Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülilllahi Rabbilalemin velakıbetü lil muttakin esselatü vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain
Al-i İmran suresinin 78. ayetini bugün gene okuyacağız. İnsanların Allah’ın kitabına uyduğu havasını vererek muhataplarını sanki kitaba uyuyormuş gibi göstererek Kuran-ı Kerim’den nasıl uzaklaştırdıklarını değişik örneklerle anlatmaya çalışmıştık. Bugün de birkaç tane örnek vereceğiz. Şimdi mesela bir Şia var, bir ehl-i Sünnet var biliyorsunuz. Şia’da yapı tamamen Ali(r.a.) ve evladı üzerine kurulmuştur. Ehl-i Sünnette o da mevcut devleti destekleyen bir yapı içerisindedir. İkisi de aslında birisi imamiyye diyor, birisi ehl-i sünnet diyor ama ikisinin de merkezinde devlet vardır. Her ikisinde de din, devleti bir şekilde desteklemek ve onaylamak için kullanılır.
Şimdi ayet-i kerimeyi tekrar okuyalım. Burada diyor ki Allahu Teala: “Ve inne minhum le ferîkan yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu minel kitâb” Onlardan bir grup var ehl-i kitaptan yani Yahudi ve Hıristiyanlardan. Dillerini kitapla eğip bükerler. Yani ayetler falan okurlar. Kitapla eğip bükmek ne demek? Ayetin tamamını okumazlar. Bir iki tane kelime alırlar. İşlerine gelen kısımlar. Aslında biliyorsunuz ayetin tamamını okumaları da yetmiyordu. Açıklamaya ulaşmak için. Onu açıklayan ayetlerin de anlatılması gerekiyor. Ama onu bırakın, ayetten bir parça alarak insanların sanki Allah’ın dinine çağırılmış oldukları havasına kapılmalarını sağlıyorlar. Onun için diyor ki: “li tahsebûhu minel kitâb” siz onu kitaptan zannedesiniz diye dilleriyle eğip bükerler. Siz, deyince tabii biz de devreye giriyoruz o zaman, sadece ehl-i kitap olmuyor. “yekûlûne huve min indillâhi” Bu Allah katındandır. Yani Allah bunu böyle yapmıştır, derler. “ve mâ huve min indillâh” Halbuki o, Allah katından değildir. “ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn” Bile bile Cenab-ı Hakk’a yalan isnadında bulunurlar.
Şimdi mesela önce Şia ile başlayalım. 33. surenin 33. ayetini açın lütfen. Hatta ondan daha öncesinden okuyalım. İstersen Yahya sen sadece mealden oku. Ben metinden okursam iş uzar. Ya eyyühennebiyyü’den başla. 28’den başla. Oradaki mealden oku. Asıl konuyu değiştirme durumu olabilir. Onun için sen oku ki 28. ayetten itibaren oku.
“Ey Peygamber eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü istiyorsanız gelin, size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah’ı, Peygamberi ve ahret yurdunu diliyorsanız bilin ki Allah içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır. Ey peygamber hanımları sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa
-Burada şuna dikkat edin lütfen. Burada muhatap olanlar kimler? “Ey peygamber, ey Peygamber hanımları”- Evet…
“Ey Peygamber hanımları sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a göre kolaydır. Sizden kim Allah’a ve resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükafatını iki kat veririz ve ona bol rızık hazırlamışızdır. Ey Peygamber hanımları, siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer korkuyorsanız çekici bir edayla konuşmayın. Sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin. Evlerinizde oturun. Eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt Allah sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.”
Teşekkür ediyorum, sağ ol. Burada kime hitaben ayetler inmiş? Peygamberin eşlerine hitaben değil mi? Resulullah (sav)’ın eşlerine hitaben inmiş. Zaten Arapça bilenler bunu hemen anlarlar. Mesela “fe karne fi butikunne” Evlerinizde oturun. “ ve lâ teberrecne teberrucel câhiliyyetil ûlâ” yani o ilk cahiliyet dönemindekiler gibi kendinizi öne çıkaracak, dişiliğinizi öne çıkaracak bir tavırlar içerisinde olmayın. “ve ekımnes salâte ve âtînez zekâte” Tamamen hanımlara hitap eden ifadelerdir. Şimdi Arapçanın Türkçeden bir farkı vardır. Kadınlara hitap eden kelimeler farklı kullanılır, erkekler hitaben farklı kullanılır. Ama Türkçede aynı. Namazı kılın dediğin zaman erkek için, kadın için fark etmez ama Arapçada fark eder. Mesela eğer erkek olsaydı “Akımus salah” denirdi ama kadın olduğu için “Akımnes salah” denir. “Ve atinez zekat” Yine aynı şekilde. Bütün kalıplar hanımlar için kullanılmış burada. Ondan sonra şimdi burada şey yapıyor. Hanımları muhatap alan bir ifade var. Ondan sonra diyor ki “ve atı’nallâhe ve resûleh” Allah’a ve resulune itaat edin dedikten sonra diyor ki “innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumur rice ehlel beyti” Ey bu beytin halkı Allah sizden o pisliği gidermek ister. Hangi pislik olur bu? İşte burada emredilenlerden herhangi birisini yapmadıkları taktirde ortaya çıkan pislik olur, değil mi? Namaz kılmama, dışarıda konuşurken konuşmasına dikkat etmeme, giyimine, kuşamına dikkat etmeme Rasulullah ailesine bir leke getirir. Peki Rasulullah’ın ailesine leke geldiği zaman o leke Resulullah’ın kendisini de ilgilendirir mi? Onu da rahatsız eder değil mi? Sadece aileyi değil yani. Rasulallah’ın kendisi de bu işin içerisine girince yani herhangi birimizin eşine gelecek bir leke kendimize gelen bir leke olmaz mı? En küçük bir töhmet… O zaman “innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumur ricse ehlel beyti” “Ankum” daki “kum” müzekker oldu değil mi? Şimdi niye müzekker oldu? Sen şimdi söyle Enes Hoca, hadi bakalım şimdi söyle burada niye “ankum” diye müzekker oldu?
