Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lilmuttekın, essalatu vesselamu ala resulune Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bu akşam Maide Suresinin 12 ve 13. Ayetlerini okuyacağız. Bu ayetler Yahudilerin lanetlenmeleri ile ilgilidir. Kuranı Kerim’de ilk lanetlenen İblis’tir. Lanetlenme ifadesi Müslümanlarla ilgili olarak da geçer. Dolayısıyla bu akşam asıl anlatmaya çalışacağımız şey “lanetlenme” konusu olacaktır. Lanetlenme’nin Türkçe karşılığı dışlanmadır. Hani gittim hiç yüz vermedi, yüzüme bakmadı, yanına yaklaştırmadı dersiniz. Lanetlenme odur. Dışlanma demektir. Allahu Teala cinlerden ve insanlardan kendisine başkaldıranları tövbe edinceye kadar lanetler. Yani Türkçe açısından dışlar.
Ayeti kerime şöyle; “Ve legad ehazallâhu mîsâga benî isrâîle” “Allah İsrailoğullarının verdiği kesin sözü aldı.” Yani İsrailoğulların’dan kesin söz aldı. “ve beasnâ minhumusney aşera negîbâ” “Allahu Teala onlardan 12 tane gözcü gönderdi.” Burada gönderdik şeklinde ifade ediliyor. Arapça’da iltifat denen bir sanat vardır. Cümlenin zaman yapısı beklenmedik bir şekilde değişir. İşte burada 3. tekil şahıstan 1. çoğul şahısa hemen geçildi. Türkçe’de böyle bir sanat olmadığı için ayetlere meal verirken buna dikkat etmek lazım. Bir Türk’ü bu şaşırtır ama bir Arap açısından zihni uyanık tutma sonucunu doğuracak bir vazife görür. Allahu Teala İsrailoğullarından kesin söz aldı. Onlardan 12 gözcü gönderdik diyor. İsrailoğulları’nın 12 tane kavimleri vardır. Bunlar Yakup’un oğullarının soyundan gelenlerdir. Her bir koldan bir gözcü seçilmiştir. “ve gâlallâhu innî meakum” “Allahu Teala ben sizinle birlikteyim” dedi. “lein egamtumus salâte ve âteytumuz zekâte” “namazı kılar, zekatı verirseniz” İsrailoğullarında namaz var mıymış? Namazı tam kılar, zekatı verirseniz… Namaz, Adem’den (a.s) beri bütün nebilerin ortak emridir ve aynı şeydir. Bazılar, ‘Mekke’de sabah akşam 2’şer rekat namaz kılınıyordu. Sonra beş vakit namaz farz kılındı’ falan derler. Böyle bir şey yoktur. Mekkelilerde beş vakit namaz kılarlardı. Çünkü İsmail’in (a.s) soyundan geldikleri için, İsmail (a.s) onların nebileri olduğu için onlarda da aynı ibadet vardı. Bunlara çok dikkat etmek lazım. Allahu Teala İsrailoğullarından söz alırken “namazı tam kılar, zekatı verirseniz” diyor. Zekat da aynıdır. Değişen bir şey yoktur. “ve âmentum birusulî” “elçilerime inanıp güvenirseniz” “ve azzertumûhum” “onları desteklerseniz” “ve agradtumullâhe gardan hasenel” “Allah’a güzel bir ödünç verirseniz” Yani karşılığını yalnız Allah’tan bekleyerek bir takım işler yaparsanız… Menfaat beklemeden, Allah rızası için işler yaparsanız… “leukeffiranne ankum seyyiâtikum” “Bende kesinlikle sizin kötülüklerinizin üstünü örterim” “ve leudhılennekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâr” “kesinlikle sizi içinden ırmaklar akan bahçelere yerleştiririm” “femen kefera bağde zâlike” “bundan sonra kim kafirlik ederse” “minkum” “sizden” Yani benim ayetlerimin üstünü örterse bundan sonra kim bunu yaparsa… “fegad dalle sevâes sebîl” “doğru yoldan sapmış olur.” (Maide 12)
“Febimâ nagdıhim mîsâgahum” “sözlerini bozmaları sebebiyle” Yani verdikleri sözü bozdukları için “leannâhum” “onları lanetledik” Yani onları dışladık. “ve cealnâ gulûbehum gâsiyeh” “kalplerini de katılaştırdık” Yani kendi yaptıkları o yanlışlar kendilerine bu şekilde dönmüş oldu. “yuharrifûnel kelime am mevâdııhî” “çünkü sözleri yerlerinden başka anlama kaydırırlar” Yani Tevrat’ın kelimelerini değiştirmiyorlar ama orada anlam değişikliği yaparak insanların doğru anlamalarını engelliyorlar. “ve nesû hazzam mimmâ zukkirû bih” “kendilerine tembih edilen şeyin bir kısmını da unuttular” “ve lâ tezâlu tettaliu alâ hâinetim minhum” “onların hainliklerini tesbite sürekli devam edeceksin.” Yani dikkat edersen her zaman bir hainlik peşindedirler, hainliklerini görürsün. Yani bu Yahudiler devamlı hainlik peşindedirler. Hain ne demek? Size karşı iyi davranıyormuş gibi gösterir ama alttan bir takım yanlış işler yapar. Ve sizi kötü duruma düşürmek için elinden geleni yapar. “illâ galîlem minhum” “çok az bir kısmı hariç” Yani Yahudilerin içerisinde dürüst davranan, doğru davranan kişilerde vardır. Peki, ne yapacağım ya rabbi? “fağfu anhum” “onları görme” Vay bunlar hain, bunlara şunu yapacağız, bunu yapacağız değil. Şimdi insanlar olarak hep bir arada yaşıyoruz. Her insanın kafir olma hürriyeti var değil mi? Kafir olanı öldürürüz derseniz kafir olma hürriyeti diye bir şey kalır mı? Allah Resulullah’a ne diyor? Onları görme, boşver diyor. “vasfah” “onlara karşı aldırış etme” Yani mesele yapma. Adamlar günah işleme hürriyetini kullanıyorlar. Kullansınlar. Resulullah’a (s.a.v) ne dedi? Onlardan sürekli bir hainlik görürsün dedi. Peki, hainliklerinden dolayı yargılayacak mısın? Hayır. Kâfirliklerinden dolayı yargılayacak mısın? Hayır. İnsanların dine giriş çıkışı sürekli olabilir. Adam bir şeyle karşılaşır, adam dinden çıkar. Bir başka