Kadere iman konusu en kolay anlaşılması gereken bir konu olmasına rağmen maalesef en zor anlaşılan konu olarak ortaya çıktı. Dikkat ederseniz en kaderci kişiler yazdıkları kitaplarda hiç kaderi dikkate almadan yazarlar. Namaz kılın, oruç tutun, zekat verin, Allah’a iman edin, günah işlemeyin falan. Ama kaderle ilgili yazamaya başladıkları zaman bunların hepsi anlamsızlaşır. İşte “Her şey ezelden bellidir. Cennete gidecek olan baştan bellidir. Cehenneme gidecek olan baştan bellidir.” O zamanda anlattıkları tamamen çöpe gidecek bilgiler haline dönüşür. İnsanlar fıtratlarını konuşturdukları zaman doğruyu konuşurlar. Şartlanmışlıklarını konuşturdukları zaman da maalesef doğruyu konuşmak zor oluyor.
Birde bu konu asırlardır İslam aleminde baskıyla oturtulmaya çalışılmış. İnsanlara kader inancı diye sunulan inanç anlaşılamaz, çelişkilerle dolu olduğu içinde şunu söylemişlerdir. “Bu konu akılla kavranmaz. Soru sormak da caiz değildir, soramazsınız.” Kader konusu Allah’u Teâlâ tarafından bir odaya kilitlenmiş, anahtarı da içine atılmıştır. E peki madem böyle daha niye bundan bahsediyorsunuz? Böyle bir şeye inanılır mı? Çünkü inanmak güvenmeyi gerektirir. Tatmini gerektirir. Kavramayı gerektirir.
Bu akşam benim bir arkadaşımın yapmış olduğu tenkit vesilesiyle dersimizi Allah’ın bilgisi, gayb bilgisi üzerine yoğunlaştıracağız. Abdullah BÜYÜK Hoca efendi Konya’da oturur. Benim imam hatip okulundan arkadaşımdır. Bir yazı yazmış. Onu Yahya’dan dinleyelim. Ondan sonra onunla ilgili konuşalım.
Abdullah BÜYÜK imzasıyla 22 şubat 2013 Cuma günü Yeni Akit gazetesinde yayınlanan yazının başlığı Allah Gaybı Bilmezmiş Öylemi. Başlık bu. Abdullah Büyük Hoca girişte: “Günümüzde üç tip İslam alimi vardır. Birinciler geçmişi olduğu gibi nakledenler. İkinciler geçmişi olduğu gibi reddedenler. Üçüncüler de geçmişi geçmiş olduğu için reddetmeyip yeniyi de yeni olduğu için baş tacı etmeyerek her ikisinin de doğrularını alıp yanlışlarını reddedenler.” Diyerek üçlü bir kategori yapmış. Ondan sonra yazının ortasında da kendi tercihini belirtmiş ve şöyle devam etmiş. “Bana sorarsanız bu dinin günümüze kadar gelmesinde geleneğin büyük payı vardır. Her alim devrinin gelişmişliği doğrultusunda kendisini kuşatan sosyal, ekonomik ve ilmi dokunun etkisiyle Kur’an’ı anlayıp asrın idrakine sunmuştur. Bu anlamada bir takım hatalar da yapılmış yapılabilir. Bu hataları da daha sonraki alimler tespit eder ve hakaret etmeden ilmi metotlarla çürütür ve doğrusunu ortaya koyar. Buna diyecek bir şeyimiz olamaz. Ama Allah’ın ilminin sınırsızlığı, ve ihata edilmezliği konusunda geçmiş ulemanın tamamının ittifak ettiği bir konuda kalkarda “Allah kimin cennetlik kimin cehennemlik olacağını bilmez. Kimin kiminle evleneceğini önceden bilmez” diyecek olursanız, kusura bakmayın ama size, kendini akıllı alemi geri zekalı mı zannediyorsun derler. Bütün alimlerimiz Ali İmran 140, 141. Tevbe 16, benzeri ayetlerde geçen alime fiili min harfi ceri ile, açığa çıkarmak olur. Diyerek anlamını da o şekilde vermişlerdir. “Hayır efendim geçmişteki bütün alimler hata etmişlerdir. Ayetleri hep yanlış anlamlandırmışlardır. Bilmek anlamını açığa çıkarmak olarak çarpıtmışlardır. Benim dediğim doğrudur.” İddiası hem ortak akla meydan okuma. Hem de kendini zekiler zekisi, başkalarını da aptallar aptalı ilan etme açık gözlülüğüdür. Süpürmeci mantıktır. Bunlar marjinal olarak taraftar da bulurlar. Ama hep marjinal yani uçta kalırlar. Bu tür gafları söyledikleri bir çok doğruları da gölgede bırakır. Bu süpürmeci mantık şirkle mücadele ettiklerini söyler, arkasındanda burnunun ucunu görmekten aciz olan böyle alimler, insanları bir olan Allah’a çağırırlar. Peygamberimizin devrinden beri bütün müminler ilmine sınır biçilmeyen, dünü, bugünü, yarını, yarında neler olacağını, bir yaprağın bile dalından ne zaman düşeceğini ayrıntısına varıncaya kadar her şeyi bilen bir Allah’a inanmışlardır. Çünkü Kur’an noksan sıfatlardan münezzeh kemal sıfatlarla muttasıf böyle mükemmel bir Allah’a inanmaya çağırıyordu. Şirkten kurtarayım derken cehalet isnat ederek. Allah’ı acizlerden kılma şaşkınlığına düşürme bizi yarabbi.
Abdullah Hoca’ya birkaç tane şey hatırlatalım. Bir: Allah gaybı bilmez diye bir kelimeyi hiç duydunuz mu? Böyle bir şeyi ancak kafirler söyler. Kafirlerde söylemez. Böyle bir şeyi yeryüzünde hiç kimse söylemez. Yani hiçbir kafir de demez ki Allah gaybı bilmez. Sonra, Abdullah Hoca’nın Ribat diye vakfı var Konya’da. O vakfa beni davet ettiler bundan önceki gidişimde. Tabi sınıf arkadaşım olduğu için Abdullah Hocayı bekledim aslında, orada görmek isterdim. Ama maalesef orada yoktu. O zaman bir mazereti olabilir diye düşününce şimdi bunu gördüm. Şunu anladım. Demek ki benimle birlikte aynı karede gözükmek istemiyor. Çünkü eğer siz müşteri memnuniyeti peşinde koşarsanız, insanları üzmeyeyim derseniz Abdülaziz Bayındır’la aynı karede asla olamazsınız. Yani siz buradan, bu yapılan işin ne kadar zor ve önemli olduğunu anlayın.
Bu iş şirkle mücadelemiymiş, değimliymiş onu göreceğiz bugün derste. Bir de Allah’u Teâlâ’nın gaybı bilmesi ne demekmiş, onunla ilgili ayetleri okuyacağız. bizi tenkit edenlerin tamamının yapısı böyle. Abdullah Hoca’nın yanında bir ilim adamları heyeti var. Yani o heyetin orada olması beni son derece mutlu etti. O heyette aklı başında gerçekten iyi insanlar var. -Bunu ben Abdullah Hoca aklı başında değildir manasında söylemiyorum.- Aklı başında insanlar var. Eminim ki onlar bunu değerlendireceklerdir.