Muhatapların içerisinde erkek olduğu zaman müzekker sigası geliyor. Sırf müennes olduğu zaman müennes sigası geliyor. Sırf kadınlar olduğu zaman.
Şimdi, muhataplar, yani konuştuğumuz tamamen hanımlardan ibaretse -Arapçanın kuralı bu- hanımlarla ilgili ifade tarzı kullanılır. Ama onların içerisinde bir tane erkek olursa bu defa erkeklerle ilgili ifade tarzı kullanılır. Arapçanın yapısı bu.
Şimdi, Ey bu hanenin halkı diyor. O hanede kimler var? Rasulullah’ın eşleri olduğu gibi Rasulullah’ın kendisi de var mı? Var. O zaman bir tane erkek olduğunda zamir nasıl olur? Erkek zamir kullanılır. Yani Arapça yapı erkeğe dönüşür. Şimdi burada “ İnnema yurîdullah” Allahu Teala şunu murat eder. “ yuzhibe ankumur ricse” Sizden o pisliği gidermek ister. “Ehlel beyt” Ey bu hane halkı, yani Rasulullah’ın hane halkı. Yani size en küçük bir leke gelsin istemez. “ve yutahhirakum tathîrâ” Sizi tertemiz yapmak ister.
Şimdi burada farklı bir şey anlıyor musunuz? Şimdi bu ayetten hareketle Şia, sadece buradan hareketle bakın ayetin başı yok, sonu yok. Hatta buradan sonra da “Vezkurne” kelimesi yine hanımlar için “mâ yutlâ fi buyûtikunne” Evlerinizde okunan şeyleri hatırlayın. Sadece bu arada yani o kadar ayetlerin içerisinde geçen “İnnema yuridullah yuzhibe ankumur ricse ve yutahhirakum tathira” ayetindeki hitabın müzekker olmasından hareketle yani erkekleri içeren bir ifade tarzı olmasından hareketle diyorlar ki: “Allah ehl-i beyti arındırmıştır.” Ayetin metni “arındırmıştır” şeklinde mi? “Arındırmayı ister.” Ama Allah ister de olmaz mı? Noktasına gelinir arkasından. Allah bir şeyi irade ettiği zaman mutlaka olur, derler değil mi? Bunu Ehli sünnet de der, Şia da der. Çünkü bir kader inancını yerleştirmek gerekiyor. Milleti başka nasıl istediğiniz tarafa çevireceksin? Halbuki Allahu Teala biliyorsunuz daha önce çokça okuduk. İsterseniz yine bir daha açın, hatırlamış olun Nisa Suresinin 26. ayetini. 4. Sure, 26. ayeti bir daha açın. 4. Sureyi ben de açayım, siz de görmüş olursunuz. 4. Sure 26. ayette şöyle diyor Allahu Teala “Yurîdullâhu li yubeyyine lekum” Allah sizin için her şeyi ortaya çıkarmak ister. “ve yehdîyekum sunenellezîne min kablikum” Sizden öncekilerin doğru yoluna sizi yönlendirmek ister. Hani namazda “İhdinas sıratal mustakım” diye dua ediyoruz ya “Ya Rabbi! Bizi doğru yola yönlendir.” Diye. Allah bunu ister diyor, değil mi? İnsanlar o doğru yola yönelirse bir tane kafir kalır mı? Peki öyle mi? Herkes mümin mi? Demek ki Allah’ın iradesi gerçekleşmiyor. Allah,2ın bu arzusudur. Ama gerçekleşmesi için gereğini sizin yapmanız lazım ondan sonra Allah’ın “kün” demesi lazım. “Ol” demesi lazım ki oluşma başlasın. Bakın şimdi muhalefeti görün.
Yahya Şenol: Muhammed Rıza el-Muzaffer, Bu kişinin Akaid’ul İmamiye, Türkçeye Şia İnançları şeklinde çevrilen kitabından naklen.
Abdülaziz Bayındır: Çeviren kişiyi de söyle.
Yahya Şenol: Abdülbaki Gölpınarlı çevirmiş. 1978 baskı. İmamlarıyla ilgili inançları şöyle: İmamın da peygamber gibi içte, dışta, görünürde, gizlilikte bütün kötü ve pis şeylerden doğumundan vefatına dek masun yani korunmuş olduğuna inanıyoruz.
