Bugün Asr Suresinin mealini vermeye çalışacağız ve bu sureyi anlamaya çalışacağız. Bu surenin meali şu şekilde: “Çağa yemin ederim ki insan hep ziyan içindedir. Ziyan içinde olmayanlar, inananlar, iyi işler yapanlar, birbirine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenlerdir.”.
Bu kısa sureler az kelimelerle çok anlam ifade ederler. Zaten mealden de o anlaşılıyor. Cenabı Hak şöyle buyuruyor, detaylara indiğimiz zaman “Vel asr” Asra yemin olsun. Asır, işte akıp giden zamanın belli bir parçası. İşte bugün yüz yıllık bölümüne asır deniyor. İkindiye de asır denir. İşte bugün bizim çağ diye tanımlayacağımız bir bölüme de birkaç yıllık bölümüne de asır denir.
Zaman akıp gidiyor. İşte bir nehir gibi sürekli akıyor. Az önceki, buradaki su, şu anda oradaki aynı su gibi gözüküyor ama oradaki su çoktan gitmiş, yerine başka su gelmiştir. Zaman da öyle. Biz istesek de istemesek de zaman geçiyor. Otursak da geçiyor, çalışsak da geçiyor, uyusak da geçiyor, ne yaparsak yapalım zaman geçiyor. İbadetle geçirsek de geçiyor, isyanla geçirsek de geçiyor. Geçen zamanı geri getirmeye ihtimal yok. Mümkün değil. Ve zaman insanın en büyük sermayesidir. Bunu faydalı işlerde geçirmezseniz geçip gidiyor.
Mesela eğlenceye gittiniz. Düşünün bakalım elinize ne geçti? Ya da namaz kılmadınız, oruç tutmadınız, zekat vermediniz, Allah’ın emrine uygun olarak geçirmediniz, elinize ne geçti? Hem zamanınız boşuna harcanmış oldu hem imkanınız boşuna harcanmış oldu. Onun için Allahü Teâlâ burada “Vel asr”, çağa yemin ederim. Yani çağın bir suçu yok. İnsanlar kendi suçlarını zamana atarlar. Ah işte bu zaman da böyle. Eski zaman olacaktı ki, bilmem falanca zaman olacaktı ki, falanca devir olacaktı ki… Onlar da kendilerinin eski zamanlarını anlatırlar. Çünkü herkes kendisini suçsuz, başkasını suçlu kabul eder. Suçlu kabul edilmesi istenen şeyler içerisinde de en kolay suçlanacak olan zamandır.
Şimdi düşünelim ki mesela bugün işte 21. Asırda yaşayan insanlarız. 21. Asırda yaşamayı biz mi tercih ettik? Peki, Anadolu topraklarında yaşamayı biz mi tercih ettik? Şu kadının oğlu ve şu erkeğin oğlu olmayı biz mi tercih ettik? Kalktık, Allahü Teâlâ bir kısmımızı erkek, bir kısmımızı kadın yaratmış. Şartlar ortada. Efendim şurada bir sürü günaha teşvik eden sebepler var. Kardeşim onu sen mi koydun? Sen koyduysan o zaman hesabını verirsin. Sen koymadıysan hiç şikayet etmene gerek yok. İşte imtihanın şartlarından bir tanesi o. Canım işte alışveriş yapıyorsunuz ama hep üçkağıtçı dolu. E tamam, doluysa dolu, sana ne? Kardeşim imtihan oluyorsun, imtihan oluyorsun. Senin şikayete hakkın yok. Senin yapacağın tek şey şartlar ne olursa olsun dürüst davranmaktır. Ama bazıları diyor ki şartlar ne olursa olsun mutlaka kazanacağım diyor. Neyi kazanacaksın? Allah’ın iyi dediğini kazanacaksan tamam. Ama senin canının çektiğini kazanmak istiyorsan olmaz. Onun için Allahü Teâlâ burada diyor ki “Vel asr”. Çağa yemin ederim. Öyle çağın, zamanın hiçbir şeysi yok. Öyle şundan bundan şikayete hakkınız yok. Bu imtihan şartları, şartlar bunlar.
Size sık sık söylüyoruz. Adem aleyhisselamın şikayet edeceği ne vardı? O bahçede kendine yasaklanan tek bir meyve vardı. Başka bir şey yoktu. Ama yedi ve imtihanı kaybetti. Günahlar o zaman da cazipti, bugün de cazip. Zaten cazip olmasa yasaklanmasının anlamı olmaz ki. Öyleyse herhangi bir şeyi şikayete hakkımız yok.