Şimdi bu arkadaşlarımız çok iyi bilecekler ki alime fiilinin min harfi ceriyle kullanımıyla ilgili bir şey Arap dilinde yoktur. Ve hiçbir tefsirde bu konuda en küçük bir kelime bulamayacaklardır. Şimdi nasıl olsa bunu vatandaş bilmiyor diye bir gazeteye bunu yazmak doğrumu? Öyleyse lütfen bir cümlecik her hangi bir kitaptan bir nakilde bulunun.
Alime fiili: Bilme anlamındadır. Ve Arapça bakımından bazen bir, bazen iki tane meful alır. Harfi cer ile kullanılan fiiller meful almayan fiillerdir. Evet, alime ile beraber harfi cer kullanılmaz değil, kullanılır elbette. Ama başka anlamlarda kullanılır. Bu ayetleri açalım bakalım ki orda bu ayetlerde min harfi ceri alime fiiliyle alakalımı değil mi? Ali İmran 140, 141 i açıyoruz. 66. sayfada. Allah’u Teâlâ burda diyor ki: “Eğer size bir yara dokunduysa Yani Uhut’ta bir yara aldınız. Karşınızdaki kavme de bunun dengi bir yara dokunmuştur. Bedirde de siz onları sıkıntıya sokmuştunuz. Bu günleri insanlar arasında döner dolaştırırız. Allah inanmış olanları bilsin diye. İnanmış olanları bilsin diye. Ve sizden şahitler alsın yada şehitler alsın diye. Bakın burda min harfi ceri var ama yettakize’ye müteallik. Alime’ye değil. Dolayısıyla alime’nin minle bir alakası yok. Allah zalimleri sevmez. Şimdi normal durumlarda Allah’u Teâlâ’ya herkes inanır zaten. İmtihanla yüz yüze gelinceye kadar. İmtihanla yüz yüze geldiği an Cenabı Hakka güvenini devam ettirmek her babayiğidin karı değildir. Ondan sonra devam ediyor Allah’u Teâlâ ayetinde. Birde Allah iman edenleri arındırsın ve kafirleri de helak etsin diye böyle yapar. Abdullah Hoca 142. ayeti burda yazmamış. Asıl konu burda 142. ayettedir. Siz cennete gireceğinizi mi hesap ediyorsunuz. Allah sizden cihat edenleri bilmedikçe, Lemmayağlem Arapçada manası: Şu ana kadar bilmiyordu ama bundan sonra bilebilir. Bu Abdülaziz Hoca’nın falan görüşü falan değil, burda görüş olmaz. Bu dil. Bunun görüşü olur mu? O toplumun diliyle indirilmiştir. O toplumun dili de böyle. İçinizden cihat edenleri bilmedikçe. Yani bilinceye kadar. Şu ana kadar bilmiyor kim cihat ettiğini, bundan sonra bilir. Kelimenin manası bu. Ve sabredenleri bilinceye kadar, cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz. Cennet bedava değil. Şimdi burda da mim kelimesi var ama caheduya mütehallik Arapça bilenler için diyorum. Alime’yle hiçbir alakası yok.
Hani şimdi alime minle kullanıldığı zaman. Bunu okuyan vatandaş ne bilecek. Bunu ilim zannedecek değil mi? Ve bu arkadaşımız bununla bize cevap vermiş olacak. Cevap veriyorsanız yanınızda bir ilim heyeti var onunla bir konuşun istişare edin.
Şimdi Tevbe suresi 9/16. ayete gelelim. Orada Allah’u Teâlâ şöyle diyor. “Yani siz serbest bırakılacağınızı mı düşünüyorsunuz. Öyle mi hesap ettiniz. Allah bilmeden, bilinceye kadar. Gene lemmayağlem. Allah bilmeden, bilinceye kadar. Sizden cihat edenleri bilinceye kadar. Burda min var ama min cahedu’ya mütehallik. Alime fiiline değil. Allah rasulü ve müminlerin dışında can dostu edinmediğinizi de Allah bilinceye kadar serbest bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz. Allah yapmakta olduğunuz şeylerden haberdardır. Yapmakta olduğunuz, gelecekle ilgili mi bu? O anla ilgili. Yapmakta olduğunuz şeylerden haberdardır.
Şimdi burda gayb bilgisine geleceğiz. Ama Abdullah Hoca burda diyor ki. Bakara 255 i almış. “İlmine sınır biçilmeyen.” Tabiî ki Cenabı Hakkın ilmi çok geniştir. Bunda bir problem yok. Bunun aksini söyleyen yok. Ama olmayan, bilinir mi? Olmayanı bildiğini iddia etmek. Fazilet midir yoksa kişinin değerini mi düşürür? Olmayan bilinir mi? Olmayanla ilgili bilgi kelimesini kullanmanın bir anlamı yok ki. Olan bilinir, olmayan bilinmez ki. Şimdi ilgili ayetlere geleceğiz. Peki Bakara 255 de Cenabı Hak ne demiş? Her gün okuduğumuz Ayetel Kürsi bu. Allah kendi bilgisi ile öyle diyor. Meale bakalım. “Onun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. Onun bildirdiklerinin dışında insanlar onun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. Onun bildirdiklerinin dışında insanlar, hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. Ben buradan okudum meali. Peki bu konuda Allah’ın bize bildirdiği ne? Bilinceye kadar demiyor mu Allah? Peki Allah’ın dediğini siz niye dayanarak başka bir anlama çeviriyorsunuz. Allah “Benim bildirdiğimden başkasını bilemezsiniz” dediği halde, “Yarabbi biz aslında biz biliriz, sen bakma” diyerek haşa Cenabı Hakkın avukatlığına soyunmanın bir anlamı var mı? Allah’u Teâlâ kendini koruyamıyor mu? Peki şimdi bu ayet Abdullah Hoca’ya delil olur mu? Lehinde mi olur aleyhinde mi? Biz Allah’ın bildirdiğinden bahsediyoruz. Yani dikkat ediyor musunuz. Yorum falan yapmıyoruz. Allah burda bunu açıkça söylemiş.
