Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lilmuttekın. Allahu Teala yaptığı her şeyi güzel yapar. O sadece Allah’a mahsustur. Güzel sonuçta kendi tabiatını (fıtratını) koruyanlar içindir. Çünkü Allahu Teala hepimizi en güzel kıvamda yaratmıştır. Ama sonra yaptığımız yanlışlarla yanlış noktalara gitmişizdir. Cenabı Hak o yanlışlardan muhafaza eylesin. Doğru yolu bulduktan sonra sapanlardan, itibar ve izzeti başka yerlerde arayanlardan eylemesin.
Hepiniz şimdi okuyacağımız ayetlerde kendinizi bulacaksınız. Hepimiz tabiatla ve fıtratımızla baş başa kaldığımız zaman hep güzel şeyler düşünür. Adeta Allah ile konuşuyormuş gibi güzel şeyler söyler ve Cenabı Hakka sözler veririz. Ama menfaatimize çatıştığı yerlerde menfaatimizi tercih ederiz. Onun için bugün dersimizin konusu olarak “Allah’a Verilen Sözde Durup Adaletten Şaşmamak” diye isim belirledik. Allah’a verilen sözü 7’den 70’e bütün insanlar verir. Adaletten şaşmamak, yani her zaman dengeli davranmaktır. Burada adaletten şaşmamak derken devletin en tepesinde olandan, sıradan her insan için hepsini ilgilendiren bir ifadedir. Çünkü kim olursa olsun. Adaletten şaşar, dengesizlik yaparsa zararını kendisi görür. Ve başkalarını da tabi zarara, sıkıntıya sokar. Allah nasip ederse; bugün, bundan önceki derslerin bir çeşit özeti şeklinde bir ders yapacağız.
Maide Suresinin 7. Ayetinden başlıyoruz. Allahu Teala burada şöyle diyor. “Vezkurû niğmetallâhi aleykum” “Allah’ın size olan nimetini aklınıza getirin”. Bir düşünün. Sahip olduğunuz şeylerin hangisi sizin tarafınızdan yapılmış. Şu anda ben size konuşuyorum. Bu konuşma Allah’ın yarattığı bir şeydir. Bunun için o kadar çok şeye ihtiyacım var ki… Allah’ın yarattığı bir dünyada, Allah’ın yarattığı bir ortamda, Allah’ın yarattığı insanlara, Allah’ın verdiği imkânlarla hitap ediyorum. Su içiyorum. Allah’ın yarattığı kanallardan ilgili yere gönderiyorum. Allah’ın yarattığı sistemle vücudumun her tarafında dağılıyor ve beni rahatlatıyor. “Allah’ın size verdiği nimetleri aklınızdan çıkarmayın”. Kendinizi öne almayın. Her şeyi veren Allah’tır. “ve mîsâgahullezî vâsegakum bihî” “Bir de sizinle yapmış olduğu Allah’ın sözleşmesi vardır”. Ben Allah ile nasıl sözleşme yaptım? Kendinizi birazcık gözlemleyin. Tabiatla baş başa kaldığınız zaman Allah ile sözleşme yaptığınızı görürsünüz. Bakarsınız ki birisiyle konuşuyorsunuz. Onun Allah olduğunu gayet iyi bilirsiniz. Çünkü o anda sizin içinizde size ondan daha yakın birisinin olmadığını bilirsiniz. Bunu bilmek için Müslüman olmaya ya da belli eğitim sisteminden geçmiş olmaya gerek yok. İnsan oldun mu yeter. Onunla ilgili ayetleri okuyacağız, inşallah. Allah’a verdiğiniz sözü de yerine getirin. “iz gultum semiğnâ ve etağnâ” “Hani Cenabı Hakka işittik ve itaat ettik demiştiniz”. Allah ile konuşurken Cenabı Hakkın sizden bir takım istekleri vardı, siz işittik, itaat ettik, tamam ya rabbi, gönülden, severek yapacağım bunu dediniz. “vettegullâh” “Allah’tan çekinerek tabi yapınızı koruyun”. Kendinizi bozmayın. “innallâhe alîmum bizâtis sudûr” “Allah insanların içinde olanın ne olduğunu gayet iyi bilir”. (Maide 7) Siz Allah ile içten içe konuşuyorsunuz. Yoksa böyle ağzınızla dilinizi oynatarak değil. İçten içe oradan hangi sözleri verdiğinizi Cenabı Hak gayet iyi bilir.
“Yâ eyyuhellezîne âmenû” “Ey Allah’a güvenen kişiler”. Burada bir güvensizlik ortaya çıkıyor. O da şudur. Önüne bir menfaat çıkınca, o menfaat ilahi menfaatlere ters düşünce “ya bakarsın bir daha fırsat olmaz, şunu bir yapayım da sonra iyi olurum” dersiniz. O fırsatlar, o şeyler hiçbir zaman bitmez. Bir de bakarsınız ki ölmüşsünüz. “Yâ eyyuhellezîne âmenû” “Müminler”. “kûnû gavvâmîne lillâhi” “Allah için dik duranlar olun”. Falan adam dik duran kişiden hoşlanıyor, değil. Şöyle birazcık dik duralım da azıcık havamız olsun, değil. İnsanlar bize karşı saygılı olsun, değil. Allah için… Allah için dendiği zamanda nerede olursanız olun, hangi şartlar altında olursanız olun dik durmaya devam edersiniz. Çünkü Allah’a güvenirseniz dik durursunuz. Allah her zaman her yerde vardır. Ve her şeyden herkesten daha güçlüdür. O en güçlüye güvendiğin zaman senden daha güçlü hiç kimse olmaz. “şuhedâe bil gıst” “hak ve doğrunun şahidi olun”. Yani şahitliğinizi yaptığınız zaman kimsenin hakkını kimseye yedirmeyin. “ve lâ yecrimennekum” “sizi günaha sokmasın”. “şeneânu gavmin” “bir gruba olan düşmanlığınız”. Bir gruptan nefret ediyor olabilirsiniz. Hoşlanmıyor olabilirsiniz. Ama o sizi günaha sokmasın. “alâ ellâ tağdilû” “adil olmama konusunda”. Yani adaletli davranmanıza engel olmasın. Ben bu adamdan nefret ediyorum. Bir fırsat tam ona ceza verecek andır. Bu fırsatı bir daha bulamam, aleyhinde bir konuşayım, diyebilirsiniz. Şunu bir ihbar edeyim. Fırsat bu fırsat onun cezasını çektireyim. Eski İstanbul Müftüsü Selahattin KAYA hoca, Beşiktaş’ta