadın olsun erkek olsun. Her ikisi için de suyu boşa akıtmama şartı getirilmiştir. Niye? Çünkü evlendiğin kadın senin çocuğunun annesi olsun diye evleneceksin. Yani öyle gönül eğlendirmek için değil. Ciddi ciddi şey yapacaksın. Bir de öyle… Bak mut’a nikâhında bunların hiç birisi olmaz. Korumak için almıyor. Çünkü ev tutması gerekmiyor. Nafakasını vermesi gerekmiyor. Sadece, af edersiniz cinsel ilişki o kadar.
“Fe mâstemta’tum bihî minhunne fe âtûhunne ucûrehunne farîdah” (Nisâ 24). “Fe mâstemta’tum” burada “femen” “istemta’tum”, “bihî” “bin nikâhi”, “minhunne” “onlardan.” Yani nikâhla o kadınlardan… Yani “Nikâhlanarak o kadınlardan yararlandınız mı…” “fe âtûhunne ucûrehunne” “… onların mehirlerini verin.” “Farîdaten” “… farz olarak” verin.
Yani bir insan bir hanımla evlenir, gerdeğe girmeden boşanırsa onun için kesilen mehrin, yani ödemesi gereken paranın ya da malın yarısını ödemesi icap eder. Eğer mehir belirlenmeden nikâhlanmış, gerdekten önce boşanmışsa, mehir olmadığı için yine örfe göre belli ölçüde o kadını yararlandırması gerekir. Evlenmiş, gerdeğe girmiş, isterse hemen o sabaha boşansın mehrin tamamını vermesi gerekir. O sabah boşasa da mehrin tamamını verecek, ömrün sonuna kadar evli kalsalar ve adam vefat etse, o zaman da bunun mirasından önce bu kadının mehri alınır. Yani bu mehir bir ücret falan değil, bu mehir kadının hakkıdır.
Şimdi, burada bu ayete şöyle mana veriyor bazıları: “Onlardan yararlanmanıza karşılık ücretini verin.” “Ucûr” kelimesini ücret olarak şey yapıyorlar. Yararlanmanıza karşılık ücretini verin. O zaman mana ne oluyor? İşte bu mut’aya delil yapıyorlar. Fakat Arapça bakımından bu ayete böyle bir mana verme ihtimali yok. Fakat veriyorlar. Veriyorlar. Çünkü “Fe mâstemta’tum bihî…” Yani “bistimtaikum minhunne.” E bu… Burada “ma”ya “ma-i masdariye-i tevkıtıye” manası veriyor bazıları. Yani “muddete istimtaikum.” O zaman bu oluyor zarf, yani Arapça bilenler için… Zarf mübteda olamaz ki haberine “fa” gelmiş olsun.
Yani şey olarak, buradaki “ma” ancak bir ism-i mevsul olur. Şart anlamı taşır. İsm-i mevsul olduğu zaman “men” manasına kullanabilirsiniz. O zaman “Yukarıdaki kadınlardan her hangi birisiyle evlendiğiniz zaman…” olur. Ya da öyle değil de, “ellezî istemta’tum bihî.” Yani nasıl bir yararlanmayla yararlanırsanız ondan mehirlerini verin şeklinde olur.
Netice itibariyle, fazla detaya girmeyelim. Bu ayete öyle bir anlam veriyorlar ki, Arapça bakımından o anlamı vermeye ihtimal yok. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınlamış olduğu “Kur’an Yolu” tefsirinin birinci baskısında da öyle bir mana vermişlerdir. Nasılsa hata etmişler, insanlar hata edebilir ama önemli olan hatadan dönmüş olmak. İkinci baskıda hemen onu kaldırmışlar, şimdi yok. Zaten bu tartışmaların sebebi de o tefsir olmuştur.