Abdülaziz Bayındır: Peki, Rasulullah korunmuş mu? Çok açık. Bedir Savaşıyla ilgili ayetlerde gördük. Sürekli görüyoruz. Koruma diye bir şey yok. Bu ayete dayanarak, başka delilleri yok. Ayetlerin küçük bir parçasına dayanarak, ayete dayanarak dersek da yanlış olur.
Yahya Şenol: İmam, İmametten önce, sonra soy ve boy şerefi bakımından en yüce ve temiz kişi olup her türlü kötülükten, suçtan, yanılmadan, yanlış iş görmeden, unutmadan ve her türlü aşağılık şeylerden masumdur. Yani korunmuştur.
Abdülaziz Bayındır: Tabii, tamamen Allah’ın sıfatları. Dikkatle dinleyin.
Yahya Şenol: İmam’ın peygamber gibi yiğitlik, kerem, temizlik, gerçeklik, adalet, tedbir ve hikmet ve bütün üstünlükler ve iyi huylar bakımından halkın en seçkini olması gerekir ve buna inanmaktayız.
İmam’ın ilahi hükümlere, ilahi maarife, bütün bilgilere sahip olması
Abdülaziz Bayındır: Bakın, Bütün bilgiler… Şimdi mesela hatırlayın Said-i Nursi’nin Sikke-i Tasdik-i Gaybi’sinde Rasulullah orada dururken Cebrail getirip Ali(ra)’nin kucağına bırakıyor. Sekine denen bir şeyi. Orada geçmiş, gelecek, bütün bilgiler var. Aslında geçmiş, gelecek bilgiler onu ilgilendirmiyor. Risale-i Nur’da varmış da onun için. Evet devam et.
Yahya Şenol: Onun bütün bilgilere sahip olması peygamber yahut kendisinden önceki imam vasıtasıyladır. Yepyeni bir şey hakkında da imam Allahu Teala’nın ona ihsan ettiği kudsî kuvvetle, ilham yoluyla gereği gibi hükmeder. O şeyi künhüyle anlar, bilir. Bir şeye yönelirse, onu bilmek dilerse o şey hakkında ancak gerçeği bilir. Yanılmaz, şüpheye düşmez. Bu hususta akli delillere yahut belletenlerin belletmesine ihtiyacı yoktur. Bilgisi iktiza edince daha da derinleşir, daha da ziyadeleşir. İmamlardan hiçbiri bir muallime gitmemiş, bir mürebbiden bir şey öğrenmemiştir. Hiçbiri bir hocadan ders görmemiş, hiçbiri bir mektebe, bir medreseye gitmemiştir. Böyle olduğu halde kendilerine bir şey sorulunca ona derhal en doğru cevabı vermekteler.
Abdülaziz Bayındır: Bakın şimdi bir de şeyi hatırlayın. Said Nursi gelmiş, burada soru sorulmaz, sorulan her soruya cevap verilir demiş de… Aynı mantıktır. Ben de bunlara yıllardır diyorum. Soru soran bir tane adamın adını, verdikleri bir tek cevabı söyleyin bakayım bana. Yok efendim devrin en büyük filozoflarına cevap vermiş. Bir tanesinin adı yok mu? Hangi cevabı vermiş? Söyleyin bakayım bana. Nerede olmuş bu? Evet mantık aynı mantık, dikkat edin. Evet, devam et.
Yahya Şenol: Dillerine “bilmiyorum” sözü gelmediği gibi cevap vermek için düşünmeleri, yahut cevabı bir müddet sonraya tehir etmeleri de vaki değildir.
Abdülaziz Bayındır: Mesela Said Nursi’nin toplam şeyi kaç aydı Burhan Bey? Üç ay değil mi? Onlar şöyle diyor: Aslında üç ayda okumadı ama millete karşı şey olmasın diye bu üç ayı söylüyoruz. Yani her şey doğuştan gelmiş ona o bilgiler. Şimdi yapı bu. Peki, şimdi Şia’da yapı bu da Ehl-i Sünnet’te ne? Farklı mı? Şimdi bir de mesela Mehmet Zahit Kotku’nun Tasavvufî Ahlak’tan şeyhle mürit arasındaki ilişkiyi bir dinleyelim, bakalım.
Yahya Şenol: Kitabı da gösterelim. Tasavvufî Ahlak, Mehmet Zahit Kotku’nun, çoğu yerde meşhurdur bu eser. 184. sayfasında şöyle yazılmış. Bir kimse Allah yolunda kendini teslim alan bir şeyhe teslim olursa
Abdülaziz Bayındır: Bak, şeyhe teslim oluyor. Halbuki kime teslim olmak gerekiyor? Allah’a teslim olmak gerek. Şeyh teslim alıyor. Şimdi düşünün. İblis nerede otururdu? Doğru yolun üstünde. Allah’la kulun arasına giriyor. Onun için Allahu Teala diyor ki benden önce herhangi bir dostlar edinmeyin diyor, değil mi?