şeyle karşılaşır, tövbe edip dine girer. “innallâhe yuhıbbul muhsinîn” “Allah iyi davrananları sever.” (Maide 13) Yani sen onların kötülüklerine rağmen onlara karşı kötü davranma. Senin görevin o. Dolayısıyla insanların birbirinin hukukunu çiğnememesi, başkalarına açık bir zarar vermemesi halinde dini davranışları, niyetleri, konuşmaları, yazmaları hususunda tamamen serbest bırakılmaları gerekir. Yani bugün düşünce hürriyeti deniyor. Zaten düşünce hürriyeti diye bir şey olmaz. Hiç kimsenin düşünmesine engel olamazsınız ki… Yani şunu düşünmeyeceksiniz diye yasak koyun. Engel koyabilir misiniz? Yani insanların zihinlerine kimse müdahale edebilir mi? Efendim inanç hürriyeti diyorlar. Kardeşim iman kalpte olan bir şeydir. Oraya müdahale edilebilir mi? O zaman hürriyet ne olur? Düşündüğünü ifade etme… Başkalarına zarar vermemek şartıyla düşündüğünü, inandığını yaşama, inancını açıkça söyleme hürriyetidir. Asıl hürriyet budur. İnanç hürriyeti değil. Çünkü inanç kalpte gizli bir şeydir. İstesen de istemesen de ona müdahale edemezsin. Ama inancını açıkça söyleme hürriyeti, düşündüğünü açıkça söyleme hürriyeti vardır. Onun için bir insan şimdi mümin, biraz sonra kâfir olur. Açıkça ben kâfir oldum diyebilmelidir. Bir yerde İslam var mı, yok mu bunu görmek için bunu söyleyebilmelidir. Allahu Teala burada İsrailoğullarından 12 nakib meselesini gündeme getirdi. Bunu biz kısaca Yahudi kaynaklarına dayanarak Vedat’tan bu olayın arka planını bir dinleyelim. Ondan sonra tekrar konu üzerinde devam ederiz.
Vedat YILMAZ: İsrailoğulları’nın 12 boyu var. Firavun’un zulmünden kurtulup 13:40 sn. anlaşılmıyor. çıktıkları zaman Allahu Teala İsrailoğullarına vadedilmiş topraklara gitmelerini emrediyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Vaad edilmiş topraklar neresi?
Vedat YILMAZ: Onlar oraya 13:53 sn. anlaşılmıyor. İsrail diyorlar. topraklar…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Filistin.
Vedat YILMAZ: Evet. Onlarda, biz Allah’ın bizden nasıl bir şey istediğini bilmiyoruz diyorlar. O bölgeyi daha önce hiç görmedik. Orada nasıl insanlarında yaşadığını da bilmiyoruz. Bir öncü grup çıkartalım. Onlar gidip orayı araştırsınlar. Bize rapor sunsunlar. Ona göre yola çıkarız veya çıkmayız diyorlar. Her boydan o boyun lideri konumunda bir kişi seçiliyor. Toplamda on iki kişi seçiliyor. On iki kişi İsrail oğullarının her boyunun lideri olarak o topraklara gönderiliyor. O topraklar üzerinde araştırma yapmak için seçiliyorlar. Orada araştırma yapıyorlar. Ve döndükleri zaman bölge güzel, mahsulleri güzel, gerçekten Allah’ımızın vaat ettiği gibi süt ve bal akan ırmaklar, çeşitli meyveler falan var. Fakat orada çok güçlü ordular, çok güçlü askerler var. Çok güçlü bir millet yaşıyor. Biz onlara karşı kesinlikle savaşamayız. Bizi un ufak ederler şeklinde bir rapor sunuyorlar. İçlerinden sadece iki kişi… Bir tanesi Yeşu, Yuşa bin nun’dur. Diğeri de başka birisidir. Sadece iki kişi hayır biz onları yeneriz anlamında çoğunluğun aksine rapor sunuyorlar. Onların dışındaki on kişi yapmış oldukları araştırmaların sonunda bizim hiçbir şansımız yok diyerek İsrail oğullarını gitmeme yönünde teşvik ediyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne oluyor? Bunu bir anlayalım. Mesela Allah’ın resulü gidin diyor. Cenabı Hak’da yardım yapacağını vaat ediyor. Biz yapamayız dendiği zaman ne yapmış oluyorlar? Allah’a güvensizlik ortaya koymuş oluyorlar. İşte bu güvensizlik onların lanetlenmelerini gerektiriyor. Gideriz bizi şöyle yaparlar falan diye düşünüyorlar. Ben Allah’a inanıyorum dediğiniz zaman Allah vardır dediklerini sanıyorlar. Allah yoktur diyen hiç kimse yok ki yeryüzünde. Asıl mesele Allah’a güveniyor musun? İman odur. Allah bir şey diyor mu? Diyor. Diyorsa öyledir deyip onun arkasından gitmek gerekir. İşte bak gidemiyorlar. Güvensizlik gösteriyorlar. Allahu Teala’da “ben bu nesle o topraklara girmeyi yasakladım” diyor. Ve kırk yıl boyunca onları çölde sürgün içerisinde bırakıyor. Allahu Teala onları kırk yıllık lanet altına alıyor. Kırk yıllık sürenin daha başlarında salgın hastalıklara yakalanıyorlar. Girişmiş oldukları bütün savaşların, çarpışmaların hepsini kaybediyorlar. Çok büyük kayıplar, zayiatlar veriyorlar. Musa’nın ve Harun’un (a.s) vefatı bu süre içerisinde gerçekleşiyor. Kırk yıl sonra Yeşu, yani Yuşa bin nun’un önderliğinde ancak o topraklara girebiliyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İsrail oğullarının lanetlenmesinden bahsediyorduk. “yuharrifûnel kelime am mevâdııhî” “kelimeleri oldukları yerden başka tarafa çekerler.” Yani bir anlam kayması meydana getirirler. Sen başka bir şey söylersin. O başka bir manaya kullanır. Kuranı Kerim’e göre ilk lanetlenen İblis’tir. İblis ne yaptı? Allahu Teala Adem’e (a.s) secde etme emrini vermeden önce tıpkı burada olduğu gibi onlardan da bağlılıklarına dair söz almıştı. O da şu. “Ve alleme âdemel esmâe kullehâ summe aradahum alel melâiketi fegâle embiûnî biesmâi hâulâi