“İnnel insane lefi husr.”: “İnsan gerçekten zarardadır.”. Yani şimdi bir okulda imtihan yapılıyor. Öğrenci, kağıdını boş veriyor. Öğretmene diyor ki hocam, işte annem hastalandı, babam eve gelmedi, işte evde elektrik yoktu, falan filan. Hepsi doğru olabilir. Ama ondan dolayı hoca o kağıda iyi not verir mi? O zaman şartlar ne olursa olsun sen çalışacaktın kardeşim. Şikayete hakkın yok. Sen zamanını boşa geçirmişsin. İnnel insane lefi husr: Şurası bir gerçek ki insan gerçekten zarardadır.”. İllellezine amenu: Ancak inanmış olanlar başka.. Ve amilus salihat: iyi işler yapanlar ve teva savbil hakki: birbirine hakkı tavsiye edenler. Ve teva sav bissabr: birine sabırlı olmayı tavsiye edenler başka.
Şimdi biz toplu halde yaşıyoruz. Her birimizin gevşekliği olabilir. Tek başımıza kaldığımız zaman yanlış yapma fırsatı artar. Yani daha çok yanlış yapma ihtimali ortaya çıkar. Onun için hep birbirimizi iyi yolda uyarmamız gerekiyor. Birbirimize hakkı tavsiye edeceğiz, birbirimize sabrı tavsiye edeceğiz. Hep doğruları yap kardeşim diyeceğiz. Sıkıntılı yani imtihan olduğu için, işte imtihan insanı sıkıntıya sokan şeylerdir. Zor işlerdir. Zor olduğu için de başarmak için sabırlı olmayı tavsiye etmemiz lazım. İşte zararda olmayanlar sadece bunlardır. İnanan, iyi işleri yapan, birbirine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenlerdir.
Şimdi düşünün, küçücük bir hayat yaşıyoruz. Önümüzde ebedi bir hayat var. Yani şurada sayılı günlerimiz var. En fazla 100 sene ömrümüz olur. Olsun 150 sene. Ondan sonra bitecek. Bu kısa ömür öylesine hazırlanmış ki ebedi hayatı, bu ömür belirliyor. O zaman bu ömrü çok iyi geçirmek lazım.
Peki, salih amel ne demektir? Salih amel demek insanın fıtratına uygun amel demektir. Salaha, amel ve iş manasına gelir; iş, davranış. Salih amel, insanın fıtratına uygun işler ve davranışlar demektir. Yani bir şey yaptığın zaman ya çok güzel bir iş yaptın diyebileceğin şeydir. Yani senin içini rahatlatır, gönlünü rahatlatır. Salih amel odur. Bir gün Babısa adında bir sahabe Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme geliyor. Peygamberimiz diyor ki sen iyiliği sormak için mi, iyilikten ve kötülükten, günahtan ve sevaptan sormak için mi geldin Babısa diyor. Evet, ya Resulallah diyor. Diyor ki günah, senin içini karıştıran şeydir. Sevap da seni rahatlatan şeydir.