Peki öbür delili ne? Enam 59. ayeti delil almış. Orada ne diyor Allah’u Teâlâ? “Gaybın anahtarları Allah katındadır. Onu ondan başkası bilmez. Denizin içinde ne var, karanın içinde ne var bilir.” Olan mı olacak mı bunlarda? Olan. “Bir yaprak düşmez ki Allah onu biliyor olmasın.” Düşen yaprağı bilir Allah’u Teâlâ, düşüyor. Düşecek değil. Düşen. “Yerin karanlıklarında bir dane, kuru yaş, her şeyi açıkça gösteren bir kitapta kayıtlıdır mutlaka.” Olan mı olmayan mı? Olan. Peki Abdullah Hoca ne diyor? Diyor ki: “Bu günü, yarını ve yarında neler olacağını. Bir yaprağın bile dalından ne zaman düşeceği ayrıntısına varıncaya kadar her şeyi bilen. -Parantez içinde bu ayeti almış.- Bir yaprağın dalından ne zaman düşeceği.. Şimdi buna niye delil gösteriyor? Mateskutu’yu. Mateskutu, Arapçada nefi haldir. Biz Arapça öğrenmeye başladığımız zaman birinci gün öğrendiğimiz budur. Arapçaya öğrenmeye besmele çektiğiniz zaman ilk gün bunu öğrenirsiniz. Onun için hayatında az bir Arapça, hatta bir gün Arapça öğrenmiş olanlar bunu bilirler. Buna nefi hal derler. Mayensuru diye öğreniriz. Nefiha. Ne demek? Şimdiki zamanın olumsuzu, demektir. E peki şimdi buna gelecek zamanın olumsuzu anlamını vermekle bana cevap mı vermiş oluyor yoksa kendini mi zor duruma düşürmüş oluyor. Gördünüz mü? Ama niye benzetiyorum bunu? Kusura bakmasın, ben yani burda arkadaşımı sıkıntıya sokmak istemem ama bir gerçeğin ortaya çıkmasını da isterim. Telefonum kendisinde var açar da görüşebilirdik yani. Aramızda da herhangi bir şeyimiz yok yani. Ne bir anlaşmazlığımız var, ne küskünlük, hiç bir şeyimiz yok yani. Değer verdiğim bir kişidir kendisi.
Şimdi böyle karanlıkta işaret ederek kader gibi önemli bir konuda konuşmak doğru mu? Ama asıl konu şu. Oraya asıl geleceğim. Burda diyor ki. “Bu süpürmeci mantık şirkle mücadele ettiklerini söyler arkasında da burnunun ucunu görmekten aciz olan böyle alimler (!) insanları bir olan Allah’a çağırırlar. Peygamberimizin devrinden beri bütün müminler ilmine sınır biçilmeyen, dünü bugünü, yarını ve yarında neler olacağını, bir yaprağın bile dalından düşeceğini ayrıntısına varıncaya kadar her şeyi bilen bir Allah’a inanmışlardır.” Baş tarafta şunu da söylüyor. “Allah kimin cennetlik kimin cehennemlik olacağını bilmez. Kimin kiminle evleneceğini önceden bilmez. Diyecek olursanız kusura bakmayın ama size “Kendini akıllı alemi geri zekalı mı zannediyorsun derler.” Burda bakalım geri zekalı kimmiş.
Ben size bir şey söyleyeyim mi. İkide bir arkadaşlar hocam şu ayette buna delalet ediyor, bu da delalet ediyor. Bana şey getiriyorlar mailden gönderiyorlar. Ne zaman ki kuranın ayetlerinin tamamı bu konuya delalet ediyor kanaatine varırsanız o zaman meseleyi anlamış olursunuz. Şu ayet, şu ayet, şu ayet değil, tamamı. Bir kere kadercilik, kader inancı Kur’an’ı Kerim’de yoktur. Kader kelimesinin inançla bir ilgisini Kur’an yada uzaktan yakından bir alaka Kur’an tek bir ayet yoktur. Tek bir ayet yok. Bakın bu kadar muhalifi olan bir insan dikkatli konuşur değil mi? buyursun bir göstersin. Bu şekilde gösterirlerse bulurlar. Dünya kadar ayet bulurlar. Ne olacak ayeti yazmıyorsun, karanlıkta işaret ediyorsun, o şey değil.
Şimdi, gayp ne demek? Bakara suresi 2/30. ayetini lütfen açın. Orada Allah’u Teâlâ bakalım gaypla ilgili bize ne bilgiler veriyor. Dikkat ediyor musunuz. Zaten hep biliyorsunuz siz. Biz olaylara parçacı yaklaşmayız değil mi? Ayetin bir bölümünü alıp bir bölümünü bırakmayız. Kur’an’ı sünneti birbirinden ayırmayız. Mutlaka bir bütünlük içerisinde bakarız. Ve Kur’an’ı Kerim’i de Cenabı Hakkın açıkladığını gayet iyi bilir kendimiz ayetleri açıklamaya kalkmayız. Hele hele ayetle alakası olmayan, yok efendim, alime mimli olursa şu manaya gelirmiş, böyle bir şey aklımızın köşesinden biler geçmez. Şimdi ayetleri okuyalım. “Bir gün rabbim meleklere dedi ki: Ben yeryüzünde bir halifesi olan bir varlık oluşturuyorum.” Yani bir insan ve arkasından onun yerine geçecek olanlar, kadının da erkeğin de halifesi olacak. Şimdi buna da kafaları takılacak. Arapçasını söyleyeyim fail vezni, ismi failde olur ismi meful de olur. Biz bunu ismi meful olarak alıyoruz. Neden? Çünkü Adem as.dan önce bir insan olmadığı için o kimsenin halifesi olamaz. O zaman onun halifesi olması gerekir. Mahluf anlamına yani.
“Yarabbi sen şimdi bu yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun?” Melekler nerden biliyorlardı? Deniyor. Bilmemek mümkün değil ki. İnsan da canı ve eti kemiği olan bir varlık. Hayvanlardan bir farkı yok ki yapı itibariyle. Biz Kur’an’ı Kerim’de farklılaşmanın ruhun üflenmesiyle olduğunu biliyoruz değil mi. Demek ki melekler ruhun üflenmesiyle insanın ne hale geldiğini bilmiyorlar. Bakıyorlar ne olacak. İşte şurada aslan var, şurada tavuk var. İkisinin birbirinden farkı var. Yeni bir canlı. O da ayakta yürüyen, dış görünüş itibariyle de maymunlara benzeyen bir varlık. O zaman ne yapacak? Diğer hayvanlarda gördüğüne göre bir değerlendirme yapacak. Diğer hayvanlarda gördüğü nedir. Diğer hayvanlarda erkekler halifelik mücadelesine girerler. Genellikle de kanlı biter. İşte bir kümeste iki tane horoz olursa biri diğerini öldürür. Yada kovar oradan. Halifelik mücadelesi tavuklar arasında da olacak, diye öğrenince, yani bu işin kadını da erkeğinde de olacak, eyvah kan gövdeyi götürür. Mesela aslanlarda erkekler arasında olur. Birde dişiler arasında olacak olsa… Bunu gören melekler tecrübelerini konuşturuyorlar. Kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun dediler. Kan dökmeden başka işleri olmaz ki bunların. Onun için dikkat edin mesela kumalar birbirlerini hiç çekemezler. Niye? Çünkü liderlik mücadelesi. Karıyla koca arasında da vardır liderlik mücadelesi bakın. Karı koca arasındaki anlaşmazlıklar genellikle liderlik mücadelesi yüzünden kaynaklanır. Onun için kadınların şu sözünü hep şey yaparsınız. “Sen benim şimdiye kadar sözümü hiç dinledin mi? Benim dediğimi bir kere yaptın mı şimdiye kadar?” Niye? Mesele o değil. Hakimiyet bende olsun meselesi. Ben ne diyorsam o olsun. Erkek ne der. “Beni zaten bu evde kimse dinlemez der.” O da diyor ki, sadece benim dediğim olsun. Allah öyle bir sistem kuruyor ki, erkekler arasında da mücadele var. Kadınlar arasında da var. Kadınla erkek arasında da var. Eyvah kan gövdeyi götürür. İnsanlar birbirlerini en çok bunun için öldürürler. En çok bunun için öldürürler. Bugün bakın Suriye’deki mücadele nedir? Hakimiyet sende olmasın bende olsun mücadelesidir. Haklı haksız o ayrı bir konu. Hangi tarafa gidersen kendine göre haklı kabul eder. Onun için Allah’u Teâlâ kanunlar koymuş ki. Haklılık haksızlık kriterini ona göre belirleyelim.