bir camide sohbet ederdi. Bir gün telefonla konuştuk. Hocam sohbete devam ediyor musunuz dedim. Yok dedi. Beni davet eden imamı FETÖ operasyonundan dolayı görevden aldırmışlar dedi. O imamın böyle bir şeyle alakası yok, gayet iyi biliyorum dedi. Fakat müezzinin varmış. Müezzin şikâyet edip görevden aldırmış. Daha sonra bu adamın böyle bir şeyle alakası olmadığı ortaya çıkınca göreve gelmiş. Fakat bu defa müezzin görevini kaybetmiş. Yani Selahattin KAYA hocanın bana söylediğidir. Maalesef bu tür fırsatları da kullanan çok insan var. Ama herkes tabi haklılığını ispat edemez. O gene karşısında kendisini dinleyen kişileri bulmuşta ispat etmiş. Bazı kimseler ne yaparsa yapsın… Zaten maalesef 19. asırdan itibaren Batı’dan gelen yargı sisteminin savunulabilecek hiçbir yanı yoktur. Bu sistemden Müslümanlar bir an önce kurtulmaları lazım. Bir saniye önce… O sistemde hâkim ve savcı tam birer ilahtır. Sanık sandalyesinde oturanda bir kuldur. Sistemin yapısı öyledir. Yani sistemin onlara verdiği rol bu şekildedir. “iğdilû” “adil davranın”. Dengeli davranın. Kimsenin lehinde, aleyhinde değil. Neyse o. Bunu Allah rızası için yapın. Mesela bu Fetullah ile 1983’den beri en sıkı mücadeleyi veren biziz. Ama bunların çoğunu ben size anlatmış değilim. Herkesin onların kapısında kuyruğa girdiği zamanlarda onlarla ilgili kitapta yazdık, müşrik olduklarını açık bir şekilde ortaya koyduk. Ama bunu yapmış olmamız, biz sadece onların akidelerini düzeltmek için yaptık, kendi lehlerine olsun diye yaptık. Herhangi bir yanlışlığa arka çıkamayız. Fırsat bu fırsat adamlar cezalarını çeksinler diyemeyiz. Doğrudan yana olmak zorundayız. Allah için… Şu razı olur, şu ne der, hangi çağda yaşıyoruz… Değil kardeşim. Allah’tan daha güçlüsü yoktur. Allah için yaparsan Cenabı Hak sana gereken desteği verir. “iğdilû, huve agrabu littagvâ” “adil davranın, takvaya en yakın olan odur”. Yani kendinizi korumak istiyorsanız, en iyi bir şekilde kendinizi, kurumunuzu, ülkenizi, neyi korumak istiyorsanız, en uygun olanı adil olmaktır. Çünkü kimse ağzını açıp da konuşamaz. “vettegullâh, innallâhe habîrum bimâ tağmelûn” “Allah’a karşı gelmekten sakınarak kendinizi koruyun. Çünkü yaptığınız şeyin iç yüzünü Allah bilir”. (Maide 8) Gerçek niyetinizi Allah bilir. Allah’tan hiçbir şeyi saklayamazsınız. İnsanları rahatlıkla kandırabilirsiniz ama Allah’ı asla…
“Veadallâhullezîne âmenû ve amilus sâlihâti” “Allah söz verdi. İnanan ve iyi iş yapanlara”. “lehum mağfiratuv” “Onlar için bir bağışlanma vardır”. Yani siz müminsiniz diye günah işlemiyor olmazsınız. İnsansınız. Hata yapmamak, günah işlememek bilerek, bilmeyerek… Bir takım şeyler yapabilirsiniz ama Allah için dik durduğunuz zaman size mağfiret sözü verir. Günahlarınızı örtme sözü verir. Başka ne sözü verir? “ve ecrun azîm” “büyük bir ücret sözü verir”. (Maide 9) Geçen haftaki derste konuşmuştuk. Muhammed’in (s.a.v) Mekke’de öldürülmesine karar verildiği için Medine’ye kaçmak zorunda kalmıştı. Kaçarken de bir sürü önlemler almak zorundaydı. Üç gün kadar Sevr Mağarasında saklandı. Hiç kimsenin tahmin etmeyeceği bir yerde… Sonra bir fırsatını buldu ve Medine’ye gitti. Medine’ye göçmen olarak giden Muhammed (s.a.v) bir buçuk sene sonra Allah’ın çok büyük bir yardımıyla Mekke ordusunu yendi. Onlardan esirler aldı. Esirlerden fidyeler aldı. Ve Medine’de çok büyük bir güç haline gelmiş oldu. Daha bir buçuk sene, ne ki? Mesela ben kendim düşünüyorum. Ben bir mahalleden başka bir mahalleye taşındığım zaman bir buçuk sene daha eve giden yolların tamamını öğrenemiyorum. Ama o bir buçuk senede o bölgenin hâkimi oluyor. Kim verdi onu? Allah verdi. Çünkü Allah için dik durdu. Karşılığını aldı. Sekiz sene sonra Mekke’ye elini kolunu sallayarak girdi. Hem de şu havasına bir bakın. Yani bir hava olarak düşünün. Haşa, Resulullah’ın hava atma diye bir şeyi olmaz da… Yani bugün ki açıdan… Kimse karşısına çıkamıyor. Kâbe’ye sığınanlar emindir. Evlerinden çıkmayanlar emindir. Falanca kişinin evine girenler emindir. Bu ne? Girdiğinde hiç kimseye gel buraya hani beni öldürmeye karar vermiştiniz, görüyor musunuz demiyor. Kimseye en küçük bir rahatsız edici kelimeyi aklından bile geçirmiyor. Falan kimseler Kâbe’nin örtüsüne saklansalar bile öldürün demiş derler. Bu tamamen iftiradır. Daha sonra oluşturmak istedikleri sisteme bir zemin olsun diye hadis kitaplarına koymuşlardır. Bu ne muhteşem bir şeydir. 