Yahya Şenol: Bir kimse Allah yolunda kendini teslim alan bir şeyhe teslim olursa şeyhini Cenab-ı Hakk’ın kapılarından bir kapı itikat etmesi lazımdır. Şeyhi bu mertebede görmek
Abdülaziz Bayındır: Allah’ın kapılarından bir kapı. Şimdi buraya kapıdan başka bir yerden girebildiniz mi buraya? Allah’ın yanına gideceksen, huzuruna çıkacaksan oradan geçmek zorundasın. Allah’ın kapılarından bir kapı. Evet…
Yahya Şenol: Şeyhi bu mertebede görmek mertebelerin en ednasıdır.
Abdülaziz Bayındır: En aşağısı bu.
Yahya Şenol: Şuna da inanmalıdır ki şeyhten kendine ne gelirse onu Cenab-ı Hak’tan bilmeli. Şeyhten bilmemeli. Eğer hayır gelirse Cenab-ı Hakk’ın ona hidayetidir. Şer gelirse imtihanıdır. Şu halde salikin, şeyhini Babullah (Allah’ın kapısı) olarak bilmesi birinci derecedir.
Abdülaziz Bayındır: Allah’ın kapısı. Haşa.
Yahya Şenol: İkinci derece salik –hani tarikatta seyr-i süluk vardır ya o yolda olan kişi- şeyhini Mazhar-ı Esmaullah ve Sıfatullah olarak bilmeli.
Abdülaziz Bayındır: Ne demektir Esmaullah? Allah’ın isimleri. Biz Allah’ı nasıl tanırız? İsimleriyle tanırız başka bir şeyle tanıma şansımız var mı? Yani Allah’ın sıfatları dediğimiz subutî sıfatları, zatî sıfatları falan böyle sayarsınız. Allah’ın bu isim ve sıfatları onun üzerinde ortaya çıkmış diyor. Onda gözüküyor. Yani Allah’ın hangi özelliği varsa onu siz Şeyhin üzerinde göreceksiniz. O zaman şeyh ne oluyor? Peki az önceki Şia farklı bir şey mi söyledi? Aynı şeyi değişik kelimelerle söylediler, değil mi? Evet.
Yahya Şenol: Cenab-ı Hakk’ın emir ve nehiyleriyle mükellef olan kimse nasıl teeddüb ederse o da şeyhinin yanında öyle teeddüb etmelidir ki bu derece de orta derecedir.
Abdülaziz Bayındır: Bak, namaz kılarken nasıl yapıyorsunuz? Allah’ın emir ve yasakları karşısında tavrınız nasılsa şeyhin karşısında da öyle olacak. Bu de ikincisi.
Yahya Şenol: Üçüncü derece salik şeyhini asla görmemeli. Onun yerine Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarını görmelidir.
Abdülaziz Bayındır: Yani karşısında Allah oturuyor. Haşa.
Yahya Şenol: Şeyhi arada fani bilmeli. Allah’ı baki bilmelidir. Doğrusu da budur. Bu hal üç derecenin âlâsıdır.
Abdülaziz Bayındır: Şeyhi fani bilmeli derken siz zannedeceksiniz. Fani ne demek? Allah’ta yok olmuş. Allahlaşmış. Fenafillah dedikleri olay var ya. Allahlaşmış. Şeyin nirvanası bu. Zaten oradan alınmadır. Budistlerin nirvanasıdır bu. Oradan alınmadır. Onu fenafillah diye bu tarafa geçirmişler. Şimdi mesela burada şöyle bir ifade de var. Şimdi sayfasını bulabilir miyim, bilmiyorum da. Şu kitapta, bu ikinci ciltte var. Diyor ki: “Şeyhin rakı içtiğini görürsen boğazından aşağı süt gittiğine inanacaksın. Buradan giderken o, süte dönüşüyor.” Burada var. Süte dönüşüyor, diyor. Çok daha ilerisi var da ona girmemize gerek yok. Evet, şimdi bakın az önce Şia yine iyi kötü gene birkaç tane kelime çıkardı. Bunlarda o da yok.
Peki, şimdi gelelim şeye… Geçende bir şeye rastladım da gerçekten çok şaşırdım, şaşırmadım ama yani Allah Allah, dedim. Niye? Ali Ünal’ın bir makalesi var. Fethullah Gülen’le ilgili olarak. O burada mıydı bir bakayım da. Onu bir açayım, size göstereyim. Şimdi Fethullah Gülen’i Hızır(as) kabul ediyor. Karşısındakiler de şey… Hz. Musa, Hızır kıssasını anlamayan –anlamıyormuşsunuz, bak dinleyin de anlayın- Bana şu hatıramı anlattı Mahmut Efendi’yle görüştüğüm zaman –bizim tarikatçılığa bakış kitabında vardır o- dedi ki bana: “Şeyhin alnı mirat-ı İlahî’dir.” Ne demek? Allah’ın aynasıdır. Oraya baktın mı Allah’ı görürsün, dedi. Allah orada tecelli eder, dedi. Yani Allah ortaya çıkar. Allah nasıl bir insana tecelli eder ya, dedim. Musa(as) Cenab-ı Hakk’a dedi ki ya Rabbi kendini göster de ben bakayım. Allahu Teala ne dedi? Bana dayanamazsın ama şu dağa bak. Eğer dağ yerinde durursa o zaman dayanırsın. Allah dağa tecelli etti, gözükünce dağ ne oldu? Paramparça oldu, dedim. Niye siz parçalanmıyorsunuz, dedim. Allah dağa tecelli etti, dedim. Musa’nın alnına değil. Dedi ki hah işte Şeyh dağ gibidir. Mürit de Musa gibidir. Dedim, ne alçak gönüllülük ya gözlerim yaşardı dedim bu alçakgönüllülük karşısında. Bak, şeyh dağ gibi, mürit Musa gibi. Şimdi aynı şeyi buradan göreceğiz. Şimdi Fethullah Gülen, Hızır gibiymiş. Karşısındakiler Musa gibiymiş. Anlayamıyorlarmış. Allah’ın kaderi onun elindeymiş. Biraz sonra göreceksiniz. Şimdi anlaşıldı niye ben sizi Naim’e sokacağım dediği. Ondan sonra dedim ki Peki, dağ paramparça oldu siz niye parçalanmıyorsunuz, dedim. Orada tabii, sustu. Ondan sonra başka bir konuya geçti.