“Ve lâ cunâha aleykum fîmâ terâdaytum bihî min ba’dil farîdah” “O mehir belirlendikten sonra karşılıklı rızayla o mehrin miktarını değişiklik yapabilirsiniz. Bunda bir günah yoktur” diyor (Nisâ 24). Yani diyelim ki, erkek karısına yüz altın mehir verdi. Daha sonra kadın dedi ki bunun elli tanesini sana bağışlıyorum. Olabilir. Ya da erkek dedi ki tamam, bu yüz altın, sana bir tane de daire alacağım. O da olur. O ikisi de mehre mahsup edilebilir. İster arttırabilir, ister azaltabilir; karşılıklı rızayla olmak şartıyla. Çünkü arttırmada da rıza gerekir, eksiltmede de rıza gerekir. Bu bir sözleşmeye ilavedir. Her ikisi de hukuki bir nitelik taşır.
“İnnallâhe kâne alîmen hakîmâ” “Allah-u Teâlâ alim ve hakimdir” (Nisâ 24). Şimdi, bu ayeti kerimede… Cenab-ı Hak yukarıdaki ayeti kerimede, erkeklerin haram olmayan kadınlarla ancak nikâh yoluyla birlikte olabileceklerini beyan etti. Sonra da şunu söyledi: “Ve men lem yestetı’ minkum tavlen en yenkıhal muhsanâtil mu’minât” “Namuslu mümin kadınlarla evlenmeye hanginizin gücü yetmezse…” Çünkü evlenmenin ciddi bir şeyi var. Mehir vereceksiniz, besleyeceksiniz, nafakadır, şudur budur. “fe min mâ meleket eymânukum min feteyâtikumul mu’minât” “… mümin cariyelerinizden elinizde bulunanlarla evlensinler.” (Nisâ 25). Yani o esir kadınlarla evlensinler.
“Vallâhu a’lemu bi îmânikum” “Allah sizin imanınızı bilir.” Yani birisi diyebilir ki, bu cariye aslında mümin değildir ama işte şey yapmış, göstermeden mümin olmuş, ben bunun imanına nasıl inanacağım falan diyebilirsiniz. Zaten esirdir. Yok, Allah-u Teâlâ diyor ki, böyle demeyin. Yani imanı Cenab-ı Hak bilir. O ben müminim diyorsa mümindir. “Ba’dukum min ba’d” “Biriniz değerinizdensiniz.” Yani o da senin gibi bir insan, sen de öyle bir insansın. O şimdi esir düşmüş, sen de esir düşmüş olabilirdin. Hepiniz de Adem (A.S)ın çocuklarısınız.
“fenkihûhunne bi izni ehlihinne” “Onları ailelerinin izinleriyle nikâhlayın.” “ve âtûhunne ucûrehunne bil ma’rûf” “Ücretlerini marufa göre verin.” Yani onların mehirlerini de… Burada da “ucûr” kelimesi geçiyor, yukarıda da “ucûr” kelimesi… O şeylerin, evlendiğiniz cariyelerin mehirlerini kendilerine verin diyor. Şimdi, mehri kendisine vereceksin ki, öbür tarafa ödeyeceği fidye için eline bir para geçmiş olsun. Zaten Mu’minûn suresinin 33. ayetinde de; bunlarla ayrıca bir sözleşme yapılması, kalan borçları için de bunlara çalışıp kazanıp ödeme fırsatı verilmesi emrediliyor. Bir de onun bakımını üstlenen ailenin ona maddi yardımda bulunması da emrediliyor.
“muhsanâtin gayra musâfihâtin ve lâ muttehızâti ahdân” “Bu kadınlar da namuslu olacaklar…” Bu cariyeler de, bunlar da sularını boşa akıtma diye bir şey yok, yani öyle zinaya falan teşebbüs etmeyecekler. “… ve gizli dost da edinmeyecekler.” Gizli dost edinmeme şartı erkekler için de vardır. Mâide suresinin 5. ayetinde. Bak, Allah-u Teâlâ namuslu olmayı şart koşuyor, bir. Suyu boşa akıtmamayı şart koşuyor, iki. Gizli dost edinmemeyi şart koşuyor, üç. Mâide suresi 5. ayet.
Yani evlenmenin şartları bunlar. E şimdi, mut’a nikâhında şahit yok, hiç kimse yok… Peki, gizli dost nasıl olur. Kendi aralarında anlaştı bitti. O zaman zina ne? Zina dediğin sadece şey olur, tecavüz dediğin olay olur, başka bir şey olmaz.