10. sene vefat etmiş ve Türkiye’nin dört katı büyüklüğünde bir bölgenin hâkimi… Yani böyle bir şey… Size sık sık söylüyorum. Rasim OSMANZADE, bizim Rusça bölümünün yöneticisi olan Profesördür. Rusya’da yaşamış olan… 7 yaşındayken Moskova’ya gitmiş. Orada hoca olmuş. Kuranı Kerimi ilk defa bizim burada gördü. Orada annesi Müslümanmış. Tabi Müslüman… Yani annesi dindar bir kadınmış. Ama erkenden vefat etmiş. Bir Kuranı Kerim görmek için kütüphaneye gitmiş. Polit bürodan izin alman lazım demişler. Arkasından bakayım, kapağı nasıl demiş. Ona da müsaade etmemişler. Buraya gelip kuranı Kerim ile tanışınca her okuduğu ayet onu şok etti. Bir gün bana “hocam bak Muhammed Peygamberin anası yok, babası yok, zenginliği yok, siyasi bir üstünlüğü yok, hiçbir şeyi yok. Yani bugün bir insan keşke bende böyle olsam diyebileceği hiçbir şeyi yok. Hiç kimse onun gibi olmak istemez. Ama bak Allah ona bir Kuran vermiş, ne ana, ne baba, ne siyaset öyle bir güç, öyle bir kuvvet ki bugün biz onu anlamaya çalışıyoruz. Bütün ömrümüzü onu anlamakla geçiriyoruz. Bu ne muhteşem bir şeydir” dedi. Yani nedir bu? Ayeti tekrar okuyayım. “Veadallâhullezîne âmenû ve amilus sâlihâti” “İnanan ve iyi iş yapanlara Allah söz verdi.”. İşte en başta Muhammed (a.s). Ama verdiğiyle bunu gösterdi. “lehum mağfiratuv” “Onlar için bir bağışlanma vardır”. (Maide 9) Nasr Suresinde Mekke fetih edilince ne diyor? “Allah’tan istiğfar dile, Allah tövbeni kabul eder” (Nasr 3) diyor. Bu konuda bir sure indiriyor. Resulullah’a mağfiret var. Allah’ın resulüde olsa hata etmemek mümkün değil. “ve ecrun azîm” “büyük bir ücret vardır”. (Maide 9) Resulullah’ın aldığı sadece dünya ücreti mi? Ahirette alacağının yanında dünya ücreti nedir ki? Onun için Allah’a güvenmenin sonucu böyledir. Herkesin Allah’a çok güvenmesi lazım.
“Vellezîne keferû ve kezzebû biâyâtinâ” “Ama kâfirlik edenler ve ayetlerimiz karşısında yalan söyleyenler”. “ulâike ashâbul cahîm” “Onlar cehennemliktirler”. (Maide 10) Kâfirlik ne demek? Kefere ne demekti Yahya?
Yahya ŞENOL: Örtmek.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, Kuranı Kerimde örtme anlamında kafir kelimesi kullanılıyor mu?
Yahya ŞENOL: Hadid Suresinde kullanılıyor. “İğlemû ennemel hayâtud dunyâ leıbuv ve lehvuv ve zînetuv ve tefâhurum beynekum ve tekâsurun fil emvâli vel evlâd” “iyi bilin ki dünya hayatı bir oyundur, bir eğlencedir, bir süstür, aranızda bir övünç vesilesidir, mal ve evlatla konusunda çokluk göstergesi, övünç kaynağıdır”. “kemeseli ğaysin ağcebel kuffâra nebâtuhû” (Hadid 20)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kuffar kelimesi geçti. Bu küffar kelimesinden aklınıza ne gelir?
Yahya ŞENOL: Kâfirin çoğuludur.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kâfirler dersiniz. Bakalım Allah ne diyor?
Yahya ŞENOL: “kemeseli ğaysin” “bir yağmur örneği gibidir”. “ağcebel kuffâra”. İşte buradaki küffar… Kâfirler ama bildiğimiz manada Allah’ın ayetlerini örtenler değil, çiftçilikle, tarımla, ziraat ile uğraşan insanlardır. Yani tohumu atıp toprağa gömdükleri, gizledikleri için o ismi almışlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Arapçada kâfir dil olarak ne demek? Çiftçi demek. Niye? Çünkü toprağın içerisine tohumu atıp üstünü örtüyor. Peki, toprağın içine tohumu atıp üstünü örttüğünüz zaman tohum toprakta kayboluyor mu? Toprakta tohum var. O zaman kâfirlerin kalbinde iman var mı? Örtecek bir şey olmasa kâfirde olamazlar. Örtecek bir şeyi olacak. İnandıktan sonra üzerini örtecek. Önce inanç olmazsa kâfirlikte olmaz. Onun için siz çevrenize bakın. Kuran’a, Allah’a güveni olmayan insanlarla konuşursanız ne derler? Allah benim kalbimi biliyor, benim kalbim temiz derler. Yani ne demek? Allah biliyor benim kalbimde o inanç var. Bende Allah’a inanıyorum. Elbette o inanç var. Ama sen örttün üstünü… Onun etkisi yok. Allah’a güvenin yok. Kaybolmuş. Bir tarlaya tohum ekildiği zaman gidip de orada tohumu görebilir misiniz? Tohum yok mu? Var. Mesela o adam hayatında Allah’ın bir ayetini örtüyor. O ayet onun için yok. O zaman ne oluyor o? Kâfir oluyor. Mesela iblis ilk kâfirdir. Neyi örttü? Erdem sen bir anlat bakalım. Neyi örttü?
Erdem UYGAN: İblis’de Allah’ın kendisine verdiği emri yanlış bir şekilde tevil etti. Yani bir ivec yaptı. Sen beni ateşten yarattın, onu topraktan yarattın diyerek kendi yaratılış şeyine vurgu yaptı. Hâlbuki Allah’ın emri secde etmesi emriydi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela Âdem’e secde et diyor. Etmiyor. Niye etmedin dediği zaman ‘etmedim, çünkü’ demiyor.
Erdem UYGAN: Soruya cevap vermiyor. Üzerini örtüyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Düzgün bir cümle kullanıyor. O düzgün cümleyle onu örtmüş oluyor. Mesela niye faiz alıyorsun diye sorduğunuzda faiz haram değil ki demez. Ya kardeşim bugün ki ekonomiyi görüyorsun, durumlar, şartlar… Allah demek ki bugün ki ekonomiyi bilmiyor. Öyle mi?
Erdem UYGAN: Hatta hocam ben o ayeti öyle anlamıyorum gibi bir takım örtme şeyleri de var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O da İblis’in tavrı.
Erdem UYGAN: Yani adam ayeti bile kabul ediyor. Ama öyle anlamıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İblis sen bana demedin ki demiyor. Aynı şey. İblis demiyor ki bana emretmedin ki… İblis ahirete inanıyor mu?