Evet şimdi sen o yazıyı bir oku bakalım, Yahya. Musa-Hızır kıssasını anlamayan… Şimdi bakın Allah’ın ayetleri batıl bir akideye nasıl alet ediliyor? Onu bir görün.
Yahya Şenol: Büyütelim yazıyı herkes görsün.
Abdülaziz Bayındır: Nasıl büyüteceğiz yaa.
Yahya Şenol: Biraz önceki gibi.
Abdülaziz Bayındır: Buradan büyüttüğüm zaman şey oluyor, şeyi kayboluyor.
Yahya Şenol: Yoo, okunacak şekle geliyor. Aşağıdan hafiften, biraz daha.
Abdülaziz Bayındır: Yeter mi? Tamam. Okunabiliyor mu?
Yahya Şenol: Biraz daha büyütelim.
Abdülaziz Bayındır: Neyse bu kadar yeter, idare edin. Nasıl olsa Yahya okuyacak.
Yahya Şenol: Şu an ekranda gözüken ilk satırdan başlıyorum.
Söz konusu kıssa Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın bir yolculuğunu anlatır. Hz. Musa insanlık aleminin zahirinde, Hz. Hızırsa batınında vazifelidir. Hadiseleri anlamak zahir ile batını birlikte görmeyi gerektirdiği için Cenab-ı Allah batında yaptırdığı bu yolculukla Hz. Musa’ya bir bakıma seyr u süluk’unu veya miracını tamamlatır. Bu yolculukta Hz. Hızır bindikleri gemiyi
Abdülaziz Bayındır: Seyr ü süluk, miraç. Seyr ü süluk derken Hızır şeyh oluyor. Musa mürit oluyor, dikkat ediyor musunuz? Miraç nerede burada? Miraç ne arıyor? Üstelik bu yazıyı yazan kişi, Kuran meali yapmış olan kişidir. Evet, devam.
Yahya Şenol: Bu yolculukta Hz. Hızır, bindikleri gemiyi sağlam gemileri gasp eden kraldan kurtarmak için deler. Büyüdüğünde şerli olacak, anne-babasını da yoldan çıkaracak diye bir çocuğu öldürür. Yıkılmakta olan bir duvarı doğrultur ve karşılığında ücret almaz. Yapılan bu üç işten birincisi sahibinin izni olmadan yapıldığı için, ikincisi ise mutlak manada şeriatın hükümlerine terstir. Bu bakımdan Hz. Musa itiraz eder. Önce hemen belirtelim ki Hz. Hızır, yaptıklarını zahir veya maddi alemde yapmamıştır. Öyle yapmış olsaydı Hz. Musa itirazlarında elbette haklı olurdu. Çünkü mesela gelecekte şerli biri olacak diye masum bir çocuk öldürülmez. Hz. Hızır yaptıklarını batın(mana) veya sırf kader aleminde yapmıştır. Onları maddi alemde icra edense başkaları olabilir. Yani bir başkası keyfi olarak gemiyi delmiştir veya gemi bir kayaya vurarak delinmiştir. Çocuk zahirde başka bir sebeple ölmüştür.
Abdülaziz Bayındır: Bak şimdi gemiyi bir başkası delmiştir, kayaya vurarak delinmiştir. Ayette Allah ne diyor? Hızır deldi diyor. Şimdi niye böyle diyor? Senin mesela araban bir yere çarptı mı Hoca Efendi çarptırmış olacak ki onun için. Bak, dikkat edin aşağıda cümle geliyor, ona hazırlık. Yani Allahu Teala’nın ayette söylediğini değiştiriyor, dikkat ediyor musunuz? Ya bir taşa çarpmıştır ya da başkası delmiştir. Allah ne diyor? Hızır deldi, diyor değil mi? Evet, devam edelim.
Yahya Şenol: Yani bir başkası keyfi olarak gemiyi delmiştir veya gemi bir kayaya vurarak delinmiştir. Çocuk zahirde başka bir sebeple ölmüştür. Hz. Hızır sırf kaderin dilidir. Hadiselerdeki manayı ve asıl hikmeti temsil eder.
Abdülaziz Bayındır: Kaderin eli… Ne demek kaderin eli? Tatbik ediyor. Yazı değil, eli. Tatbik ediyor, uygulama yapıyor. Kaderi uyguluyor. Yani Allah’ın işte bu çocuğun kaderi buydu. Geminin kaderi buydu. O idare ediyor işleri. Bu kelimeye dikkat edin biraz sonra bir başkasında da çıkacak o el.