in kuntum sâdigîn” “Cenabı Hak Adem’e (a.s) bütün isimleri öğrettikten sonra şunların isimlerini bana bildirin diye meleklere söyledi.” (Bakara 31) Haklıysanız şunların isimlerini bana haber verin dendiği zaman meleklerin tamamı ki İblis de onlardan birisiydi. “Gâlû subhâneke” “biz sana boyun eğeriz” “lâ ılme lenâ” “bizim herhangi bir konuda bir bilgimiz olmaz” “illâ mâ allemtenâ,” “sen bildirmişsen başkadır.” Senin öğrettiğinden başka bir bilgimiz olmaz. “inneke entel alîmul hakîm” “bilen sen, kararları doğru olan sensin.” (Bakara 32) Şimdi ne yapmış oldular? Burada tam bir bağlılık gösterdiler mi? Yani Cenabı Hakka tam bir teslimiyet gösterdiler değil mi? Problem var mı? Allah ne dedi? “inni ağlemu mâ tubdûne ve mâ kuntum tektumûn” “sizin açığa vurduklarınızı biliyorum.” (Bakara 33) Teslimiyet gösteriyorsunuz ama içinizde sakladıklarınız var. “Tektumun” çoğuldur. Sadece İblis değil. Demek ki oradaki meleklerin tamamı Adem’i (a.s) kıskanmış. Hepsi kıskanmış. Yani bu da nereden çıktı ya… Biz bunca zaman vardık. Bu bilgilerin hiçbirisini bilmiyoruz. Bu biliyor. İşte o zaman Allah imtihandan geçiriyor. Allah’a teslimiyet gösterip göstermediklerini Adem’e (a.s) secde edin dendiği zaman hepsi kendi kıskançlığını yendi. Birisi yenemedi. Kimdi o? İblis değil mi? Hepsi secde etti, İblis değil. Yapmayınca İblis’i Cenabı Hak ne yaptı? Lanetledi. Yani dışladı. Yani kovdu. Niye? Çünkü Allah’a teslimiyet gösteremedi. Peki, İblis dedi mi ki Allah diye bir ilah yoktur. Dedi mi? Demedi. Allahu Teala ne dedi? “mâ meneake ellâ tescude iz emertuk” “sana emrettiğim halde secde etmeni engelleyen ne oldu?” (Araf 12) Bakın Allah’ın dediği sözü söylemiyor. Onu atlıyor. Başka bir söz söylüyor. Niye secde etmedin dediği zaman, secde etmedim ama secde etmememin sebebi şudur demesi lazımken öyle demiyor. “ene hayrum minh, halagtenî min nâriv ve halagtehû min tîn” “ben daha hayırlıyım, beni ateşten yarattın onu çamurdan yarattın” (Araf 12) diyor. Sanki Allah sen neden yaratıldın diye sormuş gibi… İşte bu tahrif, anlam kaymasıdır. Olayı başka tarafa götürüyor. Yahudilerde buna benzer şeyler yapmışlar. Burada esas bizi ilgilendiren kısım… Yahudilerden misak almış. Sadece onlardan değil ki başkalarından da almıştı. Bütün ehli kitaptan almadı mı? Misak, kesin söz demektir. Ehli kitaptan ne gibi bir söz almıştı?
Fatih ORUM: Bizim bu derslerde sıkça okuduğumuz Ali İmran Suresinin 81. Ayetinde Allahu Teala “Ve iz ehazallâhu mîsâgan nebiyyîne” diyerek bütün nebilerden söz aldığını söylüyor. Diğer ayetlerle bu ayeti birlikte okuduğumuzda nebilerden alınan sözün nebiler vasıtası ile ümmetlerden, insanlardan alınan söz olduğunu biz biliyoruz. Neydi bu söz? “lemâ âteytukum min kitâbiv ve hıkmetin” Yani bir nebi geldiyse mutlaka kitap ve hikmet gelmiş demektir. “summe câekum rasûlum musaddigul limâ meakum” daha sonra belki o nebinin gelmesinden yüzyıllar sonra o nebinin getirdiğini tasdik eden yine bir nebi olabilir veya bir başka nebiye verilmiş bir kitap… Ki resul zaten risalet anlamı asıl anlamıdır. Böyle birisi geldiğinde hepimizden şu sözü alıyor. Son ümmeti Muhammed hariç. “letué’minunne bihî ve letensurunneh” “ona inanacağız ve onun davasına yardım edeceğiz.” Kuranı Kerim buna ısr görevi diyor. Yani ağır bir sorumluluk, yükümlülük… O halde Allahu Teala insanlık tarihi boyunca insanlara nebi gönderdiğinde o nebilerin sırtlarına bir de yükümlülük yüklemiş. “Bu iş burada bitmiyor, siz veya sizden sonraki nesiller elinizdeki kitabı tasdik eden bir resul geldiğinde veyahut resuller geldiğinde bu tasdik ilişkisini gördüğünüzde ona inanacaksınız, ona güveneceksiniz ve onun davasına yardım edeceksiniz. Sözünü alıyor. Buna Kuranı Kerim ısr sorumluluğu, yükü diyor. İşte bugün okuduğumuz Maide suresinin 12. ayetinde İsrail oğulları örneğinden bunu görmüş oluyoruz. Allahu Teala orada da namaz kılmak, zekat vermek bunlar zaten olmazsa olmaz emirlerdir. Allahu Tealanın bütün insanlara göndermiş olduğu kitaplarda, şeriatlarda asıl omurgadır. “ve âmentum birusulî” “Resulüme güvenip iman edeceksiniz”. Ki bu resul biraz önce söylediğimiz gibi bir kişi, nebi olabileceği gibi o nebinin göndermiş olduğu elçiler yahut o nebiye verilmiş kitapta olabilir. “ve azzertumûhum” ifadesi ona destek vermek, onun davasında onu desteklemek anlamındadır. “ve agradtumullâhe gardan hasenel” bu da herhalde bu dava için maddi sorumluluğu ifade ediyor. (Maide 12)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi Allah rızası için yapılan şeylerdir. Mesela şöyle bir düşünün. İsa’da (a.s) İsrail oğullarına nebi olarak geldi değil mi? Peki, önceki topluluğun mesela İsa’ya (a.s) nebi olarak inanmaları için olmazsa olmaz şart neydi? İsa’nın (a.s) onların elindeki kitabı tasdik etmesiydi. Onun için “Ve musaddigal limâ beyne yedeyye minet tevrâti” “benim önümdeki Tevrat’ı tasdik edici olarak geldim” diyor. (Ali İmran 50) Eğer tasdik ederse o zaman önceki toplulukların yeni nebiye inanmaları gerekiyor.