Yahya ŞENOL: İnanıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Meleklere inanıyor mu?
Yahya ŞENOL: Zaten onlardan…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten meleklerden… Peki, İblis’in bugün ki imanın altı şartından inanmadığı ne var?
Yahya ŞENOL: İnkâr ettiği bir şey yok.
Erdem UYGAN: Hatta Allah’tan korktuğunu bile söylüyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İblis niye kâfir o zaman? 2540
Yahya ŞENOL: Allah’ın bir emrini görmezlikten geldi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İblis Allah’ın bir emrini görmezlikten gelip kâfir olacak. Bugün kiler keyiflerine uymayan ayetlerin üstünü örtecekler kâfir olmayacak, iyi bir mümin olacaklar. Kusura bakmayın öyle bir şey yok.
Erdem UYGAN: Hocam İblis’de ben alemlerin rabbinden korkarım derken aslında benim kalbim temiz demiş olmuyor mu?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Elbette. Ne diyor? “gâle innî berîum minke innî ehâfullâhe rabbel alemîn” Adam kâfir olunca “benim seninle bir alakam yok. Beni işin içine katma. Ben âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım” (Haşr 16) diyor.
Erdem UYGAN: Beriun demek de zaten ben temizim demektir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hadid Suresinin 20. Ayetinde küffar diye okumuştu. Örten dedi. Bakara Suresinde “İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ” “açıklayıcı ayetleri ve ana ayetleri örtenler”. “mim bağdi mâ beyyennâhu linnâsi fil kitâbi” “bu kitapta insanlara onları açıkladıktan sonra örtenler”. (Bakara 159)
Yahya ŞENOL: Yani o açıklamalar var, duruyor orada ama onlar bir şekilde onları pasifize etmişler.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama görmüyorlar, örtüyorlar. “ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâınûn” “Allah onları dışlar”. Lanetleme, dışlama demektir. “Dışlama durumunda olanlarda dışlar”. (Bakara 159) Gizleyen dedi. Ketm eden gizleyen… Yani bir yerde okuması gereken ayeti okumuyor. Bulunduğum konum gereği, yani İstanbul Müftülüğü Fetva Kurulu Başkanlığı falan… 25 yaşlarında öyle bir göreve gelmişim. Tabi İstanbul Müftülüğü son derece itibarlı bir yerdir. Öyle olunca Türkiye’nin en zenginleriyle, siyasi olarak en üst seviyede olan kişileriyle çok birlikteliğim olmuştur. Öyle yerlerde sadece ben konuşurum, diğer hocalar dinlerdi. Hiç seslerini çıkarmazlardı. Hiç cevap vermezlerdi. Ayetleri okuruz, hiç cevap vermezlerdi. Ne oluyor? Çünkü orada Allah’ın rızası önemli değil, o şahısların rızası önemlidir. Orada ayetler gizleniyor. Bugün de aynı şey söz konusudur. Bunların kapıları açık… Tövbe ederlerse, o gizledikleri ayetleri ortaya çıkarırlarsa… “İllellezîne tâbû ve aslehû ve beyyenû feulâike etûbu aleyhim” “kendilerini de düzeltir, ayetleri de açıklarlarsa ben onlara…” (Bakara 160)
Yahya ŞENOL: Yani tövbe ettim demeleri yetmiyor. Ben tövbe ettim, durumumu da düzelttim de yetmiyor. “ve beyyenu” “daha önce gizlediği ayetleri de insanlara açıklayacak”. (Bakara 160)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi bugün Hayrettin KARAMAN inşallah tövbe eder. Finans kurumu genel müdürleri ve proje müdürleri, üst düzeydeki kişilerle konuşuyoruz. Çok iğrenç bir yolla onlara faize fetva verdik. Üstlerini kapatarak… Ayağa kalktım. Bu mübarek dini maskara göstermeye hakkın yok dedim. Sözünü geri al dedi. Tamam, geri aldım, ne değişti dedim. Ezan okundu, kalktık namaz kılacağız. Ne dedi biliyor musunuz? Namaz kılalım da Allah günahlarımızı affetsin dedi. Olur, mu bununla?
Yahya ŞENOL: Olmaz. Eksik olur yani…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah kabul eder mi böyle bir şeyi?
Yahya ŞENOL: Islah ve beyan gerekir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne güzel her türlü pisliği yap, namaz kıl günahların gitsin. Peki, Yahudiler ve Hıristiyanlar bu günahları yapmadıkları için mi Allah tarafından kâfir sayılıyorlar? Ona dedim ki bak ben hiç öyle bir şey söylemiyorum dedim. Sonra genel müdürlerden bir tanesi kollarını sıvamış, abdest almaya hazırlanıyor. Ya hocam sen bizi çok sıkıntıya sokuyorsun, çok zora sokuyorsun, hiç nefes aldırmıyorsun dedi. Hayrettin Hocanın söylediği faiz değil mi dedim. Faiz ama dedi. Bana bak cehenneme gitmek istiyorsan işte o gidiyor, arkasından gidin dedim. Ben gelmiyorum dedim. Hadi size güle güle dedim. 2005’e kadar Türkiye’de ekonomiyi en iyi bilenlerdendik. Ondan sonra hiç bilmeyenlerden olduk da ne değişti, ne zararımız oldu? Evet, devam ediyorum. Allah burada ne diyor? Az önce sen küffar kelimesini okudun. “İnnellezîne keferû ve mâ tû ve hum kuffârun”. (Bakara 161) Aynı kelimeyi kullanıyor. Az önce kime küffar dedi? Çiftçiye. Burada da ketm edenlere, bildiği halde gizliyor, ayetleri okumuyor. Biliyor.
Erdem UYGAN: Küffarın manasının ketm etmek olduğunu…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Küffarın manası ketm etmek demektir. Gizlemek… Allah da açıkça burada söylüyor. Ona keferu diyor. Kâfir olan… Allah gizleyenlere kâfir diyor. “kâfir olarak ölürlerse”. “ulâike aleyhim lağnetullâhi vel melâiketi ven nâsi ecmeîn”. “Onlar üzerinde Allah’ın laneti, meleklerin laneti ve tüm insanlığın laneti”. (Bakara 161) Niye? Kardeşim başka tarafa İslam’ı bu şekilde gösteriyorsunuz.