Yahya Şenol: Hz. Hızır sırf kaderin elidir. Hadiselerdeki manayı ve asıl hikmeti temsil eder. Onun sırf kader, batın veya mana aleminde yaptığını maddi alemde bir başkası, başka sebeple icra eder.
Abdülaziz Bayındır: Onun mana aleminde yaptığını maddi alemde bir başkası, başka sebeple icra eder. O yapmıyormuş da aslında başkası yapıyormuş. Yani falanca yerde şu oldu. Peki sen onun yaptığını mı zannediyorsun? Değil aslında bunu falanca yaptı.
Yahya Şenol: Kader hem asli hem zahiri sebeple neticeye bir bakar. Yani sebep ve netice için iki ayrı kader yoktur. Masum çocuk bir sebeple ölür veya onu bir başkası bizzat iradesiyle öldürür. Oysa onun ölümüne hükmeden kaderdir. Fakat kader hükmünü verirken onu icra edecek iradeyi de elbette nazara alır. Dolayısıyla kimse yaptığından kaderi sorumlu tutamaz.
Abdülaziz Bayındır: Bak şimdi kader şunu yapıyor, bunu yapıyor. Bak şimdi şuraya dikkat edin. O son cümleyi bir daha okur musun?
Yahya Şenol: Kader hükmünü verirken onu icra edecek iradeyi de elbette nazara alır.
Abdülaziz Bayındır: İcra edecek iradeyi. Yani onu yapan kişi. Onu yapan kişiyi de nazara alırmış. Onun için o kişi sorumlu olurmuş. Ya, o kişi bir alet gibi nasıl sorumlu olacak yani? Evet.
Yahya Şenol: Hoca Efendi bir bakıma mananın, kaderin elini temsil eder. Mana hükmünü verdiği zaman donmuş nazik suyun demiri parçaladığı gibi madde onun önünde duramaz.
Abdülaziz Bayındır: Gördünüz mü? Yani şimdi siz kaderin elini temsil eden birisiyle –tabi hâşâ böyle bir şey asla olamaz. Bu tam bir şirktir- böyle birisiyle kimse mücadele edebilir mi? Musa(as) anlamadı ki şimdi de siz anlamıyorsunuz ki olup bitenleri. Peki, şimdi bir taraftan da kaderle ilgili şimdi biliyorsunuz Fethullah Gülen’in bir kitabı var. Kitabın adı neydi?
Yahya Şenol: “Kitap ve Sünnet Perspektifinde Kader”
Abdülaziz Bayındır: “Kitap ve Sünnet Perspektifinde Kader” yani Kitaba ve Sünnete uyuyor gibi gösteriyor kendisini. Şimdi mesela orada ne diyor? Şimdi kader Hoca’nın elinde ya birleştirin şimdi bunları. Evet.
Yahya Şenol: Bu kitabın 56. sayfasında Taberani’de ve İbn Mace’de geçen bir rivayeti esas almış. Bu rivayet şöyle: “Şakî daha annesinin karnındayken Şakîdir. Said de daha annesinin karnındayken Saiddir.” Rivayet bu.
Abdülaziz Bayındır: Yani cennete gidecek olan adam annesinin karnında belli, cehenneme gidecek olan da orada belli. Bunlar tabii uydurma rivayetlerdir. Olamaz. Niye olamıyor? Çünkü Allahu Teala ne diyor? Esteuzubillah Bakara 277’de “İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve ekâmûs salâte ve âtevûz zekâte lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn” İnanan, iyi iş yapan, namaz kılan, zekat veren kişilerin üzerinde hiçbir korku olmaz, diyor. Ama bunlar öyle demiyorlar. Devam et.
Yahya Şenol: Açıklama şöyle: Marks daha annesinin karnındayken beşeri idlal edecek(sapıtacak), beşer suretini saptıracak beşer suretinde bir şeytandır. Damgasını yemiştir. 20. asırda bize ışık tutan Hasan el Benna, Seyit Kutup, Nedvî ve El Emsali; Türkiye’de de adıyla, sanıyla, yoluyla, yöntemiyle bu işi temsil eden büyük rehber gibi daha niceleri
Abdülaziz Bayındır: Büyük rehber kim? Said Nursi, evet.
Yahya Şenol: …daha niceleri taa annelerinin karnındayken Said damgasıyla şereflendirilmişlerdir.
Abdülaziz Bayındır: Peki, bunu kim bilebilir? Falanca adam saiddir, derken kim bilebilir? Yani annesinin karnındayken cennetle şereflendirilmiş –böyle bir şeyin var olduğunu kabul edin- Allah’tan başkası bilebilir mi? Ama kader birisinin elindeyse o da bilir tabii. Değil mi? Evet, devam et.
Yahya Şenol: Evet Said ve Şakî daha annelerinin karnındayken tespit edilir. Ama bu kitabet ve yazılış o insanın iradesi, o insanın kini, nefreti veya tam tersine şefkat ve mürüvveti hesaba katılmadan yapılmaz.