Allah-u Teâlâ burada şart koşuyor. Yani namuslu olacaklar, zinaya teşebbüs etmeyecekler ve gizli dost edinmeyecekler. Bu şartlarla namuslu bir kadınla evlenebilirler. Kadınlar da aynı; namuslu olacaklar, gizli dost edinmeyecekler ve zinaya teşebbüs etmeyecekler. Yani evlenenler böyle evlenecekler.
Şeyde var değil mi? Mâide suresi 5. ayette. Bak burada Allah-u Teâlâ diyor ki: “El yevme uhılle lekumut tayyibât” “Bugün size temiz şeyler helal kılınmıştır.” “ve taâmullezîne ûtûl kitâbe hıllun lekum” “Kendilerine kitap verilenlerin taamı size helaldır.” “ve taâmukum hıllun lehum” “Sizin yitecekleriniz de onlara helaldır.” “vel muhsanâtu minel mu’minât” “Müminlerden namuslu kadınlarla evlenmeniz helaldır.” “vel muhsanâtu min ellezîne utûl kitâb” “Ehli Kitabın da namuslu kadınlarıyla evlenmeniz helaldır.” “min kablikum” “Sizden kitap verilmesiyle.” Ama hangi şartla? “izâ âteytumûhunne ucûrehunne” “Onların mehirlerini verdiğiniz takdirde.”
Ve “muhsınîne” “Namuslu kişiler olarak.” Yani siz onları bir kere koruma altına alacaksınız, kendinizi de koruyacaksınız. “gayra musâfihîn” Öyle “Zinaya yeltenmeyeceksiniz.” “ve lâ muttehızî ehdân” “Gizli dost da tutmayacaksınız.” Öyle gizli dost yok. Ondan dolayı Allah-u Teâlâ… Yani burada erkekler için, öbür tarafta kadınlar için aynı şartlar geçerli. Allah-u Teâlâ evlenmeyi şahit şartına bağlamamıştır. Çünkü iki tane şahitle evlendiğiniz zaman, bu iki tane şahide tembih edebilirsiniz, sakın bunu kimseye söyleme. O da olur gizli dost.
Allah-u Teâlâ ne diyor: “Ve enkihûl eyâmâ minkum” “İçinizden evli olmayanları evlendirin” diyor (Nur 32). Dolayısıyla evlendirme Allah’ın bize vermiş olduğu bir emirdir. Mesela bizim bu cemaat olarak belki en büyük eksiklerimizden biri bu. Bekâr olanlar kimseye bir şey diyemiyor. Başkası da diyemiyor. Hâlbuki evlendirme Allah’ın bize verdiği bir emirdir. “İçinizden evli olmayanları evlendirin.” Bu bizim bir görevimizdir. Yani bizim şu cemaat olarak bunu yapmamız lazım. Her Müslümanın görevidir. “Evlendirin” diyor. “İçinizden evli olmayanları evlendirin.”
“ves sâlihîne min ibâdikum ve imâikum” “Köle ve cariyelerinizden de uygun olanları evlendirin.” (Nur 32). Evlendirme emri var. Yani ister esirler olsun, ister Müslümanlar olsun “evlendirin.” Peki, evlendirme emri bütün Müslümanlara verilen bir emir olduğu için, evlendirme törenle olur ve duyurulur. Peygamber (S.A.V) diyor ki: “Zina ile evlilik arasındaki fark def çalmaktır” diyor. Niye def çalmak diyor? Çünkü def çaldığınız zaman sizin duymasını istemediğiniz kişiler de duyar.
Yani bir tören yapacak def boşuna çalınmaz. Yani birkaç kişi toplaşmış, bir evliliği kutluyorlar. Yani mutlaka bir tören olması lazım. Tören de olacak. Ve her Müslümana da Allah bu konuda emir verdiği için, hadi Cenab-ı Hak emretti şu evlilik töreninde bende bir bulunup sevap kazanayım diye bulunacaksınız. Bulunmak yetiyor sadece. Evlendirene yardımcı olacaksın tabi. Hem eş bulma konusunda yardımcı olacaksın… “Evlendirin” diye emrediyor Allah-u Teâlâ. Evlendirmek bizim görevimiz.