Dolayısıyla salih amel dediğimiz şey, bir şeyin salih olup olmadığını biz zaten kendimiz anlarız. Çünkü bizim vücudumuza son derece uygun olur. Allah’ın yarattığı vücudumuz, o salih amelden çok hoşlanır. Tıpkı temiz bir havadan hoşlandığı gibi. Tıpkı çok güzel bir sudan hoşlandığı gibi. Çok lezzetli bir yemekten hoşlandığı gibi. Vücut, o salih amelden hoşlanır. Ama salih olmayan amel, neye benzer? Sevseniz de sizi rahatsız eden yiyeceklere benzer. Bakarsınız ki adam abur cubur yer, midesine gider ve midesinde ekşime yapar, midesinde hazımsızlık yapar ve adamı rahatsız eder. Yerken büyük bir zevkle yer, içerken büyük bir zevkle içer ama arkası çok berbat gelir. Çünkü vücut onu reddeder.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin bu salih amelle ilgili olarak söylediği bir başka hadis de var. Peygamber efendimiz diyor ki “İyilik, senin içine yatan şeydir; kötülük de senin içini kemiren şeydir.”. Seni rahatsız eden şeydir. Ve o kötülüğü başkasına anlatmak da istemezsin. Başkalarının bilmesini de istemezsin. Yani herkes aslında ne yaptığının farkındadır. Sevap işleyen yaptığının sevap olup olmadığının farkındadır, günah işleyen de yaptığının günah olup olmadığının farkındadır. Onun için hep o günah işleyenler kendilerini savunmaya gayret gösterirler. Kirli işlerle meşgul olanlar genellikle beyaz elbise giymeye gayret gösterirler. Ama kimsenin yüzüne bakacak gözleri olmadığı için de siyah gözlükler arkasında gözlerini saklamaya çalışırlar. Dolayısıyla yani herkes ne yaptığının, ne işle meşgul olduğunun farkındadır.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin bir hadisi var, diyor ki “Beş şeyden önce beş şeyi kendin için ganimet bil. İhtiyarlığından önce gençliğini kendin için bir ganimet bil. Hastalıktan önce sağlığını bir ganimet bil, ondan istifade et. Fakirliğinden önce zenginliğini kendin için ganimet bil.” Yani eline bir fırsat geçtiği zaman o fırsatı Allah rızası için kullanmaya çalış. Çünkü o sürekli kalmaz insanın elinde. İnsan zanneder ki hiç hasta olmayacağım, hastalandığı zaman da zanneder ki hiç iyi olmayacağım. Zenginleştiği zaman zanneder ki hiç fakirleşmem. Ama imkanlarını kaybetti mi zanneder ki artık bitti her şey.
Halbuki kardeşim, bunların hepsi imtihandır, birer basamaktır. Siz yolda giderken bazen tepeye tırmanırsınız, bazen aşağıya doğru inersiniz. Bazen de düzde gidersiniz. İşte hayat da böyledir. Yani hiç tepelere tırmanmak istemem diyorsan oturduğun yerde kalırsın, hiçbir işe yaramazsın. Hayat budur. Elinde bir fırsat olduğu zaman onu Allah için kullanmaya çalışacaksın.
Efendim bir daha elde edebilir miyim? Bir daha elde edebilmek için bir kere Cenabı Hakk’ın sözü var: “Şurası gerçek ki siz şükredersiniz mutlaka artırırım.” diyor. Allaha senin güvenin var mı? Var. Şükrediyor musun? Ediyorsun. O zaman Cenabı Hak, mutlaka artırır ama imtihan da yapar. Yani ne olur? Siz eğer Allah rızası için elinizdeki imkanları kullanıyorsanız o zor zamanlarda yağmasa da çiseler, damlar. Yani, evet belki imkanlarınız sıfıra iner ama yine yürürsünüz, yine Cenabı Hak sizi hür bir şekilde yaşatır. Ve o badireyi rahatlıkla geçersiniz. Her an düştüm düşeceğim dersiniz, tamam bitiyor işte, bugün son filan dersiniz. Bakarsınız ki yok, bitmedi. Ama eğer Allah’ın emrine aykırı bir iş yaptıysanız o zaman iş kötüdür. Peki, Allah’ın emrine aykırı iş yaptıysanız yine kolayı var. Bir tövbe edersiniz, bir daha böyle bir şey yapmamaya kesin söz verirsiniz, o zaman Cenabı Hak yine işin kolay tarafını size gösterir.
Allahü Teâlâ, geçen hafta okuduğumuz Nur Suresi 54, 55, 56. ayetleri var. O ayetler tabi her bakımdan bizim için son derece önemli ayetler. Geçen hafta bir soru vesilesiyle okumuştuk. Bu hafta da bu ayetler vesilesiyle okuyalım. Yani Nur Suresi 24. sure biliyorsunuz. Allahü Teâlâ burada diyor ki “De ki Allah’a itaat edin ve bu resule itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz…”. Yani size Allah’a ve resulüne itaat edin deniyor. Bunu dinlemiyorsanız, kafanız başka taraftaysa, olsun, olsun. Peygamber kendine yüklenen görevden sorumludur, siz de size yüklenen görevden sorumlusunuz. Peygambere yüklenen ya da Peygamberin yolunda gidene yüklenen sizi uyarmaktır. Size yüklenen de o uyarılara dikkat etmektir. O vazifesini yapmıştır. Siz de yaparsanız faydanıza, yapmazsanız çekersiniz.