Abdülaziz Bayındır: Bir de işte diyor ki ölene kadar o hadis diye uydurdukları sözde var. Annesinin karnında eğer said olarak yazılmışsa yani cennetlik diye yazılmışsa ömür boyu cehennemliklerin işlerini yapsa bile son anda cennetliklerin bir işini yapar cennete gider. Anasının karnında şakî yazılmışsa ömür boyu iyi şeyler yapsa bile son anda küfrü gerektiren bir iş yapar, doğru cehenneme gider.
Peki, kader birisinin elindeyse bunu değiştirebilir mi? Tabii, değiştirdiği için ne diyor? İşte anasının karnında kimin said yazıldığını biliyor. Cennete gideceklerini de biliyor. İsim olarak da ilan ediyor. Ondan sonra da camide vaaz ederken -burada dinlediniz- “Sizi Naim’e erdireceğim.” Dedi, değil mi? Cennete sokmak kimin yetkisinde oluyor? İşte, insanları Allah’ın dinini kullanarak saptırma işi, bu. Allah’ın kitabını en kötü saptırma, budur. En kötüsü budur. Çünkü dinî kelimeleri kullanıyorsunuz. İşte bak, şeyleri kullandı. Kehf Suresi’nin ayetlerini kullandı. Kullanan kişi de Kuran meali yapan adam. Bir hocayı Tanrılaştırdı. İnsanları da ona kul köle yaptı. Şia ile ilgili olanları okuduğumuz zaman hemen tepkiler geldi. Bunu Allah gibi tarif ediyor. Hangisi tasavvuf? İşte bu.
Onun için size sürekli şunu söylüyoruz. Bu paralel yapı falan bunlar çok hafif şeylerdir. Asıl sıkıntı paralel dindedir. Bu paralel din olmasaydı bu kadar insanı arkasından çağırabilir miydi? Biz yıllardır uğraşıyoruz daha şu küçük salon dolmuyor. Onlardan herhangi birisinin küçücük bir hareketi olsa milyonlar sokağa dökülmez mi?
Yani asıl mesele bu insanları nasıl oluyor da bu derece köleleştiriyorlar? İşte esas bu problemi halletmek lazım. Bunu halletmediğiniz taktirde hadi şunu engelledin. Kardeşim bir tane değil ki. O zaman yapılacak şey doğruları ortaya koymaktır. Çünkü Kuran-ı Kerim’in gücü çok fazladır. Bunu siz yaşadığımız toplumda çok iyi görüyorsunuz. Her yerde görüyorsunuz. Evet buraya gelenlerin sayısı az, şu, bu falan diyoruz ama etkilenenlerin sayısı az mı? Çok büyük bir etkilenme var mı? Her tarafta. Niye, biliyor musunuz? Çünkü Allahu Teala 88. surede Beyyine Suresinde ne diyor? Gerçi bir çok ayette bunu söylüyor da Beyyine şimdi hemen aklıma gelen sure olduğu için kolayca… Yani bu yapıları bozmanın yolunu Cenab-ı Hak’tan öğreneceğiz. Kendi kafamızdan değil. Ha, 88 değilmiş Beyyine, 98’miş. Şimdi yaratıcıdan problemlerin çaresini öğrenmek lazım. Kendi kafamıza göre hareket edersek problemleri daha da büyütürüz. Yani bazen hani bir yara vardır. O yarayı siz kendi kafanıza göre tedavi etmeye kalkışırsınız. Kangrene çevirirsiniz değil mi? İşin içinden çıkılmaz hale gelir. Sonra o kolu, ayağı kesmek zorunda kalırsınız gene yetmez. Bu defa başka yeri, sonra gövdeyi kaybedersiniz. O zaman bir yarayı tedavi etmek istiyorsanız şimdi burada asıl mesele şu: Bu insanları tu kaka edip atmak değil. Bu insanların zihnindeki yanlışları öldürmek. İnsanların kendini öldürmek değil, yanlışlarını öldürmektir. Biz burada bunları söylerken Şia, Fethullah Hoca, tasavvufçular, şunlar bunlar… Bunların yanlışlarını gösteriyoruz. Diyoruz kardeşim bu işten vazgeçin. Siz kendinizin Müslüman olduğunuzu düşünüyorsunuz o zaman inandığınız Kuran’a gelin. Bunların içinde Kuran, Allh’ın kitabı değildir diyen var mı? Yok. Peki Muhammed (sav)’in Allah’ın elçisi olmadığını söyleyen var mı? Öyleyse biz bunlara ne diyoruz? İnandığınız Kuran’a gelin ve kendinizi kurtarın. Yoksa Allah’ın huzurunda hesabınız çok kötü olur. Peki, bunları tedavi edecek olan nedir? Onu bu ayetten görelim. Yani yapılacak olan o. Ama o yapılmıyor sürekli yara deşiliyor. Sürekli şu yapılıyor, şu yapılıyor. O zaman kangrene dönecek. Ondan sonra çık işin içinden çıkabilirsen.