Şimdi bekârlar seviniyor, hoşlarına gidiyor. Bak Mehmet’e bak! Kulaklarına gidiyor ağzı. Allah evlendirme emri veriyor. Gizli dost tutmayı da yasakladığı için, öyle iki tane adama tembih edeceksin efendim kimseye söyleme, ondan sonra şu duymasın… Yok. Bir kere mutlaka bir denetim olması lazım. Mutlaka bir törenvari bir şey olması lazım. Yani insanların bunu duyması lazım. Bir ilan olması lazım. O zaman, evlenecek olan çiftlerin zinakâr olmaması lazım. Duyuracaksın ki, zinakâr olup olmadığını birisi gelsin söylesin. İster kadın, ister erkek. Duyurmadan nerde olacak? En ahlaksızı gelir senin karşında birkaç gün böyle düzgün bir şekilde dolaşır. Sen ahlaklı zannedersin verirsin kızını. Öyle ne kadar oluyor. Ne kadar oluyor. Sonra ahlaksız olduğu ortaya çıkıyor.
Ha boşanmada şahit şartı getirmiş Cenab-ı Hak, ama evlenmede getirmemiş. Evlenmede bir tören gerekiyor. Peygamber efendimiz bu ayeti kerimeyi o şekilde anlamış ve bize bildiriyor.
Şimdi, ondan sonra Cenab-ı Hak diyor ki: “fe izâ uhsinne fe in eteyne bi fâhışetin fe aleyhinne nısfu mâ alâl muhsanâti minel azâb” “Bu esir kadınlar evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, hür kadınlara verilen cezanın yarısı verilir” bunlara (Nisa 25). Çünkü esir oldukları… Kendi memleketlerinde değiller… Onlarda cezai ehliyette bir şey var demek ki. Noksanlık var.
Şimdi, Allah diyor ki bak! Namuslu mümin kadınlarla evleneceksiniz. Onlarla evlenmeye gücünüz yetmiyorsa, namuslu mümin cariyelerle evlenebilirsiniz. Ondan sonra onunla ilgili olarak da diyor ki: “Zâlike li men haşiyel anete minkum” “Bu sizden sıkıntıya düşmekten (ya da zinaya düşmekten) korkanlar için verilmiş bir ruhsattır.” Eğer burada bir mut’a nikâhı olsaydı… Mut’a nikâhı bir günlük, iki günlük çok az bir şey. Nafaka yok bir şey yok. Allah-u Teâlâ onu göstermez miydi?
(Enes hoca bir şey söylüyor.)
Bir kere ilişkiyle bile oluyor. Şeye göre işte, Caferilerde. Bir kere ilişki bile yetiyor. En kısa süresi ne kadardır diye şey yapıyorlar. Diyorlar ki, bir kere ilişkinin olabileceği kadardır. Allah-u Teâlâ buna müsaade etmiş olsaydı bunları söyler miydi? Der miydi ki, işte, “namuslu kadınlarla evlenmeye gücünüz yetmiyorsa namuslu mümin cariyelerle evlenin.” Ama “sabrederseniz” diyor “daha hayırlıdır.” “Sabrederseniz daha hayırlıdır.” Çünkü o evlendiğin mümin cariye de olsa onun gönlü hep memleketindedir. Yani sana gereken manada karılık yapmayabilir. Çünkü seninle evlenirken hürriyetine kavuşmak için para biriktirmeyi düşünmüş olabilir. Orada da istenen neticeyi alamayabilirsin. Sabretmeniz daha hayırlıdır diyor. “Vallâhu gafûrun rahîm” “Allah gafûr ve rahîmdir” diyor.
Şimdi, bütün bunlar ortada olduğuna göre… Yani Allah-u Teâlâ, Mekke’deyken… Mekke’deyken evlilik dışında kadın erkek ilişkilerine müsaade etmediğini açıkça belirtmiş Mumi’nun suresinde. Sonra Medine’de işte, hicri 4. yıllarda indiği rivayet edilen Nisâ suresinde de bütün kapıları kapamış o mut’a denen nikâha karşı.