Fatih ORUM: Aynen öyle.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Burada Allahu Teala bu ayeti boşuna bize söylemiyor. Tabi bizim İsrail oğullarını tanımamız gerekir. Doğru ama onlar gibi de davranmamamız lazım. Allahu Teala burada şöle diyor, “Febimâ nagdıhim mîsâgahum” “verdikleri sözü bozdular” (Maide 13). Mesela İsrail oğulları İsa’ya (a.s) inandılar mı? İnanmadılar. Çok az… “men ensari illallah” “Allah’ın yolunda bana kim yardım edecek” dediği zaman havariler 12 kişi falandı. “gâlel havâriyyûne nahnu ensârullâhi” (Ali İmran 52) dediler. O kadar mucizeleri göstermesine rağmen… Ölüleri diriltiyor. Anadan doğma körleri iyileştiriyor. Evlerindeki yiyecekleri haber veriyor. Ama inanmıyorlar. Ellerindeki Tevrat’ı da tasdik ediyor. Allahu Teala “Bunlar mutlaka sürekli bir hainlik peşinde koşacaklardır” (Maide 13) diyor. Mutlaka bir şey yapacaklardır. Yahudiler niye gelip Medine’ye yerleştiler? Çünkü kendi kitaplarından biliyorlardı ki ümmül kuraya son elçi gelecek. Allah’ın elçisi ümmül kura olan Mekke’ye gelecek. Medine’ye de hicret edeceğine dair kendi kitaplarında işaretler var. Gelip Medine’ye yerleşiyorlar. Sürekli insanlara bir nebi gelecek, onunla beraber dünya hâkimiyetini kuracağız diyorlar. Muhammed’e (s.a.v) inananlar kısa sürede dünyaya hâkim oldular. Son iki aşırı bir tarafa bırakacak olursak son iki asır öncesine kadar hâkimiyet Müslümanların elindeydi. Fakat tanıdıkları o nebi geldiği zaman inanmadılar. İnanmayanlar onun nebi olduğunu kesin olarak bilenlerdi. Çünkü hak ikiye ayrılır. Bugün bakın. Şu anda Türkiye’yi düşünün. Bir kısım hocalar insanların karşısına çıkıyor, dini anlatıyor. Din budur diyorlar. Vatandaş da tamam diyor. Öyleyse öyledir. Vatandaşın bunu sorgulama şansı yok. Çünkü kaynakları bilmiyor. Arapça bilmiyor. Hocaya inanıyor. Ama eğer hoca o konuyla ilgili kitabın hükmünü biliyorsa… Çünkü bugün İslam Âleminde hocalar Kuran temelinde yetiştirilmezler. Hocaların çok büyük bir bölümü kendi uzmanlık alanlarıyla ilgili ayetleri bilmezler. Onun için onlar Kuranı Kerimin tabiriyle ümmi sayılırlar. Yani bilgisiz sayılırlar. Burası çok önemli… Allahu Teala şöyle diyor, “Şehidallâhu ennehû lâ ilâhe illâ hu” “Allah şahitlik eder ki kendinden başka ilah yoktur”. “ve vel melâiketu” “bir de melekler” “ve ulul ılmi” “ve o bilgiye sahip olanlar”. Ama o bilgiye sahip olmak yetmiyor. “gâimem bil gıst” “her şeyin hakkını verme konusunda dikkatli olan”. (Ali İmran 18) Yani bilgisini doğru kullanan bilgi sahipleri Allah’tan başka ilah olmadığı konusunda şahittirler. Mesela bugün ortada bir uydurulmuş din var. Ama uydurulmuş dinin varlığı konusunda çok büyük bir bölümü bilgisizdir. Bunu Müslümanların büyük bir bölümü bilmiyor. Siz “el ilm”e ne manası veriyordunuz?