Şurada şöyle diyor Allahu Teala: “Bismillahirrahmanirrahim Lem yekunillizîne keferû min ehlil kitâbi vel muşrikîne” Ehl-i kitap ve müşriklerden ehl-i kitap kendilerinde kitap olanlar, şimdi işte az önce dedim ya bunlardan hangisi Kuran’ı inkar ediyor? Hiçbirisi değil. İşte bu da ehl-i kitaptan sayılır. Müşrikler de Kuran’ı kabul etmeyen grup. Şimdi insanlar iki grup yani aslında onlar da müşrik ama birisinin elinde kitap var, birisinde yok. Diyor ki Allahu Teala “Lem yekunillizîne keferû min ehlil kitâbi vel muşrikîne” Ehl-i kitaptan ya da müşriklerden, kafir olanlar “munfekkîne” çözülecek değillerdi. Hani şu –hanımlar çok iyi bilir- kiri çözmek için kir çözücüler kullanılır, biliyorsunuz değil mi? Dökersiniz, kir çözülür. Bunlar çözülecek değiller. “hattâ te’tiye humul beyyineh” Onlara o beyyine gelinceye kadar. Beyyine nedir? “Rasülün min Allah” Allah’tan bir elçi. Ne yapıyor? “Yetlusu hufen mutahhara” Tertemiz sayfalar okuyor. Araya herhangi bir şey katışmamış. Şunun bunun görüşü katılmamış olan Allah’ın ayetlerini okuyor. Bu inançsızlık kirini çözecek olan odur. “Fiha kütübün kayyime” İçinde çok sağlam hükümler vardır. Şimdi siz kendinizi bir düşünün. İçinizde biliyorum çok sayıda bu yanlış inançlar içerisinde olup da bu tarafa gelenler var. Ayet-i kerimeleri duyduğunuz zaman tıpkı bir kir çözücü gibi sizin içinizi paramparça ediyor muydu, etmiyor muydu? Söyleyin lütfen. Ediyor muydu? Hah. Herkes için aynı şey söz konusudur. İster bir kitaba inan, ister inanmasın. Evet. Diyor ki “ Vema teferrak ellezine utul kitap” Kendilerine kitap verilenler, paramparça olmadılar. “İlla min ba’di ma caetümül beyyine” Kendilerine o beyyine geldikten sonra. Yani siz onlara Kuran’ı okuduğunuz zaman mümin olacak değiller, onu beklemeyin. Yani bu yapılardan hiçbirisinin Müslüman olmasını beklemeyin. Ama parçalanırlar. Paramparça olurlar kendi içlerinde. Bir kısmı inanır, bir kısmı inanmaz. Şimdi, esas istenen bu değil mi? Evet. Paramparça olurlar, diyor Allahu Teala değil mi? “Ve ma umiru” Onlara şu anda sadece şu emrediliyor? “İlla li ya’budullah” Allah’a kul olun kardeşim. Niye şuna buna kul oluyorsunuz? Şunu bunu niye tanrılaştırıyorsunuz? Bak, bir sürü tanrılar ortaya çıkmadı mı az önce. Bırakın onu. Allah’a kul olun. “Muhlisıne le huddin” Dini Allah’a has kılarak. Katıksız, hiç kimsenin görüşünü katmadan. Din, tamamen Allah’ın hiç aracı tefeci yok, Allah ne demişse o. Din adına birisi size bir şey söyledi mi lütfen bu konudaki içinize yatmadı mı bir ayet isteyin. Niye içinize yatmadı mı diyorum? Çünkü Allah’ın yarattığı bu vücut, yanlışı kabul etmemek üzere yaratılmıştır. Onun için dikkat edin. Size yanlış olarak söylenen şeyler içinize yatmaz da ben bi Hocama sorayım. Hocanıza sorarsınız gene içinize yatmaz. Bir bildiği vardır, diyerek kendinizi avutursunuz. Öyle olmuyor muydu? Ha, bir bildiği vardır demeyeceksiniz. Allah’a hesabı ben vereceğim. Lütfen bu konuda bana delil gösterin,diyeceksiniz. Sen kimsin? Ben Allah’ın kuluyum. Yetmez mi? Bundan daha büyük bir şeref var mı? Ben Allah’ın kuluyum. Ben Allah’ın emirlerinden sorumluyum. Lütfen bana Allah’ın emirlerini anlat. “Ve ma umiru illa li ya’budullah muhlisıne le huddin hunefa” Dosdoğru sağa sola sapmadan, samimi olarak araya hiç katıksız Allah’ın dini. Emredildikleri, o. Ona teslim olacaklar. Az önce ne dedi? Şeyh teslim alıyor, Allah yolunu –hâşâ- “Ve yukımus sala” Ve namazı tam kılmaları emredilmiştir. “Ve utuz zeka” Ve zekatı da vermeleri emredilmiştir. “ve zalike dinü’l kayyime” İşte bu, o sağlam dindir.
Demek ki bu batıl yapıları çökertmenin tek yolu neymiş? Onlara Allah’ın kitabını anlatmakmış. Kir çözücü gibi. Peki Allah’ın kitabını anlattığın zaman hepsi inanacak mı? Hayır, ama parçalanacaklar. Paramparça olacaklar. Şimdi siz bu parçalanmayı görüyor musunuz? Görmüyor musunuz? O zaman görenler, görmeyenlere göstersinler. O yapılardaki parçalanmayı görmüyor musunuz? Diyorum.
Evet, böylece dersin birinci bölümünün sonuna gelmiş olduk.