Şimdi diyorlar ki: Senin hamdine karşılık biz tesbih ederiz. Yani: “Yarabbi sen ne yaparsan güzel yaparsın. Ondan dolayı biz sana boyun eğeriz. Sen böyle bir şeye karar vermişsen ki güzeldir ki karar vermişsindir”. Allah’u Teâlâ dedi ki: “Ben sizin bilmediğinizi biliyorum.” Burda sizin bildiğiniz bir şey var. Bunu görüyorsunuz tamam. Bu olmayacak değil. Ama sizin bilmediğiniz bir şey var. işte onlara gayb olan bilgi, biraz sonra göreceğiz. Adem’e isimlerin tamamını öğretti. Yani varlıkların isimlerini. İsim demek müsemma demektir. Ahmet ismini ezberlemenin bir anlamı yok. Ahmet ile o kişi arasında ilişkiyi kurabiliyorsanız, Ahmet dediğiniz zaman o aklınıza geliyorsa ismi öğrenmiş olursunuz. Meleklere onları, eşyayı gösterdi.” Melekler onları bilmiyor değil, görüyorlar. “Siz bu insanın yaratılmasına karşı çıkıyordunuz ya bunda haklıysanız şu eşyanın isimlerini bana bildirin. Yani bunlar ne işe yarar? Hangisinin adı nedir? Mesela benim bulunduğum kaza ile ilgili birisinin konuşmasını dinledim. Dedi ki: İşte Erzurum’un Tortum kazasında yaptığımız çalışmalar sonucunda dört bin çeşit tıbbi ot tespit ettik, dedi. Allah Allah. Bana bıraksa kaç çeşit ot var? Valla üç dört çeşit ot sayarım. Çiçeğine bakacağım, boyuna bakacağım, kalınlığına bakacağım. Ama o uzmanı ona bakmıyor ki. Belki daha iyi uzmanı gelse kim bilir neler söyleyecek.
Meleklerde görüyor işte, var ama ne? Sonra onları meleklere buradaki hum zamiri ha zamiri huma dönüşüyor. Yani hum akıllı varlıklar içindir. Akıl da bilgi manasına da gelir Arapçada. O artık bilgiye dönüştü. Meleklere şey yaptı. Ne dedi? “Haklıysanız şunların isimlerini siz bana bildirin bakalım. Dediler ki: Biz sana boyun eğeriz yarabbi. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz olmaz ki. Bilen sen doğru karar veren sensin. Adem sen bunların isimlerini onlara bildir.” Hangi şey neye yarar anlat onlara. Arapça bilenler için, bak burda İkisi de hum. Akıllı, çünkü bilgi haline dönüştü. Onlara isimlerini bildirdiği zaman. Dedi ki: “Ben size dememdim mi? Ben göklerin ve yerin gaybını bilirim.” Gayb ne burda? Olmayan mı? Olan, ama senin bilmediğin. Bunu kime söylüyor Allah? Meleklere söylüyor. Sizin açığa vurduğunuzu da içinize gizlediğinizi de bilirim. Yani siz burda Adem’i kıskanıyorsunuz. Başka bir şey yok. İçinizde de bunu gizliyorsunuz. Sizin içinizde gizlediğiniz sizin için gayb olur mu? Benim için gaybdır. Ama Allah biliyor Allah için gayb olmaz. Sonra, ondan sonra biliyorsunuz. Adem’e secde edin diye emir verdi. İblis secde etmedi. İblis’in dışındakiler secde ettiler. Yani onlar kendi içlerindeki kıskançlığı yenebildiler. Ama İblis yenemedi. Sonra olanları biliyorsunuz.
Şimdi gayb ne demekmiş? Olandır. Olmayan değil. Diğer başka ayetlerde okuyacağım. Olan. Olan da iki türlü olur. Bir tasarlarsınız zihninize, kafanızda vardır dışarıda yoktur. Sizin kafanızdakini ben bilebilir miyim. Ama siz bilirsiniz. Allah da bilir. Enam suresi 50. ayeti okuyalım. “Deki ben size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Ben bir meleğim de demiyorum size. Allah, rasulüne bunu emrediyor. Ben sadece bana yapılan vahye uyarım. Bizim de insanlara söylediğimiz o. Allah’ın vahyine uyun kardeşim. Niye sağa sola gidiyorsunuz. Körle gören bir olur mu? Tefekkür etmiyor musunuz. Düşünmüyor musunuz? Peki gaybı bilmem dediği zaman -meleklerle de düşünün- nedir? Var ama bilmiyorum. Allah’ın sadece bildirdiğini biliyor, başkasını bilmiyor Allah’ın rasulü. Sonra hemen az önce okuduğumuz Enam 59. ayeti tekrar okuyalım. Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır. Ondan başkası bilmez onu. Denizde ve karada ne var. Olan değil mi? Bilir o halde. Bir yaprak düşüyor olmaz ki Allah onu biliyor olmasın. Düşecek değil düşüyor. Yerin derinliklerinde kuru yaş hiçbir şey yoktur ki her şeyi açıklayan bir kitapta kayıtlı olmasın. O kitap, sürekli kaydediliyor mu edilmiyor mu? Yaprak düşerken de kaydediliyor. O kitap öyle ezelden yazılmış oraya konmuş kitap mı? Levhi mahfuzu nasıl anlatıyorlar? Yav bu neye benziyor biliyor musunuz. Arşiv. Korunan bir arşiv. Mahfuz o demek. Her şeyi açıklayan bir kitap işte.