Şimdi, bundan sonra kim söyleyebilir? Efendim savaşlarda müsaade etmiştir. Yok, Ya Resullallah biz kendimizi hadım edelim mi demişler? O da işte, yok, siz bir kumaş parçası karşılığı mut’a yapmanıza müsaade ederim demiş. Tekrar söyleyeyim. Yani siz gideceksiniz, mesela Hayber’e gideceksiniz… Hayber’den bahsediliyor. Peygamber efendimiz Hayber’de yaban eşeklerinin etinin yenmesini haram kılmış. Şey, ehil eşek etinin yenmesini haram kılmış, bir de mut’ayı haram kılmış deniyor.
Şimdi, öyle bir şey söylüyorlar ki, mut’ayı Allah değil Peygamber haram kılmış. Ya Peygamber (S.A.V) bu şartlar altında, böyle mut’anın helal olduğunu söyleyebilir, arkasında da haram eder. Allah zaten bütün kapıları kapamış. Bütün kapıları kapamış Cenab-ı hak. Böyle bir şey mümkün değil.
Dolayısıyla, özet olarak, dersin başında söylediğim gibi Mekke’de inen ayetler bu kapıları kapattığı için Medine’deki hayatta olduğu söylenen… Hani Mekke ile ilgili rivayetler olsa, dersiniz ki Arap toplumunda bu varmış. Medine ile ilgili rivayetlerle ilgili olarak söylenen, Peygamber (S.A.V) mut’aya müsaade etmiştir şeklindeki rivayetlerin doğru olması mümkün değil. Çünkü Allah-u Teâlâ, Müslüman namuslu kadınlarla evlenmeyi, evlilikten sonra, başka ayetlerde nafakayı, işte, birlikte yaşamanın hukukunu ortaya koyuyor. Ayrılmanın ancak boşanma ile olabileceğini, kadın ayrılmak isterse onun da “iftida” denen bir usulle olabileceğini, ya da ölümle olabileceğini söylüyor. Onun dışında ayrılma söz konusu değil.
Ve bir insan evlendiği zaman; evlendiği kadından çocuk sahibi olmak için, birlikte yaşamak için, hatta bu dünyada değil ahirette de devam edecek olan bir birliktelik için evlenir. Ondan sonra tamam, yani Kur’an-ı Kerim’in söylediği budur. Ama maalesef bunlar söyleniyor.
Şia’nın da sadece Caferi kolunda bu var. Onlar da kendi aralarında ciddi ciddi bunu tartışıyorlar. Ama onlarda şöyle bir şey var. Efendim, işte, Hz. Ömer bunu yasaklamıştır. Ömer’e karşı da bir düşmanlıkları var. O zaman, bunun caiz olmasını sadece bir mezhebi gayretle… Yani inadına bizde caiz, madem Ömer yasakladı. Hatta bunu sevap sayanlar bile var. Tavsiye de edenler var. Fakat ne kadar sevap sayarlarsa saysınlar, bakıyorsunuz ki bunu söyleyenlerin bir taraftan çekingenlikleri var. Kaçıyorlar, üstünü örtmeye çalışıyorlar. Mesela orada mut’a yapanlar kimseye söylemiyorlarmış. Kimsenin duymasını istemiyorlarmış. Bununla ilgili de bir sürü yazılar, şeyler var.
Neyse, netice… Dersimizi bitirmiş olalım.
(Yahya Şenol bir şeyler söylüyor.)
Hı? Ver bakayım. Kaçıncı ayet? Evet, en son şu ayeti okuyalım. 407. sayfada Rum suresinin 21. ayeti. “Allah’ın ayetlerinden birisi, kendi cinsinden size eşler yaratmıştır.” “Onların yanında rahatlayasınız (sükûnet bulasınız) diye.” “Birbirinize karşı sevgi ve merhamet oluşturmuştur.” “Bunda düşünenler için elbette ayetler (ibretler) vardır.”
Tabi bu hiçbir şekilde kabul edilebilecek bir tavır değil.