Bakın gene anlatayım size. Almanlar bir faizsiz banka kurmak istemişlerdi. Onun bütün bilgileri bende dosyalarda vardır ama şu anda bankanın adı da, tarihte aklıma net olarak gelmiyor. Bankanın merkezi Frankfurttaydı. Adamlar bana telefon açtılar. Bir banka kurmak istiyoruz, bizim danışmanımız olur musunuz dediler. Danışma kurulunuzda kim var dedim. Araplardan falan falan saydılar. Kusura bakmayın, onların olduğu bir kurulda ben olmam dedim. Çünkü ben onlarla yıllarca toplantılara karışmışım, büyük zenginler ne diyor ona bakarlar, ona göre fetvalar verirler dedim. Neyse peki dediler. Sonra tekrar telefon açıp bir kere görüşebilir miyiz dediler. Danışmanlık yapmıyorsan yapma ama bir kere görüşelim dediler. Tamam, gelin dedim. Geldiler. Topkapı’da bir otelde oturduk, konuşuyoruz. Bunların tamamı Alman… Tercümanlık yapsın diye bir tane Arap getirmişler. Sonra ben baktım ki benim söylediğim başka… Arap tercüman ya beni anlamıyor ya da tercümesi yanlış. Diyalog bozuldu. Allah’tan ki Mustafa Evri yanımdaydı. Almanya’da doğmuş, büyümüş. Hemen o devreye girdi. Biraz ekonomiden de anlayan bir arkadaşımızdı. Gayrimenkul finansmanı yapıyorlarmış. Bankanın başkanı, “İki yıldır, Dubai’ye, Bahreyn’e, Malezya’ya, Cidde’ye, diğer birçok yerlere İslam Bankacılığını yapmak için toplantılara gidiyorum” dedi. İki yıl içerisinde bana söylenen “Siz birine gayrimenkul alacaksanız ona bir vekâlet verin. Git benim adıma falanca daireyi al. Ondan sonra alsın, getirsin. Faizli olarak sattığınız şartlarda ona satın dedi. Faizli krediyi satış olarak gösterin” dedi. Peki, o adama resmen vekâlet verecek misiniz dedim. Adam gerçekten banka adına alacak mı dedim. Hayır, sadece lafla… Böyle şey olur mu? Adam “ben böyle bir şeyin olabileceğini kendime anlatamam ki millete anlatayım” dedi. Onun için zaten sana geldik dedi. Ben utandım. Allah’ın laneti, meleklerin lanet, tüm insanlığın laneti… Bu adamların laneti bu adamların üzerinde olmaz mı? Bu kişilere doğru Müslümanlığı anlatsalardı, belki o adamlar Müslüman olacaktı. Müslümanlığı öyle saçma bir sistem olarak anlatıyorlar ki… Adam ben utanırım kendimden dedi. Böyle şey nasıl olur dedi. Sonra adamlara anlattık, mevcut yasaları değiştirmeden nasıl yapabileceklerini güzel bir şekilde anlattık. Bir de Frankfurt’ta toplantı yaptık. Sonra kendi aralarında anlaşmazlık çıktı. Ve devam ettirmediler. Çünkü bu dini insanlara maskara gösteriyorsunuz. Buna kimsenin hakkı yoktur. Demek ki küffar kelimesi hem çiftçi manasına hem kâfir manasına geliyormuş. Çünkü ikisinin de manası gizlemektir. Birisi ayeti gizliyor, birisi tohumu gizliyor.
Maide Suresinin 11. Ayetinde “Yâ eyyuhellezîne âmenuzkurû niğmetallâhi aleykum” “Müminler, Allah’ın size olan nimetini hatırlayın”. Hepimiz için söz konusudur. Tarihteki şeye gitmeye gerek yok. “iz hemme gavmun ey yebsutû ileykum eydiyehum fekeffe eydiyehum ankum” “bir topluluk size ellerini uzatmak istedi, yani sizi engellemek istedi. Allah onları sizden engelledi”. Allah sizi korudu. Ben şahsen bu konuda da epeyce konuşabilirim. Bize neler yaptıklarını… Hiç gerek yok. “vettegullâh” “Allah’tan çekinerek kendinizi koruyun”. “ve alallâhi felyetevekkelil mué’minûn” “Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler”. (Maide 11) Allah’a güvensin ve dayansınlar. Başka hiçbir şeye değil. Peki, bu ayet size neyi hatırlatıyor?
Yahya ŞENOL: Güncele uyarlarsak geçen sene yaşananlardır. Türkiye’ye birileri el uzattı, Cenabı Hak onların elini çekti. Büyük bir nimet yani…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İnsanların kalbine o gücü veren kim? Kalplerinden korkuyu alan kim?
Yahya ŞENOL: Tamamen Allah’ın yardımı yani…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Adamın elinde tank var, uçak var, asker var, polis var, her şey var. 15 Temmuz’un başarılı olmamasının tek sebebi Allah’ın yardımıdır. Allah o kadar yardım etti. Siz ondan sonra kâfirlerin davranışlarını devam ettirin. Cenabı Hak bunu affeder mi? Derhal tövbekâr olmak lazım. Derhal kendimize dönmemiz lazım. Rad Suresinden okuyalım. Oradan bir İslam Âleminin durumunu değerlendirelim. “Efe mey yağlemu ennemâ unzile ileyke mir rabbikel haggu kemen huve ağmâ” “Rabbin tarafından indirilmiş olanın hak olduğunu bilen ile körlük eden bir olur mu?” (Rad 19)
Yahya ŞENOL: Görmek istemeyen…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Görmek istemiyor yani… Allah’ın ayetini okuyorsun, görmek istemiyor. Duymak istemiyor.
Yahya ŞENOL: Yani burada ki ama gerçek manada gözleri görmeyen insanlar değil, onuda belirtelim.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kesinlikle değil.
Yahya ŞENOL: Cenabı Hak “lâ tağmel ebsâru ve lâkin tağmel gulûbulletî fis sudûr” “gözler kör olmaz, kör olan sinelerdeki kalplerdir” (Hac 46) diyor. Dolayısıyla Kuran tabiriyle ama kendisini gerçeklere kapatmış insan demektir. Gözünü hakikate kapatmış insanlar demektir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne kadar gösterirsen görmek istemiyor.
Yahya ŞENOL: Yani burada ki ayette o… Ayet var ama kendisini ayete kapatıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela Ramazanda imsakle ilgili olarak sanki bu insanlar yıldız gözlemi yapacakmış gibi gerçeklere gözlerini kapatarak % 100 yalan söyleyerek… Hadi çıksın da karşımda biz koskoca bir kurumuz, bize yalancısın dedin desinler de, ben onların yalancı olduğunu bütün dünyaya ispatlayayım. İspatlamama gerek yok. Çünkü Astronomi ilim dalı zaten onların yalan söylediğini kabul ediyor. Bu insanlara hiçbir vakit sabah namazını kıldırmadılar. Ne olacak şimdi bu?