Ondan sonra Araf suresi 188. ayet okuyalım. “Ya Muhammed insanlara şunu söyle benim kendim için ne bir yarar sağlamaya yada zarar vermeye gücüm yetmez. Allah emretmiş başka. Allah yaratmış başka.” Bu çok çok önemli bir husustur. Buraya geleceğiz. Allah yaratmadan hiçbir şey olmaz. Maşallah: Allah’ın yaratması, demektir. Ama buna, Allah’ın isteği, diye anlam vermişler. Biraz sonra oraya geleceğim. “Ben gaybı bilseydim daha çok hayır yapardım.” Daha çok iyilik yapardım. Yada malım çoğalırdı. Daha çok mal sahibi olurdum. Zararı görürdüm zararsız şeyleri yapardım. O mana da verilebilir. “Başıma bir sıkıntı da gelmezdi.” Tedbirimi alırdım. Peki bunu Allah buna dedirtiyor. Kader inancında bu mümkün m? Mümkün mü bu? “Ben sadece uyarıcı ve müjdeciyim.” Kimin için? “İnanan bir topluluk için.” İnanıyorsanız dinlersiniz, inanmıyorsanız dinlemezsiniz. Allah’a teslimiyet gerekir. Allah’ı teslim almaya gerek yok. Sen teslim olacaksın. Allah teslim alınmaz. Allah senin dediğin gibi olmaz. Kendi dediği gibi olur. Sen Allah’a rol biçemezsin. Ona teslim olacaksın. Onun için bu dinin adı İslam’dır.
Ben şu ayetleri birkaç kere burda okudum ama maalesef iyi anlaşılmadığını düşünüyorum. Bunlar çok çok önemlidir. Bunu neye karşılık şey yapacağım. Bakın burda Abdullah Hoca’nın şu sözüne karşılık. “Bu süpürmeci mantık şirkle mücadele ettiklerini söyler, arkasından da burnunun ucunu görmekten aciz böyle alimler insanlara…” böyle gidiyor. Şimdi bu konunun şirkle alakası var mı yok mu? Beraberce görelim. Bu konunun derken ne? Ben aslında bu akşam yapacağım konuşmayı en son yapayım diye düşünüyordum. Niye? İnsanlar dayanamaz diye. Zaten bu kader konusunu birkaç senedir zihinde tasarlıyorum. İnsanlar biraz zihnen hazırlansınlar dedim ama baktım ki olacağı yok. Aslında ben isteyerek bu işe girmedim. Birisi soru sormuş, yanlış mı cevap vereceğim kardeşim. Ne bileyim adamlar bir senaryo kurmuşlar. Bunu internete çıkaracaklar falan filan. Ama da iyi oldu. İyi ki çıkardılar. Fehmi ile Hakan bana “Hocam şöyle olmuş falan… Çok iyi olmuş dedim. Hocam bir cevap vermeyecek misin? Cevap vermeyeceğim dedim. Şöyle beş on gün çalkalansın ortalık. Yani isteyerek olmadı ama iyi oldu. İstiyordum ki şu namaz vakitleri beni çok meşgul ediyor. Bunu tam bir neticelendireyim ondan sonra. Bu tür meselelere gireyim.
Nisa suresinin 4/27. ayetini bir açalım. Ehli Sünnet denen bir akım vardır. Ehli sünnet vel cemaat. Nedir biliyor musunuz ehli sünnet? İnsanlar zanneder ki ehli sünnet Rasulullah’ın sünnetine uyanlardır. Hayır. Sünnet, orada kanun. Düzenden yana olanlar demektir. Devletin düzeninden yana olanlar demektir. Ama öyle bir kelime kullanmışlar ki. Sihirli bir kelime. Çünkü bu kaderi, bir inanç olarak Müslümanlara monte etmişler. Emevilerin son dönemlerinde. Buna karşı çıkan çok sayıda hocayı öldürmüşler. Zaten kader konusunda eğer Türkiye’de olmasaydım benim de işim çoktan bitmişti. Dolayısıyla bana yapılan en büyük iyilik bu hürriyet ortamıdır. Niye biliyor musunuz? Bu konuda hiç kimsenin verebileceği tek kelimelik cevabı yoktur. Demagoji dışında söyleyebilecekleri tek kelimelik sözleri yoktur. Söyleyemedikleri için söyleyenleri öldürerek işi bitirmişlerdir. Kökten halletmişlerdir. Zaten Müslümanların işi de kader inancı içeriye girdikten sonra bitmiştir. Emevilerin son zamanlarında bir küçücük Kıbrıs fethi vardır ondan sonra defter kapanmıştır. Sonra kendilerini bile koruyamaz haline gelmiştir halifeler. O dinamizm tamamen kaybolmuştur. Burda söylenecek o kadar çok şey var ki…
Şunu söyler ehli sünnet. Şae kelimesine erade manası vermişlerdir. Ben size şu kitaptan gösterdim. Bu İmam Maturidi, ehli sünnet imamlarından sayılır ama bu zatın görüşlerini ciddi manada değiştirmişlerdir. Bu zatın bu tefsirindeki görüşleri ile Kitabut Tevhit’teki görüşleri asında ciddi arklar vardır. Kitabut Tevhit onun inançla ilgili kitabı olarak şey yapar. Bu da bizim için çok ciddi bir tarihi vesikadır. Ehli sünnet şöyle der. “Ehli sünnete göre irade ile meşiet arasında bir fark yoktur.” Yani şae fiiline de irade manası vermişlerdir. Erade fiiline de irade manası vermişlerdir. Şimdi Arapça bilmenize hiç gerek yok. Şu ayeti lütfen şey yapın. Ben de mana vermeyeceğim. Mealden okuyacağım. Aradaki çelişkiyi siz göresiniz diye. Bak diyor ki burda. “Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister.” Bu irade istek olarak geçiyor. Tamam yanlış bir ifade değil. “Şehvetlerine uyanlar ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.” Allah’ın isteğine ters bir istek var mı burda? Var. Bak “Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister. Şehvetlerine uyanlar ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.” Demek ki Allah’ın isteği ile şehvetlerine uyanların isteği nasıl oluyormuş? Birbirine zıt, yani Allah’ın isteğine zıt istek olabiliyormuş değil mi? Açık mı şimdi? Bak ayete ben mana vermedim, mealden okudum.
Şimdi bir de Tekvir suresini açalım. Son ayeti okuyacağım. Hiç şey yapmayalım. “Alemlerin rabbi dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” İkisi arasında paralellik mi var zıtlık mı? Bak Allah bir şey istiyor. İnsanlar onun zıddını istiyor değil mi? Burda ne diyor. “Alemlerin rabbi dilemedikçe siz dileyemezsiniz” diyor. Ne demek? Bizde isteğin doğması için Allah’ın istemesi lazım. Değil mi? İsteğin doğması için Allah’ın istemesi lazım. Bu meal iki tane meal var. Şimdi bunlardan biri doğruysa diğeri kesin yanlış olmaz mı. İkisi de Allah’ın kelamıysa, bir birine zıt. Şimdi bakın yukarısından okuyacağım. 19. ayetten başlayayım. Diyor ki burda: “O Kur’an değerli güçlü itibarlı bir elçinin getirdiği sözdür”. Manayı ben vermiyorum bu mealden okuyorum. Kendi içindeki tutarsızlığı bizzat göresiniz diye. “O orada sayılan güvenilen bir elçidir. 81.22 – Arkadaşınız Muhammed de mecnun değildir 81.23 – Andolsun ki, onu (Cebrail’i) apaçık ufukta görmüştür. 81.24 – O, gaybın bilgilerini (sizden) esirgemez. 81.25 – O (Kur’an) lânetlenmiş şeytanın sözü de değildir. 81.26 – Hal böyle iken nereye gidiyorsunuz? 81.27 – (27-28) O, herkes için, sizden doğru yolda gitmek isteyenler için bir öğüttür. Burda isteme demiş şae fiili için. Nereye gidiyorsunuz, Kur’an bir öğüttür tamam. Sonra ne diyor. 81.29 – Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.