“Eğer peygambere itaat ederseniz yolunuzu bulursunuz, yolunuzu doğrultursunuz. Elçiye düşen sadece açık bir şekilde tebliğden ibarettir. Allah sizin içinizde inanan ve iyi iş yapanlara şu sözü vermiştir. İnanacaksınız ve Allah’ın iyi dediği işleri yapacaksınız.” Allah’ın iyi dediği işler, zaten yeryüzünde her insanın iyi dediği işlerdir. Evrensel bir niteliği vardır. Hiç kimse o işe kötü demez. Ha, kıskanır, kendi yanlışlarına ters düştüğü için kıskanabilir, mesela içki müptelası bir adam içki içmeyen adamdan hoşlanmaz. Çünkü kendine suç ortağı arar. O içki içmediği için hoşlanmaz değil, kendisi kötü duruma düştüğü için o da kendisi gibi olsun da kimse ona laf söylemesin diye hoşlanmaz.
“Allahü Teâlâ sizden inanan ve iyi iş yapanlara şu sözü vermiştir: Siz inanın, iyi iş yapın, şurası kesin Allah onları bu topraklar üzerinde halife kılacaktır.” Halife neydi? Başkasının yerine geçendi. Bu topraklarda halife kılacak ne demek? Öncekilerin yerine bunları geçirecek demektir. Öyle değil mi? Öncekilerin yerine geçirecek demektir.
Şimdi, insanlar şu dünyada sürekli kalmak için neler yapmıyorlar. Ne hesaplar yapıyorlar. Ne yatırımlar yapıyorlar. Ama asıl yatırım inanmak ve iyi işler yapmaktır. Bu dünya Allah’ın değil mi? Burası Allah’ınsa buradaki hakimiyeti Allah’ın koyduğu kurallara uygun davrananlar elde ederler. Niyetiniz dünya hakimiyeti ise yapacağınız şey inanmak ve iyi işler yapmaktır. Peki, inanıp iyi iş yaptığınız zaman sıkıntıya girmeyecek misiniz? Tabi ki gireceksiniz. Sıkıntıya girmemek diye bir şey olmaz, çünkü imtihan ediliyorsunuz. O imtihanı başarmanız lazım.
Bir ticari veya sınai işte bir yatırım yapan insanın sıkıntısı, az bir sıkıntı mı? Bunu yapanlar bilir. Daha az bir sıkıntı değil. O da çok ciddi bir sıkıntıdır. Ama o yatırımın sonucunun ne olacağını pek, tahmini bir şeyler söyleyebilirsiniz ama bu yatırımın sonucu kesindir. İnanacaksınız ve Allah’ın iyi dediği işleri yapacaksınız. Allah’ın iyi dediği işler, bütün insanların iyi dediği işlerdir. O zaman Cenabı Hak ne söz veriyor? Onları bu toprakların halifesi yapacağız diyor.
Şimdi düşünün, Musa aleyhisselamı düşünün. Koskoca firavun. Bugün hala o firavunlardan kalan piramitler, eserler insanlığın hayranlığını celbediyor. Dünyanın harikalarından. Son derece zengin, son derece güçlü, güçlü olduğunu Kuran-ı Kerim de kabul ediyor. Peki, bu kadar güçlü olan firavunu, sarayda yetişmiş, işlediği bir suç sebebiyle oradan kaçmış, uzunca bir süre Medyen’de yaşamak zorunda kalmış, sonra tekrar Mısır’a korka korka gelmiş olan Musa aleyhisselamın sadece Allah’ın kelamını tebliğ ile o topraklara hakim olacağını düşünebilir miydiniz? Ama oldu işte. Firavunun hanedanı Musa aleyhisselamın doğru tebliği ile yıkıldı. Yıkıldı gitti. Ve oranın tamamı Musa aleyhisselama inananlara kaldı. Hayal edilemeyecek büyüklükte bir zenginlik.