Fatih ORUM: Kuranda ki metot anlamında…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kuranı Kerimi anlama metodu… şimdi Kuranı Kerimi anlama metodunda Allah diyor ki, “Elif lâm râ, kitâbun uhkimet âyâtuhû summe fussılet” “Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış sonra ayrıntılı olarak açıklanmıştır”. “mil ledun hakîmin habîr” “Hakim ve habir tarafından”. (Hud 1) Yani Allah açıklamıştır. Ayetlerin bir kısmı muhkem bir kısmı da Allah’ın açıkladığı açıklayıcı ayetlerdir. Yani Allah ayetleri ikiye ayırmış. Bir kısmı muhkem, kısa ve özlü… İkincisi de o ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıklayan ayetlerdir. Yani Kuranı Allahu Teala açıklamıştır. “Ellâ tağbudû illallâh” “Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye”. Buradan ne anlaşılıyor? Allah’ın ayetlerini Allah’tan başkası açıklarsa onu biz ne hale getirmiş oluyoruz? Allah’ın ayetini Allah’tan başkası açıklarsa Allah ona kulluk etmiş olursunuz diyor. Değil mi? O zaman açıklayan kişi ne olmuş oluyor? İlah oluyor. Peki, açıklayan kişinin ilah olduğunu İslam ulemasından kaç kişi biliyor? Bugün İlahiyat Fakültelerinin tamamında Kuranı açıklama yetkisi kimdedir? Resulullah’da dır. Herkesin ittifakı vardır. Ama Kuranı Kerim’de o yoktur. Çünkü “innenî lekum minhu nezîruv ve beşîr” “bende sizin için bu kitapta olanla sizi uyaran ve müjdeleyen kişiyim” (Hud 2) diyor. Allah’tan başkasının Allah’ın ayetini açıklaması o kişiyi ilah yapmaktır. Peki, bunu bilebilmek için hangi bilgiye sahip olmak lazım? Fatih?
Fatih ORUM: Kurandaki ilme…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kuranı açıklama ilmine sahip olmak lazım. O ilme sahip olmadığınız zaman siz Allah’ın ilah dediğine siz büyük âlim deyip itaat edersiniz. Allah sizi bundan dolayı sorumlu tutmaz. “lâ ilâhe illâllah” “Allah’tan başka ilah yok”. Bunu herkes söyler. Hıristiyanlara gidin. Onlar da “lâ ilâhe illâllah” der. Üç tane tanrı diyorsunuz? Yok, çok kutsal üçlü birlik diyorlar. Sıradan Hıristiyan bunları bilmiyor ki. Zannediyor ki bizim dinimizin emri budur. Bunlar aslında müşriktir. Ama bilmedikleri için Cenabı Hak bunları affeder. Fakat bilenleri asla affetmez. Onun için ne diyor? “ve ulul ılmi gâimem bil gıst” yani “bilgisinin hakkını veren bilgi sahipleri”. (Ali İmran 18) Allah’tan başka ilah olmadığına onlarda şahittir. Onlar da insanla Allah’ın arasına başka ilah koymazlar. Ama öyle ilahlar konuyor ki… Mesela şu yanımızda bulunan İstanbul Müftülüğündeyken 22 sene fetva verdim. Bir de fetva kurulu başkanı olduk. Bir şey biliyor zannedilerek… Karı kocanın ayrılmasıyla ilgili, Talak konusunda hep mezheplerin fetvasını verdik. Mezheplerin Talak konusundaki fetvası Allah’ın koyduğu sisteme % 100 aykırıdır. Ama bilmiyordum ki… Millet de beni âlim zannedip gelip fetva soruyorlardı. Bende kendimi biliyor zannediyordum. Niye? Çünkü o şirk kitaplarına göre yetiştirilmiştik. Bunları doğru zannediyorduk. Ama ne zaman ki Kuranı Kerimde ki Talak’ın farklı olduğunu gördük. İşte o zaman eğer hala eskisinde devam edersem işte o zaman ben müşrik olurum. O zaman bilgimin gereğini yapmamış olurum. Onun için çok dikkatli olmak lazım. Allah, Allah’tan başka ilah olmadığını herkes bilir demiyor. Bilgisinin hakkını veren ilim sahibi diyor. O ilimde Allah’ın kitabına bağlı olacak. Aksi takdirde birisi der ki şöyle… Sizde ona güvenirsiniz. Dinin hükmü o olduğunu zanneder. Ona göre hareket edersiniz. Ama o kişi bile bile bu yanlışı yapıyorsa o kâfirdir. Ve lanetlenmiştir.
Fatih ORUM: Hocam, siz iki şeye vurgu yaptınız. Birincisi bu tasdik, bir de ilim yani Kuran bilgisi… Gerçekten de bir kitabın Allah’ın kitabı olduğunun delili olarak da Kuranı Kerimde tasdik ilişkisi ve Allah’ın bütün ilahi kitaplara koymuş olduğu o açıklama ilmi hep vurgulanmış. Mesela Allahu Teala Kuranı Kerimde sürekli kendisinden mucize talebinde bulunulduğunda Muhammed’e (a.s) “okunanlar onlara yetmiyor mu” (Ankebut 51) diyor. Okunan şey mucize değerinde nasıl olabilir? Yani Muhammed’den (a.s) mucize istiyorlar. Şunu yap, bunu yap diyorlar. Allahu Teala da cevap olarak “senin okuduğun şeyler onlara yetmiyor mu” (Ankebut 51) diyor. Okunan şeyin nasıl bir etkisi olmalı ki mucize kabilinden olmalı? Burada tasdik ilişkisi… Onun için mesela Şuara Suresinde benzer konu gündeme getirildiğinde “Ve innehû lefî zuburil evvelîn” devamında da “E ve lem yekul lehum âyeten ey yağlemehû ulemâu benî isrâîl” (Şuara 196-197) diyor. Allahu Tealanın alim dediği insanlar hangi konuda alim olmalı?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah’ın kitabı konusunda…
Fatih ORUM: İşte o adamların ilmi tasdik ilişkisini kurabilecek seviyede olmalı ki Allahu Teala onu mucize kabilinden şey yapıyor. Yine Kasas Suresinde Allahu Teala şöyle bir örnek veriyor. “Ve izâ yutlâ aleyhim gâlû âmennâ bihî innehul haggu mir rabbinâ innâ kunnâ min gablihî muslimîn” “Kendilerine birkaç ayet okunduğunda adamların tepkisi ‘bu okunanlar Allah’ın ayetlerinden başka hiçbir şey olamaz ve biz buna teslim oluyoruz’ oluyor”. (Kasas 53) Bir adama bunu dedirten şey ne olabilir? Bu etkiyi yapacak şey tasdik ilişkisi ve o tasdik ilişkisini tespit etmek içinde Allahu Tealanın bütün ilahi kitaplara koymuş olduğu metottur. Adamlar bu şekilde okuyorlar. Oysa bugün günümüze gelindiğinde Kuranın Allah’ın kitabı olduğunun delili bugüne kadar bize güvenilir insanlar tarafından iletilmiş olmasıdır deniyor. Hatta birisi Kuranın korunmuş olması, yani Allah’tan geldiği şekliyle elimizde olduğunun delili sünnettir diyor. Bütün bunlar hem metodolojinin hem de tasdik ilişkisinin ortadan kaybolmasından kaynaklanıyor. Bu o kadar vahim bir şey ki adamlara Allahu Teala kafir diyor. Bu ilişkiyi kaybeden insanlara…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Lanetliyor da… Mesela hepinize sorayım. Tevrat’a ve İncil’e hepimiz inanmak zorundayız değil mi? Çünkü imanın şatlarından bir tanesi de Allah’ın kitaplarına inanmaktır. Peki, Allah’ın kitaplarına inanmak derken size öğretilen o kitapları tasdik mi yoksa o kitapların tahrif edildiği mi? Hangisi öğretiliyor? Tahrif edildiği mi öğretiliyor yoksa Kuranı Kerimin o kitapları tasdik ettiği mi öğretiliyor? Tahrif.