Peki alemlerin rabbi Allah istemedikçe ben isteyemiyorsam, ‘nereye gidiyorsunuz’un manası ne? Bende istek bile doğmuyor. Bu anlamsızlık işte dördüncü asırda ortaya çıkmış. Niye biliyor musunuz. Şu ana kadar ben sadece şu tefsirde bu yanlışı görebildim. Bu şae fiili İstanbul Müftülüğünde çalışırken beni rahatsız etmişti. Yıllarca “Yav bu ne biçim bir şey…” sonra işte tekviri irade, teşrii irade ayrımını birazcık şey yaparak kendimi tatmin etmeye çalıştım. Tatmin olamadım. Sonra şae fiilinin işte menyeşae faili mene mi gider, Allah’a mı gider? Şeyiyle biraz tatmin etmeye çalıştık. Dileyen mi diledi mi falan diye. O da olmadı. Sonra Allah’u Teâlâ nasip etti. şae fiilinin Allah’la ilgili olması halinde bir şeyi var etmesi, yaratması manasına geldiğini, insanla ilgili olduğu zamanda bir şey için gereken çalışmayı yapması anlamına geldiğini Allah’a şükür tespit ettik. Ondan sonra da bu nerden.. ama yıllarca çalıştık. Bu arkadaşlarımız gayet iyi bilirler, yıllarca çalıştık. Bak bir tek kelimeye yıllarımızı verdik. Sözlükler de değişmiş, tefsirler de değişmiş. Kitaplar da değişmiş. Yani şimdiye kadar işte iki hafta önce söylemiştim. Bu tefsir de daha yeni çıktı. Kütüphanelerden, eski yazmalardan derleyerek çıkardılar. Yazarı hicri 333 yılında ölmüş. Burda gördük. Ama İmam Maturidi’nin ona atfedilen akaitde burda yazılanlar yok. Onu da sonradan hesabını görmüşler belli.
Peki nedir burda anlatılan? Anlatılan şu. Sen bir şey istersin. İstemek yetmez. Hadid Suresinin 22. ayetinde Allah’u Teâlâ ne diyor. “Yeryüzünde ve kendi içinizde başınıza bir olay gelmez ki onu ayrı bir varlık olarak yaratmadan önce bir kitaba kaydetmeyelim.” Yani sen istersin gerekeni yaparsın ama Allah yaratmazsa netice alamazsın. Bakın siz hayatta bir şey için gereken her şeyi yaparsınız. Allah şartları yaratmaz hiçbir sonuç alamazsınız. Evet sen çalışırsın, şey yaparsın ama sonucu verecek olan Allah’tır. Onun için Cenabı Hakka yalvarırız. Yarabbi şöyle yap deriz dua ederiz. Sürekli “Her gün bir iş içerisindedir Cenabı Hak.” Onun için burda, sen şunu istersin, sen de şunu istersin o senin iraden. Ama Allah yaratmadıktan sonra hiçbir şey yapamazsınız. O …olur. Şimdi onu göre vereyim meali ayete. Gördünüz, zıtlıklarla dolu bir meal.
Diyor ki burda: Kur’an’ı anlatıyor. Deki nereye gidiyorsunuz? Bu kadar güzel bir kitap var elinizde, nereye gidiyorsunuz? Bu sadece alemler için tüm insanlar için doğru bilgidir bu Kur’an. Zikir demek o demek. Bu Kur’an sürekli zihinde tutulması gereken, uygulanması gereken doğru bilgidir. Herkes için. Peki herkes doğru bilgiyi ister mi? Sizden doğru olmaya kararlı olanlar için doğru bilgidir. Doğruyu bilmek yetmez yapmak da gerekir. Şae: o gereken gayreti gösteriyorsunuz. Şae o demek. Kendin için doğru yapmaya kararlı olacaksın o tarafa doğru bütün gayretini sarf edeceksin. Peki, bunu yaptığın zaman sonuç alacak mısın? “Sizin bir şey yapmanız ancak Allah’ın o şeyi yaratmasıyla mümkündür.” Bunu da unutmayın diyor. Yani siz öyle o kadarda serbest değilsiniz. Allah yaratırsa olur başka şekilde olmaz.
Şimdi gelelim Nisa suresinin 26. ayeti okuyalım. Burda diyor ki Allah’u Teâlâ. Burda irade, Allah’ın iradesi burda. Az önce insanla Allah’ın iradesinin karşılaştırmıştık. Burda sadece Allah’ın iradesi. “Allah her şeyi size açık açık anlatmak ister. Ve sizi sizden öncekilerin doğru yoluna yönlendirmek ister.” Allah hepimizin ne olmasını istiyormuş? Mümin olmamızı istiyormuş değil mi. ihdinassıratel müstakim diyoruz ya. Allah hepimizin o sıratelmüstakimde olmasını ister. Bu irade. Ama irade tek başına bir şey ifade etmez. Kün emri gelecek ki şaeye dönüşmüş olsun. Yani ol, diyecek ki oluşmuş olsun. “Tevbenizi kabul etmek ister. Allah bilir ve doğru karar verir.” Tamam Allah herkesin mümin olmasını istiyor.
Şimdi Enam 148. ayeti açıyoruz. Mealden okuyorum. Putperestler diyecekler ki. Aslında putperest değil, müşrikler olan. Putperest kelimesi yanlış, olmaz öyle bir şey. Yani müşriklerin çok küçük bir kısmıdır putperestler. Müşrik çok her taraf müşrik dolu. “Müşrikler diyecekler ki Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Yani bunları müşrik yapan kimmiş? Allah’u Teâlâ. Peki bu Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam ilmihali’nde Maturidi Akaidi diye anlatılanlar. Bu zat ki böyle bir şey söylemiyor tefsirde. Burda ne diyor: Büyük İslam İlmihali 30. sayfa. orijinali 67. paragraf. Diyor ki: “Her hangi bir şeyin muayyen bir vechile vücuda gelmesinin cenabı hakkın ezelde dilemiş olmasına kader denir.” Şimdi bu insanlar müşrik olduğuna göre buradaki ifade neyi gösteriyor? “Bunların müşrik olmasını Allah ezelde dilemişti,” diyor değil mi? Demiyor mu? Ondan sonra diyor ki: “Allah Teâlâ’nın böylece dilemiş olduğu herhangi bir şeyi zamanı gelince meydana getirmesine de kaza denir.” Kader bu. Efendim “Allah’ın bilmesi yapmanızı, yapmak zorunda bırakmaz sizi. Ondan sonra da, Allah’ın bilgisi değişmez” derler. Yav kardeşim Allah’ı severseniz yani. Değişmediğine göre başka bir şey mümkün mü?