Yahya ŞENOL: “kemen huve ağmâ” bu işte…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Diyanet deniyor değil mi? Hiçbir tanesinin çıkıp da namaz vakitleriyle ilgili ayet okuduğunu gördünüz mü? Bir tek hadis okuyanını gördünüz mü? Ne oluyor? Sizin göreviniz insanları dinden uzaklaştırmak mı? Bana niye kızıyor diyorlar. Cenabı Hakkın gazaplandığı bir şeye bir kul olarak ben nasıl gazaplanmayayım? “innemâ yetezekkeru ulul elbâb” “bu bilgiyi sadece dik duruşlular elde ederler”. (Rad 19) Allah’ın dini karşısında dik duruşlu olacaksın. Kimseye boyun eğmeyeceksin. İşte o zaman rabbinden sana indirilenin hak olduğunu kavrarsın. Öbüründe ilgilenmezsin, bir tarafa atarsın. Dik duruşlu olanlar kimmiş? Ulul elbab kim? “Ellezîne yûfûne biahdillâhi ve lâ yengudûnel mîsâg” “Allah’ın sözünü yerine getirenlerdir. Ve Allah’a verdikleri sözü bozmayanlardır”. (Rad 20) Allah’a karşı taahhütleri var. O taahhüt ile ilgili ayeti en okuruz. 7’den 70’e yeryüzündeki bütün insanların Cenabı Hakka karşı bir taahhüdü vardır. “Vellezîne yesılûne mâ emerallâhu bihî ey yûsale” “Allahu Tealanın birleştirilmesini emrettiği şeyi birleştirenlerdir”. Allahu Teala benimle aranıza başkasını sokmayın diyor. Ben ne diyorsam onu yapın diyor. Falan hoca böyle dedi, filan hoca böyle dedi, filan mezhep böyle dedi… Allah’ın dediğini yapsana şunun, bunun dediğini yapıyorsun. “ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hısâb” “Rablerinden korkan” Haşyet saygıyla beraber olan bir korkudur. Rablerine karşı çok saygılı olan dersek daha doğru olur. “ve yehâfûne sûel hısâb” “kötü hesaptanda korkan”. (Rad 21) Ben şimdi Allah’ın emrini tutmazsam yandım diyebilen insanlardır.
Yahya ŞENOL: Allah’a hesap vermekten korkan, başka birine değil.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yarın şu olursa ne olur, bu olursa ne olur… Kısa süreli menfaatlerin devamlı Cenabı Hakkın emirleriyle çatışır. Bu kesindir. Çatışmasa imtihan olmaz zaten… Hangisini tercih ettiğin ortaya çıkması lazım. “Vellezîne saberubtiğâe vechi rabbihim” “Allah rızasını arayarak sabırlı olanlar”. Allah rızasının peşine düşerek sabırlı oluyor. Dayanıp direniyor. “ve egâmus salâte” “Namazı da tam kılanlar”. Vaktinde titizlikle… “ve enfegû mimmâ razagnâhum” “kendilerine rızık olarak verdiklerimizden de harcayanlar”. Rızık olarak dediği zaman azdan az, çoktan çok… “sirrav ve alâniyetev” “gizli ve açık”. İki şekilde de… “ve yedraûne bil hasenetis seyyiete” “kendilerine yapılan kötülüğü iyilikle karşılayanlar”. O kötülük yapabilir ama ben yapamam diyeceksiniz. “ulâike lehum ugbed dâr” “İşte bu en son dar onlarındır”. (Rad 22) Yani son gülen iyi güler. Araplarda da vardır. “men dahike ahiran dahike kesira” “son gülen çok güler” derler. Onlar çok güler derler. Biz de iyi güler deriz. “Cennâtu adniy yedhulûnehâ” “Adn cennetleri… Oraya gireceklerdir”. Kendileri girecek. Sadece o değil. “ve men saleha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim” “Babalarından, eşlerinden ve soylarından uygun olanlarda onlarla beraber gireceklerdir”. “vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb” “her kapıdan melekler girecek onların üzerine”. (Rad 23) “Selâmun aleykum bimâ sabertum” “Ne mutlu size sabrınızın karşılığı”. Sabrettiniz. “Artık sizin için esenlik ve güvenlik var”. Sıkıntı yok, her şey bitti. “feniğme ugbed dâr” “en son yurt ne güzeldir”. (Rad 24) Yani son güler iyi güler. “Vellezîne yengudûne ahdallâhi min bağdi mîsâgıhî” “Allah’a verdikleri sözden sonra o sözlerini bozanlar”. “ve yagtaûne mâ emerallâhu bihî ey yûsale” “Allahu Tealanın birleştirilmesini emrettiğini kesen”. “ve yufsidûne fil ardı” “ve yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkaran”. Düzeni bozanlar… “ulâike lehumul lağnetu” “onların hakkı lanettir”. (Rad 25) Dışlanmadır. Yeryüzüne bakarsanız bugün yeryüzünde dışlanan hangi topluluk var? Bugün Arakan mesela… Arakan, Suriye, Filistin, Irak, Afganistan… Müslümanlar perişan… Biz ne yapıyoruz? Sadece mesajlarla lanetliyoruz. Elinden geleni yapsana… Sen şurada bir Müslüman gibi ayakta dur. Cenabı Hak sana neler nasip ediyor. Hiç bu kadar Türkiye faize batmış mıydı? Allah ve resulüyle savaşmaktan çekinmiyorsun. Ondan sonra ben dik duruyorum falan diyorsun. Öyle şey yok. Gerçekten bunu yaptığını önce Cenabı Hakka karşı ispatlaman lazım. “ve lehum sûud dâr” “dar’ın kötüsü onlaradır”. (Rad 25) Nerede? Hem bu dünyada hem ahirette… “Feemmellezîne keferû feuazzibuhum azâben şedîden fid dunyâ vel âhırah” “Kâfir olan yani Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelenlere bu dünyada da şiddetli azap çektiririz” (Ali İmran 56) diyor. Bugün İslam alemi o azabı çekiyor. Sona doğru geldik. Sizin katacağınız bir şey var mı?