Fatih ORUM: Bir Hoca Efendiye soru soruyorlar. Burada bulunanlarda görüp okumuştur. “Hocam bir takım çalışmalarımızda Tevrat ve İncil’den alıntılar yapıyoruz. Bu caiz midir” diyor. Hoca, “Ben bunu bir Müslümana yakıştıramam” diyor. Cevap bu…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani tasdik yok. Az önce Fatih’in okuduğu Ali İmran Suresi 81. Ayette diyor ki, “sizdekini tasdik eden bir resul gelirse ona inanacaksınız”. Siz kendinizi bir Yahudi’nin yerine koyun. Bir Hıristiyan’ın yerine koyun. Gidip sizin kitabınız tahrif edilmiştir diyorsunuz. Bize inanması gerekir mi? Çünkü tasdik eden birisi gelirse inanacak diyor. Tahrif edilmiştir dediği zaman inanması gerekir mi? Gerekmez. Peki, bu bir hainlik değil mi? Hainliği hep onlar mı yapıyor? Peki, Allah’ın ayetini Allah açıklar, aksi takdirde açıklayan ilah olur. Bu söz bugün Kuran dışında hiçbir yerde yok. Hatta tefsir kitaplarının çoğu o ayetleri açıklarken bozarak açıklamışlardır. İlişkiyi bozmuşlardır. Ayetlerin birbirleriyle ilişkisini koparmışlardır.
Fatih ORUM: Elmalı’nın mealinden okuyorum. Bu geneli yansıtan bir mealdir. “Elif, lam, ra. Bu hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış sonra da iyice açıklanmış bir kitaptır”. “Allah’tan başkasına kul olmayın”. Yeni bir cümle… “Ben size onun tarafından müjdelemek ve uyarmak için gönderilmiş bir peygamberim”. Yeni bir cümle kuruyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Burada Allah’ın Kuranı açıkladığını anladınız mı? Öyle bir şey anladınız mı? Bir daha oku. Dikkat edin, Kuranı Allah açıklar diye anlayabiliyor musunuz?
Fatih ORUM: “Elif, lam, ra. Bu hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış sonra da iyice açıklanmış bir kitaptır”. “Allah’tan başkasına kul olmayın. Ben size onun tarafından müjdelemek ve uyarmak için gönderilmiş bir peygamberim”. (Hud 1-2)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah’tan başkasına kul olmayın diyor. Peki, Allah açıklamış derken bu havada kalıyor.
Fatih ORUM: Bütün vurgu bitmiş.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Vurgu bitiyor. Hâlbuki burada doğru bir meal var. “Elif Lâm Râ. Bu Kur’an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır.” (Hud 1-2) Niye Allah tarafından açıklanmış? Başkasına kul olmayalım diye… Diğer mealde kaybedildi. Dikkat ediyor musunuz? Biz millete Kuran meali okuyun diyoruz. Okudukları zaman buradan doğruyu görmeleri mümkün mü? Çünkü ayetlerin anlamları tahrif edilmiştir. Tahrif ne demek? Anlam kayması yaptırılmış. İlişkiler koparılmıştır. Yani bu sadece Hıristiyanlarda değil ki… Bugün sadece bir örnek olsun diye üzerinde durduk.
Biz Yahudi ve Hıristiyanlara sizin elinizdeki kitabı tasdik eden bu kitap geldi diye bu kitapla gitmemiz lazım. Bu kitapla gidip de bu kitabın onların elindeki kitabı tasdik ettiğini gösterdiğimiz zaman karşılaştırın, okuyun. Çok sayıda ortak nokta bulacaksınız. Tasdik ettiğini gösterdiğiniz zaman buna mutlaka inanmaları gerekecektir. Bir de şu var. Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta gelecek nebiye inanma imanın şartlarından bir tanesidir. O bizde yoktur. Ama onlarda mutlaka vardır. Onların kendi kitaplarından Vedat bir okusun. Yahudilerin yayınladığı kitaplarda gelecek nebiye inanma mecburiyeti vardır. Ama Yahudiler üç kağıtçılık yapmışlardır. Ona tam girersek epeyce vakit alır. Kısaca değinelim. İsa Mesih’e (a.s)… Mesih, İsa’nın (a.s) lakabıdır. Onlar İsa demiyorlar. Mesih diyorlar. Ona inanmadıkları için Yahudi toplumunu hala Mesih gelecek diye kandırıyorlar. Muhammed (s.a.v) değil. İmanın şartlarını bir oku bakalım.