Fetullah Hoca’nın kitabında bu konu daha örneklendiriliyor. Yani Kitap Ve Sünnet Perspektifinde Kader. Yani tekrar söyleyeyim. Genel yapı böyledir. Fetullah Hoca buraya bir ilave veya çıkarma yapmıyor. Mevcudu daha anlaşılır hale getiriyor. Bak ne diyor. “Marks daha annesinin karnındayken beşeri idlar edecek beşer suretinde bir şeytandır.” Annesinin karnındayken. Ömer Nasuhi Hoca’nın söylediğinden bir farkı var mı? O sadece örneklendirmiş. “Yirminci asırda bize ışık tutan Hasan el Benna, Seyit Kutup, Nedvi ve emsali, Türkiye’de de adıyla sanıyla yoluyla yöntemiyle bu işi temsil eden büyük rehber. Said Nursi’yi kastediyor. Daha niceleri taa annelerinin karnındayken said damgalarıyla şereflendirilmişlerdir. Said damgasıyla şereflendirilmişlerdir.” Peki bunlar ne diyor. (müşriklerin söylediği) Bu insanların söylediğinin bundan bir farkı var mı? Şimdi burda birde örnek var. Aslında bu örnek de Buhari’de ve Müslim’de geçen bir örnektir. İbni Teymiyye’de bu örneği çok önemser. Ve bu hep önemsenir bu örnek. Bakın şurda ne diyor. “Adem ile Musa as. efendilerimiz karşılaştılar yüz yüze geldiler. (bu kitabın 56. sayfasında) Nerde karşılaşmışlarsa. Rasulullah’a malediliyor. Buhari’de ve Müslüm’de geçiyor. Parantez içinde demiş ki. “Bu karşılaşma misal alemine ait bir tablodur.” Demiş. “Musa as. Adem’e dedi ki ‘Sen bizim babamız Adem’sin. Bizi haybet ve husrana uğrattın. Cennetten çıkmamıza sebep oldun. Bunun üzerine Adem ona şu karşılığı verdi. Sen ki Musa’sın. Allah seni seçti üstün kıldı ve sana Tevrat’ı verdi. Buna rağmen sen beni ben yaratılmadan kırk sene evvel hakkımda verilmiş olan bir hükümden dolayı mı kınıyorsun. Yaratılmadan kırk sene evvel verilen bir hükümden dolayı mı kınıyorsun.” Yani benim cennetten çıkarılmam önceden kararlaştırılmıştı benim elimde ne var ki. “Adem Musa’ya galebe çaldı. Adem haklı çıktı.”
Peki burada suçlu olan kim? Allah’u Teâlâ değil mi? Öyle olmuyor mu? Şimdi bunlar haklı oluyor. Bakın Kur’an’ı Kerim’in Adem ve Havva kıssasıyla, İblis kıssasıyla ilgili ayetlerin tamamı gümbürtüye gidiyor ve Allah suçlanıyor. Allah önceden şey yapacak, Adem’in öyle yapacağını kararlaştıracak sonra da diyecek ki. Taha suresinde “Adem rabbine isyan etti ve kendisini hayallere kaptırdı.” Öyle mi? Nasıl isyan? Mecbur olana isyan denir mi? Rolünü oynamış. Şimdi burda tekrar ayete gelelim lütfen. Şimdi şu müşriklerin söylediği ile Rasulullah’a maledilen Adem as.a Musa as.a maledilen söz arasında bir fark var mı? Peki Allah ne diyor bakalım burda. Bunu çok dikkatle dinleyelim. Lütfen. Allah diyor ki: “Bu müşriklerden öncekiler de aynı yalana sarıldılar.” Kezzebe kelimesi meful almadığı zaman: Çok yalan söylemek, demektir. Yalanladılar değil. Buraya yalanladılar manasını verip parantez içerisine bir rasul koyarlar. Halbuki yukarısında hiç rasulle hiç alakası yok. “Çok yalan söylediler. Hep yalan söyleyip durdular.” Aynı gerekçeyle, bu gün de öyledir. Kaderci olmayan bir tane müşrik bulamazsınız. Kendi günahlarını Cenabı Hakka fatura etmek için. Allah’u Teâlâ ne diyor burda. Baskınımızı yiyinceye kadar. Cezamıza şey yapıncaya kadar. Bu sure Mekke’de inmiştir. Mekke’deki müşriklerden bahsediyor. “Ya Muhammet onlara şöyle de. Yanınızda bir bilgi var mı? Çıkarıp da bana gösteresiniz.” Allah sizin müşrik olmanızı önceden belirledi diye. Bilgi var mı?
Şimdi kadere inanç diyen insanlar için iman seviyesinde bilgi değil mi bu. Kader inancı var diyenler için öyle değil mi. Allah’u Teâlâ elinizde bir bilgi var mı çıkarasınız diyor. Ondan sonra. “Siz sadece zannınıza uyuyorsunuz.” Peki o ayetlere farklı mana veren, mim olduğu zaman şöyle olur diyen, zanna bile uymuyor değil mi? Yok efendim lemma yağlem: ortaya çıkarmak deniyor. Ahirette Cenabı Hak ortaya çıkaracakmış. Peki kendini kime karşı ispat ediyor ki. Siz kendinizi kendinizden aşağısındakine karşı ispat etme ihtiyacı duyar mısınız? Duyar mısınız? Haşa başka bir tanrı mı var ki Cenabı Hakkı imtihan edecek olan. Sözün nereye gittiğini de düşünmüyorlar.
Diyor ki Allah’u Teâlâ burda. Siz sadece atıyorsunuz diyor. Bak yalan söylüyorsunuz diyor, yanınızda bir bilgi yok diyor, zanna uyuyorsunuz, atıyorsunuz. Başka hangi kelime kaldı ki. Allah’u Teâlâ böyle bir şeyi kabul ediyor mu? Şuralarda anlatılan kader inancını Cenabı Hak kabul ediyor mu. Ediyor mu? Etmiyor. Peki ne demektir bu? Benim böyle bir kararım yok. Ondan sonra ne diyor. “Deki hücceti baliğa Allah’a mahsustur. Yani en sağlam, en kapsamlı delil Allah’ın delilidir.” Ondan sonra ne diyor. Burda şae, erade değil. Şae. Bak erade de herkesin mümin olmak istediğini söyledi Allah. Şae ne demek? Mümin ol diye emir veriyor. Allah ol dedikten sonra olmamak mümkün mi? Türkçe’ye bunu şöyle tercüme edersek güzel anlaşılır. “Bana kalsa hepinizi yola getirirdim. Ama bu işi kendime bırakmadım. Size bıraktım.” Onun için hiç kimseyle ilgili Cenabı Hakkın önceden bir kararı olur mu burda. Allah önceden, şu kişinin cennetlik şu kişinin cehennemlik olduğunu kararlaştıracak olsa peygamber gönderir mi? Ne manası var.