Erdem UYGAN: “Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yedurrukum men dalle izehtedeytum”. (Maide 105) Yani siz doğru olduktan sonra, dik durduktan sonra Allah size neler ikram edecek dediniz ya… Rabbimizde öyle söylüyor. Siz kendinize bakın, siz dik durursanız, doğruyu bulursanız kimse size zarar veremez diyor.
Bir de bu Arakan’da dün bir köyde 900 ila 1000 kişiyi katletmişler. Sadece bir erkek çocuğu sağ kalmış. Koca bir köyden sadece bir erkek çocuğu sağ kalmış. Bu sadece bir köy… O da bilinen kadarı… Oradan maalesef fazla haberde gelmiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bilmediğimiz ne kadar?
Erdem UYGAN: Bilmediğimiz kim bilir ne kadar?
Yahya ŞENOL: Ondan daha acısı… Çünkü bu bitmiyor. Dün o zulmü İsrail Filistin’e yapıyordu. Ona ağlıyorduk. Yakın zamanda Suriye’ye ağlıyorduk. Şimdi Arakan’a… Yarın kim bilir, bir başkasına ama… Bu bitmiyor. Acı olan ne? Karşılığında hiçbir şey yapamıyorsun. Birleşmiş Milletler devreye girsin diye bekliyorsun.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Dua ediyorlar ya… Hep Allah’a bırakıyorlar. Ya Rabbi benim işim gücüm var, git şu işi sen gör diyorlar. Haşa…
Yahya ŞENOL: Acı olan bu…
Erdem UYGAN: Zulme karşı sessiz kalmak o zulme taraftar olmaktır diye sloganik ifadeler paylaşılıyor. Bu ifadeler aynı zamanda hiçbir şey yapamıyoruz demenin de itirafı haline gelmiş vaziyette… Biz Müslümanlar olarak elimizden hiçbir şey gelmiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sen önce bulunduğun yerde bir şey yap. Menfaatlerinle Allah’ın emirleri çatıştığı zaman Allah’ın emirlerini bir tercih et ki Cenabı Hak sana güç ve kuvvet versin.
Yahya ŞENOL: Müslümanlara yardım edeceğim diye Allah’ın vaadi var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Etmiyorsa sende bir problem var demektir.
Yahya ŞENOL: Haşa. Cenabı Hak vaadinden dönmüş değil ki… Taha Suresinin 124, 125. Ayetleri var. Derslerde sık sık okuyoruz. Yeri geldiği için bir daha hatırlatalım. “Ve men ağrada an zikrî” “benim zikrimden”. Yani her dönem için benim kitabımdan… Geçmişte Tevrat’tan, İncil’den ama bugün Kuranı Kerim’den “her kim yüz çevirirse”. Bunun birinci muhatabı biz Müslümanlarız. Bir başkası değil. Bugün 2017 yılında Türkiyesinde, Arabistanında, Suriyesinde bu ayetin bir numaralı muhatabı Müslümanlardır. “Ve men ağrada an zikrî” “Kim benim bu zikrimden, Kuranımdan, son gönderdiğim kitabımdan yüz evirirse”. “feinne lehû meîşeten dankev” “ona dünyada dar, zor, çok sıkı, üzüntülerle dolu bir hayat yaşatacağız” diyor. Bu da Allah’ın bir vaididir. Yani tehdidir. Siz benim zikrimden, Kuranımdan yüz çevirirseniz, sizin dünyanızı dar edeceğim. Yetmeyecek. “ve nahşuruhû yevmel gıyâmeti ağmâ” “Kıyamet günüde onları kör olarak haşredeceğiz” (Taha 124) diyor. Niye diyeceksiniz. Ne yaptı? Niye kör olarak haşretti? Dünyası gitti. “Gâle rabbi lime haşertenî ağmâ ve gad kuntu basîrâ” “Ya Rabbi niye beni kör olarak haşrettin ki ben dünyada gören bir insandım diyecek”. (Taha 125) Cenabı Hak’da “Gâle kezâlike” “Evet tamda dediğin gibi diyecek”. “etetke âyâtunâ” Allah tamamen muhataplara yöneldi. Size demiyor. Her bir muhataba… “Sana ayetlerimiz geldi”. “fenesîtehâ” “sen onları unuttun”. (Taha 126)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani unutmuş gibi davrandın.
Yahya ŞENOL: Yani ne yaptın? İlgisiz kaldın, şunu yaptın, bunu yaptın… İkinci plana attın. Kuran ile bağını kopardın. Kuran yokmuş gibi davrandın. O zaman “ve kezâlikel yevme tunsâ” “bugün de sen unutulacaksın”. (Taha 126) Bu kadar basit. Dünyada gidiyor, ahirette gidiyor. Bugün niye bu durumdayız? Bitmeyecek ki… Dün Suriye’de bitmedi. Bugün Arakan bitmiyor. Yarın bir başka…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani ölürsek ahirette cennete gideriz diye bir şey de yok.
Yahya ŞENOL: Yok öyle bir şey. Maalesef… Burasıda, orası da gidiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama bu kitabı bilenlerle ilgili… Bilmeyenler gene ahirette kurtarırlar ama bilenlerin kurtulma şansı yok.