Vedat YILMAZ: Yahudilikte İmanın Şartları Emunot olarak geçiyor. Birçok farklı versiyonları var. Tüm versiyonların hepsinde ortak maddelerden bir tanesi şudur. Mesih’in geleceğine imandır. İman maddelerinin hepsinde ortaktır. Mesela Memonides’in yapmış olduğu en meşhur iman ilkeleridir. 13 ilkedir. 12. ilke “Mesih gelmesi gecikmiş olsa da kesin olarak gelecektir” şeklindedir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Gelmesi gecikmiş. Sen böyle bir kitaba nasıl inanıyorsun? Gelmesi nasıl gecikir? Allah verdiği sözde durmuyor mu? Siz gelen nebiye inanmayın. Siz çok beklersiniz. Peki, bunlar gelecek nebinin adını Mesih diye değiştirdiler. Hâlbuki Muhammed’e (s.a.v) inanmaları gerekiyor. O ayetlere şu anda girmeyelim. Sadece bir örnek vermek için… Peki, Hıristiyanlar İsa’nın (a.s) tekrar geleceğini söylüyorlar değil mi?
Vedat YILMAZ: Onların iman maddelerindedir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hâlbuki İsa (a.s) ben gitmezsem o gelmez diyor. Ben başka, o başka değil mi? Bir de onu oku.
Vedat YILMAZ: Hıristiyanların iman maddeleri içerisinde Kredosunda da İsa’nın tekrar geleceği maddesi vardır. İsa’nın tekrar geleceğine iman ediyorum diye…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çünkü onlarda gelecek nebiye inanma görevi vardır. Sadece biz de yoktur. Fatih’in anlattığı Isr odur.
Vedat YILMAZ: Ancak İncillerin içerisindeki bazı ifadelere baktığımız zaman orada Faraklit adı verilen bir kişiden bahsedilir. Yunanca bir ifadedir. Elimizdeki versiyonlarda Faraklet şeklinde geçiyor. Faraklet olduğu zaman öğüt verici anlamına geliyor. Faraklit olduğu zaman övülmüş kişi anlamına geliyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Muhammed anlamına geliyor.
Vedat YILMAZ: Dolayısıyla oradaki i harfini değiştirip e haline getiriyorlar. Faraklet şekline getiriyorlar ki Ahmed anlamına geldiğini gizlemek için o bir harfi gizliyorlar. Mesela Yuhanna’nın 14. Babında “Eğer beni seviyorsanız emirlerimi tutun. Bende rabbe dileyeceğim. O size başka bir Faraklit gönderecek ve o daima sizinle beraber olacak”.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani artık ondan sonra yeni nebi gelmeyecek demiş oluyor. Peki, ben gitmezsem o gelmez. Ben diyen kim?
Vedat YILMAZ: O da 16. Babda geçiyor. İsa şöyle diyor. “Ama size gerçeği söylüyorum. Benim gitmem sizin için yararlıdır. Çünkü gitmezsem Faraklit gelmez. Ama gidersem onu size gönderirim. Faraklit gelince sizi tüm gerçeğe yöneltecektir. Çünkü kendiliğinden konuşmayacaktır. Ne işitirse onu söyleyecektir ve gelecek şeyleri size bildirecektir. O Faraklit beni yüceltecek, benimkinden alacak ve size bildirecek”.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ben gitmezsem o gelmez dediğine göre İsa gidip tekrar gelecek olsa böyle bir cümle olur mu? Bu onların kitaplarıdır. Yahudiler Mesih gelecek diye inanıyorlar. Hıristiyanlar İsa Mesih gelecek diye inanıyorlar. Bizimkiler ne diyor? İsa Mesih gelecek diyorlar. Şu ayeti bir dinleyin. Allahu Teala İsa’yı (a.s) vefat ettirdi. Cenabı Hakkın ahirette soracağı sorulara verdiği cevap, “Mâ gultu lehum illâ mâ emartenî bihî” “Bana ne emrettiysen onlara onu söyledim”. “eniğbudullâhe rabbî ve rabbekum” “Benim ve sizin rabbiniz olan Allah’a kulluk edin”. “ve kuntu aleyhim şehîdem mâ dumtu fîhim” “içlerinde bulunurken ne yaptıklarını biliyordum”. Yani ben onların içlerinde yaşarken ne yaptıklarını biliyordum. “felemmâ teveffeytenî” “ne zaman ki beni vefat ettirdin”. (Maide 117) “innî muteveffîke ve râfiuke ileyye” “seni vefat ettireceğim kendi huzuruma alacağım” (Ali İmran 55) diyor. Ne zaman ki beni vefat ettirdin, “kunte enter ragîbe aleyhim” “onları görüp gözetleyen sen oldun”. (Maide 117) Ne yaptıklarını bilmiyorum ki… Kuranı Kerime göre ilk konuşmayı ahirette yapacaksa İsa (a.s) tekrar dünyaya gelebilir mi? Mümkün mü? Görüyor musunuz? Tahrifi sadece onlar mı yapıyorlarmış? Üçkâğıtçılığı sadece onlar mı yapıyormuş? Bugün açın kelam kitaplarını “ve nüzulü İsa hakkun” “İsa’nın ineceği haktır” yazar. Ona inanmak vaciptir derler. İnanmayanlara kâfir derler. Ayrıca inanmayanı öldürürler.
Vedat YILMAZ: Hocam bir de Kurana aykırı olduğu için nebi olmayacak ümmetten birisi olacak diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tenzili rütbeyle niye getiriyorsunuz. Size mi kalmış? “ve lâ tezâlu tettaliu alâ hâinetim minhum” “sürekli onlardan bir hainlikle karşı karşıya kalacaksın”. Peki, bizimkiler bu hainliği yapmıyor mu? Onlara karşı ne yapacağız? “fağfu anhum” “onları görme”. Ne halleri varsa görsünler? Onlar doğruları bilmiyor değiller. Doğrular hesaplarına gelmiyor. “vasfah” “yeni bir sayfa aç” “innallâhe yuhıbbul muhsinîn” “Allah muhsinleri sever”. (Maide 13). Bizde bunu yapmalıyız. Allah’a verdikleri sözü bozan Yahudileri Allah lanetlediyse Müslümanları lanetlemez mi?