Peygamber de s.a.s. öyle. Mekke’de doğmadan babası ölmüş, çocuk yaşta annesi ölmüş olan bir insan. Dedesinin bakımında büyümüş. Dedesi de zengin değil. Ama 40 yaşına kadar onurlu bir şekilde yaşamış, etrafının saygısını kazanmış olan bir insan. Bu insan sıfırdan başlayarak 23 sene içerisinde Türkiye’nin 4 katı büyüklüğünde bir alana hakim olmuş. Hem ahretini tam olarak yapmış hem dünyasını. Onun vefatından sonra da onun ashabı asırlar süren bir dünya hakimiyeti kurmuş. Şimdi bakın görüyor musunuz ayeti kerimeyi? Nerede o Mekke’de Muhammet sallallahu aleyhi ve sellemi yaşatmayan, oradan kaçmaya zorlayan, Müslümanları hicrete zorlayan Mekkeliler nerede şimdi? Hala yok bakın. Medine’de Peygamberimize karşı çeşitli oyunlar, entrikalar çeviren Yahudiler’le Mekkeli müşrikler nereye kayboldular? O zamanın Sasani Devleti, buralara hakim olan Bizans nereye gitti? Ama bugün o kadar asırlar geçmiş, bakın şurada İslam’ı anlatıyoruz, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin tebliğini anlatıyoruz ve canı gönülden inanarak. Ah keşke biz de öyle olsaydık diyerek anlatıyoruz. İşte asıl hakimiyet bu. Çünkü doğrular bunlar.
Şimdi siz bu doğrular dünyanın neresinde anlatırsanız anlatın, o insanlar bu doğrularda kendilerini bulacakları için canı gönülden buna yatkın olurlar. Çünkü o insanları size kul olsun diye çağırmıyorsunuz. Gelin bize tebaa olun demiyorsunuz. Gelin Allah’a kul olun. O zaten Allah’ı biliyor. Allah’a kul olmak onu son derece rahatlatıyor. Onun için çok güçlü oluyor, kendindeki gücü fark ediyor. Tıpkı bir atom çekirdeğinin cidarını patlatmak gibi. Bakıyor ki kendisinde öyle bir güç varmış ki çok güçlü olduğunu hissetmeye başlıyor. Çünkü ben Allah’a güveniyorum diyor, dünyanın en güçlü adamı haline geliyor. Ondan sonra onu hiç kimse tutamıyor.
“Ondan öncekileri kendi topraklarına halife kıldığı gibi bunları da öyle yapacaktır.” Yani Cenabı Hak burada bize diyor ki bu Musa aleyhisselama, bu Salih aleyhisselama, bu İbrahim aleyhisselama, Muhammet aleyhisselama has bir özellik değil. Siz de bugün aynı şeyi yapın aynı neticeyi alırsınız. Başarılı olmak için başkalarından kopya çekmenize lüzum yok. O sizi başarısızlığa yönlendirir. Yapacağınız şey hep doğruları yapmak. Mutlaka doğruları yapmaktır. Allah’tan başkasının rızası için bir şey yaparsanız yandınız. Hem zamanınızı boşa harcarsınız, hem ahirette Cenabı Hakk’a hesabı veremezsiniz, hem bu dünyada sizi kimse sevmez. Ama doğruları anlatırsanız sizin aleyhinize olan kişi bile gider arka tarafta kendi kendine der ki ya bu adam çok doğru söylüyor ama işte bizim hesabımıza gelmiyor der.
“Allah onlar için razı olduğu dini, onların içine iyice yerleştirecektir, sağlamlaştıracaktır. Korkularının arkasından onlara güven verecektir.” Demek ki korkulu bir dönem geçirilecek. Ama arkasından güven gelecek, korku gidecek, güven gelecek. “Onlar bana kul olurlar. Kulluğu bana yaparlar, başkasına değil.” İşte ben Allah’tan başkasına kul olmam demek, dünyanın en hür adamı olmak demektir. “Ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim kafirlik yaparsa onlar fasık olanlardır bundan sonra.”
Şimdi mesela bugün dünyada bir kölelik düzeni vardır. Şu anda tam bir kölelik düzeni içerisinde yaşıyoruz. “Din” ile “deyn”, aynı kökten iki kelimedir. Din, bildiğiniz din. Deyn de borç demektir. Din, kişinin Allah’a olan borcudur. Çünkü elimizde avucumuzda sahip olduğumuz her şey Allah’ındır. Bu borcun hesabını ahirette, hesap gününde vereceğiz. İşte o hesabı iyi verebilmek için bu dine göre yaşamak lazım. Yevmiddin de yani hesap gününde, hesap kesim gününde hesabı doğru verebilmek için Allah’ın dinine uygun yaşamak lazım.