Yahya ŞENOL: Yani sen bugün Kurana karşı gözünü kapatırsan öbür tarafta Allah gerçekten gözünü kapatıyor. Cenabı Hak muhafaza buyursun.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah’a verdiğimiz sözle ilgili ayeti okuyalım. “Ve iz ehaze rabbuke mim benî âdeme” “Rabbin ademoğullarından aldığı zaman”. Arap dilinde oğullar dendiği zaman kızlarda o işin içine girer. Yani bizim Türkçe’ye tercüme edersek insanlardan aldığı zaman demek daha uygun olur. “min zuhûrihim” “onların sırtlarından”. Yani bellerinden… “zurriyyetehum” “soylarını”. Soy ne ile oluşuyor? Nutfeyle yani döllenmiş yumurtayla… Döllenmiş yumurtanın kaynağı nedir? Erkeğin spermi, kadının yumurtasıdır. Erkeğin spermi ile kadının yumurtası birleşince insanın tohumu oluşuyor. İşte onun sebebi olanı aldığım zaman diyor. Bunun başlangıcı hangi zaman oluyor? Buluğ çağı… Kadın ile erkek… Kadın kanala yumurta gönderdiği vakit buluğa ermiş oluyor ve adet görmeye başlıyor. Erkek de sperm üretmeye başladığı zaman buluğa ermiş oluyor. O zaman insanların hangi zamanı oluyor? Sorumluluğun başladığı zamandır. Mükellefiyetin başladığı zamandır. “ve eşhedehum alâ enfusihim” “kendilerine karşı onları şahit tuttuğum da”. Tabi bu orada başlayıp orada bitmiyor ki… Bir an değil. İnsanın bu yapısı ölene kadar devam ediyor. Kadının da, erkeğin de… Başlangıcını söylüyor ama sonra devam ediyor. Allah şahit tuttu. “alâ enfusihim” “kendilerine karşı”. Kendilerini bağlayıcı bir şekilde şahit tuttu. İç konuşmayla… Kendi içlerinden Allah’a verecekleri bir söz… Şahit tuttu. İşte bu Allah’a verdiğimiz bir söz oluyor. Orada “elestu birabbikum” “ben sizin rabbiniz değil miyim?” diyor. “gâlû belâ” “hepsi de elbette dediler”. İçten… Yani Allah tabiatta gösterdiği ayetlerle her insana kendi varlığını, birliğini bildiriyor. Onun için her insan Allah’ın var ve bir olduğunu kesin olarak bilir. Bir televizyon programındaydık. Dinleyiciler arasında bir hanım vardı. Reklam arasında ben ateistim, ben aslında Allah’a inanmam dedi. Ben sana bir şey söyleyeyim mi dedim. Sen Allah’a kesin olarak inanıyorsun dedim. Ona ben kurban olmuşum diye konuşmaya başladı. Ama peygambere inanmıyorum dedi. Sen keyfine göre yaşamak istiyorsun, hayatındaki gidişatı bozmak istemiyorsun dedim. Çünkü o resul geldiği zaman emir ve yasak oradan geliyor. Başka şekilde gelmiyor. “en tegûlû yevmel gıyameti innâ kunnâ an hâzâ ğâfilîn” “sonra kıyamet günü kalkıp ya rabbi senin varlığından birliğinden haberimiz yoktu ki, niye bize bunu soruyorsun ki derdiniz”. (Araf 172) “Ev tegûlû innemâ eşrake âbâunâ min gablu” “ya da biz ne yapalım kalktık babalarımız müşrik diyebilirsiniz”. “ve kunnâ zurriyyetem mim bağdihim” “onların çocuklarıydık” “efetuhlikunâ bimâ fealel mubtılûn” “hakkı batıl gösteren bu adamların yaptıklarından dolayı bizi helak mı edeceksin, ya rabbi biz ne bilelim”. (Araf 173) İbrahim’in (a.s) anlattığı gibi o putlardan, o aracı tanrılardan hiçbir şey olmaz, çok iyi bilirsiniz. “Ve kezâlike nufassılul âyâti ve leallehum yerciûn” “işte ayetleri böyle açık açık anlatırız. Belki onlar yanlışlarından dönerler”. (Araf 174) Peki, Allah’ın varlığını ve birliğini öğrendiniz. Eğer siz bu kitabı kendi dilinizle okursanız ya da bu kitabın bir bölümünü okursanız bunun da Allah’ın kitabı olduğunu kesin olarak anlarsınız. Herhangi bir kişinin anlatmasına lüzum yok. Zaten bu kitabın Allah’ın kitabı olduğu bizim anlatmamıza kaldıysa… Biz onu istediğimiz tarafa çeviririz. Haşa. O zamanda ya rabbi ben senin dediklerine uyacağım dersiniz. Menfaatlerinizle çatışıncaya kadar… İşte imtihan oradadır. Menfaatlerinizle çatıştığı zaman inkâr mı ediyorsunuz? Ahirette cehenneme gittiği zaman cehennemin bekçileri “elem yeé’tikum nezîr” “size bir uyarıcı gelmedi mi?” (Mülk 8) diyor. “Gâlû belâ” “Tabi ki geldi”. “gad câenâ nezîrun” “kesinlikle bize bir uyarıcı geldi”. Allah kesin uyarmadan kimseye ceza vermez. “fekezzebnâ” “ama yalan söyledik”. “ve gulnâ mâ nezzelallâhu min şeyé’” “Allah bir şey indirmemiştir dedik”. Bazı kadınlar Allah benim başımı örtmemi niye emretsin ki derler. Allah sana mı soracak? Namaz kılmanın Allah’a ne faydası var? Senin mahalleden arkadaşın mı o? Seni yaratan o. Onun dediğini yapman lazım. Ama yalan söyledik diyor. Çünkü Allah’ın ayeti olduğunu biliyor. “in entum illâ fî dalâlin kebîr” “onlara siz sapıksınız dedik”. (Mülk 9) “Ve gâlû lev kunnâ nesmeu ev nağgılu” “ah keşke bize anlatılanları dinleseydik, hiç olmazsa aklımızı çalıştırsaydık”. Denilenler doğruydu zaten… “ma kunnâ fî ashâbis seîr” “bu cehennemliklerin içinde olmazdık”. (Mülk 10) “Fağterafû bizembihim” “hepsi suçlarını itiraf etti”. (Mülk 11) Ama ne işe yarar ki? Peki, böyle bir kafirlik tanımı siz hiç kitaplarda görüyor musunuz? Kâfirin Kuranı Kerimde olduğu gibi… Çiftçinin tohumu toprakta gizlemesi gibi kâfirinde kalbinde imanı gizleyen kişi olduğunu… Hesabına gelmediği için… Bazen ölüm tehlikesinden dolayı Allah müsaade ediyor ama hesabına gelmediği için ayeti görmek istemiyor, görmezlikten geliyor. Bu açıdan baktığınız zaman milletin örnek Müslüman diye gördüklerinin birçoğunun kâfir çıktığını görürsünüz. Çok dikkatli olalım. Başkaları her şeyi yapabilir ama biz değil. Mutlaka adaleti yerine getirelim. Allah’ın emirleri menfaatlerimize elbette ki ters olacak. Aksi takdirde imtihan olmaz. Biz Allah’a güvenelim. Allah’a yönelelim. Cenabı Hakkın bize vereceği mükâfatı, ödülü yeryüzünde hiç kimse veremez. Bunu çok iyi bilelim. Bu kişisel hayatımızda da böyledir. Hangi noktada olursak olalım. Herkes bulunduğu noktada kendi imkânlarına göre aynı imtihanlardan geçer. Öyle başkasına bakıp da falanca yapsın, ben değil diyemeyiz. Hepimizin aynı şekilde yapmamız gereken şeyler vardır. Allahu Teala bu imtihanı kazanmamızı cümlemize nasip eylesin.