Bakara Suresinin 159. Ayetini okuyup dersimizi bitirelim. Kâfir olmak için ne lazımdı?
Fatih ORUM: Önce iman etmiş olmak lazım.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bilmek lazım, iman etmiş olmak lazım. Şurada ben suyun olduğunu bileceğim ki kapattığım zaman siz görmeyesiniz. Bilmiyorsam kapatamam ki… Kâfir gerçeğin üstünü örtendir. Gerçeği bilecek ki örtsün. “İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ” “indirdiğimiz açıklayıcı ayetleri ve ana ayeti gizleyenler”. (Bakara 159) Mesela az önce o ayetleri gizlediler, bağı kopardılar. Allah’tan başkasının Kuranı açıklamasının kendini Allah’ın yerine koymak olduğunu gizlediler ve bugün Müslümanların büyük bir bölümü ulemayı Allah ile aralarına ilah olarak koyduklarını bilmiyor. Allah onları affedebilir. Ama onu yapanları asla affetmez. İşte onları lanetler. “İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ” “indirdiğimiz açıklayıcı ayetleri ve ana ayeti gizleyenler”. Gizlemek için bilmek lazım. “mim bağdi mâ beyyennâhu linnâsi fil kitâbi” “bu kitapta insanlara onları açık açık ortaya koyduktan sonra gizleyenler”. İsa’nın (a.s) ilk konuşmasını ahirette yapacağını söylüyor. Bir bakın bakalım. İsa gelecektir diyenler o ayeti hiç okuyorlar mı? Kesinlikle gizlerler. “ulâike yel’anuhumullâhu” “Allah onlara lanet eder”. Sadece Yahudi veya Hıristiyanlara değil. Bizim içinde aynı şey söz konusudur. Allah onları dışlar. Bugün İslam Âlemi tam bir dışlanmışlık yaşamıyor mu? “ve yel’anuhumul lâınûn” “dışlama durumunda olanlarda dışlar”. (Bakara 159) Çünkü birçok kimseye bunlar gerçekleri göstermemişlerdir. Adamlara gösterseler adamlar inanacak. “İllellezîne tâbû” “ama tövbe eder”. “ve aslehû” “kendilerini düzeltir”. “ve beyyenû” “gizlediklerini de açıklarlarsa” “feulâike etûbu aleyhim” “ben onların tövbelerini kabul eder, onların yüzüne bakarım”. “ve enet tevvâbur rahîm” “ben tövbeleri çok kabul eden ve merhametli olanım”. (Bakara 160) “İnnellezîne keferû ve mâ tû ve hum kuffârun” “kâfirlik edip de kâfir olarak ölenler var ya” “ulâike aleyhim lağnetullâhi vel melâiketi ven nâsi ecmeîn” “Allah’ın laneti, meleklerin laneti ve insanların laneti onların üzerinedir”. (Bakara 161) Yani Allah’ın herhangi bir ayetini gizlediniz. Dikkat ediyor musunuz? Dört dörtlük Müslüman, büyük aliulâike aleyhim lağnetullâhi vel melâiketi ven nâsi ecmeînm, saygıdeğer ulema diye gördüklerimizin büyük bir bölümü burada hangi konuma giriyor? Lanetlenmiş konumuna giriyor. “İnnellezîne keferû” “kâfir olanlar” Yani o ayetleri örten demektir. Senin karşına çıkıp öyle bir Kuran okuyor ki hayran kalıyorsun. Öyle bir konuşuyor ki işte bu adam dört dörtlük diyorsun. Birde giyimiyle kuşamıyla işte bu diyorsun. Seni aldatıyor ama aslında kendini aldatıyor farkında değil. Cenabı Hak seni affedebilir ama onu asla affetmez. İşte lanetlenen onlardır. Vatandaş değil, onlar lanetleniyor. “ve mâ tû ve hum kuffârun” kâfir olarak ölürse diyor. “ulâike aleyhim lağnetullâhi vel melâiketi ven nâsi ecmeîn” “Allah’ın laneti, meleklerin laneti ve insanlığın laneti onların üzerindedir”. (Bakara 161) “Hâlidine fîhâ” “sürekli olarak o lanette kalırlar”. “lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûn” “bu azap onlardan hiçbir şekilde hafifletilmez, yüzlerine de bakılmaz”. (Bakara 162)
Biz şimdi Yahudi ve Hıristiyanlar ile ayetleri okuduk mu, zevkten dört köşe oluyorlar. Bize öyle bir şey olmaz diye düşünüyorlar. İslam ansiklopedisinin şirk maddesini bir okuyun. Kelam kitaplarında şirk yoktur. Şirki Müslümanlar bilemezler. Öğretilmemiştir. “min dunillah” kelimesini Allah ile araya aracı koymaya doğru bir mana veren tefsir bulmazsınız. Oradaki şirk maddesini okuyun. Müslümanlardan pek müşrik olan yoktur der değil mi?
Fatih ORUM: Madde de şirki ikiye ayırıyor. Biri büyük şirk, biri küçük şirk diye… Kuranın önemli saydığı o büyük şirki anlatıyor. “Ümmeti Muhamed’de tarih göstermiştir ki büyük şirke düşen herhangi bir topluluk, grup tespit edilmemiştir” diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Görüyor musunuz? Başkalarına konuştuğumuz zaman çok rahat… Onlar ne yapmışsa yapmış, boş ver. Allahu Tealanın dediği gibi, “fağfu anhum vasfah” “onlara bakma, yeni bir sayfa aç”. Allahu Teala iyi davrananları sever. (Maide 13) Biz onlarla fazla ilgilenmeyelim. Çünkü boşu boşuna vakit geçirmektir. Dinlemiyorlar. Gelirlerse, tövbe ederlerse o başka… Cenabı Hak cümlemizi doğruları anlayan ve kavrayan kullarından eylesin. Allahu Teala lanete uğrayanlardan eylemesin. Bildiği doğruları en iyi şekilde yaşayanlardan eylesin. Namazdan sonra soru cevapla devam edeceğiz, inşallah.