Bir de “deyn” var, borç. Allah’tan başkasına da borçlu olursanız borçlu olduğunuz kişi sizi köleleştirir. Sizi kendine bağlar. Kendi emrinden çıkarmamak için elinden gelen her şeyi yapar. Bugün dünyada hakim olan bir kredi sistemi vardır. Kredi, bizim Türkçede “karz” dediğimiz, Arapların “kart” dediği kelimenin Batıya gidip tekrar bize geri dönmesiyle oluşmuş şeydir. Yani Arapça bir kelimedir kredi. Gitmiş oraya, bizim karz gitmiş, kredi olarak geri gelmiş. Faizli borç.
Şimdi öyle bir sistem oluşturulmuş ki bütün insanlar borç altına sokuluyor ve deniyor ki eğer kredi almazsan iş yapamazsın. Kredi aldığı andan itibaren de borçlanıyor. Bu defa Allah’a olan borcunu unutuyor, insanlara olan borcunun peşine düşüyor. Ve o borçlu olduğu insanlar da insanları köleleştiriyor. Size faizle ilgili bir örnek vermiştim, hatırlarsınız. İşte, kalp damarlara kan gönderirken dese ki ben sana 1 kilo kan vereceğim ama bana 1 kilo 10 gram fazla vereceksin. O damarın sürekli kana ihtiyacı olduğu için bunu mecburen alacak. Ama o 10 gramı bulup da veremeyecek bir yerden. Çünkü kendisinin kan üretme imkanı yok. Veremeyince gidecek borçlanacak. Kan gelmezse damarın çalışma imkanı yok. Borçlanınca da kalp diyecek ki ona şu işi yaparsan sana kan gönderirim, bu işi yaparsan gönderirim, bunu yaparsan gönderirim.
Şimdi aynı şekilde bankalar kurulmuş, halkın kanını emer gibi parası emiliyor. Ondan sonra deniyor ki bana şu kanunu çıkarırsan sana borç veririm. Şu adamları cezalandırırsan, şu devletle ilişkini kesersen, şu topluluklara şunu şöyle yaparsan, bunu böyle yaparsan… E yapmam de. O zaman sana para yok. Çünkü kendisine bağlamış ve insanlar da bugün kredi kartı ile de insanların tamamı da borçlandırılmış. Dolayısıyla tam bir kölelik sistemi oluşturulmuş.
O zaman bütün insanlığa nefes aldıracak olanlar da sadece Müslümanlardır. Bak Cenabı Hak bize de söz vermiş oluyor. Bu çemberi siz rahatlıkla kırarsınız diyor. Çünkü her şeyin bir panzehiri var. Yalnız bana kul olacaksınız diyor. Yalnız Allah’a kul olunan bir sistemde faizli borç olmaz. Çünkü faizli borç başkalarını size köle yapar. Allah bunu asla kabul etmez.
“Kim bundan sonra doğruları görmezlik ederse onlar yoldan çıkmış olan insanlardır.” Bir de şimdi bu günlerde şuna çok dikkat etmemiz lazım. Elemneşrakreke Suresini açarsanız, birkaç sayfa öncesinde. Burada Allahü Teâlâ, mesela şu günlerde ekonomik sıkıntı var, şu var bu var. Şunu unutmayın ki bu sıkıntılar her zaman olacak. Hayatın bir parçasıdır. Öyle ortalığı şey yapmayın, haber bombardımanıyla milleti korkuya salanlar filan… O da her zaman olacak. Asıl olan bunların karşısında bizim ne yapacağımızdır. Bakın Cenabı Hak diyor ki burada, 5. ayette: “Şurasını bilin ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Unutma ki o zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.”. Yani hangi sıkıntıya girerseniz girin şunu çok iyi bilin ki bunun ucunda bir kolaylık mutlaka var. Ama Cenabı Hak sizi sıkıntıya sokacak. O sıkıntıların her biri sizin ayağınızın altına bir basamak olacak. Onun üzerine bastığınız an ufkunuz o basamak kadar açılacak. Daha ileriyi göreceksiniz. Ve önünüze bir basamak daha çıkacak, bu defa her bir sıkıntı sizi iki basamak yükseltecek.