Bakın şurada ne diyor. “ Marks anne karnında beşeri idlar edecek beşer suretinde bir şeytandı.” Yapı bu. Peki siz bu Marks’ın cehenneme gitmesinin ne anlamı var ki. Suçlu kim cehenneme gittiği zaman? Allah’u Teâlâ bu mantığa ne diyor? Yalan diyor değil mi? Atıyorsunuz diyor. Bir bilgisiniz yok diyor. Peki niye bize karşı bir bilgiyle çıkamadıklarını anladınız mı şimdi. Olmayanla nasıl çıkılır. Şu ayeti şu tarafa çek. Bunu bu tarafa çek. Ne olacak. Ben haklı çıkacağım. Kardeşim bu işin ahireti de var kusura bakmayın. Peki bu inanç kimin inancıymış? İblis de Cenabı Hakka “Sen beni azdırdın” dedi değil mi? Beni azdırmana karşılık dedi.
Şimdi gelelim neticeye. Yani bu iş çok önemli bir iştir. Yoksa karşıma benim bu kadar büyük bir kitlenin çıkacağını gayet iyi biliyorum. Kitaplarda bunu söyleyenlerin cezasının öldürülmek olduğunu da çok çok iyi biliyorum. Defalarca okumuşum size de anlatmışım. Peki bütün bunları bile bile kim ortaya çıkarda konuşur. Yalnız Allah’ın rızasını gözeten çıkarda konuşur. Orada müşteri memnuniyeti yok. Eğer müşteri meselesi olsaydı. Bizi tanıyan gayet iyi bilir. 1976 da İstanbul Müftülüğü gibi bir yerde fetva işine başlayan, o işin yıllarca başı olan bir adam, etrafında bu kadar mı olur. Daha ne vakfının yeri kendinin, ne vakfının bir tane aracı var, ne vakfının parası var. Aylık iki yüz elli lira gelirle o vakıf idare ediliyor biliyor musunuz. Eğer müşteri memnuniyetimiz olsaydı her tarafımıza para yağardı şimdiye. Peki Cenabı Hak bizi muhtaç mı ediyor. Hayır. Hayır. Cenabı Hakka güvendiğin zaman Allah’u Teâlâ sana öyle bir güç verir ki. Bütün dünya gelse hiç. Hamdolsun Cenabı Hak onu da veriyor. Çok şükürler olsun. Ama Allah verdiği zaman dünyayı da verir ahireti de verir. Ama bu bir imtihandır. Sen başkasını memnun etmeye mi çalışıyorsun yoksa Allah’ı razı etmeye mi çalışıyorsun. Ve bu konu ümmetin kurtuluşu konusudur. Bu şekilde bir ümmet ezilmeye mahkumdur. İşte açıkça görüyorsunuz. Allah’ın açık ayetine aykırı bir şeyi inanç haline getirmiş olan bir ümmetten ne beklenir. Allah’ın yalan dediği, hiçbir dayandığınız bir şey yok dediği bir şey.
Şimdi gelelim. Efendim Cenabı Hakka karşı, burda ne diyor. “Şirkten kurtarayım derken cehalet isnat ederek Allah’ı daha acizlerden kılma şaşkınlığına düşürme bizi yarabbi.” Allah’ı acizlerden kılan biz miyiz yoksa gelenek mi? Ya zalim de yapıyor haşa. Şimdi Allah’u Teâlâ eğer bir şeyi önceden kararlaştırmışsa tabiî ki bilir. Bilmemesi mümkün mü? Allah’u Teâlâ bizi geçen hafta da söyledik bilgi imtihanından geçirmiyor. Samimiyet imtihanından geçiriyor. Bilgi imtihanından geçirse kafamızda ne olduğunu, gönlümüzde ne olduğunu çok çok iyi biliyor. Bilmemesi mümkün değil. Hatta Ehli Kitaba ne diyor. “Kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar” diyor. Bilgi imtihanı olsaydı hepsi on alırdı onların. Peki niye inanmadılar o kadar tanıdıkları halde. Bütün mesele, dünyayı ahirete tercih edip etmeme, meselesidir. İşte insanlar hep orada kaybederler.
Allah’u Teâlâ bizi imtihan ettiği için, eğer bizim yapacağımızı önceden kararlaştırmış olsa, bilir mi? Kesin bilir değil mi? Bilmemesi mümkün değil. Peki karalaştırmadıysa davranışlarımızla ilgili bir bilgi olur mu. Peki olmayan şeyi bilmeyi iddia etmek mi kusurdur, bilmemek mi kusurdur? Olmayanı. Hem Allah seni imtihan edecek, hem diyecek bilelim. Hem de kendisi bilecek. Ne oluyor. Kendisiyle çelişen bir Allah olacak haşa değil mi. Hem senin davranışlarını önceden belirleyecek. Burda söylendiği gibi. “ Herhangi bir şeyi muayyen bir vechile vücuda gelmesini Cenabı Hakkın ezelde dilemiş olması: kader.” Halbuki Allah öyle demiyor ki. Her şeye bir ölçü koyarım diyor. Allah ölçüyü belirlemiş. Doğru. Tıpkı bu kanun koymak gibidir.
Bu gün TBMM. bir kanun çıkardığı zaman sizden herhangi birinizin adını yazar mı oraya? Bu Allah’ın insanların içine koyduğu Allah’ın kanunudur. Bu sünnetullahtır. Allah prensipler belirler. Peygamberler gönderir. İnanan inanır, inanmayan inanmaz. İşte o zaman da imtihan olur. Bu Kader inancı. Peki şurada ben size bir şey söyleyeyim. Marksın Marks olacağı anasının karnında belliyse imtihanın bir anlamı var mı? Peki ahiretin bir anlamı var mı? Ahiret inancının bir anlamı var mı? Kur’an’ın bir anlamı var mı? Tebliğin bir anlamı var mı? Görüyor musunuz tüm sistem çöküyor. Suçlu biz oluyoruz. Karşı taraf suçlu değil. Peki böyle bir konuda mücadele edilmez de hangi konuda mücadele edilir. Ama bir şeyi daha söylemem lazım. Ayetleri okurken aklıma geldi. Tarikatçılığa karşı mücadeleyi ilk önce Enam 50. ayetle başlamıştım. O zaman uzun süre tek başıma kaldım. Hatta bazı geceler böyle yatak olurdu bana şey, diken, aynı sanki iğneler batıyor. Evden çıkardım. Çocuklar duymasın diye kapıları sessizce kapatır Beyazıt meydanında dolaşırdım. Uyuyamıyorsunuz. Yav ben delirdim mi acaba? Ama şimdi öyle olmadı. Şimdi Allah’a çok şükür. Burayı dolduran şey var işte sizler varsınız. İnternet üzerinden dinleyenler var ve sadece Türkiye’nin değil Dünya’nın her yerinde bu işi kavrayan insanlar var. O zamanki gibi değil. O bakımdan da Allah’a son derece şükretmemiz lazım.