Peki, yükselmek için ne yapacağım ya Rabbi? Bu sıkıntıları nasıl aşacağım? Diyor ki “Bir işi bitirdim mi oturma.”. Çünkü bu zamanı geri getiremezsin. dinlenmekle geçireceğim, işte biraz dinleneceğim, biraz uyuyacağım, yok kardeşim, böyle şey yok. Çalışacaksın. “Boş kaldığın zaman kalk yorul.” Yani öyle yorul ki artık takatin kesilecek kadar, of be artık daha kıpırdayacak halim yok diyecek kadar çalış. İşte krizleri atlatmanın formülü. Ama iyi zamanında da bunu yapacaksın. Her zaman. Çünkü bu dünyaya bir daha gelecek değilsin ki. Sen bu dünyaya rahat etmek için, yaşamak için gelmedin. Senin asıl yaşayacağın ahrettir. Bu dünyada başarılı olmanın yolu sürekli çalışmaktır. Ama doğru çalışmaktır. “Rabbine giden yola sarıl.” Sakın yanlış bir şey yapma. E, efendim çok mecbur kaldım falan. Tabi ki kardeşim bu bir imtihan. Elbette ki çok mecbur kalacaksın. Elbette ki çok sıkıntıya gireceksin. Elbette ki bir sürü zorluklarla karşılaşacaksın ama asla yanlış yapmayacaksın. Devamlı Allah’ın dediği doğruları yapacaksın.
Evet şimdi, Enes Hoca da çok güzel, tam yerine oturan bir ayeti kerime buldu. Nahl Suresinin 97. ayeti. “Kadın olsun erkek olsun, kim iyi bir iş yaparsa…” Tekrar ediyorum iyi iş, her yerde göğsünüzü gererek anlatacağınız bir iştir. İyi iş sizin içinize yatan iştir, sizi rahatlatan iştir. İyi iş, Allah’ın iyi dediği iştir. Zaten Allah ona iyi der. Senin fıtratına uyduğu gibi bütün insanların fıtratına uyar. Kim iyi bir iş yaparsa kadın olsun erkek olsun ama mümin olarak yapacak, Allah’a inanacak. Çünkü iyi işleri Müslüman olmayanlar da yapar. Ama mümin olarak yapmak başka.
Bakın aynı zamanda Cenabı Hak bu dünyada mutlu bir yaşayışı da garantiliyor. Ona elbette ki diyor. “…çok temiz bir hayat yaşatırız, imrenilecek bir hayat yaşatırız.”. Başka? “Onların ücretlerini de yaptıklarının en güzeline karşılık veririz.” Yani şimdi şöyle şunu yaptın iyi oldu, bunu yaptın… Ama ya bir tane yaptın ki kardeşim, muhteşem. Hepsinden güzel bu oldu. İşte Allahü Teâlâ o kötüleri de hepsinden güzel bu oldu dediğin seviyesine çıkarır, en iyinin sevabını verir sana. Sanki hepsini en iyi yapmışsın gibi. Hem bu dünyada seni mutlu yapar hem de ahiretin için yaptıklarının en güzelinin sevabıyla seni sevaplandırır.
Bir de o hemen, Elemneşrakreke Suresinin altındaki Tin Suresine bakalım. “İncire, zeytine yemin olsun ve Turi Sina’ya ve bu güvenli beldeye yemin olsun ki bütün insanları en güzel kıvamda yaratmışızdır.” Yani hiç kimsenin ahirette bir şikayete hakkı yok. Allahü Teâlâ her insana farklı bir özellik vermiştir. O kendine ait olan özelliği bir şekilde keşfederse, onu geliştirirse dünyada bir numara olur. Hiç kimsenin şikayete hakkı yok. Çalış, yorulana kadar çalış bak neler ortaya çıkıyor. Sen şimdi merdiveni tırmanmadan ufukta ne olduğunu göremezsin. Tırmanacaksın. Her bir basamağı çıktığın zaman ufkun, o basamak kadar açılacaktır. Daha önce hiç hayal etmediğin şeyler önüne çıkacaktır.
“İnsanı en güzel kıvamda yarattık.” diyor. En güzel hasletlerle donattık. Peki, ondan sonra? “Sonra da onu aşağıların en aşağısına çevirdik.” Tıpkı gidersiniz en güzel eti beğenirsiniz, alırsınız, hazırlattırırsınız, eve getirirsiniz. Bir süre o eti uygunsuz şartlarda bırakırsanız öylesine kokar ki her tarafı berbat ettiği için evin en uzak yerine götürür onu atarsınız. Yani insan gevşek bırakmaya gelmez. Onun için Kuran-ı Kerim’de Cenabı Hak devamlı “itteku” der. “Kendiniz koruyun.” der devamlı. Sürekli uyanık olmamız lazım. Kendinizi gevşetmek falan yok. Çünkü imtihan yerindeyiz.
“İllelleziyne amenu ve amilus salihat” Evet, kendini koruyan kim? İnanan ve iyi işleri yapan insanlar. Şartlar ne olursa olsun karşımıza o kötü şeyler o kadar cazip şartlarla, tekliflerle çıkar ki orada düşüneceksin. Cenabı Hakk’ın vereceği çok daha önemlidir. Ama şunu unutma o imkanı teptiğin için mutlaka sıkıntıya gireceksin. Sıkıntıya girmezsen zaten imtihan olmasının anlamı olmaz. Ama o sıkıntı, senin o bir basamağı yükselmek için çektiğin sıkıntı gibidir. Yani yukarı, üst tarafa doğru çıkarken hemen insan hoplayamaz ki, zorlanarak çıkarsınız. Ama o sıkıntı geçtikten sonra önüne iki tane kolaylık gelir.
Peygamberimizin bir hadisi var. Bu Elemneşrakreke Suresi indiği zaman, burada iki tane, bir zorluğun karşısında Cenabı Hak, iki tane kolaylık vereceği ifade ediliyor. Demiş ki… Bu, Hz. Ömer’den gelen bir rivayetmiş. Ömer İbnul Hattab, Ebubeyde El Cerrah’a bir mektup yazmış, demiş ki “Bir mümin kula, eğer mümin kulun başına bir sıkıntı gelirse Allahü Teâlâ ondan sonra mutlaka bir açıklık meydana getirir. Çünkü bir zorluk, iki kolaylığa hiçbir zaman galebe çalamaz.” Allahü Teâlâ şöyle diyor, “Müminler sabırlı olun, sabırda yarışın ve kendinizi yani sınır boylarında düşmanı kollayın, Allah’tan korkun belki umduğunuza kavuşursunuz.”.
Bu ayeti kerimede bir zorluğa karşı en az iki kolaylık olduğu için Müslümanlar nedir, zorluklar içinde ilerlemiş oluyorlar ama her bir adım attıkça önlerine iki adım daha açılıyor. Dolayısıyla o zorluklar Müslümanları devamlı ileriye doğru iten şeyler oluyor. Fakat kolaylık olsun diye, ama günahın tabiatında kolaylık vardır. Kolayınıza geldiği için günaha dalarsanız orada bir bataklığa batmak gibi olur. Önce hoşunuza gider, Oh ne kadar tatlı gidiyorum ama bir daha çıkamazsınız. Battıkça batarsınız. “İllelleziyne amenu ve amilus salihat felehum ecrun gayri memnun.” İnanan ve iyi iş yapanlar hariç, onlar için yok olmayacak bir ücret vardır.
Şimdi, Asr Suresini tekrar mealini verip dersimizi bitirelim. “Çağa yemin ederim ki insan hep ziyan içindedir. Ziyan içinde olmayanlar; inananlar, iyi işler yapanlar, birbirine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenlerdir.”
Onun için muhterem dinleyenlerim zamanınızı asla boşa geçirmeyin. Bakın Cenabı Hak gece de kalkıp ibadet yapmamızı emrediyor. Cenabı Hakk’ın verdiği bütün emirler yarattığı şu vücuda tamı tamına uygun olan emirlerdir. O emirleri yerine getirdiğiniz zaman tattığımız mutluluğu hiçbir yerde tadamayız. Ve zamanımızı boşa geçirdiğimiz zaman da bakın, sizin en verimsiz günleriniz tatil günleridir. Onun için tatilleri, tatili, tatil yapmamak lazım. Tatili başka bir iş yapabilmenin fırsatı olarak düşünmek lazım. O tatil günlerinde de mutlaka başka bir iş yapmak lazım. İş değişikliği insanı dinlendirir. Ama insan öyle yatmak için gelmemiştir bu dünyaya, çalışmak için gelmiştir. Hiçbir anımızı, hiçbir zamanımızı asla boş geçirmeyelim. Bir iş bittiği zaman kalkıp bir başka işte yoruluncaya kadar çalışalım ve Cenabı Hakk’ın emrine uygun bir şekilde hareket edip Allahü Teâlâ’nın ikramına hak kazanmaya çalışalım.
Evet, şimdi ara veriyoruz.